50 / KÂF SÛRESİMekke'de inmiştir. 45 âyettir. 1Kaf. O şerefli Kur'ân'a Yemin olsun. "Kaf. O şerefli Kur'ân'a Yemin olsun” bu husustaki söz: “ Sâd. Zikir sâhibi Kur'ân'a Yemin olsun” kavlinde geçtiği gibidir. Mecîd: Zülmecd, diğer kitaplardan şereflidir demektir ya da çünkü şerefli Allah'ın kelâmıdır demektir ya da: Onun manasını bilen ve hükümlerini uygulayan şeref kazanır demektir. 2Bilâkis onlar içlerinden kendilerine bir uyarıcı gelmesine şaştılar. Kâfirler: "Bu, şaşılacak bir şeydir” dediler. "Bilâkis onlar içlerinden kendilerine bir uyarıcı gelmesine şaştılar” bu da acayip olmayan şeyden şaşmalarını yatsımadır. O da içlerinden yahut kabilelerinden birinin onları uyarmasıdır. "Kâfirler: Bu, şaşılacak bir şeydir, dediler” onların şaşmalarını hikâye etmektedir. (Bu) Allah'ın Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'i resûl seçmesine işarettir. Önce zamir olarak geçip sonra kâfirler diye açıklaması, bu dediklerinde inatlarını göstermek, sonra da bununla küfürlerini tescil etmek içindir ya da peygamber göndermekten şaşmalarını yeniden dirilmekten şaşmalarına atıftır. Bundaki mübalağa da zamirlerinin yerine zâhir ismin konulması ve şaşmalarını kapalı olarak hikâye etmek iledir - eğer işâret kapalıya olur da arkasındaki onu tefsir ederse (o da eiza mitna sorusudur) - ya da şaşmalarını özede hidâyet etmekledir - eğer işâret münzir lâfzının gösterdiği mahzûfa olursa -sonra da onu tefsir etmek ve açıklamakladır, çünkü bu, redde daha etkilidir. Zira birincisi (bel acibu en câehüm) emsallerinin kendilerinden üstün olmasını uzak görmeleridir, ikincisi de (kâfirler dedi ki,) Allah'ın kudretini müşahede ettikleri şeylerden (göklerden ve yerlerden) daha basit görmeleridir. 3Âyetin tefsiri için bak:4 4Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (tekrar hayata döneceğiz?) Bu, çok uzak bir dönüştür. "Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı” yani ölüp de toprak olduğumuz zaman mı yeni hayata döneceğiz? Bu hazf edilene: "Bu, çok uzak bir dönüştür” kavli delâlet etmektedir. Yani akıldan yahut âdetten veyahut imkândan uzaktır, demektir. Rec' lâfzının mercû’ yani cevap manasına olduğu da söylenmiştir. 4Yerin onlardan ne eksilttiğini gerçekten bildik. Yanımızda tespit eden bir kitap vardır. "Yerin onlardan ne eksilttiğini gerçekten bildik” ölülerinin cesetlerinden ne yediğini bilmiş durumdayız. Bu da bu hususta asıl olanı (Allah'ın ilmini) yok saymakla uzak görmelerini reddir. Bunun kasemin cevabı olduğu da söylenmiştir, lâm da söz uzadığı için atılmıştır. "Yanımızda tespit eden bir kitap vardır” bütün eşyanın tafsüatını muhafaza eden ya da bozulmaktan korunmuş bir kitap vardır. Maksat ya eşyanın ayrıntılarını bilmesini yanında korunmuş ve mütalaa ettiği kitap olana benzetmektir ya da bunları bümesini yanında korunma altına alınmış Levh-i Mahfûz'da sâbit kılmakla tekittir. 5Bilâkis kendilerine geldiği zaman hakkı yalanladılar. Artık onlar karışık bir durumdalardır. "Bilâkis hakkı yalanladılar” yani mu'cizelerle sâbit olan peygamberliği yahut Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in kendisini veyahut Kur'ân'ı yalanladılar (kendilerine geldiği zaman) kesr ile lima caehüm de okunmuştur. "Artık onlar karışık bir durumdalar” çalkantılı demektir, bu da mericel hatemü fî ısbaihi deyiminden gelir ki, yüzük bol geldiği için parmağında oynamaktır. Bu da ona bazen şâir bazen sihirbaz bazen de kâhin demeleridir. 6Üstlerindeki göğe bakmadılar mı? Onu nasıl bina ettik ve süsledik. Onun yarıkları / çatlakları yoktur. "Bakmadılar mı” yeniden dirilmeyi inkâr ederken "üstlerindeki göğe” Allah'ın kâinatı yaratmadaki kudret eserlerine "onu nasıl bina ettik?” direksiz yükselttik "ve süsledik” yıldızlarla. "Onun çatlakları yoktur” yarıkları yoktur, yani onu düz ve pürüzsüz üst üste yaratmakla demektir. 7Yeri de uzattık ve ona sâbit dağlar, attık. Onda her göz alıcı çiftten bitirdik. "Yeri de uzattık” döşedik "ve ona sâbit dağlar attık” yüce dağlar koyduk. "Onda her çiftten bitirdik” yani her türden demektir "göz alıcı” güzel sınıflardan. 8Allah'a dönen her kulun gözünü açmak ve ibret için. "Allah'a dönen her kulun gözünü açmak ve ibret için” Rabbine dönen ve şaheserlerini tefekkürde ona dönen demektir. Tebsıraten ile zikra her ne kadar son fiil (enbetna) ile mensûb iseler de zikredilen (benayna, elkayna ve enbetna) fullerinin illeti, mef’ûlün lehidir. 9Gökten mübarek bir su indirdik de onunla bahçeler ve hasat edilen hububat bitirdik. "Gökten mübarek bir su indirdik de” çok yararlı "onunla bahçeler” ağaçlar ve meyveler "ve hasat edilen hububat bitirdik” ekin tohumu ki, biçilen şeylerdir Meselâ buğday ve arpa gibi. 10Dizilmiş tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları (bitirdik). "Yüksek hurma ağaçları bitirdik” uzun ya da hamile (taşıyıcı) demektir, bu da ebsakatiş şatü deyiminden gelir ki, koyun hamile olmaktır. Bu durumda (basikatin) ef'ale'den ism-i fâil olur. Onu tek başına zikretmesi çok yüksek ve çok yararlı olmasındandır. Kaf'a uyum için sad ile basikatin de okunmuştur. "Dizilmiş tomurcukları olan” üst üste istif edilmiş, maksat tomurcukların dizilmesidir ya da ondaki meyvenin çok olmasıdır. 11Kullara rızık için. Ve onunla ölü yeri dirilttik. Kabirden çıkış da böyledir. (Kullara rızık için) bu da enbetna'nın mef’ûlün lehidir ya da mef’ûlün mutlaktır, çünkü inbat (bitirmek) de rızıkür. "Onunla dirilttik” o su ile "ölü yeri” kurak, bitkisiz toprağı. "Kabirden çıkış da böyledir” o toprak canlandırıldığı gibi ölümünüzden sonra canlı olarak çıkışınız da öyledir. 12Onlardan önce Nûh kavmi, Res halkı ve Semûd kavmi yalanladı. 13Âd kavmi, Fir'avn ve Lût'un kardeşleri. "Âd kavmi ve Fir'avn yalanladı” Fir'avn'den kendini ve kavmini murat etmiştir ki, yukarısı ve aşağısı ile uyumlu olsun "ve Lût'un kardeşleri” kardeşleri denmesi damatları olmasındandır. 14Eyke halkı ve Tübba' kavmi. Hepsi peygamberleri yalanladı; azabım da hak oldu. "Eyke halkı ve Tübba' kavmi” bunlar Hıcr ve Duhân sûrelerinde geçti. "Hepsi peygamberleri yalanladı” yani her biri yahut onlardan her kavim yahut da tamamı demektir. Zamirin tek olması lâfzından dolayıdır. "Azabım da hak oldu” vâcip oldu ve üzerlerine indi. Bunda Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem için teselli ve onlar için tehdit vardır. 15Biz ilk yaratmadan acizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni yaratmadan şüphe içindeler. "Biz ilk yaratmadan acizlik mi gösterdik?” başlatmadan aciz mi kaldık ki, tekrardan da aciz olalım. Bu da ayiye bilemri'den gelir ki, işi için çıkış yolu bulamamaktır. Hemze de inkâr içindir. "Hayır, onlar yeni yaratmadan şüphe içindeler” yani onlar ilk yaratmaya gücümüzün yetmediğini inkâr etmiyorlar, bilâkis yeni yaratmada karışıklık ve şüphe içindeler, çünkü onu âdete aykırı görüyorlar. Halkın cedidin şeklinde nekire olması durumu önemsetmek ve onun bilinmeyen ve mutat olmayan bir durum olduğunu göstermek içindir. 16Yemin olsun, gerçekten biz insanı yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. "Yemin olsun, gerçekten biz insanı yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi biliriz” nefsinin ona söylediğini ve aklına geleni. Vesvese gizli sestir,svasül huliy (takının çıkardığı ses) de ondandır. Bibi zamiri mâ'ya râcidir, eğer mâ mevsûl sayılırsa, be de savvete bikeza deyimindeki gibidir, ona mütealliktir ya da zamir insana râcidir, eğer mâ mastariye sayılırsa, be de geçişlilik içindir. "Biz ona şahdamanndan daha yakınız” yani onun hâlini ona şahdamanndan daha yakından daha iyi biliriz. Zatın yaklaşması bilginin yaklaşması için mecazdır (yaklaşan bilir). Şahdamarı da yakınlık için misaldir, şâir Zürrimme şöyle demiştir: Ölüm bana şahdamarımdan yakındır. Âyette geçen habl damar demektir, izafeti de beyaniyedir. Veridan boynu ön tarafından saran iki damardır,tin yani aort damarı ile bitişirler, bu iki damar ona baş tarafından gelirler. Ona verid denilmesi rûhun ona vürudu (gelmesi, can damarı) dolayısıyladır. 17Hatırla o zamanı ki, sağdan ve soldan oturan iki alıcı vardır. (Hatırla o zamanı ki, iki alıcı alır) burada üzkür emri mukadderdir ya da iz zarfı akrabu lâfzına mütealliktir yani iki melek onun ağzından çıkam alırken o (Allah) onun hâlini ona bütün yakınlardan daha iyi bilir. Bunda şu da bildirilmektedir ki, onun iki meleğin kaydma ihtiyacı yoktur. Çünkü onlardan daha iyi bilir, onlara gizli kalanı da bilir. Ancak o bir hikmet gereği böyle yapmıştır: O da kulu günahtan olabildiğince uzak tutmak içindir, amele şiddetle önem verildiğini vurgulamak ve karşılığını vermek için zapt altına almak, kıyâmette şahitlerin huzurunda onu delille susturmak içindir. "Sağdan ve soldan oturan” anil yemini kaîd ve anişşimali kaîd, sağdan oturan ve soldan oturan demektir. İnsanın meclis arkadaşı gibi yanında bulunurlar. Birinci kaîd'in aülması, ikincinin ona delâlet etmesindendir. Meselâ şairin: (Feinnî ve Kayyanur biha leğaribu) Ben ve Kayyar orada garibiz, sözü gibi (ki, ben de garibim, o da gariptir demektir). Fâil kalıbı tek için de çok içinde kullanılır, Meselâ: "VelMelâiketü bade Zâlike zâhir” (Tahrim: 4) âyetinde olduğu gibi. 18Bir söz telafuz ederse, mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır. "Bir söz telâffuz ederse” ağzından bir şey çıkarsa "mutlaka yanında bir gözcü vardır” amelini gözetleyen bir melek "hazır” onu beklemektedir. Belki de içinde sevap veya günah olam yazar, hadiste şöyle denilmiştir: İyilikleri yazan melek kötülükleri yazanın amiridir; kul bir iyilik yaptığı zaman sağdaki melek onu on kat olarak yazar. Bir kötülük yaptığı zaman sağdaki soldakine: Onu yedi saat bırak, belki tesbih (ibâdet) eder yahut istiğfar eder (pişman olur) der. 19Ölüm sarhoşluğu gerçek olarak geldi. İşte senin kaçtığın şey budur. "Ölüm sarhoşluğu gerçek olarak geldi". Onların amellerin karşılığını almak için yeniden dirilmeyi uzak görüp de onu gücünün yetmesi ve ilmi ile gerçekleştireceğini söylemekle izale edince, onlara şunu bildirdi ki, yakında ölüm ânında ve kıyâmet koparken bununla yüzleşeceksiniz. Mâzi ile tabir etmesi de (caet) bunun yakın olduğuna dikkat çekmek içindir. Sekretül mevt aklı baştan alan ölüm sarhoşluğudur, be edâtı da tadiye (geçişlik) içindir, Meselâ: Cae zeydün biamrin (Zeyd Amr'ı getirdi) gibi. Mana da: Ölüm sarhoşluğu gerçek bir olay yahut gerçek vaat veyahut ölüm ve ceza olarak lâyık olduğu gibi geldi demektir. Çünkü insan ceza (karşılık görmek) için yaratılmıştır. Be edâtı da "tenbütü biddühni” (Mü'minun: 20) kavlinde olduğu gibi mülâbese (ilişki) içindir. Sekretül hakkı bilmevti şeklinde de okunmuştur ki, ölüm sarhoşluğu şiddetli olduğu yahut sürüklediği için canı çıkarmış, sanki onu getirmiştir ya da be edâtı maa (beraberlik) manasınadır. Şöyle de denilmiştir: Sekretül hak, sekretullah (Allah’ın verdiği sarhoşluk) da denilmiştir ki, böyle bir nispet korkutmak içindir. Sekaratül mevt şeklinde çoğul olarak da okunmuştur. (Bu) yani ölüm "senin kaçtığın şeydir” ürktüğün şeydir, hitap da insanadır. 20Sûra üfürüldü. İşte bu, tehdit günüdür. "Sûra üfürüldü” yani yeniden dirilme borusu çalındı. "İşte bu, tehdit günüdür” yani üfürme günü tehdidin gerçekleşme ve tahakkuk etme günüdür, demektir. Zâlike işâreti nüfiha fiilinin mastarı nefha yöneliktir. 21Her nefis yanında bir sürücü ve bir şahitle geldi. "Her nefis yanında bir sürücü ve bir şahitle geldi” iki melek ki, biri onu sürer, ötekisi de ameline şahittir ya da bir melekte iki nitelik vardır. Şöyle de denilmiştir: Sürücü kötülükleri yazandır, şâhit de iyilikleri yazandır. Şöyle de denilmiştir: Sürücü adamın kendisidir yahut yanından ayrılmayan görevlidir, şâhit de organları ya da amelleridir. Maaha lâfzı küllü'den hâl olarak mahallen mensûbtur, çünkü küllün mâ'rife hükmünde olan şeye muzâftır. 22Yemin olsun, gerçekten sen bundan gaflet içinde idin. Senden perdeni açtık; bugün gözün çok keskindir. "Yemin olsun, gerçekten sen bundan gaflet içinde idin” burada gizli kavl maddesi vardır (ona böyle denilir), hitap da her nefsedir, çünkü nerede bir kimse varsa mutlaka onu Âhiretten meşgul eden bir uğraş vardır ya da hitap kâfiredir. "Senden perdeni açtık” perde âhiret işlerini kapatan şeydir ki, gaflettir, maddî şeylere dalmak ve onlarla alışmaktır, gözü hep onlara dikmektir. "Bugün gözün çok keskindir” görme engeli kalktığı için çok iyi görmektedir. Hitabın Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e olduğu da söylenmiştir, Mana da şöyledir: Sen Dîn işlerinden gâfil idin, gaflet perdeni kaldırdık. Bugün gözün keskindir; onların görmediklerini görür ve bilmediklerini bilirsin. Birinci manayı te'nin ve kârların kesri ile okunması teyit eder ki, hitap nefse olur. 23Yoldaşı: Bu, yanımda hazır olan şeydir, dedi. "Yoldaşı dedi” ondan sorumlu olan melek "bu, yanımda hazır olan şeydir” bu, yazılmıştır, yanımda duruyor ya da ona sardırılan şeytan: Bu, yanımdadır, mülkiyetim dahilindedir, cehennem için hazırdır. Onu azdırmam ve saptırmamla hazır hâle getirdim. Mâ ledeyye'deki mâ edâtı eğer mevsûfe kılınırsa, atîd onun sıfatıdır, eğer mevsûle kılınırsa, bedelidir ya da ikinci haberdir yahut mahzûf mübtedanın haberidir. 24İkiniz, her azılı, inatçı kâfiri cehenneme atın. (İkiniz her azılı kâfiri cehenneme atın) Allahü teâlâ'dan sürücü ve şahide hitaptır ya da cehennem hazinlerinden iki meleğedir veyahut birinedir. Faüin tesniye olması fiilin tesniyesi ve tekran yerine konulmasındandır. Meselâ şairin şu beyitinde olduğu gibi: Ey Affan'ın oğlu, eğer beni azarlarsanız, çekilirim, Eğer beni bırakırsanız, namusumu korurum. Ya da elif (elkıya) te'kit nûn'undan bedeldir, vasü vakf yerine konulmuş olur. Şeddesiz nûn ile elkıyen okunuşu da bunu destekler. "Anîd” hakka inat eden demektir. 25Hayrı engelleyen, mütecaviz, şüpheciyi. "Hayrı engelleyen” maldan farz olan haklarını engelleyen demektir. Hayırdan İslâm’ın murat edildiği de söylenmiştir, çünkü âyet Velid bin Muğire'nin, yeğenini İslâm'dan men etmesi üzerine indirilmiştir. "Mu'tedin” mütecaviz "mürîbin” de Allah'tan ve dîninden şüphe eden demektir. 26O ki, Allah ile beraber başka bir ilâh kıldı / kabul etti. İkiniz onu çok çetin azabın içine atın. (O ki, Allah ile beraber başka bir ilâh kıldı) mübteda’dır, şart manasını içermektedir, haberi de (ikiniz onu çok çetin azabın içine atın) kavlidir ya da külle keffarin'den bedeldir; o zaman feelkıyahu lâfzı tekidin tekran olur ya da "ellezi” feelkıyahu'nûn tefsir ettiği gizli fiilin mef'ulüdür. 27Yoldaşı: "Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Ancak o uzak bir sapıklık içinde idi” der. (Yoldaşı dedi) yani ona bağlı olan şeytan dedi. Bunun diyalogu hikâye eden cümleler gibi (atıfsız) başlaması şundandır, çünkü bu, mahzurun cevabıdır, ona da (Rabbimiz, onu ben azdırmadım) kavlinin delâlet ettiği mahzurun cevabıdır. Sanki kâfir: Hüve atğani (o beni azdırdı) demiş, yoldaşı da: Rabbena mâ atğaytuhu (Rabbimiz, onu ben azdırmadım) demiştir. Birincisi (vekale karinuhu (âyet: 23)) ise öyle değildir. Çünkü onun mâkabline atfı vâciptir, zira mefhumlarının birlikte meydana geldiğini göstermektedir yani her nefsin iki melekle gelmesi ile yoldaşının "ancak o uzak bir sapıklık içinde idi” kavli ben ona bu hususta yardım ettim, demektir. Çünkü şeytanın saptırması ancak aklı karışık olana ve kötülüğe meyyal olana etki eder. Tıpkı şu Âyette olduğu gibi: "Vema kâne lî (benim sizin üzerinizde bir otoritem yoktu, ancak sizi davet ettim, siz de bana icabet ettiniz” (İbrâhîm: 22). (Yani diyalog hâlindeki konuşmalar atıf istemez, diğeri ister, burada da bövle olmuştur). 28(Allahü teâlâ): "Huzurumda çekişmeyin. Ben size tehdidi takdim etmiştim, dedi. "Kâle” yani Allahü teâlâ dedi "huzurumda çekişmeyin” vani hesap başında demektir, çünkü onun bir faydası yoktur. Bu da birincisi gibi (âyet: 23) yeni söz başıdır (karşılıklı konuşma olduğu için atıf istememiştir). "Ben size tehdidi takdim etmiştim” kitaplarımda ve peygamberlerimin düleriyle, artık diyecek bir şeyiniz yoktur. Bu da içinde yasağın gerekçesini taşıyan bir hâl’dir. Yani sizi uyardığımı bildiğiniz hâlde yanımda tartışmayın demektir. Be edâtı da zâittir ya da ta'diye içindir, o zaman kaddeme tekaddeme manasına gelmiş olur. 29Benim huzurumda söz değiştirilmez. Ve ben kullara zulümkâr değilim. Bil-vaîd lâfzının hâl, (kaddemtü) fiilinin de "mâ yübeddülül kavlü ledeyye” kavline etki etmesi yani mef'ûlu olması da câizdir yani sözümde değişiklik olmaz; öyleyse tehdidimi değiştireceğimi sanmayın demektir. Bazı günahkârların bazı sebeplerden dolayı affı değiştirme değildir; bilâkis tahsistir. "Ben kullarıma zulümkâr değilim” ki, azâp etmemem gerekene azâp edeyim. 30O günde ki, cehenneme: "Doldun mu?” denilir. O da: "Fazlası var mı?” der. "O gündeki ki, cehenneme: "Doldun mu?” denir". Hayal gücünü çalıştırmak ve olacakları tasvir etmek için sual ve cevaptır. Mana da şöyledir: Cehennem o kadar geniş olmasına rağmen cinler ve insanlar ona doluncaya kadar küme küme atılır. Çünkü Allahü teâlâ "cehennemi mutlaka dolduracağım” (A'raf: 18) buyurmuştur ya da cehennem o kadar geniştir ki, oraya girecekler girdiği hâlde hala içinde boşluk kalır demektir ya da Cehennem o kadar kükrer ve şiddetlenir ve asilere o kadar saldırır ki, daha çoğunu ister ve fazlasını talep eder gibi davranır. Nâfi’ ile Ebû Bekir ye ile yekulu okumuşlardır. Mezîd de ya mastardır Meselâ mahîd gibi ya da mef'ûl manasınadır Meselâ mebî' gibi. Yevme'nin başında üzkür (hatırla) emri gizlidir ya da nufiha fiilinin zarfıdır. O zaman Zâlike yevmul vaîd kavli ona işâret olur; muzâf takdirine ihtiyaç kalmaz. 31Cennet, uzak olmayarak müttekıler için yaklaştırılmış. "Cennet uzak olmayarak müttekılere yaklaştırılmıştır” gayra baid'in hâl olması câizdir. Müzekkerliği de mahzûfun sıfatı olmasındandır ya da şey'en gayra baidin demektir yahut mastar veznindedir yahut da cennet bustan (bahçe) manasınadır. 32(Onlara): "Bu, sizden (Allah'a) her dönen, hududunu muhafaza eden için vaat olunan şeydir” (denir). ((bu) size vaat olunandır) burada kavl maddesi gizlidir, işâret de sevaba ya da üzlifet'in mastarmadır (izlaf, yaklaştırma). İbn Kesîr ye ile yuadun okumuştur. "Her dönene” Allahü teâlâ'ya rucu edene, bu da harf-i çerin iadesiyle müttekılerden bedeldir. "Hafîz” hudutlarını koruyan için demektir. 33Rahmân'dan gıyaben korkan ve ona yönelen bir kalp ile gelen kimse için. "Rahmân'dan gıyaben korkan ve ona yönelen bir kalp ile gelen kimse için” bu da ikinci bedeldir ya da evvab'ın mevsûfundan bedeldir. Men haşiye kavlinin evvab hükmünde (sıfat) olması câiz değildir, çünkü men sıfat olmaz ya da mübteda’dır, haberi de (oraya girin) kavlidir, yukâlü lehüm udhuluha (onlara: Oraya girin, denilir) te'vilindedir. Çünkü men çoğul manasınadır. Bilğaybi de fâilden yahut metuldan hâl’dir yahut mastarın sıfatıdır yani haşyeten mültebiseten bilğaybi demektir ki, Rahmân görünmediği hâlde ondan korkan manasınadır ya da azâp bu dünyada görülmediği hâlde korkan demektir ya da gözlerden kaybolan, hiç kimsenin görmediği azaptan korkan demektir. Rahmân isminin seçilmesi, onların rahmeti umdukları hâlde azabından da korktuklarını hatıra getirmek içindir. Ya da onlar Allah'ın rahmetinin geniş olduğunu bildikleri hâlde ondan korkarlar demektir. Kalbin Allah'a dönme ile nitelenmesi ancak böyle muteber olduğu içindir. 34(Onlara): "Oraya selametle girin. İşte bu, ebedilik günüdür” (denir). "Bi-selam” azaptan ve gazabın geçtiğinden salim / emin olarak ya da size Allah'tan ve meleklerinden selâm verilerek girin demektir. "İşte bu, ebedilik günüdür” ebediliğin takdir edildiği gündür, tıpkı Allahü teâlâ'nın "orada ebedî kalıcılar olarak girin” (Zümer: 73) kavli gibi. 35Onlar için orada her istedikleri vardır. Yanımızda fazlası vardır. "Onlar için orada her istedikleri vardır. Yanımızda fazlası vardır” o da akıllarına gelmeyen, gözlerin görmediği, kulaklarını duymadığı ve bir insanın aklından geçirmediği şeyler demektir. 36Onlardan önce kendilerinden kuvvetçe daha çetin nice nesiller helâk ettik. Onlar ülkeyi delik deşik ettiler, kaçacak yer var mı? (diye). "Onlardan önce nice nesüler helâk ettik” senin kavminden önce "kendilerinden kuvvetçe daha çetin nesiller” Meselâ Âd, Semûd ve Fir'avn kavimleri gibi (onlar ülkeyi delik deşik elliler) orada tasarruf ettiler ya da ölüm korkusu ile yeri dolaştılar. Fenakkabu'daki fe birinciye göre sebebiye, ikinciyi göre de takibiyedir. Tcnkıb maddesinin aslı bir şeyi araştırmak ve incelemektir. "Kaçacak yer var mı, diye?” yani kendileri için Allah'tan yahut ölümden kaçacak yer. Nakkabu'daki zamirin Mekke halkına râci olduğu da söylenmiştir yani onlar seferlerinde bu nesillerin yurtlarından geçtiler; o nesüler için kaçacak yer buldular mı da kendileri için de benzerini düşünsünler. Emir kalıbı ile nakkıbu (araştırın) okunuşu da bunu destekler. Kesr ile nakb'dan nakıbu da okunmuştur ki, bu da çok yürümekten ayaklarının yahut bineklerinin ayaklarının yara, delik delik olmasıdır. 37Gerçekten bunda kalbi olan yahut huzur-ı kalp içinde kulak veren için elbette öğüt vardır. "Gerçekten bunda vardır” bu sûrede anlatılanlarda "kalbi olan için elbette bir öğüt vardır” yani anlayışlı kalbi olan ve ondaki gerçekleri üzerinde düşünen "yahut huzur-ı kalp içinde kulak veren için” manalarını anlamak için zihnini toplayan yahut doğruluğuna şâhit olan için ki, dışındakilerden öğüt alır ve tehditlerinden de kaçınır. Kalbin nekire ve belirsiz verilmesi, şunu bildirmektedir ki, düşünmeyen ve ibret almayan kalp kalp değildir, yok gibidir. 38Yemin olsun, gerçekten biz gökleri, yeri ve aralarındaki şeyleri altı günde yarattık. Bize yorgunluk da dokunmadı. "Yemin olsun, gerçekten biz gökleri, yeri ve aralarındakini altı günde yarattık” bunun tefsiri defalarca geçmiştir. "Bize bir yorgunluk da dokunmadı” sıkıntı ve bitkinlik demektir. Bu da Yahûdîlerin şu iddialarını çürütür: Allahü teâlâ kâinatı yaratmaya Pazar günü başladı, Cuma günü de bitirdi, Cumartesi günü de dinlendi ve Arş'in üzerine uzandı. 39Onların dediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. "Onların dediklerine sabret” müşriklerin yeniden dirilmeyi inkâr mahiyetinde dediklerine; çünkü âlemi yorulmadan yaratabilen onları çürütebilir ve onlardan intikâm da alabilir. Ya da Yahûdîlerin inkâr ve Allah’ı insana benzetmelerine sabret demektir. "Rabbini hamt ile tesbih et” onu mümkün şeyleri yapmakta acizlikten ve insana benzetme çabalarından tenzih et. Hakka isabet etmek vb. gibi verdiği nimetlere de daima şükret. "Güneşin doğmasından önce ve batmasından önce” yani sabah ve ikindi namazlarından önce demektir. Bu iki vaktin faziletini de yukarıda öğrenmiş bulunuyorsun. 40Geceden de secdelerin arkasından da onu tesbih et. "Geceden de” yani gecenin bir kısmında da tesbih et "ve secdelerin arkasından da” namazların ardından, edbar edbere kökünden dübür'ün çoğuludur. Hicazlı iki kurra ile Halef kesr ile idbâr okumuşlardır ki, edberetis salât deyiminden gelir ki, namaz bitmektir. Teşbihten namaz murat edilmiştir de denilmiştir. Güneş doğmadan önceki namaz sabah namazıdır, batmadan önceki de öğle ile ikindidir, gece namazı da akşamla yatsı ve teheccüd namazıdır, secdelerin arkasındaki namaz da farzlardan sonraki nafilelerdir. Yatsıdan sonraki vitir de denilmiştir. 41Dinle, o günde ki, sesienici yakın bir yerden seslenir. "Dinle” sana kıyâmet hâllerine dâir verdiğim haberi. Bunda korkutma ve haber verilen şeyi büyütme vardır. "O günde ki, sesienici seslenir” İsrafil yahut Cebrâîl'dir, o ikisine selâm olsun, der ki: Ey çürümüş kemikler, ayrılan etler ve dağılan saçlar, Allah karar vermek için size toplanmanızı emrediyor, der. "Yakın bir yerden seslenir” öyle ki, sesi hepsine eşit olarak ulaşır. Belki de bu, diriltmeyi tekrar ederken baştaki "ol” emri gibidir. Yevme lâfzı yevmul huruc'un gösterdiği şeyle mensûbtur. 42O günde o sesi hak ile duyarlar. İşte bu, çıkış günüdür. (O günde sesi duyarlar) bu da geçen yevme'den bedeldir, ses de sûra ikinci üfürüştür. "Bilhakkı” bu da sayha'ya mütealliktir, bundan murat edilen de ceza için yeniden dirilmedir. "Bu, çıkış günüdür” kabirlerden çıkış. Kıyametin isimlerindendir, bayrama da çıkış günü denir. 43Şüphesiz biz, evet biz, diriltir ve öldürürüz. Dönüş yalnız bizedir. "Şüphesiz biz, evet biz, diriltir ve öldürürüz” dünyada. "Dönüş yalnız bizedir” ceza için Âhirette. (O günde yarılır) teteşakkaku demektir. Tenşakku da okunmuştur. Âsım, Hamze, Kisâî, Halef ve Ebû Amr şin'i şeddesiz okumuşlardır. 44O günde ki, yer onlardan hızla yarılır. İşte bu, bize göre kolay bir haşirdir. "Yer onlardan hızla yarılır” onlar hızla çıkarlar demektir. "Bu bir haşirdir” yeniden diriltme ve toplamadır "bize göre kolaydır” basittir. Aleyna zarfının başa alınması özellik içindir (bize hâstır, başkası yapamaz). Çünkü bunu ancak gücünü kendinden alan ve hiçbir şeyin kendisini başka bir şeyden meşgul etmeyen (Allah) yapar. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: "Yaratılmanız ve yeniden diriltilmeniz bir tek nefis gibidir” (Lokman: 28). 45Biz, onların dediğini pekiyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Öyleyse tehdidimden korkana Kur'ânla öğüt ver. "Biz onların dediğini pekiyi biliriz” bu da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem için teselli, onlar için de tehdittir. "Sen onların üzerinde zorba değilsin” onları îmana zorlayan musallat değilsin ya da istediğini yapan biri değilsin, sen ancak davetçisin. "Öyleyse tehdidimden korkana Kur'ân ile öğüt ver". Çünkü ondan ancak o yaralanır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Kaf sûresini okursa, Allah ona ölüm dalgınlık ve sarhoşluklarını kolay getirir. |
﴾ 0 ﴿