48 / FETİH SÛRESİMedîne'de Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Hûdeybiye seferinden dönerken inmiştir. 29 âyettir. 1Gerçekten sana apaçık bir fetih açtık / verdik. "Gerçekten sana apaçık bir fetih verdik” Mekke'nin fethini vaattir, mâzi sıygası ile tabir edilmesi, gerçekleşeceği içindir ya da o seneye tesadüf eden şeylerin vaadidir Meselâ Hayber'in ve Fedek'in fethi gibi ya da Hûdeybiye sulhundan haberdir. Ona fetih demesi şundandır; çünkü o müşriklere gâlip geldikten sonra yapılmıştı, öyle ki, ondan sulh istediler ve o barış Mekke'nin fethine sebep oldu. O sayede Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, diğer Araplarla uğraşmak için vakit buldu; onlarla savaştı, birçok yerleri feth etti ve büyük bir halk kitlesini İslâm'a soktu. Hûdeybiye'de büyük bir mu'cize tecelli etti, çünkü o bir kuyu idi, suyu kurutulacak şekilde çekilip çıkarıldı. O da ağzına biraz su alıp çalkaladı, sonra da onu ağzından kuyunun içine döktü. Su birden fışkırdı, öyle ki, yanındakiler ondan içtiler ya da Rumların fethinden haberdir, çünkü onlar o sene İranlıları yendiler. Onun Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem için fetih olduğunu Rum sûresinde öğrenmiş bulunuyorsun. Fethin kaza yani hüküm manasına olduğu da söylenmiştir yani gelecek sene Mekke'ye girmene hükmettik, demektir. 2Ki Allah senin geçmiş ve geri kalan (gelecek) günahlarım bağışlasın, sana nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin. "Ki Allah senin bağışlasın” bu da fethin gerekçesidir, şöyle ki, o kâfirlerle cihadın, şirki ortadan kaldırma çabasının, dini yüceltmenin ve nefisleri zorla olgunlaştırmanın bir sonucudur ki, sonunda aşama ile isteyerek olgunlaşsın ve zayıfları zâlimlerin ellerinden kurtarma gayretinin sonucudur. "Geçmiş ve gelecek günahlarını” sitem etmesi doğru olacak kusuruna kefaret olsun. "Sana nimetini tamamlasın” dini yüceltmek ve peygamberliğe mülkü ilave etmek suretiyle. "Ve seni doğru bir yola iletsin” risaleti tebliğ etmede ve başkanlık merasimlerini yerine getirmede. 3Ve Allah, sana çok güçlü bir yardımla yardım etsin. "Ve Allah, sana çok güçlü bir yardımla yardım etsin” içinde izzet (onur) ve iktidar olan bir yardım etsin yahut yardım edilenin izzet kazanacağı bir yardım etsin. Yardımın böyle nitelenmesi mübalağa içindir (öyle bir yardım ki, yardımın kendisi yardım görmüş, izzet kazanmıştır). 4O Allah ki, îmanlarıyla beraber îmanları artsın diye mü'minlerin kalplerine huzur indirdi. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah hakkıyla bilen, hikmet sâhibidir. "O Allah ki, huzur indirdi” sebat ve rahadık indirdi "mü'minlerin kalplerine” nefislerin / kalplerin tedirgin olduğu ve ayakların kaydığı yerde sağlam dursunlar "ki, îmanlarıyla beraber îmanları artsın diye” yakînleriyle beraber yakînleri artsın, inançlanmn yerleşmesi ve onun üzerindeki nefsin huzur bulmasıyla ya da kalplere Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in getirdiği şeylere meyil indirdi ki, Allah'a ve âhiret gününe îmanlarıyla beraber şer'î hükümlerle de îmanları artsın. "Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır” onları idare eder; hikmetine uygun olarak bazen onları kendi aralarında çarpıştırır, bazen de barıştırır. "Allah hakkıyla bilendir” mahlukatının yararını "hikmet sâhibidir” takdir ve idare ettiği şeylerde. 5Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları altlarından ırmaklar akan içinde ebedî kalacakları cennetlere girdirsin ve onların kötülüklerini örtsün, diye. Bu, Allah katında büyük bir başarı oldu. "Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları altlarından ırmaklar akan içinde ebedî kalacakları cennetlere girdirsin". Bu da arkasındaki ile beraber "göklerin ve yerin orduları Allah'ındır” (Feth: 7) ayetinin gösterdiği idare manasının gerekçesidir. Yani mü'minleri musallat kıldığı şeyi idare etti ki, Allah'ın ondaki nimetini bilsinler, ona şükredip cennetine girsinler ve kâfir ve münâfıkları da bundan kızdırdığı için onlara azâp etsin. Ya da bu âyet (lüyüdhilel mü'minine velmü'minati) fetehna'nın yahut enzele'nin ya da zikredilenlerin hepsinin yahut da liyezdadu'nûn gerekçesidir. Bunun ondan bedel-i iştimal olduğu da söylenmiştir. "Ve kötülüklerini örtsün” kapatsın, açmasın. "Bu oldu” bu cennete girdirme ve kötülükleri silme "Allah katında büyük bir başarı oldu” çünkü yararı celp etme ve zararı def etme gibi en son istenen şeydir. İnde lâfzı da fevz'den hâl’dir. 6Allah'a kötü zanda bulunan münâfık erkekler ve münâfık kadınlara, müşrik erkekler ve müşrik kadınlara azâp etsin, diye. Kötülük çemberi üzerlerine olsun! Allah onlara gazap ve lâ'net etti. Onlara cehennemi hazırladı. Ne kötü varacak yerdir! "Münâfık erkekler ve kadınlara, müşrik erkekler ve kadınlara azâp etsin” bu da yüdhile'nin üzerine atıftır, ancak onu bedel kılarsan, mübdelün minhe atıf olur. "Allah'a kötü zanda bulunan” bu da Resûlüne ve mü'minlere yardım etmemesidir. "Kötülük çemberi üzerlerine olsun” mü'minler için zannedip bekledikleri şey kendilerini geçmesin. İbn Kesîr ve Ebû Amr zam ile essû' okumuşlardır, bu ikisi de lügattir. Ancak şu kadar var ki, meftuh olan (essev') daha çok kınanması istenene muzâf olmakta, Mazmûm da kötü sayılan şeyde çok kullanılmaktadır. İkisi de aslında mastardır. "Allah onlara gazap ve lâ'net etti, onlara cehennemi hazırladı” bu da âhirette hak ettiklerinin dünyada lâzım kıldıklarına atfıdır. Son ikisinde (laane ve aadde) fe yerine vâv kullanılması lanetin hazırlamaya sebep, gazabın da ona sebep olmasındandır. Çünkü hepsi de sebebi nazar-ı dikkate almaksızın tehditte müstakil rol oynamaktadır. "Ne kötü varacak yerdir” cehennem. 7"Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah çok güçlü, hikmet sâhibidir". 8Gerçekten biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. "Gerçekten biz seni bir şâhit” ümmetine bir şâhit "bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik” taâta müjdeci, masiyete uyarıcı demektir. 9Allah'a ve Resûlüne îman etmeniz, ona yardım etmeniz ve ona saygı göstermeniz için. Ve sabah akşam onu (Allah'ı) tesbih etmeniz için. "Allah'a ve Resûlüne îman etmeniz için” hitap Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e ve ümmetinedir ya da onlaradır, ona hitap onlara hitap sayılır. "Ona yardım etmeniz için” dinini ve Resûlünü takviye etmekle onu takviye etmeniz için "ve ona saygı göstermeniz için” ta'zîm etmeniz için "Ve onu tesbih etmeniz için” tenzih etmeniz yahut onun için namaz kılmanız için "sabah akşam” erkenden ve akşamüzeri yahut devamlı demektir. İbn Kesîr ile Ebû Amr dört fiili de ye ile ve ayn'ın sükûnu ile taziruhu, te'nin fethi ile tazuruhu, za'nın zammı ve kesri ile (tazuruhu ve taziruhu) ve iki ze ile tüazzizuhu ve evkara'dan vakara manasına tûkıruhu okumuşlardır. 10Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat ediyorlar. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Artık kim (biati) bozarsa, ancak kendi aleyhine bozar. Kim de Allah'a söz verdiği şey üzerinde vefa gösterirse, ona büyük bir mükâfat verecektir. "Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat ediyorlar” çünkü ona biatten maksat odur. (Allah'ın eli onların eli ellerinin üstündedir) bu da hâl’dir ya da onu hayalî şekilde te'kit etmektedir. "Kim bozarsa” biati bozarsa, "ancak kendi aleyhine bozar” zararı yalnız ona döner. "Kim de Allah'a söz verdiği şey üzerinde vefa gösterirse” biatinde "ona büyük bir mükâfat verecektir” ki, o da cennettir. Ahide şeklinde de okunmuştur, Hafs he'nin zammı ile aleyhu okumuştur. İbn Kesîr, Nafî, İbn Âmir ve Ravh nûn ile fesenü'tihi okumuşlardır. Âyet biatür Rıdvan hakkında inmiştir. 11Geri bırakılan bedevîler sana: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti; bizim için bağış dile” diyecekler. Kalplerinde olmayan şeyi dilleri ile derler. De ki: "Eğer Allah size bir zarar isterse yahut bir fayda isterse, size Allah'tan kim bir şeye sahip olur? Hayır, Allah yaptıklarınızdan haberdardır. "Geri bırakılan bedevîler sana diyecekler” bunlar Eşlem, Cüheyne, Müzeyne ve Ğıfar kabileleridir. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bunları Hûdeybiye seferinde seferberliğe çağırdı, geri kaldılar; malları ve aileleriyle meşgul olduklarını ileri sürdüler. Aslında onları başarısızlık, inanç zayıflığı ve Kureyş onları çevirdiği takdirde onlarla savaş korkusu geri bırakmıştı. "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti” çünkü onlara bakacak kimsemiz yok dediler. Teksir için şedde ile şağğaletna da okunmuştur. "Bizim için bağış dile” diyecekler savaşa katılmadığımız için Allah'tan bağış dile. "Kalplerinde olmayan şeyi dilleri ile derler” bu da özür dileme ve bağış talep etmede onları yalanlamadır. "De ki: Size Allah'tan kim sahip olur?” irâde ve kazasına kim mani olur. "Eğer Allah size bir zarar isterse” geri kalmanızdan dolayı öldürme ya da yenilgi ve malda ve ailede bir arıza gibi bir zarar vermek isterse "yahut bir fayda isterse” buna ters, bu da üstü kapalı şekilde yaptıklarını reddir. "Hayır, Allah yaptıklarınızdan haberdardır” geri kalmanızı ve ondaki maksadınızı bilir. 12Aslında siz, Peygamber ve mü'minler ebediyen ailelerine dönmeyecek sandınız ve bu, kalplerinizde süslendirildi. Kötü zannettiniz ve helâk olan bir toplum oldunuz. "Aslında Peygamber ve mü'minler ebediyen ailelerine dönmeyecek sandınız” çünkü müşrikler onların köklerini kazır bellediniz. Ehlûn lâfzı bazen ehlât şeklinde cemi yapılır, Meselâ ardât gibi. Ehâl lâfzı ise ism-i cemidir, leyal gibi. "Bu, kalplerinizde süslendirildi” oraya yerleşti. Malum kalıbı ile zeyyene de okunmuştur ki, süsleyen Allah yahut şeytan olur. "Kötü zannettiniz” zikri geçen zanda bulundunuz, maksat hükmün kötü olduğunu tescil etmektir ya da o ve diğer Allah ve Resûlü hakkında ettikleri zanlar bâtıldır, demektir. "Ve helâk olan bir topluluk oldunuz” itikadınız bozuk ve niyetiniz kötü olduğu için Allah katında helâk olan bir kavim oldunuz. 13Kim Allah'a ve Peygamberine îman etmezse, şüphesiz biz, kâfirler için alevli bir ateş hazırladık. "Kim Allah'a ve Peygamberine îman etmezse, şüphesiz biz, kâfirler için alevli bir ateş hazırladık” kâfirleri zamir yerine koyması, şunu bildirmek içindir ki, kim Allah'a ve Resûlüne birlikte îman etmezse kâfirdir, küfründen dolayı çılgın ateşi hak etmiştir. Sairen'in nekire olması korkunçluğunu gözler önüne sermek ya da özel bir ateş olduğunu bildirmek içindir. 14Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini bağışlar ve dilediğine azâp eder. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır” onu istediği gibi idare eder. "Dilediğini bağışlar ve dilediğine azâp eder” çünkü onun için zorunlu bir şey yoktur. "Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir” çünkü bağışlama ve rahmet onun zatından kaynaklanmaktadır; azâp ise dolaylı olarak kaza ve kaderinin altındadır. Bunun içindir ki, kutsî hadiste: Rahmetim gazabımı geçmiştir, denilmiştir. 15Geri bırakılanlar, ganimetleri almaya gittiğiniz zaman: "Bizi bırakın, size tâbi olalım” derler. Allah'ın sözünü değiştirmelerini isterler. De ki: "Bize asla tâbi olmayacaksınız. Allah önceden böyle söyledi". Sana: "Hayır, bizi çekemiyorsunuz” diyecekler. Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir. "Geri bırakılanlar diyecekler” zikri geçenler "almak için ganimetlere gittiğiniz zaman” yani Hayber ganimetlerini demektir. Çünkü aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz Hûdeybiye'den Zilhicce ayında döndü, ayın kalan günlerini ve Muharrem'in ilk günlerini Medîne'de geçirdi. Sonra Hûdeybiye'de bulunanlarla birlikte Hayber'i işgal etti. Onu fethetti ve çok ganimet aldı, onları yalnız onlara verdi. "Bizi bırakın, size tâbi olalım, derler. Allah'ın sözünü değiştirmek isterler". O da Hûdeybiye'de bulunanlara Mekke'nin ganimetleri yerine Hayber'in ganimetini verme vaadidir. Bunun "benimle asla çıkmayacaksınız” (Tevbe: 83) kavli olduğu da söylenmiştir. Öyle görünüyor ki, bu son âyet Tebuk seferinde inmiştir. Kelâm teklimin (konuşmanın) ismidir, daha çok faydalı cümlede kullanılır. Hamze ile Kisâî keiimullah okumuşlardır ki, o da kelimenin çoğuludur. "De ki: Bize asla tâbi olmayacaksınız” bu da yasak manasından olumsuzluktur. "Allah önceden böyle dedi” Hayber'e çıkma hazırlıklarından önce "bizi çekemiyorsunuz, diyecekler” ganimetlerde size katılmamızı, kesr ile tahsidunena da okunmuştur. "Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir” çünkü kafaları hep dünya işinde çalışır. Birinci bel edâtı onların mü'minlere tâbi olmamalarının Allah'ın hükmü olduğunu red ve hasedi ispat etmeleridir, ikinci bel de bunu Allah'ın red ve Dîn işlerini bümediklerini ispat etmesidir. 16Geri bırakılan bedevîlere de ki: "Çetin kuvvet sâhibi bir topluluğa davet edileceksiniz, onlarla savaşırsınız yahut Müslüman olurlar. Eğer itâat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Eğer daha önce yüz çevirdiğiniz gibi yüz çevirirseniz, size acıklı bir azâp eder. "Geri bırakılan bedevîlere de ki,” onları bu isimle tekrar etmesi, daha çok kınamak ve savaştan geri kalmanın feci olduğunu bildirmek içindir. "Çetin kuvvet sâhibi bir topluluğa davet edileceksiniz” Hanife oğulları ya da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den sonra dinden dönen başkalarıdır ya da müşriklerdir, çünkü "onlarla savaşırsınız ya da Müslüman olurlar” buyurmuştur. Yani iki durumdan biri ya savaşmak ya da Müslüman olmaktır. Başkası yoktur, nitekim ev yüslimu kırâati de bunu gösterir. Müşriklerin dışmdakilerle Müslüman oluncaya ya da cizye verinceye kadar savaşılır. Bu da Ebû Bekir radıyallahü anh'in hilafetini gösterir; çünkü bu davet ondan başkasına denk gelmemiştir; meğerki onların Sakif yahut Hevâzin kabileleri olduğu doğrulana; çünkü o Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem zamanında olmuştur. İranlılar, Rumlar da denilmiştir. Müslüman olmalarının manası, cizyeyi kabul etmelerini de içine alması için itâat ederler, demektir. "Eğer itâat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir” o da dünyada ganimet, Âhirette cennettir. "Eğer daha önce yüz çevirdiğiniz gibi yüz çevirirseniz” Hûdeybiye'de olduğu gibi "size acıklı bir azapla azâp eder” çünkü suçunuz katlanmıştır. 17Köre zorluk yoktur, topala zorluk yoktur, hastaya zorluk yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne itâat ederse, onu altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim yüz çevirirse, ona acıklı bir azapla azâp eder. "Köre zorluk yoktur, topala zorluk yoktur, hastaya zorluk yoktur” Allahü teâlâ savaştan geri kalmaya tehdit edince bu gibi özürlüleri tehditten muaf tuttu. "Kim Allah'a ve Resûlüne itâat ederse, onu altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar” vaadi açıklayıp tehdidi kapalı bırakması da vaadi abartmak içindir, çünkü rahmeti gazabını geçmiştir. Sonra da bunu genelleme tarzında tekrar etmekle telâfi etti ve: "Kim yüz çevirirse, ona acıklı bir azapla azâp eder” dedi. Çünkü korkutma burada özendirmeden daha yararlıdır. Nâfi' ile İbn Âmir nûn ile nüdhilhü ve nüazzibhü okumuşlardır. 18Yemin olsun, gerçekten Allah sana o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden râzı olmuştur. Onların kalplerindekini bildi de üzerlerine kuvve-i maneviye indirdi ve onları yakın bir fetihle mükâfatlandırdı. "Yemin olsun, gerçekten Allah sana o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden râzı olmuştur” rivâyete göre Sallallahü aleyhi ve sellem Hûdeybiye'ye inince Cevvas bin Ümeyye el - Huzai'yi Mekkelilere gönderdi. Onu öldürmek istediler, redif askerleri onu içeri sokmadılar, o da geri döndü. Bu sefer Osman radıyallahü anh'i gönderdi, onu da tutukladılar ve öldürüldüğü haberi yayıldı. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ashâbım çağırdı, onlar da bin üç yüz yahut bin dört yüz veyahut bin beş yüz kadar idiler. Kureyş'le savaşmaları ve onlardan kaçmamaları için onlardan biat aldı. Bir semüre yahut sidre ağacının altında idi. "Onların kalplerindekini bildi” ihlâsı bildi "üzerlerine kuvve-i maneviye indirdi” cesaret vermek ya da barış ile onlara huzur ve sükûn verdi. "Ve onları yalan bir fetihle mükâfatlandırdı” hemen dönüşlerinde Hayber'in fethi yahut Mekke'nin veya Hecer'in fethi de denilmiştir. 19Ve alacakları pek çok ganimetlerle. Allah mutlak gâlib, hikmet sâhibidir. "Ve alacakları pek çok ganimetlerle” Hayber'in ganimetlerini kast ediyor, "Allah mutlak gâlib, hikmet sâhibidir” hikmete riayet ederek gâliptir. 20Allah size alacağınız pek çok ganimet vaat etti de size bunu peşin verdi ve insanların ellerini sizden çekti. Bunu da mü'minler için bir alâmet olması ve sizi doğru bir yola iletmesi için yaptı. "Allah size alacağınız pek çok ganimetler vaadetti” o da mü'minlere kıyâmete kadar gelecek olanlardır. "Size bunu peşin verdi” yani Hayber ganimetlerini demektir "ve insanların ellerini sizden çekti” Hayber halkının ve müttefikleri Eset ve Gatafan kabilelerinin ellerini yahut sulh yapmakla Kureyş'in ellerini demektir. "Bunu da mü'minler için bir alâmet olması için yaptı” bu el çekmeyi yahut ganimeti bunun Allah katından iyi bir yerde olduklarına alâmet yahut Resûlün Hûdeybiye dönüşünde Hayber'in fethine yahut ganimetlerin vaadine bir alâmet olması için yaptı. Ya da Mekke'nin fethine bir alâmet yaptı, atıf mahzûf fiiledir, o da el çekmenin sebebidir ya da accelenin üzerinedir, Meselâ litüslimu yahut lite'huzu demektir. Ya da o mahzûf fiilin illetidir, Meselâ faale Zâlike (bunu yaptı ki,) demek olur. "Ve sizi doğru bir yola iletmesi için yaptı” o da Allah'ın lütfüne güvenmek ve ona tevekkül etmektir. 21Ve henüz güç yeîiremediğiniz, Allah'ın ise onu kuşattığı başka (ganimetler). Allah her şeye kâdirdir. "Ve uhra” başka ganimetler demektir, bu da hazihi'nin üzerine ma’tûftur ya da kad ehâtallahu biha'nın tefsir ettiği bir fiille mensûbtur, Meselâ kada gibi. Mübteda olarak Merfû' olması da ihtimal dahilindedir, çünkü mevsûftur, gizli rübbe ile mecrûr da olabilir. "Henüz güç yetiremediğiniz” çünkü mağlup olduğunuz için "Allah'ın ise onu kuşattığı (başka ganimetler)” Allah onu kuşattı, sizi ona karşı muzâffer kıldı, bunlar da Hevâzin yahut İran'ın ganimetleridir. "Allah her şeye kâdirdir” çünkü kudreti zatından kaynaklanmaktadır, birine geçip de diğerine geçmez değildir. 22Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, mutlaka arkalarım dönerler, sonra da ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazlardı. "Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı” Mekke halkından kâfirler, sulh yapmasalardı "mutlaka arkalarını dönerlerdi” yenilirlerdi "sonra da ne bir dost bulamazlardı” kendilerini koruyacak, "ne de bir yardımcı” kendilerine destek verecek. 23Allah'ın önceden geçmiş âdeti olarak. Sen Allah'ın âdeti için asla bir değişiklik bulamazsın. "Allah'ın önceden geçmiş âdeti olarak” yani bu geçmiş milletlerde eski bir âdettir, nitekim Allahü teâlâ: "Şüphesiz ben ve elçilerim gâlip olacağız” (Mücadele: 21) buyurmuştur. "Sen Allah'ın âdeti için asla bir değişiklik bulamazsın." 24O ki, Mekke'nin karnında / göbeğinde sizi onlara muzâffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekti. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilendlr. "O ki, Mekke'nin göbeğinde onların ellerini sizden çekti” Mekke kâfirlerinin ellerini demektir. "Sizin ellerinizi de onlardan çekti” Mekke'nin içinde "sizi onlara muzâffer kıldıktan sonra” sizi onlara gâlip getirdikten sonra. Şöyle ki, Ebû Cehil'in oğlü İkrime, beş yüz adamla Hûdeybiye'ye çıktı, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Hâlid'i bir ordu ile üzerine gönderdi. O da onları Mekke'nin damlarına kadar kovaladı, sonra da döndü. Bunun Mekke'nin fethinde olduğu da söylenmiş ve bu, Mekke'nin kılıçla fethedildiğine şâhit gösterilmiştir, fakat zayıftır; çünkü sûre bundan önce indi. "Allah yaptıklarınızı” önce Resûlüne itâat ederek savaşmalarını, sonra da Beyt'ine hürmeten ellerini çekmelerini demektir. Ebû Amr ye ile (yamelun) okumuştur. "Hakkıyla görendir” onlara karşılığını verir. 25Onlar o kimselerdir ki, kâfir oldular ve sizi Mescid-i harâm'dan, kurbanlığı da yerine varmaktan çevirdiler. Eğer kendilerini tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınları bilmeden çiğneyip de onların yüzünden başınıza bir vebal (musibet) gelecek olmasaydı (size fetih için izin verirdi, izin vermemesi) Allah'ın, dilediğini rahmetine sokması içindir. Eğer ayrılsalardı, onlardan kâfirlere acıklı bir azapla azâp ederdi. "Onlar o kimselerdir ki, kâfir oldular ve sizi Mescid-i harâm'dan, kurbanlığı da hapsedilerek yerine varmaktan çevirdiler” bu da bunun Hûdeybiye yılında olduğunu gösterir. Hedy de Mekke'ye hediye edilen kurbandır. Hediy şeklinde de okunmuştur ki, mef'ûl (hediye edilmiş) manasınadır. Yeri de kesilmesi helâl olan mekândır, ondan maksat da bilinen Mina'dır, yoksa başkasında kesilmesi helâl olmayan yeri değildir. Eğer öyle olsa idi Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem kurbanını engellendiği yerde kesmezdi. Burada Hanelilerin, engellenen hacının kurban kesme yeri haremdir, görüşlerine delil yoktur. "Eğer kendilerini tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınlar olmasaydı” müşriklerle karıştıkları için tanımadığınız bazı kimseler olmasaydı "onları çiğneyecek olmasaydınız” ezip de helâk edecek olmasaydınız, demektir. Şâir şöyle demiştir: Bizi kızarak çiğnedi, Bağlı devenin kuru otları çiğnemesi gibi. Aleyhis-salâtü ves-selâm da şöyle buyurmuştur: Allahü teâlâ'nın en son çiğnediği yer Bevc bölgesidir. O Tâif'te bir vadidir, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in son savaşı orada olmuştu. Vat’ın aslı ayakla çiğnemektir. Bu da ricalin ve nisain kelimelerinden yahut talemuhum'daki zamirlerinden bedel-i istimaldir. "Onlardan size gelmeseydi” onlar tararından (maarretün (bir vebal, leke) hoşa gitmeyen şey Meselâ onları öldürmekle diyet ve kefaretin gerekmesi, onlara üzülme, kâfirlerin sizi kınaması ve tam araştırmamakla günaha girme gibi. "Maarre” arrehu'dan mefale veznindedir, başına istenmeyen bir şey gelmektir. (Bilmeden) bu da tatauhum fiiline mütealliktir, yani onları bümeden çiğnemek demektir. Levla'nın cevabı mahzûftur, çünkü kelâmdan anlaşılmaktadır. Mana da şöyledir: Eğer kâfirlerin arasında bilmeden çiğneyip de vebal altına gireceğiniz kimseler olmasaydı, ellerinizi onlardan çekmezdi. "(İzin verilmemesi) Allah'ın, dilediğini rahmetine sokması içindir” bu da ellerinin Mekke halkından çekilmesinin ületidir yani böyle oldu ki, Allah rahmetine girdirsin yani hayrını artırmak ve Müslüman olması için ona başarı versin demektir. "Dilediğini” onların içindeki mü'minlerden yahut müşriklerden demektir. "Eğer ayrılsalardı” eğer birbirlerinden ayrılsalardı demektir, tezayelu şeklinde de okunmuştur. "Onlardan kâfirlere acıklı bir azâp ile azâp ederdik” öldürmek ve esir etmekle. 26O zaman kâfirler kalplerinde taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmiş, Allah da huzurunu Resûlünün ve mü'minlerin üzerine indirmiş ve onları takva kelimesine zorlamıştı. Onlar da buna daha haklı ve ehil / lâyık idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. (O zaman kâfirler yerleştirmişti) burada üzkür (hatırla) emri takdir edilmiştir ya da azzebna veyahut suduriküm'ün zarfıdır "kalplerine taassubu” gururu "cahüiye taassubunu” hakka itaate mani olan gayreti yerleştirmişti. "Allah da huzurunu Resûlünün ve mü'minlerin üzerine indirdi” onlara sebat ve kararlılık verdi. Şöyle ki, aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz onlarla savaşmak isteyince Süheyl bin Amr ile Huveytıb bin Uzza ve Mikrez bin Hafs'ı gönderdiler; onlar da bu sene dönmesini, gelecek sene gelmesini istediler. Kureyş de Mekke'yi üç gün boşaltacaktı. Onlara müspet cevap verdi, aralarında barış name yazdılar. Aleyhissselam Efendimiz, Hazret-i Ali radıyallahü anh'e: Bismillahirrahmânirrâhîm, yaz, dedi. Onlar da: Biz bunu bümeyiz, bismikallahümme yaz, dediler. Sonra: Bu; Allah'ın Resûlünün Mekke halkı ile andlaşmasıdır, yaz, dedi. Onlar da: Eğer Allah'ın Resûlü olduğunu bilseydik, seni Beyt'ten çevirmez ve seninle savaşmazdık. Bu, Abdullah oğlu Muhammed'in Mekke halkı ile yaptığı barıştır, yaz dediler. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: İstediklerini yaz, dedi. Mü'minler bunu kabul etmemek ve onları yakalamak istediler. Allahü teâlâ da onlara huzur verdi, vakar gösterip tahammül ettiler. "Ve onları takva kelimesine zorlamıştı” kelime-i şahadete yahut bismillahirrahmânirrâhîm'e veyahut Muhammedün Resûlüllah'a, onlar için bunu seçti ya da sebatı ve ahde vefayı demektir. Kelimenin takvaya izafesi onun sebebi olmasındandır ya da kelimete ehliha demektir. "Onlar da buna daha haklı idiler” diğerlerinden "ve ehil / lâyık idiler” ehliyetli idiler. "Allah her şeyi hakkı ile bilendir” her şeyin adamını bilir ve ona kolaylaştırır. 27Yemin olsun, gerçekten Allah, Resûlüne gördüğü rüyayı hak ile tasdik etti. Eğer Allah dilerse, muhakkak Mescid-i harâm'a başlarınızı tıraş ederek ve saçlarınızı kısaltarak korkmadan güvenle gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bildi de bunun ötesinden yalan bir fetih kıldı. "Yemin olsun, gerçekten Allah Resûlüne gördüğü rüyayı tasdik etti” aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz kendinin ve ashâbının Mekke'ye emin olarak ve saçlarını tıraş ederek ve kısaltarak girdiğini gördü. Onlar da sevindiler, bunun bu yıl olacağım zannettiler. Gecikince bazıları: Allah'a yemin ederiz ki, ne saçımızı tıraş ettik ne kısalttık ne de Beytullah'ı gördük, dediler. Âyet bunun üzerine indi. Mana da onun rüyasını doğruladı, demektir. "Hak ile” hakla ilişkili olarak demektir. Çünkü onun gördüğü, vakti gelince mutlaka çıkar ki, o da gelecek senedir. Bilhakkı'nin mahzûfun mef'ûlu mutlakı olması da câizdir yani sıdkan mültebisen bilhakkı demektir ki, o da îmanda sebat edenle onda sarsüanı ayırmak maksismiyle demektir. Allahü teâlâ'nın ismi ile kasem (hakka kasem ederim ki,) olması da câizdir ya da baülın zıddı ile tasdik etti demektir. (Muhakkak Mescid-i harâm'a gireceksiniz) bu da kasemin cevabıdır, ilk iki mülahazaya göre mahzûf kasemin cevabıdır. (Eğer Allah dilerse) bu da vaadi Allah'ın dilemesine bağlamaktır, kullara öğretmek içindir ya da bazılarının ölmek veya bulunmamak dolayısıyla giremeyeceğini bildirmek içindir ya da rüyadaki meleğin dediğinin hikâyesidir ya da Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in ashâbma söylediğinin tekrarıdır. (Güvenle) bu da letedhulunne'deki vâv'dan hâl’dir, şart da ara cümlesidir. "Başlarınızı tıraş ederek ve kısaltarak” yani bazınız tıraş ederek, bazınız da kısaltarak demektir. (Korkmadan) bundan sonra korkmadan demektir. "Allah sizin bümediğinizi bildi” bunu geciktirmedeki hikmeti "bunun ötesinde kıldı” Mescid-i harâm'a girmenizden öte / Önce veya Mekke'nin fethinden önce "yakın bir fetih” o da Hayber'in fethidir, Tâ ki, mü'minlerin kalpleri huzurla dolsun da vaat edilen şey müyesser olsun. 28O ki, Resûlünü hidâyetle ve hak Dîn ile gönderdi ki, onu bütün dinlerin üzerine gâlip kılsın. Allah şâhit olarak yeter. "O ki, Resûlünü hidâyetle gönderdi” hidâyetle ilişkili olarak yahut hidâyet sebebiyle veyahut onun için demektir "ve hak Dîn ile” İslâm dini ile. "Ki onu (hak dini) bütün dinlere gâlip kılsın” onu Dîn cinsinden ne varsa onlara üstün kılsın; hak olanı nesh etmek ve batü olanın da bozuk tarafını açığa çıkarmakla ya da Müslümanları o dinin müntesiplerinin üzerine salmakla. Ne kadar Dîn mensubu varsa Müslümanlar onları ezmişlerdir. Bunda ettiği fetih vaadini te'kit vardır. "Allah şâhit olarak yeter” vaadinin yerini bulacağına ya da mu'cizeler göstererek peygamber olduğuna şahittir. 29Muhammed Allah'ın Resûlüdür. Onun yanındakiler kâfirlere karşı pek çetinler, kendi aralarında pek merhametliler. Onların rükû ve secde ettiklerini görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. İşte bu, onların Tevrat'taki misalidir. Onların İncil'deki misali de şöyledir: (Onlar) filizini çıkarıp da onu güçlendiren, kalınlaşıp gövdesi üzerine dikilen, çiftçilerin hoşuna giden bir ekin gibidir. (Onların buna benzetilmesi) onlarla kâfirleri kızdırması içindir. Allah onlardan îman edip iyi şeyler yapanlara bir bağış ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir. "Muhammed Allah'ın Resûlüdür” şahitlik edilen şeyi açıklayan bir cümledir, Resûlüllah’ın sıfat, Muhammed'in de mahzûf mübtedanın haberi veya mübteda olup "vellezine maahu"nûn da ona atfedilip ikisinin haberinin de "eşiddau alel küffari” olması da câizdir. Eşidda, şedid'in çoğuludur, ruhamau da rahim'in çoğuludur. Mana da şöyledir: Onlar dinlerine muhalefet edene sert davranırlar, kendi aralarında merhametlidirler. Tıpkı "mü'minlere karşı mütevazı, kâfirlere karşı onurlular” (Maide: 54) âyeti gibi. "Onların rükû ve secde ettiklerini görürsün” çünkü çoğu vakitlerinde namazla meşguldürler "Allah'tan lütuf ve rıza isterler” sevap ve razılık talep ederler. "Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır” çok secde etmelerinden alınlarında oluşan damgayı murat ediyor. Siyma samehu deyiminden fî'lâ veznindedir ki, damga vurmaktır. Medli şekilde siyma' da okunmuştur. Min eseris sücud da onun açıklamasıdır ya da harf-i çerdeki gizli zamirden hâl’dir. (Bu) zikredilen niteliğe işarettir ya da kapalı bir işâret olup onu kezer'in lâfzı açıklamaktadır. "Onların Tevrat’taki misali budur” onda zikredilen acayip nitelikleri budur. (Onların İncil'deki misali de şöyledir) bu da ona atıftır yani iki kitaptaki misali budur demektir. (Ekin gibidir) lâfzı da yeni söz başıdır ya da tefsirdir yahut mübteda’dır, kezer'in de haberidir. "Filizini çıkardı” yavrusunu demektir, aştaez zer'ü deyiminden gelir ki, ekin eniklemektir. İbn Kesîr ve İbn Zekvân rivâyetinde İbn Âmir üç fetha ile şataehu okumuşlardır, hemze sâkin kılınarak şetahu, med ile şataehu ve hemzenin harekesinin nakli ve hazfi ile şatahu ve vâv'a çevrilmesiyle şatvehu da okunmuştur. "Onu güçlendirdi” takviye etti, bu da müazereden gelir ki, desteklemektir ya da iyzâr'dan gelir ki, yardım etmektir. İbn Âmir, Zekvan rivâyetinde ezerehu okumuştur ki, ecerehu gibidir, o da âcerehu manasınadır. "Kalınlaştı” ince iken kalın oldu "gövdesi üzerine dikildi” kamış gibi içi boş sapının üzerine durdu ki, sûk sâkin çoğuludur. İbn Zekvân'dan hemze ile su'kıhi okuduğu da rivâyet edilmiştir. "Çiftçilerin hoşuna gider” sıklığı, kuvveti ve güzel görünüşü ile. Bu da Allahü teâlâ'nın ashap için getirdiği bir misaldir. İslâm'ın başında az idiler, sonra çoğaldılar, güçlendiler. Öyle ki, işleri terakki etti, insanların hoşuna gitti. "Bu da onlarla kâfirleri kızdırması içindir” bu büyümede ve güçlenmede ekine benzetilmelerinin sebebidir ya da: "Allah onlardan îman edip iyi şeyler yapanlara bir bağış ve büyük bir mükâfat vaadetti” kavlinin ületidir. Çünkü kâfirler bunu duyunca bu onları kızdırdı. Minhüm de beyan içindir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kim Fetih sûresini okursa, Muhammed aleyhis-salâtü ves-selâmla Mekke'nin fethine katılmış gibi olur. |
﴾ 0 ﴿