66 / TAHRÎM SÛRESİ1Ey Peygamber, niçin eşlerinin rızâsını aramak için Allah'ın sana helâl ettiğini kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. "Ey Peygamberim, niçin eşlerinin rızâsını kazanmak için Allah'ın sana helâl ettiğini kendine haram ediyorsun?” Rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz Hazreti Âişe'nin yahut Hafsa'nın nöbetinde Mariye ile baş başa kaldı, Allah onlardan râzı olsun. Hafsa da bunu fark etti ve bu hususta Peygambere sitem etti; o da Mariye'yi kendine haram etti, âyet bunun üzerine indi. Şöyle de denilmiştir: Efendimiz, Hafsa'nın yanında bal şerbeti içti; Âişe, Şevde ve Safîye anlaştılar ve Efendimiz'e: Senden Mağafir (urfut) kokusu alıyoruz, dediler; o da balı kendine haram etti; âyet de bunun üzerine indi. "Eşlerinin rızâsını aramak için” bu da lime tüharrimü (niçin haram ediyorsun) fiilinin tefsiridir yahut onun fâ'ilinden hâl’dir ya da buna götüren şeyi açıklamak için yeni söz başıdır. "Allah çok bağışlayıcıdır” bu zelleden (ufak kusurdan) dolayı, çünkü Allah'ın helâl ettiğini harâm etmek câiz değildir. "Çok merhametlidir” seni, çünkü seni bundan dolayı sorumlu tutmadı; ismetini (onurunu) korumak için sana sitem etti. 2Gerçekten Allah size yeminlerinizi çözmeyi farz kıldı. Allah yardımcınızdır. O, her şeyi bilen, hikmet sâhibidir. "Gerçekten Allah size yeminlerinizi çözmeyi farz kıldı” şimdi de onu çözmeye başladı, o da yeminle bağladığı şeyi kefaretle çözmektir ya da inşallah diyerek istisna etmektir ki, yemini bozulmasın. Bu da hallele fî yeminihi deyiminden gelir ki, yeminden sonra inşallah, demektir. Mutlak haram etmeyi yahut kadını yeminle haram etmeyi görenler bunu delil getirmiştir ki, zayıftır. Çünkü yemin kefaretinin vâcip olmasından onun yemin olması lâzım gelmez, kaldı ki, Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm yemin lâfzını da kullanmış olabilir, nitekim öyle denilmiştir. "Allah yardımcınızdır” işinizin mütevellisidir. "O çok iyi bilendir” neyin işinize yarayacağını "hikmet sâhibidir” işlerini ve hükümlerini sağlam yapar. 3Hani, Peygamber bazı eşlerine bir söz sır vermişti. Kadın ona haber verip de Allah da onu açığa çıkarınca, bir kısmını bildirdi, bir kısmından da vazgeçti. Peygamber ona bildirince, kadın: "Bunu sana kim haber verdi?” dedi. O da: "Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah) haber verdi” dedi. "Hani, Peygamber eşlerinden birine bir sır vermişti” yani Hafsa'ya demektir "bir söz” Mariye'yi yahut bali harâm etmesi ya da hüafetin kendinden sonra Ebû Bekir'e ve Ömer'e kalacağım bildirmesi, Allah o ikisinden râzı olsun. "Kadın ona haber verince” Hafsa o sözü, Âişe'ye haber verince, Allah o ikisinden râzı olsun, "Allah da onu açığa çıkarınca” Peygamber aleyhis-salâtü ves-selâmı o sözden yani ifşasından haberdar kılınca "bir kısmını bildirdi". Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Hafsa'ya yaptığının bir kısmını bildirdi "bir kısmından da vazgeçti". Kerem göstererek bir kısmını bildirmedi ya da bir kısmına karşılık olarak onu boşadı ve bir kısmından da vazgeçti. Kisâî'nin şeddesiz olarak (arefe) okuması da bunu destekler; çünkü başkasma ihtimali yoktur; fakat şeddeli (arrefe) sebep (ceza verme) yerine müsebbebi (tarifi) zikretmek kabilindendir, şeddesiz ise tam aksinedir. Birinciyi şu "Peygamber ona bildirince kadın: "Bunu sana kim haber verdi?” dedi. O da: Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah) haber verdi, dedi” kavli destekler, çünkü bu, bildirme (arrefe) lâfzına daha uygundur. 4Eğer ikiniz Allah'a tevbe ederseniz (ne âlâ), zaten kalpleriniz kaymıştır. Eğer ona karşı yardımlaşırsanız, şüphesiz onun yardımcısı Allah'tır, Cebrâîl'dir ve mü'minlerin iyileridir. Bundan sonra melekler de yardımcıdır. "Eğer ikiniz Allah'a tevbe ederseniz” hitap Hafsa ile Âişe'yedir, daha şiddetli sitem etmek için üslup değiştirilmiştir "zaten kalpleriniz kaymıştır” tevbe etmeyi gerektiren şey mevcuttur. O da sevdiğini sevmek ve sevmediğini sevmemekle Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e gösterilmesi vâcip olan sadakattan kalplerinizin kaymasıdır. "Eğer ona karşı yardımlaşırsanız” onu üzecek şeyde birbirinize destek olursanız, demektir. Kûfeli kurralar şeddesiz olarak (tezahera) okumuşlardır. "Şüphesiz onun yardımcısı Allah'tır, Cebrâîl'dir ve mü'minlerin iyileridir” Allah'ın, meleklerin ve iyi mü'minlerin yardımından mahrum kalmayacaktır. Çünkü Allah onun yardımcısıdır. Kerubiyyun meleklerinin başı olan Cebrâîl de onun yakınıdır, sâlih mü'minler de adamları ve destekçileridir. "Bundan sonra melekler de yardımcıdır” Cebrâîl'i özel olarak zikretmesi, onu büyütmek içindir. İyiden murat edilen de cinstir, bunun içindir ki, izafetle (salihül mü'minin) genelleştirmiştir. "Ba'de Zâlike” kavli de Allah'ın yardımda kullanacağı kimseler arasından meleklerin yardımını önemsetmek içindir. 5Eğer sizi boşarsa, Rabbinin ona sizden bedel dullar ve bakireler olarak Müslüman kadınlar, mü'min kadınlar, divan duran kadınlar, tevbe eden kadınlar, ibâdet eden kadınlar ve oruç tutan kadınlar vermesi umulur/kesindir. "Eğer sizi boşarsa, Rabbinin ona sizden bedel eşler vermesi umulur/kesindir” bu da muhatabı daha çok sayma veyahut muhatabı genelleme babındandır. Bunda Hafsa'yı boşamadığım ve kadınlar arasında onlardan daha iyileri bulunduğunu gösteren bir şey yoktur. Çünkü hepsini boşamanın şarta bağlanması birinin boşanmasına mani değildir, olmayan bir şeye talik edilenin de olması zorunlu değildir. Nâfi’ ile Ebû Amr şedde ile” enyübeddilehu” okumuşlardır. "Müslüman kadınlar, mü'min kadınlar” îmanı ikrar eden ihlâslı yahut itâatkâr ve tasdik eden kadınlar demektir. "Divan duran kadınlar” namaz kılan yahut tâata devam eden kadınlar demektir. "Tevbe eden kadınlar” günahlardan "ibâdet eden kadınlar” kulluk eden yahut Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in emrine karşı uysal davranan kadınlar demektir. "Sâihâtin” oruç tutan kadınlar demektir, oruç tutana saih (seyahat eden) denilmesi, gündüz boyu azıksız dolaşmasındandır ya da hicret eden kadınlar demektir. "Dullar ve bakireler olarak” araya atıf edatını koyması bu ikisinin birbirine zıt olmasındandır, bir de bu ikisi bir tek sıfat hükmündedir; çünkü mana dulları ve bakireleri içine alan kadınlar demektir. 6Ey îman edenler, kendinizi ve ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun üzerinde sert, katı melekler vardır ki, onlara emrettiği şeylerde Allah'a isyan etmezler ve kendilerine emrolunam yaparlar. "Ey îman edenler, kendinizi koruyun” isyanları terk etmek ve taatları yapmakla "ve ailelerinizi” nasihat etmek ve terbiye etmekle. Kû emrinin vâv'mâ atfen ehlîküm de okunmuştur, o zaman enfüseküm muhatapları daha çok sayarak her iki grubun da nefisleri olmuş olur. "Bir ateşten ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır” öyle bir ateş ki, diğer ateşlerin odunla tutuşması (odun yakması) gibi bu da bu ikisi ile tutuşur (bunları yakar). "Onun üzerinde melekler vardır” onunla görevli melekler vardır ki, onlar da zebanilerdir "katı ve serttirler” sözleri sert, fiilleri katıdır ya da ahlakları sert, gövdeleri kalındır, zor işlere dayanıklıdır. "Onlara emrettiği şeylerde Allah'a isyan etmezler” geçmişe ait şeylerde "ve kendilerine emrolunam yaparlar” gelecekte. Ya da emirleri kabul etmekten ve üstlenmekten imtina etmezler, emrolundukları şeyi yerine getirirler. 7Ey kâfirler, bugün özür dilemeyin. Ancak yaptığınız şeylerle cezalanıyorsunuz. "Ey kâfirler, bugün özür dilemeyin. Ancak yaptığınız şeylerle cezalanıyorsunuz” yani onlara ateşe girerken böyle denilir. Özür dilemelerini men etmek, özürleri olmadığındandır yahut özrün onlara fayda vermemesindendir. 8Ey îman eden kimseler, Allah'a samimi bir tevbe ile tevbe edin. Rabbinizin kötülüklerinizi örtmesi ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi umulur/kesindir. O günde ki, Allah Peygamberi ve onunla beraber îman edenleri perişan etmez. Nurları önlerinde ve sağlarında koşar. "Rabbimiz, nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Şüphesiz sen her şeye kâdirsin” derler. "Ey îman edenler, Allah'a samimi bir tevbe ile tevbe edin” samimiyetin son mertebesine ulaşmış bir tevbe ile bu da (nasuh) tevbe edenin sıfatıdır; çünkü tevbe etmekle kendi nefsine nasihat eder. Onun sıfat olması mübalağa için mecâzîdir ya da (nasuh) nasahat'in sonuna varmış demektir ki, o da dikiş dikmektir, sanki o tevbe günahın yırttığını dikiyor. Ebû Bekir nûn'un zammı ile nusuh okumuştur ki, mef'ûlu muüak olur ve nasihat manasınadır, tıpkı şükr ve şükür gibi ya da nasahat manasınadır ki, sebat ve sübût gibi olur. Takdiri de zatu nusuhin yahut tensahu nusuhan yahut tubu nasuhan lienfüsiküm demektir (sonuncusunda mef’ûlün leh olur). Hazret-i Ali radıyallahü anlı'e nasuh tevbesini sordular o da şöyle dedi: Onun altı şartı vardır: Geçmiş günahlara pişman olmak, farzları iade etmek, kul hakkını geri vermek, hasımlardan helâllik dilemek, bir daha o şeye dönmemeye karar vermek ve nefsini günahlarda büyüttüğün gibi Allah’ın taatında büyütmek. "Rabbinizin kötülüklerinizi örtmesi ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi umulur/kesindir.” “Umut” fiili” asâ”yı kullanması, meliklerin âdeti üzeredir (onlar bu kalıpla konuşurlar) ve şunu bildirmek içindir ki, tevbe Allah’ın lütfüdür, onu kabul etme mecburiyeti yoktur ve kul, korku ile umut arasında olmalıdır. (O günde ki, Allah Peygamberini perişan etmez) bu da yüdhileküm'ün zarfıdır (ve onunla beraber îman edenleri) bu da ennebiyye'nin üzerine atıftır, mü'minleri övmek ve onlara düşmanlık edenlere göndermede bulunmak içindir. Vellezine'nin mübteda olduğu, haberinin de (nurları önlerinde ve sağlarında koşar) kavli olduğu da söylenmiştir. Yani sıratta böyle olur demektir. "Derler” münâfıkların nûru söndüğü zaman: "Rabbimiz, nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Şüphesiz sen her şeye kâdirsin". Şöyle de denilmiştir: Nurları amellerine göre farklı olur; o sebeple lütfen onu tamamlamasını isterler. 9Ey Peygamber, kâfirler ve münâfıklarla cihâd et, onlara sert davran. Onların barınakları cehennemdir. O ne kötü varış yeridir! "Ey Peygamberim, kâfirlerle cihâd et” kılıçla "ve münâfıklarla” delille "onlara sert davran” yumuşaklık son haddine vardığı zaman cihâd ettiğin şeyler arasında onlara sertliği kullan. "Onların barınakları cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!” cehennem yahut barınakları. 10Allah kâfirler için Nûh'un karısı ile Lût'un karısını misal verdi: Bu ikisi kullarımızdan iki iyi kimsenin (nikahları) altında idi. (Onlara) hiyanet ettiler de o ikisi, onlardan Allah'tan hiçbir şeyi savmadı. Onlara: "Ateşe girenlerle beraber girin” denildi. "Allah kâfirler için Nûh'un karısı ile Lût'un karışım misal verdi". Allah onların küfürleri sebebiyle azâp görüp Peygamber ve mü'minlerle aralarında münasebet olmakla kayınlmayacakları konusundaki hâllerini bu iki kadının hâline benzetti: "Bu ikisi, kullarımızdan iki iyi kimsenin (nikâhları) altında idiler” böyle demekle Nûh ile Lût'u büyütmek istiyor, o ikisine selâm olsun. "Onlara hiyanet ettiler” münâfıklık etmekle "o iki peygamber onlardan Allah'tan hiçbir şeyi savmadılar” bu iki peygamber evlilik hakkı ile onlardan hiçbir şeyi savmadılar. "Onlara denildi:” o iki kadına ölecekleri zaman yahut kıyâmet gününde: "Ateşe girenlerle beraber girin (denildi)". Onlarla Peygamberlerin arasında bağ bulunmayan ve ateşe giren diğer kâfirlerle beraber. Peygamberlere selâm olsun. 11Allah îman edenler için de Fir'avn'in karısını misal verdi: Hani: Rabbim, benim için kendi katında, cennette bir ev yap ve beni Fir'avn'den ve amelinden (işinden) kurtar ve beni zâlimler kavminden kurtar, demişti. "Allah îman edenler için de Fir'avn'in karısını misal verdi". Kâfirlerle bağlantılı olma hâllerini Asiye radıyallahü anha'nın hâline ve durumuna benzetti. Üstelik o, Allah'ın en azılı düşmanlarından birinin nikâhı altında idi. (Hani, demişti:). Bu da mahzûf mesel'in zarfıdır (mesele imreeti fir'avne) "Rabbim, benim için kendi katında, cennette bir ev yap” rahmetine yakın ya da sana yakınların en yüksek dereceleri arasında demektir. "Beni Fir'avn'den ve amelinden kurtar” onun kötü nefsinden ve yaramaz amelinden "ve beni zâlimler kavminden kurtar” zulümde ona tâbi olan Kıptîlerden. 12Ve İmran kızı Meryem'i (misal verdi). O ki, namusunu korudu; biz de ona ruhumuzdan üfledik, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti, divan duranlardan oldu. (Ve İmran kızı Meryem'i (misal verdi)). Bu da imreeti fir'avn'e atıftır, bu misali de kocasız kadınları teselli etmek için getirdi. "O ki, namusunu korudu” erkeklerden "biz de ona üfledik” dişilik organına. Fenefahna fiha da okunmuştur ki, Meryem'e yahut rahmindeki cenine demektir "ruhumuzdan” bir asıla dayanmadan yarattığımız ruhumuzdan. "O da Rabbinin kelâmını tasdik etti” indirilen suhuflarını ya da peygamberlerine vahyettiği şeyleri "kitabını” ve Levh-i Mahfûz'da yazdıklarım ya da indirilen kitapların cinsini demektir ki, Basralıların ve Hafs'ın cemi sıygasıyla (ve kütübihi) okuması da onu gösterir. Tekü olarak bikelimetillahi ve kitabini de okunmuştur ki, Îsa aleyhisselâm ile İncil'i tasdik etti demektir. "Divan duranlardan idi” taâta devam edenler sınıfından idi. Kanitîn şeklinde müzekker olması erkeklerin sayıca çok kabul edilmelerindendir ve şunu bildirmek içindir ki, o, taatta kemale eren erkeklerden geri kalmamış; onlardan sayılmıştır. Ya da Meryem onların neslinden idi demektir ki, o zaman minel kanitîn'deki min edâtı iptidaiye için olur. Peygamber sallallahu aleyhi ve seilem'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Erkeklerden çokları kemale erdi; kadınlardan ise ancak şu dördü kemale erdi: Fir'avn'nin karısı Asiye bint Müzahim, İmran kızı Meryem, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed kızı Fatıme. Âişe'nin de kadınlara üstünlüğü tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir. Aleyhis-salâtü ves-selâmdan: Kim Tahrim sûresini okursa, Allah ona Nasuh tevbesini nasip eder. |
﴾ 0 ﴿