67 / MÜLKMekke'de inmiştir. Ona Vakıye ve Münciye de denir, çünkü okuyucusunu kabir azabından korur. 30 âyettir. 1Mülk, yedinde/kudretinde olan (Allah) ne yücedir! O her şeye kâdirdir. "Mülk, yedinde/kudretinde olan (Allah) ne yücedir!” bütün işlerin tasarrufu kabza-i kudretinde olan Allah "o her şeye kâdirdir” istediği her şeye gücü yeter. 2O ki, hanginiz amelce daha güzeldir, diye denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O mutlak gâlib, çok bağışlayandır. "O ki, ölümü ve hayatı yarattı” onları takdir etti yahut hayatı icat etti ve onu kaderine göre ortadan kaldırdı. Ölümü öne alması "sizler ölüler idiniz de size hayat verdi” (Bakara: 28) kavlinden dolayıdır. Bir de ölüm daha güzel amel etmek için çok etküidir. "Sizi denemek için” ey mükellefler, teklifle sizi denemek isteyen gibi size muamele etmek için "hanginiz amelce daha güzeldir diye” hanginizin ameli daha doğru ve ihlâslı diye. Merfû' hadiste şöyle gelmiştir: Aküca (amelce) en güzeliniz, Allah’ın haramlarından en çok kaçınanınız ve taatına en çok koşânınızı bilmek için. "Eyyüküm ahsenü amelen” cümlesi ilim manasını içeren belva (liyeblüveküm) fiilinin ikinci mef'ûlu yerine düşmüştür. Bu, (alime) fiilinin taliki (amelden düşmesi) babından değildir, çünkü eyyüküm ahsenü amelen cümlesinin haber düşmesi buna imkân tanımaz, öyleyse fiil ondan talik edilmiş (amelden düşürülmüş) değildir, amma cümle iki mehil yerine geçse idi öyle olmazdı (talik edilmiş olurdu). "O mutlak gâlibtir” öyle gâliptir ki, kötü amel eden onu aciz duruma düşüremez, "çok bağışlayıcıdır” onlardan tevbe edenleri. 3O ki, yedi göğü birbiri üstüne yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir bak, bir çatlak görecek misin? "O ki, yedi göğü birbiri üstüne yarattı". Birbirinin üzerinde tabaka hâlinde, tıbakan mastardır, tabaktün naie deyiminden gelir ki, ayakkabının altına üst üste taban yapıştırmaktır, tıbakan sıfat olarak kullanılmıştır ya da tubikat tıbakan (mef'ûlu mutlak) veyahut zate tıbakın (sıfat olarak) kullanılmıştır, tabakin çoğuludur, cebel ve cibal gibi ya da tabaka'nın çoğuludur, rahabe ve rihab gibi. "Rahmanin yaratmasında bir düzensizlik göremezsin” Hamze ile Kisâî min tefevvütin okumuşlardır ki, ikisinin manası birdir, Meselâ taahüd ve taahhüd gibi. Tefavüt de ihtilâf ve düzensizliktir. Fevt (kaçırma) kökünden gelir; çünkü ihtilâf eden iki kimseden her biri diğerinden bir şeyler kaçırır. Cümle seb'a (yedi) lâfzının ikinci sıfatıdır, burada halkur rahmân olayı büyütmek için zamir yerine kullanılmıştır. Ve şunu bildirmek içindir ki, Allahü teâlâ bu gibi şeyleri üstün kudreti ile rahmet ve lütuf olarak yaratır ve yaratmasında da sayılamayacak kadar büyük nimetler vardır. (Göremezsin) hitabı da Peygamberedir ya da her muhatabadır. "Gözünü çevir bak, bir çatlak görecek misin?” cümlesi de yukarıya sebep ilişkisi bakımından bağlıdır yani sen bunlara defalarca baktın, iyi düşünerek bir daha bak, o zaman ne kadar mütenasip, doğru ve gerekeni içinde topladığını gözünle görürsün. Âyette geçen fütur çatlaktır, maksat da yarık ve arıza demektir. Fatarahu deyiminden gelir ki, yarmaktır. 4Sonra gözünü iki kere daha çevir; göz sana hor ve bitkin olarak dönecek. "Sonra gözünü iki kere daha çevir” arıza bulmak için, iki kereden maksat tekrar ve çok bakmaktır, Meselâ lebbeyke ve sa'deyke dualarında olduğu gibi. Bunun içindir ki, emre: "Göz sana hor ve bitkin olarak döner” kavli ile cevap vermiştir ki, aradığını bulmaktan çok uzak olarak döner demektir. Sanki küçültülerek ondan kovulmuş, eli boş dönmüştür. "Hasiyr” uzun uzadıya ve tekrar tekrar bakmaktan yorgun düşer demektir. 5Yemin olsun, gerçekten dünya göğünü kandillerle süsledik ve onları şeytanlar için atış taneleri kıldık ve onlar için çılgın ateş azabını hazırladık. "Yemin olsun, gerçekten dünya göğünü süsledik” göklerin yere en yakın olanını "kandillerle” geceleri oradaki kandiller gibi ışık veren yıldızlarla "ve onları şeytanlar için atış taneleri kıldık” onların bir faydası daha vardır, o da düşmanlarınızı taşlamaktır. Rucum feth ile recm'in çoğuludur. O da mastardır, atılan şeye verilen isimdir, bu da onlardan kaynaklanan ateş toplarının süzülüşü ile atılan şeyler (mermiler)dir. Bunun manası şöyledir de denilmiştir: Onları müneccimler demek olan insan şeytanları için atış ve zan kıldık. "Ve onlar için çılgın ateş azabını hazırladık” onları dünyada ateş topları ile yaktıktan sonra Âhirette de onlar için bu azâbı hazırladık. 6Rablerini inkâr edenler için cehennem azâbı vardır. Ne kötü varılacak yerdir. "Rablerini inkâr edenler için vardır” şeytanlarından ve diğerlerinden (cehennem azâbı, orası ne kötü yerdir!) nasb ile azabe cehenneme de okunmuştur ki,llezine lehüm'e atfedilmiş, azabe de azabes sair'e atfedilmiş olur. 7Oraya atıldıkları zaman onun için soluma (sesi) duyarlar, o ise kaynıyor. "Oraya atıldıkları zaman onun için bir soluma (sesi) duyarlar” merkep sesi gibi bir ses işitirler "o ise kaynıyor” onlarla kaynıyor, tencerenin, içindeki şeyle kaynaması gibi, 8Neredeyse ülkesinden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir bölük atılırsa, bekçileri onlara: "Size bir uyarıcı gelmedi mi?” diye sorar. "Neredeyse öfkesinden çatlayacak” onlara karşı öfkesinden köpürüyor, bu da onları yakarken şiddetle alevlenmesinin temsilidir. Bundan zebanilerin kükremesini murat etmek de câizdir. "Her ne zaman oraya bir bölük atılırsa” kâfirlerden bir cemâat "bekçileri onlara: "Size bir uyarıcı gelmedi mi” diye sorar?” sizi bu azaptan korkutacak bir uyarıcı demektir bu da onları azarlama ve paylamadır. 9(Onlar da): "Evet, gerçekten bize bir uyarıcı geldi; bizse yalanladık ve: "Allah hiçbir şey indirmedi. Siz ancak büyük bir sapıklıktasınız” dedik, derler. "Onlar da: "Evet, gerçekten bize bir uyarıcı geldi; bizse yalanladık ve: "Allah hiçbir şey indirmedi. Siz ancak büyük bir sapıklıktasınız” dedik, derler” yani elçilere inanmadık ve onları yalanlamada ileri gittik, öyle ki, kitap indirmeyi ve peygamber göndermeyi tamamen reddettik. Onlara, sapık, dedik. Âyette geçen nezîr ya çoğul manasınadır, çünkü faü veznindedir ya da mastardır, muzâf takdir edilmiştir yani ehlü inzarın (korkutma ile görevliler) demektir yahut da mübalağa için bu sıfatı taşıyan demektir. Ya da nezîr tek içindir hitap da muhatabı gâipten çok kabul ederek ona ve emsallerinedir. Ya da mana şöyledir: Giren bölükler: Bizden her gruba Allah'tan bir peygamber geldi, biz de onları yalanladık ve onları sapıklıkla itham ettik, derler. Hitabın gizli kavl maddesi ile zebanilerden kâfirlere olması da câizdir ki, o zaman sapıklık dünyadaki sapıklıkları ya da o anda içinde bulundukları azapları demek olur (böyle derler). 10Dediler: "Eğer dinliyor yahut anlıyor olsa idik, çılgın ateşin arkadaşları içinde olmazdık". "Dediler: "Eğer dinleseydik” elçilerin sözlerini, onları gösterdikleri mu'cizelerine bakarak ve onlara itimat ederek fazla incelemeden ve araştırmadan dinlese idik "yahut anlıyor olsa idik” onun hikmet ve manalarını basiretli kimseler gibi düşünseydik "çılgın ateşin arkadaşları arasında olmazdık” onlardan sayılmaz ve onların grubu içinde olmazdık. 11Böylece günahlarını itiraf ettiler. Çılgın ateşin arkadaşları (rahmetten) uzak olsunlar. "Böylece günahlarım (suçlarını) itiraf ettiler” fakat fayda vermeyecek bir zamanda itiraf ettiler. İtiraf bilerek ikrar etmektir, zenb çoğul yapılmamıştır; çünkü aslında mastardır ya da ondan küfür (inkâr) murat edilmiştir. "Çılgın ateşin arkadaşları uzak olsunlar!” Allah onları helâk etsin ve onları rahmetinden uzak etsin. Cehennemin diğer isimleri değil de saîr'ın kullanılması; veciz olması, mübalağa ve ület bildirmek içindir. Kisâî zamme ile suhukan okumuştur. 12Şüphesiz Rablerinden gıyaben korkanlar için bir bağış ve büyük bir mükâfat vardır. "Şüphesiz Rablerinden gıyaben korkanlar için” kendilerinden gâip olan ve henüz görmedikleri azabından korkanlar ya da ondan ve insanların gözlerinden gâipken ya onlardan gizli olan şeyle yani kalpleri ile korkanlar için "bir bağış vardır” günahları için "ve büyük bir mükâfat vardır” öyle ki, onun yanmda dünya zevkleri küçük / sönük kalır. 13Sözünüzü ister gizleyin, ister onu açıklayın; şüphesiz o, göğüslerin özünü pekiyi bilendir. "Sözünüzü ister gizleyin, onu ister açıklayın, şüphesiz o, göğüslerin özünü pekiyi bilendir” kalplerden geçeni gizli olsun açık olsun daha geçmeden önce bilir. 14Yaratan bilmez mi? O iç yüzü bilen, her şeyden haberdar olandır. "Yaratan bilmez mi?” eşyayı hikmetinin takdirine göre var eden, gizliyi ve açığı bilmez mi? "O iç yüzü bilen, her şeyden haberdar olandır". İlmi halkından açık olana gizli olana ulaşandır ya da Allah yarattığını bilmez mi? Bu (Allah iç yüzü bilendir) ifadesi bu durumu ve bu hâliyle yalemü (bilir) fiilinin mef'ûl almaşım gerektirir ki, bir anlamı olsun. Rivâyete göre müşrikler kendi aralarında bir şeyler konuşurlardı; Allah da onları Resûlüne haber verirdi. Onlar da: Gizli konuşun ki, Muharnmed'in İlâhı duymasın, derlerdi. Böylece Allah onların cahilliklerine dikkat çekti. 15O ki, yeryüzünü sizin için hor kıldı; onun omuzlarında yürüyün ve onun rızkından yiyin. Dönüş yalnız onadır. "O ki, yeryüzünü sizin için hor kıldı” üzerinde kolayca yürümeniz için yumuşak kıldı "onun omuzlarında yürüyün” çevresinde yahut dağlarında demektir. Bu da aşırı horluğunun misalidir. Çünkü deve omuzlarına binmek isteyene müsaade etmez ve ona hor / uysal davranmaz. Binâenaleyh yeryüzü omuzlarında yürünecek şekilde hor kılınırsa hor kılınmayan hiçbir şey kalmaz. "Onun rızkından yiyin” nimetlerinden arayın. "Dönüş yalnız onadır” varış onadır; nimetlerine şükrünüzden size soracaktır. 16Göktekinden, sizi yere batırmasından emin mi oldunuz? Bir de o sallanıyor. "Göktekinden emin mi oldunuz?” yani bu âlemi idare etmekle görevli meleklerden demektir ya da Allahü teâlâ'dan demektir ki, emri gökte olanla te'vil edilir yahut hükmü gökte olan demektir ya da Arapların iddiasına göre demektir. Çünkü onlar Allahü teâlâ'nın gökte olduğunu iddia ederler. İbn Kesîr ilk hemzeyi mâ-kabli Mazmûm olduğu için vâv'a kalb ederek veemintüm, ikincisini elife çevirerek vâmintüm okumuştur. Nâfi', Ebû Amr ve Rüveys'in kırâatları da böyledir. "Sizi yere batırmasından” sizi onda kayıp etmesinden (görünmez hâle getirmesinden) emin mi oldunuz. Nitekim Kârun'a öyle yapmıştır, bu da men edatından bedel-i istimaldir. "Bir de o sallanıyor” sarsılıyor, mevr (temuru) ileri geri hareket etmektir. 17Yoksa göktekinden, üzerinize taş yağmuru göndermesinden emin mi oldunuz? Uyarım nasılmış bileceksiniz! "Yoksa göktekinden, üzerinize taş yağmuru göndermesinden emin mi oldunuz?” üzerinize çakütaşı fırlatmasından demektir. "Uyarım nasılmış bileceksiniz!” korkutulan şeyi gördüğünüz zaman korkutmamı bileceksiniz fakat o zaman bümek size fayda vermeyecektir. 18Yemin olsun, gerçekten kendilerinden öncekiler de yalanladılar. Tepkim nasıl oldu? "Yemin olsun, gerçekten kendilerinden öncekiler de yalanladılar. Tepkim nasıl oldu?” azâp indirmekle reddim nasıl oldu. Bu da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem için teselli ve kavmi müşrikler için de tehdittir. 19Üstlerinde kanat açarak ve kapatarak uçan kuşlara bakmadılar mı? Onları ancak Rahmân tutuyor. Şüphesiz o, her şeyi hakkıyla görendir. "Üstlerinde kanat açarak uçan kuşlara bakmadılar mı?” saffatin havada uçarken kanatlarını açarak demektir, çünkü onlar kanatlannı açtıkları zaman ön yeleklerini bir sıraya dizmiş olurlar "ve kapatarak” kanatlarını zaman zaman yanlanna yapıştırarak, bunu da hareketi sağlamak için yaparlar. Bundan dolayıdır ki, fiil sıygasına geçilmiştir, bu da uçmada esas olanla arizî olanı ayırmak içindir (kanat açmak esas, kapatmak arizîdir). "Onları tutmaz” havada tabiata aykırı olarak "ancak Rahmân tutar” rahmeti her şeyi kaplamış olan Allah tutar; bu da onları havada uçmayı temin edecek şekü ve özelliklerde yaratmasıyladır (airodinamik). "Şüphesiz o her şeyi hakkı ile görendir” garip şeyleri nasıl yaratacağım ve acayip şeyleri nasıl idare edeceğini bilir. 20Yoksa size Allah'tan başka yardım edecek ordunuz şunlar mıdır? Kâfirler ancak bir aldanma içindedir. (Yoksa size Allah'tan başka yardım edecek ordunuz şunlar mıdır?) Bu da evelem yerav kavlinin alternatifidir, Mana da şöyledir: Bu gibi yapılan şeylere bakmadılar mı? Yere batırmak ve taş yağdırmak gibi şeylerle onlara azâp etmeye gücümüzün yettiğini bitmediler mi? Yoksa size azabını gönderirse Allah'tan başka size yardım edecek ordunuz mu var? Bu: "Yoksa onların azabımızı önleyecek İlâhları mı var?” (Enbiya: 43) âyeti gibidir. Mana böyledir ancak onlara kimin yardım edeceğini belirtmek üzere istifham tarzında verilmiştir. Bu da onların bu taksime inandıklarım göstermektedir. Men mübteda’dır, Hâza haberidir, ellezi de süasıyla beraber sıfatıdır, yansuruküm de cünd'ün, lâfzına dönük sıfatıdır. "Kâfirler ancak bir aldanma içindedir” onların dayanakları yoktur. 21Yoksa rızkım sizden kestiği takdirde size rızık verecek olan şunlar mıdır? Hayır, onlar azgınlık ve nefrette ısrar ettiler. "Yoksa size rızık verecek olan şunlar mıdır?” yoksa işâret edilip de size rızık verecek denilenler "(Allah) rızkını kestiği takdirde” yağmuru ve sizi ona götürecek ve onu meydana getirecek diğer sebepleri tutmakla. "Hayır, onlar ısrar ettiler” ısrarcı davrandılar "azgınlıkta” inatta "kaçışta” haktan kaçmada, çünkü karakterleri buna müsait değildir. 22Yüzü üstü düşerek yürüyen mi daha doğru yoldadır yoksa dosdoğru yolda dümdüz yürüyen mi? (Yüzü üstü düşerek yürüyen mi daha doğru yoldadır) kebebtuhu feekebbe (yüzü üstü düşürdüm, o da düştü) denir ki, bu garip kullamlışı olan fiillerdendir, Meselâ kaşaallahus sahabe feakşaa (Allah bulutu açtı, o da açüdı) gibi. Gerçek şudur ki, bu iki fiil (ekebbe ve akşaa) enfada (azığı bitip nelak olmak) babındandır, za kebbin ve za kaşain (düşen ve açılan, hemzesi sayruret için olan) manasına sıfattır; kebbe ve kaşaa'nın mutâvaat! değildir. O ikisinin mutâvaati inkebbe ve inkaşaadır. Mükibben'in manası yolu engebeli ve inişli çıkışlı olduğu için her an tökezleyen ve yüzü üstü düşen demektir. Bunun içindir ki, onu: "Dümdüz yürüyen gibi midir?” kavli ile karşılaştırmıştır. Seviyyen sapasağlam, tökezlemeyen demektir. "Doğru bir yolda” düz ve istikameti belli yolda demektir. Maksat müşrik ile muvahhidi iki yolcuya, iki dini de iki yola benzetmektir. Belki de yolun durumunu anlatan yüzü üstü düşmeyi vermekle yetinmesi, müşrikin devam ettiği şeye yol bile denemeyeceğindendir. Nitekim taşlık yolda yürüyen de dümdüz gidemez. Şöyle de denilmiştir: Yüzü üstü düşenden a'mâ murat edilmiştir; çünkü o doğru yoldan ayrılır, düşer; doğru yoldan gidenden de gören murat edilmiştir. Şöyle de denilmiştir: Yüzü üstü düşerek yürüyen, cehenneme yüzükoyun düşendir, dümdüz yürüyen de iki ayağı ile cennete tıpış tıpış gidendir. 23De ki: Odur ki, sizi meydana getirdi ve size kulaklar, gözler ve gönüller verdi. Ne de az şükrediyorsunuz! "De ki: Odur ki, sizi meydana getirdi ve size kulaklar verdi” öğütieri dinlemeniz için "gözler verdi” sanat eserlerini görmeniz için "ve gönüller verdi” düşünüp ibret almanız için. "Ne de az şükrediyorsunuz!” bunları yaratılış gayesinin dışında kullanmakla. 24De ki: Odur ki, sizi yeryüzünde yarattı ve yalnız ona toplanacaksınız. "De ki: Odur ki, sizi yeryüzüne yaydı ve yalnız ona toplanacaksınız” amellerinizin karşılığını görmek için. 25Diyorlar ki: Eğer doğru söylüyorsanız bu vaat ne zamandır? "Diyorlar ki: Bu vaat ne zamandır?” yani mahşerde toplanma yahut vaat edilen yere batma ve taş yağmuru "eğer doğru söylüyorsanız?” bundan da aleyhis-salâtü ves-selâm ile mü'minleri kast ediyorlar. 26De ki: O bilgi ancak Allah'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım. "De ki: O bilgi” yani bunun vaktinin bilgisi "ancak Allah'ın yanındadır” ondan başkası onu bilmez. "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım” uyarmak için bilmek hatta uyardan şeyin olacağını zannetmek bile yeter, (biliyorum ama vaktini bilmiyorum). 27Onu yakın gördükleri zaman kâfirlerin yüzü kötüleşir ve: "İşte iddia ettiğiniz şey budur” denir. "Onu gördükleri zaman” vaadi, çünkü o, vaat edilen şey manasınadır (yakın) za zülfetin demektir ki, kendilerine yakın bir yerde gördükleri zaman demektir "kâfirlerin yüzü kötüleşir” yüzlerinin üzerinde üzüntü görülür ve azâbı görmek onları üzer. "Ve: İşte iddia ettiğiniz şey budur, denir” aradığınız, acele ettiğiniz azâp. Teddeun dua kökünden tefteüun veznindedir ya da da'va kökünden yeniden dirilme yok diye iddia ettiğiniz şeydir, denir. 28De ki: Gördünüz mü, eğer Allah beni ve yanımdakileri helâk eder yahut bize merhamet ederse, kâfirleri acıklı azaptan kim kurtarır? "De ki: Gördünüz mü, eğer Allah beni helâk ederse” beni öldürürse "ve yanımdakileri” yanımdaki mü'minleri "yahut bize merhamet ederse” ecellerimizi geciktirmekle "kâfirleri acıklı azaptan kim kurtarır?” biz ölsek de kalsak da onları azaptan kimse kurtaramaz. Bu da onların: "Ona kaderin bir oyun oynamasını bekliyoruz” (Tûr: 30) sözlerinin cevabıdır. 29De ki: O Rahmanadır, ona îman ettik ve yalnız ona güvendik. Kimin apaçık bir sapıklıkta bulunduğunu bileceksiniz. "De ki: O Rahmân'dır” sizi davet ettiğim ve bütün nimetleri veren Rahmân'dır "ona îman ettik” çünkü bunu biliyoruz "ve yalnız ona tevekkül ettik” ona güvendiğimiz ve ondan başkasının zarar da fayda da veremeyeceğini bildiğimiz için. Aleyhi sılasının başa alınması tevekkülün Allah'a hâs olmasından ve bunu bildirmek içindir. "Kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu bileceksiniz” bizden ve sizden kimin böyle olduğunu. Kisâî ye ile (feseyalemune) okumuştur. 30De ki: Gördünüz mü, eğer suyunuz çekilse, size akarsuyu kim getirir? "De ki: Gördünüz mü, eğer suyunuz çekilirse” yerin dibine batarsa, öyle ki, kovalar yetişmezse, demektir. Ğavr mastardır, sıfat (ğair) manasına kullanılmıştır. "Size akarsuyu kim getirir?” akan suyu (maan) ya da gözün gördüğü ve alması kolay suyu (ayn) demektir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Mülk sûresini okursa, Kâdir gecesini ihya etmiş gibi olur. |
﴾ 0 ﴿