44 / DUHÂN SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. Ancak inna kâşifül azabi âyeti hariç.

57 yahut 59 âyettir.

1

 Ha. Mîm.

Âyetin tefsiri için bak:2

2

 Açıklayan kitaba Yemin olsun.

"Ha. Mîm. Açıklayan kitaba Yemin olsun". O da Kur'ân'dır,l-kitabi'deki vâv atıf içindir, eğer ha-mim yemin edilen şey lursa, yoksa vâv kasem içindir, cevabı da:

3

Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz uyarıcılar idik.

(Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik) kavlidir. O da Kâdir gecesidir ya da Beraet gecesidir ki, indirme onda başlamıştır yahut onda Levh-i Mahfûz'dan toptan dünya göğüne indirilmiş, sonra da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e parça parça indirilmiştir. Gecenin bereketi de bundan dolayıdır, çünkü Kur'ân'ın inmesi dinî ve dünyevî faydaların sebebidir ya da onda meleklerin ve rahmetin inmesi, duanın kabulü, nimetin taksimi ve hükümlerin açıklanması vardır.

"Şüphesiz biz uyarıcılar idik". Bu da indirmeyi gerektiren yeni söz başıdır.

4

 Onda hikmetli her iş ayrılır.

"Onda hikmetli her iş ayrılır” kavli de böyledir. Çünkü onun muhkem işlerin yahut hikmetle ilişkili şeylerin ayrım zamanı olması Kur'ân'ın onda indirilmesini gerektirir ki, o da o işlerin en büyüklerindendir. Fiha yüfraku kavlinin leyle'nin (gecenin) sıfatı, aralarındakinin de itiraz cümlesi olması da câizdir. Gecenin böyle olması onun Kâdir gecesi olduğunu gösterir, çünkü o da "melekler ve rûh Rablerinin izni ile onda her iş için iner de iner” diye nitelenmiştir. Şedde ile yüferraku, yefruku külle de okunmuştur ki, Allah ayırır demektir, nûn ile nefruku da okunmuştur ki, (biz ayırırız demektir).

5

 Katımızdan bir emirle. Gerçekten biz göndericileriz.

 (Katımızdan bir emirle) emren gizli bir fiille mensûbtur, hikmetimize uygun bir emirle demektir, bu da o işi önemsetmek içindir. Emren'in küllin'den yahut emrin'den veyahut hakîm'deki gizli zamirden hâl olması da câizdir, çünkü emrin mevsûftur. Emren'in nehiy (yasak) karşıtı emir olması da câizdir ki, yüfreku'nûn yahut kendi fiilinin mastarı (mef'ûlu mutlakı) olur, çünkü ayrılma emir sebebiyle olmuştur (o da emir sayılır) ya da enzelnahu'nûn iki zamirinden birinden hâl’dir, amiriyne yahut memuriyne demektir.

"Gerçekten biz göndericileriz".

6

 Rabbinden bir rahmet olarak. Şüphesiz o, hakkıyla işiten, her şeyi bilendir.

"Rahmeten min rabbik” bu da inna künna münziriyn'den bedeldir yani Kur'ân'ı indirdik; çünkü kullara kitaplarla peygamber göndermek bizim âdetimizdendir, bu da onlara rahmettir. Rabbi'in zamir yerine konulması, Rabliğin bunu (rahmeti) gerektirmesindendir. Çünkü böyle peygamber göndermek terbiyenin en büyüğüdür ya da rahmeten min rabbik kavli yüfreku'nûn veyahut emren'in illetidir, rahmeten de mef’ûlün bihtiryani o gecede bütün işlerin ayrımı (dökümü) yapılır yahut katımızdan emir yayınlanır, çünkü rahmet göndermek bizim şânımızdır. Zira erzakın ve diğer şeylerin taksimi ve İlâhî emirlerin yayınlanması rahmet türündendir. Rahmettin de okunmuştur ki, tilke rahmettin (o rahmettir) demek olur.

"Şüphesiz o, hakkıyla işiten, her şeyi bilendir” kullarının dediklerini işitir ve hâllerini bilir. İnnehu ve arkasındakiler Rabliği ortaya çıkarmaktadır; çünkü ancak bu sıfatları taşıyan Rabb olur.

7

 Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin Rabbi. Eğer kesin olarak îman edenler iseniz.

(Göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki şeylerin Rabbi) bu da "inne” lâfzının başka bir haberidir yahut yeni söz başıdır. Kûfeli kurralar min rabbike'den bedel olarak cer ile (rabbi) okumuşlardır.

"Eğer kesin olarak îman edenler iseniz” yani kesin bilgisi olanlardan yahut "bunları kim yarattı?” denildiği zaman, Allah, ikrarından emin iseniz, işin bizim dediğimiz gibi olduğunu bilirsiniz demektir ya da eğer kesin bilgi istiyorsanız böyle bilin demektir.

8

Ondan başka ilâh yoktur. Diriltir ve öldürür. Sizin de Rabb'iniz ve sizden öncekilerin de Rabb'idir.

"Ondan başka ilâh yoktur” çünkü ondan başka yaratıcı yoktur "diriltir ve öldürür” nitekim bunu görüyorsunuz.

"Sizin de Rabbiniz ve sizden önceki atalarınızın da Rabb'idir". Rabbike'den bedel olarak cer ile rabbiküm ve rabbi abaiküm şeklinde de okunmuştur.

9

 Hayır, onlar şüphe içinde oynuyorlar.

"Hayır, onlar şüphe içinde oynuyorlar” bu da kesin bilgi sâhibi olduklarını reddir.

10

Gözetle, o günü ki, gök apaçık bir dumanla gelir.

"Gözetle” onlar için bekle "o günü ki, gök apaçık bir dumanla gelir” şiddet ve açlık gününü demektir; çünkü aç kimse gözü zayıf olduğu için göğü dumanlı görür ya da hava kıtlık yılında kararır; çünkü yağmurlar az ve duman çok olur.

Ya da Araplar yaygın şerre duman derler. Onlar ise kıtlığa yakalandılar; öyle ki, köpek leşlerini ve kemiklerini yediler. Gelmenin göğe isnat edilmesi dumanın yağmurları engellemesindendir ya da kıyâmet alâmetlerinden sayılan dumanın görünmesidir. Çünkü aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: Kıyamet alâmetlerinin ilki duman, Îsa aleyhisselâm'ın inmesi ve Adenebyen'den çıkıp insanları mahşere süren ateştir. Duman nedir, dediler; Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bu âyeti okudu ve: Doğu ile batı arasını doldurur; yerde kırk gün kalır. Mü'min nezleye yakalanmış gibi olur, kâfir ise sarhoş gibi olur. Burun ve kulak deliklerinden girer, arkasından çıkar, dedi.

Ya da kıyâmet günüdür, dumanın da iki manaya (hakikat ve mecaz) ihtimali vardır.

11

 İnsanları bürür. Bu, acıklı bir azaptır.

(İnsanları bürür) onları kuşatır, bu da dumanın sıfatıdır.

"Bu, acıklı bir azaptır.

12

Rabbimiz, azâbı bizden aç / kaldır. Gerçekten biz îman edenleriz (derler).

Rabbimiz, azâbı bizden kaldır. Gerçekten biz îman edenleriz” burada gizli kavl (deme) maddesi vardır ve hâl düşmüştür, inna mü'mimin da azâp kalktığı takdirde îman edeceklerine dâir vaattir.

13

 Onlar için öğüt almak nerede! Halbuki onlara açıklayan bir peygamber geldi.

"Onlar için öğüt almak nerede!” Bu durumda nasıl öğüt alacaklar?

"Halbuki onlara açıklayan bir peygamber geldi” hatırlamayı gerektiren bundan büyük âyet ve mu'cizeler getirdi.

14

Sonra ondan yüz çevirdiler ve "öğretilmiş, delidir” dediler.

"Sonra ondan yüz çevirdiler ve: Öğretilmiş, delidir, dediler” birbirlerine, ona Sakifli birinin genç bir kölesi öğretiyor, dediler, başkaları da delidir, dediler.

15

 Şüphesiz biz, azâbı biraz açacağız; şüphesiz siz tekrar (küfre) döneceksiniz.

"Şüphesiz biz azâbı biraz kaldıracağız” aleyhis-salâtü ves-selâm'ın duasıyla, çünkü o dua edince kıtlık kaldırıldı "biraz kaldırıldı” keşfen kalilen yahut zamanen kalilen demektir ki, o da kalan ömürleri kadar demektir.

"Şüphesiz siz tekrar (küfre) döneceksiniz” kaldırılmanın ardından inkâra döneceksiniz. Kim dumanı kıyâmet alâmeti ile tefsir ederse, şöyle der: Duman geldiği zaman kâfirler dua ile feryat ederler, Allah da onlardan kırk gün sonra onu kaldırır. Kaldırır kaldırmaz da dinden dönerler. Kim de onu kıyâmet gününde olanla tefsir ederse, onu şart ve takdir ile te'vil eder (farazi olduğunu söyler).

16

 En büyük tutma ile tutup yakaladığımız gün, gerçekten biz intikâm alanlarız.

 (En büyük tutma ile tutup yakaladığımız gün) kıyâmet günü yahut Bedir savaşı günü, bu da "inna müntekımun” kavlinin gösterdiği fiilin zarfıdır, müntekımun'un değil, çünkü inne edâtı onu bundan men eder ya da yevme te'ti'den bedeldir. Nubtışü de okunmuştur ki, onları büyük yakalamayla yakalatırız demek olur.

Ya da melekleri onların üzerine salarız da onları yakalar demektir.

17

 Yemin olsun, gerçekten kendilerinden önce Fir'avn kavmini denedik. Onlara değerli bir peygamber geldi.

"Yemin olsun, gerçekten kendilerinden önce Fir'avn kavmini denedik” Mûsa aleyhisselâm'ı göndermekle onları denedik ya da süre tanımak ve bol rızık vermekle onları fitneye düşürdük. Te'kit için yahut kavmin kalabalığını göstermek için şedde ile fettenna da okunmuştur.

"Onlara değerli bir peygamber geldi” Allah yanında yahut mü'minlerin nazarında değerli yahut da soyu sopu temiz ve faziletli olduğu için kendisi değerli demektir.

18

 Allah'ın kullarını bana bana teslim edin. Çünkü ben sizin için güvenilir bir peygamberim, diye.

 (Allah'ın kullarını bana teslim edin) bien edduhum (mastariye) onları bana verin ve benimle gönderin yahut Allah'ın hakkı olan îman ve daveti kabul gibi şeyleri yerine getirin, demektir. En edatının enne'den muhaffef ve müfessire olması da câizdir, çünkü elçinin gelmesi risalet ve davetle olur (bu da gerekli kavl maddesi gibidir). "Çünkü ben sizin için güvenilir bir peygamberim” töhmet altında değilim. Çünkü mu'cizeler onun doğruluğunu göstermiştir.

Ya da Allah onu vahyi için emin kılmıştır, bu da emrin illetidir.

19

 Allah'a karşı böbürlenmeyin. Şüphesiz ben size apaçık bir delil getiriyorum, diye.

 (Allah'a karşı böbürlenmeyin) vahyini ve elçisini hor görerek ona karşı kibir göstermeyin. Bu en de iki açıdan ötekisi gibidir.

"Şüphesiz ben size apaçık bir delil getiriyorum” bu da yasağın gerekçesidir. Emin lâfzı ile birlikte eda'nın, alâ lâfzı ile birlikte sultan'ın kullanılmasında pek gizli olmayan bir münasebet vardır.

20

Gerçekten beni taşlamanızdan benim de Rabbime, sizin de Rabbinize sığındım, dedi.

(Gerçekten ben benim de Rabbime, sizin de Rabbinize sığındım) ona iltica ve tevekkül ettim "en tercumunî” döverek veya söverek eziyet etmenizden yahut beni taşla öldürmenizden. Zal'ın te'ye idgamı ile uttü de okunmuştur.

21

Eğer bana îman etmezseniz, benden uzaklaşın.

"Eğer bana îman etmezseniz, benden uzak durun” ne lehime ne de aleyhime olmak üzere beni bırakın, bana kötülük etmeyin; çünkü sizi kurtuluşa davet edenin mükâfatı bu değildir.

22

Böylece Rabbine:

"Gerçekten bunlar bir günahkârlar kavmidir” diye dua etti.

"Böylece Rabbine dua etti” onu yalanlamalarından sonra "gerçekten bunlar bir günahkârlar kavmidir” diye. Hak ettikleri şeyi zikretmekle onlara bedduayı çıtlattı, bunun içindir ki, ona dua dedi. Kavl maddesi gizlenerek kesr ile inne de okunmuştur.

23

Rabbi: "Kullarımı geceleyin yürüt; şüphesiz siz takip edileceksiniz” dedi.

"Rabbi: Kullarımı geceleyin yürüt” yani geceleyin yürüt, dedi yahut durum böyle ise onları yürüt, dedi.

Nâfi', Ebû Amr ve İbn Kesîr sera'dan hemze-i vâsılla (fesri) okumuşlardır.

"Şüphesiz siz takip edileceksiniz” Fir'avn ve ordusu çıktığınızı bilince sizi takip edeceklerdir.

24

"Denizi açık bırak. Çünkü onlar suya boğulan bir ordudur".

"Denizi açık bırak” ağzı genişçe açık olsun yahut sen geçtikten sonra onu olduğu gibi bırak, ona asanla vurma, onun hiçbir şeyini değiştirme ki, ona Kiptiler girsin. (Çünkü onlar suda boğulan bir ordudur) liennehüm manasına feth ile de okunmuştur.

25

Nice bahçeler ve pınarlar bıraktılar.

26

Ekinler ve güzel meclisler.

“ Ekinler ve güzel meclisler” süslü mahfiller ve hoş menziller bıraktılar.

27

İçinde sefa sürdükleri nimetler.

"İçinde sefa sürdükleri nimetler” medsiz fekihiyn de okunmuştur.

28

İşte böyle. Bunları başka bir kavme miras bıraktık.

"Kezâlike” bu çıkarma gibi onları da çıkardık yahut durum böyle demektir. (Bunları miras bıraktık). Bu da mukadder bir fiile atıftır ya da tereke'nin üzerine atıftır.

"Başka bir kavme” kendilerinden olmayan bir topluma ki, onlar da İsrâîl oğullarıdır. Başkalarıdır da denilmiştir, çünkü onlar Mısır'a dönmediler.

29

Onlara gök de yer de ağlamadı ve onlara mühlet de verilmedi.

"Onlara gök de yer de ağlamadı” helâklerine aldırış edilmemesinden ve varlıklarına önem verilmemesinden mecazdır, Meselâ şöyle denir: Onlara yer gök ağladı; ölümü için güneş tutuldu. Bu da tersi durumda söylenir. Haberlerde şöyle gelmiştir: Mü'min öldüğü zaman namaz kıldığı yer, ibâdet mahalli, amelinin çıktığı ve rızkının indiği yer ona ağlar. Onlara gök ve yer halkı ağlamadı da denilmiştir.

"Ve onlara mühlet de verilmedi” başka bir vakte kadar süre de tanınmadı.

30

Yemin olsun, gerçekten İsrâîl oğullarını aşağılayıcı azaptan kurtardık.

"Yemin olsun, gerçekten İsrâîl oğullarını aşağılayıcı azaptan kurtardık” Fir'avn'in köleliğinden ve oğlan çocuklarını öldürmesinden.

31

Fir'avn'den. Gerçekten o, aşırı gidenlerden bir mütekebbir idi.

(Fir'avn'dan) bu da muzâfm hazfi ile azaptan bedeldir (min azabi fir'avne) ya da orantısız azâp ettiği için kendisi azâp sayılmıştır ya da mühiyn lâfzından hâl’dir, mana da onun tarafından gerçekleşen bir azaptan demektir. İstifham olarak "men fir'avn” Fir'avn de kim okunmuştur ki, yaptığı şeytanlık tanınmadığı için o da tanınmaz kabul edilmiştir.

"O aşırı giden bir mütekebbir idi” zulümde ve kötülükte. Minel müsrifiyn ikinci haberdir yani mütekebbir ve müsrif idi demektir ya da âliyen lâfzındaki zamirden hâl’dir yani onların içinden üst tabakadan idi demektir.

32

Yemin olsun gerçekten onları bir bilgi üzerine (bilerek) âlemlerin üzerine seçmiştik.

"Yemin olsun, gerçekten onları seçtik” İsrâîl oğullarını "bir bilgi üzerine” onların buna lâyık olduklarını bilerek ya da onlardan bazı hâllerde sapacak olanları bilmekle beraber "âlemlerin üzerine seçtik” çünkü onlarda peygamberler çok idi ya da kendi zamanmdakilerin üzerine demektir.

33

Onlara içinde apaçık bir imtihan olan âyetlerden vermiştik.

"Onlara âyetlerden verdik” Meselâ denizin yarılması, bulutun gölge etmesi, kudret helvası ve bıldırcın indirilmesi gibi.

"İçinde bir imtihan olan âyetlerden” açık nimet yahut görünür deneme demektir.

34

Gerçekten bunlar elbette diyorlar:

"Gerçekten bunlar” yani Kureyş kâfirleri, çünkü söz onların hakkındadır; Fir'avn kıssası onların da ısrarcılık ve sapıklıkta onlar gibi olduğunu ve onların başına gelenden bunları da uyarmak için verilmiştir.

35

Bu, bizim ancak ilk ölümümüzdür ve biz yeniden diriltilecekler değiliz.

"Bu, bizim ancak ilk ölümümüzdür” sonuç ve akıbet ancak dünya hayatını ortadan kaldıran ilk ölümdür. Bunda ikincisini ispat etme kasdı yoktur, Meselâ: Zeyd ilk haccmı yaptı ve öldü sözü gibi.

Şöyle de denilmiştir: Onlara: Siz bir ölümle öleceksiniz, arkasından da bir hayat gelecektir, nitekim daha önce de ölü idiniz, denildiği zaman: Bu bizim ilk ölümümüzdür, böylesi ölüm ancak ilk ölümdür, dediler.

"Ve biz yeniden diriltilecekler değiliz” kabirlerden kalkacak değiliz.

36

Eğer doğru söyleyenlerden iseniz atalarımızı getirin.

"Bize atalarımızı getirin” bu da kendilerine yeniden dirilmeyi vaat eden peygamber ve mü'minlere hitaptır "eğer doğru söyleyenler iseniz” vaadinizde, o da doğruluğunu göstersin.

37

Onlar mı daha hayırlı yoksa Tübba' kavmi ve onlardan öncekiler mi? Onları helâk ettik. Çünkü onlar suçlular idiler.

"Onlar mı daha hayırlı” kuvvet ve dayanma gücünde "yoksa Tübba' kavmi mi?” Himyerli Tübba' ki, ordular yürüttü, Hiyre şehrini kurdu, Semerkand'i yaptı. Yıktı de denilmiştir. Kendisi mü'min idi, kavmi ise kâfir idi. Onun içindir ki, onları kınamış, kendisini kınamamıştır. Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm da: Tübba' peygamber midir değil midir bilmiyorum, buyurmuştur.

Şöyle de denilmiştir: Yemen Krallarına Tebabia denir, çünkü onlara tâbi olunur, nitekim onlara akyal da denilir, çünkü arkalarına düşülür.

"Ve onlardan öncekiler mi?” Meselâ Âd ve Semûd kavimleri gibi. (Onları helâk ettik) bu da yeni söz başıdır, Tübba kavminin ve onlardan öncekilerin başlarına geleni bildirmek için verilmiştir. Bununla Kureyş kâfirleri tehdit edilmiştir.

Ya da kad edâtı gizlenerek hâl’dir yahut yeni söz başı kabul edildiği takdirde elleziyne mevsûlünden haberdir.

"Çünkü onlar suçlu idiler” bu da helâklerini icap eden ortak noktayı açıklamaktadır.

38

Gökleri, yeri ve aralarındakini oyuncular olarak (oynamak için) yaratmadık.

"Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri yaratmadık” iki cins arasındakileri,ma beynehünne de okunmuştur "oyuncular olarak” eğlenmek için, bu da yeniden dirilmenin doğruluğuna delildir (yer gök insan için yaratılmıştır, bu iş ölmekle bitmez) nitekim Enbiya sûresinde ve diğerlerinde geçmiştir.

39

Biz o ikisini ancak hak ile yarattık. Fakat onların çoğu bilmezler.

"Biz o ikisini ancak hak ile yarattık” delilin gerektirdiği îman ve taattan yahut yeniden dirilme ve cezadan ibaret hak sebebiyle yarattık.

"Fakat onların çoğu bilmezler” çünkü bakışları eğridir.

40

Şüphesiz ayrım günü onların hepsinin belli vaktidir.

"Şüphesiz ayrım günü” hakkın bâtıldan yahut haklının haksızdan ceza günü ayrılma veyahut adamın akraba ve dostlarından ayrılma günü "hepsinin belli vaktidir” nasb ile mikatehüm de okunmuştur ki, o zaman inne'nin ismi olur, yani cezaları için belirlenen gün ayrım günüdür demek olur.

41

O günde dost dosttan hiçbir şey def edemez, ne de onlar yardım olunurlar.

(O günde def edemez) bu da yevmel fasl'dan bedeldir yahut mikatühümun sıfatıdır yahut fasl'ın delâlet ettiği şeyin zarfıdır, onun zarfı değildir.

"Dost” yakını olsun yahut başkası olsun "dosttan” hangi dost olursa olsun "hiçbir şey def edemez” ister ki, az olsun. (Ne de onlara yardım olunur) hüm zamiri birinci mevla lâfzına mana yönünden râcidir, çünkü o geneldir.

42

Ancak Allah'ın merhamet ettiği müstesna. Şüphesiz o, o mutlak gâlib, çok merhametlidir.

 (Ancak Allah'ın merhamet ettiği müstesna) onu affetmek yahut ona yapılan şefaati kabul etmekle. Bu da yunsarun'daki cemi vâv'mdan bedel olarak mahallen merfû’dur ya da istisna olarak mensûbtur.

"Şüphesiz o, o mutlak gâlibtir” azâp etmek istediğine yardım edilmez,

"çok merhametlidir” merhamet etmek istediğine.

43

Gerçekten zakkum ağacı,

(Gerçekten zakkum ağacı) şin'in kesri ile (şicerete) de okunmuştur. Zakkum'ün manası Saffat sûresinde geçmiştir.

44

Günahkârın yiyeceğidir.

"Günahkârın yiyeceğidir” çok günah işleyenin, bundan kâfir murat edilmiştir, çünkü önü de sonu da onu göstermektedir.

45

Erimiş maden gibi karınlarda kaynar.

"Erimiş maden gibidir” eriyinceye kadar ateşte ısıtılan şey gibidir, zeytinyağı tortusu olduğu da söylenmiştir. (Karınlarda kaynar) İbn Kesîr, Hafs ve Rüveys ye ile yağliy okumuşlardır ki, o zaman zamir taam lâfzına gider ya da zakkuma gider, mühl lâfzına gitmez, çünkü cümlenin o ikiden birine hâl olduğu pek açıktır.

46

Sıcak suyun kaynaması gibi.

"Sıcak suyun kaynaması gibi” onun gibi kaynar.

47

Tutun onu; ta cehennemin ortasına sürükleyin onu (denir).

"Tutun onu” burada deyin lâfzı gizlidir, muhataplar da zebanilerdir (sürükleyin onu) utl bir şeyi iyice yakalayıp kuvvetle sürümektir. Hicazlı iki kurra ile İbn Âmir ve Ya'kûb te'nin zammı ile ('tülu) okumuşlardır ki, ikisi de lügattir.

"Cehennemin ortasına” merkezine.

48

Sonra başının üstüne su azabından dökün.

 (Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün) aslı şöyle idi: Yusabbu fevka ruusihimül hamiym; sonra mübalağa için yusabbu min fevki ruusihim azabün hüvel hamim, denildi. Sonra da hafif olması için azab lâfzı hamim'e muzâf kılındı, min de dökülen şeyin kısmî olduğunu bildirmek için zâit kılındı.

49

Tat (azâbı), çünkü sen, (evet) sen, pek izzetli, çok şereflisin.

"Tat azâbı; çünkü sen pek izzetli, çok şereflisin!” yani ona böyle deyin, bu da alay etmek ve iddiasına göre onu azarlamak içindir. Kisâî feth ile enneke okumuştur ki, zuk lieenneke ya da azabe enneke demek olur.

50

Gerçekten bu, sizin şüphe ettiğiniz şeydir.

"Gerçekten bu” şüphesiz bu azâp "sizin şüphe ettiğiniz şeydir” kuşkulanıp tartıştığınız şeydir.

51

Gerçekten sakınanlar emniyetli bir yerdedir.

"Gerçekten sakınanlar (Allah’tan korkanlar) bir yerdedir” bir ikamet yerindedir.

Nâfi' ile İbn Âmir mim'in zammı ile mukamin okumuşlardır.

"Emiyn” sâhibinin afetlerden ve taşınmaktan emin olacağı bir yerdedir.

52

Cennetlerde, pınar (baş)larındadır.

(Cennetlerde ve pınar başlarındadır) bu da makamin lâfzından bedeldir, onun nezihliğini / kötü şeylerden beri olduğunu ve zevk duyulacak yiyecek ve içecekleri içine aldığım göstermek içindir.

53

İnce ve kalın ipekten giyerler, karşılıklı oturarak.

(İnce ve kalın ipekten giyerler) bu da ikinci haberdir yahut câr'daki zamirden hâl’dir ya da yeni söz başıdır. Sündüs ince ipektir, istebrak da kalınıdır, istebreh'ten Arapçalaşmıştır ya da berakat'tan türemiştir.

"Karşılıklı oturarak” daha samimi olmak için meclislerinde böyle otururlar.

54

İşte böyle. Onları iri gözlü hurilere eş yaptık.

"Kezalik” işte böyle, durum bu merkezdedir yahut onlara bu gibi şeyler verdik demektir.

"Onları iri gözlü hurilere eş yaptık” onlara yaklaştırdık, bunun içindir ki, be ile geçişli kılınmıştır. Havra beyaz, ayna da gözleri iri demektir. Onların dünya kadınları yahut başkaları olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir.

55

Orada her meyveyi emniyet içinde isterler.

"Orada her meyveyi isterler” canlarının çektiği meyveleri talep eder ve getirilmesi için emir verirler; zaman ve mekân ayrımı yoktur.

"Emniyet içinde” zarardan emin olarak.

56

Orada ölümü tatmazlar, ancak ilk ölüm hariç. Allah onları cehennem azabından korumuştur.

"Orada ölümü tatmazlar, ancak ilk ölüm hariç” bilâkis devamlı yaşarlar. İllel mevte istisnası munkatıdır ya da muttasıldır, fiha zamiri âhirete râcidir, ölüm de âhiret hâllerinin ilkidir.

Ya da zamir cennete râcidir, mü'min ölmekle ona yaklaşır ve onun içinde imiş gibi yanında görür ya da istisna olumsuzluğu genelleştirmek ve ölümün imkânsızlığını mübalağa etmek içindir. Sanki: Orada ölümü tatmazlar, meğerki ilk ölümü tatmak mümkün ola (o da olmayacaktır).

"Allah onları cehennem azabından korumuştur” mübalağa için vakkahum da okunmuştur.

57

Rabbinden bir lütuf olarak. İşte büyük kurtuluş budur.

 (Rabbinden bir lütuf olarak) bunlar onlara bir ihsan ve bahşiş olarak verilir. Ref' ile de okunmuştur ki, Zâlike fadlun demek olur.

"İşte büyük kurtuluş budur” çünkü o, yaramazlıklardan halâs olmak ve arzulara nâil olmaktır.

58

Ancak onu (Kur'ân'ı) senin diline kolaylaştırdık, belki onlar öğüt alırlar.

"Ancak onu (Kur'ân'ı) senin diline kolaylaştırdık” şöyle ki, senin dilinle indirdik. Bu da sûrenin özeti gibidir.

"Belki öğüt alırlar” anlamaları umut edilir, hatırlamadıklarını hatırlarlar.

59

Bekle; çünkü onlar da beklemekteler.

"Bekle” başlarına gelecek olanı "çünkü onlar beklemektedirler” başına gelecek şeyleri. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kim Duhan sûresini Cuma gecesi okursa, sabaha bağışlanmış olarak çıkar. Kim Duhan sûresini gece okursa, sabahleyin onun için yetmiş bin melek istiğfar ederler.

0 ﴿