52 / TÛRMekke'de inmiştir. 48 yahut 49 âyettir. 1Yemin olsun, Tûr'a, "Yemin olsun, Tûr'a” Tûr-ı Sinîn'i murat ediyor, o da Medyen'de bir dağdır. Onda Mûsa aleyhisselâm Allahü teâlâ'nın kelâmını işitti. Tûr Süryanice'de dağdır ya da yaratma âleminden madde çukuruna veyahut gayb âleminden şahadet âlemine tur edip (uçup) gelen şeydir. 2Satır satır yazılmış kitaba, "Satır satır yazılmış kitaba” satır yazılan harfleri dizmektir, bundan murat edilen de Kur'ân'dır ya da Allah'ın Levh-i Mahfûz'da yazdığı şeydir veyahut Mûsa aleyhisselâm'ın (Tevrat) levhalarıdır yahut da evliyalarının kalplerindeki marifet ve hikmetlerdir veyahut hafaza meleklerinin yazdığı şeylerdir. 3Yayılmış ince bir deriye (yazılmış), "Yayılmış ince bir deriye yazılmış” rak yazı yazılan deridir, içinde kitap yazdan şeye istiare edilmiştir (mecazen ona denilmiştir). Hakkin menşurin şeklinde nekire olmaları onları büyütmek ve onların halk arasında bilinen şeylerden olmadığını bildirmek içindir. 4Beyti Mâ'mur'a, "Beyt-i Mamur'a” yani Kabe'ye demektir, onun mamur olması da hacılarla ve orada mücavir olarak kalanlarladır ya da Durah denilen şeydir ki, o da dördüncü kat gökteki ibâdet evidir. Onun mamurluğu da onu bürüyen meleklerin çokluğudur ya da mü'minin kalbidir, mamurluğu da marifet ve ihlâs iledir. 5Yükseltilmiş tavana, "Yükseltilmiş tavana” yani göğe demektir. 6Dolu denize, "Dolu denize” mescur dolu demektir ki, o da okyanustur ya da tutuşturulmuş demektir ki, Allahü teâlâ'nın "denizler tutuşturulduğu zaman” (Tekvir: 6) kavlinden gelir. Rivâyete göre Allahü teâlâ kıyâmet gününde denizleri ateş kılar, onunla cehennem ateşi tutuşturulur ya da mescur karışık demektir, bu da secîr'den gelir ki, karışık manasınadır. 7Ki, şüphesiz Rabbinin azâbı elbette vaki olacaktır. "Ki, şüphesiz Rabbinin azâbı elbette vaki olacaktır” inecektir. 8Onun için bir önleyici yoktur. "Onun için bir önleyici yoktur". Yemin edilen bu şeylerin gerçekleşecek olan azaba delâlet etmeleri şundandır; çünkü bunlar Allahü teâlâ'nın hikmetini, haberlerinin doğruluğunu ve ceza vermek için kullarının amellerini kayıt altına aldığını göstermektedir. 9O günde ki, gök bir çalkalanmakla çalkalanır. "O gündeki gökler bir çalkalanmakla çalkalanır” çırpmır, mevr maddesi gidip gelmektir. Dalgalanarak hareket etmektir de denilmiştir, yevme de vaki'in zarfıdır (o gün olacaktır). 10Dağlar bir yürümekle yürür. "Dağlar bir yürümekle yürür” yeryüzünden yürür gider, toz toprak olur. 11O gün vay yalanlayanlara! "O gün vay yalanlayanlara” yani bunlar olduğu zaman onlara yazıklar olsun demektir. 12O kimseler ki, onlar, daldıkları şeyde oynuyorlar. "Onlar ki, daldıkları şeyde oynuyorlar” daldıkları batılın içinde. 13O gün cehenneme itilmekle itilirler. "O günde cehenneme itilmekle itilirler” oraya şiddetle itilirler, şöyle ki, elleri boyunlarına bağlanır, perçemleri ayaklarıyla birleştirilir, cehenneme öyle itilirler. Yud'avne de okunmuştur ki, duadan gelir, o zaman da'an hâl olur ve itilip kakılarak demek olur, yevme de yevme temuru'dan bedeldir ya da gizli ve hikâye edilmiş kavl maddesinin zarfıdır. 14"İşte yalanladığınız ateş budur” denilir. "İşte yalanladığınız ateş budur” yani onlara böyle denilir. 15"Bu sihir midir yoksa siz görmüyor musunuz?" "Bu sihir midir?” yani siz vahiy için, bu sihirdir derdiniz; bu da mı sihirdir? Haberin takdimi şunun içindir, çünkü red ve azarlamadan maksat odur. "Yoksa siz görmüyor musunuz?” dünyada görmediğiniz gibi bunu göstereni de mi görmüyorsunuz? Bu da onları azarlama ve onlarla alay etmedir. Yoksa iddianıza göre dünyada, başka değil gözlerimiz bağlanmıştır, dediğiniz zaman gözleriniz bağlandığı gibi burada da mı bağlandı? 16"Girin oraya; ister sabredin ister sabretmeyin; size birdir. Ancak yaptığınız şeyle cezalandırılıyorsunuz!" "Girin oraya; ister sabredin ister sabretmeyin” yani nasıl isterseniz öyle girin, sabretseniz de etmeseniz de ondan kaçma imkânınız yoktur. "Size birdir” iki durum, sabretmeniz ve etmemeniz birdir. "Ancak yaptığınız şeyle cezalanıyorsunuz” bu da eşitliğin gerekçesidir; çünkü cezanın mutlaka gerçekleşmesi lâzım gelince, sabrın olmasının ve olmamasının yararsızlığı bir oldu. 17Şüphesiz müttekıler cennetlerde ve nimetlerdedir. "Şüphesiz müttekîler cennetlerde ve nimetlerdedir” istedikleri cennetlerde ve istedikleri nimetlerdedir ya da kendilerine hâs bahçelerdedir. 18Rablerinin kendilerine verdiği ile zevk sürerek. Rableri onları cehennem azabından korumuştur. "Fâkihîne” zevk u sefa sürerek "Rablerinin kendilerine verdiği ile". Fekihîne de okunmuştur, haber ve zarf da lağv olarak fakihune de okunmuştur ( o zaman bima, fakihun'e müteallik olur). (Rableri onları cehennem azabından korumuştur) bu da âtahüm'ün üzerine atıftır, eğer mâ mastariye kabul edilirse, ya da fı cennatin'in üzerine atıftır yahut zarfta yahut hâlde saklı zamirden hâl’dir ya da âtâ'nın fâ'ilinden yahut mef’ûlündan veyahut her ikisinden hâl’dir. 19Yiyin, için; yaptığınız şeylerle afiyetle. "Yiyin, için afiyetle” yani eklen ve şürben henien demektir ya da taamen ve şeraben henien demektir ki, o da boğaza takılmayan yiyecek ve içecektir. "Yaptığınız şeylerle” onun sebebiyle veyahut ona karşılık. Bima'daki be'nin zâit, mâ'nın da henien'in fâili olduğu da söylenmiştir. Mana da heneeküm mâ küntüm tamelun demektir yani karşılığı size helâl olsun demektir. 20Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak. Onları iri gözlü hurilere eş yaptık. "Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak. Onları iri gözlü hurilere eş yaptık” bihurin'deki be zevvece'deki vuslat manasından dolayı ilsak ya da sebebiyet içindir, çünkü mana; Mü'minleri hurilerle eş yaptık demektir ya da be zevvece'deki ilsak ve yaklaştırma manasından dolayıdır, bunun içindir ki,llezine amenu, hurin'e atfedilmiştir yani onları hurilerin eşlerine ve mü'minlerin arkadaşlarına yaklaştırdık demektir. 21Îman edip de zürriyetleri kendilerine îmanla tâbi olanlara zürriyetlerini de onlara kattık. Onların amellerinden hiçbir şey eksiltmedik. Her kişi kazandığı şeye karşılık rehindir. "Vellezie amenu” bu da hurin lâfzına atıftır yani onları hurilerin eşlerine ve mü'minlerin arkadaşlarına yaklaştırdık demektir. Şöyle de denilmiştir: Bu mübteda’dır, haberi de elhaknabihim'dir, "vettebeathüm zürriyyetühüm bümanin” de illet bildirmek için ara cümlesidir. İbn Âmir ile Ya'kûb cemi olarak ve te'nin zammı ile zürriyyâtühüm okumuşlardır, bu da çokluklarını bildirmek, bir de açıklamak içindir; çünkü zürriyet teke de çoğa da denir (çoğul okuyunca diyecek söz kalmaz) . Ebû Amr ise ve etba'nahüm zürriyâtihim okumuştur yani onları îmanda atalarına tâbi kıldık demek olur. Şöyle de denilmiştir: Biîmanin zamirden yahut zürriyetten veyahut ikisinden hâl’dir. Nekire olması da onu büyütmek içindir ya da katılmak için îmanın aslında tâbi olmanı yeterliğini bildirmek içindir. "Zürriyetlerini de onlara kattık” cennete girmede veya derece almada. Çünkü rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Allah mü'minin zürriyetini, kendinden aşağı da olsalar onun derecesine yükseltir ki, gözü aydın olsun, demiş sonra da bu âyeti okumuştur. Nafî, İbn Âmir ve Basralı iki kurra zürriyâtihim okumuşlardır. "Onların eksiltmedik” kısmadık "amellerinden hiçbir şey” bu katma ile çünkü babaların mertebesini düşürmek veya çocuklara bazı sevaplarını vermek muhtemel olduğu gibi onlara lütfetmekle de olabilir ki, onun sonsuz lütfüne lâyık olan da budur. İbn Kesîr lâm’ın kesri ile elitnahüm okumuştur ki, elite ye'letü babından gelir. Ondan letnahüm de rivâyet edilmiştir ki, late yeliytü'den gelir ve âlernahüm de okumuştur ki, âlete yûlitü'den gelir. Ve vâletnahüm de okumuştur ki,lete yelitü'den gelir ki, hepsinin manası birdir. "Herkes kazandığı şeye karşılık rehindir” Allah katında ameli ile ipotektir; eğer sâlih amel etti ise onu bırakır yoksa onu helâk eder. 22Onlara canlarının çektiği meyve ve etten bol bol verdik. "Onlara canlarının çektiği meyve ve etten bol bol verdik” , Yani ara ara gönüllerinin istediği nimet çeşitlerinden fazlasıyla verdik. 23Orada bir bardak kapışırlar ki, onda ne boş lâf, ne de günaha sokma yoktur. "Orada kapışırlar” kendileri ve arkadaşları birbirlerine verirler "bir bardak” yani şarap demektir, şaraba mahallinin ismi verilmiştir, bunun içindir ki, (onda ne boş lâf, ne de günaha sokma yoktur) kavlindeki fîha zamiri müennes kılınmıştır. Yani içerken boş lâf etmezler de sâhibini günaha sokacak bir şey yapmazlar da demektir, nitekim dünyada içenler böyle yaparlar. "Lâ fîha ğavlün” (Saffat: 47) âyeti de öyledir. İbn Kesîr ile Basralı iki kurra ikisini de feth ile (lâ lağve vela te'sime) okumuşlardır. 24Etraflarında saklı inciler gibi uşakları dolaşır. "Etraflarında dolaşır” bardakla "uşakları” yani kendilerine hâs hizmetçileri demektir. Onların kendilerinden önce giden evlatları oldukları da söylenmiştir. "Saklı inci gibi” sedefinde saklı, beyaz ve berrak demektir. Sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Ruhumu elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, hizmet edilenin hizmet edenden üstünlüğü on dördündeki ayın diğer yüdızlardan üstünlüğü gibidir. 25Kimileri kimilerine döndü, soruşturuyorlar; "Kimileri kimilerine döndü, soruşturuyorlar” birbirlerine hâllerinden ve amellerinden soruyorlar. 26Dediler: "Gerçekten biz bundan önce ailemiz içinde korkardık". "Dediler: Gerçekten biz bundan önce ailemizin içinde korkardık” taatına itina ederek Allah'a isyan etmekten korkardık ya da akıbetten korkardık. 27"Allah bize lütfetti ve bizi insanın içine işleyen o azaptan korudu". "Allah bize lütfetti” rahmet ve tevfik ile "ve bizi insanın içine işleyen o azaptan korudu” sam yeli gibi mesamata işleyen ateş azabından korudu. Şedde ile vakkana da okunmuştur. 28Şüphesiz biz bundan önce ona ibâdet ediyorduk. Şüphesiz o, ihsanı bol, çok merhametlidir". "Şüphesiz biz bundan önce idik” bundan önce dünyada iken "ona ibâdet ederdik” ya da ondan koruma isterdik. "Şüphesiz o, ihsanı bol” iyilik edendir. Nâfi' ile Kisâî feth ile (ennehu) okumuşlardır. "Çok merhametlidir” rahmeti boldur. 29Sen öğüt ver; sen Rabbinin nimeti sayesinde ne bir kâhinsin ne de bir deli. "Sen öğüt ver” öğüt vermeye devam et, onların dediklerine aldırma. "Sen Rabbinin nimeti sayesinde değilsin” elhamdülillah, Allah'ın ihsanı sayesinde değilsin "ne bir kâhinsin ne de bir deli” nitekim onlar öyle diyorlar. 30Yoksa: "Şairdir; ona zamanın hadiselerini mi bekliyoruz?” diyorlar. "Yoksa: Şairdir, ona zamanın hadiselerini mi bekliyoruz, diyorlar?” burada geçen reybel menun zamanın olayları demektir. Şöyle de denilmiştir: Menun feul vezninde ölümdür, mennehu deyiminden gelir ki, kesmektir (başına ölüm gibi ağır bir şey gelmesini bekliyorlar). 31De ki: "Bekleyin; şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" "De ki: Bekleyin; şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!” siz benim helâkimi beklediğiniz gibi ben de sizin helâkinizi bekliyorum. 32Yoksa onlara bunu akıllan mı emrediyor yoksa onlar bir azgınlar toplumu mudurlar? "Yoksa onlara bunu akılları mı emrediyor?” bu çelişkili sözü; çünkü kâhin zekidir, ince görüş sâhibidir. Deli ise akılsızdır. Şâir de düzgün ve hayalî söz söyleyen kimsedir. Bu gibi şey (Dîn) deliden gelecek bir şey değildir. Akılların emretmesi ona götürmesinden mecazdır. "Yoksa onlar bir azgınlar toplumu mudurlar?” inatta haddini aşan demektir. Bel hüm şeklinde de okunmuştur. 33Yoksa: "Onu kendi uydurdu” mu, diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar. "Yoksa, onu kendisi uydurdu mu, diyorlar?” kendiliğinden icat etti "hayır, onlar inanmıyorlar” küfür ve inatlarından dolayı ona bu iftiralarda bulunuyorlar. 34Öyleyse onun gibi bir söz getirsinler, eğer doğru söyleyenler iseler. "Öyleyse onun gibi bir söz getirsinler” Kur'ân gibi "eğer doğru söyleyenler iseler” iddialarında, çünkü onların içinde güzel konuşan saydıkları kimseler vardır. Bu da meydan okuma ile zikredilen o sözlerini reddir. Uydurmayı red olması da câizdir, çünkü diğerlerinin saçma olduğu meydandadır. 35Yoksa bir şeysiz mi yaratıldılar? Yoksa yaratanlar onlar mı? "Yoksa bir şeysiz mi yaratıldılar?” yani bir var eden ve takdir eden olmadan mı yaratıldılar da bunun için mi ona ibâdet etmiyorlar ya da ibâdet ve karşılığı olmadığı için mi ona ibâdet etmiyorlar? "Yoksa yaratanlar onlar mı?” bu ifade birinci manayı destekliyor; çünkü bunun manası nefislerini kendileri mi yarattılar, demektir? Bunun içindir ki, arkasından: 36Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar? Hayır, onlar kesin şekilde inanmıyorlar. "Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar?” buyurmuştur. Bu âyetlerdeki em edâtı munkatıadır (mâ-kabli ile ilişkili değildir) onlardaki hemzenin manası da inkârdır (öyle şey lmaz demektir). "Hayır, onlar kesin şekilde inanmıyorlar” sizi kim yarattı, gökleri ve yeri kim yarattı, diye sorsalar: Allah, derler. Öyleyse buna kesin inansalardı ona ibâdetten yüz çevirmezlerdi. 37Yoksa Rableri onların yanında mı? Yoksa onlar zorbalar mı? "Yoksa Rabbinin hazineleri onun yanında mı?” rızkının hazineleri demektir, öyleyse dilediklerine peygamberlik nasip etsinler ya da üminin hazineleri demektir ki, hikmetin seçtiğini kendileri de seçsinler. "Yoksa onlar zorbalar mı?” eşyaya gâlipler de onları istedikleri gibi idare mi ediyorlar? Kumbul ile Hafs - ondan ihtilâf vardır - ve Hişâm sin ile (müseytırun) okumuşlardır. Hamze de - ihtilâf olmakla beraber Hallad rivâyetinde sad ile sin arasında okumuştur. Kalanlar ise net sad ile okumuşlardır. 38Yoksa onların çıkıp dinleyecekleri merdiveni mi var? Öyleyse dinleyicileri açık bir delil getirsin. "Yoksa onların merdiveni mi var?” göğe çıkacak asansörleri "ondan dinleyecekleri” ona çıkıp da meleklerin sözlerini ve onlara vahyedilen gayb ilmini, Tâ ki, bütün olacakları büsinler. "Öyleyse dinleyicileri açık bir delil getirsin” dinlediğini tasdik eden kesin bir delil. 39Yoksa kızlar onun da oğullar sizin mi? "Yoksa kızlar onun da oğullar sizin mi?” bunda onların beyinsiz oldukları vurgulanmış ve şu bildirilmiştir ki, bu görüşte olan bir kimse rûhu ile mana âlemlerine çıkıp da gâiplerden haberdar olmak şöyle dursun, akıllılardan bile sayılmaz. 40Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da ağır borç yükü altında mı kalmışlar? "Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da” risaleti tebliğ etmene karşılık "ağır bir borç yükü altında mı kalmışlar?” ağır malî bir ceza altında mı kalmışlar da sana tâbi olmada gönülsüz davranıyorlar? 41Yoksa gayb onların yanında da onlar mı (ona bakarak mı) yazıyorlar? "Yoksa gayb onların yanında da” gâiplerin tespit edildiği Levh-i Mahfûz onların yanmda da "onlar mı yazıyorlar?” ona bakarak mı yazıyorlar? 42Yoksa tuzak kurmak mı istiyorlar? Asıl kâfirler tuzağa düşenlerdir. "Yoksa tuzak kurmak mı istiyorlar?” bu da Darünnedve'de Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e kurdukları tuzaktır. "Asıl kâfirler” bunun genel ve özel kâfirler olma ihtimali vardır, o zaman zamir yerine zâhir konulmaları, küfürlerini tescü etmek ve mezkûr hükmü bunun gerektirdiğini göstermek için olur. "Tuzağa düşenlerdir” tuzağın sardığı onlardır ya da tuzaktan dolayı vebal altında kalacak olanlar onlardır. O da Bedir savaşında öldürülmeleridir ya da tuzakta mağlûp olmalarıdır ki, bu da kâyettuhu fekittuhu (hilede onu yedim) deyiminden gelir. 43Yoksa onların Allah'tan başka bir İlâhı mı var? Allah onların şirk koştukları şeyden münezzehtir. "Yoksa onların Allah'tan başka bir İlâhı mı var?” onlara yardım edecek ve onları azabından koruyacak. "Allah onların şirk koştukları şeyden münezzehtir” şirklerinden yahut şirk koştukları şeylerden. 44Eğer gökten bir parça düştüğünü görseler: "Üst üste yığılmış bir bulut” derler. "Eğer gökten bir parça düştüğünü görseler derler” aşırı taşkınlık ve inatlarından "üst üste yığılmış bir bulut” birbiri üstüne birikmiş buluttur, derler. Bu da: "Üzerimize gökten bir parça düşür” (Şuarâ': 187) sözlerinin cevabıdır. 45Bırak onları, ta çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar. "Bırak onları, ta çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar” o da sûra ilk üfürme zamanında olacaktır. Yelkav şeklinde de okunmuştur. İbn Âmir ile Âsım meçhul kalıbı ile yus'akune okumuşlardır ki, bu da saıkahu'dan ya da askaahu'dan gelir. 46O günde tuzakları onlardan bir şey savmaz ne de onlara yardım edilir. "O günde tuzakları onlardan bir şey savmaz” fayda verme ve azâbı reddetme bakımından "ne de onlara yardım edilir” Allah'ın azabından çevrilirler. 47Gerçekten zâlimler için bundan başka azâp vardır. Fakat onların çoğu bilmezler. "Gerçekten zâlimler için vardır” bunların genel ve özel zâlimler olma ihtimali vardır "bundan başka bir azâp vardır” âhiret azabından önce demektir o da kabir azabıdır yahut dünyada yakalanmalarıdır; Meselâ Bedir'de öldürülmeleri ve yedi yıl kıtlık çekmeleri gibi. "Fakat onların çoğu bilmezler” bunu yani âhiret azabından önce bir azapları olduğunu. 48Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizdesin. Kalkacağın zaman Rabbini hamd ile tesbih et. "Rabbinin hükmüne sabret” onlara mühlet vermek ve seni sıkıntıda bırakmakla "çünkü sen gözlerimizdesin” yani korumamız altındasın, öyle ki, seni görür ve himaye ederiz. Ayn lâfzının çoğul yapüması, zamirin çoğul olmasından ve koruma sebeplerinin artması ile mübalağa yapılmasındandır (sebepler ne kadar çok olursa koruma da o kadar çok olur). "Kalkacağın zaman Rabbini hamd ile tesbih et” hangi mekândan kalkarsan ya da uykudan yahut namaza kalkarsan demektir. 49Geceden ve yıldızların batmasından sonra onu tesbih et. "Geceden onu tesbih et” çünkü o zaman ibâdet nefse daha zor gelir ve riyadan daha çok uzak olur. Bunun içindir ki, onu (geceyi / leyl'i) tek başına zikretmiş ve onu fiilin başına geçirmiştir. (Ve yıldızların batmasından sonra) gecenin sonunda yıldızlar battığı zaman. Feth ile (edbâr) da okunmuştur ki, yıldızların arkasından yani batıp gizlendiği zaman demektir. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Tûr sûresini okursa onu azabından emin etmek ve ona cennette nimet vermek Allah'ın üzerine vâcip olur. |
﴾ 0 ﴿