54 / KAMER SÛRESİMekke'de inmiştir. 55 âyettir. 1Kıyamet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı. "Kıyamet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı". Rivâyete göre kâfirler Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’den bir mu'cize istediler; bunun üzerine ay ikiye ayrıldı. Şöyle de denilmiştir: Kıyamet gününde varılacaktır. Birinciyi "ve kad inşakkal kamer” okunuşu destekler ki, kıyâmet yaklaştı ve yaklaşmasının alâmetlerinden biri de ayın yarılmasıdır demektir. 2Eğer bir mu'cize görürlerse, yüz çevirirler ve: "Sürekli bir büyüdür” derler, "Eğer bir mu'cize görürlerse yüz çevirirler” onu düşünmekten ve ona îman etmekten "ve sürekli bir büyüdür, derler” sürüp giden büyüdür, bu âyet onların daha önce benzer ve arka arkaya gelen mu'cizeler gördüklerini, sonunda da böyle dediklerini gösterir. Ya da muhkem bir sihirdir derler ki, bu da mirre'den gelir, emrertuhu festemerre deyiminden gelir ki, bir şeyi muhkem yaptım, o da muhkem oldu demektir. Ya da menfur bir sihirdir derler ki, bu da istemerreşşey'ü deyiminden gelir ki, şiddetli acı olmaktır ya da gidici, kalıcı olmayan bir sihirdir derler. 3Yalanladılar ve keyiflerine uydular. Her iş sonuca varır. "Yalanladılar ve keyiflerine uydular” o da şeytanın onlara süslediği ve meydana çıkan hakkı reddetmeleridir. Kezzebu ve vettebeu lâfızlarını mâzi sıygasıyla vermesi, bu iki şeyin onların eski âdetlerinden olduğunu göstermek içindir. "Her iş bir sonuca varır” dünyada başarısızlık ve basan, Âhirette de bedbahtlık ve mutluluk gibi bir sonuca varır. Çünkü bir şey sonuca varınca sabitleşir ve istikrar kazanır, Feth ile müstakar da okunmuştur ki, zu müstekarrin, istikrarlı demektir. Kesr ve cer ile (müstekırrin) de okunmuştur ki, emrin sıfatı olur, küllü de esaatü lâfzına ma’tûftur. 4Yemin olsun, gerçekten onlara haberlerden öyle şey geldi ki, onda vazgeçirme vardır. "Yemin olsun, gerçekten onlara gelmiştir” Kur'ân'da "haberlerden” geçmiş çağların haberlerinden veyahut âhiret haberlerinden "öyle şey ki, onda vazgeçirme vardır” azaptan veya tehditten vazgeçirme vardır. İftial tesi (müzdecer, müztecer) zal, dal ve ze ile birleşirse ses uyumundan dolayı dal'a kalp olunur. Ze'ye kalp ve idgam ile müzzecer de okunmuştur. 5O tam bir hikmettir. Uyarmalar fayda vermiyor. "O tam bir hikmettir” hikmetin sonuna varmıştır, onda bir kusur yoktur, hikmetün lâfzı mâ edatından bedeldir ya da mahzûf mübtedanın haberidir. Mâ'dan hâl olarak nasb ile (hikmeten) de okunmuştur, çünkü mâ mevsûle ya da sıfatla tahsis edilmiş (mevsûfe)dir. O zaman hâl'in ondan nasbi câizdir. (Uyancdar da fayda vermiyor) mâ nefiy ya da istifhamdır yani uyarmanın ne faydası olur demektir? Nüzür de münzir (uyarıcı) yahut uyarılan şey demektir ya da mastardır inzar (uyarma) manasınadır. 6Öyleyse onlardan yüz çevir, o günde ki, davetçi hoşa gitmeyen bir şeye çağırır. "Öyleyse onlardan yüz çevir” çünkü uyarmanın onlara fayda vermeyeceğini biliyorsun. "O günde ki, davetçi davet eder” İsrafil davet eder, ondaki davetin (ol der, o da oluverir) (Bakara: 117) emri gibi olması da câizdir. Dâi'deki ye'nin düşmesi hafif olduğu için kesre ile yetinümek gayesiyledir. Yevme de yahrucun ile ya da gizli üzkür (zikret, yad et) emri ile mensûbtur. "Hoşa gitmeyen bir şeye çağırır” feci, nefislerin hoşlanmayacağı bir şeye:demektir, çünkü onun gibisini görmemiştir. O da kıyâmet gününün korkunçluğudur. İbn Kesîr kâf'ın sükûnu ile (nükr) okumuştur. Nükire de okunmuştur ki, ünkire manasınadır. 7Gözleri yere bakarak. Kabirlerden sanki yayılan çekirgeler gibi çıkarlar. (Gözleri yere bakarak, kabirlerden çıkarlar) yani kabirlerden korkudan gözleri yere bakarak hor bir vaziyette çıkarlar. Müfret ve müzekker şekilde haşian okunması fâ'ilinin zâhir, müennesliğinin de hakiki olmamasındandır. Aslı üzere haşiaten de okunmuştur. İbn Kesîr, Nâfi’, İbn Âmir ve Âsım huşşean okumuşlardır. Bunun güzel olup da "merertü biricalin kaimine ğilmanuhum” kavline güzel olmaması, bunun fule benzer bir sıygada olmasındandır. Mübteda ve haber olarak huşşeun ebsaruhum da okunmuştur ki, o zaman cümle hâl olur. "Sanki yaydan çekirgeler gibi” çoklukta, dalgalanmada ve çeşitli mekânlara yayılmada. 8Davetçiye koşarak. Kâfirler: "Bu, zor bir gün” derler. "Davetçiye koşarak” boyunlarını ona doğru uzatarak koşar vaziyette demektir. "Kâfirler: Bu zor bir gündür, derler” çetin bir gün derler. 9Onlardan önce Nûh kavmi kulumuzu yalanladılar: "Deli” dediler ve men edildi. "Onlardan önce Nûh kavmi yalanladı” senin kavminden önce "kulumuzu yalanladılar” Nûh aleyhisselâm'ı, bu da özetten sonra açıklamadır. Manası şöyledir de denilmiştir: Onu inkâr ettikten sonra bir daha inkâr ettiler; inkâr eden bir kavim geçtikçe arkasından inkâr eden bir kavim geldi. Ya da elçileri inkâr ettikten sonra onu da inkâr ettiler. "Delidir dediler” o delidir dediler "ve engellendi” çeşitli eziyetlerle tebliğden men edildi. Bunun onların sözünden olduğu da söylenmiştir. Yani o delidir onu cinler çarpmıştır dediler. 10O da Rabbine dua etti: "Şüphesiz ben mağlubum; bana yardım et” diye. "O da Rabbine dua etti” ennî biennî demektir, gizli kavl maddesi ile innî de okunmuştur, "ben mağlubum” kavmim beni mağlup etti "bana yardım et, diye” onlardan intikâmımı al diye. Bu da onlardan ümit kesince idi. Rivâyete göre onlardan biri Nûh ile karşılaşır; onu boğardı, o da bayılarak düşer, aydınca: Allah'ım, kavmimi bağışla; çünkü onlar bilmiyorlar, derdi. 11Biz de göğün kapılarını şarıl şarıl dökülen su ile açtık. "Biz de göğün kapdarmı şard şard dökülen su ile açtık” bu da yağmurların bolluğunu ve şiddetle döküldüğünü temsil etmektedir. İbn Âmir ile Ya'kûb kapıların çokluğunu ifade etmek için fefettahna okumuşlardır. 12Yeri de pınarlar hâlinde fışkırttık da su gerçekten takdir edilen emir üzerine birleşti. "Yeri de pınarlar hâlinde fışkırttık” bütün yeri fışkıran pınarlar hâline getirdik. Aslı ve feccerna uyunel ardı demektir, mübalağa için bu hâle getirilmiştir. "Su da birleşti” göğün suyu ile yerin suyu. Maani şeklinde de okunmuştur, çünkü çeşideri ayrıdır Hemzeyi vâv'a kalp ederek mavani de okunmuştur. "Takdir edilen emir üzerine” Allahü teâlâ'nın ezelde takdir ettiği değişmeyen hâl üzerine ya da takdir ve tesviye edilen hâl üzerine demektir ki, bu da gökten indirilen su yerden çıkarılan su kadardı demektir ya da Allahü teâlâ'nın takdir ettiği emir üzerine demektir ki, o da Nûh kavminin Tufan ile helâk olmasıdır. 13Onu tahtaların ve mıhların sâhibine (gemiye) yükledik. "Onu tahtaların sâhibine yükledik” enli levhaların "ve mıhların sâhibine” düşür çivi demektir ki, disar'ın çoğuludur. O da desr'den gelir ki, şiddetle itmek, kakmaktır. Bu, geminin sıfatıdır, onun yerine geçirilmiştir, çünkü onun açıklaması gibidir, aynı manayı verir. 14İnkâr edilen kimse için gözlerimizin önünde akıyordu. "Gözlerimizin önünde akıyordu” hemen önümüzde ve muhafazamız altında "inkâr edilen kimse için” yani bunu inkâr edilene karşılık için yaptık demektir. Çünkü o bir nimetti, onu inkâr ettiler. Zira her peygamber Allahü teâlâ'dan ümmetine bir nimet ve rahmettir. Bunun câr'ın hazfı ve fî'lin de zamire bitiştirilmesi metodu ile (limen kâne küfire bihi) olması da câizdir. Limen kefere de okunmuştur ki, kâfirler için ceza olmak demektir. 15Yemin olsun, gerçekten onu bir ibret olarak bıraktık; ibret alan var mı? "Yemin olsun, gerçekten onu bıraktık” yani gemiyi yahut olayı ki, Nûh'un ve yanındakilerin kurtarılmasıdır "bir ibret olarak” ibret alınacak bir âyet olarak, çünkü onun haberi her tarafa yayıldı ve meşhur oldu. "İbret alan var mı?” aslı üzere müztekir, ta'yı zal'a kalp ederek idgam ile müzzekir de okunmuştur. 16Azabım ve uyarılarım nasıl oldu? "Azabım ve uyanlarım nasıl oldu?” bu da olayı büyütmek için soru ve tehdittir. Nüzür'ün mastar olmaya da cemi (çoğul) olmaya da ihtimali vardır. 17Yemin olsun, gerçekten Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık; Öğüt alan var mı? "Yemin olsun, gerçekten Kur'ân'ı kolaylaştırdık” kolay hâle getirdik ve onu hazırladık, bu da yessere nakatehu deyiminden gelir ki, yola çıkmak için deveye semer vurmak deyiminden gelir. (Düşünmek için) düşünüp öğüt almak için, yani onda çeşidi öğüt ve ibretleri tekrar ettik demektir ya da ezber etmek için kısaltarak ve tatlı sözcükler kullanarak kolay hâle getirdik demektir. "Öğüt alan var mı?” nasihat dinleyen, öğüt alan var mı? 18Âd kavmi de yalanladı; azabım ve uyarılarım nasıl oldu? "Âd kavmi de yalanladı; azabım ve uyarılarım nasıl oldu?” azâp inmeden önceki uyanlarım yahut onlardan sonrakilerin azâbı için uyanlarım. 19Şüphesiz üzerlerine uğursuz sürekli bir günde gürültülü bir rüzgâr gönderdik. "Şüphesiz üzerlerine gürültülü bir rüzgâr gönderdik” soğuk ve şiddetli ses çıkaran "uğursuz sürekli bir günde” uğursuzluğu devam eden yahut helâk edinceye kadar süren yahut küçük büyük hepsinin üzerine ki, onlardan hiçbirini bırakmadı demektir ya da çok acı bir günde demektir ki, ayın sonundaki Çarşamba günü idi. 20İnsanları sanki kökünden koparılmış hurma kütükleri gibi çekip alıyordu. "İnsanları çekip çıkarıyordu” rivâyete göre onlar bir dağ yoluna ve bir çukura girdiler, birbirlerine tutundular; rüzgâr onları kopardı ve onları ölü olarak bıraktı. "Sanki kökünden koparılmış hurma kütükleri gibi idiler” yerinden sökülüp insanların üzerine düşen hurma kütükleri gibi. Şöyle de denilmiştir: Kütüklere benzetümeleri rüzgârın kafalarını koparıp cesetlerini atmasındandır. Munkair'in müzekker kılınması lâfız itibarı iledir, "a'cazu nahlin haviyeh” (Hakka: 7) âyetinde müennes olması da mana itibari iledir. 21Azabım ve uyarılarım nasıl oldu? "Azabım ve uyarılarım nasıl oldu?” korkutmak için tekrar etmiştir. Şöyle de denilmiştir: Birincisi dünyada başlarına gelen içindir, ikincisi de Âhirette gelecek içindir. Nitekim kıssalarında şöyle denilmiştir: 22Yemin olsun Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan var mı? "Yemin olsun ki, onlara dünya hayatında aşağılık azabını tattıracağız, Âhiretin azâbı ise daha aşağılayıcıdır” (Fussilet: 16). "Yemin olsun, Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan var mı?" 23Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı. "Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı” uyarmaları ve öğütleri yahut elçileri demektir. 24İçimizden tek bir adama mı, ona mı tâbi olacağız? Gerçekten biz bu durumda elbette sapıklık içinde ve delilikteyiz!” dediler. "İçimizden tek bir adama mı” cinsimizden ya da bize üstünlüğü olmayan topumuzdan birine mî? Beşeren'in nasbi arkasından kendini tefsir eden fiil iledir. Mübteda olarak Merfû' (ebeşerün) de okunmuştur ki, birincisi istifhama daha uygundur, "tek” münferit, arkasında adamları yok demektir ya da sıradan biri, eşraf olmayan demektir. "Ona mı tâbi olacağız? Gerçekten biz o durumda elbette sapıklık ve delilikteyiz” suur saîr'in çoğuludur; sanki onlar işi ters çevirip ona tâbi olmayı onların ona tâbi olmama sonucu vereceğini söylemişlerdir (onun diyeceğini kendileri demişlerdir). Şöyle de denilmiştir: Suur deliliktir, nâkatün mes'uretün (deli deve) deyimi de ondan gelir. 25"Vahiy aramızdan ona mı indirildi?” Hayır, o, çok yalancı, şımarıktır, dediler. (Zikir ona mı indirildi?) vahiy yahut kitap "aramızdan ona mı indirildi?” aramızda buna ondan daha lâyık'ı varken. "Hayır, o, çok şımarıktır, dediler” kibri onu böyle bir iddia ile üzerimize çıkarmıştır. 26Yarın bileceklerdir, kim yalancı, şımarıkmış? "Yarın bileceklerdir” onlara azâp indiği zaman yahut kıyâmet gününde "kim yalancı, şımarıkmış?” şımarıklığı onu haktan böbürlenmeye ve bâtılı aramaya zorlayan; Sâlih aleyhisselâm mı yoksa onu yalanlayan mı? İbn Âmir, Hamze ve Rüveys üslup değiştirerek ya da Sâlih'in onlara dediğini hikâye ederek setalemune (bileceksiniz) okumuşlardır. Eşür şeklinde de okunmuştur ki, hazir yerine hazür denilmesi gibi, eşer şeklinde de okunmuştur ki, aşırı yaramaz demektir. Bu (eşer okumak) ahyer gibi terk edilmiş bir asıldır (aslında öyle idi, sonra neredeyse hiç kullanılmadı). 27Gerçekten biz dişi deveyi onları imtihan etmek için gönderenleriz; onları gözetle ve sabret. "Gerçekten biz dişi deveyi gönderenleriz” onu çıkaracak ve göndereceğiz "onları imtihan için” denemek için "onları gözede” onları bekle ve ne yaptıklarına bak "ve sabret” eziyetlerine. 28Suyun gerçekten aralarında taksim edilmiş olduğunu haber ver. Her içme hakkı gelişledir. "Suyun gerçekten aralarında taksim edilmiş olduğunu haber ver” bir gün deveye, bir gün de onlara. Hum akıllı zamiri de akülüan daha çok kabul etmek dolayısıyladır. "Her içme hakkı gelişledir” sâhibi kendi nöbetinde hazır olacaktır ya da onun yerine başkası bulunacaktır. 29Arkadaşlarına seslendiler, o da (kılıca) sarıldı, (deveyi) kesti. "Arkadaşlarına seslendiler” o da Kuzar bin Salif'tir ki, lâkabı Semûd'un Kızıl'ı idi. "O da kılıca sarıldı, (deveyi) kesti". Onu öldürmeye cesaret etti ve öldürdü ya da kılıca sarılıp onu öldürdü. Teati bir şeyi zorlukla almaktır. 30Azabım ve uyarılarım nasıl oldu? 31Gerçekten biz üzerlerine tek bir ses gönderdik; ağılcının kuru otu gibi oldular. Gerçekten biz üzerlerine tek bir ses gönderdik” Cebrâîl aleyhisselâm'ın sesi "ağıl yapanın kuru otu gibi oldular” ağıl yapan kimsenin ağıl yapmak için devşirdiği kuru ağaç gibi ya da ağıl sâhibinin, davarları için topladığı kuru ot gibi oldular. Zı'nın fethi ile (muhtazar) da okunmuştur ki, ağılın otu gibi ya da onu yapanın ağacı gibi demek olur. 32Yemin olsun, gerçekten Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan var mı? "Yemin olsun, gerçekten Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan var mı?" 33Lût kavmi uyarıcıları yalanladı. 34Gerçekten biz üzerlerine taş yağdıran fırtına gönderdik, ancak Lût ailesi hariç. Onları seher vakti kurtardık. Gerçekten üzerlerine taş yağdıran fırtına gönderdik” taş atan yel demektir "ancak Lût ailesi hariç. Onları seher vakti kurtardık” seherde demektir ki, o da gecenin sonudur ya da seher vaktine girerlerken demektir. 35Katımızdan bir nimet olarak. İşte biz şükreden kimseyi böyle mükâfatlandırırız. "Katımızdan bir nimet olarak” bizden bir lütuf olarak demektir ki, o da kurtarmanın gerekçesidir. "İşte biz şükreden kimseyi böyle mükâfatlandırırız” îman ve itâat ederek nimetimize şükredeni. 36Yemin olsun, onları sert tutuşumuzdan / pençemizden uyardı; onlarsa uyarımı yalanladılar. "Yemin olsun, onları uyardı” yani Lût uyardı "sert tutuşumuzdan” azapla yakalayışımızdan "onlarsa uyarımı yalanladılar” şüphe ederek uyarıcılara inanmadılar. 37Yemin olsun, gerçekten onun misafirlerinden murat almak istediler; biz de gözlerini silme kör ettik. "Azabımı ve uyarımı tadın” dedik. "Yemin olsun, gerçekten onun misafirlerinden murat almak istediler” onlara kötülük yapmak istediler "biz de gözlerini silme kör ettik” onları sildik, yüzün diğer yerleri gibi dümdüz eyledik. Rivâyete göre onlar Lût'un evine girince Cebrâîl aleyhisselâm onlara kanismiyle bir çarptı, gözlerini kör etti. "Azabımı ve uyarımı tadın, dedik” onlara meleklerin dilleriyle yahut fisan-ı hâl ile böyle dedik. 38Yemin olsun, gerçekten onları sabahleyin sürekli bir azâp bastırdı. "Yemin olsun, gerçekten sabahleyin onları bastırdı” gayri munsarif olarak bükrete şeklinde de okunmuştur ki, maksat belli bir gündüzün ilk saatleri demektir, "sürekli bir azâp” onları cehenneme teslim edinceye kadar yanlarından ayrılmadan azâp demektir. 39Azabımı ve uyarımı tadın, dedik. 40Yemin olsun, gerçekten Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur? Yemin olsun gerçekten Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan var mı?” her kıssada bu ifadeyi tekrar etmesi şunu bildirmek içindir ki, her Resûlü yalanlamak azabın inmesini mûciptir, her kıssayı dinlemek düşünmek ve öğüt almak için sebeptir. Bir de uyarmak ve öğüt almak için yeni söz başı kılınmıştır ki, yanılma ve gaflet onları mağlup etmesin. Şu âyetlerin tekrar gerekçeleri de böyledir: "Artık Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?” (Rahmân: 13). "Vay hâline o gün yalanlayanların!” (Mürselat: 15). 41Yemin olsun, gerçekten Fir'avn hanedanına uyardar geldi. "Yemin olsun, gerçekten Fir'avn hanedanına uyanlar geldi” hanedandan bahsetmekle yetindi, çünkü onun (Fir'avn'in) başta olduğu bilinmektedir. 42Âyetlerimizin hepsini yalanladılar; biz de onları muktedir pek güçlünün yakalaması ile yakaladık. "Âyetlerimizin hepsini yalanladılar” yani dokuz mu'cizeyi demektir "biz de pek güçlü muktedirin yakalaması ile yakaladık” o mağlup edilmez, hiçbir şey nu aciz bırakamaz. 43Sizin kâfirleriniz bunlardan daha mı hayırlı yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var? "Sizin kâfirleriniz mi” ey Arap topluluğu / milleti "bunlardan daha hayırlıdır?” Bu sayılan kâfirlerden kuvvet ve teçhizat itibarı ile ya da Allah katında kıymet ve Dîn ile "yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?” yoksa sizin için gökten inen kitaplarda: Sizden inkâr eden azaptan emindir diye bir hüküm mü indi? 44Yoksa: "Biz intikâm alan bir topluluğuz” mu diyorlar? "Yoksa: Biz intikâm alan bir topluluğuz mu diyorlar?” yanımıza yaklaşılmaz, düşmanlardan intikâm alan ve mağlup edilmeyen ya da birbirimize yardım eden bir topluluğuz mu diyorlar? Muntasır lâfzının müfret olması cemî' lâfzından dolayıdır. 45O topluluk mağlup edilecek ve arkalarını dönecekler, "O topluluk mağlup edilecek ve arkalarını döneceklerdir” dübr edbar demektir, tekil olması cins murat edildiği içindir ya da her biri arkasını dönecek demektir. Bu da Bedir cenginde gerçekleşti. Bu da Peygamberlik delillerindendir. Hazreti Ömer radıyallahü anh şöyle buyurmuştur: Bu âyet inince ne demek istediğini anlamadım. Bedir cengi çıkınca Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in zırh giydiğini ve: Hepsi mağlup olacak, dediğini duydum. O zaman ne olduğunu anladım. 46Aslında, onların belirtilen zamanı kıyâmettir. Kıyamet de ne korkunç, ne acı bir gündür. "Aslında, onlara belirtilen zaman kıyâmettir” esas azaplarının belli zamanı kıyâmettir. Dünyada başlarına gelen ise bunun öncüleridir. "O vaktin azabı da ne korkunç, ne acıdır.” en ağır musibettir, içinden nasıl çıkılacağı bilinmez "ve ne acıdır” dünya azabından daha yakıcıdır. 47Şüphesiz suçlular bir sapıklıkta ve çılgın ateşlerdedir. "Şüphesiz suçlular bir sapıklıktadır” dünyada haktan sapmışlardır "ve çılgın ateştedirler” Âhirette de ateşlerdedir. 48O günde ateşte yüzleri üstü sürüklenirler. Onlara: "Cehennemin dokunuşunu tadın!” denilir. "O günde ateşte yüzleri üstü sürüklenirler” onun üzerinde çekilirler. "Onlara: Cehennemin dokunuşunu tadın, denilir” yani onlara ateşin sıcağını ve acısını tadın denir. Çünkü dokunmak acı duymanın sebebidir. Sekar da cehennemin özel adıdır, bunun içindir ki, munsarif olmamıştır. Sekarathunnaru ve sakarathu deyiminden gelir ki, ateş yaktığı şeyi karartmaktır. 49Gerçekten biz her şeyi bir takdir ile yarattık. "Gerçekten biz her şeyi takdir ile yarattık” yani her şeyi hikmete göre takdir ve düzenli yarattık ya da olmazdan önce Levh-i Mahfûz'da takdir edilmiş ve yazılı olarak belirttik demektir. Külle şey'in, maba'dinin tefsir ettiği fiille mensûbtur. Mübteda olarak Merfû' da okunmuştur. En iyisi halaknahu lâfzını sıfat değil de haber yapmaktır, o zaman meşhur kırâatta olduğu gibi her şeyin kader ile yaratıldığını gösterir. Belki de burada bazı lâfızları gizlemekle beraber nasb kırâatinin tercih edilmesi, maksadı daha iyi anlatmasındandır. 50Bizim emrimiz ancak bir tek göz kırpma gibidir. "Bizim emrimiz bir tektir” bir seferdir; o da dokunmadan ve sıkıntı çekmeden var etmektir ya da bir tek kelimedir ki, o da kün (ol) kavlidir "göz kırpma gibidir” kolaylık ve sürat bakımından. Şöyle de denilmiştir: Bunun manası "kıyâmetin durumu başka değil göz kırpma gibidir” (Kamer: 50) ayetinin manası gibidir. 51Yemin olsun, gerçekten benzerlerinizi helâk ettik; öğüt alan var mı? "Yemin olsun, gerçekten benzerlerinizi helâk ettik” sizden öncekilerden küfürde benzerlerinizi "Öğüt alan var mı?” nasihat dinleyen var mı? 52Yaptıkları her şey kitaplardadır. "Yaptıkları her şey kitaplardadır” hafaza meleklerinin yazdığı defterlerdedir. 53Her küçük ve büyük yazılmıştır. "Her küçük ve büyük” amel "yazılmıştır” Levh-i Mahfûz'da satır satır kayıt altına alınmıştır. 54Gerçekten takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır. "Gerçekten takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır” neher enhar demektir, cins ismi ile yetinilmiştir ya da bollukta yahut gün ışığındadır demektir. Neher'in çoğulu olarak nühr ve nühür şeklinde de okunmuştur, tıpkı esed ve üsüd (üsd) gibi. "Doğruluk meclisinde” beğenilen bir mekânda demektir. Mekaidi sıdkın şeklinde de okunmuştur. 55Kudretli azametli hükümdarın yanında doğruluk meclisinde. "kudredi azametli hükümdarın yanında” mülkte ve iktidarda emri yüce olan Allahü teâlâ’nın yakınında, öyle ki, akıl sahipleri bile bunu anlayamaz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Kamer sûresini gün aşırı okursa, Allahü teâlâ onu kıyâmet gününde yüzü ayın on dördü gibi parlar vaziyette haşir eder. |
﴾ 0 ﴿