56 / VÂKI'A SÛRESİMekke'de inmiştir. 96 âyettir. 1O olacak olduğu zaman, "O olacak olduğu zaman” kıyâmet koptuğu zaman, ona vakıa demesi, vukûu gerçek olduğu içindir. İza da üzkür (hatırla) gibi bir fiille mensûbtur ya da (kıyâmet koptuğu zaman) şöyle şöyle olur demektir. 2Ki onun olması için bir yalanlayıcı yoktur. "Ki onun olması için bir yalanlayıcı yoktur” yani olduğu zaman Allahü teâlâ'ya karşı yalan söyleyen bir nefis yoktur demektir ya da onu şimdi yalanladığı gibi olmadığında yalan söyleyecek bir nefis yoktur demektir. Livakatiha'daki lâm "kaddemtü lihayatî” (Kamer: 24) kavimdeki gibi vakit / tarih manasınadır ya da hiç kimse için onun oluşunu yalanlayan yoktur demektir, çünkü ondan haber veren doğru söylemiştir ya da o zaman hiçbir nefis, sâhibine ona gücü yeteceğini, şiddetine tahammül edeceğini söylemez ve onu buna kışkırtmaz. Bu da nefsi büyük olayda ona yalan söyledi, ona karşı cesaretlendirdi ve dayanacağına inandırdı, deyiminden gelir. 3Alçaltıcı ve yükselticidir. "Alçaltıcı ve yükselticidir” bir toplumu alçaltır, başkalarını yükseltir. Bu da onun büyüklüğünü gözler önüne sermektedir. Çünkü büyük olaylar böyledir ya da o zaman Allahü teâlâ'nın, düşmanlarını alçaltma ve dosüannı yükseltme gibi olacak şeylerin açıklamasıdır ya da büyük kütlelerin yerlerinden oynamasıdır Meselâ yıldızların dökülmesi ve dağların havada yürütülmesi gibi. Hâl olarak ikisi de nasb ile (hafıdaten rafiaten) de okunmuştur. 4Yer sarsılmakla sarsıldığı zaman, "Yer sarsılmakla sarsıldığı zaman” şiddetle tahrik edildiği zaman, öyle ki, üzerindeki bina ve dağlar devrildiği zaman demektir. İza zarfı hafidatün'e mütealliktir ya da izâ vakaat kavlinden bedeldir. 5Dağlar parçalanmakla parçalandığı zaman, "Dağlar parçalanmakla parçalandığı zaman” yani kırılıp kavut gibi un ufak olduğu zaman demektir. Bu da besses sevika deyiminden gelir ki, kavutu ıslatıp iyice karıştırmaktır ya da sevk edilip yürütüldüğü zaman demektir, bu da bessel ğaneme deyiminden gelir ki, koyun sürüsünü odağa salmaktır. 6Dağılmış toz olduğu zaman, Âyetin tefsiri için bak:7 7Siz üç çift olduğunuz zaman, "Dağılmış toz olduğu zaman, siz üç çift olduğunuz zaman” oluşan ve başka sınıfla birlikte zikredilen her sınıf çifttir. 8Sağın sahipleri, nedir sağın sahipleri? Âyetin tefsiri için bak:9 9Solun sahipleri, nedir solun sahipleri? "Sağın sahipleri, nedir sağın sahipleri? Solun sahipleri, nedir solun sahipleri?” yüksek derece sahipleri ve düşük derece sahipleri demektir. Bu da sağ tarafları uğurlu ve sol tarafları uğursuz saymalarındandır ya da sağın sahipleri ve solun sahipleridir ki, kitapları sağlarından ve sollarından verilenler demektir. Ya da uğurlular ve uğursuzlar demektir, çünkü uğurlular taatlan ile uğurlu, uğursuzlar da isyanlarıyla uğursuzdurlar. İki istifham cümleleri mâkablinin haberidirler; zâhir zamir yerine geçirilmiştir. Manaları da her iki fırkanın hâlinden şaşmadır. 10Öne geçenler öne geçenlerdir. "Öne geçenler öne geçenlerdir". Hak açığa çıktıktan sonra îman ve taâta duraksamadan ve gevşeklik göstermeden koşanlar yahut fazilet ve kemalatları elde etmeye koşanlar veyahut Dîn mensuplarının önderleri olan peygamberler, onların hâlleri belli, gelecekleri aşikârdır, demektir. Bu da Şâir Ebun-necm'in şu mısraı gibidir: Ben Ebunnecm'im, şi'rim de şirdimdir (Ben de şi'rim de belliyiz). Ya da cennete koşanlar demektir. 11İşte onlar yaklaştırılanlardır. Âyetin tefsiri için bak:12 12Naîm cennetlerinde. "İşte onlar yaklaştırılanlardır, Naîm cennetlerinde” onların cennette dereceleri yaklaştırılmış ve mertebeleri yükseltilmiştir. 13Öncekilerden pek çok. "Öncekilerden pek çok” yani onlar öncekilerden, Âdem'den Efendimiz Muhammed aleyhis-salâtü ves-selâm'a kadar geçmiş ümmetlerden pek çokturlar. 14Sonrakilerden pek az. "Sonrakilerden pek az” yani ümmet-i Muhammed aleyhis-salâtü ves-selâm'dan demektir. Bu da aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimizin: "Şüphesiz ümmetim diğer ümmetlerden çoktur” hadisine ters değildir, çünkü diğer ümmetlerin öncüleri bu ümmetin öncülerinden daha çok olabilir; bu ümmetin mensupları da onların mensuplarından daha çok olabilir. "Sağın sahipleri, öncekilerden pek çok, sonrakilerden pek az” (Vakıa: 38, 39, 40) kavli de bununla çelişmez. Zira iki grubun sayılarının çok olması birinin diğerinden daha fazla olmasına mani değildir. Merfû' hadiste bu iki grubun da bu ümmetten olduğu bildirilmiştir. Sülle sül kökünden gelir ki, kesmektir. 15Altın ve cevahirle süslü tahtların üzerinde. (Altın ve cevahirle süslü tahtların üzerinde) bu da mahzûf zamirin başka bir haberidir. Mevdune altınla dokuma, inci ve yakutla süslü demektir ya da bitişik demektir ki, vadan'dan gelir, o da zırh dokumadır. 16Karşılıklı, üzerlerine yaslanmışlar. "Karşılıklı, üzerine yaslanmışlar” müttekiîn ile mütekabilin alâ sururin'deki zamirden hâldirler. 17Etraflarında ölümsüz gençler dolaşır, "Etraflarında ölümsüz gençler dolaşır” hizmet etmek için, bunlar ebedî yaşarlar, hep genç ve tazedirler. 18Testilerle ibriklerle ve kaynaktan (doldurulmuş) bardakla. "Testilerle ve ibriklerle” içerlerken ve diğer hâllerinde. Küp kulpu ve emziği olmayan kaptır, ibrik ise bu ikisi de olan kaptır. "Ve kaynaktan doldurulmuş bardakla” içki kaynağından doldurulmuş. 19Ondan baş ağrısına tutulmazlar, sarhoş da olmazlar. "Ondan baş ağrısına tutulmazlar” mahmurlukla "sarhoş da olmazlar” akılları da gitmez ya da içkileri bitmez. Kûfeli kurralar ze'nln kesri ile yünzifun okumuşlardır. Lâ-yassaddaun da okunmuştur ki, lâ yetesaddaun yani dağılmazlar demektir. 20Seçtikleri meyvelerle. "Seçtikleri meyvelerle” tercih ettikleri yemişlerle 21Canlarının çektiği kuş eti ile. "canlarının çektiği kuş eti ile” temenni ettikleri kuş eti ile. 22Ve iri gözlü huriler. (Ve iri gözlü huriler) bu da vildanün'e ma’tûftur ya da mübteda’dır, haberi mahzûftur yani fîha yahut lehüm hurun demektir. Hamze ile Kisâî cennatin'e atfen muzâf takdir ederek cer ile okumuşlardır yani hüm fî cennatin ve musahabeti hurin demektir ya da ekvabin'e ma’tûftur çünkü mana ölümsüz gençler bardaklarla etraflarında döner ve kendileri de bardaklarla sefa sürerler demektir. Nasb ile huren iynen de okunmuştur ki, yü'tevne huren (onlara huriler verilir) demek olur. 23Sanki inci timsali gibi. "Saklı inci timsali gibi” zarar verecek şeyden korunmuşlar, o kadar saf ve berraktırlar demektir. 24Yaptıklarına mükâfat olarak. "Yaptıklarına mükâfat olarak” yani bu onlara amellerinin karşılığı olarak yapılır demektir. 25Orada ne boş lâf, ne de günaha sokma duymazlar. "Orada ne boş lâf” anlamsız söz "ne de günaha sokma duymazlar” günaha nispet etme ki, günah işlediniz, denilmez. 26Ancak bir söz: Selâm selâm! "Ancak bir söz” kelâm (selâm selâm sözü duyarlar) bu da kıylen'den bedeldir, Meselâ "orada selâm hariç boş lâf duymazlar” (Meryem: 62) âyeti gibidir. Ya da selamen, kıylen'in sıfatı yahut mef'ûlüdür, şu manaya ki, illâ enyekulu selaman (selâm demeleri hariç) demektir ya da mef’ûlün mutiaktır, tekrar da selamın aralarında çok yaygın olduğunu göstermek içindir. Onların sözleri hikâye tarzında Merfû' olarak selamün selamün de okunmuştur. 27Sağın sahipleri, nedir sağın sahipleri? Âyetin tefsiri için bak:28 28Dikensiz kirazlarda, "Sağın sahipleri, nedir sağın sahipleri? Dikensiz kirazlarda” dikeni olmayan demektir ki, hadadaş şevke deyiminden gelir ki, dikeni koparılmış demektir ya da meyvesinin çokluğundan dallan iki büklüm demektir ki, hadadal ğusne deyiminden gelir ki, taze dalı eğmektir. 29İstifli muzlarda, "Ve talhin” muz ağaçlarındadır ki, muğaylan ağacıdır, hoş kokulu çok çiçekleri vardır. Ayın ile (tal'in) de okunmuştur "mandudin” meyvesi aşağıdan yukarıya doğru dizilmiş demektir. 30Uzun gölgelerde, "Uzun gölgelerde” yaygın demektir ki, kısalmaz ve değişiklik göstermez manasınadır. 31Durmadan akan suda, "Durmadan akan suda” nereye isteseler ve nasıl isteseler zahmetsiz dökülen suda ya da dökülen ve akan demektir. Sanki öncülerin nimet içindeki hâlleri şehir halkları için en üst seviyede tasavvur edilince, sağcıların hâli de kırsal kesimde yaşayanların en mükemmel şekilde bütün temennilerine nâil olmaları ile temsil edilmiştir. Bu da iki hâlin arasındaki farkı göstermek içindir. 32Pek çok meyvede, "Pek çok meyvede” cinsleri pek çok, 33Kesilmemiş, yasaklanmamış. "kesilmemiş” hiçbir vakitte kesümeyen "yasaklanmamış” elini uzatana hiçbir şekilde mani olunmamış. 34Yükseltilmiş döşeklerde. "Yükseltilmiş döşeklerde” kadri yüksek ya da üst üste konulmuş kalın demektir. Şöyle de denilmiştir: Döşekler kadınlardır, yüksekliği de sedirler üzerinde olmalarıdır. 35Gerçekten biz onları yeniden yarattık. "Gerçekten biz onları yeniden yarattık” kavli de bunu gösterir yani onları doğum olmaksızın yeniden inşa etmek veya tekrar yaratmakla var ettik demektir. Hadiste şöyle denilmiştir: Onlar dünyada saçları ağarmış, gözleri çapaklı olarak ölmüş kadınlardır. Allah onları yaşlandıktan sonra yaşıt olarak yaratmıştır. Kocaları onlara her geldiklerinde onları bakireler olarak bulurlar. 36Onları bakireler kıldık. Âyetin tefsiri için bak:37 37Kocalarına düşkün, yaşıtlar. "Onları bakireler, kocalarına düşkün kıldık” uruben kendilerini kocalarına sevdirmeye çalışan kadınlar demektir ki, arub'un çoğuludur. Hamze ile Ebû Bekir ra'sını sâkin (urben) okumuşlardır. Nâfi' ile Âsım'dan da aynısı rivâyet edilmiştir. "Yaşıtlar olarak” çünkü hepsi otuz üçer yaşmdadırlar. Kocaları da öyledir. 38Sağın sahipleri için. Âyetin tefsiri için bak:39 39Öncekilerden pek çok. (Sağın sahipleri için) bu da enşe'na yahut cealna'ya mütealliktir ya da ebkâren'in sıfatıdır veyahut mahzûf mübtedanın haberidir Meselâ hünne gibi ya da (öncekilerden pek çok) kavlinin haberidir. 40Sonrakilerden pek çok. (Sonrakilerden de pek çok) bu da ilk mülahazalara göre mahzûf mübtedanın haberidir. 41Solun sahipleri, nedir solun sahipleri? Âyetin tefsiri için bak:42 42Sam yelinde, kaynar suda. "Solun sahipleri, nedir solun sahipleri? Sam yelinde” derinin gözeneklerine işleyen bir ateşin sıcağında "kaynar suda” sıcaklığı son dereceye çıkmış suda, 43Kapkara dumandan gölgede. "kapkara dumandan gölgede” siyah dumandan oluşmuş, yahmûm humeme (kömür parçasın) dan yefûl veznindedir. 44Serin değil, hoş değil. "Serin değil” diğer gölgeler gibi "hoş değil” yararlı değil. Böylece gölgeden akla gelebilecek rahatlık bertaraf edilmiştir. 45Çünkü onlar bundan önce nimetle şımaranlar idiler. "Çünkü onlar bundan önce nimede şımaranlar idiler” zevklere dalmışlardı. 46Büyük günah üzerinde ısrar ederlerdi. "Büyük günah üzerinde ısrar ederlerdi” hins lâfzı büyük günah yani şirk demektir. Belağal ğulamül hinse deyimi de bundan gelir ki, çocuk âkil ve baliğ olmak, yaptığından sorumlu tutulmaktır. Hanese fî yeminini de yeminim yerine getirmemek, tehannese de günah işlemektir. 47"Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi elbette dirilenler?” derlerdi. "Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi elbette dirilenler?” derlerdi". Hemze genel olarak yeniden dirilmeyi, özellikle de o vakitte dirilmeyi inkâr etmek için tekrar edilmiştir. Nitekim: 48Önceki atalarımız mı? (Önceki atalarımız mı?) kavlinde atıf edatının gelmesi de onların bunu şiddetle reddettiklerini göstermek içindir. Çünkü aradan uzun zaman geçmiştir. Araya hemze ile fasıla girdiği için de lemebusune'deki gizli zamire atfı güzel olmuştur. Nâfi' ile İbn Âmir vâv’ın sükûnu ile (ev) sekimde okumuşlardır. (İza) zarfının âmili de mebusune lâfzının delâlet ettiği şeydir, o değildir, çünkü araya hemze ve innâ ile fasıla girmiştir. 49De ki: Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, Âyetin tefsiri için bak:50 50Elbette belli bir günün belli vaktinde toplatılmışlar. "De ki: Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler (elbette toplatılmışlardır)” lemücemmeune şeklinde şeddeli de okunmuştur. "belli günün belli vaktinde” dünyaya biçilen ömrün hitamında ve Allah katında ona belli olan günde. 51Sonra sizler, ey sapıklar, yalanlayanlar, "Sonra sizler, ey sapıklar, yalanlayanlar” yeniden dirilmeyi yalanlayanlar demektir. Hitap da Mekke halkına ve onlar gibileredir. 52Zakkumdan bir ağaçtan mutlaka yiyecek, (Zakkumdan bir ağaçtan mutlaka yiyeceksiniz) birinci min iptidaiye, ikincisi de beyaniyedir. 53Ondan karınlarını (zı) dolduracaksınız. "ondan karınlarınızı dolduracaksınız” şiddetli açlıktan 54Üstüne kaynar sudan içeceksiniz. "üstüne kaynar sudan içeceksiniz” aşırı susuzluktan. Minha'daki zamirin müennes, aleyhi'dekinin ise müzekker olması şecer'in manasından ve lâfzından dolayıdır. Min şeceretin de okunmuştur ki, müzekkerliği zakkum lâfzından dolayıdır, çünkü onun tefsiridir. 55Susuz develerin içmesi gibi içeceksiniz. "Susuz develerin içmesi gibi içeceksiniz” hîm huyam hastalığına yakalanmış devedir. Bu da susuzluğa benzeyen bir hastalıktır. Hîm enyem ile heyma'nın çoğuludur. Şâir Zürrümme şöyle demiştir: Saya kanmayan deve gibi oldum; ne su süreğini soğutuyor Ne de susuzluk hastalığı onu alıp götürüyor Hîm'in kum manasına olduğu da söylenmiştir ki, feth ile heyam'ın çoğulu olur. O da gevşek kumdur, hüyüm vezninde çoğul yapılır, tıpkı suhub gibi. Sonra da tahfif edilmiş, ebyad'ın çoğulu biyd gibi i'lâl edilmiştir. Ma’tûf (şaribune şürbel hiym) ve matfun aleyhten (feşaribune aleyhi) her biri başka bir açıdan diğerinden farklı olduğu için birlik olmadığından atıf câiz görülmüştür. Nâfi', Hamze ve Âsım şin'in zammı şürbe okumuşlardır. 56İşte bu, ceza günü onların ikramıdır! "İşte bu, ceza günü onların ikramıdır” yevmüddin ceza günü demektir. İkramları yani misafir yemeği bu olursa, cehenneme yerleştikten sonra yiyecekleri gör ki, ne olur! Bunda alay manası vardır, tıpkı: "Onlan acıklı bir azapla müjdele!” (Tevbe: 34) âyetinde olduğu gibi. Çünkü nüzul misafire ikram olarak ilk anda takdim edilen hazır yemektir. Hafif olarak (sükûn ile) nüzlühüm de okunmuştur. 57"Sizi biz yarattık; tasdik etmeli değil misiniz? "Sizi biz yarattık, tasdik etmeli değil misiniz?” yaratmayı ona delâlet eden amelle kesin ve emin olarak ya da yeniden diriltmeyi tasdik etmeli değil misiniz? Çünkü baştan yaratan tekrar da yaratabilir. 58Attığınız meniyi gördünüz mü? "Akıttığınız meniyi gördünüz mü?” rahimlere attığınız menileri, te'nin fethi ile temnun da okunmuştur ki, menen nutfete'den gelir, emnâ (meni çıkarmak) manasınadır. 59Onu yaratanlar siz misiniz yoksa yaratanlar biz miyiz? "Onu yaratanlar siz misiniz” onu eli yüzü düzgün insan yapan siz misiniz "yoksa yaratanlar biz miyiz?" 60Biz aranızda ölümü takdir ettik ve biz geçilenler (aciz olanlar) değiliz. "Biz aranızda ölümü takdir ettik” onu size taksim ettik, herkesin ölümüne belli bir vakit tayin ettik. İbn Kesîr dal'ı şeddesiz olarak kaderna okumuştur. "Ve biz geçilenler değiliz” kimse bizi geçip de ölümden kaçamaz ya da vaktini değiştiremez yahut bizi mağlup edemez demektir, bu da sebaktuhu alâ keza deyiminden gelir ki, onu o konuda yendim demektir. 61(Sizi) benzerlerinizle değiştirmekten ve sizi bilmediğiniz şeyde yeniden yaratmaktan. (Sizi benzerlerinizle değiştirmekten) birinciye (Ölümden kaçmaya) göre hâl’dir ya da kadderna'nın mef’ûlün lehidir, alâ da lâm manasınadır,ma nahnu bimesbukîyn de itiraz cümlesidir, ikinciye (mağlup etmeye) göre de mesbııkîn lâfzına müteallik olur. Mana da şöyledir: Sizi benzerlerinizle değiştirip yerinize onları yaratmaktan ya da sıfatiarınızı değiştirmekten aciz değiliz. O zaman emsal mesel, sıfat manasına olur. "Ve sizi bilmediğiniz şeyde yeniden yaratmaktan” bilmediğiniz yaratmalarda yahut sıfatlarda demektir. 62Yemin olsun, gerçekten ilk yaratmayı bildiniz, düşünmeli değil misiniz? "Yemin olsun, gerçekten ilk yaratmayı bildiniz, düşünmeli değil misiniz?” buna gücü yetenin öteki oluşuma da gücü yeteceğini bilmeli değil misiniz? Çünkü onun işi daha azdır; zira madde meydanda, parçalar belli ve model de hazırdır. Bunda kıyasın doğru olduğuna delil vardır. 63Ektiğiniz şeyi gördünüz mü? "Ektiğiniz şeyi gördünüz mü?” tohumunu saçtığınız şeyi. 64Onu siz mi ekiyorsunuz yoksa ekenler biz miyiz? "Onu siz mi ekiyorsunuz” bitiriyorsunuz "yoksa ekenler biz miyiz?” bitirenler biz miyiz? 65Eğer dilersek, onu elbette kırıntı yaparız da şaşardınız. "Eğer dilersek onu elbette kırıntı yaparız” kuru ot yaparız da "şaşardınız". Taaccüp ederdiniz ya da emeğinize acırdınız ya da isyanlardan dolayı başınıza gelene pişman olur, onu konuşurdunuz. Tefekküh çeşitli meyvelerle eğlenmektir. Sonradan istiare yoluyla konuşmakla zevk almak için kullanılmıştır. Kesr ile zıltüm ve aslı üzere zaleltüm de okunmuştur. 66Gerçekten "biz elbette borçlananlarız, derdiniz". "Gerçekten biz elbette borçlananlarız” yaptığımız masraftan dolayı borç altında kaldık derdiniz ya da rızkımız telef olduğu için helâk olduk derdiniz ki, bu da ğaram kökünden gelir. Ebû Bekir istifham ile einna lemuğramun okumuştur. 67Şüphesiz "Biz mahrumlarız” (derdiniz). "Şüphesiz biz mahrumlarız (mahrum kaldık) derdiniz” rızkımızdan mahrum kaldık ya da men edildik, şansımız iyi gitmedi, derdiniz. 68İçtiğiniz suyu gördünüz mü? "İçtiğiniz suyu gördünüz mü?” tatil, içmeye uygun suyu demektir, 69Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa indirenler biz miyiz? "Onu buluttan siz mi indirdiniz?” müzn bulut demektir, tekili müzne'dir. Müzn'ün ak bulut olduğu söylenmiştir ki, suyu daha tatlıdır. "Yoksa indirenler biz miyiz?” kudretimizle. Buradaki görmek ilim / bilmek manasına ise istifham sebebiyle amel edememiştir. 70Eğer dilersek, onu tuzlu yaparız. Şükretmeli değil misiniz? "Eğer dilersek onu tuzlu yaparız” ücacen melihan demektir ya da ecîc'ten gelir ki, ağzı yakan demektir. Esas şart için olan (in edâtı) ile o manaya gelen (lev)in cevabı arasındaki farkı ortaya koyacak olan lâm’ın hazfı, dinleyicinin onun durumunu bümesindendir ya da yukarıda geçenle (lev neaşu lecealnahu hutamen) yetinmek içindir ya da bizzat maksut olanla (yiyecekle) dolaylı maksut olan ve kaybı daha zor olan yiyeceğe özel yer vermek içindir yani levneşau cealnahu ücacen deyip de lecealnahu dememesi şunun içindir; çünkü şartın cevabındaki lâm daha çok in edatında kullanılır, levla'da ise şart manası tam olmadığından atılmıştır ya da yukarıdaki örnekle yetinilmiştir. Bir de yemek maddesinde kullanümış, su maddesinde kullanılmamıştır; çünkü su ikincü derecededir. "Şükretmeli değil misiniz” bu gibi zorunlu nimetlere. 71Çaktığınız ateşi gördünüz mü? "Çaktığınız ateşi gördünüz mü?” Çakmak çakarak yakmak istediğiniz ateşi demektir. 72Onun ağacım siz ini yaptınız yoksa yapanlar biz miyiz? "Onun ağacını siz mi yaptınız yoksa yapanlar biz miyiz?” yani çakmak gibi kullandığınız ağacı (merh ile afar ağaçlarını. Bunları birbirine sürtmekle ateş çıkar). 73Biz onu bir hatırlatma ve yolcular için bir yararlanma kıldık. "Biz onu kıldık” çakmaktan çıkan ateşi "bir hatırlatma” yeniden dirilme konusunda basiretinizi açacak bir şey yaptık, nitekim Yasin sûresinde geçmiştir ya da karanlık konusunda gözünüzü açmak için veyahut cehennem ateşini hatırlatmak ve bir örnek olmak için "ve yararlanma kıldık” fayda kıldık "yolcular için” kava denilen kıra çıkanlar için. Ya da karınlan veyahut azık çantaları boş olanlar için. Bu da akvetid darü deyiminden gelir ki, ev sakinlerinden boşalmaktır. 74Öyleyse yüce Rabbinin adım tesbih et. "Öyleyse Rabbinin adım tesbih et” yüce ismini zikretmek yahut onu zikretmekle demektir. Çünkü ismini zikretmek onu zikretmektir. Azîm de ism'in yahut rabb'in sıfatıdır. Allah'ın sayılan harika işlerinden ve nimetlerinden sonra tesbih etme emri ya Allahü teâlâ'yı birliğini inkâr edenlerin ve nimetine nankörlük edenlerin dediklerinden tenzih etmek içindir ya da onun nimetini küçük görmelerine şaşmak içindir veyahut diğer nimetlerine şükretmek içindir. 75Hayır, yıldızların düştükleri yerlere yemin ederim, "Hayır, yemin etmem” çünkü durum yemine ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır ya da yemin ederim demektir ki, lâ te'kit için zâit kılınmıştır. Meselâ "liella yaleme” (Hadid: 29) âyetinde olduğu gibi. Ya da feleene uksimü demektir ki, mübteda hazf edilmiş, ibtida lâm'mın fethasi de tok (kalın) kümmıştır. Feleuksimü okunuşu da bunu gösterir. Ya da lâ yemin edilen şeye muhâlif düşen sözü reddetmek içindir. "Yıldızların düştükleri yere” battıkları yere, Özellikle batış yerlerinin zikredilmesi, şunun içindir; çünkü onların batışlarında tesirleri yok olmaktadır, bir de tesiri hiçbir zaman geçmeyecek olanın varlığına delâlet etmek içindir yahut duraklarına ve yörüngelerine yemin ederim demektir. Şöyle de denilmiştir: Burada geçen nücum parça parça inen Kur'ân âyetleridir, yerleri de iniş vakitleridir. Hamze ile Kisâî cins olarak mevki' okumuşlardır. 76Gerçekten bu, eğer bilirseniz, elbette büyük bir yemindir. "Gerçekten bu, elbette büyük bir yemindir” çünkü yemin edilen şeyde kudretin büyüklüğüne, hikmetin mükemmelliğine ve rahmetin taşkınlığına delâlet vardır. Bir de onun rahmetinin gereklerinden biri de kullarını başıboş bırakmamaktır. Bu da itiraz içinde itiraz cümlesidir; çünkü o (ve innehu lekesamün kavli) yeminle (felâ uksimü) üzerine yemin edilen (Kur'ân-ı Kerîm) arasında itiraz cümlesidir. Lev talemun da mevsûfla (lekasemün) sıfat (azîm) arasında itiraz cümlesidir. 77Şüphesiz o elbette Kur'ân-ı Kerîm'dir. "Şüphesiz o elbette Kur'ân-ı Kerîm'dir” yararı çoktur, çünkü dünya ve âhiret işlerini düzeltecek önenüi ilimlerin esaslarım içine almaktadır. Ya da cinsi içinde güzel ve hoştur, râzı olunacak şeydir. 78Saklı bir kitapta. "Saklı bir kitapta” koruma altına alınmış bir kitapTâ ki, o da Levh-i Mahfûz'dur. 79Ona ancak iyice temizlenenler el sürer. "Ona ancak iyice temizlenenler el sürer” Levh-i Mahfûz'a ancak beden tortularından iyice arınanlar bakabilir ki, onlar da meleklerdir. Ya da Kur' an'a ancak manevî kirlerden temizlenenler el sürer ki, bu da yasak manasına bir olumsuz cümledir ya da onu ancak küfürden arınmışlar talep ederler. Mütetahhirun ve muttahhirun da okunmuştur, mutHârûn da okunmuştur ki, athere'den gelir o da tahhere (iyice temizledi) manasınadır. Mutahhirun da kendilerini temizleyenler ya da istiğfar ve ilhamla başkalarını temizleyenler demektir. 80Âlemlerin Rabbinden indirilme. "Âlemlerin Rabbinden indirilme” bu da Kur'ân'ın üçüncü ve dördüncü sıfatıdır. O (tenzü) mastardır, sıfat olarak kullanılmıştır. Nasb ile tenzilen de okunmuştur ki, nezzele tenzilen demektir. 81Bu sözü mü siz küçümsüyorsunuz? "Bu sözü mü?” Yani Kur'ân'ı mı "entüm müdhinun (siz küçümsüyorsunuz) “ önemsemiyorsunuz Meselâ bir şeyde yağcılık eden gibi ki, o konuda gevşek davranır, sertleşmez, ilgi duymaz. 82Rızkınızı muhakkak onu yalanlamak mı kılıyorsunuz? "Rızkınızı kılıyorsunuz” rızkınızın şükrünü demektir "onu yalanlamak kılıyorsunuz” onu vereni yalanlıyorsunuz, çünkü onu yıldızlara bağlıyorsunuz. Şükreküm de okunmuştur ki, Kur'ân nimetine şükrünüzü onu inkâr etmek kılıyorsunuz, demektir. Tekzibun şeklinde de okunmuştur ki, Kur'ân'a sihirdir, şürdir yaftasıyla yalan söylüyorsunuz demektir. Ya da yıldızlardan geldi demekle yağmur hakkında yalan söylüyorsunuz. 83Can boğaza dayandığı zaman değil mi? Âyetin tefsiri için bak:84 84O zaman siz bakarsınız, "Can boğaza dayandığı zaman” yani rûh demektir (o zaman siz bakarsınız) hâlinize, hitap can çekişenin çevresindekileredir, vâv da hâl içindir. 85Biz ona sizden daha yakınız, ancak siz görmezsiniz. "Biz ona daha yalanız” yani biz onu daha iyi biliriz "ona” yani can çekişene "sizden". Bümek yerine yakınlık kullanılması yakınlığın bilmeye sebep olmasındandır. "Ancak siz görmezsiniz” onun nelerden geçtiğini tam olarak anlayamazsınız. 86Eğer cezalandınlmıyorsanız, değil mi? "Eğer cezalandırılmıyorsanız” yani kıyâmet gününde cezalandırılmıyorsanız yahut ele geçirilmiyor ve avucumuza girmiyorsanız demektir ki, bu da dânehu deyiminden gelir ki, birini hor ve köle gibi etmektir. Bu (Dîn) maddesinin aslı zület ve itâat içindir. 87Eğer doğru söylüyorsanız, onu geri döndürmeli değil misiniz?" "Onu geri döndürmeli değil misiniz?” canı eski yerine döndürmeli değil misiniz? Terciuneha fiili zarfın (izâ edatının) amilidir ve birinci levlâ ile teşvik edilendir, ikincisi de te'kit için tekrardır. O (birinci levla) taallukatı ile (terciuneha) ile birlikte şartın cevabının delilidir, mana da: Eğer siz ele geçirilmeyip cezalanmıyorsanız demektir. Nitekim Allah'ın fiillerini inkâr etmeniz ve âyetlerini yalanlamanız bunu göstermektedir. "Eğer doğru söylüyorsanız” batıllarınızda, o zaman canlar boğazlara dayandıktan sonra onları bedenlere geri döndürsenize! 88Şimdi, eğer o yaklaştırılanlardan ise, "Şimdi, eğer o, yaklaştırılanlardan ise” yani vefat eden (ölen) öncülerden ise. 89Rahatlık, güzel koku ve Naîm cenneti. "rahatlık” onun için istirahat vardır, Zam ve rûhun da okunmuş ve rahmetle tefsir edilmiştir. Çünkü o (rahmet) merhumun hayatı için sebep gibidir ya da ebedî hayatla tefsir edilmiştir. "Güzel koku” temiz rızık "ve Naîm cenneti vardır” sefa sürecek yer. 90Ama eğer sağın sahiplerinden ise, Âyetin tefsiri için bak:91 91Selâm sana, sana sahiplerinden. "Ama eğer sağın sahiplerinden ise, selâm sana” ey sağın sâhibi "sağın sahiplerinden” yani Müslüman kardeşlerinden ki, sana selâm ediyorlar. 92Ama eğer yalanlayanlardan, sapıklardan ise, "Ama eğer yalanlayanlardan ise” yani solun sahiplerinden ise, onları yaptıklarıyla nitelemesi bunlardan men etmek ve onlara vâcip kıldığını tehdit ettiği şeyle yaptığını bildirmek içindir. 93Kaynar sudan bir ikram. Âyetin tefsiri için bak:94 94Cehenneme atış. "Kaynar sudan bir ikram ve cehenneme atış vardır” bu da kabirde ateşin zehirinden ve dumanından hissettiği şeydir. 95Şüphesiz bu, elbette kesin bilginin gerçeğidir. "Şüphesiz bu” yani bu sûrede yahut gruplar hakkında zikredilen "elbette kesin bilginin gerçeğidir” doğru haberin gerçeğidir, 96Öyleyse yüce Rabbinin adım tesbih et. "öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et” admı anarak şânını lâyık olmayan şeylerden yücelt. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: "Kim Vakıa sûresini her gece okursa, ebediyen fakirlik yüzü görmez." |
﴾ 0 ﴿