45 / CÂSİYEMekke'de inmiştir. 36 yahut 37 âyettir. 1Hâ. Mîm. 2Kitabın indirilmesi çok güçlü, hikmet sâhibi Allah'tandır. (Kitabın indirilmesi) eğer hamim'i mübteda kılarsan, haberi tenzilül kitaptır ki, o zaman bir şey gizleme ihtiyacı duyarsın Meselâ tenzilü hamimin gibi. Eğer onu huruf-ı mukattaa (hece harfleri) sayarsan, tenzilü mübteda, "min-allahil-azîzil-hakîm"i de haberi olur. Şöyle de denilmiştir: Hâ-Mîm kasem edilen şeydir, tenzîlül-kitâbi de sıfatıdır, kasemin cevabı da: 3Gerçekten göklerde ve yerde mü'minler için elbette deliller vardır. (Gerçekten göklerde ve yerde mü'minler için elbette deliller vardır) kavlidir. Bunun da dış manasına göre olma ihtimali de vardır ve mananın, göklerin ve yerin yaratılışında deliller vardır, şeklinde olma ihtimali de vardır. Çünkü: 4Sizin yaratılmanızda ve canlıların yeryüzünde yayılmasında da kesin olarak îman eden bir toplum için deliller vardır. (sizin ve yaydığı hayvanların yaratılışında vardır) buyurmuştur. Bu durumda mâ'nın küm mecrûr zamirine atfı hoş olmaz, bilâkis ona muzâf olana atfı iki ihtimalle de hoş olur (göklerde ya da yaratılışında deliller vardır). Çünkü onların yayılması (dağılması) çeşitliliği, geçimini sağlayacak şeyleri toplaması ve diğerleri, irâde sâhibi Yaratıcının varlık delilleridir. (Kesin olarak îman eden bir toplum için deliller vardır). Bu da inne ile isminin mahalline göredir, ma’tûftur. Hamze, Kisâî ve Ya'kûb inne'nin ismine hamlederek nasb ile (ayatin) okumuşlardır. 5Gece ile gündüzün art arda gelmesinde, Allah'ın gökten indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği rızıkta ve rüzgârları çevirmesinde akıllarını çalıştıran bir toplum için ibretler vardır. "Gece ile gündüzün art arda gelmesinde, Allah'ın gökten indirip de onunla yeryüzünü ölümünden” kurumasından "sonra dirilttiği rızıkta” yağmurda, ona rızık demesi sebebi olduğu içindir "ve rüzgârları çevirmesinde” yönlerini ve durumlarını değiştirmesinde. Hamze ile Kisâî tekil olarak "ve tasrifir rihi” okumuşlardır. "akıllarını çalıştıran bir toplum için ibretler vardır". Bu ayatün'de de (yukarıda geçen) iki kırâat vardır, bu okuyuşa göre iki âmile - fî ile mübdedalık yahut inne'dir - atfı lâzım gelir, ancak fî'nin gizlenmesi yahut ihtisas üzere nasb ile ayatin okunması veyahut hiye'nin takdir edilmesiyle Merfû' okunması hariçtir. Belki de üç âyet sonlarının farklı oluşu âyetlerin dikkat ve görünüş itibarı ile farklı olmasındandır. 6İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir; onları sana hak ile okuyoruz. Allah'tan ve âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? "İşte bunlar Allah'ın âyetleridir” yani bu âyetler onun delilleridir (onları sana okuyoruz) bu da âyetlerden hâl’dir, âmili de işaretteki manadır "hak ile” bizler hak ile ya da âyetler hak ile ilişkili olarak. "Allah'tan ve âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?” yani badellahi, ba'de ayatillahi demektir. Allah isminin başa alınması mübalağa ve ta'zîm içindir, tıpkı: A'cebeni zeydün ve keremuhu ('acebeni keremü zeydin demektir) sözünde olduğu gibi. Ya da Allah'ın sözünden sonra demektir ki, o da Kur'ân'dır, Meselâ "Allah sözün en güzelini indirdi” (Zümer: 23) kavli gibi. Onun âyetleri de okunan delilleridir ya da Kur'ân'dır. Atıf da iki sıfatın değişik olmasındandır (değişik olmazsa iki şey birbirine atfedilmez). Hicazlı iki kurra ile Hafs, Ebû Amr ve Rûh geçene uyması için ye ile yü'minun okumuşlardır. 7Her çok yalancının, çok günahkârın vay hâline! 8Kendisine okunan Allah'ın âyetlerini işitir, sonra da onları işitmemiş gibi büyüklük taslamakta ısrar eder. İşte onu acıklı bir azapla müjdele. "Kendisine okunan Allah'ın âyetlerini işitir, sonra da onun üzerinde ısrar eder” küfrünün üzerinde "büyüklük taslayarak” âyetlere îmandan. Sümme edâtı durumu uzak görmek içindir, cümle de hâl yerindedir. Meselâ şu beyitte olduğu gibi: Ölüm risklerini görür, sonra da onların üzerine gider. (Onları işitmemiş gibi) keen, keennehu'dan tahfif edilmiştir, hu zamir-i şan'ı hazf edilmiştir. Cümle de hâl yerindedir. Yani işitmemiş gibi ısrar eder demektir. "İşte onu acıklı bir azapla müjdele". İsrarından dolayı, müjde ya esas manasındadır ya da alay etmek içindir. 9Âyetlerimizden bir şey bildiği zaman onu eğlence edinir. İşte onlar için alçaltıcı bir azâp vardır. "Âyetlerimizden bir şey bildiği zaman” ona âyetlerimizden biri ulaşır da onlardan olduğunu bilirse "onları eğlence edinir” o bildiği şeyden dolayı, onlarda eğlencelik bir şey görmediği hâlde. İttehazeha'daki zamir âyetlere gitmektir, bunun faydası da şunu bildirmek içindir ki, bir söz işitir de onun âyetlerden olduğunu bilirse, bütün âyetlerle dalga geçer ve işittiği ile yetinmez. Ya da zamir şey'en lâfzına râcidir, çünkü o da âyet manasınadır. "Onlar için aşağılayıcı bir azâp vardır". 10Arkalarından da cehennem. Ne kazandıkları şeyler ne de Allah'tan başka edindikleri dostlar, onlardan hiçbir şey gidermez. Onlar için büyük bir azâp vardır. "Arkalarından da cehennem” kuddam önlerinden demektir, çünkü ona yönelmişlerdir ya da arkalarından demektir; çünkü ecellerinden sonradır. "Kazandıkları şeyler onlardan def etmez” kazandıkları mallar ve evlatlar "hiçbir şey” Allah'ın azabından. "Ne de Allah'tan başka edindikleri dostlar” yani putlar. "Onlar için büyük bir azâp vardır". Tâhâmmül edemeyecekleri büyüklükte bir azâp vardır. 11İşte bu hidâyettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenler için çok şiddetli acı verici bir azâp vardır. (İşte bu hidâyettir) işâret Kur'ân'adır, şu âyet de onu gösterir: "Rablerinin âyetlerini inkâr edenler için çok şiddetli acı verici bir azâp vardır". İbn Kesîr, Ya'kûb ve Hafs ref ile elimün okumuşlardır. Burada geçen ricz de şiddetli azaptır. 12Allah odur ki, denizi size ram etti ki, onda gemiler emri ile aksın ve onun lütfünden arayasınız. Belki şükredersiniz. "Allah odur ki, denizi size ram etti” onu düz dam gibi yaptı ki, içine giren ahşap gibi şeyler yüzüne çıksın ve içine dalmaya engel olmasın. "Onda gemiler emri ile aksın” siz içindeyken onu emrinize vermekle. "Ve onun lütfünden arayasınız” ticaret, dalgıçlık, av vb. gibi. "Belki şükredersiniz” bu nimetlere. 13Göklerde ve yerde ne varsa, hepsini kendinden size ram etti. Şüphesiz bunda iyi düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır. "Göklerde ve yerde ne varsa, hepsini size ram etti” sizin menfaatinize yaratmakla (kendinden) bu da mâ edatından hâl’dir yani bu şeyleri kendinden olarak emrinize verdi demektir. Ya da minhü mahzûf mübtedanın haberidir yani hiye cemian minhü demektir. Ya da mafissemavatinin haberidir. Sahhare leküm de te'kit içindir ya da lima filardı'nın haberidir. Minneten de okunmuştur ki, memlun leh olur. Mennuhu da okunmuştur ki, sahhara'nın fâili olur, bu da mecâzî bir şekildedir. Ya da mennuhu mahzûf mübtedanın haberidir yani Hâza mennuhu (bu onun lütfüdür demektir). "Şüphesiz bunda iyi düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır” Allah'ın sanat eserlerini düşünenler için. 14Îman edenlere söyle, Allah'ın günlerini ummayan kimseleri bağışlasınlar ki, Allah bir toplumu kazandıkları şeyle mükâfatlandırsın. (Îman edenlere söyle bağışlasınlar) denen söz hazf edilmiştir, çünkü cevap onu göstermektedir. Mana da şöyledir: Onlara söyle bağışlasınlar yani affedip onlardan geçsinler. "Allah'ın günlerini ummayanları bağışlasınlar” Allah'ın, düşmanlarına yaptığı şeyleri demektir. Bu da Eyyamul Arab sözünden gelir ki, Arapların savaş gibi önemli günleridir. Ya da Allah'ın mü'minlere yardım ve sevap vaadettiği vakitleri demektir. Âyet Hazreti Ömer radıyallahü anh hakkında indi; Gıfar kabilesinden biri ona kötü söyledi, o da onu hırpalamak istedi. Âyetin savaş ayetiyle mensûh olduğu da söylenmiştir. "Allah bir toplumu kazandıkları şeyle mükâfatlandırsın” bu da bağışlama emrinin gerekçesidir. Toplum da ya mü'minlerdir ya kâfirlerdir ya da her ikisidir. O zaman kavmin'in nekire olması ta'zîm içindir ya da tahkir içindir yahut da her ikisi içindir. Kazandıkları şey de ya bağışlamadır ya kötülüktür ya da daha ikisini de içine alan bir şeydir. İbn Âmir, Hamze ve Kisâî nûn ile linecziye okumuşlardır. Veliyücza kavmün de okunmuştur ve liyücza kavmen de okunmuştur yani liyüczilhayru yahut liyüczeşerrü veyahut liyüczel cezau demektir, bu ceza da amelin karşılığı demektir, mastar değildir. Çünkü mef’ûlün bih varken fiili ona (mastara) isnat etmek zayıftır. 15Kim iyi bir şey yaparsa, kendi lehinedir. Kim de kötülük ederse, kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. "Kim iyi bir şey yaparsa, kendi lehinedir. Kim de kötülük ederse, kendi aleyhinedir". Yani amelin sevabı ve cezası onadır demektir. "Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” cezanız amellerinize göredir. 16Yemin olsun, gerçekten İsrâîl oğllarma kitabı, hükmü ve peygamberliği verdik; onlara temiz şeylerden rızık ettik ve onları âlemlere üstün kıldık. "Yemin olsun, gerçekten İsrâîl oğullarına kitabı verdik” Tevrat'ı "hükmü” teorik ve pratik hikmeti yahut davaların hallini "ve peygamberliği". Çünkü onlardan diğerlerinde olmadığı kadar çok peygamber gelmiştir. "Onlara temiz şeylerden rızık ettik” Allah'ın helâl kıldığı lezzetli şeylerden "ve onları âlemlere üstün kıldık” çünkü diğerlerine vermediğimizi onlara verdik. 17Onlara işten açık deliller verdik. Onlarsa ancak kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki ihtirastan dolayı ihtilâf ettiler. Şüphesiz Rabbin ihtilâf ettikleri şeyde kıyâmet gününde aralarında hüküm verecektir. "Onlara işten verdik” Dîn işinden deliller verdik, bunların içinde mu'cizeler de vardır. Peygamber aleyhis-salâtü ves-selâmın durumu ile ilgili, onun doğruluğunu gösteren âyetler de denilmiştir. "İhtilaf etmediler” o işte "ancak kendilerine ilim geldikten sonra ihtilâf ettiler” gerçek durumu anlatan ilimden sonra "sırf aralarındaki ihtilaftan dolayı” düşmanlık ve hasetten ötürü. "Şüphesiz Rabbin ihtilâf ettikleri şeyde kıyâmet gününde aralarında hüküm verecektir". Cezalandırmak ve mükâfatlandırmakla karar verecektir. 18Sonra seni de işten bir şerîat üzerinde kıldık; sen de ona uy ve bilmeyenlerin keyiflerine uyma. "Sonra da seni bir şerîat” yol "üzerinde kıldık” "işten” Dîn işlerinden; "sen de ona uy” delillerle sâbit olan şerîatına tâbi ol "bilmeyenlerin keyiflerine uyma” şehvetlerinin ardına düşen Câhillerin keyiflerine uyma. Onlar da Kureyş'in ileri gelenleridir; atalarının dinine dön, dediler. 19Gerçekten onlar senden Allah'tan gelecek hiçbir şeyi savamazlar. Gerçekten zâlimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sahiplerinin dostudur. "Gerçekten onlar senden Allah'tan gelecek hiçbir şeyi savamazlar” Allah'ın sana yapmak istediğinden, "Gerçekten zâlimler birbirlerinin dostlarıdır” çünkü benzerlik kaynaşmanın sebebidir; öyleyse keyiflerine uyarak onlara dost olma. "Allah takva sahiplerinin dostudur” takva ve şerîatı tatbik etmekle ona dost ol. 20İşte bu Kur'ân, insanlar için açık belgeler, kesin olarak îman eden bir toplum için de bir doğruluk rehberi ve bir rahmettir. (İşte bu) Kur'ân yahut şerîata uyma "insanlar için basiretler/açık belgeler “ onlara kurtuluşun nerede olduğunu gösteren belgelerdir "bir rehberdir” sapıklıktan kurtaran "ve bir rahmettir” Allah'tan bir nimettir. “ kesin olarak îman eden bir toplum için” gerçeği arayan toplum için. 21Kötülükleri kazananlar; kendilerini dirimleri ve ölümleri eşit olmak üzere îman edip iyi şeyler yapanlar gibi kılacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hükmediyorlar! (Kötülükleri kazananlar zan mı ettiler?) Em edâtı munkatıadır, ondaki hemzenin manası da zanlarını red içindir. İctirah lâfzı da kazanmak manasınadır, cariha (organ) kelimesi de bundan gelir. (Îman edip iyi şeyler yapanlar gibi kılacağımızı mı sandılar) bu da necalü fiilinin ikinci mef'ûlüdür "sevaen mahyahum ve mematuhum” da ondan bedeldir, eğer zamir birinci ism-i Mevsûla giderse, çünkü benzerlik ondadır. Zira mana hayat ve mematlarının parlaklık ve saygınlıkta eşit olmasıdır, Meselâ mü'minlerde olduğu gibi, Hamze, Kisâî ve Hafs'ın bedel olarak ya da kâf'taki zamirden bedel olarak ya da kâf hâl olmak üzere mef'ûl olarak nasb ile sevaen okumaları da bunu gösterir. Eğer zamir ikinci Mevsûla râci olursa, esvaün ondan hâl’dir ya da inkârı gerekli kılan yeni söz başıdır. Eğer zamir her iki Mevsûla râci olursa, kaftan bedeldir yahut ikisinden yani bizzat ikinci ile birincinin zamirinden hâl’dir. Mana da öldükten sonra eşit olmalarını yahut dokunulmamalarını reddir, tıpkı hayatta iken rızıkta ve sıhhatta eşit oldukları gibi. Ya da yeni söz başıdır, her sınıfın hayat ve mematta hidâyet ve sapıklıkta eşit olmalarını tespit içindir. Nasb iie mematehüm de okunmuştur; hayetehüm ve mematehüm zarf olur, tıpkı makdemel hâcci (hacıların gelme vakti) kavlinde olduğu gibi. "Ne kötü hükmediyorlar!” bu hükümleri ne kötüdür ya da verdikleri bu hüküm ne kötüdür demektir. 22Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı; bir de her nefis kazandığı şeyle cezalansın diye. Onlar zulmedilmezler. "Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı” sanki bu da geçen hükmün delili gibidir; çünkü bunları adaleti gerektiren hak ile yaratmak, mazlumun hakkını zâlimden almayı ve iyilik edenle kötülük eden arasında fark olmayı zorunlu kılar; eğer dünyada olmazsa âhirette olmasını gerektirir. (Bir de her nefis kazandığı şeyle cezalansın diye) bu da bilhakkı'nın üzerine atıftır, çünkü illet manasındadır ya da gizli bir illete atıftır Meselâ liyüdelle biha alâ kudretihi yahut liyadile ve velitücza gibi. "Onlar zulmedilmezler” sevabı azaltmak ve azâbı katlamak suretiyle. Buna zulüm denilmesi - ki, eğer Allah yapsa idi zulüm olmazdı - başkası yaptığı takdirde zulüm olacağındandır; Meselâ belâ verme ve deneme gibi (bunlar da Allah'tan olursa zulüm olmaz). 23Kendini ilâh edineni gördün mü? Allah onu bilerek şaşırttı, kulağının ve kalbinin üzerine mühür vurdu. Gözünün üzerine de perde çekti. Artık ona Allah'tan sonra kim hidâyet eder? Öğüt almıyor musunuz? “ Kendini ilâh edineni gördün mü?” hidâyete tâbi olmayı bırakıp da taparcasına nefsanî arzularına tâbi olanı gördün mü? Çoğul olarak âliheten hevahu şeklinde de okunmuştur, çünkü bazıları bir taşı beğenir ona ibâdet ederdi. Ondan daha güzelini bulunca onu bırakır başkasına tapardı. "Allah onu şaşırttı” perişan etti "bilerek” şaşkınlığını ve rûh cevherinin bozukluğunu bilerek. "Kulağının ve kalbinin üzerine mühür vurdu” artık vaazlara aldırmaz ve âyetler üzerinde düşünmez. "Gözünün üzerine de perde çekti” artık basiret ve ibret gözüyle bakmaz. Hamze ile Kisâî ğaşveten okumuşlardır. "Artık ona Allah'tan sonra kim hidâyet eder?” onu saptırdıktan sonra. "Öğüt almıyor musunuz?” tetezekkerun şeklinde de okunmuştur. 24Hayat ancak dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz, diriliriz. Bizi ancak zaman helâk eder, dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece zannediyorlar. "Dediler: O değildir” hayat yahut hâl değildir "ancak dünya hayatımızdan ibarettir” içinde bulunduğumuz hayattan. "Ölürüz, diriliriz” ölüler oluruz, ondan önce de meniler oluruz, bunun ardından da yaşarız yahut bizler ölürüz, evlatlarımızın kalmasıyla da yaşarız yahut bazılarımız ölür, bazılarımız yaşar yahut burada bize ölüm ve hayat gelir, arkasında hayat yoktur. Bundan onların rûh göçünü kastetmeleri de muhtemeldir, çünkü birçok puta tapanların itikadı böyledir. "Bizi ancak zaman helâk eder” ancak zamanın geçmesi helâk eder. Dehr lâfzı aslında âlemin devam süresidir, deherehu deyiminden gelir ki, mağlup edip ezmektir. "Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur” yani olayların feleklerin hareketlerine nispet edilmesinde ve bunlara doğrudan bağlı olmasında ya da yeniden dirilmeyi ya da her ikisini inkâr etmede bilgileri yoktur. "Onlar sadece zannediyorlar” çünkü buna karşı delilleri yoktur, bunu ancak taklide ve hissetmedikleri şeyi inkâra binâen dediler. 25Onlara âyetlerimiz apaçık okunduğu zaman delilleri, sadece: Eğer doğru söylüyorsanız bize atalarımızı getirin demeleri” oldu. "Onlara âyetlerimiz apaçık okunduğu zaman” inançlarına ters şeyleri gösteren âyetlerimiz yahut bunu açıklayan âyetlerimiz okunduğu zaman "onların delilleri olmadı” karşı koyacak bir tutamakları olmadı "ancak: Eğer doğru söylüyorsanız, bize atalarımızı getirin, demeleri oldu” buna delil demesi onların zanlarma, bu manaya almalarına göredir ya da: "Aralarında selamlaşma can yakıcı darbedir” kavli kabilindendir (gerekenin yerine zıddını koymaktır, ikram yerine darbe vurmaktır). Çünkü bir şeyin o anda olmamasından her zaman olmayacağı anlaşılmaz (ataları şimdi gelmezse kıyâmette gelecektir). 26De ki: "Sizi Allah diriltir, sonra da öldürür. Sonra da sizi onda şüphe olmayan kıyâmet gününde toplar. Ancak insanların çoğu bilmezler. "De ki: Sizi Allah diriltir, sonra da öldürür” delillerin gösterdiği gibi "sonra da sizi onda şüphe olmayan kıyâmet gününde toplar". Çünkü baştan yaratanın tekrar etmeye de gücü yeter. Hikmet bu toplanmayı gerekli kılmıştır, nitekim defalarca geçmiştir. Âyetlerle tasdik edilen vaat bunun olacağını göstermektedir. Böyle olunca onların atalarını getirmek de mümkün olur. Ancak hikmet bunun ceza için toplanma gününde olmasını gerekli kılmıştır. "Ancak onların çoğu bilmezler” çünkü düşünceleri kıttır ve görüşleri madde ile sınırlıdır. 27Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyamet koptuğu günde, o gün batılcılar ziyan ederler. "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır” bu da kudreti tahsisten sonra genellemedir. "Kıyamet koptuğu günde, o gün batılcılar ziyan ederler” yani kıyâmet gününde ziyan ederler demektir, yevmeizin de ondan bedeldir. 28Her ümmeti toplu hâlde görürsün. Her ümmet kitabına çağrılır. "Bugün ancak yaptıklarınızla cezalandırılırsınız” denilir. "Her ümmeti toplu hâlde görürsün” toplu hâlde demektir, bu da cesve'den gelir ki, cemâat manasınadır ya da bariketen demektir ki, diz çökerek tetikte durmaktır. Caziyeten de okunmuştur ki, fırlamak için parmak uçları üzerine durmaktır. "Her ümmet kitabına çağrılır” amel defterlerine. Ya'kûb külle okumuştur ki, birinciden bedel, tüd'a da sıfat yahut ikinci mef'ûl olur. "Bugün ancak yaptıklarınızla cezalandırılırsınız” burada kavl maddesi gizlidir, onlara böyle denilir. 29İşte bu kitabımız, size karşı hakkı konuşur. Gerçekten biz yaptıklarınızı kaydediyor idik. (İşte bu kitabımız) amel defterlerini kendine nispet etmesi meleklere yazmalarını emretmesindendir. "Size karşı hakkı konuşur” ne artık ne eksik yaptıklarınıza şahitlik eder. "Gerçekten biz yapaklarınızı kayıt ediyorduk” amellerinizi meleklere yazdırıyorduk. 30Îman edip iyi şeyler yapanlara gelince, Rableri onları rahmetine sokacak. İşte bu, apaçık kurtuluştur. "Îman edip iyi şeyler yapanlara gelince, Rableri onları rahmetine sokacak” bunlardan biri de cennettir. "İşte bu, apaçık kurtuluştur” açıktır, çünkü şaibelerden uzaktır. 31Kâfirlere gelince: "Sizlere âyetlerim okunmuyor mu idi de büyüklük tasladınız ve bir günahkârlar toplumu oldunuz?” denilir. "Kâfirlere gelince: Size âyetlerim okunmuyor mu idi?” yani onlara: Size elçilerim gelmedi mi, size âyetlerim okunmuyor mu idi, denilir. Böylece kavl maddesi ve onun üzerine atfedilen şey hazf edilmiş, maksatla yetinilmiş, karine diğerlerine ihtiyaç bırakmamıştır. "Büyüklendiniz” onlara îman etmekten "ve bir günahkârlar toplumu oldunuz” günahı âdet edinen bir toplum, 32Gerçekten Allah'ın vaadi haktır. Kıyamette şüphe yoktur, denildiği zaman: "Biz bilmiyoruz, kıyâmet nedir? Biz ancak zannediyoruz. Biz kesin olarak mü'minler değiliz, dediniz. "Gerçekten Allah'ın vaadi” vaat lâfzının vaat edilen şeye de mastara da ihtimali vardır "haktır” o ve alakalı olduğu şeyler mutlaka olacaktır "kıyâmette şüphe yoktur denildiği zaman” burada maksat kıyâmet olduğu için tek başına zikredilmiştir. Hamze inne'nin ismine atfederek nasb ile vessaate okumuştur. "Biz bilmiyoruz, kıyâmet nedir, dediniz?” garipseyerek kıyâmet ne ola ki, dediniz. "Biz ancak zannediyoruz", dediniz. Aslı nazunnu zannen'dir, başına nefiy ve istisna harfleri getirilmiştir, bu da zannı tespit etmek ve ondan başkasını bertaraf etmek içindir ya da mübalağa için bunun dışındaki zanlarını yok etmek içindir. Sonra da: "Biz kesin olarak îman edenler değiliz” sözü ile bunu pekiştirdi. Yani kıyâmetin mümkün olduğundan emin değiliz demektir. Belki de bunu bazıları demişti, bunlar kıyâmet hakkında atalarından duydukları ile kendilerine okunan âyetler arasında şaşırıp kalınca böyle demişlerdir. 33Yaptıkları şeyin kötülükleri onlara göründü ve alay ettikleri şeyler onları kuşattı. "Yaptıkları şeylerin kötülüğü onlara göründü” olduğu gibi bütün çıplaklığı ile göründü, bu, çirkinliğini tanıyıp akıbetinin vehametini gözleriyle görmekle olur ya da cezasını görmekle olur "ve alay ettikleri şeyler onları kuşattı” ki, o da cezasıdır. 34Siz bugününüze kavuşmayı nasıl unuttunuzsa, biz de bugün sizi unutacağız. Barınağınız ateştir. Sizin için yardımcılar da yoktur, denildi. "Onlara şöyle denildi: Bugün sizi unutacağız” sizi unutulan şey gibi azapta terk edeceğiz "siz bugününüze kavuşmayı nasıl unuttunuzsa” ona hazırlanmayı terk edip de onunla ilgilenmediğiniz gibi. Lika lâfzının yevm'e izafesi mastarın zarfına izafesi gibidir (mecâzîdir). "Barınağınız ateştir. Sizin için yardımcılar da yoktur” sizi bundan kurtaracak. 35İşte bu size; çünkü Allah'ın âyetlerini eğlence edindiniz ve dünya hayatı sizi aldattı. İşte bugün oradan çıkarılmazlar ve onlardan özür talep edilmez. "İşte bu size: çünkü siz Allah'ın âyetlerini eğlence edindiniz” onlarla eğlendiniz ve onların üzerinde düşünmediniz. "Dünya hayatı sizi aldattı” siz de ondan başka hayat yok sandınız. "İşte bugün oradan çıkarılmazlar” Hamze ile Kisâî ye'nin fethi ve ra'nın zammı ile (lâ yahrucun) okumuşlardır. "Ve onlardan özür talep edilmez” onlardan nzalık istenmez, çünkü zamanı geçmiştir. 36Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi Allah'ındır. "Hamd; göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi Allah'ındır” çünkü her şey nun nimetidir ve onun kemal-i kudretini göstermektedir. 37Göklerde ve yerde büyüklük yalnız onundur. O mutlak gâlib, hikmet sâhibidir. "Göklerde ve yerde büyüklük yalnız onundur” çünkü eseri onlarda görülmektedir. "O mutlak gâlibtir” mağlup edilmez "hikmet sâhibidir” kaza ve kaderinde. Öyleyse ona hamd ve itâat edin. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kim Hamim Casiye sûresini okursa, Allah onun ayıbım örter ve hesap gününde korkusunu dindirir. |
﴾ 0 ﴿