47 / MUHAMMED Aleyhisselâm

Kıtâl sûresi de denilir.

Mekke'de inmiştir. Medîne'de indiği de söylenmiştir.

37 yahut 38 veyahut 40 âyettir.

1

 Kâfir olup (başkalarını) Allah'ın yolundan çevirenler var ya, onların amellerini boşa çıkarmıştır.

"Kâfir olup da Allah'ın yolundan çevirenler” İslâm'a girmekten ve yoluna gitmekten çekinenler yahut insanları ondan men edenler, Meselâ Bedir savaşında yemek yedirenler gibi yahut Kureyş şeytanları gibi yahut ehl-i kitaptan ısrar edenler gibi veyahut genel olup bütün inkâr ederek hak yoldan sapanlar gibi "Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır". Sıla-i rahim, esirleri salıverme, komşuluk hakkına riayet gibi asil hareketleri zayidir, küfür sebebiyle boşa gitmiştir.

Ya da onun içinde eriyip kaybolmuştur Meselâ suyun sütte kaybolduğu gibi.

Ya da yaptıkları sapıklıktır, çünkü onunla Allah rızâsı aranmamıştır veyahut Allah yaptıklarını bozmuştur, meselâ Resûlü için kurdukları tuzaklar, başkalarını ondan çevirmek gibi, bunu da Resûlüne yardım etmek ve dininini bütün dinlere gâlip getirmekle yapmıştır.

2

 Îman edip iyi şeyler yapanlar ve Muhammed'e Rabbinden indirilen hakka îman edenler var ya, Allah onların da kötülüklerini örttü ve durumlarım düzeltti.

"Îman edip iyi şeyler yapanlar” bu da Muhâcirleri, Ensâr'ı ve ehl-i kitap ve diğerlerinden îman edenleri içine alır "ve Muhammed'e Rabbinden indirilene îman edenler” bu da îman etmek gereken şeylerden ona indirileni tahsis etmektedir. Bu da onu büyütmek, îmanın onsuz tamamlanmayacağım bildirmek ve onun asıl olduğunu göstermek içindir. Bundan dolayıdır ki,

"o da Rablerinde gelen haktır” sözüyle onu pekiştirmiştir. Bu hasr maksismiyle getirilmiş ara cümledir. Onun hak olması nesh edilmez şekilde nasih olmasındandır. Malum sıygasıyla nezzele, enzele ve sülasiden nezele de okunmuştur.

"Allah onların kötülüklerini örttü” îman ve iyi amelle kapattı "durumlarım düzeltti” Dîn ve dünya işlerinde tevfîk ve desteğiyle düzeltti.

3

 Bu, şu sebepledir ki, kâfirler batüa uydular; gerçekten îman edenler de Rablerinden gelen hakka uydular. İşte. böyle misaller getirir.

 (Bu) geçen saptırmaya, kâfir kılmaya ve düzeltmeye işarettir, mübteda’dır, haberi de (şu sebepledir ki, kâfirler bâtıla uydular; gerçekten îman edenler de Rablerinden gelen hakka uydular) cümlesidir. Ötekilerin bâtıla uyma, berikilerin de hakka uymaları sebebiyledir. Bu da yukarıda üstü kapalı verilen şeyin açıklamasıdır, bunun içindir ki, ona tefsir denilir. (Bunun gibi) bu misal verme gibi "Allah insanlara misal verir” onlara açıklar "misallerini” her iki grubun hâllerini yahut insanların hâllerini misal verir ya da bâtıla uymayı kâfirlerin ameline, saptırmayı ellerinin boş kalmasına misal verir; hakka uymayı mü'minlere misal verir ve kötülüklerinin örtülmesini de kurtuluşlarına misal verir.

4

 Kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları kırıp geçirdiğiniz zaman bağı bağlayın. Ondan sonra ya lütfetmek ya da fidye almak vardır. Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar. Durum bu. Eğer Allah dilerse elbette onlardan intikâm alır. Ancak kiminizi kiminizle denemek için böyle yapıyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacak.

"Kâfirlerle karşılaştığınız zaman” savaşta (boyunlarını vurun) aslı fadribur rikabe darben demektir; fiil hazf edildi, mastar başa alındı ve tekidin yanı sıra kısa olması için mef’ûlüna muzâf olarak yerine geçirüdi. Öldürme yerine "boyunlarını vurun” mümkün olduğu kadar boyun vurma ile olması ve bunu en çirkin şekilde tasvir etmek içindir.

"Nihayet onları kırıp geçirdiğiniz zaman” çok öldürüp de onlara sert davrandığınız zaman demektir ki, bu da sahîn kökünden gelir ki, kalın ve kaba demektir,

"bağı bağlayın” onları esir edin, gözaltına alın. Feth ile vesak yahut kesr ile visak bağlamada kullanılacak şeydir.

"Ondan sonra ya lütfetmek ya da bırakmak kalır” yani feimma temunnune mennen ev tefdune fidaen demektir. Maksat esir aldıktan sonra salıvermekle fidye almak arasında serbest bırakmaktır. Bu da bizce (Şâfiîlerce) sabittir; çünkü hür mükellef esir alınınca devlet başkanı öldürmek, salıvermek ve fidye almak arasında serbesttir. Hanefilere göre köle yapmak neshedilmiştir ya da Bedir savaşı ile tahsis edilmiştir. Çünkü onlar öldürmek ya da esir almaktan başkası yoktur (dar-ı harbe salıverilmez) derler. Asan vezninde feden de okunmuştur.

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar". Lâzım olan araç ve gereçlerini demektir Meselâ süah ve at gibi yani savaş bitip geride Müslüman yahut barış yapandan gayrisi kalmayıncaya kadar demektir. Savaşın günahları kalmayıncaya kadar da denilmiştir ki, mana şöyle olur; Savaşanlar şirklerini ve masiyetlerini bırakıncaya kadar. Bu da boyun vurmanın yahut bağlamanın yahut salıvermenin veyahut fidye almanın veyahut da hepsinin sonucudur. Şu manaya ki, bu hükümler onların hakkında geçerlidir Tâ ki, müşriklerin güçleri kırılmakla savaş imkânları kalmasın. Hazreti Îsa'nın inmesiyle de denilmiştir. (Durum bu) yani vaziyet bundan ibarettir ya da onlara bunu yapın demektir.

"Eğer Allah dilerse onlardan intikâm alır” köklerini kazımakla.

"Ancak kiminizi kiminizle denemek için böyle yapar” fakat size savaşmanızı emretmiştir ki, mü'minleri kâfirlerle denesin, Meselâ onlarla cihâd edip büyük sevap kazanmakla ve kâfirleri de mü'minlerle denesin, Meselâ onların elleriyle onlara biraz azâp etsin de bazıları küfürlerini terk etsinler.

"Allah yolunda savaşanlara gelince” yani cihâd edenlere gelince demektir. Basralı iki kurra ile Hafs kutilu okumuşlardır ki, şehit düşenlere gelince demektir.

"Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacaktır” zâyi etmeyecektir. Dalle babından yedülü ve meçhul kalıbı ile yüdallü de okunmuştur.

5

 Onlara hidâyet edecek ve durumlarım düzeltecek.

"Onlara hidâyet edecek” onlara sevabı gösterecek yahut hidâyetlerini sağlamlaştıracaktır "ve durumlarım düzeltecektir".

6

Onları kendilerine tarif ettiği cennete girdirecek.

"Onları kendilerine tarif ettiği cennete girdirecektir” dünyada tarif etti de, öyle ki, ona müştak oldular, onu hak edecekleri ameller yaptılar ya da onlara açıkladı demektir, Öyle ki, herkes kendi yerini bilir, yaratıldığı andan itibaren orada kalıyormuş gibi onu bilir ya da onlar için koku sürdü demektir. Bu da arf'ten gelir ki, güzel kokudur ya da sınırlarım çizdi demektir, öyle ki, herkesin kendi adına ifraz edilmiş (tapusu verilmiş) yeri olacaktır.

7

 Ey îman edenler, eğer Allah'a yardım ederseniz, o da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

"Ey îman edenler, eğer Allah'a yardım ederseniz” eğer dinine ve Peygamber'ine yardım ederseniz "o da size yardım eder” düşmanınıza karşı "ve ayaklarınızı sağlamlaştırır” İslâm'ın haklarını yerine getirmede ve kâfirlerle cihâdta.

8

 Kâfirler ise, beter olsunlar! Allah onların amellerini boşa çıkardı.

"Kâfirler ise beter olsunlar!” kahrolsunlar, çöksünler ve devrilsinler. Ta’sen’in zıddı lean'dir ki, tökezleyene hayır duadır. Şâir A'şa şöyle demiştir:

Tökezleyen deveme: Lean'den çok, ta'sen

(Düşsün de kalkmasın) derim.

Ta'sen lâfzı daima gizli bir fiille mensûbtur, cümle de Ellezîne keferu'nûn haberidir ya da nasb eden fiili tefsir etmektedir, (amellerini boşa çıkardı) bu da ona atıftır.

9

 Bunun sebebi şudur; çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden hoşlanmadılar; o da onların amellerini boşa çıkardı.

"Bunun sebebi şudur; çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden hoşlanmadılar” Kur'aridan, çünkü onun içinde tevhid vardır, alıştıkları şeye muhalefet vardır. Bu da Kur'ân'ı inkâr etmenin kahrolmaya ve sapıklığa sebep olduğunu tahsis edip açıklamaktadır.

"O da amellerini boşa çıkardı” bunu tekrar etmesi şunu bildirmek içindir ki, bu, Kur'ân'ı inkâr etmenin ayrılmaz bir sonucudur, lâzım-ı gayri müfarıkıdır.

10

 Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, baksınlar; kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Allah onları imha etti. Kâfirler için de benzerleri vardır.

"Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, baksınlar; kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Allah onları imha etti” kendilerine, ailelerine ve mallarına özgü nice şeylerin kökünü kazıdı.

"Kâfirler için de” burada zamir yerine zâhir isim konulmuştur “ benzeri vardır” o akıbetin yahut cezanın yahut da helâkin benzeri vardır, çünkü tedmir lâfzı bunu göstermektedir ya da kanunun benzeri vardır, çünkü Allahü teâlâ "Allah'ın geçen kanunu gibi” (Feth:23) buyurmuştur.

11

 Bunun sebebi şudur; çünkü Allah îman edenlerin mevlâ'sıdır. Gerçekten kâfirlerin Mevlâ'sı yoktur.

"Bunun sebebi şudur; çünkü Allah îman edenlerin Mevlâ'sıdır” düşmanlarına karşı yardımcısıdır.

"Kâfirlerin ise Mevlâ'sı yoktur” ki, azâbı onlardan def etsin. Bu "onlar hak mevlalarma döndürüldüler” (Yûnus: 30) kavline aykırı değildir; çünkü oradaki mevlâ sahip manasınadır.

12

 Şüphesiz Allah, îman edip iyi şeyler yapanları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kâfirler ise zevklenirler ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri de ateştir.

"Şüphesiz Allah, îman edip iyi şeyler yapanları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kâfirler ise zevklenirler". Dünya metaı ile yararlanırlar "ve hayvanlar gibi yerler” hırsla sonunu düşünmeden.

"Onların yeri ateştir” durak ve makamları demektir.

13

 Seni çıkaran kentinden daha kuvvetli nice kentleri helâk ettik. Artık onlar için yardımcı yoktur.

 (Seni çıkaran kentinden daha kuvvetli nice kentleri) burada muzâf hazf edilmiş (ehle karyetike), hükmü muzâfun ileyhe verilmiştir, çıkarma da sebep olma dolayısıyladır (çünkü çıkaran Allah'tır) "helâk ettik” çeşitli azaplarla.

"Artık onlar için yardımcı yoktur” azâbı kendilerinden uzaklaştıracak yardımcı. Bu da hikâye edilen durum gibidir (sanki şimdi yoktur demektir).

14

 Rabbinden bir delil üzerinde olan kimse, kötü ameli kendisine süslü gösterilen ve keyiflerine uyan kimseler gibi midir?

"Rabbinden bir delil üzerinde olan kimse” kendi katından bir delil üzerinde olan ki, o da Kur'ân'dır ya da onu içine alan şeyle beraber aklî delillerdir. Onlar da Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem ve mü'minler gibi kimselerdir "kötü ameli kendisine süslü gösterilen” şirk ve masiyetler gibi "ve keyiflerine uyan kimseler gibi midir?” bunların şüpheleri yoktur, kaldı ki, delili olsun.

15

 Müttekılere vaat olunan cennetin misali (şöyledir): Onda bozulmamış sudan ırmaklar, tadı değişmemiş sütten ırmaklar, içenler için lezzetli şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için orada ber türlü meyvelerden ve Rablerinden bir bağış vardır. (Bu), ateşte ebedî kalıp da kaynar su içirilen; dolayısıyla bağırsaklarını doğradığı kimse gibi midir?

 (Müttekılere vaat olunan cennetin misali) yani sana anlattığımız şeylerde onun acayip sıfatı şöyledir.

Şöyle de denilmiştir: Meselü mübteda’dır, kemen hüve hâlidün de haberidir. Kelâmın takdiri de: Emeselü ehlü cenneti kemeseli men hüve hâlidün ya da: Emeselül cenneti kemeseli cezai men hüve hâlidün şeklindedir. İnkâr hemzesini soyup atmış, hazf ettiğini de yerini tutan şey lduğu için (efemen kâne alâ beyyinetin) hazf etmiştir. Bunu da delile sarılanla keyfine tâbi olanın inadını cennetle cehennemi bir tutanın inadına benzetmek için tasvir etmiştir. Haber olan kemen hüve hâlidün kavli

birinciye göre mahzûfun haberidir, takdiri de: Efemen hüve hâlidün hazihil cenneti kemen hüve hâlidün finnari şeklindedir ya da o,

"kemen züyyine” kavlinden bedeldir, aralarındaki de itiraz cümlesidir, âhirette delil üzerinde olanın ayrıcalığını gözler önüne sermek içindir. Bu da eşitliği ortadan kaldırmak maksismiyledir. (Onda bozulmamış sudan ırmaklar vardır) bu da misali şerh etmek için yeni söz başıdır ya da mahzûf aitten hâl’dir.

Yahut mesel'in haberidir. Âsin de feth ile esenel mau deyiminden gelir ki, suyun tadı ve kokusu bozulmaktır ya da kesr ile esine'den gelir ki, meydana gelmek manasınadır. İbn Kesîr esin şeklinde okumuştur.

"Tadı değişmemiş sütten ırmaklar” ekşimemiş, dili burmaz.

"İçenler için lezzetli şaraplardan ırmaklar” lezzetin demektir ki, tadı ve kokusu bozulmamış, sarhoş ve mahmur etme korkusu da yoktur. Lezzetin, lezz'in müennes şeklidir yahut muzâf (zât) ızmar edilerek ya da mecazen sıfat kılınmıştır. Ref ile (lezzettin) de okunmuştur ki, enHârûn'un sıfatı olur, mef’ûlün leh olarak da lezzeten de okunmuştur.

"Süzme baldan ırmaklar” mum karışmamış, arının atıkları vb. şeyler yoktur. Bunda cennetteki içecekler dünyada lezzet veren şeylerle temsil edilmiş; kalitesini düşürecek, içimini zorlaştıracak şeylerden arındırılmış, bolluk ve devamlılığını gösteren nitelikler belirtilmiştir.

"Onlar için orada her türlü meyvelerden vardır” bu kıyas sınıflar vardır (ve Rablerinden bir bağış vardır) bu da mahzûf smıfa atıftır ya da mübteda’dır, haberi mahzûftur yani lehüm mağfirettin demektir.

"Bu, ateşte ebedî kalıp da kaynar su içirilen gibi midir?” o içecekler yerine kaynar su içirilen "bağırsaklarını doğradığı kimse gibi midir?"

16

 Onlardan kimisi seni dinler. Nihayet yanından çıktıkları zaman, ilim verilenlere:

"Az önce ne dedi?” derler. İşte onlar, Allah'ın, kalplerine mühür bastığı ve keyiflerine uyan kimselerdir.

"Onlardan kimisi seni dinler. Nihayet yanından çıktıkları zaman” münâfıkları kast ediyor, onlar Resûlüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem'in meclisinde hazır bulunur ve konuşmasını dinlerlerdi. Çıktıkları zaman da:

"İlim verilenlere derlerdi” yani ashâbın âlimlerine "az önce ne dedi?” bunu da alay etmek yahut dalga geçmek için derlerdi, çünkü önemsemediklerinden ona kulak vermezlerdi. Ânifen lâfız enifeş şey'üden gelir ki, öne geçen şey demektir, bu da enf (burun) kelimesinden istiare edilmiştir. İste'nefe ve i'tenefe şeklinde de kullanılır. Ânifen ise zarftır, geçen zaman manasmadır ya da kâle lâfzındaki zamirden hâl’dir. İbn Kesîr enifen şeklinde okumuştur.

"İşte onlar, Allah'ın, kalplerine mühür bastığı ve keyiflerine uyan kimselerdir". Bunun içindir ki, alay ettiler ve konuştuklarını önemsemediler.

17

 hidâyete erenlerin ise hidâyetlerim artırdı ve onlara takvalarını verdi.

"hidâyete erenlerin ise hidâyetlerini artırdı” yani Allah tevfik ve ilham ile yahut Resûl aleyhissalât vesselam'ın sözü ile hidâyetlerini artırdı demektir.

"Ve onlara takvalarını verdi” neden kaçınacaklarını onlara açıkladı ve takvalarına yardım etti ya da onlara karşılığını verdi demektir.

18

 Onlar ancak kıyâmetin kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar? Gerçekten onun alâmetleri gelmiştir. Onlara geldiği zaman onlar için öğütleri nerede?

"Onlar ancak kıyâmetin kendilerine ansızın gelmesin mi bekliyorlar?” en te'tiyehüm, saat lâfzından bedel-i iştimaldir (ikisi yakın şeylerdir). "Gerçekten alâmetieri gelmiştir” kavli de onun illeti gerekçesi gibidir. İn te'tihim şeklinde de okunmuştur ki, yeni şart olur cezası da: (Onlara geldiği zaman onlar için öğüt nerede?) kavlidir. Mana da: Eğer kıyâmet onlara birden gelirse, demektir, çünkü alâmetleri görünmüştür, Meselâ Peygamber sallallahu alevhi ve sellem'in gönderilmesi ve ayın yarılması gibi. Öğütleri nerede? Yani kıyâmet ansızın gelirse nereden öğüt alacaklar? O zaman boş vakit bulamazlar, onlara faydası da olmaz.

19

 Bil, şüphe yok ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Günahın için, erkek mü'minler ve kadın mü'minler için bağış dile. Allah sizin dolaştığınız yeri de barındığınız yeri de bilir.

"Bü, şüphe yok ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Günahın için bağış dile” yani mü'minlerin mutluluk ve kâfirlerin bedbahtlığını bildiğin zaman günahına istiğfar ederek Allah'ın birliği, nefsin hâllerini ve fiillerini ıslah etmek ve onu öldürmekle kemale erdirme bilgisi üzerinde sebat et.

"Erkek ve kadın mü'minler için de” onların günahları için de; onlara dua etmek ve onları bağışa götürecek şeye teşvik etmekle. Lâm harf-i çerinin tekrarında ve muzâfm hazfinde buna çok ihtiyaçlarının olduğuna ve günahlarının da çok bulunduğuna, aynı zamanda başka cinsten olduğuna işâret vardır. Çünkü Efendimiz'in günahı evlayı terk cinsindendir.

"Allah dolaştığınız yeri de bilir” dünyada demektir, çünkü onlar merhaleler hâlindedir, mutlaka kat edilmesi lâzımdır "barındığınız yeri de bilir” âhirette, çünkü o, asıl kalacak yerdir. Öyleyse Allah'tan korkun, ona tevbe ve istiğfar edin, geleceğiniz için hazırlık yapın.

20

Îman edenler:

"Bir sûre indirilmeli değil miydi?” dediler. Muhkem bir sûre indirilir ve onda da savaş zikredilirse, kalplerinde hastalık olanların, sana ölüm korkusu ile bayılanın bakması gibi baktıklarını görürsün. Ölüm başlarına gelsin!

"Îman edenler:

"Bir sûre indirilmeli değil miydi?” derler” yani cihâd hakkında bir sûre indirilmeli değil miydi?

"Muhkem bir sûre indirilir de” açık, içinde şüphe olmayan bir sûre "ve onda da savaş zikredilirse” savaş emredilirse "kalplerinde hastalık olanları görürsün” dinde zayıflık olanları görürsün, münâfıklık olanları da denilmiştir "suna ölüm korkusu ile bayılanın bakması gibi baktıklarını görürsün” ödleklik ve korkaklıklarından.

"Ölüm başlarına gelsin!” onlar için bedduadır. Evlâ ef al veznindedir,ly kökünden gelir ki, o da yakınlıktır ya da ' veznindedir ki, âle'den gelir, manası da kötülüğün onlara yaklaşması yahut ona dönmeleri için bedduadır.

21

(Onların vazifesi) itaatti ve güzel sözdü. İş kesinleştiği zaman, eğer Allah'a karşı doğru olsalardı, elbette onlar için hayırlı olurdu.

(Onların vazifesi itâat ve güzel süzdü) bu da yeni söz başıdır yani onların işi itaattir yahut itâat ve güzel söz onlar için daha hayırlıdır demektir ya da sözlerinin hikayesidir, çünkü Übey: Yekulune taatun şeklinde okumuştur.

"İş kesinleştiği zaman” aslında iş sahipleri ciddileştiği zaman demektir. Ciddiyetin işe isnadı mecazdır. İza zarfının âmili de mahzûftur, amilin "felev sadakullahe” olduğu da söylenmiştir yani cihâd veya îmana karşı hırslarında doğru olsalardı "elbette onlar için hayırlı olur” demektir.

22

Umulur mu sizden, geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk edip akrabalık bağını kesmeniz?

 [(Ey Münâfıklar), demek idareyi ele alırsanız, hemen yeryüzünde fesad çıkaracak ve akrabalık bağlarını parçalayacaksınız? ]

"Umulur mu sizden” sizden beklenir mi "in tevelleytüm” insanların işlerini üzerlerinize alırsanız, onlara âmir olursanız ya da yüz çevirir, İslâm'dan dönerseniz demektir.

 "Yeryüzünde bozgunculuk edip akrabalık bağını koparmanız” idareci olmak için boğazlaşmanız ve onun için çekişmeniz ya da cahiliye dönemindeki yağmaya ve akrabalarla savaşmaya dönmeniz demektir.

Mana da şöyledir: Dinde zayıf ve dünyaya karşı da hırslı oldukları için onlardan böyle şey beklenir ve onları tanıyan: Sizden umulur mu, der?” Aseytüm” fiili Hicaz lehçesine göredir, Temim oğulları ise ona zamir ilave etmezler, haberi de entüfsidu'dur, in tevelleytüm de ara cümledir. Ya'kûb meçhul kalıbı ile tüvülliytüm okumuştur ki, zâlimler başınıza geçerse onlarla beraber çıkar ve bozgunculukta, akrabalık bağını kesmede onlarla çıkar ve onlara yardım eder misiniz, demektir? Taktau şeklinde de okunmuştur, o zaman sülasi olan kat' kökünden gelir.

23

İşte onlar o kimselerdir ki, Allah onlara lâ'net etmiş, onları sağır etmiş ve gözlerini kör etmiştir.

 (İşte onlar) bu da zikri geçenlere işarettir "o kimselerdir ki, Allah onlara lâ'net etmiştir” bozgunculuk ettikleri ve akrabalık bağlarını kopardıkları için "onları sağır etmiş” hakkı duymaktan "ve gözlerini kör etmiştir” artık onun yolunu bulamazlar.

24

Kur'ân'ı iyice düşünmüyorlar mı yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?

"Kur'ân'ı iyice düşünmüyorlar mı?” onu ve içindeki öğüt ve tehditleri incelemiyorlar mı ki, masiyetlere cesaret etmesinler "yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?” kilitlidir de onlara zikir ulaşmıyor ve onlara emir varmıyor mu? Em edatının munkatıa, ondaki hemzenin takrir için olduğu da söylenmiştir. Kalplerin tenvirde nekire olması da bazı kalpler murat edilmesindendir ve şunu da bildirmek içindir ki, onların katılıkta durumları belü olmadığından yahut aşırı câhil ve silik olduklarından sanki tanınmaz gibi nekire kılınmıştır. Kilitlerin onlara izafe edilmesi de kilitlerin onlara hâs ve münasip olduğunu ve diğer kilitlere benzemediğini bildirmek içindir. Mastar olarak ikfaluha da okunmuştur (kilitlenmiştir demek olur).

25

Şüphesiz o kimseler ki, kendileri için doğru yol belli olduktan sonra arkaları üzerine / geriye döndüler, işte şeytan onlara amellerini süslü gösterdi ve onlara süre tamdı.

"Şüphesiz o kimseler ki, arkaları üzerine döndüler” eski inkârlarına döndüler "kendileri için doğru yol belli olduktan sonra” açık deliller ve seçik mu'cizelerle "işte şeytan onlara (amellerini) süsledi” büyük günahları işlemeyi onlara kolaylaştırdı, sevvele sevel kökünden gelir ki, gevşemektir. Onları şehvetlere sürükledi de demlmiştir ki, o zaman sü'l'den gelir ki, o da temenni edilen şeydir. Buna da şöyle bir itiraz vardır, sü'l mehmuzdur, hemzesi mâ-kabli Mazmûm olduğu için vâv'a çevrilmiştir, tesvil ise öyle değildir. Ancak bunun da reddi mümkündür, çünkü hüma yetesevelani derler ki, sual kökünden geldiği hâlde hemzesi düşmüştür. Muzâf takdiri ile süvvile de okunmuştur ki, keydüşşeytani sevvele lehüm (şeytanın hilesi onlara süsledi) demek olur.

"Ve onlara süre tamdı” onları uzun hülyalara daldırdı.

Ya da Allah onlara mühlet verdi, onlara acele azâp etmedi, demektir. Çünkü Ya'kûb veümlî lehüm okumuştur ki, ben onlara süre tanıyorum olur. Vâv da hâl içindir ya da yeni söz başıdır. Ebû Amr meçhul kalıbı ile ve ümliye lehüm okumuştur ki, naib-i fâil şeytandır ya da lehüm'dür.

26

Bunun sebebi şudur; Çünkü onlar, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara:

"Bazı işlerde size itâat edeceğizdediler. Allah onların gizlemelerini bilir.

"Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara dediler". Yani Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'i inkâr eden Yahûdîler, Efendimizin sıfatı belli olduktan sonra, münâfıklara dediler ya da münâfıklar onlara dediler veyahut iki takımdan biri diğerine dediler:

"Bazı işlerde size itâat edeceğiz". Bazı durumlarda ya da bazı emirlerinizde demektir, Meselâ savaşa katılmamak, çıkarıldıkları takdirde onlara eşlik etmek ve Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e karşı yardımlaşmak gibi.

"Allah onların gizlediklerini bilir” onlardan biri de Allah'ın ifşa ettiği bu sözleridir. Hamze, Kisâî ve Hafs mastar kalıbı ile israrehüm okumuşlardır.

27

Melekler, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak canlarını aldığı zaman nasıl olur?

"Melekler onların canlarını aldığı zaman nasıl olur?” ne yaparlar, hangi çareye başvururlar? Teveffahüm de okunmuştur ki, maziye de iki te'sinden biri hazf edilmiş muzarie de ihtimali vardır.

"Yüzlerine ve arkalarına vurarak” bu da savaştan korktukları şekilde ölmelerini tasvir etmektedir.

28

Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar Allah'ı kızdıran o şeye uydular ve onun rızasından hoşlanmadılar. O da onların amellerini boşa çıkardı.

 (Bu) belli şekilde ölmelerine işarettir,

"şu sebepledir; çünkü onlar Allah'ı kızdıran o şeye uydular” Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in sıfatını inkâr etme, emrine karşı gelme gibi onu kızdıran küfre tâbi oldular "ve rızasından hoşlanmadılar” onu râzı edecek îman ve cihâd gibi taatlara râzı olmadılar.

"O da onların amellerini boşa çıkardı".

29

Kalplerinde hastalık olanlar, Allah'ın onların kinlerini asla (açığa) çıkarmayacağını mı zannettiler?

"Kalplerinde hastalık olanlar, Allah'ın onların kinlerini açığa çıkarmayacağım mı zannettiler?” Allah'ın, Resûlü sallallahü aleyhi ve sellem'e ve mü'minlere açığa çıkarmayacağını mı sandılar?

30

Eğer dilersek elbette onları sana gösteririz; sen de onları simalarından tanırsın. Onları mutlaka sözün üslubundan tanırsın. Allah amellerinizi bilir.

"Eğer dilersek elbette onları sana gösteririz” şahıslarını bileceğin delillerle sana tanıtırız "sen de onları simalarından tanırsın” onlara koyduğumuz alâmetlerinden tanırsın. Felearetehüm'deki lâm cevap lamıdır, ma’tûfta da tekrar edilmiştir.

"Onları mutlaka sözün üslubundan tanırsın” veletarifennehüm bu da mahzûf kasemin cevabıdır, lahnül kavl sözün üslubu demektir.

Ya da dolaylı ve dolambaçlı tarafa eğip bükmektir. Hata yapana lahin denilmesi de bundandır, çünkü o da sözü doğrudan çevirir.

"Allah amellerinizi bilir” size maksadınıza göre karşılık verir; çünkü ameller niyetlere göredir.

31

İçinizden mücahitleri ve sabredenleri bilinceye kadar sizi elbette deneyeceğiz ve haberlerinizi açığa çıkaracağız.

"Sizi elbette deneyeceğiz” cihâd emri ve sair zor tekliflerle "içinizden mücahitleri ve sabredenleri bilinceye kadar” zorluklara sabredenleri "ve haberlerinizi açığa çıkaracağız” amellerinizi haber veren şeyi, o zaman güzeli de çirkini de görünür ya da îmanlarına ve mü'minlere dostluklarına dâir haberlerinden ki, doğru veya yanlış olduğu meydana çıksın. Ebû Bekir üç fiili de yukandakine uysun diye ye ile okumuştur. Ya'kûb da vâv'ın sükûnu ile (ve neblû) okumuştur, takdiri ve nahnu neblû (biz deneyeceğiz demek)tir.

32

Şüphesiz inkâr edip (başkalarım) Allah'ın yolundan çevirip de kendileri için doğru yol belli olduktan sonra Peygambere muhalefet edenler, Allah'a asla hiçbir şekilde zarar veremezler ve Allah, onların amellerini boşa çıkaracaktır.

"Şüphesiz inkâr edip de (başkalarını) Allah'ın yolundan çevirip de kendileri için doğru yol belli olduktan sonra” bunlar da Kurayza ve Nadiyr oğulları Yahûdîleri ile Bedir savaşında yemek yediren müşriklerdir "Allah'a asla hiçbir şekilde zarar veremezler” küfür ve çevirmeleriyle ya da zorluk vermekle Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e demektir. Muzâf ta'zîm için ve ona zorluk çıkarmanın feciliğini gözler önüne sermek için hazf edilmiştir.

"Allah onların amellerini boşa çıkaracaktır” amellerinin hasenatını ya da onu zora sokmak için kurdukları tuzakları demektir; maksatlarına nâil olamayacaklar; öldürülmek ve vatanlarından sürülmekten başka bir sonuç elde edemeyeceklerdir.

33

Ey îman edenler, Allah'a itâat edin ve Peygambere itâat edin, amellerinizi iptal etmeyin.

"Ey îman edenler, Allah'a itâat edin ve Peygambere itâat edin, amellerinizi iptal etmeyin” onların iptal ettikleri şeylerle Meselâ inkâr, münâfıklık, kendini beğenme, gösteriş, başa kakma, eziyet etme vb. şeyler gibi. Bunda taatların büyük günahlarla iptal olacağına delil yoktur.

34

Şüphesiz inkâr edip (başkalarım) Allah'ın yolundan çevirip de sonra kâfir olarak ölenleri, onları Allah asla bağışlamayacaktır.

"Şüphesiz inkâr edip (başkalarım) Allah'ın yolundan çevirip de sonra kâfir olarak ölenleri, onları Allah asla bağışlamayacak". Bu da küfür üzere ölen herkes için geneldir, her ne kadar Bedr'in kör kuyusuna atılanlar hakkında inmişse de böyledir. Mefhum-ı muhâlifi ile şunu da gösterir ki, küfür üzerine ölmeyenlerin diğer günahları bağışlanabilir.

35

Onun için gevşeyip de siz en üstün iken barışa davet etmeyin. Allah sizinledir. Amellerinizi asla eksiltmez.

"Onun için gevşemeyin” zafiyet göstermeyin "barışa davet etmeyin” gevşeklikten ve acizlikten dolayı sulh istemeyin. Ted'u fiilinin gizli en ile nasbi da câizdir. İddea babından dua (davet) manasına vela teddeu da okunmuştur. Ebû Bekir ile Hamze sin'in kesri ile silm okumuşlardır.

"Siz üstün iken” gâlip iken.

"Allah sizinledir” yardımcınızdır "amellerinizi asla eksiltmeyecektir” amellerinizi asla zâyi etmeyecektir. Bu da vetertür recüle deyiminden gelir ki, adamın yakınını veya dostunu öldürüp onu yalnız bırakmaktır ki, vıtr'den gelir. Amelin sevabını geçersiz kılmak ve ondan ayırmak buna benzetilmiştir.

36

Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer îman eder ve sakınırsanız, size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı istemez.

"Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir” sebatı yoktur.

"Eğer îman eder ve sakınırsanız, size mükâfatınızı verir” îmanınızın ve takvanızın sevabını verir "ve sizden mallarınızı istemez” hepsini istemez, bilâkis küçük bir cüzüyle yetirir, Meselâ kırkta bir, onda bir gibi.

37

Eğer sizden onları ister, size ısrar ederse, cimrilik edersiniz ve kinlerinizi açığa çıkarır.

"Eğer sizden onları ister, size ısrar ederse” hepsini istemekle sizi zorlarsa demektir, ihfa ve Uhaf kelimeleri mübalağa etmek ve sonuna varmaktır Meselâ: Ahfa şaribehu denir ki, bıyığını kazımaktır,

"cimrilik edersiniz” vermezsiniz "ve kinlerinizi çıkarır” Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e kin duyarsınız. Yuhric fiilindeki zamir Allahü teâlâ'ya râcidir. Nûn ile (nuhric) kırâati da onu destekler, çünkü o kin gütme sebebidir. Ye ve te ile (yahrucu ve tahrucu) edğanü de mertli olarak da okunmuştur.

38

İşte siz o kimselersiniz ki, Allah yolunda harcamak için davet ediliyorsunuz. İçinizden kimi cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, ancak kendinden cimrilik eder. Allah çok zengindir, siz ise fakirlersiniz. Eğer yüz çevirirseniz, sizi sizden başka bir kavimle değiştirir, sonra da sizin gibi olmazlar.

"İşte sizler o kimselersiniz ki,” yani ey muhataplar sizler o nitelikteki kimselersiniz ki, (Allah yolunda harcamak için davet ediliyorsunuz) o niteliği tespit eden yeni söz başıdır ya da haülai'nin sılasıdır, o zaman haülai Ellezîne manasına olur. Bu da savaş, zekât vb. harcamaları içine alacak şekilde geniş olur.

"İçinizde kimi cimrilik ediyor” bazı insanlar cimrilik ediyor, bu da geçen Âyetin delili gibidir.

"Kim cimrilik ederse, ancak kendinden cimrilik eder” çünkü Allah yolunda harcamanın yararı ve cimriliğin zararı kendisine döner. Buhl maddesi an ve alâ ile geçişli kılınır, çünkü içinde imsak (tutmak) ve taaddi (saldırmak) manası vardır; cimrüik de haktan elini tutmaktır.

"Allah çok zengindir, sizler ise fakirsiniz” size emrettiği şey na ihtiyaç duyduğunuz şeydir; eğer onu yerine getirirseniz lehinizedir, yüz çevirirseniz aleyhinizedir. (Eğer yüz çevirirseniz) bu da in tü'minu'ya atıftır "sizi sizden başka bir kavimle değiştirir” yerinize başka toplumları geçirir,

"sonra da sizin gibi olmazlar” yüz çevirmede ve îmana kıymet vermemede. Bunlar da Farslardır, çünkü aleyhisselâm Efendimiz'e bunu sordular; yanında da Selman vardı; elini uyluğuna vurdu ve: Bu ve kavmidir, dedi.

Ya da Ensâr'dır yahut Yemen'lilerdir veyahut meleklerdir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle rivâyet edilmiştir: Kim Muhammed sûresini okursa, ona cennet ırmaklarından içirmek Allah'ın üzerine hak olur.

0 ﴿