43 / ZUHRUF

Mekke'de inmiştir.

Ancak "ves'el men erselna min kablike” âyeti hariç denilmiştir.

89 âyettir.

1

 Ha. Mîm.

2

 Apaçık kitaba Yemin olsun.

Âyetin tefsiri için bak:3

3

 Gerçekten biz onu Arapça bir Kur'ân kıldık. Anlayasınız diye.

"Ha. Mîm. Apaçık kitaba Yemin olsun. Gerçekten biz onu Arapça bir Kur'ân kıldık". Onu Arapça bir Kur'ân kılmasına yemin etmiştir. Bu, bedî' (son derece güzel) ifadelerdendir, çünkü yeminle (Kur'ân ile) yemin edilen şey (Kur'ân’ın Arapça olması) birbirine çok münasiptir, Meselâ Şâir Ebû Temmam’ın şu mısraı gibi.

(Ve senayaki enneha iğridu)

Bembeyaz dişlerine yemin ederim ki,.

Belki de Allahü teâlâ'nın bazı şeylere yemin etmesi onlarda yemin edilen şeye işâret olduğuna şâhit getirmek içindir. Kur'ân da mu'cize olduğu için hidâyet yollarını ve Dîn için ihtiyaç duyulan şeyleri açıklamaktadır.

Ya da Araplara şunu açıklamaktadır ki, Allahü teâlâ onu öyle kılmıştır.

"ki anlayasınız” diye manalarını anlamanız için öyle kılmıştır.

4

 Şüphesiz o, huzurumuzda ana kitapta elbette pek yüce, hikmet doludur.

 (Şüphesiz o) bu da "inna"nın üzerine atıftır, Hamze İle Kisâî yeni söz başı olarak kesr ile (innehu) okumuşlardır.

"Ana kitaptadır” Levh-i Mahfûz'dadır, çünkü o, gökten inen kitapların aslıdır. Kesr ile immil kitab da okunmuştur. (Huzurumuzda) değiştirilmekten korunmuş olarak "elbette pek yüce” kitaplar arasında şânı büyüktür, çünkü onların arasından sadece o mucizdir.

"Hikmet doludur” üstün hikmet sâhibidir ya da başkası onu nesh edemeyecek şekilde muhkemdir. Bu ikisi inne edatının iki haberidir "fî ümmil kitabi” de lealiyyün'e mütealliktir, lâm buna mani değildir ya da lealiyyün'den hâl’dir yahut ondan bedeldir ya da ümmül kitaptan hâl’dir.

5

 Sizler aşırı giden bir toplum oldunuz diye geri durarak sizi uyarmaktan vaz mı geçeceğiz?

 (Sizi uyarmaktan vaz mı geçeceğiz?) onu sizden uzak mı tutacağız? Bu da darabel garaibe anil havzı (yabancı davarları yalaktan uzaklaştırdı) deyiminden gelir. Şâir Tarafe şöyle demiştir:

Gece gelen sıkıntıları defet;

Atın kulaktozuna kılıçla vurduğun gibi.

Fe mahzûfa mütealliktir yani enühmilüküm fenadribü ankümüz zikre demektir, safhan da lâfzı haricinden mef'ûlu mutlaktır, çünkü zikri onlardan uzaklaştırmak da yüz çevirmektir ya da mef’ûlün lehtir yahut hâl’dir ki, safihiyne demektir. Safhan’ın aslı bir şeye boynunun yanını çevirmektir. Bunun canib (yan taraf) manasına olduğu da söylenmiştir, o zaman zarf olur. Zam ile suhfen okunuşu da bunu destekler. O zaman sufuh'un tahfif edilmiş şekli olur ki, safuh'un çoğuludur, safihiyne manasınadır. Maksat kitaplarını başka dille istemelerini reddir, çünkü anlamaları istenmiştir. (Aşırı giden bir toplum oldunuz diye) lien künküm demektir. Bu aslında onlardan yüz çevirmeyi terkin gerekçesidir. Nâfi', Hamze ve Kisâî kesr ile (in küntüm) okumuşlardır ki, o zaman şart cümlesi gerçeği şüpheli yerine koymuş olur, bu da onların cahilliklerini göstermek içindir. -kabli de (efenadribü ankümüz zikre) cezanın delilidir.

6

 Öncekilerden ne kadar peygamberler gönderdik.

7

 Onlara bir peygamber geldiği zaman mutlaka onunla alay ederlerdi.

"Öncekilerde ne kadar peygamber gönderdik, onlara bir peygamber geldiği zaman mutlaka onunla alay ederlerdi". Bu da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e kavminin alayına karşı tesellidir.

8

Kuvvetçe onlardan daha çetinini helâk ettik. Öncekilerin misali geçti.

"Kuvvetçe onlardan daha çetinini helâk ettik” o aşırı giden toplumdan demektir. Bunun teselli olması şunun içindir; çünkü onlardan haber vererek hitabı Resûl'e çevirmiştir.

"Öncekilerin misali geçti". Kur'ân'da onların acayip kıssaları geçti. Bunda Resûl için teselli, onlar için de eskilerin başlarına gelenin benzeri onlara da gelmekle tehdit vardır.

9

 Yemin olsun, eğer onlara.

"Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, elbette:

"Onları mutlak gâlib, her şeyi bilen Allah yarattıderler.

"Yemin olsun, eğer onlara:

"Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, elbette:

"Onları mutlak gâlib, her şeyi bilen Allah yarattı” derler. Belki de bu (azîz ve alîm) böyle demelerinin ya da dedikleri şeyin gösterdiğinin bir sonucudur, onları delille susturmak için onun yerine konulmuştur. Sanki bunları yaratan Allah'tır, demişlerdir, nitekim birçok yerde onlardan böyle nakledilmiştir. O da bu sayılan sıfatlarla muttasıftır. Bunun onların sözleri olması, arkasındakinin de yeni söz başı olması da câizdir.

10

 O ki, yeri sizin için bir beşik kıldı ve size orada yollar kıldı (açtı). Doğru gidesiniz diye.

"O ki, yeri sizin için beşik kıldı” onda karar kılarsınız. Kûfelilerin dışındakiler elifle mihaden okumuşlardır.

"Ve size orada yollar kıldı” onlara gidersiniz "doğru  gidesiniz diye” maksatlarınıza ulaşmak için ya da onlara bakarak Yaratıcının hikmetini sezmeniz için.

11

 O ki, gökten bir ölçü ile su indirdi de, onunla ölü bir beldeyi dirilttik. Kabirlerden de böyle çıkarılırsınız.

"O ki, gökten ölçü ile bir su indirdi de” fayda verecek ve zarar vermeyecek miktarda "onunla ölü bir beldeyi dirilttik” suyun varmadığı beldeyi, meyten şeklinde müzekker vermesi, beldenin de beled ve mekân manasına olmasındandır. (Bunun gibi) bu çıkarma gibi "kabirlerinizden de çıkarılırsınız” İbn Âmir, Hamze ve Kisâî te'nin fethi ve ra'nın zammı ile tahrucun okumuşlardır.

12

 O ki, bütün sınıfları yarattı. Sizin için gemilerden ve hayvanlardan binecek şeyler var etti.

13

 Sırtlarına kurulmanız ve üzerlerine kurulduğunuz zaman sonra Rabbinizin nimetini hatırlayıp:

"Bunu bize ram eden (emrimize veren) Allah münezzehtir. Yoksa biz ona güç yetiremezdikdemeniz için.

"O ki, bütün sınıfları yarattı” malûkat sınıflarım "sizin için gemilerden ve hayvanlardan binecek şeyler var etti". terkebun, mâ terkebunehu demektir ki, doğrudan müteaddi olan başkasıyla müteaddi olandan gâlip sayılmaklaböyle denilmiştir Meselâ; Rekibtüd dabbete ve rekiptü fis-sefineti denir.

Ya da binme için yaratılan (hayvan) binme için yapılan (gemi) den ya da gâlip olan nadir olandan daha çok kabul edilmiştir. Bunun içindir ki,

"sırtlarına kurulmanız için” buyurmuştur yani bindiklerinizin sırtlarına demektir (hayvanın sırtı olur, geminin olmaz). Zuhur şeklinde çoğul olması mana itibarı iledir.

"Sonra üzerine kurulduğunuz zaman Rabbinizin nimetini hatırlayıp” kalplerinizde hatırlayıp onu itiraf ve hamd ederek "bunu bize ram eden Allah münezzehtir. Yoksa biz ona güç yetiremezdik, demeniz için". Mukrinîn mutikıyn demektir ki, bir şeye gücü yeterek onu yakınma getirmektir. Aslında mukrin (akrane) bir şeyi yakın bulmaktır, çünkü zor zayıfın yakını olmaz (yakınına getirmişse gücü de yeter). Şedde ile mukarriniyn de okunmuştur ki, mana birdir.

Efendimiz aleyhis-selât ves-selam'dan şöyle anlatılmıştır: O ayağım üzengiye koyduğu zaman: Bismillah; hayvanın sırtına kurulduğu zaman da: Elhamdü lillahi alâ külli hâl der bu âyeti ve arkasındakini okurdu.

14

 Gerçekten biz Rabbimize elbette döneceğiz(demeniz için).

"Gerçekten biz Rabbimize döneceğiz". Bunun ötekisine bağlantısı şundandır; çünkü binmek bir yerden başka bir yere hareket etmek içindir, en büyük hareket de Allahü teâlâ'ya doğru gitmektir.

Ya da binmek tehlikeli bir şeydir. O sebeple binicinin bundan gâfil olmaması ve Allah,ü teâlâ'ya kavuşmaya hazır olması lâzımdır.

15

 Ona kullarından bir parça kıldılar. Şüphesiz insan elbette apaçık pek nankördür.

 (Ona kullarından bir parça kıldılar) bu da "velein seeltehüm” kavline bağlıdır yani o itiraftan sonra kullarından evlatlar kıldılar ve melekler Allah'ın kızlarıdır, dediler. Belki de ona, parça (cüz) demesi - nitekim ona babanın bir parçası olması hasebiyle ba'z (bir miktar) da buyurmuştur - böyle şeyin tek ve zatında hak olan için imkânsız olduğunu göstermek içindir. Ebû Bekir iki zamme ile cüzüen okumuştur.

"Şüphesiz insan elbette apaçık pek nankördür” nankörlüğü açıktadır, Allah'a evlât nispet etmeleri de bundan biridir. Çünkü bu, o sözün ne demek olduğunu hiç bilmediklerini ve onu küçümsediklerini gösterir.

16

 Yarattıklarından kızlar edindi de size oğlanları mı beğenip seçti?

 (Yarattıklarından kızlar edindi de size oğlanları mı beğenip seçti?) em’deki hemzenin manası inkâr içindir, durumlarından şaşma içindir, şöyle ki, ona bir parça isnat etmekle kalmadılar mahrukatlarından onlar için en değersiz ve en çok buğz edilen şeyi nispet ettiler. Öyle ki, birine öyle bir müjde verilse üzüntüsü artar, nitekim şöyle buyurmuştur:

17

Onlardan biri, Rahmân için misal getirdiği şeyle (kız çocuğu ile) müjdelendiği zaman yüzü kapkara olur ve (öfkesini) yutkunur.

"Onlardan biri, Rahmân için misal getirdiği şeyle (kız çocuğu ile) müjdelendiği zaman” ona denk bir cinsle müjdelendiği zaman demektir, çünkü çocuk mutlaka babasına benzer olur "yüzü kapkara kesilir” üzüntüsünden yüzü simsiyah olur.

"Ve öfkesini yutkunur” kalbi kederle dolar. Bunda onların dediklerinin bozuk olduğunu gösteren işaretler vardır. Elbenun diyerek onu mâ'rife yapması yukarıda geçtiği gibidir (sonradan zikredilmesindeki duyguları telâfi etmek içindir). Müsveddün ve müsvâddün şeklinde de okunmuştur ki, zalle'de gizli zamir müjde verilen kimseye gider,chuhu müsveddün cümlesi de haber düşer.

18

 Süs içinde yetiştirilip de tartışmada maksadını açıklayamayanı mı (Allah'a nispet ediyorlar)?

 (Süs içinde yetiştirilip de) yani eve caalu lehu yahut evittehaze men yüterebba demektir ki, kızları kast ediyordur "tartışmada maksadını açıklayamayanı mı ona nispet ediyorlar?” iddia ettiğini açıklayamayan demektir, çünkü aklı eksik ve görüşü zayıftır. Men'in mübteda, haberinin de mahzûf olması da câizdir ki, evemen Hâza hâluhu veleduhu demek olur. Filhisami de mübiyn'e müteallik olur. Gayr lâfzının ona muzâf olması, daha önce bildiğin gibi buna mani değildir (izafesi şekilseldir). Hamze, Kisâî ve Hafs yüneşşeü okumuşlardır. Yünşeü ve yünaşeü de okunmuştur ki, aynı manayadır. Bunun bir benzeri de a'lahu, allahu ve âlâhu'dur ki, hepsi aynı manayadır.

19

 Rahmân'ın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Onların yaratılışına mı şâhit oldular? Şahitlikleri yazılacak ve sorulacaklardır.

"Rahmân'ın kulları olan melekleri dişiler kıldılar” bu da sözlerinin içinde bulunan başka bir inkârdır, böylece onların ne mal olduklarını göstermiştir. Öyle ki, kulların en mükemmeli ve Allah’a göre en kıymetlileri olan melekleri aklı eksik ve en düşük sınıf kabul etmeleridir. Ubeyd ile Hicazlı iki kurra, İbn Âmir ve Ya'kûb ibad yerine inde okumuşlardır ki, Allah'a yakınlıklarını temsil eder. Ünüsen şeklinde de okunmuştur bu da çoğulun çoğulu olur (ünsa, inas, ünüs). "Onların yaratılışına şâhit mi oldular” Allah onları yaratırken hazır bulundular da dişi olduklarını mı müşahede ettiler. Çünkü bu ancak müşahede ile bilinecek bir şeydir. Bu da cahilliklerim tescil ve onlarla alay etmedir. Nâfi' istifham hemzesi ve belli belirsiz Mazmûm hemze ile eüşhidu okumuştur. İkisinin arasında med ile âüşhidu da okunmuştur.

"Şahitlikleri yazılacak” meleklere ettikleri şahitlikleri "ve sorulacaklardır” kıyâmet gününde bundan. Bu da ağır bir tehdittir. Ye ve nûn ile seyüktebü ve senektübü de okunmuştur. Çoğul olarak şehadâtuhum da okunmuştur ki, o da Allah'a cüz isnat etmeleri yahut kızları vardır demeleridir ki, onlar da meleklerdir. Müsâele babından ve yüsâlune de okunmuştur.

20

Eğer Rahmân dileseydi, biz onlara ibâdet etmezdik, dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece yalan söylüyorlar.

"Eğer Rahmân dileseydi biz onlara ibâdet etmezdik, dediler” yani eğer melekler ibâdet etmemeyi dileseydi biz de onlara ibâdet etmezdik demektir ki, ibâdeti dilememesini ondan yasağın olmamasına yahut güzelliğine delil getirmişlerdir. Bu da bâtıldır, çünkü dilemek ister emredilsin ister yasak edilsin isterse başka bir şey lsun mümkünlerden birini diğerine tercih etmektir. Bunun içindir ki, onları teçhil ederek

"onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar” entrika çevriyorlar, buyurmuştur. İşaretin esas davaya (melekleri Allah'ın kızları kılmaları) işâret olması da câizdir, sanki bozuk yönlerini açığa çıkarıp da (birine kız çocuğu doğduğu müjdesi verildiği zaman) ve sahte şüphelerini anlatınca (eğer Rahmân dileseydi) akıl yolundan ilimlerinin olmadığını gösterdi. Sonra ondan da geçti, nakil yolu ile de dayanaklarının olmadığını vurgulayıp şöyle dedi:

21

Yoksa biz onlara bundan önce bir kitap verdik de onlar ona mı sarılıyorlar?

"Yoksa biz onlara bundan önce bir kitap verdik de” Kur'ân'dan yahut iddialarından önce dediklerini tasdik eden bir kitap verdik de "onlar ona mı sarılıyorlar?” o kitaba mı sarılıyorlar?

22

Hayır:

"Biz atalarımızı bir Dîn üzerinde bulduk ve gerçekten biz onları takip ettiğimiz için doğru yoldayız,” dediler.

"Hayır: Biz atalarımızı bir Dîn üzerinde bulduk ve gerçekten biz onları takip ettiğimiz için doğru yoldayız, dediler". Yani onlar için ne aklî ne de naklî deliller yoktur, sadece câhil atalarım taklide heves etmişlerdir. Ümmet kast edilen yoldur, Meselâ ruhle gibi ki, o da mühim işlerde yanına varılıp kendisine danışılan demektir. îmmet şeklinde de okunmuştur ki, bu da nevi gösteren mastar olur yani kast eden kişinin hâlini gösterir, Dîn de bundan gelir (herkes ona gider).

23

Böylece senden önce ne zaman bir memlekete bir uyarıcı göndersek, mutlaka varlıklı şımaranları:

"Gerçekten biz atalarımızı bir Dîn üzerinde bulduk ve gerçekten biz onları takip ediyoruz.” dediler.

"Gerçekten biz atalarımızı bir Dîn üzerinde bulduk ve gerçekten biz onların izlerini takip ediyoruz, dediler". Bu da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'i tesellidir ve şuna delâlet etmektedir ki, bu gibi şeyde taklit eski bir sapıklıktır ve onlardan öncekiler de bakmaya değer bir dayanaklarının olmadığını gösterir. Varlıkla şımaranlar kaydı şunu akla getirmektedir ki, nimet içinde yüzmek ve yan gelip yatma arzusu onları fikir yürütmekten taklide sevk etmiştir.

24

(O peygamber): "Size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirsem de mi?” dedi. Onlar da:

"Gerçekten biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz” dediler.

"O peygamber: Size atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirsem de mi, dedi?” yani atalarınızın dîninden daha doğru bir Dîn getirsem de mi? Bu da uyarıcıya vahyedilen geçmiş durumun hikâyesidir ya da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e hitaptır (de ki,). İbn Âmir ile Hafs’ın kâle şeklinde okumaları birinciyi destekler. Şu da öyledir:

"Onlar da: Gerçekten biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz, dediler” yani daha doğru olsa da demektir. Bunu da bakmayıp düşünmeden uyarıcının ümidini kırmak dediler.

25

Biz de onlardan intikâm aldık. Bak, yalanlayanların sonucu nasıl oldu?

"Biz de onlardan intikâm aldık” köklerini kazımakla "bak, yalanlayanların sonucu nasıl oldu?” onların yalanlamalarına kafanı takma.

26

Hani, İbrâhîm, babasma ve kavmine:

"Gerçekten ben, sizin taptıklarınızdan uzağımdemişti.

 (Hani, İbrâhîm demişti) onun böyle dediği vakti hatırla ki, onun taklitten nasıl kaçındığını ve delile sarıldığını görsünler ya da ille de taklit edeceklerse onu taklit etsinler, çünkü o en şerefli atalarıdır.

"Babasına ve kavmine: Gerçekten ben, sizin taptıklarınızdan uzağım, demişti” ibâdetinizden ya da mabutlarınızdan uzağım demektir. Beraün mastardır, sıfat manasınadır. Bunun içindir ki, tekili, çoğulu, müzekker ve müennesi birdir. Beriün ve büraün de okunmuştur, tıpkı kerimün ve küramün gibi.

27

Ancak beni yaratan hariç. Şüphesiz o, beni doğru yola iletecektir.

 (Ancak beni yaratan hariç) istisna munkatıdır ya da muttasıldır, o zaman mabutları ilim sahiplerini de başkalarını da içine almış ve onlar hem Allah'a hem de putlara ve heykellere tapmış olurlar.

Ya da illellezi sıfattır, da mevsûfedir yani beni yaratanın dışında taptığınız İlâhlardan uzağım demek olur.

"Şüphesiz o beni doğru yola iletecektir” ya da beni hidâyet ettiğinin daha ilerisine götürecektir.

28

Allah da onu neslinde kalıcı bir kelime kıldı ki, doğru yola dönsünler.

"Onu kıldı” İbrâhîm aleyhisselâm yahut Allah kelime-i tevhidi kıldı "neslinde kalıcı bir kelime kıldı” zürriyetinde, onların arasında ebediyete kadar Allah'ı bir bilenler ve birliğine davet edenler olacaktır. Kelimet ve sükûn ile akbihi ve (med ile) âkıbihi de okunmuştur, yani onu takip edenler arasında demektir.

"ki, doğru yola dönsünler” şirk koşanlar, Allah’ı birleyenlerin davetiyle.

29

Hayır; ben onları ve atalarını onlara hak ve apaçık bir peygamber gelinceye kadar faydalandırdım.

"Hayır, ben onları ve atalarını faydalandırdım” Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e çağdaş olan Kureyşleri ve atalarını uzun ömür ve nimet vermekle faydalandırdım; onlar da buna aldanıp şehvetlere daldılar. Feth ile metta'te de okunmuştur ki, Allahü teâlâ "onu zürriyetinde kalıcı bir kelime kıldı” kavlinde zatına itiraz etmiş olur, bu da mübalağa içindir.

"Onlara hak gelinceye kadar” tevhid daveti yahut Kur'ân "ve apaçık bir peygamber gelinceye kadar” elçiliği mu'cizelerle apaçık demektir, ya da tevhidi deliller ve âyetlerle açıklayan peygamber demektir.

30

Onlara hak gelince.

"Bu bir sihirdir ve gerçekten biz onu inkâr ediyoruzdediler.

"Onlara hak gelince” onları gafletlerinden uyarmak için "bu, bir sihirdir ve gerçekten biz onu inkâr ediyoruz, dediler” ateşi artırdılar; şirklerine hakka inadı ve onu hafife almayı eklediler. Kur'ân'a sihir dediler, onu inkâr ettiler ve elçiyi hor gördüler.

31

"Bu Kur'ân iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” dediler.

"Bu Kur' an iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi, dediler?” İki şehir Mekke ile Tâif'tir, büyük de mevki ve mal itibarı ile demektir Meselâ Velid bin Muğire ve Urve bin Mes'ud es-Sekafi gibi. Çünkü risalet yüksek bir mevkidir, ancak büyük birine layıktır. Bilmediler ki, o manevî bir rütbedir, nefsin faziletler ve kutsal kemalatlarla büyümesini ister; dünyevî sahte yaldızlarla değil.

32

Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyor? Dünya hayatında geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Kimilerini kimilerinin üzerine yükselttik ki, kimileri kimilerini işçi edinsinler. Rabbinin rahmeti onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.

"Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar?” bu reddin içinde cahilliklerini yüzlerine vurma vardır ve yanlış hükümlerinden hayret vardır. Rahmetten maksat da peygamberliktir.

"Dünya hayatında geçimliklerini aralarında biz taksim ettik” onlarsa onu idare etmekten acizdirler, hâlbuki dünya özel işleridir. Artık insan mertebelerinin en yükseği olan peygamberlik işini nasıl idare edecekler? Geçimi mutlak vermesi helâlinin de haramının da Allah'tan olduğunu gösterir.

"Kimilerini kimilerinin üzerine yükselttik” aralarına rızıkta ve diğer şeylerde fark gösterdik ki,

"kimileri kimilerini işçi edinsinler” birbirlerini işlerinde çalıştırsınlar da aralarında ülfet ve dayanışma olsun; böylece dünya düzeni kurulsun. Bu fark rızkı bol olanın kemalinden, dar olanın da noksanından kaynaklanmamaktadır. Sonra onların bize bunda itiraz ve tasarruf hakları yoktur, öyleyse ondan çok yüksek olan şeyde nasıl olur?

"Rabbinin rahmeti” bundan peygamberliği ve gereklerini murat ediyor "onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır” dünya matahından demektir. Büyük, rahmetten nasibi olandır, dünyalıktan değil.

33

Eğer insanlar tek bir ümmet olmasa idi, Rahmân'ı inkâr edenlerin evleri için gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkacakları merdivenler kılardık.

"Eğer insanlar tek bir ümmet olmasa idi” kâfirleri bolluk ve nimet içinde görmekle küfre özenecek olmasalardı, dünyayı sevip de onun üzerinde toplanacak olmasalardı "Rahmân'ı inkâr edenlerin evleri için gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkacakları merdivenler kılardık”

Meâric mi'rec'in çoğuludur, meârîc de okunmuştur ki, mi'rac'ın çoğulu olur. Çünkü dünya hayatı bu kadar değersizdir, libüyutihim lâfzı limen'den bedel-i istimaldir ya da: Vehebtü lehu sevben likamisıhi (gömleği için ona bir elbise bağışladım) kavli gibidir.

İbn Kesîr ile İbn Âmir büyut'un cemi olması ile yetinerek sakfen okumuşlardır. Kafin sükûnu ile hafifçe sukfen, sukûfen ve sekafen şekillerinde de okunmuştur. Bu da lügattir.

34

Evleri için kapılar ve yaslanacakları koltuklar.

"Ve evleri için kapılar ve yaslanacakları koltuklar” yani kapılarını ve koltuklarını gümüşten yapardık, demektir.

35

Ve süs / altın... Bunların hepsi ancak dünya hayatının metâ’ıdır. Âhiret ise Rabbinin yanında müttekîler içindir.

"Zuhrûfa” bu da sukufen'e atıftır, süs demektir ya da altın demektir ki, min fıddatin'in mahalline atıf olur. (Bunların hepsi dünya hayatının metâ’ıdır) in edâtı (inne'den) tahfif edilmiştir, lâm da bununla nafiyeyi ayırmak içindir.

Âsım, Hamze ve Hişâm - ki, onunkinde ihtilâf vardır - şedde ile Lemmâ okumuşlardır ki, illâ manasınadır, in de nâfiyedir. İn ve ile illâ da okunmuştur.

"Âhiret ise Rabbinin katında müttekîler içindir” küfür ve masiyetlerden sakınanlar içindir. Bunda şuna işâret vardır ki, büyük âhirette büyük olandır, dünyada değil. Bu ifadede mü'minlere niçin verilmediğinin sebebi de çıtlatılmıştır ki, insanlar îman üzerinde toplansınlar. Bu da bunun âhirette onlara verilecek olanın yanında çok az kalmasındandır ve genellikle servetin içinde afetler bulunmasındandır, öyle ki, ondan pek azları kurtulur, nitekim buna şöyle diyerek işâret etmiştir:

36

Kim Rahmân'ın zikrini görmezden gelirse, ona bir şeytan musallat ederiz. O artık onun için arkadaştır.

"Kim Rahmân'ın zikrini görmezden gelirse” madde ile haşir neşir olduğu ve şehvetlere daldığı için kör gibi davranır ve ondan yüz çevirirse demektir. Şin'in feth ile ya'şe de okunmuştur ki, kör olmaktır. Asiye görme kusuru olmaktır, aşa da kusur olmadığı hâlde öyle görünmektir, bunun bir benzeri de arice ve arece kalıbıdır. Ya'şu da okunmuştur ki, o zaman men mevsûle olur.

"Ona bir şeytan musallat ederiz, o artık onun için arkadaştır” ona vesvese verir ve onu devamlı saptırır. Ya'kûb ye ile (yukayyıd) okumuştur ki, zamir Rahmân'a gider. Ya'şu'yu Merfû' okuyan nukayyıdu da Merfû' okur.

37

Gerçekten onlar elbette yoldan çeviriyorlar ve kendilerinin doğru yolda olduklarım sanıyorlar.

 (Gerçekten onlar elbette yoldan çeviriyorlar) gidilmesi gereken yoldan. İki zamirin çoğul olması manadan dolayıdır, çünkü maksat görmezden gelenle ona musallat edilen şeytanın cinsidir. (Ve kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar) üç zamirden ilki görmezden gelene, geri kalan ikisi de şeytana râcidir.

38

Nihayet bize geldikleri zaman: Keşke benimle senin aranda iki doğu uzaklığı olsaydı. Sen ne kötü arkadaşsın, der!

 (Nihayet bize geldikleri zaman) Hicazlı iki kurra ile Ebû Bekir caena şeklinde okumuşlardır ki, görmezden gelenle şeytan kast edilmiş olur.

"Dedi” yani görmezden gelen şeytana "keşke benimle senin aranda iki doğu uzaklığı olsaydı” doğunun batıdan uzaklığı demektir. Doğu gâlip sayılmış ve tesniye edilip ona muzâf kılınmıştır.

"Sen ne kötü arkadaşsın” ente (sen).

39

Bu temenniniz bugün size asla fayda vermeyecektir. Çünkü siz zulmettiniz. Muhakkak siz azapta ortaksınız.

"Bugün size fayda vermeyecektir” temenni ettiğiniz şey (çünkü siz zulmettiniz) zira dünyada kendinize zulmettiğiniz şey gerçek olmuştur, bu da elyevme'den bedeldir. (Muhakkak siz azapta ortaksınız) çünkü sizinle şeytanlarınızın azapta ortak olmanız hakkınızdır, nitekim onun sebebinde de ortak idiniz. Yenfaa fiilinin ona isnat edilmesi de câizdir ki, mana şöyle olur: Azapta ortaklığınız size asla fayda vermeyecektir, nitekim zor bir duruma düşen iki kimsenin yüklerini taşımada ve zorluğu paylaşmadaki yardımlaşmaları onlara fayda verir. Çünkü sizden her birinin dayanamayacağı kadar azâbı vardır. Kesre ile inneküm de okunmuştur ki, bu da birinci manayı takviye eder.

40

Sen mi sağırlara duyuracaksın yahut körlere ve apaçık sapıklıkta olana yol göstereceksin?

"Sen mi sağırlara duyuracaksın yahut körlere yol göstereceksin?” bu da onları hidâyet edebilmesini inkâr etmekte ve muhatabın şaşmasını istemektedir. Çünkü küfre bu kadar alıştıktan ve sapıklığa gömülüp körlüklerine bir de sağırlığı ekledikten sonra asla hidâyete gelmezler. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem kavmine davette kendini yorardı, onlarsa daha da azarlardı, âyet bunun üzerine indi. (Apaçık sapıklıkta olana yol mu göstereceksin?) bu da a' lâfzına atıftır, çünkü sıfatlar farklıdır. Bunda şuna işâret vardır ki, bunu gerektiren şey göz göre göre sapıklığa gömülmeleridir.

41

Eğer seni kesinlikle götürürsek, şüphesiz biz, onlardan intikâm alırız.

 (Eğer seni kesinlikle götürürsek) azaplarını sana göstermeden ruhunu kabz edersek demektir. edâtı zâittir, te'kit nûn'unu istemede kasem lâm'ı gibidir,

"onlardan intikâm alırız” dünya ve âhirette azâp etmekle.

42

Yahut onlara vaadettigimizi sana kesinlikle gösterirsek, şüphesiz biz onlara güç yetirenleriz.

"

Yahut onlara vaadettiğimizi kesinlikle sana gösterirsek” ya da onlara va'dettiğimiz azâbı sana göstermek istersek demektir. Ya'kûb, Rüveys rivâyetinde nûn'un sükûnu ile "nüriyenke” okumuşlardır, nezheben de öyledir,

"şüphesiz biz onlara güç yetirenleriz” elimizden kurtulamazlar.

43

Öyleyse sana vahyolunana sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzerindesin.

"Öyleyse sana vahyolunana sarıl” vahyolunan âyet ve şer'î hükümlere. Malum sıygası ile evhayna da okunmuştur ki, vahyeden Allahü teâlâ olur.

"Şüphesiz sen doğru bir yoldasın” eğriliği olmayan.

44

Şüphesiz o, senin ve kavmin için elbette bir şereftir. İleride sorulacaksınız.

 (Şüphesiz o, senin için bir şereftir). "Ve kavmin için de, ileride sorulacaksınız” yani kıyâmet gününde ondan ve hakkını yerine getirmekten sorulacaksınız.

45

- Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimizden sor, Allah'tan başka tapılacak ilâhlar kıldık mı?

 (Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimizden sor) yani ümmetlerinden ve Dîn âlimlerinden sor. İbn Kesîr ile Kisâî hemzeyi tahfif ederek okumuşlardır.

"Allah'tan başka tapılacak ilâhlar kıldık mı?” putlara ibâdete hükmettik mi? Hiçbir millette bu görüldü mü? Bundan maksat peygamberlerin tevhidte icmalarını buna delil getirmektir, aynı zamanda şuna da delâlet etmektedir o, eşi görülmemiş biri değildir ki, yalan söylesin de ona düşmanlık edilsin, çünkü müşrikleri yalanlamaya ve muhalefete en çok sürükleyen şey tevhid idi.

46

Yemin olsun, Mûsa'yı mu'cizelerle Fir'avn'e ve ileri gelenlerine gönderdik de:

"Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyimdedi.

"Yemin olsun, Mûsa'yı mu'cizelerimizle Fir'avn'e ve ileri gelenlerine gönderdik de: Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim, dedi". Bunu anlatmakla Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e teselli vermek ve "bu Kur'ân iki kentten bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” (Zuhrûf; 21) sözlerini çürütmek ve Mûsa aleyhisselâm’ın tevhide davet etmesini şâhit getirmek istiyor ki, onlar da bunların üzerinde düşünsünler.

47

Onlara mu'cizelerimizle gelince, birden onlara gülüyorlar.

"Onlara mu'cizelerimizle gelince, birden onlara gülüyorlar” şaşırıp gülüyorlar ya da onları görür görmez alay ediyorlar ve üzerinde düşünmüyorlar.

48

Onlara ne zaman bir mu'cize gelirsek, mutlaka o, kardeşinden (bir öncekinden) daha büyüktür. Onları belki dönerler diye azapla yakaladık.

"Onlara ne zaman bir mu'cize göstersek, mutlaka o, kardeşinden daha büyüktür". Mutlaka mu'cizelik bakımından daha üstündür, Öyleki onu gören, bu, diğerlerine kıyasla daha büyüktür, der. Maksat hepsinin büyük olduğunu söylemektir, Meselâ: Öyle adamlar gördüm ki, birbirinden üstündüler, denilir. Şu şiir de öyledir:

Onlardan kime rastlarsan dersin: Efendilerine rastladım,

Kervanların bakarak yürüdüğü yıldızlar gibi.

Ya da o âyet içinde öyle bir mu'cize taşımaktadır ki, bu mülahaza ile diğerlerinden daha üstündür, demektir.

"Onları azapla yakaladık” kıtlık, tufan ve çekirge gibi "belki dönerler diye” dönmeleri umudu ile.

49

Ey sihirbaz, Rabbine senin yanında vaadettiği şey sebebiyle dua et; şüphesiz biz elbette doğru yolu bulacağız, dediler.

"Ey sihirbaz, dediler” o durumda ona böyle seslendiler, çünkü tabiatları sert ve aşırı ahmak idiler ya da onlar usta sihirbaza âlim gözü ile bakarlardı. İbn Âmir he'nin zammesiyle ya eyyühüs şahini, okumuştur.

"Rabbine dua et” de azâbı bizden kaldırsın "senin yanında vaadettiği şey sebebiyle” sana verdiği peygamberlik görevi ile ya da duanı kabul edeceğine yahut hidâyete erenden azâbı kaldıracağına dâir veyahut senden söz isteyip de senin de tam olarak yerine getirdiğin îman sebebiyle demektir.

"Şüphesiz biz elbette doğru yolu bulacağız” dediler.

50

Onlardan azâbı kaldırınca, birden onlar verdikleri sözü bozuyorlar.

"Onlardan azâbı kaldırınca, birden onlar verdikleri sözü bozuyorlar” doğru yola geleceklerine derhal vaatlarından cayıyorlar.

51

Fir'avn kavminin içinde seslendi:

"Ey kavmim (halkım), Mısır mülkü benim değil mi? Bu ırmaklar benim altımdan akıyor, görmüyor musunuz?” dedi.

"Fir'avn seslendi” bizzat yahut tellalı aracılığı ile "kavminin içinde” topluluklarında ya da aralarında, azâp kaldırıldıktan sonra, bunu da bazıları îman eder korkusu ile yapıyordu.

"Ey halkım, Mısır mülkü benim değil mi? Bu ırmaklar” Nil'in nehirleri, en büyükleri dört tane idi: Kral nehri, Tolun nehri, Dimyat nehri ve Tinnis nehri. (Benim altımdan akıyor) sarayımın altından yahut emrimle akıyor ya da önümde bahçelerimde akıyor. Ve hazihil enharu'daki vavya atıf edatıdır ki, enhar'ı mülk'e atfeder, tecri de hâl’dir ya da hâl vâv'ıdır, hazihi mübteda’dır, elenharu da sıfatıdır, tecri de haberidir.

"Görmüyor musunuz?” bunu!

52

Yoksa ben o hordan ve neredeyse maksadını açıklayamayandan daha hayırlı değil miyim?

"Ben daha hayırlı değil miyim?” bu mülk ve imkânlarla "o hordan” zayıf, değersiz, liderliğe kabiliyeti olmayandan. Mehiyn mehanetten gelir ki, azlık ifade eder.

"Neredeyse maksadını anlatamayandan” açık konuşamayandan, çünkü dilinde hafif tutukluk vardı; o, başkanlığa nasıl lâyık olabilir? Em edâtı munkatıadır, hemzesi de takrir (onaylatma) içindir, çünkü fazilet sebepleri yukarıda geçmiştir.

Ya da muttasıladır ki, müsebbep (hayırlı olduğu bilgisi) sebebin (görmenin) yerine geçirilmiştir.

Mana da şöyledir: Görmüyor musunuz?

Yahut görüyor da benim ondan daha hayırlı olduğumu bilmiyor musunuz?

53

Üzerine altından bilezikler atılmalı değil miydi yahut onunla melekler birbiri ardınca gelmeli değil miydi?

"Üzerine altından bilezikler atılmalı değil miydi?” eğer doğru ise ona mülkün anahtarları teslim edilmeli değil miydi? Çünkü onlar birini başa getirdikleri zaman ona altın bilezikler takar ve boynuna altın tok geçirirlerdi. Esavire üsvar’ın çoğuludur, o da sivar manasınadır, te de esavîry'deki ye'den ivazdır. O şekilde de okunmuştur. Ya'kûb ile Hafs esvire şeklinde okumuşlardır ki, sivar'ın çoğuludur. Esavire de okunmuştur ki, esvire'nin çoğulu olur. Malum sıygası ile elka aleyhi esvireten de okunmuştur ki, atan Allahü teâlâ olur.

"

Yahut onunla beraber melekler gelmeli değil miydi?” ona yardım etmek ve onu tasdik etmek için, bu da karentuhu bihi fakterene'den gelir ya da mütekariniyn demektir ki, ikterene'den gelir, o da tekarene manasınadır.

54

Böylece kavmini küçümsedi; onlar da ona itâat ettiler. Çünkü onlar bir fâsıklar topluluğu idiler,

"Böylece kavminden hafiflik istedi” çabuk icabet etmelerini istedi yahut akıllarını hafif buldu demektir.

"Onlar da ona itâat ettiler” emrettiği şeye "çünkü onlar bir fâsıklar topluluğu idiler” o sebepledir ki, o fasığa itâat ettiler.

55

Onlar bizi öfkelendirince onlardan intikâm aldık; hepsini suda boğduk.

"Onlar bizi öfkelendirince” inat ve isyanda ileri giderek bizi kızdırınca demektir. Bu da esife'den gelir ki, çok kızmaktır "onlardan intikâm aldık; hepsini suda boğduk” denizde.

56

Onları sonrakiler için bir geçmiş ve bir misal kıldık.

"Onları bir geçmiş kıldık” kendilerinden sonraki kâfirlere önder kıldık, onlar gibi azâbı hak ederler. Selefen lâfzı mastardır, sıfat olarak kullanılmıştır.

Ya da salif'in çoğuludur, tıpkı hadem ve hadim gibi. Hamze ile Kisâî sin'in ve lamın zammı ile seliyf'in çoğulu olarak sülüfen okumuşlardır, Meselâ ruğuf ve rağiyf gibi ya da salif'in çoğuludur Meselâ subur ve sabir gibi ya da selefin çoğuludur, haşeb ve huşub gibi. Lâm’ın zammesini fethaye tebdil ederek sülefen de okunmuştur ya da sülfet'in çoğulu olur, geçen topluluk manasına.

"Sonrakiler için bir misal kıldık” onlar için bir öğüt yahut darb-ı mesel yerine geçen acayip kıssa kıldık; Meselâ: Siz Fir'avn kavmi gibisiniz, denir.

57

Meryem oğlu Îsa misal getirilince, kavmin birden ondan gülüyorlar.

"Meryem oğlu Îsa misal getirilince” yani onu İbn Ziba'ra denen şahıs misal getirince, o da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ile:

"Şüphesiz sizler ve Allah'tan başka taptıklarınız cehennem kütüğüdür” (Enbiya: 98) âyeti hakkında tartıştı.

Ya da birbaşkası tartıştı ve: Ehl-i kitap Hıristiyanlar Îsa aleyhisselâm'a tapıyorlar ve onun, Allah'ın oğlu olduğunu iddia ediyorlar, hâlbuki bizim taptığımız melekler onlardan daha üstündür, dedi.

Ya da Allahü teâlâ'nın "senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor” (Zuhrûf: 45) âyeti üzerinde tartıştı yahut Îsa'ya tapıldığı gibi Muhammed de kendisine tapılmasım istiyor, dedi.

"Kavmin” Kureyş "birden ondan” o misalden "gülüyorlar” neşelerinden seslerini yükseltiyorlar; çünkü Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in bu iddialara cevap veremediğini sanıyorlardı. Nâfi', İbn Âmir ve Kisâî zam ile sudud'dan getirerek yasuddune okumuşlardır ki, haktan dönüyorlar ve ondan yüz çeviriyorlar demektir.

Şöyle de denilmiştir: Bu ikisi de lügattir, Meselâ yakifü ve yaküfü gibi.

58

"Bizim atalarımız mı daha hayırlı yoksa o mu?” dediler. Bunu da sana sadece tartışma (muhalefet) için misal getirdiler. Onlar şüphesiz çok kavgacı bir topluluktur.

"Bizim atalarımız mı daha hayırlı yoksa o mu?” yani sence bizim İlâhlarımız mı hayırlıdır yoksa Îsa aleyhisselâm mı? Eğer o cehenneme giderse bizim İlâhlarımız da yanında olsun ya da melek İlâhlarımız mı daha hayırlıdır. Yoksa Îsa aleyhisselâm mı; ona ibâdet edildiği hâlde Allah'ın oğlu oluyorsa bizim İlâhlarımız da çok makbul olur ya da bizim İlâhlarımız mı hayırlıdır yoksa Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem mi? Öyleyse ona ibâdet edip İlâhlarımızı bırakalım? Kûfeli kurralar belirgin vaziyette iki hemze, onlardan sonra da elifle eâlihetüna okumuşlardır.

"Bunu da sana sadece muhalefet etmek için misal getirdiler” bu misali yalnız mücadele etmek ve tartışmak için getirdiler; hakkı bâtıldan ayırmak için değil.

"Şüphesiz onlar çok kavgacı bir millettir” aşırı münakaşacı ve ısrarcıdırlar.

59

O, başka değil, kendisine nimet verdiğimiz ve onu İsrâîl oğullarına bir örnek kıldığımız bir kuldur.

"O, başka değil, kendisine nimet verdiğimiz bir kuldur” peygamberlik nimeti verdiğimiz "ve onu İsrâîl oğullarına örnek kıldığımız bir kuldur” İsrâîl oğulları için dillerde dolaşan bir atasözü gibi acayip bir misal kıldık. Bu da o şüpheyi ortadan kaldıran cevap gibidir.

60

Eğer dileseydik, sizden (bedel) yeryüzünde elbette melekler kılardık da size halef olurlardı.

"Eğer dileseydik sizden kılardık” ey erkekler, onu sizden dünyaya getirirdik, tıpkı Îsa'yı babasız meydana getirdiğimiz gibi ya da sizden bedel olarak kılardık "yeryüzünde elbette melekler kılardık da size halef olurlardı” yeryüzünde size halef olan melekler olurlardı. Mana şöyledir: Îsa aleyhisselâm’ın durumu her ne kadar acayip ise de Allahü teâlâ ondan daha acayibini yaratmaya kâdirdir ve melekler de sizin gibidir; çünkü onlar da varlıkları mümkün zatlardır, doğrudan yaratılmaları câiz olduğu gibi doğum yolu ile yaratılmaları da câizdir. Öyleyse onlar nereden İlâhlığı hak ve Allah’a nispet ediliyorlar?

61

Gerçekten o (Îsa), kıyâmet için bir ilimdir (alâmettir): öyleyse artık onda şüphe etmeyin ve bana tâbi olun. İşte bu doğru yoldur.

"Gerçekten o” Îsa aleyhisselâm "kıyâmet için ilimdir” çünkü onun var oluşu ya da inişi kıyâmet alâmetlerindendir, yaklaştığı onunla bilinir.

Ya da onun ölüleri diriltmesi Allah'ın yeniden diriltmeye kâdir olduğunu gösterir. Lealemün de okunmuştur ki, alâmet demektir, lezikrün de okunmuştur ki, zikredilecek şeye zikir ismi verilmiş olur. Hadiste şöyle denilmiştir: Îsa aleyhisselâm kutsal toprak'ta Efik denilen bir tepeye iner. Elinde bir mızrak olacak, onunla Deccal'i öldürecektir. Beytülmukaddes'e gelir, insanlar sabah namazı kılarlarken, imâm geri çekilir, Îsa aleyhisselâm onu ileri geçirir ve arkasında Muhammed aleyhis-salâtü ves-selâm’ın şerîatı üzere namaz kılar. Sonra domuzlan öldürür, haçı kırar, havra ve kiliseleri yıkar, Hıristiyanları öldürür, ancak kendisine îman edenler hariç.

Şöyle de denilmiştir:

"İnnehu"daki zamir Kur'ân'a râcidir, çünkü onda kıyâmeti bildiren ve ona delâlet eden âyetler vardır.

"Öyleyse artık ondan şüphe etmeyin ve bana tâbi olun” benim yoluma yahut şerîatıma veyahut elçime uyun. Bunun Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in sözü olduğu da söylenmiştir, ona böyle (bana tâbi olun) demesi emrolunmuştur.

"Bu” sizi davet ettiğim şey "doğru yoldur” ona giden şaşmaz.

62

Sâkin şeytan sizi çevirmesin. Çünkü o, sizin için apaçık düşmandır.

"Sâkin şeytan sizi çevirmesin” ona uymayın "çünkü o, sizin için apaçık düşmandır” düşmanlığı sâbit olmuştur; çünkü atanızı cennetten çıkarmış ve başınızı belaya sokmuştur.

63

Îsa mu'cizelerle gelince:

"Gerçekten size hikmetle ve ihtilâf ettiğiniz bazı şeyleri size açıklamam için geldim. Artık Allah'tan korkun ve bana itâat edindedi.

"Îsa mu'cizelerle gelince” açık delillerle yahut İncil âyetleriyle veyahut açık şerîat maddeleriyle "gerçekten size hikmetle geldim, dedi” İncil'le yahut şerîatla "ve ihtilâf ettiğiniz bazı şeyleri size açıklamam için” o da Dîn işlerinden olan şeylerdir, dünya işleriyle alakalı şeyler değildir. Çünkü peygamberler - onlara salât ve selâm olsun - onu açıklamak için gelmediler. Bunun içindir ki, aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Siz dünya işlerini daha iyi bilirsiniz, buyurmuştur.

"Artık Allah'tan korkun ve bana itâat edin” ondan taraf size tebliğ ettiğim şeylerde.

64

Şüphesiz o Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir; ona ibâdet edin. İşte dosdoğru yol budur.

"Şüphesiz o Allah benim de Rabbi'mdir, sizin de Rabb'inizdir; ona ibâdet edin” bu da onlara emrettiği taatın beyanıdır ki, tevhid inancıdır ve şerîatları tatbik etmektir.

"İşte dosdoğru yol budur” işâret iki durumun toplammadır, bu da Îsa aleyhisselâm’ın sözünün devamıdır ya da Allah'tan yeni söz başıdır, bu hususta taatı gerektiren şeyi göstermektedir.

65

Aralarından hizipler ihtilâf ettiler. Zâlimlere acıklı günün azabından yazıklar olsun.

"Hizipler ihtilâf ettiler” ayrı düşen fırkalar "aralarından” gönderildiği kavminden Hıristiyanların yahut Yahûdîlerle Hıristiyanların aralarından.

"Zâlimlere yazıklar olsun” hiziplere ayrılanlardan "acıklı günün azabından” ki, o da kıyâmet günüdür.

66

Onlar kıyâmetin kendilerine farkında olmadan ansızın gelmesini mi bekliyorlar?

 (Onlar kıyâmeti mi bekliyorlar) zamir Kureyş'e yahut zâlimlere râcidir (gelmesini mi?) bu da saat lâfzından bedeldir mana da kıyâmetin gelmesini mi bekliyorlar şeklindedir.

"Bağteten” ansızın "farkında olmadan” ondan gâfillerken, çünkü dünya işleriyle meşguldürler ve onu inkâr etmektedirler.

67

Can dostları o gün kimileri kimilerine düşmandır; ancak müttekıler hariç.

"Can dostları” ahbaplar "o gün kimileri kimilerine düşmandır” yani o gün düşman olurlar. Çünkü ilişkileri kesilmiş ve azâp sebebi olarak düşündükleri şeyler de açığa çıkmıştır.

"Ancak müttekıler hariç” onların dostlukları Allah için olduğundan ebediyetlere kadar yararlı kalır.

68

Ey kullarım, bugün size korku yoktur. Sizler üzülmezsiniz de.

"Ey kullarım, bugün size korku yoktur. Sizler üzülmezsiniz de". Bu da Allah için sevilenlere o gün seslenilecek şeyi hikâye etmektedir. İbn Kesîr, Hamze, Kisâî ve Hafs yesiz olarak (ya ibadi) okumuşlardır.

69

(Kullarım) o kimseler ki, âyetlerime îman ettiler ve Müslümanlar oldular.

"Kullarım o kimselerdir ki, âyetlerime îman ettiler” seslenilenlerin sıfatıdır (ve Müslümanlar oldular) bu da amenu'daki vâv'dan hâl’dir yani ihlâsla îman ettiler demektir. Ancak bu ibare daha vurgulu ve daha beliğdir.

70

Cennete siz ve eşleriniz neşelenerek girin.

"Cennete siz ve eşleriniz girin” mü'min kadınlarınız "neşelenerek” eseri yüzünüzde görülen bir neşe ile ya da süslenerek demektir o zaman tuhberun habr'den gelir ki, güzel görüntü demektir ya da aşırı şekilde ikram edilirsiniz demektir ki, habre güzel şeyin mübalağalı sıfatıdır.

71

Etraflarında altından tepsilerle ve bardaklarla dolaşılır. Orada canlarının çektiği ve gözlerinin zevk aldığı şeyler vardır. Ve sizler orada ebedî kalacaksınız.

"Etraflarında altından tepsiler ve bardaklarla dolaşılır” burada geçen sıhaf, sahfe'nin çoğuludur, tabak demektir. Ekvab da küb'ün çoğuludur, kulpsuz bardak demektir.

"Orada” cennette "canların çektiği vardır” Nâfi', İbn Âmir ve Hafs aslı üzere "teştehihil enfüsü” okumuşlardır "ve gözlerin zevk aldığı şeyler vardır” onları görmekle. Bu da fazlasıyla zevk ve lezzet alman şeyler özellikle sayıldıktan sonra genellemedir (tabaklarda her çeşit yemek vardır). "Ve sizler orada ebedî kalacaksınız” çünkü her nimet mutlaka elden çıkacaktır, koruma ve yok olma korkusu taşımaktadır ve yerini üzüntüye bırakacaktır.

72

İşte bu, yaptıklarınıza karşılık ona mirasçı kılındığınız cennettir.

"İşte bu, yaptıklarınıza karşılık ona mirasçı kılındığınız cennettir” vürristümuha da okunmuştur. Amelin karşılığı mirasa benzetilmiştir, çünkü çalışandan geriye kalır. Tilke zikri geçen cennete işarettir, mübteda’dır, cennet de haberidir, elleti uristümuha da onun sıfatıdır yahut cennet tilke'nin sıfatıdır, elleti de haberidir, ya da cennetin sıfatıdır, haber de bima küntüm tamelundur. Bu haber olunca be de mahzûfa taalluk eder, uristümuha'ya değil.

73

Sizin için orada pek çok meyve vardır, onlardan yersiniz.

"Sizin için orada pek çok meyve vardır, onlardan yersiniz” bazısını yersiniz, çünkü çok ve devamlıdır. Belki de cennetin diğer nimetlerine nispetle basit sayılacak olan yiyecek ve giyeceklerle sefa sürmenin Kur'ân'da geniş anlatılması, Arapların o zamandaki zorluk ve fakirliklerinden dolayıdır.

74

Şüphesiz günahkârlar cehennem azabında ebedî kalıcılardır.

"Şüphesiz günahkârlar” tam mücrimler ki, onlar da kâfirlerdir, çünkü âyetlere îman edenlerin karşıtıdırlar. Bir de onlardan kâfirlere hâs şeyler aktarılmıştır. (Cehennem azabında ebedî kalacaklardır) inne edatının haberidir ya da hâlidune lâfzı haberdir, zarf da ona bağlıdır.

75

Onlardan gevşetilmez. Onlar orada umutlarını kesmişlerdir.

"Onlardan gevşetilmez” hafifletilmez, bu da feteret anhul humma deyiminden gelir ki, sıtma nöbeti ara vermektir. Bu madde zafiyet bildirir.

"Onlar orada” azapta "umutlarını kesmişlerdir” kurtuluştan ümitsizdirler.

76

Onlara biz zulmetmedik; ancak onlar kendileri zâlimler idiler.

"Onlara biz zulmetmedik; ancak onlar kendilerine zâlimler idiler” benzeri defalarca geçmiştir, hüm zamiri de fasıldır, te'kit içindir.

77

"Ey Mâlik, Rabbin bizi öldürsün!” diye seslendiler. O da:

"Şüphesiz sizler kalıcılarsınızdedi.

"Ey Mâlik, diye seslendiler” kısaltılarak meksûr (ya Mali) yahut Mazmûm (ya Malü) şeklinde de okunmuştur. Belki de bu onların zayıflıklarını akla getirmektedir; öyle ki, lâfzı tamamlamaya mecalleri yoktur. Bunun içindir ki, kısa kesip:

"Rabbin bizi öldürsün” demişlerdir. Mana da: Rabbinden bizi öldürmesini iste demektir. Bu da kada aleyhi deyiminden gelir ki, öldürmek, işini bitirmektir. Bu, ümit kesmiş olmalarına tezat teşkil etmez; çünkü bu, yakarıştır, aşırı ızdıraplarından dolayı ölüm temennisidir.

"O da: Şüphesiz sizler kalıcılarsınız, dedi” ne ölmekle ne de başka bir şeyle kurtulmanıza imkân yoktur.

78

Yemin olsun, gerçekten size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.

"Yemin olsun, gerçekten biz size hakkı getirdik” peygamber göndermek ve kitap indirmekle, bu, cevabın devammdandır, eğer kâle'deki zamir Allah'a gönderilirse, yoksa ondan cevaptır, sanki Allahü teâlâ Mâlik onlara cevap verdikten sonra bu cevabı kendisi üstlenmiştir.

"Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz” çünkü hakka uymak nefsi yorar ve organları takatsiz bırakır.

79

Yoksa bir iş mi kararlaştırdılar? Gerçekten kararlaştıranlar bizleriz.

"Yoksa bir iş mi kararlaştırdılar?” hakkı yalanlamak ve reddetmek için, ondan hoşlanmama ile yetinmeden "gerçekten kararlaştıranlar bizleriz” onları cezalandırmak için. Hitap tarzının değişmesi, bunun, hoşlanmamalarından daha kötü olduğunu bildirmek içindir ya da şöyledir: Yoksa müşrikler Resûl’e hile için bir şey mi kurdular? Asıl biz onlara bir tuzak kurduk. Şu âyet de bunu destekler:

80

Yoksa gerçekten sırlarını ve fısıltılarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır, yanlarındaki elçilerimiz yazıyorlar.

"Yoksa gerçekten sırlarını ve fısıltılarım duymadığımızı mı sanıyorlar?” tuzak hususunda içlerinden geçeni ve fısıldaşmalarını.

"Hayır” biz onları duyuyoruz "yanlarındaki elçilerimiz de” onlardan ayrılmayan hafaza melekleri de "bunu yazıyorlar".

81

De ki: Eğer Rahmân için bir evlât varsa, ona ib adet edenlerin ilki benim.

"De ki: Eğer Rahmân için bir evlât varsa, ona ibâdet edenlerin ilki benim” içinizden; çünkü Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Allah'ı, ona neyin doğru olup olmadığını ve ta'zîm edilmesi gereken şeyin en önemlisini en iyi bilendir. Çocuğuna saygı göstermek de babaya saygı göstermektir. Bundan çocuk olmasının ve ona ibâdet etmenin de doğru olması lâzım gelmez; çünkü imkânsızdan imkânsız lâzım gelir. Bilâkis bundan ikisinin de olmayacağı en derin şekilde murat edilmiştir. Meselâ "eğer yerde ve gökte İlâhlar olsa idi, ikisi de bozulurdu” (Enbiya: 22) âyeti gibi. Ancak şu vardır ki, oradaki lev edâtı iki tarafın da olumsuz olduğunu bildirir; buradaki in edâtı ise onu da karşıtını da ifade etmez. Çünkü o (in edâtı) sadece şart içindir. Bilâkis olumsuzluk bellidir; çünkü lazımın olmaması (çocuğa ibâdet etmek) melzumun da (Allah'ın çocuğunun olmaması) bulunmamasını gerekli kılar.

Ya da mana şöyledir: Allah'ın çocuğu yoktur, ben Mekke halkı içinden onu bir bilenlerin ilkiyim. Hamze ile Kisâî vâv’ın zammı ve lâm'ın sükûnu ile "vüld” okumuşlardır.

82

Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'in Rabbi onların niteledikleri şeyden münezzehtir.

"Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'in Rabbi onların dedikleri şeyden münezzehtir” çocuk sâhibi olmaktan varestedir. Çünkü bu gibi büyük cisimler esas ve devamlı olduklarından diğer cisimler gibi emsal doğurmaktan beridir, artık bunları yoktan var eden ve düzenleyen Hâlik için ne düşünürsün!

83

Öyleyse bırak onları, tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya kadar (bâtıla) dalsınlar ve oynasmlar.

"Öyleyse bırak onları dalsınlar” batıllarının içine "ve oynasınlar” dünyalarında "tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya kadar” kıyâmete kadar. Bu da onların bu sözlerinin cahillik ve keyfilik olduğunu, aynı zamanda kalplerinin mühürlü olup âhirette de azâp göreceklerini gösterir.

84

O ki, gökte de İlâhtır, yerde de İlâhtır. O, hikmet sâhibi, her şeyi bilendir.

"O ki, gökte de ilâh'tır, yerde de İlâhtır” ikisinde de ibâdete müstahaktır. Fissami zarfı ilaha mütealliktir, çünkü o, mabud manasınadır ya da o manayı içermektedir. Meselâ Hüve hatimün filbeledi (o şehirde Hatim'dir, cömerttir) sözü gibi. ilâh yerine Allah okuyan için de aynı şey geçerlidir, o zaman râci zamir mübteda ve mahzûf olur, çünkü sıla haberin müteallakı ve ona atıf dolayısıyla uzamış olur. Fissemai zarfını ilaha haber kılmak câiz değildir, çünkü o zaman ait kalmaz. Ancak sıla kılınır ve ilahun da mahzûf mübteda olursa o zaman sılayı açıklayan cümle olur ve onun gökte olması da uluhiyet manasına olur, orada oturmak manasına olmaz. Bu kelâmda göklerde ve yerde ondan başkasının ilâh olmadığı ve Hanlığın yalnız kendine mahsus olduğu vurgulanmış oluyor.

"O hikmet sâhibidir, her şeyi bilendir” cümlesi de bunun delili gibidir.

85

Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü kendinin olan (Allah) yücedir. Kıyametin ilmi onun yanındadır ve yalnız ona döndürülürler.

"Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin” Meselâ hava gibi "mülkü kendinin olan Allah yücedir". "Kıyametin ilmi onun yanındadır” kıyâmetin kopacak olduğu saatin ilmi onun yanındadır.

"Ve yalnız ona döndürülürler” ceza için. Nâfi', İbn Âmir, Ebû Amr ve Âsım tehdit için üslup değiştirerek te ile (türceun) okumuşlardır.

86

Ondan başka ibâdet ettikleri şeyler şefaate sahip değiller. Ancak bildikleri hâlde hakka şahitlik edenler hariç.

"Ondan başka ibâdet ettikleri şeyler şefaate sahip değiller” nitekim onlar putların Allah katında şefaatçi olduklarını zannederler.

"Ancak bildikleri hâlde şahitlik edenler hariç” tevhide şahitlik eden demektir. İstisna muttasıldır, eğer Mevsûldan Allah'tan başka ibâdet edilenlerin hepsi murat edilirse. O zaman bunun içine melekler de Mesih Îsa da girer. Eğer yalnız putlar murat edilirse istisna munfasıl olur.

87

Yemin olsun, eğer onlara.

"Kendilerini kim yarattı?” diye sorsan, elbette:

"Allahderler. Nasıl da çevriliyorlar?

"Yemin olsun, eğer onlara:

"Kendilerini kim yarattı?” diye sorsan” ibâdet edenlere yahut ibâdet edilenlere sorsan "elbette "Allah” derler” çünkü gayet açık olduğu için onu inkâr etmeleri imkânsızdır.

"Nasıl da çevriliyorlar?” ona ibâdetten başkasına ibâdete.

88

Onun:

"Ya Rabbi, gerçekten onlar îman etmez bir kavimdir demesinin (ilmi de onun yanındadır).

 (Onun demesinin ilmi de onun yanındadır) Resûlün sözünün ilmi demektir. Nasbi da sirrehüm'a ya da saat lâfzının mahalline atıf dolayısıyladır ya da gizli kendi fiili iledir yani ve kâle kıylehu demektir. Âsım ile Hamze de onu saati lâfzına atfederek cer ile (vekıylihi) okumuşlardır. Mübteda olarak rnerfu (ve kıyluhu) da okunmuştur ki, haberi de (ya Rabbi, gerçekten onlar îman etmez bir kavimdir) kavli olur ya da muzâf takdiri ile ilmüs saati'nin üzerine ma’tûftur. Şöyle denilmiştir: O kasemdir, harf-i çerin hazfi ile mensûbtur (uksimü kıylehu) ya da harfi çerin ızmarı ile mecrûrdur (uksimü hjkiylihi) ya da merfû’dur, takdiri de şöyledir: Ve kıyluhu yarabbi kasemiy, inne haülai de cevabıdır.

89

Öyleyse onlardan yüz çevir ve:

"Selâmde. İleride bilecekler.

"Öyleyse onlardan yüz çevir” îmanlarından ümidini keserek onları davetten vazgeç "ve:

"Selâm” de” sizinle silâh bırakışıyoruz.

"İleride bilecekler” bu da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem için tesellidir. Nâfi' ile İbn Âmir te ile (talemun) okumuşlardır ki, Efendimiz bu sözü (ileride bilecekler sözünü) söylemekle memur olur. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle nakledilmiştir: Kim Zuhrûf sûresini okursa kıyâmet gününde kendisine "ey kullarım, size korku yoktur ve üzülmeyeceksiniz” denilen kullardan olur.

0 ﴿