49 / HUCURÂT SÛRESİ

Medîne'de inmiştir. 18 âyettir.

1

 Ey îman edenler, Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten, her şeyi bilendir.

"Ey îman edenler, Allahin ve Resûlünün önüne geçmeyin” yani tukaddimu emren (hiçbir işi onların önüne geçirmeyin) demektir. Mehil hazfediimiştir ki, akıl mümkün olan her yere gitsin ya da terk edilmiştir, çünkü maksat direkt olarak öne geçirmeyi reddetmektir ya da önüne geçmeyin demektir, ordunun ön kolu da bundan gelir. Ya'kûb'un tekaddemu okuyuşu da bunu destekler. Kudüm mastarından takdemu da okunmuştur.

"Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin” bu da insanın iki eline karşılık iki cihetten istiare ile alınmıştır, bu da yasaklanan şeyi daha kötü göstermek içindir. Mana da: Onlar karar vermeden işi kesip atmayın, demektir.

Şöyle de denilmiştir: Maksat Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in önüne geçmektir, Allah'ın zikredilmesi ise onu büyütmek içindir ve şunu da akla getirmek içindir ki, o Allah'tan öyle bir yerdedir ki, ona saygı göstermek vâciptir.

"Allah'tan korkun” öne geçmede yahut hükmüne muhalefette.

"Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir” sözlerinizi "hakkıyla bilendir” yaptıklarınızı.

2

 Ey îman edenler, seslerinizi Peygamberin sesinin üzerine yükseltmeyin. Kiminizin kiminize bağırması gibi ona sözle bağırmayın. Sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.

"Ey îman edenler, seslerinizi Peygamberin sesinin üzerine yükseltmeyin” yani onunla konuştuğunuz zaman sesinizi onun sesinden ileri geçirmeyin, demektir.

"Kiminizin kiminize bağırması gibi ona sözle bağırmayın” kendi aranızdaki gibi bağırmayın; bilâkis seslerinizi onunkinden çok kısın ki, saygı korunmuş ve edebe riayet edilmiş olsun.

Mana şöyledir de denilmiştir: Ona ismi ve lâkabı ile hitap etmeyin, Meselâ birbirinize hitap ettiğiniz gibi etmeyin, Peygamber ve Resûl diye hitap edin. Nidanın tekrar edilmesi karşıdakinin daha çok yönelmesi ve uyanması içindir ve nida edilen şeyin müstakil olduğunu ve daha çok önem verilmesi gerektiğini bildirmek içindir. (Sonra ameliniz boşa gider) ameliniz boşa gitmesin diye, bu da yasağın gerekçesidir ya da en tahbata demektir ki, sonunda böyle olur demektir. Çünkü yüksek sesle konuşmada hafife alma vardır, bu da ameli iptal eden küfre götürebilir. Bu da küçümseme ve ilgisizlik kastı olduğu zaman bu sonucu verir.

Rivâyete göre Sâbit bin Kays'in kulağında ağırlık vardı ve sesi de yüksekti. Âyet inince Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in meclisine gelmedi, Efendimiz onu göremeyince çağırdı, o da: Ya Resûlallah, sana bu âyet indirildi, ben ise yüksek sesli biriyim; amelimin iptal edilmesinden korkuyorum, dedi. Aleyhis-salâtü ves-selâm da: Sen de öyle değilsin, sen hayırla yaşayacak ve hayırla öleceksin. Sen cennetliksin, dedi.

"Bilmeden” onların iptal edildiğini fark etmeden.

3

 Şüphesiz Allah,'ın Resûlünün yanında seslerini kısanlar var ya, işte Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir bağış ve büyük bir mükâfat vardır.

"Şüphesiz Allah, Resûlünün yanında seslerini kısanlar” edebe riayet ettikleri ya da muhalefetten korktukları için demektir.

Şöyle de denilmiştir: Ebû Bekir ile Ömer bundan sonra onunla sessiz konuşurlardı, öyle ki, onlara tekrar ettirmek zorunda kalırdı.

"İşte Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiştir” takva için tecrübe etmiş ve alıştırmıştır ya da takvaya tanıtmıştır. Çünkü imtihan tanîmanın sebebidir. Littakva'daki lâm mahzurun sılasıdır, asıl mana itibarı (cerrebe) ile imtehane fiilinin sılasıdır ya da Allah takva için onlara çeşitli sıkıntılar ve zor teklifler yöneltti demektir. Çünkü bunlar ancak sabırla meydana çıkar ya da takva için hâlis hâle getirdi demektir, bu da imtehanezzehebe deyiminden gelir ki, altmı eritip hâlisini posasından ayırmaktır.

"Onlar için bir bağış vardır” günahları için "ve büyük bir mükâfat vardır” seslerini kısmaları ve diğer taatları sebebiyle. Mağfıretün ile ecrün'ün nekire olması, büyütmek içindir. Cümle de inne edatının ikinci haberidir.

Ya da cümle seslerini kısanların mükâfatını açıklamak ve durumlarını methetmek için yeni söz başıdır. Nitekim onlardan iki marifeden oluşan bir cümle ile haber vermiştir (ülaikelleziyne). Mübteda ism-i işarettir onlar için alâmet sayılan şeyi içine almaktır, haber de ism-i mevsûldur, sılası da kemalin zirvesine maşuklarını göstermektedir. Bu da seslerini kısmaya azami derecede önem verdiklerini göstermektedir. Ayrıca yüksek sesle konuşanların kötü durumuna ve bu hareketi yapanın ters durumda olacağına îma etmektedir.

4

 Şüphesiz sana odaların arkasından seslenenlerin çoğu akıl etmez kimselerdir.

"Şüphesiz sana odaların arkasında seslenenler” dışından arkasından yahut önünden demektir. Min edâtı iptidaiyedir, çünkü seslenme arka taraftan başlamıştır. Faydası da seslenilen kimsenin içeride olduğunu göstermesidir. Zira başlangıçla bitişin mutlaka cihet bakımından farklı olması lâzımdır. Cimin fethi (hücerat), sükûnu ile (hucrat) okunmuştur, üçü de hücre'nin çoğuludur, o da duvarla çevrili yer parçasıdır. Bunun içindir ki, deve ağılına hücre denilir. O, iu'le veznindedir, mef'ûl manasınadır, ğurfe ve kubda gibi. Maksat Peygamber aleyhis-salâtü ves-selâm’ın kadınlarının odalarıdır. Bunda kadınlarıyla halvette olduğuna ve onların odaların arkasından seslendiklerine îma vardır. Şöyle ki, ya hücrelere teker teker gelmişler ve Efendimize hücrelerin arkasından seslenmişlerdir ya da onlar onu aramak için hücrelere dağılmışlardır. Birinin yaptığı hepsine isnat edilmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Ona seslenenler Uyeyne bin Hısn ile Akra' bin Habis'tir. Temim oğullarından yetmiş kişilik bir heyetie öğle vaktinde Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e geldiler. O ise öğle uykusuna yatmıştı. O ikisi: Ey Muhammed, dışarı çık, dediler. Hepsine isnat edilmesi, buna râzı olmalarından ya da bunu emretmiş olmalarındandır yahut bu işin aralarında olmasındandır.

"Çokları akıl etmez kimselerdir” çünkü akıl güzelce edep gösterilmesini ve biraz olsun çekinümesini Sektirir, hele bu mevki de olan birine karşı.

5

 Eğer onlar senin onlara çıkmana kadar sabretselerdi, elbette onlar için daha hayırlı olurdu. Allah çok bağışlayan, çok merhametlidir.

"Eğer onlar senin onlara çıkmana kadar sabretselerdi” yani sabır ve bekleyişleri senin onlara çıkmana kadar sürseydi demektir. Çünkü enne edâtı her ne kadar mamulleriyle birlikte mastara delâlet ederse de özü itibarı ile de sebata delâlet eder. Bunun içindir ki, fiili gizlemek vâcip olmuştur. Hattâ edâtı da sabrın çıkmanın sonu olduğunu göstermek içindir. Çünkü hattâ yapısı itibarı ile bir şeyin sonunu gösterir, bunun içindir ki: Ekeltüs semekete hatta resiha (balığı başına kadar yedim) denilir. Hattâ nısfına (yarısına kadar yedim) denilmez. İlâ edâtı ise öyle değildir, çünkü o geneldir. İleyhim câr ve mecrûru da şunu akla getirmektedir ki, eğer o, onlar için çıkmasa idi, o konuşmaya başlayıncaya kadar sabretmeleri gerekirdi.

"Elbette onlar için daha hayırlı olurdu” sabır onlar için acele etmekten daha hayırlı olurdu, çünkü onda edep korunmuş ve Resûl'e saygı gösterilmiş olurdu. Bu ikisi de övgüyü ve matlubun yerine getirilmesine mûciptir. Çünkü rivâyet edildiğine göre onlar Anber oğullarının esirlerinin bırakılmasına aracılık etmek için gelmişlerdi; o da yarısını bıraktı, yarısının da fidyesini aldı.

"Allah çok bağışlayan, çok merhametlidir” çünkü bu edepsizlere ve Resûl aleyhis-salâtü ves-selâm'a hürmet etmeyenlere karşı nasihat ve azarlama ile yetinmiştir.

6

 Ey îman edenler, eğer size bir fasık bir haber getirirse, araştırın; sonra bir topluma bilmeden sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.

"Ey îman edenler, eğer size bir fasık bir haber getirirse, araştırın” öğrenmeye çalışın ve inceleyin.

Rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz Velid bin Ukbe'yi zekâtlarım toplamak için Mustalık oğullarına gönderdi. Onunla da aralarında düşmanlık vardı. Geldiğini duyunca onu karşıladılar; o da kendini öldüreceklerini sanıp geri döndü ve Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e: Dinden döndüler, zekâtı vermediler, dedi. Efendimiz onlara savaş açmak istedi, âyet bunun üzerine indi. Şöyle denilmiştir: Efendimiz onlara Hâlid bin Velid'i gönderdi; namaz için ezan okuduklarını ve gece teheccüde kalktıklarını gördü. Onlar da zekâtlarını teslim ettiler, o da döndü. Fasıkın ve nebe'in (haberin) nekire kılınması genelleme içindir. Araştırma emrinin haber verenin fasıklığma bağlanması âdil kimsenin haberini kabul etmenin câiz olmasını gerektirir; çünkü bir şeye in edatıyla bağlı kılman şey lmadığı zaman yok olur ve eğer tek kişinin haberi tek olduğu için reddedilse idi, fasıklığa bağlanmazdı. Çünkü tertip sebebi ifade eder. Zât ile olan da başka sebebe bağlanmaz. Hamze ile Kisâî fetesebbetu okumuşlardır ki, durum açığa çıkıncaya kadar bekleyin demektir.

"En tusiybu” sataşmayasınız diye "bilmeden bir topluma” hâllerini bilmeden.

"Yaptığınıza pişman olursunuz” öyle bir üzülürsünüz ki, olmamasını istersiniz. Bu üç harften (n d m) oluşan kelimeler devamlılık etrafında döner dolaşır.

7

 Bilin ki, içinizde Allah'ın Resûlü vardır. Eğer birçok işte size itâat ederse, elbette sıkıntıya düşersiniz. Ancak Allah size îmanı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi. Size küfrü, faşıklığı ve isyanı kötü gösterdi. İşte onlar doğru yolda olanlardır.

 (Bilin ki, içinizde Allah'ın Resûlü vardır) erme edâtı malulleriyle birlikte va'lemu'nûn iki mef’ûlünun yerini tutmuştur, bu da ona bağlanan hâl sayesindedir, o da: (Eğer birçok işte size itâat ederse, elbette sıkıntıya düşerdiniz) kavlidir; o, fiküm'deki iki zamirden birinden hâl’dir. Eğer yeni söz başı kabul edilirse, emrin bir faydası görülmez. Mana şöyledir: Allah'ın Resûlü aranızda öyle bir konumdadır ki, değiştirilmesi lâzımdır, o da olaylar çıktığı zaman sizin görüşünüze uymasını istemenizdir. Eğer öyle olsa idi, zora ve dara düşerdiniz. Bunda bazılarının Mustalık oğullarına savaş açılmasını istediklerine işâret vardır.

"Ancak Allah size îmanı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi. Size küfrü, faşıklığı ve isyanı kötü gösterdi” kavli de mazeretlerini beyan eden bir istidrak / düzeltmedir. O da imâm çok sevmelerinin ve küfürden hoşlanmamalarının onları bu işe sürüklemesidir. Bunu da Velid'in dediğini duydukları zaman yapmışlardı.

Ya da içlerinden bunu yapmayanların sıfatını bildirmekle bir düzeltmedir, bu da onları övmek ve yapanları üstü kapalı olarak kınamak içindir.

"İşte onlar doğru yolda olanlardır” kavli de bunu destekler yani onlar müstesnadırlar, doğru yolu bulanlardır. Kerihe fiili kendi başına bir mefula geçişli olur, şeddelendiği zaman (kerrehe) iki mef'ûl alır. Ancak o, buğz etme manasını içerdiği için bağğaza'mn yerine konulmuş ve onun gibi ilâ edatıyla geçişü kılınmıştır.

Ya da ileyküm lâfzı öteki mef’ûlün yerine geçirilmiştir. Küfr inkâr ederek Allah’ın nimetini kapatmaktır, fusuk doğru yoldan çıkmaktır, isyan da itâat etmemektir.

8

 Allah'tan bir lütuf olarak. Allah hakkıyla bilen, hikmet sâhibidir.

"Allah'tan bir lütuf ve nimet olarak” bu da kerrehe yahut habbebe'nin aleti, mef’ûlün lehidir, raşidun'un değil. Çünkü lütuf Allah'ın fiilidir, rüşt ise her ne kadar sonuçta Allah'ın fiili ise de onların zamirine isnat edilmiştir ya da fiilinin dışında mef’ûlün mutlaktır. Çünkü sevdirme de doğru yola iletmede Allah'ın lütfü ve nimetidir.

"Allah hakkıyla bilendir” mü'minlerin hâllerini ve aralarındaki üstünlüğü "hikmet sâhibidir” onları muvaffak kılmakla üstün kılar ve nimet verirken.

9

 Eğer mü'minlerden iki topluluk savaşırlarsa, aralarını düzeltin. Eğer ikisinden biri diğerine saldırırsa, saldıran Allah'ın emrine dönünceye kadar onunla savaşın. Eğer dönerlerse, aralarını adaletle düzeltin ve âdil olun. Şüphesiz Allah, adilleri sever.

"Eğer mü'minlerden iki grup savaşırlarsa” iktetelu şeklinde cemi olması mana bakımındandır, çünkü her grup çoğuldur "aralarını düzeltin” nasihat etmek ve Allah’ın hükmüne çağırmakla.

"Eğer biri diğerine saldırırsa” tecâvüz ederse,

"saldıran Allah'ın emrine dönünceye kadar onunla savaşın” Allah'ın hükmüne yahut buyruğuna demektir. Gölgeye fey' denilmesi zeval vaktinde güneş onu sildikten sonra dönmesindendir. Ganimete de fey' denilmesi kâfirlerden Müslümanlara dönmesindendir.

"Eğer dönerse, aralarını adaletle düzeltin” aralarında Allah'ın hükmüne göre karar verin. Arabulmanın adaletle kayıtlanması o ortamın haksızlığa müsait olmasındandır, çünkü savaştan sonradır (masada kaybetmek). "Âdil olun” bütün işlerde "şüphesiz Allah adilleri sever” güzel karşılık vermekle yaptıklarını över. Âyet aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz zamanında Evs ile Hazrec arasında çıkan bir savaş hakkında indi, hurma dalları ve ayakkabılarla kavga etmişlerdi. Bu da saldıranın mü'min olduğunu ve savaştan çekildiği takdirde bırakılacağını göstermektedir. Nitekim hadiste de öyle gelmiştir. Çünkü Allah'ın emrine dönmedir ve şunu da göstermektedir ki, nasihat ettikten ve sulh olmalarına çalıştıktan sonra mağdura yardım etmek vâciptir.

10

 Mü'minler ancak kardeştir. Kardeşlerinizin aralarını bulun. Allah'tan korkun ki, merhamet olunasınız.

"Mü'minler ancak kardeştir” çünkü kökleri birdir; o da ebedî hayatı kazandıran îmandır. Bu da düzeltme emrinin gerekçe ve onayıdır. Bunun içindir ki, onu fe harfi ile birlikte tekrar ve:

"Kardeşlerinizin aralarını bulun” buyurmuştur. Zamirin yerine zâhir ismi koyması ve emredilenlere muzâf kılması, bunu kafalara iyice yerleştirmek ve konuya özendirmek içindir. İki kardeşin zikredilmesi de (ehaveyküm) tartışmanın en az iki kimse arasında çıkacağmdandır. İki kardeşten Evs ile Hazrec kabileleri murat edildiği de söylenmiştir. Beyne ihvetiküm ve ihvaniküm de okunmuştur.

"Allah'tan korkun” hükmüne muhalefet etmekten ve onu ihmalden "ki, merhamet olunasınız “ takvanızdan dolayı.

11

 Ey îman edenler, bir topluluk bir toplulukla alay etmesin, kendilerinden daha hayırlı olmaları umulur. Kadınlar da kadınlarla alay etmesinler; kendilerinden daha hayırlı olmaları umulur. Kendinizi kötülemeyin ve lâkaplarla çağırmayın. Îmandan sonra fasıklık ne kötü addır. Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

"Ey îman edenler, bir topluluk bir toplulukla alay etmesin, kendilerinden daha hayırlı olmaları umulur. Kadınlar da kadınlarla alay etmesinler; kendilerinden daha hayırlı olmaları umulur". Yani bazı mü'minler bazılarıyla alay etmesinler, çünkü alay edilen Allah katında alay edenden daha hayırlı olabilir. kavm lâfzı erkeklere özgüdür, çünkü ya mastardır, sıfat olmuş ve cemide yaygınlaşmıştır ya da kaim'in çoğuludur, zair ve zevr gibi. İşleri görmek (onlarla kaim olmak) erkeklerin görevidir, nitekim Allahü teâlâ.

"Erkekler kadınların kaimleridir” (Nisa: 34) buyurmuştur ki, işlerini görürler demektir. Âd ve Fir'avn kavmi gibi kabile manasında tefsir edildiği zaman (yine erkekler içindir) o zaman ya erkekler çok kabul edilmiş ya da erkekleri zikretmekle yetinilmiştir. Çünkü kadınlar onlara tabidir. Kavm diyerek çoğul ifadesinin tercih edilmesi alay etmenin çoğunlukla topluluklarda olmasındandır. Asâ fiili de ismi ile beraber yeni söz başıdır, yasağın gerekçesidir, onun haberi (hükmün bağlandığı lâfız) yoktur, çünkü isim ona gerek bırakmamıştır. Asev en yekunu ve aseyne en yekünne de okunmuştur. Buna göre haberi olur (asâ haluhum en yekunu).

"Kendinizi kötülemeyin” yani birbirinizi gıybet etmeyin demektir; çünkü mü'minler tek bir vücut gibidir.

Ya da kınanacak şey yapmayın demektir, çünkü kınanacak şey yapan ancak kendini kötülemiş olur. Lemz dü uzatmaktır. Ya'kûb zam ile (vela telmuzu) okumuştur.

"Ve lâkaplarla çağırmayın” birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. Çünkü nebz maddesi örfe göre kötü lâkaba hâstır.

"Îmandan sonra fasıklık ne kötü addır” mü'minlerin îmana girmelerinden ve onunla meşhur olmalarından sonra kötü şöhretin yayılması ne kadar çirkindir! Bundan maksat ya küfür ve fışkın insanlara, özellikle mü'minlere nispetini ayıplamaktır. Çünkü

rivâyete göre âyet Safiyye bint Huyey hakkında inmiştir. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi: Kadınlar bana: Ey iki Yahûdînin kızı Yahûdî, dediler, dedi! O da: Babam Hârûn, amcam Mûsa, kocam da Muhammed aleyhisselâm'dır deseydin, dedi!

Ya da maksat lâkap takmanın fasıklık, onu îmanla bağdaştırmanın da çirkin olduğunu göstermektir.

"Kim tevbe etmezse” yasaklandığı şeyden "işte onlar zâlimlerin ta kendileridir” isyanı tâat yerine koymak ve kendini azaba maruz bırakmakla.

12

 Ey îman edenler, zannın birçoğundan sakının. Çünkü zâtının bazısı günahtır. Kusur araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Biriniz kardeşinin ölü iken etini yemekten hoşlanır mı? İşte ondan tiksindiniz! Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul eden, çok merhametlidir.

"Ey îman edenler, zannın birçoğundan sakının” ondan bir yana çekilin. Kesiren şeklinde kapalı verilmesi, her zanda ihtiyat göstermek ve hangi cinsten olduğu bilininceye kadar iyi düşünmek içindir. Çünkü zan vardır ona tâbi olmak vâciptir Meselâ amele ait kesin olmayan hükümler ve Allah, hakkında hüsnü zanda bulunmak gibi. Zan vardır haramdır Meselâ Allah ve peygamberlerle ilgili, kesin delile muhaüf zan ve mü'minlere sui zanda bulunmak gibi. Zan vardır mubahtır Meselâ geçim işlerindeki zan gibi.

"Çünkü zannın bazısı günahtır” bu da emir için yeni söz başıdır. İsm lâfzı cezayı mûcip günahtır. Hemzesi vâv'dan bedeldir, sanki o amelleri kıran şeydir (yesimül a'male). (Kusur araştırmayın) Müslüman'ların açığını aramayın, tecessüs cess kökünden tefa'ul babmdandır, bu da ondaki talep (isteme) manası itibarı iledir, Meselâ telemmüs gibi. His'ten getirerek ha ile okunmuştur ki, o da cess'in (ellemenin) eseri ve sonucudur. Bunun içindir havass-ı hamseye (beş duyuya) elcevas da denilmiştir. Hadiste şöyle denilmiştir: Müslümanların ayıplarını araştırmayın; çünkü kim onların ayıplarını araştırırsa, Allah onu evinin içinde de olsa rezil eder.

"Kiminiz kiminizi gıybet etmesin” arkasından kötü şeyle anmasın. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimize gıybeti sordular, o da: Dîn kardeşini hoşlanmayacağı şey ile anmandır, dedi. Eğer dediğin onda olursa gıybet etmiş olursun, eğer olmazsa bühtan etmiş olursun, dedi.

"Biriniz kardeşinin ölü iken etini yemek ister mi?” bu da gıybet edenin gıybet edilenin namusunda açtığı yarayı mübalağalarla birlikte en kötü şekilde temsil etmektedir. Şöyle ki: Eyuhibbu'daki istifham takriridir (reddi mümkün değildir), fiil ahad lâfzına genelleme için isnat edilmiştir, sevmek ifadesi gayet iğrenç olan şeye bağlanmıştır, gıybet insan etini yemeye benzetilmiştir, eti yenen kimse hem kardeştir hem de ölüdür. Arkasından da

"işte ondan tiksindiniz!” buyurmuştur. Bu da onları onamakta ve gerçekleştirmektedir.

Mana da şöyledir: Eğer böyle bir şey lursa yahut böyle bir şeyle karşılaşırsanız, bakın, ondan tiksindiniz, tiksindiğinizi inkâr etmeniz de mümkün değildir. Meyten lahm'dan yahut ah (kardeş) lâfzından hâl olarak mensûbtur. Nâfi' şedde ile meyyiten okumuştur.

"Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul eden, çok merhametlidir” yasağından sakınanı ve kusurundan tevbe edeni. Tevvab'taki mübalağa tevbeyi çok kabul etmesindendir, çünkü sâhibini günah işlememiş gibi yapar ya da tevbesi kabul edilenlerin çok olmasından veyahut günahlarının çok olmasındandır.

Rivâyete göre ashaptan iki kimse Selmarîı Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’e katık istemek için gönderdiler. Üsame de Efendimizin yiyecek işlerine bakıyordu, o da: Yanımda bir şey yok, dedi. Selman o iki kimseye bunu haber verdi, onlar da: Eğer onu suyu bol Sümeyha kuyusuna göndersek kuyuyu kuruturdu, dediler. O ikisi Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e gelince, onlara:

"Neden ağızlarınızda kokan etin yeşilliğini görüyorum?” dedi. Onlar da: Biz et yemedik, dediler. Kendisi de: Siz gıybet ettiniz, dedi.

13

 Ey insanlar, gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Tanışmanız için sizi milletler ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah, katında en değerliniz (ondan) en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, her şeyden haberdardır.

"Ey îman edenler, gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık” Âdem ile Havva'dan, o ikisine selâm olsun ya da sizden her birinizi bir baba ve bir anadan yarattık demektir. Hepsi bu hususta eşittir, soya bakarak öğünmenin gerekçesi yoktur. Bunun gıybete mani olan kardeşliği pekiştirme olması da câizdir. (Sizi milletler ve kabilelere ayırdık) şa'b bir asla (köke) dayanan büyük topluluktur, o da kabileleri içine alır, kabile de amair'i, imare de batınları (göbekleri) batın da aşiretin kolunu içine alır, bundan da yakın dallar meydana gelir. Bu durumda Huzeyme şa'b'tir, Kinane kabiledir, Kureyş imaredir, Kusay batındır, Hâşim fahz'dir, Abbâs fasiledir.

Şöyle de denilmiştir: Şuub yabancı batınlardır, kabileler de arap batınlarıdır (karınlarıdır). (Tanışmanız için) birbirinizi tanîmanız için, atalarla kabilelerle övünmek için değil. îdgam ilr littearefu da okunmuştur. Litetearefu ve literifu da okunmuştur.

"Şüphesiz Allah, katında en değerliniz ondan en çok korkanınızdır (takva sâhibi olanınızdır)". Çünkü nefisler takva ile kemale erer ve şahıslar onunla birbirinden üstün olurlar. Binâenaleyh kim şeref ararsa onda arasın. Nitekim aleyhisselâm Efendimiz: Kim insanların en değerlisi olmak isterse Allah'tan korksun, buyurmuştur. Aleyhis-salâtü ves-selâm şöy le de buyurmuştur: Ey insanlar, insanlar takva sâhibi ve Allah, nazarında kıymetli olan mü'min ile bedbaht ve Allah, kaünda değeri olmayan günahkârdan ibarettir.

"Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir” sizi "haberdardır” içlerinizden.

14

 Bedevîler: Îman ettik, dediler. De ki:

"Siz îman etmediniz, ancak "Müslüman olduk deyin. Îman kalplerinize henüz girmedi. Eğer Allah'a ve Peygamberine itâat ederseniz, amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhametlidir.

"Bedevîler: îman ettik, dediler” Eset oğulları hakkında indi, bunlar bir kıtlık yılında Medîne’ye geldiler, yalandan kelime-i şehâdet getirdiler. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e: Sana ağırlıklarla ailelerle geldik, filan oğulları gibi seninle savaşmadık, derler, ondan sadaka ister ve başına kakarlardı.

"De ki: Siz îman etmediniz” çünkü îman güvenmek ve kalp huzuru ile tasdik etmektir, o da sizin için meydana gelmedi. Eğer öyle olmasa idi Müslüman olmak ve savaşı terk etmekle Resûl aleyhis-salâtü ves-selâmın başına kakmazdınız. Nitekim sûrenin sonu da bunu göstermektedir.

"Ancak: Müslüman olduk, deyin” çünkü İslâm itaattir, barışa girmektir, açıktan kelime-i şahadet getirmektir, savaşı terk etmek de bunu gösterir. Kelâmın nazmı: tekulu amenna velakin kulu eslemna yahut lemtü'minu ve lakin eslemtüm, şeklinde olmalı idi. Bundan Kur'ân'daki nazma geçilmesi, îmanı söylemekten men edip de kesin Müslüman olduklarını söylemek durumunda kalmamak içindir. Çünkü şer'an şart olan şey bulunmamaktadır.

"Îman kalplerinize henüz girmedi” bu da kulu lâfzının vaktini bildirmektedir, çünkü o, zamirinden hâl’dir yani Müslüman olduk, deyin, çünkü henüz kalplerinizle dilleriniz uyuşmamaktadır.

"Eğer Allah'a ve Peygamberine îman ederseniz” ihlâsla ve münâfıklığı terk etmekle (amellerinizden hiçbir şey eksiltmez) ecirlerinizden, bu da late yeliytü liyten'den gelmektedir ki, eksiltmektir. Basralı iki kurra elete kökünden ye'litküm okumuşlardır, bu da Gatafan lehçesidir.

"Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır” kusur işleyen mutileri "çok merhametlidir” ihsan etmekle onları.

15

 Mü'minler ancak Allah'a ve Resûlüne îman eden, sonra da şüphe etmeyen ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihâd edenlerdir. İşte onlar doğruların ta kendileridir.

"Mü'minler ancak Allah'a ve Resûlüne îman edenler, sonra da şüphe etmeyenlerdir” lemyertabu tereddüt etmeyenler demektir ki, Iriiibeden gelir, o da rabehu (şüphelendirdi) fnlinin mutâvaat şeklidir: birini itham etmekle beraber şüpheye düşürmektir. Bunda onlarda neden îman bulunmadığına işâret vardır. Sümme edâtı da îmanın muteber olması için şüphe etmemenin sadece îman ederken değil ileride de korunması içindir. Bu, (sonra da dosdoğru oldular) ayetindeki gibidir (Ahkâf: 13). "Malları ve canlarıyla Allah yolunda cihâd edenlerdir” taatlarda demektir. Mallar ve canlarla cihâd etmek, bütün malî ve bedenî ibâdetleri içine alacak kadar geniştir.

"İşte onlar doğru olanların ta kendileridir". Îman iddiasında doğru olanların.

16

 De ki: Allah'a dininizi siz mi öğretiyorsunuz? Allah göklerde ve yerde olanı bilir. Allah her şeyi bilendir.

"De ki: Allah'a dininizi siz mi öğretiyorsunuz?” îman ettik, demenizi ona mı haber veriyorsunuz?

"Allah göklerde ve yerde olanı bilir. Allah her şeyi bilendir". Hiçbir şey na gizli kalmaz. Bu da cahilliklerini tescil etmek ve onları azarlamaktır.

Rivâyete göre geçen âyet inince, geldiler, mü'min ve inançlı olduklarına yemin ettiler. Bu âyet onun üzerine indi.

17

 Müslüman olmalarını başına kakıyorlar. De ki: Müslümanlığınızı başıma kakmayın. Bilâkis Allah sizi îmana iletmekle size lütufta bulunur; eğer doğru kimseler iseniz!

"Müslüman olmalarını başına kakıyorlar” Müslüman olmalarını sana minnet sayıyorlar. Minnet, ettiği iyilikten karşılık beklememektir, bu da menn'den gelir ki, kesmek manasınadır. Çünkü maksat karşımn ihtiyacını görmektir. Minnetin ağır nimet olduğu da söylenmiştir ki, menn'den (batmandan) gelir.

"De ki: Müslümanlığınızı başıma kakmayın” islameküm biislamiküm demektir. Harf-i çerin hazfı yahut fiilin itidad (saymak) manasına olmasından mensûb olmuştur.

"Bilâkis Allah sizi îmana iletmekle lütufta bulunur” iddianıza göre îmana iletmekle, kaldı ki, yol göstermek doğru yolu bulmak anlamına da gelmez. Kesr ile in hedaküm ve iz hedaküm de okunmuştur.

"Eğer doğru kimseler iseniz” îman iddianızda. İn edatının cevabı mahzûftur, mâ-kabli de onu göstermektedir yani felülahil minnetü aleyküm (asıl minnet sâhibiniz Allah'tır) demektir. Âyetin akışında çok ince bir mana vardır, o da şudur: Onlar Yaptıkları şeye îman adım verip de onu başa kakınca, bunun îman olmadığım belirtti ve ona İslâm adını verdi. Demek istedi ki, aslında İslâm olan şeyi başına kakıyorlar, o başa kakılacak bir şey değildir (İslâm teslim olmaktır). Aksine eğer iddiaları gerçek olsaydı onlara lütfetmekle minnet Allah'ın olurdu, onların olmazdı.

18

 Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin kaybını bilir. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

"Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybini bilir” o ikisinde gâip olanı.

"Allah yaptıklarınızı görmektedir” gizli ve açık yaptıklarınızı, artık içinizdeki şeyler ona nasıl gizli kalabilir? İbn Kesîr ye ile (yamelun) okumuştur, çünkü Âyette gaib manası vardır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Hucurat sûresini okursa, ona Allah'a itâat ve isyan edenlerin sayısınca sevap verilir.

0 ﴿