59 / HAŞR

Medîne'de inmiştir. 24 âyettir.

1

 Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ı tesbih etti. O, mutlak gâlib, hikmet sâhibidir.

"Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ı tesbih etti. O, mutlak gâlib, hikmet sâhibidir".

Rivâyete göre aleyhisselâm Efendimiz Medîne'ye gelince, Nadiyr oğulları ile barış yaptı; ne yanında ne de karşısında olacaklardı. Efendimiz Bedir savaşında gâlip gelince; O, Tevrat'ta muzâffer olarak nitelenen peygamberdir, dediler. Uhut savaşında ise Müslümanlar yenilince şüphe ettiler ve andlaşmayı bozdular. Ka'b bin Eşref kırk binitli ile Mekke'ye çıktı ve Ebû Süfyân ile andlaşma yapülar. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, Ka'b'in sütkardeşi Muhammed bin Mesleme'ye emretti; o da onu suikast ile öldürdü. Sonra da Efendimiz askerlerle hareket edip onları abluka altına aldı. Sonunda sürgün üzerinde sulh oldular. Çokları Şâm'a çıktı; bir bölük de Hayber'e ve Hiyre'ye yetişti. Bunun üzerine Allahü teâlâ:

"Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ı tesbih etti... Allah her şeye kâdirdir” (Haşr: 1-6) âyetlerini indirdi.

2

 O ki, kitap ehlinden kâfirleri, ilk sürgün için yurtlarından çıkardı. Çıkacaklarını zannetmediniz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını zannettiler. Allah onlara hesap etmedikleri yerden geldi ve kalplerine korku saldı. Evlerini kendi elleri ve mü'minlerin elleri ile harap ediyorlar. Ey basiret sahipleri, ibret alın.

"O ki, kitap ehlinden kâfirleri, ilk sürgün için yurtlarından çıkardı” yani ilk sürgünde Arabistan yarımadasından çıkardı demektir. Çünkü daha önce başlarına böyle bir şey gelmemişti.

Ya da savaş için ilk toplanmalarında veyahut Şâm'a sürgünleri için demektir. Son sürgünleri de Hazreti Ömer radıyallahü anh'in onları Hayber'den Şâm'a sürmesidir ya da insanların Şâm'a ilk toplanmasında demektir ki, son toplanmaları da kıyâmet kopacağı zaman orada toplanmalarıdır, sürgün orada gerçekleşecektir ya da doğudan bir ateş çıkacak onları batıya sürecektir. Haşr bir topluluğu bir yerden başka yere çıkarmaktır.

"Çıkacaklarını zannetmediniz” çetin savaşçı ve direnişçi olmalarından dolayı.

"Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağım zannettiler” yani kaleleri onları Allah'ın azabından korur zannettiler. Nazmın değişmesi, haberin başa alınması ve cümlenin zamire isnadı; kalelerine çok güvenmelerinden, o sebeple de kendilerinin güçlü ve yaklaşılmaz olduklarına inanmalanndandır. Husunuhum kavlinin maniatuhum kavlinin faüi olması da câizdir.

"Allah onlara geldi” yani onun azâbı geldi demektir ki, o da korku ve sürgüne zorlanmalarıdır.

Şöyle de denilmiştir: Zamir mü'minlere râcidir yani onlara Allah'ın yardımı geldi demektir, feâtâhümüllahu da okunmuştur ki, Allah onlara azâbı yahut zaferi verdi demektir.

"Hesap etmedikleri yerden” çünkü kendilerine çok güveniyorlardı "ve kalplerine korku saldı” kalplerim korku ile doldurdu.

"Evlerini kendi elleriyle harap ediyorlar” Müslümanlara bırakmamak ve beğendikleri malzemelerini almak için "ve mü'minlerin elleriyle” onlar da Yahûdîleri kızdırmak ve savaş alanım genişletmek için dış bölümlerini tahrip ediyorlardı. Bunun eydihim'e atfı şundandır; çünkü Müslümanların tahribi de onların andlaşmayı bozmalarının sonucuydu. Sanki Müslümanları bu işte kullanmış gibi oldular. (Yuhribune) cümlesi hâl’dir ya da ru'b'un (korkunun) tefsiridir. Ebû Amr şedde ile yuharribune okumuştur ki, bu teksir binasından olduğu için daha mübalağalıdır.

Şöyle de denilmiştir: İhrab bir şeyi muattal (işlevsiz) yahut harap bırakmaktır, tahrip İse yıkılmaktır.

"Ey basiret sahipleri ibret alın” onların hâllerinden öğüt alın da haksızlık etmeyin ve Allah'tan başkasına güvenmeyin. Bu, kıyasa delil olarak gösterilmiştir; çünkü o, bir hâlden diğer hâle geçilmesini ve ona aynı hükmün verilmesini emretmiştir. Çünkü aralarında bunu gerektiren ortak nokta vardır. Nitekim bunu usul kitaplarında anlatmış bulunuyoruz.

3

 Eğer Allah onların üzerine sürgünü yazmasa idi, mutlaka onlara dünyada azâp ederdi. Onlar için Âhirette ateş azâbı vardır.

"Eğer Allah onların üzerine sürgünü yazmasa idi” vatanlarından çıkmayı "mutlaka onlara dünyada azâp ederdi” öldürmek ve esir etmekle, tıpkı Kurayza oğullarına ettiği gibi.

"Onlar için Âhirette ateş azâbı vardır” bu da yeni söz başıdır, manası da şöyledir: Eğer dünya azabından kurtulurlarsa, âhiret azabından kurtulamazlar.

4

 Sebebi şudur; çünkü onlar Allah'a ve Peygamberine karşı geldiler. Kim Allah'a karşı gelirse, şüphesiz Allah azâbı çetin olandır.

"Sebebi şudur; çünkü onlar Allah'a ve peygamberine karşı geldiler. Kim Allah'a karşı gelirse, şüphesiz Allah azâbı çetin olandır” Zâlike işâreti onları saran, o bağlamda olan ve onlar için hazırlanan şeylere işarettir ya da sonuncusuna işarettir (o da âhiret azabıdır).

5

 Hurma ağacından ne kestiniz yahut kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa, (hepsi) Allah'ın izni iledir. (Bir de bu), fâsıkları perişan etmesi içindir.

 (Hurma ağacından ne kestiniz ise) liyne ’le veznindedir, levn kökündendir, elvan olarak çoğul yapılır. Liyn kökünden olduğu, manasının da yumuşak cins bir hurma olduğu söylenmiştir ki, çoğulu elyan gelir. (

Yahut bıraktınızsa) zamir 'ya gider, müennes olması üyne ile tefsir edildiği içindir. (Kökleri üzerine dikili olarak) vavyerine zamme ile yetinilerek usuliha da okunmuştur ki, rühün gibi (çoğul) olur.

"Hepsi Allah'ın izni iledir” emri iledir.

"Bir de bu, fâsıkları perişan etmesi içindir” bu da mahzûfun ületidir yani bunu yaptınız yahut size izin verüdi ki, onları fasıklıklarından dolayı kızdırmak için cezalandırsın.

Rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz onların hurma ağaçlarım kesmeyi emredince: Ya Muhammed, sen yeryüzünde bozgunculuktan men ediyordun, öyle ise hurma ağaçlarını kesmenin ve onları yakmanın manası nedir, dediler? Âyet bunun üzerine indi. Bu, kâfirleri daha çok kızdırmak için yurtlarını yıkmanın ve ağaçlarını kesmenin cevazına delil getirilmiştir.

6

 Allah'ın, onlardan peygamberine ganimet verdiği şeylere ne at ne de deve sürmediniz. Ancak Allah, peygamberini dilediğine musallat eder. Allah her şeye kâdirdir.

 (Allah'ın onlardan Peygamberine ganimet verdiği şeylere) ona iade ettiği yani ona kıldığı ve ona reddettiği şeye demektir, çünkü onun, kendisine ait olmasına layıktır. Zira Allahü teâlâ insanları kendine ibâdet etmeleri için yaratmıştır. Onlar için yarattığı şeyleri de taâta aracı yapmaları için yaratmıştır. Öyleyse o, itâat edenlere daha çok şayestedir, layıktır. (Onlardan verdiği şeye) Nadiyr oğullarından yahut kâfirlerden demektir "Ona sürmediniz” onu elde etmek için koşturmadınız, bu da vecîf'ten gelir ki, hızlı yürümektir "ne at ne de deve” binek devesi, rikâb daha çok devede kullanılmıştır, nitekim rakib de ona binene denir. Bu (at ve deve koşturmamak) eğer maksat Nadiyr oğullarının ganimeti ise, ona at ve deve koşturmamak, köylerinin Medîne'ye hemen iki mü mesafede yakın olmasındandır. Oraya yaya gittiler, ancak Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellerh bir deveye yahut merkebe binerek gitti. Aralarında fazla bir savaş olmadı, bunun içindir ki, ondan Ensâr'a bir şey vermedi, ancak üç kimseye verdi.

"Ancak Allah, Peygamberini dilediğine musallat eder” kalplerine korku salar.

"Allah her şeye kâdirdir” istediğini bazen görünen aracılarla yapar bazen de başka şeylerle yapar.

7

 Allah'ın kentler halkından Peygamberine ganimet olarak verdiği şeyler; Allah'a, Peygambere, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara aittir; Tâ ki, (bu) içinizden zenginler arasında dolaşan bir şey lmasın. Peygamber size ne verdi ise, onu alın; sizi neden men etti ise, ona da son verin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, azâbı çetin olandır.

"Allah'ın, kentler halkından Peygamberine ganimet olarak verdiği şey” bu da birincisini açıklamaktadır, bunun içindir ki, atıf edâtı kullanılmamıştır,

"Allah'a, Peygambere, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara aittir". Ganimetin taksiminde ihtilâf edilmiştir; altıya bölünür denilmiştir, çünkü Âyetin zahiri öyledir. Allah'ın hissesi Kabe'nin ve diğer mescitlerin tamirine harcanır. Beşe bölüneceği de söylenmiştir, çünkü Allah'ın adının anılması ta'zîm içindir. Bugünlerde (hicri yedinci asır) Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in hissesi bir kavle göre devlet başkanına, bir kavle göre askerlere ve sınırlara, bir kavle göre de Müslümanların genel menfaatine harcanıyor.

Şöyle de denilmiştir: Bu da ganimet gibi beşe bölünür, çünkü aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz beşte biri böyle taksim eder, kalan dört beşte biri de istediği gibi harcardı. Şimdi bu durum zikredilen ihtilâf üzeredir.

"Olmasın diye” yani fakirlerin hakkı olan ganimet olmasın, Hişâm bir rivâyette te ile (tekune) okumuştur.

"İçinizden zenginler arasında dolaşan bir şey lmasın” duvle zenginlerin dolaştırdığı ve onların arasında dolaşan şeydir, nitekim cahiliye halkı öyle yaparlardı. Devleten de okunmuştur ki, ganimet onların arasında tedavül eden bir şey lmasın demektir ya da duvlet aranızda zorla alman (gücü yetenin aldığı) bir şey lmasın demektir. Hişâm ref ile duvletü okumuştur ki, kâne tâmme olur yani ortaya cahiliye devleti çıkmasın demektir.

"Peygamber size ne verdi ise” ganimetten ne verdiyse yahut ne emrettiyse demektir "onu alın” çünkü size helâldir ya da ona sarılın, çünkü ona itâat etmek vâciptir.

"Sizi neden men etti ise” almasını ya da yapmasım,

"ona son verin” onu almaya ya da yapmaya.

"Allah'tan korkun” Resûlüne muhalefet etmekten.

"Şüphesiz Allah,’ın azâbı çetindir” muhalefet edene.

8

 (Bunlar) yurtlarından ve mallarından çıkarılan fakir Muhâcirler içindir de. Onlar Allah'tan bir lütuf ve rıza istiyorlar. Allah'a ve Peygamberine yardım ediyorlar, İşte onlar, sadıkların ta kendileridir.

"Bunlar fakir Muhâcirler içindir de” bu da lizilkurba'dan ve üzerine atfedilenlerden bedeldir; çünkü Resûl'e fakir denilmez. Kim de akrabaların zenginlerine verirse bedeli ondan sonraki ve ganimeti de Nadiyr oğullarının ganimeti ile tahsis etmiş olur.

"Bunlar yurtlarından ve mallarından çıkarıldılar” çünkü Mekke kâfirleri onları çıkardılar ve mallarını aldılar. (Onlar Allah'tan bir lütuf ve rıza istiyorlar) bu da çıkarılmalarım kayıt altına alan bir hâl’dir, şanlarım yüceltmek içindir.

"Allah'a ve Peygamberine yardım ediyorlar!” Canlarıyla ve mallarıyla yardım ediyorlar.

"İşte onlar sadıkların ta kendileridir” îmanlarında samimi olanların.

9

 Onlardan önce yurda ve îmana yerleşenler de, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden içlerinde bir ihtiyaç bulmazlar / duymazlar. Kendilerinde ihtiyaç olsa da onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar, murada erenlerin ta kendileridir.

 (O yurda ve îmana yerleşenler de) bu da elMuhâcirîn'e atıftır, bunlardan murat edilen de doğrulukları meydanda olan Ensâr'dır. Çünkü onlar Medîne'den ve îmandan ayrılmadılar ve o ikisinin içine iyice yerleştiler.

Şöyle de denilmiştir, mana: Tebevveu daral hicreti ve daral îmani, demektir; ikinciden muzâf, birinciden de muzâfun ileyh hazf edilmiş, ona bedel lâm getirilmiştir.

Ya da tebevveüd dara ve ahlasul îmane demektir, tıpkı: Aleftüha tibnen ve maen barıda (bineğime yem olarak saman ve soğuk su verdim) kavli gibi ki, yem olarak saman, içmek için de su verdim demektir. Burada da ahlasu fiili gizlenmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Medîne'ye îman denilmesi, îmanın görüldüğü ve sonunda da dönecek yer olmasındandır.

"Onlardan önce” Muhâcirlerin hicretinden önce demektir. Kelâmın takdiri şöyledir de denilmiştir: Onlardan önce yurda ve îmana yerleşenler.

"Kendilerine hicret edenleri severler” onlara ağır gelmez.

"İçlerinde duymazlar” göğüslerinde demektir "bir ihtiyaç” ihtiyaca götürecek bir şey duymazlar, Meselâ istemek, hınç, haset ve öfke gibi.

"Onlara verilenlerden” Muhâcirlere ganimet ve saireden verilenlerden dolayı.

"Onları kendi nefislerine tercih ederler” Muhâcirleri kendi nefislerinden yeğ tutarlar, öyle ki, iki karısı olan birinden vazgeçer ve onu Dîn kardeşi ile evlendirirdi. (Kendilerinde ihtiyaç olsa da) hasasa ihtiyaç demektir, binanın hasasından gelir ki, duvardaki delik deşiktir.

"Kim nefsinin cimriliğinden korunursa” altından kalkamayacağı mal sevgisi ve Allah yolunda harcamadan nefret etme gibi "işte onlar murada erenlerin ta kendileridir” dünyada övgüyü, Âhirette de sevabı kazananlardır.

10

 Kendilerinden sonra gelenler de:

"Ey Rabbimiz, bizi ve îmanda bizi geçen kardeşlerimizi bağışla. Îman edenler için kalplerimizde kin kılma / bırakma. Rabbimiz, şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin” derler.

"Kendilerinden sonra gelenler de” bunlar da İslâm kuvvetlendiği zaman hicret edenler ya da onlara güzelce tâbi olanlardır ki, bunlar iki gruptan sonra kıyâmet gününe kadar îman edenlerdir. Bunun içindir ki: Âyet bütün mü'minleri içine almıştır, denilmiştir.

"Ey Rabbimiz, bizi ve îmanda bizi geçen kardeşlerimizi bağışla” yani Dîn kardeşlerimizi demektir.

"Îman edenler için kalplerimizde kin kılma” onlara karşı nefret koyma.

"Rabbimiz, şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin” duamızı kabul etmeye layıksın.

11

 Münâfıkları görmedin mi, kitap ehlinden kâfir kardeşlerine.

"Yemin olsun, eğer siz çıkarılırsanız, elbette biz de sizinle beraber çıkarız, sizin hakkınızda hiçbir kimseye itâat etmeyiz. Eğer sizinle savaşıhrsa, elbette size yardım ederizderler. Allah şahitlik eder ki, onlar elbette yalancılardır.

"Münâfıkları görmedin mi, kitap ehlinden kâfir kardeşlerine derler” onlarla kendilerinin arasında küfür kardeşliği veyahut dostluk ve andlaşma olanları murat ediyor.

"Yemin olsun, eğer siz çıkarılırsanız” yurtlarınızdan "elbette biz de sizinle beraber çıkarız, sizin hakkınızda itâat etmeyiz” savaşınız yahut yardımsız bırakılmanız hususunda "hiçbir kimseye ebediyen itâat etmeyiz” yani ister Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem olsun isterse mü'minler olsun, kimseyi dinlemeyiz.

"Eğer sizinle savaşıhrsa, elbette size yardım ederiz". Mutlaka sizi destekleriz.

"Allah şahitlik eder ki, onlar elbette yalancılardır” çünkü bunu yapamayacaklarını bilir.

12

 Yemin olsun, eğer çıkarılırlarsa, onlarla beraber çıkmazlar, eğer savaşıkrsa, onlara yardım etmezler. Yemin olsun, eğer yardım ederlerse de mutlaka arkalarını dönerler. Sonra da yardim olunmazlar.

"Yemin olsun, eğer çıkarılırlarsa, onlarla beraber çıkmazlar, eğer savaşılırsa, onlara yardım etmezler” öyle de oldu, çünkü Abdullah bin Übey ve adamları Nadiyr oğulları ile bu hususta yazışülar, karşılıklı elçiler gönderdiler, sonra da onlara katılmadılar. Bunda Efendimizin gerçek peygamber olduğuna ve Kur'ânın mu'cize olduğuna delil vardır.

"Yemin olsun, eğer yardım ederlerse” öyle farz ve takdir edilse "mutlaka arkalarını dönerler” yenilerek "sonra da yardım olunmazlar” arkasından, bilâkis Allah onlan yalnız bırakır ve münâfıkların onlara yardımı fayda vermez ya da onların münâfıklığı demektir, çünkü iki fiilin (leyüvellune, layunsarune) zamirlerinin Yahûdîlere de münâfıklara da gitme ihtimali vardır.

13

 Muhakkak siz onların göğüslerinde korkuca Allah'tan daha şiddetlisiniz. Bunun sebebi şudur; çünkü onlar bir anlamazlar topluluğudur.

 (Muhakkak siz daha şiddetlisiniz) yani eşeddü merhubiyeten demektir, bu da meçhul fiilin mastarıdır "onların göğüslerinde” çünkü onlar içlerinden mü'minlerden korkarlardı "Allah'tan” münâfıklıklarından dolayı gösterdikleri Allah korkusunda demektir. Çünkü içlerinde sizden korku saklamaları Allah korkusu göstermelerine sebeptir.

"Bunun sebebi şudur; çünkü onlar bir anlamazlar topluluğudur” Allah'ın büyüklüğünü bilmezler ki, ondan hakkı ile korksunlar ve onun gerçek korkulacak olduğunu büsinler.

14

 Sizinle topluca savaşmazlar, ancak tahkim edilmiş köylerde yahut duvarların arkalarında savaşırlar. Savaşları kendi aralannda şiddetlidir. Onları toplu / birlik sanırsın, halbuki kalpleri dağınıktır. Bunun sebebi şudur; çünkü onlar bir akıl etmezler topluluğudur.

"Sizinle savaşmazlar” Yahûdîler ve münâfıklar "topluca” birlik hâlinde meydan savaşı yapmazlar "ancak tahkim edilmiş köylerde” kapı önlerinde ve hendeklerde "ya da duvarların arkalarından savaşırlar” bu da aşırı korkularındandır. İbn Kesîr ile Ebû Amr cidar şeklinde okumuşlar, Ebû Amr dalin fethasını imâle etmiştir (cideyr). "Savaşları kendi aralannda şiddetlidir” yani bu zayıflıklanndan ve korkaklıklarından değildir; çünkü birbirleriyle şiddetli savaş ederler; bilâkis Allah'ın kalplerine korku salmasından böyledir. Bir de yiğit korkaklaşır ve onurlu zület gösterir, Allah ve Resûlü ile savaştığı zaman (elleri bağlanır). "Onları birlik sanırsın” toplu ve müttefik "kalpleri ise dağınıktır” çünkü inançları değişik, maksatları ayrıdır.

"Çünkü onlar bir akıl etmezler topluluğudur” neyin faydalarına olduğunu akıl edemezler, fikir ayrılığı da güçlerini zayıflatır.

15

 Onların hâli kendilerine yakın (az önce), işlerinin vahim cezasını tadanların hâli gibidir. Onlar için acıklı bir azâp vardır.

"Onların hâli kendilerinden öncekilerin hâli gibidir” yani Yahûdîlerin durumu Bedir'dekilerin durumu gibidir ya da Kaynuka oğullarının durumu gibidir, eğer onların Nadiyr oğullarından önce yurtlarından çıkarıldıkları doğru ise ya da geçmiş milletlerden helâk olanların hâli gibidir "az önce” yakın zamanda, karibenin mensûb olması mesel lâfzı iledir. Çünkü takdir: Kemeseli vücudi şeklindedir.

"İşlerinin vebalini tadanların durumu gibidir” dünyada kâfir olmalarının kötü sonucuna katlananlar gibidir.

"Onlar için acıklı bir azâp vardır” Âhirette.

16

 Şeytanın durumu gibi; hani insana:

"Kâfir oldemişti. O da kâfir olunca:

"Şüphesiz ben, senden uzağım. Şüphesiz ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarımdemişti.

"Şeytanın durumu gibi” yani münâfıkların Yahûdîleri savaşa kışkırtmaları şeytanın durumu gibidir,

"hani, insana:

"Kâfir ol” demişti. Onu küfre teşvik etti, tıpkı amirin memuru teşviki gibi.

"O da kâfir olunca:

"Şüphesiz ben, senden uzağım. Şüphesiz ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım” demişti” azapta ona ortak olur korkusu ile ondan uzaklaştı, bunun da ona faydası olmadı, nitekim şöyle buyurmuştur:

17

 İkisinin akıbeti, onların ebedî kalıcılar olarak cehennemde kalmaları oldu. İşte zâlimlerin cezası budur!

"İkisinin akıbeti, onların ebedî kalıcılar olarak cehennemde kalmaları oldu. İşte zâlimlerin cezası budur!” insandan murat edilen cinstir. Ebû Cehil de denilmiştir. Çünkü şeytan ona Bedir savaşında "bugün insanlardan sizi yenecek yoktur, ben sizin yardımcınızım” (Enfâl: 48) demişti.

Şöyle de denilmiştir: İnsandan murat edilen bir rahiptir, şeytan onu zinaya ve dinden dönmeye sürükledi. Âkıbetühüma şeklinde de okunmuştur ki, o zaman ennehüma kâne'nin haberi olur, hâlidani de okunmuştur ki, enne'nin haberi, finnari de zarf-ı lağv (hâlidani'ye müteallik) olur.

18

 Ey îman eden kimseler, Allah'tan korkun. Her nefis yarın için önden ne göndermişse ona baksın. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

"Ey îman eden kimseler, Allah'tan korkun. Her nefis yarın için önden ne göndermişse ona baksın” kıyâmet günü için, ona böyle (yarm) demesi yakın olduğu içindir ya da dünya bugün, âhiret de yarın gibi olduğu içindir. Ğadin şeklinde nekire olması onu önemsetmek içindir. Nefsin nekire olması da Âhirete bir şeyler gönderen nefislerin bağımsız olmalarındandır, sanki: Tek tek nefis buna baksın demiş gibidir.

"Allah'tan korkun” te'kit için tekrar edilmiştir ya da birincisi vacipleri yerine getirmek içindir, çünkü amellerle beraberdir, ikincisi de haramları terk etmek içindir, çünkü o da:

"Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır” kavline bitişiktir. Bu da isyanlara karşı tehdit gibidir.

19

 Allah'ı unutup da Allah'ın da kendilerine nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar, evet onlar fâsıklardır.

"Allah’ı unutanlar gibi olmayın” hakkını unutanlar gibi "Allah'ın da kendilerine nefislerini unutturduğu gibi olmayın” nefislerini unutturdu öyle ki, onlara fayda verecek şeyi duymaddar ve onları kurtaracak şeyi yapmadılar ya da onlara kıyâmet gününde öyle korkular gösterdi ki, kendilerine nefislerini unutturdu.

"İşte onlar, evet onlar fâsıklardır” tam fâsıklardır.

20

Cehennemin yaranları ile cennetin yaranları bir olmaz. Cennetin yaranları kurtulanlardır.

"Cehennemin yaranları ile cennetin yaranları bir olmaz” berikiler nefislerini kemale erdirdikleri için cennete lâyık oldular, nefislerini hor duruma düşürenler de cehennemi hak ettiler. Arkadaşlarımız bunu kâfire karşı Müslümanın öldürülmeyeceğine delil getirmişlerdir.

"Cennetin yaranları kurtulanlardır” ebedî nimetle.

21

Eğer biz bu Kur'ân'ı bir dağın üzerine indirseydik, elbette onu Allah'ın korkusundan baş eğmiş, parçalanmış olarak görürdün. İşte bu misalleri insanlara veriyoruz, belki düşünürler.

"Eğer biz bu Kur'ân'ı bir dağın üzerine indirseydik, elbette onu Allah’ın korkusundan baş eğmiş, parçalanmış olarak görürdün". Bu da "gerçekten biz emaneti göklere ve yere sunduk” (Ahzab: 72) âyeti gibi temsilî ve hayalîdir. Bunun içindir ki, arkasından:

"İşte bu misalleri insanlara veriyoruz, belki düşünürler” buyurmuştur. Çünkü işâret buna ve bunun gibileredir. Maksat insanoğlunu Kur'ân okunduğu zaman kalbinin katılığından ve onu az düşünmesinden dolayı kınamaktır. Âyette geçen tasaddu' yarılmaktır. İdgam ile mussaddian de okunmuştur.

22

Allah o zattır ki, ondan başka ilâh yoktur. Görünmeyeni ve görüneni bilendir. O çok merhametli, çok merhametlidir.

"Allah o zattır ki, ondan başka ilâh yoktur. Görünmeyeni ve görüneni bilir” histen kaybolan (his ötesi) kutsal cevherleri ve hâllerini ve hissin sınırına giren nesne ve arizî şeyleri bilir. Gaybin öne alınması varlıkta önceliğinden ve kadîm ümin ona taallukundandır ya da (görünmeyen ve görünen) yok ile var yahut gizli ile açık demektir. Dünya ile âhiret de denilmiştir.

"O çok merhametlidir, çok merhametlidir".

23

Allah odur ki, ondan başka ilâh yoktur. Mülkün sâhibidir, kutsaldır, esenlik verendir, emniyet verendir, hıfz edendir, mutlak gâlibtir, istediğini yaptırandır ve en büyüktür. Allah onların şirk koştukları şeyden münezzehtir.

"Allah odur ki, ondan başka ilâh yoktur. Mülkün sâhibidir, kutsaldır". Noksanlık getirecek şeyden çok uzaktır. Feth ile (kaddus) da okunmuştur ki, o da lügattir.

"Selâmdır” bütün eksiklik ve afetlerden salimdir, selamettedir, selâm mastardır, mübalağa için sıfat olarak kullanılmıştır.

"Mü'mindir” emniyet / güven verendir. Feth ile (mü'men) de okunmuştur ki, mü'menün bih (îman edilen, tasdik edilen) demektir, harf-i cer hazf edilmiştir.

"Müheymin” her şeyi murakabe eden, gözetleyen demektir, bu da emn kökünden müfeyil veznindedir, hemzesi he'ye kalp edilmiştir.

"Mutlak gâlibtir, istediğini yaptırandır” halkım murat ettiği şeye zorlayandır ya da onları ıslah ederek eksiklerini kapatandır demektir.

"Mütekebbir” en büyüktür, ihtiyaç yahut eksiklik icap eden her şeyden yücedir.

"Allah onların şirk koştukları şeyden münezzehtir” çünkü onlardan hiçbirisi bu hususlarda ona ortak değildir.

24

Allah odur ki, yaratandır, var edendir ve suret (şekil) verendir. En güzel isimler onundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey nu tesbih eder. O mutlak gâlib, hikmet sâhibidir.

"Allah odur ki, yaratandır” eşyayı hikmetine göre takdir edendir,

"bâridir” onları tutarsızlıktan uzak olarak icat edendir.

"Suret verendir” şekü ve niteliklerini murat ettiği gibi icat edendir. Kim bu isimlerin ve benzerlerinin uzun şerhini öğrenmek isterse, benim Müntehal Müna adındaki kitabıma müracaat etsin.

"En güzel isimler onundur” çünkü güzel manalara delâlet etmektedir.

"Göklerde ve yerdeki her şey nu tesbih eder” çünkü o bütün noksanlardan münezzehtir.

"O azîz (mutlak gâlib), hikmet sâhibidir” bütün kemalatı kendinde toplamıştır; çünkü bunlar kudret ve ilimde kemalatı gösterir.

0 ﴿