40 / MÜ’MİN

Mekke'de inmiştir. 85 âyettir.

1

 Ha. Mîm.

"Ha. Mîm.” İbn Âmir, Hamze, Kisâî ve Ebû Bekir bunu açıkça imâle etmişlerdir (hayrnîm). Nâfi',rş rivâyetinde ve Ebû Amr belli belirsiz (imâle ile tefhîm arasında) okumuşlardır. İki sâkin cem olduğu için mebni olarak feth ile (hamime), ikra' gizleyerek mûreb olarak nasb ile (hamime) okumuşlardır. Tenvîn almaması ise marifelik ve müennesliktendir ya da yabancı vezninde olmasındandır, Meselâ Kabîl ve Habîl gibi.

2

 Kitabın indirilmesi mutlak gâlib, hakkıyla bilen Allah'tandır.

"Kitabın indirilmesi mutlak gâlib, hakkıyla bilen Allah'tandır". Belki de özellikle bu iki vasıfla nitelenmesi Kur'ân’daki mu'cizelikten ve hikmettendir, çünkü bu ikisi eksiksiz kudreti ve üstün hikmeti göstermektedir.

3

 Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azâbı çetin ve lütuf sâhibi. Ondan başka ilâh yoktur. Dönüş yalnız onadır.

"Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azâbı çetin ve lütuf sâhibi” bunlar da diğer sıfatlardır, çünkü bunda özendirme ve korkutma vardır, maksada teşvik vardır. Bunlardaki izafet hakikidir (fonksiyoneldir), çünkü bunlardan belli bir zaman kast edilmemiştir (devam istenmiştir). "Azâbı çetin"den de azâbı şiddetlendiren yahut eşşedid ikabuhu manası murat edilmiştir. Lâm da diğerlerine uyması ve karışıklık korkusu olmadığı için atılmıştır ya da bunlar bedellerdir. Yalnız şedidül ikab'ı bedel saymak nazmı bozar. İlk ikisinin arasına vâv’ın girmesi, günahların silinmesi ile tevbenin kabulünü birleştirmek içindir ya da sıfatlar birbirinden farklı olduğu içindir. Çünkü akla bir oldukları gelebilir ya da fiillerin yerleri farklı olduğu içindir, çünkü ğafr maddesi örtmektir, o zaman günah yerinde kalmış olur. Bu da tevbe etmeyen içindir. Çünkü tevbe eden günah işlememiş gibidir. Tevb de mastardır, tevbe gibi, bunun (tevb'in) çoğul olduğu da söylenmiştir. Tavl da hak edilen azâbı terk etmekle gösterilen lütuftur. Azâp sıfatının (şedid) rahmet sıfatlarının arasında tek kalması rahmet sıfatının gazap sıfatına üstünlüğündendir.

"Ondan başka ilâh yoktur” o sebeple onun ibâdetine kendini tam vermelidir.

"Dönüş yalnız onadır” itâat edene mükâfat, isyan edene de ceza verir.

4

 Allah'ın âyetlerinde ancak kâfirler mücadele eder. Onların ülkede dolaşmaları seni aldatmasın.

"Allah'ın âyetlerinde ancak kâfirler mücadele ederler". İndirme işini sağlama bağladıktan sonra ona dil uzatmak ve hakkı kaydırmakla mücadele edenleri kâfirlikle damgaladı. Çünkü:

"Hakkı kaydırmak için bâtıl sebeplerle mücadele ettiler” (Ğafîr: 5) buyurmuştur. Amma Kur'ân’ın zor yerlerini halletmek, hakikatlerini çıkarmak, bâtıl ehlinin teşebbüslerini durdurmak ve dillerini kesmek için mücadele etmek, taatların en büyüğüdür. Bunun içindir ki, aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Kur'ân'da tartışmak küfürdür, buyurmuştur. Peygamber efendimiz burada nekire olarak cidalen lâfzını kullanmıştır, aslında Kur'ân'ı savunmak için yapılan şey mücadele sayılmaz (o müdafaadır).

"Onların ülkelerde dolaşmaları seni aldatmasın” onlara süre verilmesi, şanslarının yaver gitmesi ve Şâm ve Yemen illerinde kârlı ticaretlerle dolaşması seni aldatmasın. Çünkü onlar yakında küfürlerinden dolayı yakalanacaklardır. Nitekim şöyle buyurmuştur:

5

 Onlardan önce Nûh kavmi, onlardan sonra da hizipler yalanladı. Her ümmet onu yakalamak için peygamberine kasdetti ve hakkı kaydırmak için bâtılla (bâtıl sebeplerle) mücadele ettiler. Ben de onları yakaladım. Azabım nasıl oldu?

"Onlardan önce Nûh kavmi, onlardan sonra da hizipler yalanladı” Nûh kavminden sonra elçilere karşı toplananlar ve onlara düşmanlık edenler ki, Âd ve Semûd kavmi gibi demektir. Onlardan "her ümmet elçilerine kast etti” biResûliha şeklinde de okunmuştur.

"Onu yakalamak için” ele geçirip işkence etmek ve öldürmek için demektir, bu da ahz maddesinden gelir ki, esir almakktır.

"Bâtılla mücadele ettiler” gerçeği olmayan şeyi ileri sürdüler.

"Hakkı kaydırmak için” bâtılı ileri sürerek hakkı yerinden etmek için.

"Ben de onları yakaladım” onlara ceza vererek helâk etmekle yakaladım.

"Azabım nasıl oldu?” çünkü siz onların yurtlarından geçiyor ve kalıntılarını görüyorsunuz. Bu, içinde şaşırtma olan bir tespittir (duyanların şaşması istenmiştir).

6

 Rabbinin kâfirlere:

"Gerçekten onlar cehennemin halkıdırsözü hak oldu.

"Böylece Rabbinin sözü hak oldu” tehdidi yahut azâp hükmü "kâfirlere” küfürleri ile (gerçekten onlar cehennemin halklarıdır, sözü) bu da "kelimeni rabbike"den bedel-i kül yahut bedel-i istimaldir, bunda

birinciye göre lâfız,

ikinciye göre de mana nazar-ı itibara alınmıştır.

7

 Arş'i taşıyanlarla onun çevresindekiler Rablerinî hamd ile tesbih ederler, ona îman eder ve mü'minler için bağışlanma dilerler:

"Rabbimiz, sen her şeyi rahmet ve ilimle kapladın; tevbe edenleri ve senin yoluna uyanları bağışla. Onları cehennem azabından koruderler.

"Arş'i taşıyanlarla çevresindekiler” bunlar kerubiyunlardır ki, meleklerin en yüksek tabakasında olanlardır ya da ilk yaratılan meleklerdir. Onu taşımaları ve etrafını çevrelemeleri korumalarından ve onu idare etmelerinden mecazdır ya da Arş'in sâhibine yakınlıklarından, onun yanında itibarlı olmalarından ve emrini yerine getirmede aracı olmalarından kinayedir.

"Rablerini hamd ile tesbih ederler” Allah'ı celal ve ikram sıfatlarından en kapsamlıları ile zikir ederler. Teşbihi asıl, hamdi ile hâl kılmak şunun içindir, çünkü hamt hâllerinin gereğidir, tesbih ise öyle değildir (o devamlıdır). "Ona îman ederler” olan îmanlarını haber vermek onun faziletini açığa çıkarmak içindir. Zaten Âyetin ana gayesi de budur (onun faziletini açığa çıkarmaktır). Nitekim bunu "îman edenler için bağışlanma dilerler” kavli ile açıklamıştır. Bir de şuna dikkat çekmek içindir ki, Arş'a yakın yaşayanlarla ferş'te (yerde) yaşayanlar Allah'ı bilmede eşittir. Bu da Mücessime fırkasını reddir. Onlara bağışlanma dilemeleri de onlara şefaat etmeleridir, onları tevbeye sevk etmeleri ve onları bağışlanmayı gerekli kılan şeye özendirmeleridir. Bunda şuna dikkat çekilmiştir ki, îmanda ortaklık, iyi niyeti ve şefkati gerektirir, cinsler arasında fark olsa da böyledir, çünkü bunlar en önemli sebeplerdir. Nitekim Allahü teâlâ:

"Ancak mü'minler kardeştir” (Hucurat; 10) buyurmuştur.

"Rabbimiz” yani rabbimiz, derler, bu da istiğfar edenleri açıklamadır ya da hâl’dir.

"Rabbimiz, sen her şeyi rahmet ve ilminle kapladın” yani rahmetin ve ilmin her şeyi kaplamıştır. (Vesi'te rahmeten) denilecek yerde bu ifadenin kullanılması rahmet ve ilim sıfatını öne çıkarmak ve genelliğini mübalağa etmek içindir. Rahmetin öne alınması da burada esas olanın o olmasındandır.

"Tevbe edenleri ve yoluna uyanları bağışla” tevbe edeceklerini ve hak yoluna tâbi olacaklarını bildiklerini demektir.

"Onları cehennem azabından koru” bu da hafifçe sezdirdikten sonra te'kit için ve azabın şiddetini göstermek için açıklamadır.

8

 Rabbimiz, onları ve atalarımızdan, zevcelerimizden ve nesillerinden sâlih olanları kendilerine vaat ettiğin cennetlerine girdir. Şüphesiz sen, evet sen, mutlak gâlib, hikmet sâhibisin.

"Rabbimiz, onları ve atalarından, zevcelerinden ve nesillerinden sâlih olanları kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine girdir". Ve men salaha birinci hüm zamirine atıftır yani onları da beraber girdir ki, sevinçleri tam olsun ya da ikinci hüm zamirine râcidir ki, bu da va'Dîn genelliğini beyan için olur. Cennete adn'in, lâm'ın zammı ile saluha ve tekil olarak zürriyetehüm de okunmuştur.

"Şüphesiz sen, evet sen mutlak galipsin” kudret dahilinde olan hiçbir şey na karşı koyamaz.

"Hikmet sâhibisin” her şeyi hikmetine uygun olarak yaparsın. Ahde vefa da bunlardan biridir.

9

 Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, onu merhamet etmişindir. İşte bu, en büyük kurtuluştur!

"Onları kötülüklerden koru” cezalardan yahut kötülüklerin cezasından demektir. Bu da tahsisten sonra genellemedir ya da şalin olanlarla tahsistir.

Ya da dünyada masiyetlerden koru demektir, çünkü:

"Kimi o gün kötülüklerden korursan ona gerçekten rahmet etmişsindir” buyurmuştur. Yani kimi dünyada bunlardan korursan âhirette gerçekten rahmet etmişsindir demektir. Sanki onlar sonucu istedikten sonra sebebi de istemişlerdir.

"İşte bu, en büyük kurtuluştur” yani rahmet yahut koruma ya da her ikisi demektir.

10

 Şüphesiz kâfirlere:

"Elbette Allah'ın hıncı sizin kendinize olan hıncınızdan daha büyüktür. Çünkü siz îmana çağrılırdınız da küfrederdinizdiye seslenilir.

"Şüphesiz kâfirlere seslenilir” kıyâmet gününde onlara denir:

"Elbette Allah'ın hıncı sizin kendinize olan hıncınızdan daha büyüktür” yani Allah'ın size hıncı sizin hep kötülüğü öneren nefislerinize olan hıncınızdan daha büyüktür, demektir. (Çünkü siz îmana çağrılırdınız da küfrederdiniz). Bu da birinci makt'ın gösterdiği fiilin zarfıdır, onun zarfı değildir; çünkü ondan haber verilmiştir (mastarla haberinin arasına mamulü giremez). İkincinin de zarû değildir, çünkü onların nefislerine hıncı kötü amellerinin cezasını gözleriyle gördükleri zaman kıyâmet günündedir (Îmana davetleri ise dünyadadır, fırsatı kaçırdıkları için bir faydasını görmeyeceklerdir). Nitekim: Sen sütü yazın kaybettin (treni kaçırdın) derler.

Ya da iz tüd'avne hükmünün illetidir, iki hıncın zamanı da birdir.

11

 Onlar da: Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik; çıkış için bir yol var mı, dediler?

"Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin, dediler". İki kere öldürdün; çünkü bizi ölüler olarak yarattın, sonra da ecellerimiz geldiği zaman bizi ölüler kıldın. Çünkü öldürmek hayatı baştan yok etmek ya da dönüştürmekledir Meselâ küçültmek ve büyütmek gibi. Bunun içindir ki: Sineği küçülten ve fili büyüten Allah'ı tenzih ederiz, denilmiştir. Eğer öldürmek değiştirmekle tahsis edilirse, serbest yaratıcının yaptığı iki şeyden biri değiştirmektir, ötekinden döndürmektir.

"Ve iki kere dirilttin” birincisi ilk diriltmedir, ötekisi de öldükten sonra tekrar diriltmedir.

Şöyle de denilmiştir: Birinci öldürme ecel geldiği zamandır, ikincisi de kabirde sorgu için diriltmeden sonradır. İki diriltme de kabirdeki ile öldükten sonraki diriltmedir. Çünkü maksat gaflet ettikleri ve ilgilenmedikleri şeyi gözleriyle gördükten sonra itiraf etmektir. Bunun içindir ki,

"günahlarımızı itiraf ettik” demelerini sebep göstermişlerdir. Çünkü günahları yapmaları dünyaya aldanmaktan ve yeniden dirilmeyi inkârlarından kaynaklanmıştır.

"Çıkış için bir yol var mı?” ateşten çıkmaya bir çare var mı ki, ona gidelim? Bunu da hiç ümitleri kalmadığından oyalanmak için ve şaşkınlıklarından derler. Bunun içindir ki, onlara şöyle cevap verilmiştir:

12

 Bu size şundan ki, Allah tek başına çağrıldığı zaman inkâr ederdiniz. Ona şirk koşulduğu zaman îman edendiniz. Artık hüküm; çok yüce, çok büyük Allah'ındır.

"Bu size şundandır; Allah tek başına çağrıldığı zaman” vahdehu müttehıden yahut tevahhede vahdehu demektir; fiil hazf edilmiş, hâl olarak onun yerine geçirilmiştir "inkâr ederdiniz” Allah'ın birliğini.

"Ona şirk koşulduğu zaman îman ederdiniz” şirk koşmaya.

"Artık hüküm Allah'ındır” ibâdeti hak eden Allah'ın, çünkü size ebedî azapla hükmetmiştir "çok yüce” şirk koşulup başkasıyla eşit sayılmaktan "çok büyüktür” çünkü şirk koşup onu ibâdeti hak etmede bazı mahluklarıyla eşit sayana sonsuz azapla hükmetmiştir.

13

 O ki, size âyetlerini gösterir ve size gökten rızık indirir. Ancak ona dönen kimse öğüt alır.

 (O ki, size âyetlerini gösterir) sizi kemale erdirmek için birliğine delâlet edeni ve diğer bilinmesi şart olanı gösterir "ve size gökten rızık indirir” yaşamanızı temin etmek için rızık sebeplerini indirir Meselâ yağmur gibi.

"Öğüt almaz” âyetlerden, açık olduğu için akıllarda saklı gibi duran, taklide saplamldığı ve nefsanî arzulara uyulduğu için de gaflet edilen âyetlerden öğüt almaz "ancak Allah'a dönen öğüt alır” inkârdan âyetlere dönen ve onlar üzerinde derin düşünceye dalan öğüt alır. Çünkü bir şeye iyice inanan ona zıt olan şeye bakmaz.

14

 Öyleyse dini ona hâs kılarak Allah'a ibâdet edin. Kâfirler hoşlanmasa da!

"Öyleyse dini ona hâs kılarak Allah'a ibâdet edin” şirkten ayrıştırarak "kâfirler hoşlanmasa da!” ihlâsınızdan ve onlara zor gelse de!

15

 Onun dereceleri yüksektir. Arş'in sâhibidir. Rûhu emri ile kullarından dilediğinin üzerine bırakır, kavuşma gününden korkutmak için.

 (Onun dereceleri yüksektir, Arş'in sâhibidir) bunlar da kimseye muhtaç olmadığını maddî ve manevî şekilde gösteren iki haberdir. Çünkü kemali yanında başka kemal olmadığı için dereceleri yüksek olan ve maddî âlemin aslı olan Arş'in, kudret kabzasında olan kimseye şirk koşulmaz.

Şöyle de denilmiştir: Dereceler mahlukların rütbeleridir yahut meleklerin Arş'a çıkış merdivenleridir ya da göklerdir yahut sevap dereceleridir. Meth üzere nasb ile (refia) şeklinde de okunmuştur. (Rûhu emri ile atar) bu da dördüncü haberdir, şunu göstermek içindir ki, ruhanîler de emrine hazırdılar, bu da eserleri olan vahyi açığa çıkarmakladır. Bu, tevhidi iyice zihinlere yerleştirdikten sonra peygamberlik durumuna giriştir. Rûh vahiydir, min emrihi'deki min beyaniyedir, çünkü hayrı emreden Allah'tır ya da iptidaiyedir, emreden de melektir.

"Kullarından dilediğinin üzerine bırakır” peygamberlik için seçtiği kulunun üzerine. Bunda peygamberliğin Allah vergisi olduğuna delil vardır. (Korkutmak için) bu vahyi atmanın sebebidir, gizli zamir de Allah'a râcidir ya da zamir men'e gitmektedir yahut ruha gitmektedir. Men yakın olduğu için lâm zamirin ona gittiğini destekler.

"Kavuşma gününden” kıyâmet gününden, çünkü onda ruhlar cesetlerle gök halkı yer halkı ile mabutlar abitlerle yahut ameller amel edenlerle buluşur.

16

 O gün (kabirlerinden) çıkarlar. Onlardan Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz.

"Bugün mülk kimindir?” (denilir). Bir tek, kahreden Allah'ındır (cevabı verilir).

"O gün çıkarlar” kabirlerinden çıkarlar yahut meydana çıkarlar; onları hiçbir şey kapatmaz ya da nefisleri ortaya çıkar, bedenleri onları kapatmaz yahut amelleri ve sırları açığa çıkar.

"Onlardan Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz” zatlarından, amellerinden ve hâllerinden. Bu da hum barizun kavlini tespit etmekte ve dünyada benzerlerinden akla gelecek şeyi izale etmektedir (dünyada gizleniyorlardı, burada ise gizlenemezler). "Bugün mülk kimindir (denilir)? Bir tek kahreden Allah'ındır” diye cevap verilir. Bu da o gün sorulacak ve cevap verilecek şeyin hikâyesidir.

Ya da sebeplerin ortadan kalkması ve aracıların yok olması gibi durumun delâlet ettiği şeyin hikayesidir. Gerçek hâl onu daima dile getirmektedir.

17

 Bugün her nefis kazandığı şey ile cezalanır. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.

"Bugün her nefis kazandığı şeyle cezalanır” sanki bu da geçenin sonucudur. Özeti şudur: Nefisler itikat ve amelleriyle bir şekil kazanırlar, bunun da zevkini yahut acısını hissederler, ancak bunları dünyada hissedemez, çünkü meşgul edici engeller vardır. Kıyamet kopunca engeller ortadan kalkar, nefisler de zevk ve acılarını idrak eder.

"Bugün haksızlık yoktur” sevabı eksiltmek ve azâbı arttırmakla.

"Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir” çünkü hiçbir şey nu meşgul edemez. O sebeple herkes hak ettiğine çabucak kavuşur.

18

 Onları o yakın günden uyar; o zaman kalpler gamla dolu olarak gırtlakların yanındadır. Zâlimler için ne sıcak bir dost ne de itâat edilen bir şefaatçi yoktur.

"Onları o yakın günden uyar” yani kıyâmetten demektir, ona âzife denilmesi uzuf'dan yani yakmlığmdandır ya da yakın olaydan demektir ki, o da ateşe yaklaşmış olmalarıdır yahut ölüm günüdür.

"O zaman kalpler gırtlaklarının yanındadır” yürekler ağızlara gelmiştir, çünkü yerinden oynar, boğaza gelir; geriye dönmez ki, nefes alsınlar, çıkmaz ki, ölerek rahat etsinler.

"Gamla dolu olarak” bu da kap sahiplerinden hâl’dir, çünkü mana izafet üzerinedir (yani iz kulubuhum demektir).

Ya da kâzımiyn kalplerden hâl’dir veyahut leda'daki zamirinden hâl’dir. Bu şekilde cemi olması yutkunmanın (kazmın) akıllıların işinden olmasındandır, Meselâ "fe zallet anakuhum leha hadıiyn” (Şuarâ': 4) âyetinde olduğu gibi.

Ya da mukadder (ileride) olmak üzere enzirhüm'ün mef’ûlündan hâl’dir.

"Zâlimler için sıcak bir dost yoktur” şefkatli bir yakın "ne de itâat edilen (sözü dinlenen) bir şefaatçi". Zamirler eğer kâfirlere râci ise - ki, öyle görünüyor - zâlimlerin zamir yerine konulması bunun onlara hâs olduğunu ve bunun zulümlerinden meydana geldiğini göstermek içindir.

19

 Gözlerin hainini ve göğüslerin sakladığını bilir.

"Gözlerin hainini bilir” hain bakışım Meselâ namahreme bakmak ve ona kaçamak bakmak gibi ya da gözlerin hiyanetini bilir "ve göğüslerin sakladığını da” içindekileri de. Cümle "vehüvellezi yüriküm” kavlinin beşinci haberidir, şunu bildirmek içindir ki, ne kadar gizli varsa hepsi Allah'ın bilgisi dahilindedir ve cezayı mûciptir.

20

Allah hak ile hükmeder. Ondan başka taptıkları hiçbir şeyle hükmedemezler. Şüphesiz Allah, o hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.

"Allah hak ile hükmeder” çünkü mutlak mülk sâhibidir, hakimdir. Neye hükmederse hakkıdır.

"Ondan başka taptıkları ise hiçbir şeyle hükmedemezler” bu da onlarla alaydır; çünkü cansızdırlar; onlar için, hükmetti veya hükmetmedi denilmez. Nâfi' ile Hişâm te ile (tedune) okumuşlardır, bunu da üslûp değiştirme veyahut kul (de ki,) fiilini gizleme düşüncesiyle yapmışlardır.

"Şüphesiz Allah, o hakkıyla işiten, hakkıyla görendir” bu da gözlerin hainini bildiğini ve hak ile hükmettiğini tespittir. Onlar için de dedikleri ve yaptıkları şeyden dolayı tehdittir, ondan başka dua ettiklerinin hâline imadır (onlar duymazlar da görmezler de).

21

Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş görsünler? Onlar kuvvetçe ve yeryüzünde eserlerce kendilerinden daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları ile yakaladı. Onlar için Allah'tan bir koruyan olmadı.

"Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş görsünler?” kendilerinden önceki Âd ve Semûd kavimleri gibi elçileri yalanlayanların sonuçlarını görsünler.

"Onlar kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler” kudret ve imkân bakımından. Araya hüm fasılasının gelmesi - ki, hakkı iki marifenin arasına girmesidir - ef'ale min vezninin lâm almama yönünden marifeye benzemesindendir. İbn Âmir kâf ile eşedde minküm okumuştur. Manası: Ekserü asaren demek olduğu söylenmiştir ki, mükalliden seyfen ve rümhan kavli gibidir (ahizen rümhan demektir). "Yine de Allah onları günahları ile yakaladı. Onlar için Allah'tan bir koruyan olmadı” azabını onlardan men eden olmadı.

22

Bu, şundandır ki, onlara peygamberleri mu'cizelerle gelirdi; onlar ise inkâr ettiler. Allah da onları yakaladı. Çünkü o, çok güçlüdür, azâbı şiddetlidir.

 (Bu şundandır) yani bu yakalama demektir "çünkü onlara peygamberleri mu'cizelerle gelirdi” ya da açık hükümlerle "onlar ise inkâr ettiler. Allah da onları yakaladı. Çünkü o, çok güçlüdür” her istediğini gayet kolay yapar "azâbı şiddetlidir” azabının yanında başka azabın esamesi okunmaz.

23

Yemin olsun, gerçekten Mûsa'yı âyetlerimizle apaçık delille gönderdik.

"Yemin olsun, Mûsa'yı âyetlerimizle gönderdik” yani mu'cizelerle (ve açık delille) ezici ve net delille. Atıf sıfatlar değişik olduğu için yahut bazı mu'cizeleri ayırmak içindir, Meselâ asa gibi ki, bu da onu önemsetmek içindir.

24

Fir'avn'e, Haman'a ve Kârun'a. Çok yalancı bir sihirbazdır, dediler.

"Fir'avn'e, Haman'a ve Kârun'a. Çok yalancı bir sihirbazdır, dediler” Mûsa aleyhisselâm'ı kast ediyorlar. Bunda Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e teselli vardır ve kendilerinden önce daha sert ve zamanlan da kendilerine çok yakın onların açıklaması vardır.

25

Onlara katımızdan hakkı getirince:

"Onunla beraber îman edenlerin oğullarını öldürün ve kadınlarını diri bırakındediler. Kâfirlerin tuzağı ancak bir sapıklık içindedir.

"Onlara katımızdan hakkı getirince: Onunla beraber îman edenlerin oğullarını öldürün ve kadınlarını diri bırakın, dediler” yani onlara önceden yaptıklarınızı tekrarlayın ki, Mûsa'ya yardımdan vazgeçsinler.

"Kâfirlerin tuzağı ancak bir sapıklık içindedir". Zâyi olmaya mahkumdur. Zamir yerine zâhir isim konulması hükmü genelleştirmek ve illeti göstermek içindir.

26

Fir'avn dedi:

"Bırakın beni, Mûsa'yı öldüreyim; Rabbine dua etsin. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden yahut yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum".

"Fir'avn dedi: Bırakın beni, Mûsa'yı öldüreyim” adamları onu öldürmekten engelliyorlar ve: O, korktuğun kimse değildir; o bir sihirbazdır. Eğer onu öldürürsen onunla delille başa çıkamadığını zannederler, diyorlardı. O kadar kan dökücü olmasına rağmen böyle oyalanması onun peygamber olduğunu bilip öldürmekten korkmasındandır ya da öyle bir şeye girişse bile yapamayacağını zannediyordu.

"Rabbine dua etsin” sözü de bunu gösteriyor. Çünkü yalancıktan yiğitlik taslıyor ve bedduasına önem vermediğini gösteriyordu.

"Sizin dininizi değiştirmesinden korkuyorum” eğer onu öldürmezsem bana tapmanıza ve putlara ibâdetinize mani olmasından korkuyorum. Çünkü "seni ve İlâhlarını terk eder” (Araf: 127) buyurmuştur.

"

Yahut yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum” dininizi tamamen değiştiremese de aranızda savaş ve kargaşa çıkarmasından korkuyorum. İbn Kesîr, Nâfi', Ebû Amr ve İbn Âmir cemi manasında vâv ile (yuzhiru) okumuşlardır. İbn Kesîr, İbn Âmir ve Hafs dışında Kûfeli kurralar da ye'nin ve henin fethi ve fesad'ın ref'i ile (ev en yazhara filardıl fesadü) okumuşlardır.

27

Mûsa dedi: Şüphesiz ben, hesap gününe îman etmeyen her kibirliden benim de Rabbime, sizin de Rabbinize sığındım.

"Mûsa dedi” onun bu sözünü duyunca kavmine dedi, (şüphesiz ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden benim Rabbime, sizin de Rabbinize sığındım) sözüne inne edâtı ile başlaması te'kit içindir ve şunu vurgulamak içindir ki, şerri def etmede en etkili sebep Allah'a sığınmaktır. Rabb ismini seçmesi de istenenin koruma ve büyütme olmasındandır. Kendine izafe etmesi ise onları kendine uymaya teşvik etmek içindir. Çünkü ruhlar yardımlaşırsa dua daha tez kabul olunur. Fir'avn'in ismini vermeyip de onu da başkasını da içine alacak bir sıfat kullanması sığınmayı daha genelleştirmek, hakşinaslık etmek (vefa göstermek) ve kendini bu sözü söylemeye sevk eden şeyi belirtmek içindir. Ebû Amr, Hamze ve Kisâî, burada ve Duhan sûresinde idgam ile (uttü) okumuşlardır. Nâfi''den de aynısı rivâyet edilmiştir.

28

Fir'avn hanedanından olup da îmanım saklayan bir adam şöyle dedi:

"Rabbim Allah'tırdedi diye bir adamı öldürmek mi istiyorsunuz? O ki, size Rabbinizden mu'cizeler getirdi. Eğer yalancı ise yalanı kendinedir. Eğer doğru ise sizi tehdit ettiklerinin bazısı sizi çarpar. Şüphesiz Allah, haddi aşan, çok yalancıya hidâyet etmez.

"Fir'avn hanedanından olan bir adam dedi” Fir'avn'in akrabalarından biri, min âl-i'deki min'in "yektümü îmanehu” kavline müteallik olduğu (îmanını onlardan sakladığı bir adam) söylenmiştir. O adam İsrâîl oğullarından idi ya da garip idi, tek Allah'a inanıyordu, onlara bunu açıklamıyordu "bir adamı öldürmek mi istiyorsunuz?” onu öldürmek için suikast mı yapacaksınız?

"En yekule” lienyekule yahut vakte en yekule demektir, onu düşünmeden, durumunu gözden geçirmeden mi öldürmek istiyorsunuz?

"Rabbim Allah'tır, dediği için” bir tek Allah'tır, rabiyyallahu kavli sınırlama ifade eder, Meselâ sadikıy zeydün (arkadaşım Zeyt'tir, tek odur) gibi.

"Size mu'cizeler getirdi” doğruluğunu gösteren birçok mu'cize ve deliller getirdi (Rabbinizden) mu'cizeleri zikrettikten sonra Rabbi onlara izafe etmesi onlara karşı delil getirmek ve onları aşama aşama itirafa zorlamak içindir. Sonra ihtiyatlı davranıp daha yumuşak delil getirmeye başladı:

"Eğer yalancı ise yalanı kendinedir” dedi. Yalanının vebali onu aşmaz, siz de onu başınızdan def etmek için öldürmeye ihtiyaç duymazsınız.

"Eğer doğru ise sizi tehdit ettiklerinin bazısı sizi çarpar” en az bazısı size dokunur. Bunda sakınmada, âdil davranmada ve bağnazlık göstermemede mubalâga vardır. Bunun içindir ki, yalancı olmasını öne almıştır.

Ya da dünya azabından sizi tehdit ettiği şey dokunur ki, bu da vaat ettiklerinin bir kısmıdır. Sanki onlara göre gâlip ihtimalle olacak clünya azâbı ile korkutmuştur. Ba'z lafzım kül (hepsi) ile tefsir etmek ve şu şiiri örnek göstermek doğru değildir:

Ben beğenmediğim yerde hiç durmam,

Meğerki bazı canları ölüm durdura.

Çünkü bazı canlar demekle kendini kast etmiştir (konumuzla ilgili değildir). "Şüphesiz Allah, haddi aşan, çok yalancıya hidâyet etmez". Bu da üçüncü delil getirmedir; iki yüzü vardır:

Birincisi şöyledir: Eğer aşırı giden bir yalancı olsa idi, Allah onu doğru yola iletmez ve onu mu'cizelerle desteklemezdi.

İkincisi, Allah kimi yardımsız bırakırsa onu helâk eder; Binâenaleyh onu öldürmeye ihtiyacınız yoktur. Belki de birinci manayı kast etmiş ve ikinciyi demek ister gibi göstermiştir. Bunu da onları yumuşatmak maksismiyle demiştir. Bununla Fir'avn'in aşırı yalancı olduğuna ve Allah’ın onu doğru yola, kurtuluş caddesine götürmeyeceğine îma etmiştir.

29

Ey kavmim (halkım), bugün mülk, yeryüzünde gâlipler olarak sizindir. Eğer bize gelirse, Allah'ın azabından bize kim yardım eder? Fir'avn dedi: Size ancak kendi gördüğümü gösteriyorum. Sizi ancak doğruluk yoluna iletiyorum.

"Ey kavmim, bugün mülk, yeryüzünde gâlipler olarak sizindir” yani Mısır toprağında demektir.

"Eğer bize gelirse, Allah'ın azabından bize kim yardım eder” yani işinizi bozmayın, onu öldürmekle Allah'ın hışmına uğramaym. Çünkü o bize gelirse kimse bizi ondan kurtaramaz. Kendisini de zamirlere katması (biz demesi) onların arkası olmasındandır ve onlarla beraber olduğunu ve önerdiği şeylere kendini de kattığını göstermek içindir.

"Fir'avn dedi: Size ancak kendi gördüğümü gösteriyorum” onu işâret ediyorum, öldürülmesini doğru buluyorum, ben ancak doğru bildiğim şeyi size bildiriyorum; bu konuda kalbimle dilim birbiriyle uyuşmaktadır (içim dışım birdir). (Sizi ancak doğru yola iletiyorum). Reşşad şeklinde de okunmuştur ki, mübalağa olur, reşide'den gelir, allam veznindedir ya da reşede'den gelir bu da abbad veznindedir, erşede'den değil, Meselâ cebbar'ın ecbere'den gelmesi gibi, çünkü son şekil Araplardan duyulmaya bağlıdır (kıyasi değildir) ya da reşşad doğruya nispet içindir Meselâ avvac ve bettat gibi.

30

Îman eden o kimse dedi: Ey kavmim, şüphesiz ben, sizin için hiziplerin günü gibisinden korkuyorum.

"Îman eden o kimse dedi: Ey kavmim, şüphesiz ben, sizin için korkuyorum” onu (Mûsa'yı) yalanlamada ve ona sataşmada "hiziplerin günü gibisinden korkuyorum” yani geçmiş ümmetlerin günü gibisinden yani başlarına gelenden korkuyorum. Ahzab'ın (arkadan) tefsir edilmekle beraber cemi olması yevmin de cemi olmasına gerek bırakmamıştır.

31

Nûh, Âd, Semûd ve onlardan sonraki kavimlerin (cezası) gibisinden (korkuyorum). Allah kullara zulüm isteyecek değildir.

"Nûh, Âd, Semûd (kavimlerinin)küfürde devam etmelerinden ve elçilere eziyet etmelerinden kaynaklanan cezalarından korkuyorum "ve onlardan sonrakilerin” Meselâ Lût kavmi gibi.

"Allah kullara zulüm isteyecek değildir” onları günahsız cezalandırmaz, zâlimi de intikâm almadan bırakmaz. Bu, Allahü teâlâ’nın:

"Rabbin kullara asla zulmedecek değildir” (Fussilet: 46) kavlinden daha beliğdir, şöyle ki, bu, zulüm irâde teallukunu bertaraf etmektedir (zulmü bırak, istemez bile).

32

Ey kavmim, sizin için çağrışma gününden korkuyorum.

"Ey kavmim, sizin için çağrışma gününden korkuyorum” kıyâmet gününden ki, yardım için birbirlerine seslenirler ya da ölüm ve helâk istemek için seslerini yükseltirler ya da A'raf sûresinde anlatıldığı gibi cennet halkı cehennem halkına seslenir. Dal’ın şeddesi ile (tenadd) da okunmuştur ki, birbirinden kaçmaktır, Meselâ "o gün kişi kardeşinden kaçar” (Abese: 34) âyetinde olduğu gibi.

33

O günde arkanızı dönerek kaçarsınız. Sizin için Allah'tan bir koruyucu yoktur. Allah kimi şaşırtırsa, onun için bir yol gösterici yoktur.

"O günde kaçarsınız” mahşer yerinden "arkanızı dönerek” ondan dönüp cehenneme kaçarsınız. Ondan firar ederek de denilmiştir.

"Sizin için Allah'tan bir koruyucu yoktur” azabından koruyacak biri.

"Allah kimi saptırırsa, onun için bir yol gösterici yoktur".

34

Yemin olsun, Yûsuf size önceden geldi; siz onun getirdiğinden hâlâ şüphedesiniz. Nihayet helâk olduğu zaman: Allah ondan sonra asla bir peygamber göndermez, dediniz. İşte Allah aşırı giden şüpheciyi böyle şaşırtır.

"Yemin olsun ki, Yûsuf size geldi” Ya'kûb oğlu Yûsuf, bu da onun Fir’avn’inin, Mûsa’nınki ile aynı olma durumuna göredir (aslında değildir) ya da ataların hâllerini evlatlara nisbet etmekledir yahut torunudur ki, Yûsuf bin İbrâhîm bin Yesuf demektir,

"daha önce” Mûsa'dan önce "açık delillerle geldi” mu'cizelerle.

"Siz onun getirdiğinden hala şüphedesiniz” getirdiği dinden.

"Nihayet helâk olduğu zaman” öldüğü zaman "Allah ondan sonra asla bir peygamber göndermez, dediniz” onun peygamberliğini inkâra bir de geleceklerin inkârım eklediniz.

Ya da onun risaletinden şüphe içinde iken ondan sonra peygamber gelmeyeceğini kesin söylediniz.

"Ellen yebasallahu” da okunmuştur ki, göndermeyeceğinde birbirlerini onaylıyorlardı demek olur. (Bunun gibi) bu sapma gibi "Allah saptırır” isyanda "aşırı giden şüpheciyi” evham aklını mağlup ettiği ve taklide saplandığı için belgelerin şahitlik ettiği şeyde şüphe eder.

35

O kimseler ki, kendilerine gelen delil olmadan Allah'ın âyetlerinde mücadele ederler. Bu, Allah katında ve îman edenler arasında büyük buğza sebeptir. İşte Allah her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler.

 (O kimseler ki, Allah'ın âyetlerinde mücadele ederler) bu da birinci Mevsûldan (men'den) bedeldir, çünkü çoğul manasınadır "kendilerine gelen delil olmadan” kanıtsız, bilâkis ya taklitle ya da yersiz şüphe ile mücadele ederler. (Bu; Allah katında ve îman edenler katında büyük buğza sebeptir) kebüre'deki zamir men'e râcidir, müfret olması da lâfzından dolayıdır. Ellezîne amenu'nûn mübteda olup haberinin de muzâfın hazfi ile kebüre olması da acizdir yani ve cidalüllezine yücadilune kebüre matken demektir ya da haber biğayri sültanin'dir, kebüre'nin fâili de "Kezâlike"dir. Yani kebüre matken mislü zalikel cidali demektir. O zaman "yatbaullahu” mücadelelerini gerektiren şeyi göstermek için yeni söz başı olur. Ebû Amr ile İbn Zekvân tenvinle (kabin) şeklinde okumuşlardır ki, mütekebbir ile cebbar bunun sıfatı olur. Çünkü onların kaynağı kalptir, Meselâ gözümle gördüm, kulağımla işittim sözü gibi ya da tenvîn muzâfın hazfine göredir yani alâ külli zi kalbin mütekebbirin demektir.

36

Fir'avn dedi: Ey Haman, bana yüksek bir kule yap; belki ben sebeplere yetişirim;

"Fir'avn dedi:

"Ey Haman, bana yüksek bir kule yap” uzaktan görünen yüksek bir yapı, bu da sarrahaş şey'ü deyiminden gelir ki, bir şey görünmektir.

"Belki ben sebeplere yetişirim” yollara

37

Göklerin sebeplerine. Mûsa'nın İlâhsına çıkarım. Gerçekten ben onu elbette bir yalancı zannediyorum. İşte böylece Fir'avn'e kötü ameli süslendi ve yoldan çevrildi. Fir'avn'in tuzağı ancak hüsrandır.

"Göklerin sebeplerine” bu da onu açıklamaktadır. Sebeplerin kapalı verilip de sonra açıklanması önemini artırmak ve dinleyiciyi onu tanımaya teşvik etmek içindir.

"Mûsa'nın İlâhsına çıkarım” bu da ebluğu'nûn üzerine atıftır. Hafs ise lealle'nin cevabı olarak nasb ile (ettalia) okumuştur. Belki de Fir'avn yüksek bir yere bir kule yapmak, ondan da yıldızların durumlarım gözetlemek istemiştir. Çünkü onlar göksel sebeplerdir, yerdeki olayları gösterirler. Orada Mûsa'yı Allah'ın gönderdiğine dâir bir şeyler görmek ya da Mûsa'nın dediklerinin yanlış olduğunu göstermek istiyordu; çünkü öyle bir şeyin olması onu görmesine ve ona vâsıl olmasına bağlı idi. Bu da göğe çıkmadan olmazdı. Bu aynı zamanda insanın gücü yetecek bir şey değildir. Bütün bunlar Fir'avn'in Allah'ı tanımamasından ve peygamberliğin nasıl bir şey lduğunu bilmemesindendir.

"Gerçekten ben onu elbette bir yalancı zannediyorum” elçilik davasında. (Bunun gibi) bu süsleme gibi "Fir'avn'e kötü ameli süslendi ve yoldan çevrildi” doğru yoldan. Yapan gerçekte Allah'tır, zaten feth ile zeyyene okunuşu da bunu gösterir, yapan Allah'tır, şeytan vasıtadır.

 Hicazlı iki kurra ile Şamî ve Ebû Amr "ve sadde” okumuşlardır ki, Fir'avn bu gibi yaldızlamalar ve şüphelerle insanları doğru yoldan çevirdi demek olur.

"Fir'avn'in tuzağı ancak hüsrandadır” yani ziyandadır kavli de bunu teyit eder.

38

îman eden kimse: Ey kavmim, bana tâbi olun; size doğruluğun yolunu göstereyim, dedi.

"Îman eden kimse dedi” yani Fir'avn hanedanından îman eden o kimse dedi. Mûsa aleyhisselâm da denilmiştir.

"Ey kavmim, bana tâbi olun; sizi doğruluğun yoluna ileteyim” size bir yol göstereyim ki, sizi menzil-i maksuda ulaştırsın. Bunda Fir'avn ve kavminin yolunun sapık olduğuna îma vardır.

39

Ey kavmim, bu dünya hayatı ancak geçici bir faydadır. Şüphesiz âhiret o, karar yurdudur.

"Ey kavmim, bu dünya hayatı ancak geçici bir faydadır” tez zeval bulur,

"şüphesiz âhiret o, karar yurdudur” çünkü ebedidir.

40

Kim bir kötülük yaparsa, ancak misli ile cezalanır. Kim de erkek yahut dişiden, mü'min olarak iyi bir şey yaparsa, işte onlar cennete girerler, orada hesapsız rızka nâil olurlar.

"Kim bir kötülük yaparsa, ancak misli ile cezalanır” Allah'ın adaleti gereği, bunda cinâyetlerin misli ile tazmin edileceğine delil vardır.

"Kim de erkek yahut dişiden, mü'min olarak iyi bir şey yaparsa, işte onlar cennete girerler. Orada hesapsız rızık alırlar". Takdire sığmaz ve amelle de tartılmaz, bilâkis Allah'ın lütuf ve rahmetiyle kat kat verilir. Belki de iş yapanların gruplara ayrılması, cezanın ism-i işâret başında olarak isim cümlesiyle verilmesi ve sevabın katlanılması rahmetin baskınlığını göstermek içindir. Amelin asıl sayılıp îmanın hâl olarak verilmesi de îmanın amelde şart olduğunu ve îmanın sevabının amelin sevabından daha yüksek olduğunu bildirmek içindir.

41

Ey kavmim, neden ben sizi kurtuluşa davet ediyorum da siz beni ateşe davet ediyorsunuz?

"Ey kavmim, neden ben sizi kurtuluşa davet ediyorum da siz beni ateşe davet ediyorsunuz?” onlara ikinci kez seslenmesi, onları gaflet uykusundan uyarmak ve çağrılan şeyin önemini belirtmek içindir. Ve onları nasihatlerine karşılık verdikleri şeyle daha çok kınamak içindir. Bunu kendinden öncekini beyan eden bir kelâma dahil olan şeye atfetti, birinci nidaya atfetmedi, çünkü üçüncü nidadan sonrası da birinci nidada açık veya kapalı olarak özetlenen şeyin tefsiridir ya da bu cümle birinci nidaya atıftır.

42

Beni Allah'ı inkâr etmem ve ona bilgim olmayan şeyi şirk koşmam için davet ediyorsunuz. Ben ise sizi mutlak gâlib, çok bağışlayan Allah'a davet ediyorum.

 (Beni Allah'ı inkâr etmem için davet ediyorsunuz) bu da bedel yahut atıf beyandır, içinde sebep gösterme vardır. Dua ile hidâyet fiilleri ilâ ve lâm ile geçişli kılınmada birdirler.

"Ve bilgim olmayan şeyi ona şirk koşmam için davet ediyorsunuz". İlâhlığı hususunda hiç bilgim olmayan demektir. Maksat bilginin olmadığıdır ve şuna dikkat çekmektir ki, ilâh olmak için mutlaka bir delil lâzımdır. Ona itikat etmek de ancak kesin şeyden sonra olur.

"Ben ise sizi mutlak gâlib, çok bağışlayan Allah'a davet ediyorum” sonsuz kudret, galibiyet ve ona bağlı olan ilim ve irâde, ceza verme imkânı, azâp etmeye ve bağışlamaya gücü yetme gibi sıfatları üzerinde toplayan Allah'a davet ediyorum.

43

Şüphesiz, beni davet ettiğiniz şey için ne dünyada ne de âhirette davet (yetkisi) yoktur. Gerçekten dönüşümüz Allah'adır ve gerçekten aşırılar, onlar ateşin yaranıdırlar.

"Lâ cereme” davet ettikleri şey için red yoktur, cereme faale veznindedir, hakka manasınadır, fâili de (şüphesiz beni davet ettiğiniz şey için ne dünyada ne de âhirette davet yetkisi yoktur) kavlidir. Yani İlâhlarınızın kendilerine tapmaya davet hakkı yoktur, çünkü onlar cansızdırlar, İlâh olmalarını gerektirecek bir şey yoktur ya da makbul davetlerinin olmaması haktır veyahut onlara yapılan duanın kabul olunmaması haktır.

Şöyle de denilmiştir: Cereme, kesebe manasınadır, fâili de altındaki zamirdir yani ona yapılan dua ona dua değildir, şu manaya ki, bundan ancak yapılan çağrının bâtıl olması meydana gelir.

Şöyle de denilmiştir: Cerm’den faale veznindedir, kesmek manasınadır, tıpkı labüdde’nin tebdid’den fu’l vezninde olması gibi ki, o da ayırmak manasıdır.

Mana da şöyledir: Putlara yapılan çağrının kesileceği yoktur yani bir vakitte kesilip de hak olma şansı yoktur. cürme okunuşu da bunu destekler ki, bu da onda bir lügattir, tıpkı reşed ve rüşd gibi.

"Gerçekten dönüşümüz Allah'adır” ölmekle "ve gerçekten aşırılar” sapıklıkta, taşkınlıkta Meselâ şirk koşma ve kan dökme gibi "onlar ateşin yaranıdırlar” ondan ayrılmayacaklardır.

44

Size dediklerimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a ısmarlıyorum. Şüphesiz Allah, kulları çok iyi görendir.

 (Hatırlayacaksınız) fesetüzzekkirune de okunmuştur ki, azâbı gördüğünüz zaman bazınız bazınıza hatırlatacaktır demektir "size dediğimi” verdiğ im öğüdü.

"Ben işimi Allah'a ısmarlıyorum” beni bütün kötülüklerden koruması için.

"Şüphesiz Allah, kulları çok iyi görendir” onlara merhamet eder, bu da sanki şundan anlaşılan tehditlerine cevaptır:

45

Allah da onu kurdukları tuzağın kötülüklerinden korudu. Fir'avn hanedanını da azabın kötüsü kuşattı.

 (Allah da onu o kurdukları tuzağın kötülüklerinden korudu) tuzaklarının kötü sonuçlarından. Zamirin Mûsa aleyhisselâm'a gittiği de söylenmiştir.

"Fir'avn hanedanını da azabın kötüsü kuşattı” Fir'avn'i ve kavmini demektir. Onları zikretmekle Fir'avn'i demeye gerek kalmamıştır, çünkü onun bu işe hepsinden daha müstahak olduğu bilinmektedir. O mü'min kişiyi kovalayanları da sardı denilmiştir. Çünkü dağa kaçtı, onu bir grup insan takip etti. Onu namaz kılarken buldular, vahşi hayvanlar etrafını sarmış, onu koruyordu, onlar da döndüler, Fir'avn de onları öldürdü.

46

O da ateş. Ona sabah akşam sunulurlar. Kıyamet koptuğu gün,

"Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun (denecek).

 (O da ateş. Ona sabah akşam sunulurlar) bu da yeni söz başıdır, ya da ennar mahzûf mübtedanın haberidir, yuradune de onu açıklamak için yeni söz başıdır ya da bedeldir, yuradune de ondan hâl’dir ya da âl lâfzından hâl’dir. İhtisas üzere mensûb olarak (ennare) de okunmuştur ya da yuradune'nin tefsir ettiği gizli bir fiille mensûbtur, Meselâ yuslevne (yakılırlar) gibi, çünkü ateşe arz edilmeleri ateşte yanmaları demektir, Meselâ: Uridal üsara alesseyfi denir ki, esirler kılıca arz edildiler yani öldürüldüler demektir. Bu da ruhlarının ateşe arz olunmasıdır, nitekim İbn Mes'ud şöyle rivâyet etmiştir: Kıyamet gününde onların ruhları siyah kuşların kursaklarında sabah akşam ateşe arz olunur. Sabah akşam olmak üzere bu iki vaktin zikredilmesi bunlarla tahsise de ebediliğe de muhtemeldir. Bunda rûhun ebediyetine ve kabir azabının olduğuna delil vardır.

"Kıyamet koptuğu gün” yani bu azâp dünya durduğu sürecedir, kıyâmet koptuğu zaman onlara:

"Girin, ey Fir'avn ailesi” denilir,

"en çetin azaba” cehennem azabına. Çünkü o, içinde bulundukları kabir azabından daha şiddetlidir. Hamze, Kisâî, Nâfi', Hafs edhilu şeklinde okumuşlardır ki, meleklere onları cehenneme sokmakla emir olur.

47

Hatırla o zamanı ki, ateşte tartışırlar. Zayıflar, kibir taslayanlara: Gerçekten biz size tâbi idik. Bizden ateşten bir parça savar mısınız, derler?

 (Hatırla o zamanı ki, ateşte tartıştılar) üzkür mukadderdir ve ğuduvven’in üzerine atfı da muhtemeldir.

"Zayıflar, kibir taslayanlara der” bu da onun açıklamasıdır:

"Gerçekten biz size tâbi idik” tebean tabiin çoğuludur, tıpkı hadem'in hadim'in çoğulu olduğu gibi ya da zevi tebein demektir ki, bu manaya muzâfın takdir edilmesi iledir ya da mübalağa için mastarla niteleme iledir.

"Bizden ateşten bir parça savar mısınız?” def etmekle ya da taşımakla, nasiben muğnune'den anlaşılan şeyin mef’ûlün bihidir yahu mef’ûlün lehidir, bu da hamiline manasını vermekledir ya da mef’ûlün mutlaktır, şu Âyetteki şey'en lâfzı gibi "len tuğniye anhum emvaluhum vela evladuhum minallahi şeyen” (Al-i İmran: 10). O zaman min, muğnune'ye müteallik olur.

48

Kibir taslayanlar da: Gerçekten biz, hepimiz (ateşin) içindeyiz. Şüphesiz Allah, kulları arasında gerçekten hüküm verdi, dediler.

"Kibir taslayanlar da: Gerçekten biz, hepimiz ateşin içindeyiz, dediler” biz ve siz, sizden nasıl def edebiliriz ki, eğer elimizden gelse idi kendimizden def ederdik. Te'kit olmak üzere küllen de okunmuştur, çünkü küllena manasınadır, tenvini de muzâfun ileyhten ivazdır. Zarfta saklı zamirden hâl olması câiz değildir, çünkü o (zarf) takaddüm eden hâlde amel edemez, ama takaddüm eden zarfta amel eder, Meselâ külle yevmin leke sevbün (sana her gün bir elbise vardır) gibi.

"Şüphesiz Allah, kulları arasında hüküm verdi, dediler” cennetlikleri cennete, cehennemlikleri de cehenneme girdirmekle. Onun verdiği kararı gözden geçirecek yoktur.

49

Ateştekiler, cehennemin bekçilerine: Rabbinize yalvarın, bizden azâbı bir gün hafifletsin, derler!

"Ateştekiler cehennemin bekçilerine dedi” yani cehennem hazinlerine, cehennemin zamir yerine konulması korkutmak içindir yahut oradaki yerlerini açıklamak içindir. Çünkü cehennemin oranın en alt katı olma ihtimali vardır, bu da bi’rün cihinnamün kavlinden gelir ki, derin kuyu demektir.

"Rabbinize yalvarın, sizden azâbı bir gün hafifletsin” bir gün kadar (çünkü orada gün yoktur) "azaptan” azaptan biraz hafifletsin demektir. Mef’ûlün muzâfın hazfi ile "yevmen” (azabe yevmin), azabın da onun beyanı olması da câizdir.

50

Onlar da: Size peygamberleriniz mu'cizeler getirmediler mi, dediler? Onlar da: Evet, dediler. Onlar da: Siz yalvarın. Kâfirlerin duası ancak hüsrandadır, dediler.

"Onlar da: Size peygamberleriniz mu'cizeler getirmediler mi, dediler?” bundan onları delille susturmak ve dua vakitlerini zâyi edip icabet sebeplerini geçersiz kıldıkları için azarlamak istediler.

"Onlar da: Evet, onlar da: Siz yalvarın, dediler” çünkü biz ona cüret edemeyiz, zira sizin gibilere dua etmemize izin verilmedi. Bu da onları icabetten ümit kestirmek içindir.

"Kâfirlerin duası ancak hüsrandadır” zâyi olmuştur, kabul olunmaz. Bu da onları icabetten ümit kestirmek içindir.

51

Gerçekten biz, peygamberlerimize de îman edenlere de dünya hayatında da şahitlerin durduğu günde de elbette yardım edeceğiz.

"Gerçekten biz, peygamberlerimize de îman edenlere de elbette yardım edeceğiz” delille, zaferle ve kâfirlerden intikâmlarını almakla.

"Dünya hayatında da şahitlerin durduğu günde de” yani iki dünyada. Düşmanlarının zaman zaman gâlip gelmeleri bu kuralı bozmaz, zira itibar sonucadır ve çoğunluğadır. Eşhad da şahid'in çoğuludur, sahib ve ashâb gibi. Maksat kıyâmet gününde insanlara şahitlik edecek olan melekler, peygamberler ve mü'minlerdir.

52

O günde zâlimlere mazeretleri fayda vermez. Onlar için 'net vardır, onlar için yurdun en kötüsü vardır.

 (O günde zâlimlere mazeretleri fayda vermez) birinci yevme'den bedeldir, mazeretin fayda vermemesi geçersiz olduğu içindir ya da onlara izin verilmez ki, özür dilesinler. Kûfeli'lerin dışındaki kurralar te ile (latenfau) okumuşlardır.

"Onlar için lâ'net vardır” rahmetten uzaklık vardır "onlar için yurdun en kötüsü vardır” o da cehennemdir.

53

Yemin olsun, gerçekten Mûsa'ya o kılavuzu verdik ve İsrâîl oğullarını o kitaba mirasçı kıldık.

"Yemin olsun gerçekten Mûsa'ya o kılavuzu verdik” dinde hidâyet edecek mu'cizeleri, suhufları ve şerîatları demektir.

"Ve İsrâîl oğullarına o kitabı verdik” bundan sonra da Tevrat'ı miras verdik.

54

Rehber olmak ve saf akıl sahiplerine öğüt vermek için.

"Rehber olmak ve öğüt olmak için” hidâyet ve hatırlatmak için, yol gösterici ve yadigâr olmak için.

"Saf akıl sahiplerine” sağlam akıl sahiplerine.

55

Sabret. Şüphesiz Allah,'ın vaadi haktır. Günahın için istiğfar et. Rabbini hamd ile akşamüzeri ve sabahleyin tesbih et.

"Sabret” müşriklerin eziyetlerine "şüphesiz Allah'ın vaadi haktır” zafer vaadi, onda dönme yoktur. Mûsa ile Fir'avn'in hâlini şâhit getir.

"Günahın için istiğfar et” dinine dön, evlayı terk etmek ve düşmanlara önem vermekle yaptığın kusurları istiğfar ile telâfi et, kapat. Çünkü Allahü teâlâ yardımda ve işini açığa çıkarmada sana yeter.

"Rabbini hamd ile akşamüzeri ve sabahleyin tesbih et” Rabbini tesbih etmeye ve ona hamd etmeye devam et. Bu iki vakitte namaz kıl da denilmiştir. Çünkü Mekke'de namaz sabahleyin iki rekat ve akşamüzeri de iki rekat idi.

56

Allah'ın âyetlerinde kendilerine gelen bir delil olmadan tartışanlar var ya, onların göğüslerinde ancak bir kibir vardır ki, ona asla yetişemezler. Allah'a sığın. Çünkü o, hakkıyla işiten, çok iyi görendir.

"Allah'ın âyetlerinde kendilerine gelen bir delil olmadan tartışanlar var yabu da bâtıl yolla mücadele eden herkesi içine alır, gerçi Mekke müşrikleri ile Yahûdîler hakkında inmiştir, onlar şöyle demişlerdi: Beklediğimiz peygamber sen değilsin; o, Dâvûd oğlu Mesih'tir, karaya ve denize hükmedecektir, nehirler onunla beraber akar, demişlerdi.

"Onların göğüslerinde öyle bir kibir vardır ki,” haktan kibirlenme ve düşünme ve bilmeden büyüklenme vardır ya da riyaset veyahut peygamberlik ve mülkün yalnız kendilerinde olma arzusu vardır ki,

"ona asla ulaşamayacaklardır” âyetleri def etmeye yahut istedikleri (reislik ve peygamberlik arzusuna). "Allah'a sığın” ona iltica et "çünkü o, hakkıyla işiten, çok iyi görendir” sözlerinizi işitir, yaptıklarınızı görür.

57

Elbette göklerin ve yerin yaratılışı insanların yaratılışından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler.

"Elbette göklerin ve yerin yaratılışı insanların yaratılışından daha büyüktür” bu kadar büyük olan şeyleri önceden bir şeye dayanmadan yaratan, insanı da bir asıldan ikinci kez yaratmaya kâdirdir. Bu ifade tartıştıkları en müşkül şey lan tevhidi açıklamaktadır.

"Ancak insanları çoğu bilmezler” çünkü aşırı gafletlerinden ve nefsanî arzularına uyduklarından bakmazlar da düşünmezler de.

58

Kör ile gören, îman edip iyi şeyler yapanlarla kötülük yapan bir olmaz. Ne de az düşünüyorlar!

"Kör ile gören bir olmaz” gâfil ile uyanık bir olmaz "îman edip iyi şeyler yapanlarla kötülük yapan bir olmaz” iyilik yapanla kötülük yapan demektir, mutlaka farklı olacakları bir durum olmalıdır, o da yeniden dirilmeden sonra olacaktır. Müsî’ lâfzının başına olumsuzluk edâtı olan getirilmesi şunun içindir; çünkü maksat onun iyilik edene eşit olmasını bertaraf etmektir, çünkü iyinin üstünlüğü ve saygınlığı vardır. İkinci atıf edâtı (vellezine) Mevsûlu üzerine atfedilen şeyle beraber a' ve basiyr lâfızlarına atfetmek içindir, çünkü sıfatların gayesi ya da açıkça ve temsilî olarak delaletleri de farklıdır.

"Ne de az düşünüyorlar!” Zamir insanlara ya da kâfirlere gitmektedir. Kûfeliler muhatapları daha çok kabul ederek ya da üslup değiştirerek yahut da Peygambere emir diyerek te ile (tetezekkerun) okumuşlardır.

59

Şüphesiz kıyâmet elbette gelicidir, onda şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu îman etmezler.

"Şüphesiz kıyâmet elbette gelicidir, onda şüphe yoktur” gelmesinde, çünkü mümkün olduğuna açık delil vardır, kopacağına da peygamberler icma etmişlerdir.

"Fakat insanların çoğu îman etmezler” onu tasdik etmezler, çünkü gördükleri maddî şeylere kilitlendiklerinden bakışları kusurludur.

60

Rabbiniz dedi: Bana dua edin, size icabet edeyim. Şüphesiz benim ibâdetimden büyüklenenler, cehenneme hor olarak gireceklerdir.

"Rabbiniz dedi. Bana dua edin” bana ibâdet edin "size icabet edeyim” size sevap vereyim. Çünkü "şüphesiz benim ibâdetimden büyüklenenler cehenneme hor olarak gireceklerdir” küçülerek. Eğer dua istemekle tefsir edilirse, ondan çeviren kibirlenme mübalağa için onun (istememenin) yerine konulmuş olur ya da ibâdetten murat edilen duadır, çünkü onun bir bölümüdür. İbn Kesîr ile Ebû Bekir ye'nin zammı ve hı'nın da fethi ile seyüdhalune okumuşlardır.

61

Allah o zattır ki, geceyi onda dinlenmeniz için, gündüzü de aydınlatıcı (görücü) olarak yarattı. Gerçekten Allah insanlara elbette lütuf sâhibidir. Ancak insanların çoğu şükretmezler.

"Allah o zattır ki, geceyi onda dinlenmeniz için yarattı” onda istirahat etmeniz için, onu soğuk ve karanlık yaptı ki, hareketler zayıflasın ve duyular yatışsın.

"Gündüzü de aydınlatıcı olarak yarattı” mubsıran onda görülür yahut onunla görülür demektir. Görmeyi ona isnat etmesi (görücü olması) mübalağalı bir mecazdır. Onun içindir ki, onu illet olmaktan hâl olmaya çıkarmıştır (gündüz her şeyi o kadar açık gösterir ki, neredeyse kendisi de görür hâle gelmiştir). "Gerçekten Allah insanlara elbette lütuf sâhibidir” kimsenin lütfü ona denk olamaz. Buna dikkat çekmek için mufdıl kalıbını kullanmamıştır.

"Ancak insanların çoğu şükretmezler” nimet vereni tanımadıklarından ve nimetin kadrini bilemediklerinden. Nâs kelimesinin tekrar edilmesi nankörlüğü onlara tahsis etmek içindir.

62

İşte Rabbiniz Allah her şeyin yaratıcısıdır. Ondan başka ilâh yoktur. Nasıl da çevriliyorsunuz!

 (İşte budur) işte ilâh ve Rabb olmayı gerektiren fiilleri üzerinde bulunduran zât "Allah'tır, Rabbinizdir, her şeyin yaratıcısıdır, ondan başka ilâh yoktur” bunlar arka arkaya gelen haberlerdir; arkadan gelen geçeni tahsis ve tespit eder (meselâ Rabb Allah olmayı gerektirir). Nasb ile ihtisas olarak "hâlika” da okunmuştur (a'ni hâlika) o zaman lâilahe illâ hu geçen sıfatların sonucu gibi yeni söz başı olur.

"Nasıl da çevriliyorsunuz” nasıl ve ne şekilde ibâdetinden çevrilip başkasına ibâdet ediyorsunuz.

63

Allah'ın âyetlerini inkâr edenler işte böyle çevrilir.

"Allah'ın âyetlerini inkâr edenler işte böyle çevrilirler” onlar çevrildiği gibi Allah'ın âyetlerini inkâr edenler ve onları düşünmeyenler de böyle çevrilirler.

64

Allah odur ki, yeri sizin için bir karargâh, göğü de bir bina kıldı. Size suret verdi; suretlerinizi güzeîîeştirdi. Size temiz şeylerden rızık verdi. İşte Rabbiniz Allah budur. Âlemlerin Rabbi Allah yücedir!

"Allah odur ki, yeri sizin için bir karargâh, göğü de bir bina kıldı". Bu da öldükten sonra dirilmenin belli hareketlerle ikinci delilidir.

"Size suret verdi; suretlerinizi güzelleştirdi” Meselâ sizi dik boylu, kılsız, mütenasip azah, sanat yapmaya ve kemalat kazanmaya uygun çizgilerle (dizayn) etmesi gibi.

"Size temiz şeylerden rızık verdi” lezzetli şeylerden.

"İşte Rabbiniz Allah budur. Âlemlerin Rabbi Allah yücedir” çünkü ondan maadası bizzat Rabbe muhtaçtır, yok olmaya mahkumdur.

65

Allah diridir. Ondan başka ilâh yoktur. Dini ona hâs kılarak ona ibâdet edin. Âlemlerin Rabbi Allah'a hamt olsun!

"O diridir” zatından kaynaklanan hayata sahiptir "ondan başka ilâh yoktur” çünkü tek mucit odur, ona benzeyen yahut zât ve sıfatlarında ona yaklaşan bir mevcut yoktur.

"Dini ona hâs kılarak ona ibâdet edin” dini şirk ve riyadan ayırarak.

"Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun” böyle diyerek.

66

De ki: Gerçekten ben, bana Rabbimden açık deliller geldiği zaman sizin Allah'tan başka ibâdet ettiklerinize ibâdet etmekten men edildim ve âlemlerin Rabbi Allah'a teslim olmakla emrolundum.

"De ki: Gerçekten ben bana Rabbinizden açık deliller geldiği zaman sizin Allah'tan başka ibâdet ettiklerinize ibâdet etmekten men olundum” aklî burhanlar ve naklî deliller geldikten sonra, çünkü nakliler aklî delillere götürür ve onlara dikkat çeker.

"Ve âlemlerin Rabbi Allah'a teslim olmakla emrolundum” ona itâat etmek yahut da dinimi şirk ve riyadan temizlemekle.

67

O ki, sizi topraktan, sonra meniden, sonra kan pıhtısından yarattı. Sonra da sizi bir çocuk olarak çıkarıyor. Sonra güçlü çağınıza yetişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız için. İçinizden kimi önceden öldürülür. İşte bütün bunları Allah, belli bir ecele/süreye ulaşasınız  ve aklınızı çalıştırasınız diye (yapıyor).

"O ki, sizi topraktan, sonra meniden, sonra kan pıhtısından yarattı. Sonra da sizi bir çocuk (bebek) olarak çıkarıyor” çocuk olarak, tekil vermesi cins irâdesi iledir ya da her birinin ayrı yaratılması iledir.

"Sonra da güçlü çağınıza yetişmeniz için” litebluğu'daki lâm mahzûfa mütealliktir, takdiri: Sümme yubkiküm litebluğu demektir.

"Sümme li-tekûnû şuyûhan” kavli de böyledir, onun litebluğu'ya atfı da câizdir. Nâfi', Ebû Amr, Hafs ve Hişâm şin'in zammı ile şuyuhan okumuşlardır. Tıflen gibi şiyhan da okunmuştur.

"İçinizden kimi önceden öldürülür” ihtiyarlıktan yahut güçlü çağma varmadan önce "ve belli bir ecele yetişmeniz için” o da ölüm vaktidir ya da kıyâmet günüdür.

"ve aklınızı çalıştırasınız diye” bu konudaki delil ve ibretleri değerlendirmeniz için.

68

O kî diriltir ve öldürür. Bir şeye hükmettiği zaman ona ancak, ol, der, o da oluverir.

"O ki, diriltir ve öldürür. Bir şeye hükmettiği zaman” onu murat ettiği zaman "ona ancak "ol” der; o da oluverir". Onu meydana getirmek için alete ve onu kullanma külfetine muhtaç olmaz. Birinci fe bunun öncekinin (geceyi yaratmasından buraya kadar geçenlerin) sonucu olduğunu göstermek içindir, şöyle ki, bu, alet ve maddeye dayanmadan zatından kaynaklanan bir kudret ister.

69

Allah'ın âyetlerinde tartışanları görmedin mi, nasıl da çevriliyorlar?

"Allah'ın âyetlerinde tartışanları görmedin mi, nasıl da çevriliyorlar?” onu tasdik etmekten. Tartışmanın tekrar edilmesi (bkz. 56. âyet) mücadele edenlerin yahut üzerinde mücadele edilen konunun (tevhidin) tekranndandırya da te'kit içindir.

70

Onlar ki, kitabı ve elçilerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Yakında bilirler.

"Onlar ki, kitabı yalanladılar” Kur'ân'ı yahut gökten inen kitap cinsini "ve elçilerimizle gönderdiğimiz şeyleri” diğer kitapları veyahut vahyi ve şerîatları "yakında bilirler” yalanlamalarının cezasını.

71

O zaman boyunlarında demir halkalar ve zincirlerle sürüklenirler.

(O zaman boyunlarında demir halkalarla sürüklenirler) bu da yalemune lâfzının zarfıdır, çünkü mana geleceğe dönüktür, mâzi edâtı (iz) ile tabiri ise kesin olmasındandır.

"Vesselasilü” bu da ağlalu'ya atıftır ya da mübteda’dır, haberi de "yushabune fılhamimi"dir.

72

Kaynar suda. Sonra da ateşte yakılırlar.

(kaynar suda sürüklenirler), aid zamiri de hazf edilmiştir ki, yüsabune biha (onlarla sürüklenirler) demektir. Bu da

birinciye göre hâl’dir. Vessesalsüe yeshabune şeklinde de okunmuştur ki, selasil yeshabune ile mensûb mef'ûl olur, mef'ûl takaddüm etmiş ve fiil cümlesi isme atfedilmiş olur. Manaya bakarak cer ile vessalisi de okunmuştur çünkü mana elağlalü a'nakıhim demektir, bunun manası da a'nakuhum filağlali demektir ya da gizli be ile mecrûr olur ki, böyle okunması da bunu gösterir.

"Sonra ateşte yakılırlar” bu da seceret tennure deyiminden gelir ki, fırını yakıtla doldurmaktır. Arkadaşa secîr denilmesi de bundandır ki, sanki içi sevgi ile doludur. Maksat onların çeşitli azapla azâp edilmeleri ve birinden birine taşınmalarıdır.

73

Sonra onlara: "Şirk koştuğunuz şeyler nerede?” denildi.

"Sonra onlara:

"Şirk koştuğunuz şeyler nerede?” denildi.

74

"Allah'tan başka". Onlar da: Bizden uzaklaştılar. Hayır, biz önceden hiçbir şeye tapmıyorduk, dediler. İşte Allah kâfirleri böyle şaşırtır.

"Allah'tan başka. Onlar da: Bizden kayboldular, dediler". Bu da İlâhlarıyla beraber bağlanmadan öncedir ya da kayboldular, onlardan beklediğimizi bulamadık, demektir.

"Hayır, biz önceden hiçbir şeye tapmıyorduk” yani onlara ibâdet etmekle hiçbir şeye ibâdet etmediğimizi anladık. Çünkü onlar önem verilecek bir şeyler değilmiş. Bu da onu bir şey sanıyordum, meğerse bir şey değilmiş sözüne benzer. (Bunun gibi) bu sapma gibi

"Allah kâfirleri saptırır” öyle ki, âhirette fayda görecek bir şey bulamazlar.

Ya da onları İlâhlarından saptırır, öyle ki, arasalar da onlara tesadüf edemezler.

75

Bu size, yeryüzünde haksız yere neşeleniyor ve şımarıyor olmanızdan dolayıdır.

"Zaliküm” bu saptırma "yeryüzünde neşeleniyor olmanızdandır” taşkın davranışınızdan ve kibirlenmenizdendir "haksız yere” ki, o da şirk ve kabına sığmamaktır "ve şımarıyor olmanızdandır” neşenizden kendinizden geçiyor olmanızdandır. Hitap kalıbına geçiş azarlamada mübalağa içindir.

76

Girin cehennemin kapılarından, orada ebedî kalıcılar olarak. Mütekebbirlerin yeri ne kötüdür!

"Girin cehennemin kapılarından” sizin için ayrılmış yedi kapısından "orada ebedî kalıcılar olarak” ebedî kalmanız takdir edilmiş olarak.

(Mütekebbirlerin yeri ne kötüdür!) haktan büyüklenenlerin yeri ki, o da cehennemdir. Nazmın gelişi medhalül mütekebbirin şeklinde olmalı idi, ancak ebedilikle kayıt altına alman girme kalmaya sebep olduğu için mesva tabiri kullanılmıştır.

77

Sabret. Şüphesiz Allah,'ın vaadi haktır. Eğer sana onları tehdit ettiğimiz şeyin bir kısmını gösterirsek yahut seni öldürürsek yalnız bize döndürülürler.

"Sabret, şüphesiz Allah'ın vaadi” kâfirleri helâk vaadi "haktır” mutlaka yerini bulacaktır. (Eğer sana gösterirsek) fein nürike demektir ki, şart edâtı (in'i) te'kit için zâit kılınmıştır. Bunun içindir ki, fiilin sonuna şeddeli nûn gelmiştir, hâlbuki o tek in edâtı ile gelmez.

"Onları tehdit ettiğimiz şeyin bir kısmını” o da öldürme ve esir etmedir "yahut seni öldürürsek” onu görmeden önce "o zaman bize döndürülürler” kıyâmet gününde; biz de onları yaptıkları ile cezalandırırız. Bu da neteveffeyenneke'nin cevabıdır, nüriyenneke'nin cevabı ise mahzûftur, Meselâ fezake (o da olabilir) demektir. İkisinin de cevabı olması da câizdir, şu manaya ki, eğer onlara sen hayatta iken azâp edersek yahut etmezsek, onlara mutlaka âhirette daha şiddetli azâp ederiz. Bu bağlamda dönmekle yetinilmesi de şiddeti gösterir.

78

Yemin olsun, gerçekten senden önce peygamberler gönderdik; onlardan kimini sana anlattık, onlardan kimini de sana anlatmadık. Allah'ın izni olmadan bir peygamber bir âyet getiremez. Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hükmolunur. Orada batılcılar ziyan ederler.

"Yemin olsun, gerçekten senden önce peygamberler gönderdik; onlardan kimini sana anlattık, onlardan kimini de sana anlatmadık". Çünkü denildiğine göre peygamberlerin sayısı yüz yirmi dört bindir. Kıssaları anlatılan ise sayılı kimselerdir.

"Allah'ın izni olmadan bir peygamber bir âyet getiremez” çünkü mu'cizeler Allah vergisidir, onları diğer vergileri gibi hikmetine göre taksim etmiştir. Onların tercih yapma ve teklif edilen şeyi kendi başlarına getirme yetkileri yoktur.

"Allah'ın emri geldiği zaman” dünya veya âhirette azâp emri "hak ile hükmolunur” haklıyı kurtarmak ve haksızı azaba maruz bırakmakla.

"Orada batılcılar ziyan ederler” hiç gerek yokken yeni mu'cizeler teklif eden muannitler ziyan ederler.

79

Allah odur ki, hayvanları onlardan bazılarına binmeniz için yarattı. Onlardan bazılarını da yersiniz.

"Allah odur ki, hayvanları onlardan bazısına binmeniz için yarattı. Onlardan bazısını da yersiniz". Çünkü onlardan yenen cins vardır, Meselâ koyun gibi; yenilip binilen vardır Meselâ deve ve sığır gibi (sığıra bazı bölgelerde binilir).

80

Onlarda sizin için faydalar vardır. Onların üzerinde gögüslerinizdeki blr lhtiyaca ulaşmanız için. Onların ve gemilerin üzerinde taşınırsınız.

"Onlarda sizin için faydalar vardır” sütleri, derileri ve yapağıları gibi.

"Onların üzerinde göğüslerinizdeki bir ihtiyaca ulaşmanız için” üzerinde yolculuk yapmakla.

"Onların üzerinde” karada "ve gemilerin üzerinde” denizde "taşınırsınız". Alel fülki deyip de fil fülki dememesi, aleyha'ya uyması içindir. Yemede nazmı değiştirme de (lite'külu demesi lazımdı) yemenin zaruri olmasından dolayıdır.

Şöyle de denilmiştir; çünkü ondan hayat kast edilir ki, o da zaruridir. Zevk almak, binmek ve yolculuk ise bazen dinî maksatlarla vâcip veya mendup olur.

Ya da yenen şeyle menfaatini ayırmak içindir.

81

Size âyetlerini gosteriyor. Artık Allah'ın hangi âyetlerini inkâr edersiniz?

"Size âyetlerini gösteriyor” eksiksiz kudretini ve hadsiz rahmetini gösteriyor "artık Allah'ın hangi âyetlerini inkâr edersiniz?” çünkü açık olduğu için onları inkâr etmek mümkün değildir.

"Tünkirun” lâfzı eyye'yi nasb etmektedir, çünkü eğer onu zamirine müteallik olarak düşünürsen o zaman Merfû' olması daha iyi olurdu (tünkirunehu). Eyyü'yü sıfatlarda değil de isimlerde te ile müennes kılmak daha gariptir, çünkü yapısı kapalılık içindir.

82

Yeryüzünde gezmediler mi ki, baksmlar da kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş, görsünler. Onlar kendilerinden daha çok idiler. Kuvvetçe ve yeryiiziinde eserlerce daha çetin idiler ve kazandıkları şeyler onlara fayda vermedi.

"Yeryüzünde gezmediler mi ki, baksınlar da kendilerinden öncekilerin sonucu nasıl olmuş, görsünler. Onlar kendilerinden daha çok idiler. Kuvvetçe ve yeryiiziinde eserlerce daha çetin idiler". Buna rağmen onlardan saraylar, suyolları vb. şeyler kalmadı. Yeryüzünde ayak izleri kalmadı da denilmiştir, çünkü vücutları çok iri idi.

"Kazandıkları şeyler onlara fayda vermedi". Birinci edâtı nafiye yahut istifhamiyedir, ağna fiili de mensûbtur.

İkincisi ise mevsûle yahut mastariyedir, onunla merfû’dur.

83

Peygamberleri onlara mu'cizeler getirince, yanlarındaki ilimden sevindiler. Alay ettikleri şey de onları sardı.

"Peygamberleri onlara mu'cizeler getirince” yahut açık âyetler getirince "yanlarındaki ilimden sevindiler” peygamberlerin ilmini küçümsediler. Maksat bâtıl ittifakları ve yersiz şüpheleridir, çünkü Allahü teâlâ:

"Hayır, âhiret hakkındaki ilimleri sağlamlaştı” (Neml: 66) buyurmuştur ki, o da: Yeniden dirilmeyiz, azâp görmeyiz, kıyâmetin kopacağını zannetmiyorum vb. gibi sözleridir.

Ya da tabiat, astronomi, sanayi vb. ilimleridir.

Yahut da peygamberlerin ilimleridir, kâfirlerin buna sevinmeleri ise ona gülüp onlardan alay etmeleridir.

"Alay ettikleri şeyler onları kuşattı” kavli de bunu destekler. Bunun aynı zamanda peygamberlerin sevinmesi olduğu söylenmiştir, çünkü onlar kâfirlerin sürekli cahilliklerini ve akibetlerinin kötülüğünü görünce kendilerine verilen ilme sevindiler ve onun için Allah'a şükrettiler. Kâfirleri de cahilliklerinin ceremesi ve alayları sardı.

84

Şiddetli azabımızı görünce.

"Bir tek Allah'a îman ettik ve şirk koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik” dediler.

"Şiddetli azabımızı görünce: Bir tek Allah'a îman ettik ve şirk koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik, dediler” putları kast ediyorlar.

85

Şiddetli azabımızı görünce îmanları onlara fayda vermedi. Allah'ın, geçmiş kulları arasındaki âdeti üzere. Kâfirler orada ziyan ettiler.

"Şiddetli azabımızı görünce îmanları onlara fayda vermedi” çünkü o sırada kabulü mümkün değildir. Bunun içindir ki,

"lemyekü” buyurmuştur ki, sahih ve doğru olmadı demektir. Birinci fe şunun içindir, çünkü "fema ağna” kavli,

"kâne eksere minhüm” kavlinin neticesi gibidir, ikincisi de "felemma caethüm rüsülühüm” kavli "fema ağna” kavlinin tefsiri gibidir. Kalan iki fe de şundandır, çünkü şiddetli azâbı görmek, peygamberlerin gelmesinden, îmanın olmaması da azâbı görmekten dolayıdır.

"Allah'ın, geçmiş kulları arasındaki âdeti üzere” yani sennallahu Zâlike sünneten (Allah bunu kulları arasında geçerli bir âdet kılmıştır) demektir. Bu da te'kit eden mastarlardandır.

"Kâfirler orada ziyan ettiler” yani şiddeti gördükleri zaman demektir. Hünalike mekân ismidir, zaman için istiare edilmiştir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kim Mü'min sûresini okursa, ne kadar peygamber, sıddik, şehit ve mü'min rûhu varsa ona rahmet okur ve affı için dua ederler.

0 ﴿