58 / MÜCADELE

Medîne'de inmiştir.

İlk on ayetinin Mekkî, kalanının ise Medenî olduğu da söylenmiştir.

22 âyettir.

1

 Gerçekten Allah kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü duydu. Allah karşılıklı konuşmanızı işitiyor. Çünkü Allah hakkıyla işiten, her şeyi görendir.

"Gerçekten Allah kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü duydu".

Rivâyete göre Havle bint Salebe adındaki kadına kocası Evs bin Samit, zıhar'da bulundu. Kadın Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den fetva istedi, o da: Sen ona haram oldun, dedi. O da: Beni boşamadı, dedi. Efendimiz yine: Sen ona haram oldun, dedi. Kadın üzüldü, çünkü çocukları küçüktü. Allah'a şikâyet etti; bunun üzerine bu dört âyet indi. Kad edâtı şunu akla getirmektedir ki, Resûl aleyhisselâm yahut mücadele eden kadın Allah'ın mücadele ve şikâyetini dinleyeceğini ve sıkıntısını def edeceğini beklemektedir. Hamze, Kisâî, Abu Amr ve Hişâm da İbn Âmir'den rivâyetle dal'ı sin'e idgam ederek (kassemia) okumuşlardır.

"Allah karşılıkiı konuşmanızı işitiyor” birbirinize lâf yetiştirmenizi işitiyor, bu da hitap tarzının gâlip olduğu düşüncesiyledir.

"Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten, her şeyi görendir” sözleri işiten, tavırları görendir.

2

 O kimseler ki, sizden kadınlarından zıhar yapıyorlar, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak onları doğuran kadınlardır. Gerçekten onlar hoşa gitmeyen ve yalan bir söz diyorlar. Şüphesiz Allah, elbette çok affedici, çok bağışlayıcıdır.

"O kimseler ki, kadınlarından zıhar yapıyorlar” zıhar; bir adamın karısına: Sen bana göre annemin sırtı gibisin, demesidir. Bu da zahr (sırt) kelimesinden türetilmiştir. Fakihler mahrem bir kadının parçasına benzetmeyi de buna katmışlardır. (Sizden) ifadesinde bu adetlerini yerme vardır; çünkü bu cahiliye halkının yeminlerindendir. Yezzaherune'nin aslı yetezaherune'dir, İbn Âmir, Hamze ve Kisâî izzahere'den yezzaherune okumuşlardır. Âsım da zahere'den yuzahirune okumuştur.

"O kadınlar onların anaları değildir” yani gerçek anaları değiller.

"Onların anaları ancak onları doğuran kadınlardır” haramlıkta onlara benzemezler, ancak Allah'ın onlara kattığı kimseler hariçtir ki, onlar da sütanneleri ve Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in eşleridir. Âsım'dan ref ile Temim lehçesi üzere ummatunum okuduğu rivâyet edilmiştir. Biümmehatihim de okunmuştur ki, bu da mensûb okuyanlara göre lügattir.

"Gerçekten onlar hoşa gitmeyen bir söz diyorlar” çünkü şerîat onu beğenmemiştir "ve yalan bir söz” haktan sapmış söz demektir, çünkü eş anaya benzemez.

"Şüphesiz Allah, elbette çok affedici, çok bağışlayıcıdır” geçmiş günahları mutlak olarak ya da tevbe edildiği takdirde.

3

 Kadınlarından zıhar edip de sonra dediklerine dönenler, temaslarından önce bir köle azat ederler. İşte size verilen öğüt budur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

"Kadınlarından zıhar edip de sonra dediklerine dönenler” yani telâfi ederek dediklerine demektir ki, âdel ğaysü alâ efsede (yağmur bozduğunu telâfi etti) sözünden gelir. Bu dönme de onun gereğini bozmakla olur. Bu da Şâfiî'ye göre zıhar yapılan kadını ondan ayrılacak zamana kadar nikahında tutmakla olur. Çünkü teşbih (anamın sırtı gibisin sözü) haramlığı da içine alır, çünkü ondan istisna etmek doğrudur. Bu da sözü bozacak en az şeydir. Ebû Hanîfe'ye göre dönme ister ki, şehvetle bir bakışla olsun ondan istifade etmeyi mubah saymakla olur. İmâm-ı Mâlik'e göre cimaa azmetmekle olur. Hasen bin Ziyad'a göre cima ile olur.

Ya da dönenler İslâm'da zıhara dönenler demektir o zaman yuzahirune kavli zıharı âdet edinenler deme olur. Çünkü onlar cahüiyede zıhar yaparlardı. Bu da Sevri'nin görüşüdür.

Ya da dönme onu lafzen tekrar etme ile olur ki, bu da Zahirîlerin görüşüdür ya manen tekrar etme ile olur ki, bu da Ebû Müslim'in görüşüdür, Meselâ dediğine yemin etme gibi.

Ya da hakkında bu söz söylenen kadına dönenler demek olur ki, bu da onu tutmakla ya da ondan istifade etmeyi veya onunla olmayı mubah saymakla olur.

"Bir köle azat ederler” yani fealeyhim ya da falvacibü itaku rakabetin demektir. Bunun faydalarından biri de zıhar tekerrür ettikçe azat etmenin de tekerrür edeceğidir. Köle de biz Şâfiîlere göre adam öldürme kefaretine kıyasla mü'min olmak durumundadır.

"Temaslarından önce” zıhar edenle zıhar yapılan kadın birbirinden istifade etmeden önce demektir, çünkü lâfız geneldir, teşbih de bunu gerektirir ya da kadınla cima etmeden önce demektir ki, bu da kefaret vermeden önce bunun haram olduğuna delildir. (İşte bu) bu kefaret hükmü "size verilen öğüttür” çünkü bu, mali cezayı gerektiren suçu işlediğini gösterir ve ondan da alıkor.

"Allah yaptıklarınızdan haberdardır” hiçbir sır ona gizli kalmaz.

4

 Artık kim bunu bulamazsa, temas etmelerinden önce arka arkaya iki ay oruç tutar. Kimin de buna gücü yetmezse, altmış fakiri doyurur. İşte bu, Allah'a ve Resûlüne îman etmeniz içindir. İşte bunlar Allah'ın hudutlarıdır. Kâfirler için de pek acıklı bir azâp vardır.

"Artık kim bulamazsa” köleyi, malı kaybolan köleyi bulmuş gibidir "temas etmeden önce arka arkaya iki ay oruç tutar” eğer özürsüz olarak oruç tutmazsa, yeniden başlar. Eğer mazeret dolayısıyla oruç tutmazsa, bunda da ihtilâf vardır. Eğer zıhar yapılan kadınla gece cima ederse, bize göre arka arkaya kaydına zarar gelmez, Ebû Hanîfe ile Mâlik buna muhalefet ederler, Allah o ikisinden râzı olsun.

"Kimin gücü yetmezse” oruca, ihtiyarlık yahut müzmin hastalık veyahut aşırı şehvet sebebiyle ki, sallallahü aleyhi ve sellem oruç tutamayan bedevînin bu sebeple fidye vermesine müsaade etmişti "altmış fakiri doyurur” Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in ölçeğiyle altmış müd (ölçek) yemek yedirir ki, bu da bir rıtıl ile üçte biridir. Çünkü kefaretlerde ve o cinsten fıtrada en az çıkanlan miktar odur. Ebû Hanîfe radıyallahü teâlâ anfi ise her yoksula yarım sa' (bir ölçek) buğday ve bir sa' başkasından verir, buyurmuştur. Yemekle beraber temastan bahs edilmemesi ötekilerle beraber zikredilmesiyle yetinüdiği içindir ya da yedirme aralıklarında bunun câiz olmasındandır, nitekim Ebû Hanîfe radıyallahü anh böyle buyurmuştur. (İşte bu) bu açıklama yahut hükümleri öğretme demektir, mahalli de (Allah'a ve Resûlüne îman etmeniz içindir) kavliyle muallel fiille mensûbtur. Yani bu farz kılındı ki, hükümlerini kabul etmede ve cahiliyede yaptıklarınızı terk etmede Allah'ı ve Resûlünü tasdik edesiniz.

"İşte bunlar Allah'ın hudutlarıdır” onları çiğnemek câiz değildir.

"Kâfirler için vardır” bunlan kabul etmeyenler için "pek acıklı bir azâp” bu da Allahü teâlâ'nın "kim nankörlük ederse, şüphesiz Allah âlemlerden zengindir” (Âl-i İmran: 97) kavlinin bir benzeridir.

5

 O kimseler ki, Allah'a ve Resûlüne muhalefet ediyorlar, kendilerinden öncekiler perişan edildiği gibi onlar da perişan edildiler. Gerçekten açık açık âyetler indirdik. Kâfirler için aşağılayıcı bir azâp vardır.

"O kimseler ki, Allah'a ve Resûlüne muhalefet ediyorlar” onlara düşmanlık ediyorlar, çünkü düşmanlık eden iki kişiden her biri diğerinin karşısında olur ya da onların koyduğu veya seçtiği hududun dışında olurlar "perişan edildiler” utandırıldılar demektir, kebt maddesinin aslı keb'dir ki, yüzükoyun düşmektir (kepmektir). "Kendilerinden öncekilerin perişan edildikleri gibi” yani geçmiş ümmetlerin kâfirleri gibi.

"Gerçekten açık açık âyetler indirdik” Resûlün ve getirdiği şeylerin doğruluğunu gösteren âyetler.

"Kâfirler için acıklı azâp vardır” izzet ve onurlarını iki paralık edecek azâp.

6

 O günde ki, Allah onların hepsini diriltecek de onlara yaptıklarını soracaktır. Allah onu saydı (zaptetti), onlarsa unuttular. Allah her şeye şahittir.

 (O gündeki Allah onları diriltecek) bu da mühîn lâfzı ile veya gizli üzkür (zikret) lâfzı ile mensûbtur "hepsini” tamamını, diriltmedik hiçbirini koymayacakür ya da müctemiîne toplu olarak demektir.

"Onlara yaptıklarını haber verecektir” halkın gözleri önünde, bu da onları teşhir etmek ve azaplarını onaylatmak içindir.

"Allah onu saydı” sayısını tespit etti, hiçbir şeyini kaybetmedi "onlarsa unuttular” çokluğundan ya da önem vermediklerinden.

"Allah her şeye hakkıyla şahittir” hiçbir şey gözünden kaçmaz.

7

 Görmedin mi, Allah göklerde ve yerde ne varsa, bilir. Üç kişinin fısıltısı olsa, mutlaka o, dördüncüleridir. Beş kişinin olsa, mutlaka o, altıncılarıdır. Bundan daha az ve daha çok da olsa, mutlaka o, nerede olsalar, onlarla beraberdir. Sonra da onlara yaptıklarını kıyâmet gününde haber verir. Şüphesiz Allah, her şeyi pekiyi bilendir.

"Görmedin mi, Allah göklerde ve yerde ne varsa, bilir” küllî veya cüz'î ne varsa.

"Üç kişinin fısıltısı olsa” yani üç kişinin fiskosu gerçekleşse, demektir, muzâf takdir edilmesi ya da necva'nın mütenacîne ile te'vil edilmesi ve selâsetin lâfzının ona sıfat kılınması da câizdir. Necva nevce'den türetilmiştir ki, yüksekçe yer demektir. Çünkü sır zihinlere kaldırılan bir şeydir, herkes ondan haberdar olamaz.

"Mutlaka o, dördüncüleridir” illâ ki, Allahü teâlâ onları dört kılar, çünkü ondan haberdar olmada onlara ortak olur. İstisna da en geniş hâllerden yapılmıştır (ne olursa olsun demektir). "Beş kişinin olsa” beş kişinin fısıldaşması olsa "mutlaka o, altıncılandır". özellikle bu iki sayının verilmesi ya özel bir olaydan dolayıdır, çünkü âyet münâfıkların fısıldaşmaları üzerine inmiştir ya da Allahü teâlâ tek olup teki sevdiği içindir. Üç rakamı da teklerin ilkidir ya da istişare etmek için mutlaka iki kişinin olmasındandır; iki kişi tartışır, üçüncüleri de araya girer. Hâl olarak nasb ile selaseten ve hamseten de okunmuştur ki, yetenacevne fiili gizlenmiş ya da necva mütenacîne manasına olur.

"Bundan daha az” bu zikredilenlerden daha az ki, o da bir ve ikidir "ve daha çok olsa” altı ve daha yukarısı gibi "mutlaka o, onlarla beraberdir” aralannda geçen şeyi bilir. Ya'kûb necva'nın mahalline ya da vela edna'mn mahalline atfen Merfû' okumuştur, o zaman cinsi nefyeden olarak kabul edilmiştir.

"Nerede olsalar” çünkü onun ilmi mekân yakınlığı ile ilgili değildir ki, mekânların değişmesi ile değişsin.

"Sonra da onlara yaptıklarım kıyâmet gününde haber verir” onları rezü etmek ve hak ettikleri cezayı onaylatmak için.

"Şüphesiz Allah, her şeyi pekiyi bilendir” çünkü ilmi gerektiren zâtının her şeye nispeti eşittir.

8

 Fısıltı etmekten yasaklanıp da sonra yasaklandıkları şeye geri dönmeleri ve günahla düşmanlıkla ve Peygambere isyanla fısıldaşanları görmedin mi? Sana geldikleri zaman seni Allah'ın selamlamadığı şeyle selamlarlar ve içlerinden:

"Dediğimiz şeyle Allah bize azâp etmeli değil miydi?” derler. Cehennem onlara yeter. Oraya girecekler. Orası ne kötü dönüş yeridir!

"Fısıltı etmekten yasaklanıp da sonra yasaklandıkları şeye geri dönenleri görmedin mi?” Âyet Yahûdîler hakkında inmiştir; onlar kendi aralarında fiskos eder, mü'minleri gördükleri zaman kaş göz hareketi yaparlardı. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem onları men etti; sonra aynı işe tekrar döndüler.

"Günahla düşmanlıkla ve Peygambere isyanla fısıldaşanları” yani günahla, mü'minlere düşmanlıkla ve Resûlüllah'a isyanla demektir. Hamze yentecune okumuştur ki, bu da necva'dan yefteilune veznindedir, Ya'kûb'tan da aynısı rivâyet edilmiştir.

"Sana geldikleri zaman seni Allah'ın selamlamadığı şeyle selamlarlar” essamu aleyke (ölüm üzerine olsun) ya da in'am sabahan (sabahın tatlı olsun) derlerdi. Allahü teâlâ ise:

"Allah'ın seçtiği kullarına selâm olsun” (Nahl: 59) buyurmuştur.

"İçlerinden derler” kendi aralannda:

"Dediğimiz şeyle Allah bize azâp etmeli değil mi?” eğer Muhammed peygamber olsa idi Allah bundan dolayı bize azâp etmeli değil miydi?

"Cehennem onlara yeter” azâp bakımından "Yaslevneha” oraya girecekler.

"Ne kötü dönüş yeridir!” cehennem!

9

 Ey îman edenler kimseler, gizli konuştuğunuz zaman günahla düşmanlıkla ve Peygambere isyanla gizli konuşmayın; iyilikle ve takva ile gizli konuşun. Kendisine toplanacağınız Allah'tan korkun.

"Ey îman edenler, gizli konuştuğunuz zaman günahla düşmanlıkla ve Peygambere isyanla gizli konuşmayın” münâfıkların kendi aralannda yaptığı gibi. Ya'kûb felâ tentecu okumuştur.

"İyilikle ve takva ile gizli konuşun” mü'minlerin hayrını ve Resûlüllah'a isyandan sakınmayı içeren şeyle konuşun.

"Kendisine toplanacağınız Allah'tan korkun” yaptığınız ve yapmadığınız şeylerde; çünkü size karşılığını verecek O'dur.

10

 Fısıltı ancak, îman edenleri üzmesi için şeytandandır. Allah'ın izni olmadan onlara hiçbir şeyle zarar veremez. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler.

"Fısıltı ancak” yani günah ve düşmanlıkla fisıltı "şeytandandır” çünkü onu süsleyen ve ona sürükleyen O'dur "îman edenleri üzmesi için” çünkü onlar bir kötülük yaptık da başımıza bu musibet geldi sanırlar. (Değildir) şeytan yahut fısıltı "onlara zarar verecek değildir” mü'minlere zarar verecek değildir.

"Ancak Allah'ın izni hariç” dilemesi hariç.

"Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler” onların fiskoslarına aldırış etmesinler.

11

 Ey îman edenler, size:

"Meclislerde genişleyindenildiği zaman, genişleyin ki, Allah da size genişlik versin. Size:

"Kalkındenildiği zaman", hemen kalkın. Allah içinizden îman edenleri yükseltir. Kendilerine ilim verilenleri ise derecelerle (yükseltir). Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

"Ey îman edenler, size:

"Meclislerde genişleyin” denildiği zaman” orada genişleyin, birbirinize yer verin denildiği zaman. Bu da: İfseh annî deyiminden gelir ki, benden uzak ol, demektir. Tefasehu şeklinde de okunmuştur, meclisten maksat cinstir, Âsım'ın cemi sıygasıyla (mecalis) okuması da bunu gösterir ya da özellikle Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in meclisidir. Çünkü onlar ona yakın olmak ve kelâmını duymak için sıkışık otururlardı.

"Genişleyin ki, Allah da size genişlik versin” mekân, rızık, göğüs ve diğer genişmelesini istediğiniz şeylerde.

"Size:

"Kalkın” denildiği zaman” genişlik için ayağa kalkın ya da namaz veyahut cihâd için kalkın, denildiği veyahut meclisten kalkın denildiği zaman "kalkın” Nâfi', İbn Âmir ve Âsım ikisinde de şin'in zammı ile (ünşüzu) okumuşlardır.

"Allah içinizden îman edenleri yükseltir” dünyada yardım ve güzel ad vermek, Âhirette de cennet odalanna yerleştirmekle.

"Kendilerine ilim verilenleri ise derecelerle yükseltir” onlardan özellikle alimleri derecelerle yükseltir; çünkü onlar ilimlerinin yanına ameli de koymuşlardır. Çünkü ilim, derecesi o kadar yüksek olmakla beraber yanında daha çok yükseltmeyi gerektiren ameli icap eder. Bunun içindir ki, alimin yaptıklarına uyulur da, başkasınmkine uyulmaz. Hadiste şöyle denilmiştir: Alimin abide üstünlüğü dolunayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.

"Allah yaptıklarınızdan haberdardır” bu da emri dinlemeyenlere yahut ondan hoşlanmayanlara tehdittir.

12

 Ey îman edenler, Peygamberle gizli konuştuğunuz zaman, gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer bulamazsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

"Ey îman edenler, Peygamberle gizli konuştuğunuz zaman, gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin” ondan önce sadaka verin, burada geçen yedey (iki el) tabiri eli olandan istiare edilmiştir (ön manasına kullanılmıştır). Bu emirde Resûlü büyütme, fakirlere yardım, aşırı sokulmaktan men ve samimi ile müNâfi’ğı ve âhireti sevenle dünyayı seveni ayırma vardır. Emrin mendup mu vâcip mi olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir, ancak o "korktunuz mu” kavli ile mensuhtur. O her ne kadar okumada bitişik ise de inişte bitişik değildir. Hazret-i Ali kerremallahu veche şöyle buyurmuştur: Allah’ın kitabında bir âyet vardır ki, onunla benden başka kimse amel etmedi: Benim bir dinarım vardı, onu bozdurdum; onunla konuşacağım zaman bir dirhem sadaka verdim. Bu, emrin vücup ifade etmesine rağmen başkalarına zarar vermez; belki zenginlerin o süre içerisinde gizli konuşma İhtiyaçları olmamıştır. Zira

rivâyete göre on gün kalmıştır. Bir saat diyenler de vardır.

"Bu” o sadaka verme "sizin için daha hayırlı ve daha temizdir” yani nefisleriniz için cimrilik şüphesinden ve mal sevgisinden demektir. Bu da emrin mendup olduğunu gösterir, ancak:

"Eğer bulamazsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir” kavli daha çok vâcip olduğunu gösterir. Çünkü sadaka vermeden gizli konuşmasına müsaade etmiş (günahının da bağışlanacağım göstermiştir).

13

 Gizli konuşmanızdan önce sadakalar takdim etmekten korktunuz mu? Mademki yapmadınız, Allah da size tevbe nasip etti, öyleyse namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a ve Resûlüne itâat edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

"Gizli konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu?” önceden sadaka vermekten fakirlikten mi korktunuz yahut şeytanın fakir olursunuz diye fit vermesinden mi korktunuz. Sadakat şeklinde çoğul yapılması, muhatapların çoğul olmasından yahut gizli konuşmak isteyenlerin çokluğundandır.

"Mademki yapmadınız, Allah da size tevbe nasip etti” yapmamanıza müsaade etmekle demektir, bunda korkmalarının günah olduğuna, Allah'ın da ondan geçtiğine işâret vardır. Çünkü onların tevbe yerine geçecek davranışlarını görmüştür. İz edâtı da esas manasındadır; izâ yahut in manasında olduğu da söylenmiştir,

"öyleyse namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin” bunları yerine getirmede kusur etmeyin.

"Allah'a ve Resûlüne itâat edin” diğer emirlerinde. Çünkü onları yerine getirmek bundaki kusuru telâfi etmek gibidir.

"Allah yaptıklarınızdan haberdardır” zâhiren ve bâtınen (görünen ve görünmeyen şeylerde).

14

 Allah'ın gazap ettiği bir kavmi dost edinenleri görmedin mi? Onlar; ne sizden ne de onlardandır. Onlar bilerek yalan üzerine yemin ederler.

"Dost edinenleri görmedin mi?” tevellev vâlu demektir ki, dost edinmek manasınadır "Allah'ın gazap ettiği bir kavmi” yani Yahûdîleri.

"Onlar ne sizden ne de onlardandır” çünkü onlar münâfıklardır, ikisinin arasında gelip gitmektedirler.

"Yalan üzerine yemin ediyorlar” o da Müslüman olduklarını iddia etmeleridir "bilerek” yemin edilen şeyin yalan olduğunu bildikleri hâlde, Meselâ gamus (insanı boyu beraber günaha sokan) yemin gibi. Bu (bilerek) kaydında şuna delil vardır ki, yalan, haber verenin o şeyin gerçeğe uygun olmadığını bilmesini de bilmemesini içine almaktadır.

Rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz hücrelerinden birinde idi: Şimdi yanınıza bir adam girecektir ki, içinde zorba bir adamın kalbini taşımaktadır ve şeytanın gözleriyle bakmaktadır. İçeriye münâfık Abdullah bin Nebtel girdi: gözleri de mavi idi. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Sen ve arkadaşlarınız bana niçin sövüyorsunuz, dedi? O da yapmadığına dâir Allah'a yemin etti. Sonra da arkadaşlarıyla gelip yemin ettiler. Âyet bunun üzerine indi.

15

 Allah onlar için bir azâp hazırladı. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!

"Allah onlar için bir azâp hazırladı” çok şiddetli bir azâp çeşidi demektir.

"Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!” kötü amel üzerinde idman yaptılar ve onun üzerinde ısrar ettiler.

16

 Yeminlerini kalkan edinip (insanları) Allah'ın yolundan çevirdiler. Artık onlar için alçaltıcı bir azâp vardır.

"Yeminlerini edindiler” yaptıkları yeminlerini, kesre ile îman da okunmuştur ki, dıştan gösterdikleri îmanlarını demektir "kalkan edindiler” mallarını ve canlarım korumak için engel yaptılar.

"Allah'ın yolundan çevirdıler” o emniyet içinde insanları kışkırtma ve soğutma ile Allah'ın dîninden çevirdiler.

"Artık onlar için alçaltıcı bir azâp vardır” bu da azaplarını başka şekilde niteleyen ikinci tehdittir.

Şöyle de denilmiştir:

Birincisi kabir azabıdır, ikincisi de âhiret azabıdır.

17

 Ne malları ne evlatları onlardan Allah'tan hiçbir şey savmaz. İşte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ebedidirler.

"Ne mallan ne de evlatları onlardan Allah'tan hiçbir şey savmayacaktır. İşte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ebedî kalacaklardır” benzeri ve açıklaması yukarılarda geçmiştir.

18

 Hatırla o günü ki, Allah onları toptan diriltecek; size yemin ettikleri gibi ona da yemin edecekler. Kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanıyorlar. Bilin ki, gerçekten onlar, yalancıların ta kendileridir.

"Hatırla o günü ki, Allah onları toptan diriltecek; ona yemin edecekler” yani Müslüman olduklarına dâir Allah'a yemin edecekler "size yemin ettikleri gibi” dünyada ve sizden olduklarını söyledikleri gibi.

"Kendilerinin bir şey lduklarını sanıyorlar” yalan yemin etmekle, çünkü münâfıklık içlerine öyle yerleşmiştir ki, yalan yeminleri dünyada size karşı geçerli olduğu gibi âhirette de Allah'a karşı geçerli olacağını hayal etmişlerdir.

"Bilin ki, gerçekten onlar yalancıların ta kendileridir” yalanın son sınırına ulaşmışlardır, öyle ki, gizliyi de açığı da bilen Allah'a karşı yalan söylüyor ve ona yemin ediyorlar.

19

 Şeytan onlara hâkim oldu da onlara Allah'ın zikrini unutturdu. İşte onlar şeytanın fırkası/taraftarlarıdır. Bilin ki, şeytanın fırkası/taraftarları, ziyan edenlerin ta kendileridir.

 (Şeytan onlara hâkim oldu) onları istila etti, bu da hüztül ibile ve ahveztüha deyiminden gelir ki, devenin üzerine binmektir. İstahveze fiili aslı üzere kalmış ve i'lal olmamıştır (istehaze denilmemiştir). "Onlara Allah'ın zikrini unutturdu” onu ne kalpleri ne de düleri ile zikretmezler.

"İşte onlar şeytanın fırkası/taraftarlarıdır” askerleri ve uyruklarıdır.

"Bilin ki, şeytanın fırkası/taraftarları ziyan edenlerin ta kendisidir” çünkü ebedî nimeti kaçırdılar ve kendilerini sonsuz azaba maruz bıraktılar.

20

Şüphesiz Allah,'a ve Peygamberine muhalefet edenler, işte onlar en alçaklar arasındadırlar.

"Şüphesiz Allah,'a ve Peygamberine muhalefet edenler, işte onlar alçakların arasındadırlar.” Allah'ın mahlûkatının en hor olanları arasındadırlar.

21

Allah: "Yemin olsun ki, ben ve Peygamberlerim gâlip geleceğiz.” diye yazdı. Şüphesiz Allah, çok kaviy/güçlüdür, mutlak gâlibtir.

"Allah yazdı” Levh-i Mahfûz'da "elbette ben ve peygamberlerim gâlip olacağız” yani delille, Nâfi' ile İbn Âmir ye' nin fethi ile ve rüsüliye okumuşlardır.

"Şüphesiz Allah, çok güçlüdür” peygamberlerine yardıma gücü yeter "mutlak gâlibtir” hiçbir şey onu irâde ettiğinde mağlup edemez.

22

Allah'a ve âhiret gününe îman eden bir kavmi, Allah'a ve Peygamberine muhalefet eden kimselere sevgi besler bulamazsın;

ister ki, babaları yahut kardeşleri veyahut akrabaları olsunlar.

İşte Allah onların kalplerine îmanı yazdı ve

onları kendinden bir rûh ile destekledi.

Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalıcılar olarak. Allah onlardan râzı oldu, onlar da ondan râzı oldular.

İşte onlar Allah'ın fırkası/taraftarlarıdır. Bilin ki, şüphesiz Allah'ın fırkası/taraftarları, onlar muratlarına erenlerdir.

"Allah'a ve âhiret gününe îman eden bir kavmi, Allah'a ve Peygamberine muhalefet eden kimselere sevgi besler bulamazsın” yani onları Allah'ın düşmanlarını sever bulamazsın, maksat onları sevmeleri yaraşmaz demektir.

"İster ki, babalan yahut oğulları yahut kardeşleri veyahut akrabaları olsunlar” ister ki, muhalefet edenler onların en yakınları olsunlar.

"İşte onların” yani onları sevmeyenlerin "Allah kalplerine îmanı yazdı” onu oraya tespit etti. Bu da amelin îman mefhumuna dahil olmadığının delilidir. Çünkü kalpte sâbit olan şeyin parçası da onda sâbit olur. Organların amelleri ise onda sâbit değildir.

"Onları kendinden bir rûh ile destekledi” yani Allah katından ki, o da kalbin yahut Kur'ân’ın veyahut düşmana karşı zaferin nurudur. Minhu zamirinin îmana gittiği de söylenmiştir, çünkü o (îman) kalbin hayatına sebeptir.

"Onları altlanndan ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklar. Allah onlardan râzı oldu” itâat etmeleri sebebiyle "onlar da ondan râzı oldular” kaza ve kaderine yahut kendilerine vaat ettiği sevaba.

"İşte onlar Allah'ın fırkası/taraftarlarıdır” ordusu ve dininin yardımcılarıdır.

"Bilin ki, şüphesiz Allah'ın fırkası/taraftarları, onlar muratlarına erenlerdir” iki dünyanın hayrını kazananlardır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Mücadele sûresini okursa, kıyâmet gününde Allah’ın fırkası/taraftarlarından yazılır.

0 ﴿