51 / ZÂRİYÂTMekke'de inmiştir. 60 âyettir. 1Yemin olsun, savurdukça savuranlara, "Yemin olsun, savurdukça savuranlara” bunlardan toprak ve saireyi savuran rüzgârları kast ediyor ya da doğurgan kadınları ki, onlar da evlatları savururlar ya da melekler ve diğerleri gibi mahlûkatı savuran sebepleri kast ediyor. Ebû Amr ile Hamze te'nin zal'a idgamı ile (vezzariyatizzerven) okumuşlardır. 2Yük taşıyanlara, "Yük taşıyanlara” yağmurları taşıyan bulutlara yahut bulutları taşıyan rüzgârlara ya da hamile kadınlara yahut bunların sebeplerine. Vakran da okunmuştur ki, o zaman taşman şeye mastarın (sıkletin) ismi verilmiş olur. 3Kolayca akanlara, "Kolayca akanlara” denizde rahatlıkla akan gemilere yahut istikametlerinde esen yellere yahut yörüngelerinde akan (yüzen) yıldızlara demektir. Yüsren mahzûf mastarın sıfatıdır yani ceryen za yüsrin demektir. 4İşi taksim edenlere, "İşi taksim edenlere” yağmurlar, rızıklar vb. gibi işleri taksim eden meleklere ya da bunları ve diğerlerini içine alan taksim sebeplerine ya da bulutu evirip çevirmekle yağmurları taksim eden rüzgâra demektir. Eğer işler ayrı kabul edilirse fe edâtı bunlarla yapılan yeminleri sıralamak içindir. Çünkü aralarında Allah'ın kudretine delâlet etmede farklılık vardır, yoksa fe edâtı fiilleri sıralamak içindir; çünkü rüzgârlar su buharlarım havaya kaldırır, o da buluta dönüşür, onu kaldırır, rüzgâr da bulutu yürütür, emredildiği yere götürür, böylece yağmuru bölüştürür (yani birincide zatlar ayrıdır, ikinci de işler ayrıdır). 5Ki, gerçekten size vaat olunan şey elbette doğrudur. Âyetin tefsiri için bak:6 6Şüphesiz ceza elbette gerçekleşecektir. (Ki size vaat olunan şey elbette doğrudur, şüphesiz ceza elbette gerçekleşecektir) bu da kasemin cevabıdır, sanki Allahü teâlâ bu acayip ve tabiatın gereğine ters düşen şeylere gücünün yetmesini vaat edilen ceza için yeniden diriltmeye gücünün yettiğine delil getirmiştir. 7Çizgili yollara sahip göğe Yemin olsun ki, "Çizgili yollara sahip göğe Yemin olsun ki,” bunlardan murat edilen de ya görülen yollardır ki, onlar yıldızların yörüngeleridir ya da aklen düşünülen yollardır ki, onlar da görüş sahiplerinin gittiği ve marifetlere vasü olduğu yollardır. Ya da yollardan maksat yıldızlardır, çünkü onların da yolları vardır ya da onlar kumaşın süsü gibi göğü süslerler. Hubuk habîket'in çoğuludur, tıpkı tarikat ve turuk gibi ya da hibak'in çoğuludur, misal ve müsül gibi. Be'nin sükûnu ile hibk, ibil vezninde hibik, sük vezninde hibk, cebel vezninde habek, niam vezninde hibek ve burak vezninde hubek de okunmuştur. 8Gerçekten siz, elbette farklı söz (görüş) tesiniz. "Gerçekten siz elbette farklı söz (görüş)lerdesiniz.” Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem hakkında. O da ona bazen şâir, bazen sihirbaz, bazen de deli demeleridir. Ya da Kur'ân, yahut kıyâmet veyahut Dîn işlerinde hakkında demektir. Belki de bu yemindeki nükte değişik ve farklı gayeleri olan sözlerini göklerin yollarına benzemektir, çünkü birbirinden uzak ve maksatları ayrı ayrıdır. 9Döndürülen ondan döndürülür. (Döndürülen ondan döndürülür) anhu zamiri Resûl'e yahut Kur'ân'a veyahut îmana gider. Çünkü ondan daha kötü bir dönme yoktur. Sanki ona nispetle hiçbir dönüş yoktur demektir. Ya da Allah'ın ilim ve kaderinde döndürülen ondan döner demektir. Zamirin kavle (söze) gitmesi de câizdir, o zaman mana: Ondan çevrilen o değişik sözden ve o sebepten çevrilir demek olur, tıpkı yenhevne an eklin ve şürbin (yemekten ve içmekten böyle davul gibi şişmişlerdir) sözü gibi. Yani şişmeleri bu iki şeyden ve o iki sebepten demektir. Feth ile efeke de okunmuştur ki, mana insanları çeviren ondan çevrilir demektir. Onlar da Kureyş'tir, onlar insanları îmandan çevirirlerdi. 10O yalancılar kahrolsun. "O yalancılar kahrolsunlar” o değişik söz söyleyen yalancılar. Hars maddesi ölüm için beddua etmektir, sonra lâ'net yerinde kullanılmıştır. 11O kimseler ki, onlar, sapıklık içinde gâfillerdir. "O kimseler ki, onlar sapıklık içinde” boylarına kadar cahilliğe gömülmüş "gâfillerdir” emredildikleri şeylerden. 12"Ceza günü ne zaman?” diye sorarlar. "Ceza günü ne zaman, diye sorarlar?” yani ne zaman gelecek derler? Kesr ile iyyane de okunmuştur. 13O günde onlar ateş üzerinde yakılırlar. "O günde onlar ateş üzerinde yakılırlar” bu da sorunun cevabıdır yani ceza günü onlar ateşte yanarken olacaktır ya da o öyle bir gündür ki, onlar ateşin üzerinde yakılırlar demektir. Yevme'nin fetha ile okunması hareke almayan şeye muzâf olmasındandır. Ref ile yevmu okunuşu da bunu gösterir. 14(Onlara): "Yakılmanızı tadın. Bu, acele istediğiniz şeydir” denir. "Yakılmanızı tadın” yani onlara böyle denilir "bu, acele istediğiz şeydir” acele istediğiniz azaptır. Bunun (Hâza'nın) fitneteküm'den bedel, ellezi'nin de sıfatı olması da câizdir. 15Şüphesiz müttekıler cennetlerde ve pınarlardadır. 16Rablerinin kendilerine verdiğini alıcılar olarak. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik edenlerdir. Rablerinin kendilerine verdiğini alıcılar olarak” verdiğini kabul ederek ve ona râzı olarak, manası da şöyledir: Onlara verdiği her şey güzeldir, râzı olunur ve kabul ile karşılanır. "Şüphesiz onlar bundan önce iyilik edenler idiler” amellerini güzel yaptılar. Bu da rızayı hak etmelerinin gerekçesidir. 17Gece pek az uyurlardı. "Gece pek az uyurlardı” bu güzel yapmalarının açıklamasıdır. Mâ edâtı zâittir yani gecenin bir kısmında ya da az uyurlardı demektir. Ya da mâ edâtı mastariye yahut mevsûledir yani uyumaları yahut uyudukları şey gecenin az bir kısmında olurdu demektir. Mâ edatının nafiye olması câiz değildir, çünkü onun mabadi mâkablinde amel edemez. Bunda az uyuma ve istirahatlarının azlığı için mübalağalar vardır: Az kelimesinin, dinlenme vakti olan gecenin, az uyku demek olan hucu'un zikri ve mâ edatının zâit olması gibi. 18Seherlerde onlar istiğfar ederlerdi. "Seherlerde onlar istiğfar ederlerdi” yani onlar az uyumak ve çok teheccüt etmekle beraber bunu hak etmişlerdir, çünkü Allah korkusu ve bilgileri tamdır. 19Onların mallarında dilenci ve yoksul için bir hak vardır. "Onların mallarında bir hak vardır” Allah'a yaklaşmak ve insanlara acımak için kendilerine vâcip kıldıkları bir hisse vardır "dilenci ve yoksul için” herkese avuç açan için ve onurunu muhafaza ettiği için zengin sayılıp da sadakadan mahrum kalan için demektir. 20Yeryüzünde kesin olarak îman edenler için ibretler vardır. "Yeryüzünde kesin olarak îman edenler için ibretler vardır” deliller vardır, Meselâ madenler ve havyarlar gibi yahut çeşitli deliller vardır Meselâ yerin döşenmesi, sakinliği, bir kısmının sudan yüksek olması ve bazı parçalarının nitelik, özellik ve menfaatlerde farklı olması gibi. Bütün bunlar Yaratıcının varlığına, ününe, kudretine, irâdesine, birliğine ve sonsuz merhametine delâlet eder. 21Nefislerinizde de; görmüyor musunuz? "Nefislerinizde de” nefislerinizde de ibretier vardır, çünkü âlemde ne varsa mutlaka insanda da onun bir benzeri vardır, bunlar da ibrettir. İnsan ayrıca şu özelliği ile de ibret teşkil eder: Mükemmel şekli, göz alıcı manzarası, acayip kurgusu; garip fiiller yapma, farklı sanatlar icra etme ve çeşitli kemalatlan kendinde toplama gibi. "Görmüyor musunuz?” ibret nazarıyla bakmıyor musunuz? 22Gökte rızkınız ve size vaat olunan şey vardır. Âyetin tefsiri için bak:23 23Göğün ve yerin Rabbi hakkı için, şüphesiz o, konuştuğunuz şey elbette gerçektir. "Gökte rızkınız vardır” rızkınızın sebepleri yahut takdiri vardır. Şöyle de denilmiştir: Gökten murat edilen bulut, rızıktan murat edilen de yağmurdur. Çünkü o, gıdaların sebebidir. "Ve size vaat olunan vardır” va'dolunan sevap, çünkü cennet yedinci katın üzerindedir ya da ameller ve sevapları gökte yazılmış ve takdir edilmiştir. Bunun yeni söz başı olduğu, haberinin de (göğün ve yerin Rabbi hakkı için, şüphesiz o, elbette gerçektir) kavli olduğu da söylenmiştir. Buna göre zamir mâ'ya râcidir, birinciye göre de ona ve zikredilen âyetlere, rızka ve va'de râci olması da ihtimal dahilindedir. "O konuştuğunuz şey gibi” konuşmanız gibi; nasıl konuşmanızda şüphe yoksa onun gerçekleşeceğinde de şüphe etmemelisiniz. Misle hakkun'daki gizli zamirden hâl olarak mensûbtur ya da mahzûf mastarın sıfatıdır yani innehu lehakkun hakkan misle nutkıküm demektir. Şöyle de denilmiştir: O (misle) feth üzere mebnidir, çünkü irap almayan bir şeye muzâftır, o da mâ'dır, eğer şey manasına (mevsûfe) ise ve inne ve mamulleridir, eğer mâ zâit kılınırsa. Mahalli de hakkun'un sıfatı olarak merfû’dur. Hamze, Kisâî ve Ebû Bekir'in ref' ile okumaları da bunu destekler. 24Sana İbrâhîm'in saygı değer (azîz) misafirlerinin haberi geldi mi? "Sana İbrâhîm'in misafirlerinin haberi geldi mi?” bunda haber önemsetilmiş ve vahiy olduğuna vurgu yapılmıştır. Dayf aslında mastardır, bunun içindir ki, teke de çoğa da denilir. Onların on iki melek oldukları da söylenmiştir. Cebrâîl, Mikâü ve İsrafil'den ibaret üç melek oldukları da söylenmiştir. Onlara misafir demesi misafir görüntüsünde gelmelerindendir. "Mükremiyn” Allah katında yahut İbrâhîm katında azîz demektir. Çünkü onlara bizzat ve zevcesi ile hizmet etmiştir. 25Hani, yanına girmişler: "Selâm” demişlerdi. O da: "Selâm. Tanınmamış bir topluluksunuz (sizi tanıyamadım) demişti. (Hani yanına girmişlerdi) bu da hadis'in yahut dayf’ın veyahut mükremiyn'in zarfıdır. "Selâm demişlerdi” yani sana selâm olsun demişlerdi. "O da: Selâm, dedi” yani selâm size olsun, dedi. Mensûbtan Merfû' kalıbına geçilmesi, selamının onların selamından daha güzel olması içindir. İkisinin de Merfû' olarak okunduğu da rivâyet edilmiştir. Hamze ile Kisâî sümün okumuşlardır. İki selâm mensûb olarak da okunmuştur (selamen selamen) ki, mana birdir. "Tanınmamış bir topluluksunuz” sizi tanıyamadım, dedi. Tanınmaması şundandır, çünkü onları âdemoğulları sanmıştı, o sebeple tanımamıştı ya da selâm lâfzı o zamanlarda yoktu, çünkü o, İslâm'ın şiarıdır, böyle demekle onları tanımak ister gibi olmuştur. 26Hemen ailesine sıvıştı; semiz bir dana kızartması getirdi. "Hemen ailesine sıvıştı” misafirlerden gizli olarak gitti, çünkü hemen ikram sunması ev sâhibinin adabındandır, çünkü misafir onu engelleyebilir ya da bekler vaziyete gelir. "Semiz bir dana kızartması getirdi” çünkü çoğu malı sığır idi. 27Onu onlara yaklaştırdı: "Yemez misiniz?” dedi. "Onlara yaklaştırdı” önlerine koydu "yemez misiniz, dedi?” bu da onun kızartılmış olduğunu göstermektedir. Hemze de sunmak ve yemeye teşvik etmek içindir, bunu da edep yollu söylemiştir, eğer koyar koymaz dediyse. Hemze inkâr içindir, eğer ellerini sunmadıklarını gördüğü zaman demişse. 28Onlardan bir korku hissetti. "Korkma” dediler ve onu bilgili (akıllı) bir oğulla müjdelediler. "Onlardan bir korku hissetti” içine bir korku girdi, yemediklerini görünce, çünkü onların kötülük için geldiklerini zannetti. Şöyle denilmiştir: Bunu görünce içine onların azâp melekleri olduğu korkusu düştü. "Korkma, dediler” biz Allah'ın elçileriyiz. Şöyle de denilmiştir: Cebrâîl aleyhisselâm kanismiyle dokundu; buzağı kalktı, koşarak annesinin yanına gitti. O zaman İbrâhîm onlan tanıdı ve onlardan emin oldu. "Onu bir oğlan çocuğu ile müjdelediler” ki, o da İshak aleyhisselâm'dır "bilgili” baliğ olduğu zaman bilgili olacak demektir. 29Karısı çığlık içinde yöneldi, yüzünü tokatladı: "Ben kısır bir karıyım” dedi. "Karısı yöneldi” Sara odasına döndü, bir köşede onlara bakıyordu "fî sarratin” çığlık içinde ki, sarîr kökünden gelir, hâl olarak mahallen mensûbtur ya da mef'ûldur, eğer akbelet ehazet ile tevü edilirse "yüzunu tokatladı” parmaklarının ucuyla alnına vurdu, şaşırmış gibi bu hareketi yaptı. Şöyle de denilmiştir: Hayız kanının hararetini hissetti, hayasından yüzünü tokatladı. "Ben kısır bir kadınım, dedi” yani ben yaşlı ve doğurmayan bir kadınım, nasıl çocuğum olur demek istedi? 30Onlar da: "Öyledir, Rabbin, dedi. Çünkü o, hikmet sâhibi, "Onlar da: Öyledir, dediler” sana müjde verdiğimiz gibidir dediler. "Rabbin dedi” biz sadece sana haber veriyoruz "çünkü o, hikmet sâhibi, her şeyi bilendir” dediği hak, yaptığı hikmettir. 31Dedi: Meseleniz nedir, ey elçiler?" "Dedi: "Meseleniz nedir, ey elçiler?” onların melek olduklarını ve ancak önemli bir iş için ineceklerini bildiği için bunu sordu. 32Dediler: Gerçekten biz, bir suçlular kavmine gönderildik. "Dediler: Gerçekten biz, bir suçlular kavmine gönderildik” Lût kavmini kast ediyorlar. 33Onların üzerine çamurdan taş gönderelim, diye. "Üzerlerine çamurdan taş gönderelim, diye” siccil demek istiyor, çünkü o taşlaşmış çamurdur. 34Rabbinin katında aşırı gidenler için işaretlenmiş (taşlar). (Rabbinin katında işaretlenmiş) Rabbinin katından gönderilmiş, bu da esmeytül maşiyete deyiminden gelir ki, davarı salıvermektir ya da işaretlenmiş demektir ki, alâmet kökünden gelir. "Aşırı gidenler için” kötülükte haddini aşanlar için. 35Derken orada mü'minlerden kim varsa, hepsini çıkardık. "Derken orada kim varsa çıkardık” Lût kavminin kemlerinden, zikirleri geçmediği hâlde zamir gönderilmesi belli oldukları içindir "mü'minlerden” Lût'a îman edenlerden. 36Orada Müslümanlardan bir evden başkasını bulamadık. "Orada Müslüman'lardan bir evden başkasını bulamadık” Müslüman bir ev halkından başka. Bu îmanla İslâm'ın bir olduğuna delil getirilmiştir ki, zayıftır. Çünkü bu, ancak ona tâbi olana mü'min ve Müslüman denilebileceğini gösterir. Bu da manalarının bir olduğunu gerektirmez, çünkü bir tek zata çeşitli sıfatlar vermek câizdir. 37Orada acıklı azaptan korkanlar için bir işâret bıraktık. "Orada acıklı bir azaptan korkanlar için bir işâret bıraktık” çünkü ibret alacak olanlar onlardır, o işâret de taşlardır ya da istif edilmiş kaya parçalarıdır yahut kokuşmuş siyah sudur. 38Mûsa'da da bir işâret bıraktık. Hani, onu açık bir delille Fir'avn'e göndermiştik. (Mûsa'da da bir işâret bıraktık) bu da vefilardı'ya yahut terekna fiha'ya atıftır, caalna fî musa demektir, aleftüha tibnen ve maen barida (ona yem olarak saman ve su verdim, yem olarak saman, içecek olarak da su verdim) kavli gibidir. "Hani onu açık bir delille Fir'avn'e göndermiştik” o da mu'cizeleridir, Meselâ asa ve beyaz el mu'cizeleri gibi. 39Fir'avn'e erkânı ile. Yüz çevirdi ve: Bu, bir sihirbazdır yahut delidir, dedi. "Fir'avn erkâm ile yüz çevirdi” onlarla îmandan yüz çevirdi, bu da ve neâ bicanbihi (yan döndü) sözü gibidir. Ya da ordularından kuvvet alarak arkasını döndü demektir. Rükn yaslanacak ve kuvvet alacak şeydir. Kâfin zammı ile (rükün) de okunmuştur. "Bu bir sihirbaz yahut delidir, dedi". Harikulade gösterdikleri şeyi cinin yardımı ile yapıyor gibidir. Fir'avn Mûsa'nın bunu kendi istek ve çabasıyla mı yoksa başka bir şeyle mi yaptığında tereddüt etmiştir. 40Biz de onu ve ordularını yakalayıp onları denize attık. O ise kendini kınıyordu. "Biz de onu ve ordularını yakalayıp onları denize attık” onları denizde boğduk. "O ise kendini kınıyordu” küfür ve inadından dolayı kınanacak şey yapıyordu. Cümle aheznahu'daki zamirden hâl’dir. 41Âd kavminde de bir işâret bıraktık. Hani, onların üzerine de o kısır rüzgârı göndermiştik. "Âd kavminde de bir işâret bıraktık. Hani onların üzerine de o kısır rüzgârı göndermiştik". Ona kısır demesi onları helâk edip köklerini kurutmasındandır ya da hiçbir yararı olmamasındandır. O da batı yahut güney yahut her taraftan esen yeldir. 42Üzerinden geçtiği her şeyi mutlaka çürümüş gibi bırakıyordu. "Üzerinden geçtiği her şeyi mutlaka çürümüş gibi bırakıyordu” remîm kül gibi demektir rimm kökünden gelir, o da çürümek ve dağılmaktır. 43Semûd'da da bir işâret bıraktık. Hani, onlara: Bir süreye kadar istifade edin, denilmişti. "Semûd'da da bir işâret bıraktık. Hani onlara: Bir süreye kadar istifade edin (yaşayın)” demişti". Bunun tefsiri de: "Yurdunuzda üç gün yaşayın” (Hûd: 65) kavlidir. 44Onlar Rablerinin emrine karşı baş kaldırdılar da onları bakarlarken yıldırım yakaladı. "Onlar Rablerinin emrine baş kaldırdılar” ona uymak istemediler "onları yıldırım yakaladı” yani üç günden sonra azâp tuttu. Kisâî sa'ka şeklinde okumuştur ki, bir kere yıldırıma tutulmaktır. "Bakarlarken” ona bakarlarken, çünkü gündüzün açıktan gelmişti. 45Kalkmaya güç yetiremediler ve öç alanlar da olmadılar. "Kalkmaya güç yetiremediler” bu da Cenab-ı Allah'ın: "Yurtlarında diz çöküp kaldılar” (Araf: 78) kavli gibidir. Şöyle de denilmiştir: Bu, mâ yekumu bihi (onu kaldıramaz) deyiminden gelir ki, onu def etmekten aciz kalmaktır "ve öç alanlar da olmadılar” red edemediler. 46Nûh kavmini de önceden helâk ettik. Çünkü onlar bir fâsıklar kavmi idiler. "Nûh kavmini de” yani onları da helâk ettik, demektir, çünkü geçen kısım onu göstermektedir. Ya da Nûh kavmini zikret, demektir. Fi âdin kavline atfı da câizdir. Ebû Amr, Hamze ve Kisâî'nin cer ile (nuhin) okuyuşları da bunu destekler. "Daha önceden” bu zikredilenlerden önce demektir. "Çünkü onlar bir fâsıklar kavmi idiler” küfür ve isyanla doğru yoldan çıkan bir toplum idiler. 47Göğü kuvvetle bina ettik ve gerçekten biz, elbette genişletenleriz. "Göğü kuvvetle bina ettik ve gerçekten biz, elbette genişletenleriz". Musi' gücü yetendir, vüs'den gelir ki, takat / güç manasınadır. Musi' de harcamaya gücü yeten (zengin) demektir ya da göğü yahut onunla yerin arasını veyahut rızkı genişletenleriz, demektir. 48Yeri, onu da döşedik; biz ne güzel döşeyenleriz. "Yeri, onu da döşedik” düz yaptık ki, üzerinde durasınız "biz ne güzel döşeyenleriz". 49Her şeyden iki çift yarattık ki, iyice düşünesiniz diye. "Her şeyden” cinslerden "iki çift yarattık” iki sınıf demektir "ki, iyice düşünesiniz” bilirsiniz de birden çok olmak mümkün varlıkların özelliklerindendir; vâcip olan ise birden çok olmayı ve bölünmeyi kabul etmez. 50Allah'a koşun. Şüphesiz ben sizin için ondan apaçık bir uyarıcıyım. "Allah'a koşun” îman, tevhid ve taâta sarılmakla azabından Allah'a koşun. "Şüphesiz ben ondan” şirk koşan ve isyan eden için hazırlanan azabından "apaçık bir uyarıcıyım” mu'cizelerle Allah tarafından mu'cizelerle gönderilmiş olduğu açık olan bir uyarıcıyım ya da sakınılması gereken şeyi açıklayan bir uyarıcıyım. 51Allah ile başka bir ilâh kılmayın. Şüphesiz ben sizin için ondan apaçık bir uyarıcıyım. "Allah ile başka bir ilâh kılmayın” kaçınılması en lâzım olanı tek / ayrı olarak ifade etmiştir. "Şüphesiz ben sizin için ondan apaçık bir uyarıcıyım” te'kit için tekrar edilmiştir ya da birincisi îman ve taatı terk etme, ikincisi de şirk koşma üzerine bina edilmiştir. 52İşte böyle. Kendilerinden önceldlere de bir peygamber gelse, mutlaka: "Bir sihirbaz yahut bir deli” dediler. "Kezalik” durum böyledir demektir. İşaret elçiyi yalanlamalarınadır, ona sihirbaz yahut delidir demelerinedir. "Kendilerinden öncekilere de bir peygamber gelse, mutlaka: "Bir sihirbaz yahut bir delidir, dediler” kavli de bunun tefsiri gibidir. "Kezâlike"nin eta fiili veya onu tefsir eden şeyle nasbi câiz değildir, çünkü nefiy mâ'sımn mabadı mâkablinde amel etmez. 53Bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler? Hayır, onlar azgın bir topluluktur. "Bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler?” yani sanki öncekiler sonrakilere bu sözü tavsiye etmiş gibiler ki, hepsi böyle demişlerdir. "Hayır, onlar azgın bir topluluktur” bu da aralarında uzun zaman olduğu için tavsiyeleşmenin onları birleştirmesinden şu ortak noktaya geçmektir ki, onları birleştiren, buna sürükleyen taşkınlıktır. 54Onlardan yüz çevir. Sen kınanmış değilsin. "Onlardan yüz çevir” onları defalarca davet edip de onlar da ısrar ve inattan başka bir şey yapmayınca onlara arkanı çevir. "Sen kınanmış değilsin” tebliğ etmek için elinden geleni sarf ettikten sonra onlardan yüz çevirmekte. 55Öğüt ver; zira öğüt mü'minlere fayda verir. "Öğüt ver” öğüt ve nasihati bırakma "zira öğüt mü'minlere fayda verir” Allah'ın îmanını takdir ettiğine yahut îman edene; çünkü bu sayede basireti artar. 56Cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler, diye yarattım. "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım". Onları ibâdete müsait ve onu kabul eder vaziyette yaratınca, bunu mübalağa etmek için yaratılışlarını buna gaye gibi gösterdi. Eğer âyet, buna mani delil olduğu hâlde - ki, o da Allah'ın emrinin bir gaye ile yapılamayacağıdır - zahirine göre alınırsa, "Yemin olsun ki, cehennemi birçok cin ve insan için yarattık” (Araf: 179) ayetinin zahirine ters düşer. Âyetin manası şöyle de denilmiştir: Ben onları ancak ibâdet etmeleri emri ile ya da bana kul olsunlar diye yarattım. 57Ben onlardan bir rızık istemiyorum ve onlardan beni yedirmelerini de istemiyorum. "Ben onlardan bir rızık istemiyorum ve onlardan beni yedirmelerini de istemiyorum” ben sizi rızkımı temin etmeniz için çalıştırmak istemiyorum. Öyleyse ne için yaratılmış ve ne ile emrolunmuş iseniz onunla meşgul olun. Maksat şunu bildirmektir: Onun kullarla durumu efendilerle kölelerin durumu gibi değildir. Çünkü onlar kölelere ancak geçimlerini temin etsinler diye sahip olurlar. Burada kul / de emrini takdir etmek de câizdir ki, o zaman mana "de ki: Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum” (Enam: 90) kavli gibi olur. 58Şüphesiz Allah,; rızık veren, sağlam kuvvet sâhibidir. "Şüphesiz Allah, rızık verendir” rızka muhtaç olan herkesin nzkını verendir. Bunda onun buna ihtiyacı olmadığına îma vardır. İnnî enerrezzaku şeklinde de okunmuştur. "Sağlam kuvvet sâhibi odur” cer ile zül kuvetü metiyni de okunmuştur ki, metiyn kuvvetin sıfatı olur (mealdeki gibi). 59Şüphesiz zâlimler için arkadaşlarının (azâp) payı gibi bir pay vardır. Öyleyse beni aceleye getirmesinler. "Şüphesiz zâlimler için azâp payı vardır” yani Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'i yalanlayan için azaptan bir hisse vardır "arkadaşlarının azâp payı gibi” geçmiş ümmetlerden benzerlerinin paylan gibi. Zenub bahçe sulayanların kovalarla su bölüşmelerinden alınmıştır, çünkü zenub dolu büyük kova demektir. (Öyleyse beni aceleye getirmesinler). Bu da "eğer doğru iseniz bu tehdit ne zamandır” (Yasin: 48) kavlinin cevabıdır. 60Vay kâfirlere, kendilerine va'dolunan günlerinden dolayı. "Vay kâfirlere, kendilerine va'dolunan günlerinden dolayı” kıyâmet veya Bedir savaşı gününden dolayı. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Zariyat sûresini okursa, Allah ona dünyada esen ve akan her rüzgârın sayısınca onar sevap verir. |
﴾ 0 ﴿