53 / NECM SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 61 yahut 62 âyettir.

1

 Yemin olsun, yıldıza, battığı zaman,

Âyetin tefsiri için bak:2

2

 Arkadaşınız sapmadı da azmadı da.

"Yemin olsun, yıldıza, battığı zaman” Yıldız cinsine yahut Süreyya yıldızına yemin ederim, çünkü yıldız denince akla o gelir, battığı zaman ya da kıyâmet gününde döküldüğü zaman yahut aktığı zaman yahut doğdu zaman demektir. Çünkü feth ile heva heviyyen denir ki, yıldız kayıp batmaktır ve hüviyyen denir ki, yükselip yukarı çıkmaktır.

Ya da Kur'ân'ın parça parça inen kısmına demektir yahut yere serilen bitkiye ya da büyüyüp yükselen bitkiye demektir, bu da

(arkadaşınız sapmadı) kavline yapılan bir yemindir. Yani Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem doğru yoldan sapmadı demektir, hitap da Kureyş'edir

"azmadı da” bâtıla inanmadı da, yine hitap Kureyş'edir. Maksat ona nispet ettikleri şeyi reddetmektir.

3

 Keyfinden konuşmaz.

"Keyfinden konuşmaz” Kur'ân'ı konuşması keyfinden olmaz,

4

 O ancak (kendisine) vahyolunan bir vahiydir.

"O değildir” Kur'ân yahut konuştuğu şey "ancak kendisine vahyolunan bir vahiydir” Allah’ın ona ettiği vahiydir. Peygamberimizin ictihad etmesini câiz görmeyenler bunu delil getirmişlerdir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Ona ictihad etmesi için vahyedilirse içtihadı da ona dayanan şey de vahiy olur. Bu görüş pek isabetli değildir, çünkü konuşması vahiy değil vahiy ile olmuş olur.

5

 Ona çetin güçleri olan öğretti.

"Ona çetin güçleri olan öğretti” çetin kuvvetleri olan melek ki, o da Cebrâîl aleyhisselâm'dır, çünkü o, harikaların gösterilmesinde aracıdır.

Rivâyete göre o, Lût kavminin köylerini göğe kaldırdı, sonra da ters çevirip yere çaldı. Semûd kavmine bir nara attı, diz çöküp kaldılar.

6

 Akl-ı selim sâhibi. Dikeldi,

"Zu mirreh” akl-ı selim ve ileri görüş sâhibi demektir "dikeldi” Allah'ın onu yarattığı surette göründü. Şöyle denilmiştir: Hiçbir peygamber onu esas suretinde görmemiştir, ancak Muhammed aleyhis-salâtü ves-selâm iki kere görmüştür; bir kere gökte, bir kere de yerde.

Şöyle de denilmiştir: İsteva bütün kuvvetini verilen emri yerine getirmek için kullandı.

7

 O en yüksek ufukta idi.

"O en yüksek ufukta idi” göğün ufkunda idi, hüve zamiri Cebrâîl aleyhisselâm'a râcidir.

8

 Sonra yaklaşıp sarktı.

"Sonra yaklaştı” Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e "sarktı” ona sarıldı, bu da sallallahü aleyhi ve sellem’in ruhunu göğe çıkarmasının temsilidir.

Şöyle de denilmiştir: Sonra en yüksek ufuktan sarktı; Resûl'e yaklaştı. O zaman bu, yerinden ayrılmadığı hâlde onun ruhunu yukarı çıkardığını gösterir ve çok kuvvetli olduğunu kabul ettirir. Çünkü sarkmak tutunmakla beraber kendini salıvermektir, Meselâ meyvenin sarkması gibi. Ayaklarını sedirden sarkıttı ve kovayı kuyuya sarkıttı denir. Devalî de sarkan meyvedir.

9

 İki yay kadar yahut daha yakın oldu.

"İki yay kadar oldu” Cebrâîl aleyhisselâm iki yay kadar yaylaştı, bu da hüve minni 'kıdül izar sözü gibidir ki, bana pantolonumun kemeri kadar yakındı demektir "yahut daha yakın” sizin, takdirinize göre, bu da "ya da daha çok” (Saffât: 147) ibaresi gibidir. Maksat temas durumunu temsil etmek ve vahyedilen şeyi dinlemede en ufak bir karışıklığın olmadığını vurgulamaktır.

10

 Kuluna vahyettiğini vahyetti.

"Vahyetti” Cebrâîl aleyhisselâm, (kuluna) Allah'ın kuluna demektir. Zikri geçmediği hâlde zamirin ona gitmesi, bilindiği içindir, bu da (üzerinde / yerin üzerinde bir canlı bırakmazdı) (Fatır: 45) kavli gibidir.

"Vahyettiğini” Cebrâîl aleyhisselâm'ın vahyettiğini demektir. Bu tabir vahyedilen şeye saygı göstermeyi ifade eder ya da Allah vahyetti demektir. (Allemehu şedidül kuva)dan itibaren bütün zamirlerin Allahü teâlâ'ya râci olduğu da söylenmiştir ki, şedidül kuva'dakinden de o kast edilmiş olur, bu da "şüphesiz Allah sağlam kuvvet sâhibidir” (Zariyat: 58) kavli gibidir. Ona yaklaşması derecesini yükseltme iledir, sarkması da onu her şeyi ile beraber Allah'ın kutsal huzuruna çekmesidir.

11

 Gönül gördüğünü yalanlamadı.

"Gönlü gördüğünü yalanlamadı” gözü ile gördüğünü ki, o da Cebrâîl aleyhisselâm'ın suretidir ya da Allahü teâlâ'dır yani gözünün aktardığı şeyi yalanlamadı demektir. Çünkü kutsal şeyler önce kalp ile bilinir, sonra da ondan göze intikal eder ya da gönlü onu gördüğü zaman: Seni tanımadım, demedi. Eğer öyle dese idi yalan olurdu. Çünkü onu gözüyle gördüğü gibi kalbi ile de tanımaktadır ya da kalbi ile gördüğünü yalanlamadı demektir, mana da gördüğü yalan bir hayal değildi demektir. Şu hadis de onu gösterir; Efendimize "Rabbini gördün mü?” denildi. O da: Onu kalp gözü ile gördüm, dedi. Hişâm şedde ile kezzebe okumuştur ki, onu tasdik etti, onda şüphe duymadı demektir.

12

 Gördüğü şey üzerinde onunla mücadele mi ediyorsunuz?

 (Gördüğü şey üzerinde onunla mücadele mi ediyorsunuz?) bu da mira' kökünden gelir ki, tartışmaktır. Meren nâkate deyiminden gelir ki, sütünü çıkarmak için devenin sırtını sıvazlamaktır.

Ya da inkâr mı ediyorsunuz demektir ki, merahu hakkahu (hakkını inkâr etmekten) gelir. Alâ edatının kullanılması ise mira fiiline galibiyet manası giydirilmesindendir; çünkü iki tartışandan her biri hasmını mağlup etmek ister.

13

 Yemin olsun, gerçekten onu diğer bir defa daha gördü.

"Yemin olsun, gerçekten onu diğer bir defa daha gördü” nezleten 'leten veznindedir, nüzul (inmek) ten gelir, merreten yerine kullanılmış ve onun gibi (zarf olarak) mensûb olmuştur. Bu da bu defada görmenin inmek ve yaklaşmakla olduğunu vurgulamak içindir. Görülen ve yaklaşılan şey hususunda söylenecek şey de geçen gibidir. Takdiri şöyledir de denilmiştir: Velekad raahu nazilen nezleten uhra. Mastar (mef'ûlu mutlak olarak) mensûbtur, maksat da son görmede şüpheyi izale etmektir.

14

 Sidretü'l - Münteha'nın yanında.

"Sidretü'l - Münteha'nın yanında” mahrukatın amellerinin ve Uimlerinin son bulacağı yer ya da yukandan inenin ve alttan çıkanın son buluşma noktası demektir. Belki de Sidre'ye Nebk ağacına (Arabistan kirazına) benzetilmesi, gölgesinde toplandıkları içindir. Merfû' hadis olarak yedinci kat gökte olduğu da söylenmiştir.

15

 Onun yanında Me'vâ cenneti vardır.

"Onun yanında Me'va cenneti vardır” müttekılerin veyahut şehitlerin ruhlarının barındığı cennet demektir.

16

 O zaman Sidre'yi bürüyen bürüyordu.

"O zaman Sidre'yi bürüyen buruyordu” bu da onu bürüyeni büyütmek ve çoğaltmak içindir, öyle ki, anlatılamaz, saymakla da bitmez demektir.

Şöyle de denilmiştir: Onu orada Allahü teâlâ'ya ibâdet eden çok miktarda melek bürümüştü.

17

 Göz kaymadı da aşmadı da.

"Göz kaymadı da” Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in gözü gördüğü şeyden şaşmadı da "aşmadı da” onu geçmedi de, bilâkis orada doğru ve kesin şekilde sebat etti ya da görmesi emredilen acayip şeyleri görmekten sapmadı ve onları geçmedi demektir.

18

 Yemin olsun, gerçekten Rabbinin en büyük delillerinden gördü.

"Yemin olsun, gerçekten Rabbinin en büyük delillerinden gördü” yemin olsun ki, Miraç gecesinde onun büyük âyetlerinden, görünen ve görünmeyen acayip mülklerinden gördü. Gördüğü şeyden bunlar kast edilmiştir de denilmiştir. Kübra'nın ayat lâfzının sıfatı olması da câizdir ki, o zaman mef'ûl hazf edilmiş olur yani şey'en min ayati rabbini demektir ya da min edâtı zâittir.

19

 Lat ve Uzza'yı gördünüz mü?

Âyetin tefsiri için bak:20

20

Diğer üçüncü Menat’ı.

"Lat ve Uzza'yı gördünüz mü? Diğer üçüncü Menât’i” bunlar onların putları idi. Lat Tâif'te Sakif in yahut Nahle'de Kureyş'in idi. Lat faie veznindedir, leva kökünden gelir; çünkü onlar tavaf eder, etrafında dönerlerdi. Hibetullah, Bezzi, Rüveys de Ya'kûb rivâyetinde şedde ile latt okumuşlardır. Ona bu ismi vermeleri kavut yapıp hacılara yediren bir adam suretinde olmasındandır. Uzza da şedde ile Gatafan kabilesinin bir ağacı idi (semüre). Ona ibâdet ederlerdi. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ona Hâlid bin Velid’i gönderdi, o da onu kesti. Uzza'nın aslı eazz'ın müennes şeklidir. Menat da bir kaya idi; Hüzeyl ile Huzaa yahut Sakif kabilelerine ait idi. O da 'let veznindedir, menahu deyiminden gelir ki, kesmektir. Çünkü onun yanında kurbanlarını keserlerdi, Mina da ondan gelir.

İbn Kesîr menaet şeklinde okumuştur ki, nev' kökünden mefeale vezninde olur. Çünkü onlar onun yanında teberrüken yağmur duasına çıkarlardı. Essalisetel uhra (diğer üçüncü) kavli de te'kit için iki sıfattır, "iki kanadıyla uçan” (En'âm: 38) kavli gibidir ya da uhra derece itibarı ile geri demektir.

21

Erkek sizin de dişi onun mu?

"Erkek sizin de dişi onun mu?” bu da, melekler Allah'ın kızlarıdır, demelerine reddir. Bu putların içine cinniier yerleşmişti, onlar da Allah'ın kızlarıdır ya da meleklerin heykelleridir, bu da eferaeytüm kavlinin ikinci mef'ûlüdür.

22

O zaman bu, insafsız bir taksimdir,

"O zaman bu, insafsız bir taksimdir” âdil olmayan bir taksimdir. Çünkü kendi kabul etmediğiniz şeyi ona yamıyorsunuz. Dıyza fu' veznindedir, o da haksızlık etmektir, ancak ye'nin hatırı için faul fiili meksûr kılınmıştır, tıpkı bîyda fiiline yapüdığı gibi. Çünkü ' kalıbı sıfat olarak gelmemiştir. İbn Kesîr hemze ile daezehu babından getirmiştir ki, haksızlık etmektir, mastardır, sıfat olarak kullanılmıştır.

23

Onlar ancak sizin ve atalarınızın taktığı, onlara bir delil indirmediği birtakım isimlerdir. Onlar ancak zanna ve nefislerin heves ettiği şeye tâbi oluyorlar. Yemin olsun, gerçekten onlara Rablerinden rehber geldi.

 (Onlar ancak isimlerdir) zamir putlara râcidir, yani bunlar ilâh olma bakımından boş isimlerden ibarettir. Çünkü onlar bunların ilâhlar olduğunu söylemişlerdir. Bunlarda hiçbir ilahlık manası yoktur.

Ya da zamir sıfata aittir ki, bunların ilâhlar olup kızlar ve şefaatçiler kabul edilmesidir.

Ya da zikredilen isimlere aittir, çünkü onlara iat demeleri üzerine üşüşüp ibâdeti hak etmesindendir, Uzza da izzet ve şerefinden dolayıdır. Menat da ona kurban kesmeyi hak etmesindendir.

"Siz ve atalarınızın taktığı isimlerdir” nefsani duygularla taktığınız isimlerdir.

"Allah onlara bir delil indirmemiştir” tutunacağınız bir delil demektir. (Tâbi olmuyorlar) te ile (tettebiune) de okunmuştur "ancak zanna tâbi oluyorlar” ancak üzerinde bulundukları şeyi hak sanma vehmine kapılıyorlar. Bunu da atalarını taklit için ya da batü bir vehimden dolayı yapıyorlar.

"Ve nefislerin heves ettiği isimlerdir” nefislerinizin çektiği.

"Yemin olsun, gerçekten onlara Rablerinden rehber geldi” peygamber yahut kitaptır, onu da terk ettiler.

24

Yoksa insan için arzuladığı şey mi var?

(Yoksa insan için arzuladığı şey mi var?) em munkatıadır, ondaki hemzenin manası da inkâr (olumsuzluk) içindir, mana da her temenni ettiğinin eline geçmeyeceğidir. Maksat İlâhların şefaat umudunu kırmaktır ve şu sözlerini reddir:

"Yemin olsun ki, eğer Rabbime döndürülürsem onun yanında daha iyisini bulurum” (Fussilet: 50). Ve "bu Kur'ân iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” (Zuhrûf:31) ve daha buna benzer temennilerini reddir.

25

Son da ilk de Allah'ındır.

"Sonda ilk de Allah'ındır” bu ikisinde dilediği kimseye murat ettiğini verir, bu ikisinde hiç kimsenin ona baskı yapma imkânı yoktur.

26

Göklerde ve yerde nice melek vardır ki, şefaatleri hiçbir şey sağlamaz, ancak Allah'ın, dilediğine ve râzı olduğuna izin vermesinden sonra.

"Göklerde ve yerde nice melek vardır ki, şefaatleri hiçbir şey sağlamaz” birçok melek vardır ki, şefaatleri hiçbir fayda vermez.

"Ancak Allah'ın, dilediğine ve râzı olduğuna izin vermesinden sonra". Meleklerden şefaat etmesine, insanlardan da şefaat edilmesine izin vermesinden sonra fayda verir. Buna lâyık olduğunu görmesinden sonra, artık putlar tapanlarına nasıl şefaat eder?

27

Şüphesiz Âhirete inanmayanlar, meleklere kesin dişi isimleri verirler.

"Şüphesiz Âhirete inanmayanlar, meleklere isim verirler” yani onlardan her biri "kesin dişi isimleri verirler” yani onlara kız isimleri verirler.

28

Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Ancak zanna tâbi olurlar. Şüphesiz zan da haktan hiçbir şeyi fayda vermez.

(Onların bu hususta bir bilgileri yoktur) dedikleri şeyler hakkında. Biha şeklinde de okunmuştur ki, melekler yahut isim verme hakkında demektir.

"Ancak zanna tâbi olurlar. Şüphesiz zan da haktan hiçbir şeyi fayda vermez” çünkü bir şeyin gerçekliği demek olan hak ancak ilimle idrak edilir, zannın ise gerçek marifetlerde hiçbir itibarı yoktur. Ancak ona amelî / pratik şeylerde ve ona ulaşma aracında (usul-ı fıkıhta) itibar edilir.

29

Zikrimize arka dönen ve ancak dünya hayatını isteyenden yüz çevir.

"Zikrimize arka dönen ve ancak dünya hayatını isteyenden yüz çevir". Onu davet etmekten ve onunla ilgilenmekten yüz çevir, çünkü Allah'tan gâfil olup da zikrinden yan çizen, gözü dünyadan başka bir şey görmeyen ve hep bildiği dünya olan kimse, davet edildikçe inatlaşır ve bâtıl üzerinde ısrar eder.

30

İşte onların ilimden ulaşacakları budur. Şüphesiz Rabbin, kendi yolundan sapanı en iyi bilen O'dur. O, doğru yolu bulanı da pekiyi bilendir.

 (Bu) dünya işi yahut dünyanın çekici olması "ilimden ulaşacakları son noktadır” ilimleri onu geçemez. Zâlike meblağuhum cümlesi itiraziyedir, görüşlerinin dünya ile sınırlı olduğunu tespit etmektedir. (Şüphesiz Rabbin, kendi yolundan sapanı en iyi bilen odur) kavli de yüz çevirme emrinin gerekçesidir yani Allah davetine icabet etmeyeni pekiyi bilir, öyleyse onlan davet etmede kendini yorma. Çünkü senin tebliğden başka bir görevin yoktur, onu tebliğ ettin.

31

Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. (Bu da) kötülük edenleri yaptıkları ile cezalandırması ve iyilik edenleri de en güzeli ile mükâfatlandırması içindir.

"Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır” yaratma ve mülk bakımından. "(Bu da) kötülük edenleri yaptıkları ile cezalandırması içindir” yaptıkları kötülüğün azâbı ile yahut misli ile yahut yaptıkları kötülük sebebiyle. Bu da bir illettir, geçen kısım onu göstermektir yani âlemi ceza (karşılık görmek) için yarattı yahut sapığı doğru yolda olandan bu sebeple ayırdı ve hâllerini muhafaza etti.

"Ve iyilik edenleri de en güzelle mükâfatlandırması için” güzel sevapla ki, o da cennettir ya da amellerinin en güzeli ile veyahut güzel amelleri sebebiyle demektir.

32

İyilik edenler o kimselerdir ki, küçük günahlar müstesna, büyük günahlardan ve çirkin (fâhiş) şeylerden kaçınırlar. Şüphesiz Rabbinin bağışlaması geniştir. O; sizi yerden meydana getirdiği zaman da analarınızın karınlarında döller iken de sizi çok iyi bilendir. Öyle ise kendinizi temize çıkarmayın. O sakınanı pekiyi bilendir.

"İyilik edenler o kimselerdir ki, büyük günahlardan kaçınırlar” cezası büyük olan ve özellikle ceza gerektiren günahlardan demektir. Had gerektirenden de denilmiştir. Hamze, Kisâî ve Halef kebirül ismi okumuşlardır ki, cins yahut şirk murat etmişlerdir.

"Velfevahişe” özellikle çirkin büyük günahlardan demektir.

"Küçük günahlar müstesna” az ve küçük olan ki, o, büyük günahlardan sakınanlardan bağışlanmıştır. îllellemem istisnası munkatıdır, eilezine'nin mahalli de sıfat yahut medih olarak mensûbtur ya da mahzûf mübtedanın haberi olarak merfû’dur.

"Şüphesiz Rabbinin bağışlaması geniştir” çünkü büyüklerden kaçınma şartı ile küçükleri bağışlar ya da küçük veya büyük dilediği günahı bağışlar demektir. Belki de bunun için arkasından kötülük edenlerin tehdidini ve iyilik edenlerin mükâfatını getirmiştir ki, büyük günah işleyen Allah'ın rahmetinden ümit kesmesin ve azâp etmek Allah'ın üzerine haktır diye düşünmesin.

"O sizi daha iyi bilir” hâllerinizi sizden daha iyi bilir "sizi yerden çıkardığı ve analarınızın karınlarında cenin olduğunuz zaman". Sizi ilk başta topraktan yaratırken ve size rahimlerde suret verirken hâllerinizi ve davranışlarınızı sizden daha iyi bilir.

"Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın” ameliniz temiz ve hayrınız fazla diye kendinizi övmeyin ya da masiyet ve rezaletlere bulaşmamakla böbürlenmeyin.

"O sakınanı pekiyi bilendir” çünkü o içinizden takva sâhibini ve başkasını daha Âdem'in belinden çıkmadan önce bilir.

33

Yüz çeviren kimseyi gördün mü?

"Yüz çeviren kimseyi gördün mü?” hakka tâbi olmaktan ve onda sebat etmekten yüz çevireni.

34

Az verip elini sıkı tutanı.

"Az verip elini sıkı tutanı” vermeyi durduranı, bu da ekdel hâfiru deyiminden gelir ki, kuyu kazanın sert kayaya rastlamakla kazı işini bırakmasıdır. Çoğunluk bunun Velid bin Muğire hakkında indiği görüşündedir. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in ardına düşerdi, müşriklerden biri onu ayıpladı ve: Büyüklerinin dinini terk ettin ve onları sapık kabul ettin, diye kınayınca o da: Allah'ın azabından korkuyorum, dedi. O adam da eğer bir miktar mal verirse azâbı yükleneceğini garanti etti. O da dinden döndü ve şart kılınan şeyin bir kısmını verdi, kalanında da cimrilik etti.

35

Gaybin ilmi onun yanında mı?

"Gaybin ilmi onun yanında mı?” bunu biliyor da arkadaşının onun adına günahını taşıyacağını mı biliyor?

36

Yoksa Mûsa'nın sahifelerindekinden haberdar edilmedi mi?

37

Görevini tam olarak yapan İbrâhîm'in (sahifelerinkinden) de.

Görevini tam yapan İbrâhîm'in sahifelerinkinden de". Tam yaptı ve üstlenip emredilen şeyi eksiksiz yerine getirdi ya da Allah'a verdiği sözü yerine getirmek için aşın gayret gösterdi. İbrâhîm'e böyle denilmesi başkasının tahammül edemeyeceği şeyi kaldırmasındandır; Meselâ Nemrud'un ateşine sabretmesi gibi, Öyle ki, ateşe aülırken ona Cebrâîl geldi: "Bir ihtiyacın var mı?” dedi. O da: Sana yok, dedi. Çocuğunu boğazlamaya teşebbüs etmesi, her gün misafir aramak İçin bir fersah yol yürümesi gibi ki, misafir bulursa ona ikram ederdi, bulamazsa oruca niyet ederdi. Mûsa aleyhis-salâtü ves-selâm'ın önce zikredilmesi, suhufu olan Tevrat'ın daha meşhur ve onların nazarında daha büyük olmasındandır.

38

Bir günahkâr başkasının yükünü taşımaz diye.

 (Bir günahkâr başkasının yükünü taşımaz diye) en, enne'den tahfif edilmiştir, o, ba'di ile birlikte şuhun musa'dan bedel olmak üzere mahallen mecrûrdur ya da hüve en tezirü şeklinde mahallen merfû’dur. Sanki:

"O ikisinin suhuflarında ne var?” denilmiş, o da öyle cevap vermiştir.

Mana da şöyledir: Kimse başkasının günahından sorumlu olmaz. Bu; Allahü teâlâ'nın:

"İsrâîl oğullarına şunu yazdık: Kim bir can karşılığı olmadan bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibidir” (Maide: 32) ayetine benzer. Şu hadis de öyledir: Kim kötü bir âdet ihdas ederse, kendinin günahı da ona bakıp yapanların günahları da kıyâmete kadar onun boynunadır. Çünkü bu, delaletten ve günaha sebep olmaktan kaynaklanmıştır.

39

İnsan için çalıştığından başkası yok, diye.

"İnsan için çalıştığından başkası yoktur diye” ancak kendi çalışması vardır, yani nasıl başkasının günahından sorumlu olmazsa, başkasının yaptığından sevap da kazanamaz. Haberlerde geçtiği üzere sadaka ile hac ölüye menfaat verir denilmesi, niyet ile amel edenin onun vekili gibi olmasındandır.

40

Şüphesiz onun çalışması sonra görülür.

Âyetin tefsiri için bak:41

41

Sonra da onunla, en mükemmel ödülle ödüllendirilir.

"Şüphesiz onun çalışması sonra görülür, sonra da onunla en mükemmel şekilde ödüllendirilir” yani yüczel abdü sa'yehu bilcezail evferi (kul çalışması ile en geniş şekilde mükâfatlandırılır) demektir. Ceza'nın mastar olup he'nin de yücza'nın gösterdiği cezaya râci ve cezanın da bedel olması da câizdir.

42

Gerçekten son gidiş Rabbinedir.

"Gerçekten son gidiş Rabbinedir” mahlukatın son vanş ve dönüşleri demektir. Kesr ile inne de okunmuştur ki, suhuflardakinden ayrı olmuş olur. Arkadakiler de öyledir.

43

Gerçekten o, güldürdü ve ağlattı.

Âyetin tefsiri için bak:44

44

Gerçekten o, öldürdü ve diriltti.

"Gerçekten o, güldürdü ve ağlattı. Gerçekten o, öldürdü ve diriltti". Diriltme ve öldürmeye ondan başkasının gücü yetmez. Çünkü katü sadece vücut binasını yıkar, ölüm ise âdet olduğu gibi Allah'ın fiiliyle hasıl olur.

45

Gerçekten iki çifti, erkek ile dişiyi o yarattı.

Âyetin tefsiri için bak:46

46

Meniden, (rahme) döküldüğü zaman.

"Gerçekten iki çifti, erkek ile dişiyi o yarattı. Meniden, (rahme) döküldüğü zaman". Kuvvetle dölyatağına atıldığı yahut yaratıldığı veyahut takdir edilmiş ise ondan çocuk yaratıldığı zaman.

47

Gerçekten öteki diriltme de onun üzerinedir.

"Gerçekten öteki diriltme onun üzerinedir” ölümden sonra diriltmedir ki, bu da vaadinin gereğidir. İbn Kesîr ile Ebû Amr med ile enneşaete okumuşlardır, bu da neşee'nin mastarıdır.

48

Gerçekten o, zengin ve fakir etti.

"Gerçekten o, zengin ve fakir etti” akna kınye verdi demektir ki, o da devam eden maldır. Onu ayrı olarak zikretmesi en göz doldurucu mal olmasındandır ya da akna râzı etti demektir ki, bunun da aslı rızayı onun için sürekli kıldı demektir.

49

Gerçekten o, odur Şi'ra yıldızının Rabbi.

"Gerçekten o, odur Şi'ra yıldızının Rabbi” yani Abur yıldızı demektir ki, o, Ğumeysa yıldızından daha parlaktır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in dedelerinden biri olan Ebû Kebşe ona taptı ve putlara tapma konusunda Kureyş'e muhalefet etti. Bunun içindir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e İbn Ebi Kebşe derlerdi. Belki de özellikle bu yıldızın seçilmesi şunun içindir; Efendimiz aleyhisselâm her ne kadar Kureyş'e muhalefetinde Ebû Kebşe'ye katılmışsa da ona ibâdetinde de ona muhalefet etmiştir.

50

Gerçekten o, ilk Âd'i helâk etti.

"Gerçekten o, ilk Âd'i helâk etti” eskileri demektir, çünkü onlar Nûh aleyhisselâm'dan sonra helâk olan ümmetlerin ilkidirler.

Şöyle de denilmiştir: İlk Âd, Hûd kavmidir, öteki Âd de İrem'dir. Hemzenin hazfı, zammesinin lâm-ı tarife nakli ve tenvinin de ona idgamı ile âdel okunmuştur. Nâfi’ ile Ebû Amr da öyle okumuşlar, ancak vavi hemze kırmışlardır (âden lu').

51

Semûd'u da; geriye bırakmadı.

"Semûd'u da” bu da âderie atıftır, çünkü edatının mâ-kabli maba'dinde amel edemez.

"Geriye bırakmadı” iki bölüğü de.

52

Daha önceden Nûh kavmim de. Çünkü onlar daha zâlim ve daha azgın idiler.

(Daha önceden Nûh kavmim de) bu da ona ma’tûftur, Âd ve Semûd'dan önce demektir.

"Çünkü onlar daha zâlim ve daha azgın idiler” o iki bölükten, zira onlar Nûh'a eziyet eder ve ondan nefret ederlerdi, onu döverlerdi, öyle ki, hareketsiz kalırdı.

53

Mü'tefîke'yi de yere çaldı.

"Mü'tefikeyi de” bunlar da halkı ile birlikte altı üstüne getirilen memleketlerdir, Lût kavminin yerleşim birimleridir.

"Yere çaktı” onu göğe kaldırdıktan sonra yere çaldı.

54

Onlara giydirdiğini giydirdi.

"Onlara giydirdiğini giydirdi” bu da başlarına gelen şeyi korkunç göstermek içindir.

55

Artık Rabbinin hangi nimetlerinde kuşkuya düşüyorsun?

"Artık Rabbinin hangi nimetlerinde kuşkuya düşüyorsun?” şüphe ediyorsun? Hitap Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'edir ya da herkesedir. Sayılanlar her ne kadar nimet ve gazap olarak karışık ise de onlara da nimet demesi ibret alanlar için onlarda ibret ve öğüt olmasından ve Peygamberler - onlara salât ve selâm olsun - ve mü'minler için intikâm alınmasındandır.

56

Bu, ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır.

"Bu, ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır” yani bu Kur'ân eski uyarmalar cinsinden bir uyarmadır ya da bu Resûl ilk uyarıcılar cinsinden bir uyarıcıdır.

57

Yaklaşan yaklaştı.

"Yaklaşan yaklaştı” yaklaşma sıfatı olan o saat yaklaştı, bu da "o saat (kıyâmet) yaklaştı” (Kamer: 1) kavli gibidir.

58

Onun için Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur.

"Onun için Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur” olduğu zaman onu keşf edecek / kaldıracak bir nefis yoktur, onu ancak Allah kaldırır ya da onu geciktirmekle Allah'tan başka keşfedecek yoktur yahut vaktini Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur, çünkü ondan başkası ondan haberdar değildir yahut onun için Allah'tan başka bir keşif yoktur. Bu durumda kâşifet akıbet gibi mastar olur.

59

Bu sözden mi şaşıyorsunuz?

"Bu sözden mi” yani Kur'ân'dan mı "şaşıyorsunuz?” inkâr ederek.

60

Gülüyorsunuz, ağlamıyorsunuz!

"Gülüyorsunuz” alay ederek "ağlamıyorsunuz!” kusurunuza üzülerek.

61

Siz oyuna düşkün gâfiller.

"Siz oyuna düşkün gâfiller” eğlenenler yahut kibirliler demektir. Bu da semedel baîrü deyiminden gelir ki, deve yürürken başını kaldırmaktır.

Ya da şarkı söyleyenler demektir, insanları onu dinlemekten alıkoymak için. Bu da semud kökünden gelir ki, şarkı söylemektir.

62

Allah'a secde ve ibâdet edin.

"Allah'a secde ve ona ibâdet edin” yani yalnız ona ibâdet edin, başka İlâhlara değil. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Necm sûresini okursa, Allah ona Muhammedi tasdik eden ve Mekke'de onu inkâr edenlerin sayısı kadar onar sevap verir.

0 ﴿