68 / KALEMMekke'de inmiştir. 52 âyettir. 1Nûn. Yemin olsun, kaleme ve yazdıkları şeye. "Nûn” hece harflerindendir, balığın ismi olduğu da söylenmiştir ki, ondan cins (balık cinsî) murat edilmiştir ya da Yahmut balığı murat edilmiştir ki, o da yeri taşıyan balıktır yahut da divittir, çünkü bazı balıklardan yazı mürekkebi gibi bir şey çıkarılır (mürekkep balığı). Birmcisini nûn'un sâkin olması ve harf şeklinde yazılması destekler. "Yemin olsun, kaleme” o da Levh-i Mahfûz'u yazan kalemdir ya da yazı malzemesi olan kalemdir. Allahü teâlâ çok faydalı olduğu için ona kasem etmiştir. İbn Âmir, Kisâî ve Ya'kûb ayrı nûn'u bitişik kabul ederek idgam ile okumuşlardır (nuvvelkalemi). Çünkü sâkin nûn şefevî harflere rastlarsa idgam edilir. Nâfi' ile Âsımdan da böyle rivâyet edilmiştir. Feth ile (nune) ve kesr ile (nuni) de okunmuştur, tıpkı Sâd'da olduğu gibi. "Ve yazdıkları şeye” yesturun'daki zamir birinci manaya göre kaleme gider, bu da onu büyütmek içindir. Ya da ikinci manaya göre cins murat edilerek yine kaleme gider. Fiilin (yazmanın) alete isnat edilip akıllı yerine konulması onların (akıllıların) yerine geçtiği içindir ya da zamir hafaza meleklerine gider, mâ edâtı da mastariye (yazmak) yahut mevsûledir (yazdıkları şey). 2Ki sen, Rabbinin nimeti sayesinde deli değilsin. "Ki sen, Rabbinin nimeti sayesinde deh değilsin” kasemin cevabıdır, Mana da şöyledir: Sana peygamberlik ve sağlam akıl nimeti verildiği için deli değilsin. (Binimeti rabbike) hâl'indeki amü, olumsuzluk manasıdır. Amilin mecnun lâfzı olduğu da söylenmiştir, be edâtı mâkablinde amel etmeye mani değildir, çünkü zâittir. Fakat bu mülahaza mana bakımından pek tutarlı değildir. 3Şüphesiz senin için elbette kesilmeyen bir mükâfat vardır. "Şüphesiz senin için elbette bir mükâfat vardır” bunlara tahammül ettiğin ve mesajı ilettiğin için "kesilmeyen bir mükâfat” tükenmeyen ya da insanlar tarafından başına kakümayan demektir. Çünkü Allahü teâlâ bunu sana aracısız verecektir. 4Şüphesiz sen, elbette büyük bir ahlâk üzerindesin (ahlaka sahipsin). "Şüphesiz sen elbette büyük bir ahlaka sahipsin” çünkü senin gibilerinin tahammül edemeyeceği şeylere tahammül ediyorsun. Hazreti Âişe radıyallahü anha'ya Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem'in ahlakını sordular; o da: Onun ahlâkı Kur'ân idi; siz Kur'ân okumuyor musunuz, Kur'ân'da "şüphesiz mü'minler felâh buldu...” âyetlerini okumuyor musunuz, dedi? (Mü'minun: 1-11). 5Sen de göreceksin, onlar da görecekler, Âyetin tefsiri için bak:6 6Delilik hanginizde imiş? "Sen de göreceksin, onlar da görecekler, delilik hanginizde imiş?” kimin delüiğe yakalandığım, bieyyiküm'deki be zâittir ya da bieyyikümül cünun demektir ki, meftun mastar olur Meselâ makul ve meclud gibi. Ya da iki bölükten, siz ve kâfirlerden deli kimmiş bilecekseniz yani bu ikisinden bu ismi hak edecek kimmiş göreceksiniz demektir. 7Şüphesiz Rabbin o, yolundan sapam pekala bilendir ve o, doğru yolda olanı da pekiyi bilendir. "Şüphesiz Rabbin o, yolundan sapam pekâlâ bilendir” onlar da gerçek delilerdir "ve o, doğru yolda olanları da pekiyi bilendir” mükemmel akla sahip olanlan. 8Öyleyse yalanlayanlara itâat etme. "Öyleyse yalanlayanlara itâat etme” bu da onlara isyan etmeye teşviktir. 9İsterler ki, sen yağ yaksan da onlar da yağ yaksalar. "İsterler ki, sen yağ yaksan da” onları şirkten men etmeyi terk etmek veyahut zaman zaman onlara muvafakat etmekle onlara yumuşak davransan da "onlar da yağ yaksalar” sana dil uzatmayı terk etmek ve sana uymakla. Feyüdhinun'daki fe atıf içindir yani karşılıklı yağ yakmayı istediler ve onu temenni ettiler. Ancak sen yağ yakıncaya kadar bunu geciktirdiler ya da fe sebebiyet içindir yani senin yağ yakmanı isterler ki, onlar da o zaman yağ yaksınlar ya da senin yağ yakmanı isterler ki, şimdi onlar da ona tamah ederek yağ yaksınlar. Bazı Mushaf'larda temenni'nin (lev'in) cevabı olarak nûn'suz şekilde feyüdhinu yazılmıştır. 10İtaat etme her çok yemin edene, aşağılık kimseye, "İtaat etme her çok yemin edene” hak ve baülda çok ant içene "aşağılık kimseye” görüşü değersiz olana ki, bu da mehanet kökünden gelir, hakaret (değersizlik)tir. 11Daima ayıplayana, hep gammazlıkla gezene, "Hemmazin” daima ayıplayana "hep gammazlıkla gezene” ara bozmak için lâf getirip götürene. 12Hayra hep engel olana, mütecavize, çok günahkâra, "Hayra hep mani olana” insanları îman, yakîn ve amel-i sâlih gibi hayırlardan men edene. "Mu'tedin” zulümde ileri gidene "Esîm” çok günah işleyene. 13Bütün bunlardan sonra kaba, kulağı kesiğe. (Kaba) kâdir bümeyen patavatsıza, bu da atelehu deyiminden gelir ki, birini şiddetle ve kabaca itmektir "bütün bunlardan sonra” bu sayılan kusurlardan sonra (kulağı kesiğe) soysuza, bu (zeneme) da koyunun kulağmdan ve boğazından sarkan meme gibi şeyden alınmıştır. Bunun Velid bin Muğire olduğu söylenmiştir ki, babası onu on sekiz yaşından sonra kabul etti. Ahnes bin Şerik olduğu da söylenmiştir aslı Sakif kabilesindendir, sonra Zühre oğullarına katıldı (haramzade). 14Mal ve oğullar sâhibi oldu, diye. Âyetin tefsiri için bak:15 15Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: "Öncekilerin masalları” der. "Mal ve oğullar sâhibi oldu diye. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: Öncekilerin masallarıdır, der” bunu o zaman söyler, çünkü zengin idi ve oğullarından aşırı gurur duyardı. (İza şart edatının) amüi kâle lâfzından anlaşılan şeydir, kâle'nin kendisi değildir. Çünkü şartın mabadi mâkablinde amel edemez. Bunun latuti' (itâat etme) kavlinin illeti olması da câizdir yani bu minval üzere olana mal sâhibi olması sebebiyle itâat etme demektir. İbn Âmir, Hamze ve Ya'kûb istifham olarak een kâne okumuşlardır, ancak İbn Âmir hemzeyi belli belirsiz okumuştur, yani yalandan mal sâhibi oldu diye böyle yapıyor demektir? Ya da mal sâhibi olduğu için ona itâat ediyorsun demektir. Kesr ile in kâne de okunmuştur ki, zenginliğin itâat etmemeye şart olması, fakirliğin evlât öldürmeyi men etmeye şart olması gibidir. Ya da muhataba şart kıldı diye yani zenginliğini şart koşarak ona itâat etme demektir, çünkü zenginlik için itâat ederse, onu itaate şart etmiş gibi olur. 16Burnunun üzerine damga vuracağız. "Damga vuracağız” dağlayarak "hortumunun üzerine” burnuna, gerçekten Bedir savaşında burnundan bir isabet aldı, izi de ömür boyu kaldı. Bunun gayet zelil (hor) olmaktan kinaye olduğu da söylenmiştir ki, cüdia enfuhu ve rağime enfuhu da böyledir (burnu kesilsin, burnu sürtülsün). Çünkü damga, özellikle burun üzerindeki damga açık bir ayıptır. Ya da yüzünü kıyâmet gününde karartacağız demektir. 17Gerçekten onları denedik; bahçe sahiplerini denediğimiz gibi. Hani, onu sabahleyin elbette keseceklerine (devşireceklerine) yemin etmişlerdi. "Gerçekten onları denedik” Mekke halkını - Allah onu şereflendirsin - kıtlıkla denedik "bahçe sahiplerini denediğimiz gibi” San'a'ya iki fersah yakın bahçeyi kast ediyor. İyi bir kimsenin idi, meyve keseceği zaman (bağ bozumunda) fakirleri çağırır; orak artığım, rüzgârın savurduğunu veyahut ağacın altına serdiği yaygının uzağında kalanları onlara bırakırdı. Böylece onlar için de çok miktarda mal birikirdi. Kendisi ölünce oğulları: Eğer babamızın yaptığını yaparsak, işimiz zorlaşır, dediler. Onu sabahleyin yoksullara duyurmadan devşirmeye karar verdiler, nitekim: "Onu sabahleyin elbette keseceklerine (devşireceklerine) yemin etmişlerdi” buyurmuştur. Sabah erkenden devşireceklerine karar verdiler. 18İstisna da etmiyorlardı (inşallah demiyorlardı). "İstisna da etmiyorlardı” inşallah da demiyorlardı. Buna istisna demesi, onda da çıkarma olduğu içindir. Ancak ondaki çıkarılan zikredilenin tersidir, istisnada ise aynıdır ya da inşallah çıkmam demekle ancak Allah dilerse çıkarım (illâ en yeşaallah) demenin manası bir olduğu içindir ya da babalarının ayırdığı gibi yoksulların hissesini ayırmıyorlardı, demektir. 19Onlar uyurlarken üzerine Rabbinden bir dolaşıcı dolaştı. "Üzerinde dolaştı” bahçenin üzerinde "bir dolaşıcı” gezen bir belâ "Rabbinden” ondan başlayan (gelen) "onlar uyurlarken. 20Koyu karanlık gece gibi oldu. Koyu karanlık gece gibi oldu” meyvesi devşirilmiş (bozulan) bahçe gibi oldu, öyle ki, içinde bir şey kalmadı. Sarım faîl vezninde, mef'ûl manasındadır ya da yanıp kararmakla gece gibi oldu demektir ya da çok kuruduğu için gündüz gibi bembeyaz oldu demektir. Gece ile gündüze sarîm denilmesi, her birinin insanlardan kesilmesi içindir ya da bahçe kum yığını gibi oldu demektir. 21Sabahleyin seslendiler: Âyetin tefsiri için bak:22 22Ekininize çıkın, eğer keseceksenlz, diye. "Sabahleyin seslendiler: (Ekininize çıkın, dediler)” enihrucu demektir (en tefsiriyedir) ya da bienihrucu demektir (en mastariyedir). Fiilin alâ edatıyla geçişli kılınması ya ikbal (yönelmek) manasını içerdiği içindir ya da erkenden meyveyi kesmeye gitmenin düşmanın işgal için erkenden baskınına benzediği içindir. "Eğer kesecekseniz” meyveleri toplayacaksanız. 23Fısıldaşarak gittiler. "Fısıldaşarak gittiler” aralannda istişare ederek, hafiye, hafite ve hafide fiilleri ketm / gizlemek manasınadır. Yarasaya hufdud denilmesi de bundan (gündüzün gizlenmesinden) dir. 24"Bugün üzerinize bir yoksul sâkin girmesin” diye. (Bugün üzerinize bir yoksul sâkin girmesin diye) en edâtı müfessiredir, erii atarak ve kavl maddesini gizleyerek de okunmuştur. Yoksulu girmekten men etmekten maksat yasağı mübalağa etmek, ona girme fırsatı vermemektir. Meselâ: Seni burada görmeyeyim sözü gibi (buralarayaklaşma demektir). 25Engellemeye güçleri yetermiş gibi erkenden gittiler. (Engellemeye güçleri yetermiş gibi erkenden gittiler) sadece az bir şeye güçleri yeterek demektir. Bu da hâredetis senetü deyiminden gelir ki, yıl kurak geçmektir. Hâredetil ibilü de deve sütünü vermemektir. Mana da şöyledir: Onlar yoksullara bir şey vermemeye kararlı olarak gittiler ama asıl yoksul düşenler kendileri oldular ya da bahçelerinden yararlanacakları yerde zor geçinmek ve mahrum kalmakla cezalandılar, demektir. Şöyle de denilmiştir: Hard hared manasınadır ki, öfke demektir, böyle de (alâ haredin) okunmuştur yani ancak birbirlerine kızabildiler demektir, bu da "birbirlerini kınayarak” (Nûn: 30) kavli gibidir. Şöyle de denilmiştir: Hard bir şeye kast etmek ve hız yapmaktır, şâir şöyle demiştir: Allah'ın emriyle bir sel geldi, Ürün veren bahçeyi kast eder gibi. Yani meyvelerini devşireceklerini zannederek hızla bahçelerine yöneldiler demektir. Hard'in o bahçenin özsel ismi olduğu da söylenmiştir. 26Onu görünce: "Muhakkak biz elbette şaşırdık (yanlış geldik)” dediler. "Onu görünce” onu ilk gördükleri anda: "Muhakkak biz elbette şaşırdık, dediler” bahçemizin yolunu şaşırdık, o bizim bahçemiz değildir, dediler. 27"Hayır, biz mahrumlarız". "Hayır, biz” yani iyice düşündükten ve o olduğunu anladıktan sonra: Biz dediler "mahrumlarız” bahçemizin hayrından mahrum kaldık, çünkü nefislerimize karşı cinayet işledik. 28Ortancaları: "Tesbih etmeli değil miydiniz, demedim mi?" "Ortancaları dedi” görüş yahut yaş bakımından büyükleri: "Tesbih etmeli değil miydiniz, demedim mi?” kötü niyetinizden dolayı Allah'ı zikredip ona tevbe etmeli değil miydiniz? Bunu da buna karar verdikleri zaman buyurmuştur, bu manaya da: 29Dediler: "Rabbimizi tesbih ederiz, gerçekten biz zâlimler olduk". "Dediler: Rabbimizi tesbih ederiz, gerçekten biz zâlimler idik” sözü delâlet eder. Yani keşke inşallah deseydiniz, dedi. Buna tesbih demesi ta'zîmde ortak oldukları içindir ya da Allah'ın mülkünde istemediği bir şeyin cereyan edemeyeceğinden dolayıdır. 30Kimileri kimilerine dönüp kınamaya başladılar. "Kimileri kimilerine dönüp birbirlerini kınamaya başladılar” bazısı basını kınamaya koyuldu; çünkü onlardan kimisi bunu işâret etmiş, kimisi bunu doğru bulmuş, kimisi râzı olarak susmuş ve kimisi de bunu beğenmemişti. 31Dediler: "Eyvah bize, gerçekten biz azgınlar olduk". "Dediler: Eyvah bize, gerçekten biz azgınlar idik” Allahü teâlâ'nın hududunu çiğneyenlerden idik. 32"Rabbimizin bunun yerine bize daha hayırlısını vermesi umulur. Şüphesiz biz Rabbimize yönelenleriz". "Rabbimizden bunun yerine bize daha hayırlısını vermesi umulur” tevbenin ve suçu itiraf etmeni bereketiyle. Rivâyete göre onlara bundan daha hayırlısı verilmiştir. Şeddesiz olarak yübdilena da okunmuştur. "Şüphesiz biz Rabbimize yönelenleriz” affını umanlar, hayrını isteyenleriz. İlâ rabbina'daki ilâ edâtı rağbetin sonuna işâret etmektedir (gaye mugayyaya dahildir) ya da (rağbet) rucu manasını içerdiği içindir. 33İşte azâp böyledir. Elbette âhiret azâbı daha büyüktür, keşke bilselerdi! "İşte azâp böyledir” Mekke halkını ve bahçe sahiplerini denediğimiz azâp gibi dünyada azâp böyledir. "Elbette âhiret azâbı daha büyüktür” ondan daha büyüktür "keşke bilselerdi!” eğer bilselerdi onları azaba götürecek şeyden sakınırlardı. 34Şüphesiz müttekıler için Rablerinin katında Naîm cennetleri vardır. "Şüphesiz müttekıler için Rablerinin katında vardır” yani âhirette yahut Allah'ın kutsal çevresinde "Naîm cennetleri vardır” öyle cennetlerdir ki, onlarda sırf zevkten başkası yoktur. 35Biz Müslümanları suçlular gibi kılar mıyız? "Biz Müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?” bu da kâfirlerin dediklerini reddir, çünkü onlar: Eğeryeniden dirilmemiz Muhammed'in ve yanındakilerin dedikleri gibi doğru ise bizden üstün olamazlar, aksine biz dünyada olduğu gibi onlardan daha iyi oluruz, derlerdi. 36Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz? "Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?” bu üslup değişikliğinde onların hükümlerinden şaşma ve onu uzak görme vardır ve şunu da bildirmektedir ki, bu, fikir karışıklığının ve eğri bir görüşün sonucudur. 37Yoksa sizin kitabınız var da onda ders mi okuyorsunuz? Âyetin tefsiri için bak:38 38Gerçekten sizin için onda seçeceğiniz şeyler mi var? "Yoksa sizin kitabınız mı var?” gökten inme "onda ders mi görüyorsunuz?” ders mi okuyorsunuz. (Gerçekten sizin için onda seçeceğiniz şeyler vardır?) sizin için seçtiğiniz ve hoşunuza giden şeyler vardır. Aslı feth ile enne leküm'dür, çünkü ders medrus (ders okunan) demektir. Lema'daki lâm gelince hemze meksûr kılınmıştır. Bunun medrus'un hikâyesi olması da câizdir. Tâhâyyereş şey'e vehtarehu denir ki, bir şeyin iyisini seçmektir. 39Yoksa sizin bizim üzerimizde kıyâmet gününe ulaşan, gerçekten hükmettiğinizin sizin olduğuna dâir yeminler mi var? "Yoksa sizin bizim üzerimizde yeminleriniz mi vardır?” yeminlerle pekiştirilmiş sözler mi vardır? "Baliğatün” en son şekilde te'kit edilmiş. Nasb ile (baliğaten) de okunmuştur ki, hâl olur, âmili de iki zarftan (leküm, aleyna) biridir. (Kıyamet gününe kadar) bu da leküm'de takdir edilen şeye mütealliktir yani sabitenin leküm demektir ki, kıyâmete kadar geçerli, onun sorumluluğundan çıkamayacağımız ve o gün de sizi hakem kılacağımız sözü mü var demektir. Ya da o güne ulaşacak yeminler mi var demektir? "Gerçekten hükmettiğinizin sizin olduğuna dâir yeminler mi var?” Bu da kasemin cevabıdır, çünkü üzerimizde yeminleriniz mi var sözünün manası, sizin için kasem mi ettik, demektir? 40Sor onlara: "Buna hangileri kefildir?" "Sor onlara: Buna hangileri kefildir?” bu hükme kefil olup da onu iddia ve tashih eden vekil demektir. 41Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse, eğer doğru iseler, ortaklarını getirsinler. "Yoksa onların ortakları mı var?” bu sözde onlara iştirak eden. "Öyleyse, eğer doğru iseler, ortaklarını getirsinler". Eğer davalarında haklı iseler, çünkü en azından onları taklit ediyor olmalılar yahut bir vaat vardır veyahut kuru bir taklit vardır, bu da sıra ile onların görüşlerini ileri sürmekte ve dayanaksız iddialarını çürütmektedir. Mana şöyledir de denilmiştir: Yoksa onların ortakları yani putları mı var da onları âhiret sevabında mü'minler gibi mi kılacaklar? Sanki bu eşitlik Allah tarafından bertaraf edildiği gibi Allah'a şirk koştukları putları tarafından da bertaraf edilmiştir (ne Allah onaylamış, ne de putları). 42O günde bacaktan açılır ve secdeye davet edilirler de güç yetiremezler. "O günde bacaktan açılır” o günde iş kızışır ve sorun büyür, bacağın açılması, buna misaldir. Aslı haremdeki kadının (düşmandan) kaçarken bacağının açümasıdır. Şâir Hatim Taî şöyle demiştir: O, savaş adamıdır; savaş kızışırsa ona dayanır, Eğer bacağını açarsa o da açar. Ya da işin aslı ve gerçeği ortaya çıkar, öyle ki, göze ayan olur demektir. Bu da ağacın ve insanın bacağından istiare edilmiştir. "Sâkin” diye nekire olması korkutmak ve büyütmek içindir. Malum ve meçhul kalıbı ile tekşifü ve tükşefü okunmuştur. Fiü (eylem) de kıyâmete yahut ortama aittir. "Secdeye davet edilirler” secdeyi terk ettikleri için onları azarlamak üzere, eğer gün kıyâmet günü ise ya da beş vakit namaza davet edilirler demektir, eğer vakit can çekişme zamanı ise. "Ona güç yetiremezler” vakti geçtiği yahut güçleri kalmadığı için. 43Gözleri yerde, onları zillet bürür. Onlar sağlamken secdeye davet ediliyorlardı. "Gözleri yerde onları zillet bürür” horluk onlara yetişir. "Onlar secdeye davet ediliyorlardı” dünyada ya da sağlık zamanlarında "sağlam iken” ona imkânları varken ve engeller ortadan kalkmışken. 44Bırak beni, bu sözü yalanlayanla baş başa. Biz onları bilmedikleri yerden derece derece azaba yaklaştıracağız. "Bırak beni, bu sözü yalanlayanla baş başa” onu bana bırak, ben ona yeterim. "Biz onları derece derece azaba yaklaştıracağız” mühlet vererek, sağlıklarını devam ettirerek ve nimetlerini artırarak "bilmedikleri yerden” onun istidraç olduğunu bümeden, çünkü onu kendileri için mü'minlere karşı bir üstünlük saymışlardı. 45Ben onlara süre veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır. "Ben onlara süre veriyorum” mühlet veriyorum. "Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır” hiçbir şey nu savamaz, Gazabına verdiği nimetine tuzak demesi şeklen ona benzediği içindir. 46Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da ağır borç altında mı kalmışlar? "Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun da” irşat hizmetinden dolayı "onlar ağır borç” para cezası "altında mı kalmışlar?” onu taşıyamadıkları için mi senden yüz çeviriyorlar. 47Yoksa gayb onların yanında da ondan mı yazıyorlar? "Yoksa gayb onların yanında mı?” Levh-i Mahfûz yahut gâip şeyler "ondan mı yazıyorlar?” hüküm verdikleri şeyi ondan yazıyorlar da senin ilmine ihtiyaç duymuyorlar mı? 48Öyleyse Rabbinin hükmüne sabret ve balık sâhibi (Yûnus) gibi olma. Hani, gamla dolu olarak seslenmişti. "Öyleyse Rabbinin hükmüne sabret” o da onlara verdiği süredir ve onlara karşı sana yapacağı yardımı tehir etmesidir. "Ve balık sâhibi gibi olma” Yûnus aleyhisselâm gibi. "Hani, seslenmişti” balığın karnında "gamla dolu olarak” sıkıntısından içi öfke ile dolarak; yoksa sen de aynı sıkıntıya müptela olursun. 49Eğer ona Rabbinden bir nimet yetişmese idi, elbette boş alana yerilmiş olarak atılırdı. (Eğer ona Rabbinden bir nimet yetişmese idi). Yani tevbeye muvaffak kılıp da onu kabul etmese idi. Tedareke fiilinin müzekker düşmesi araya mef’ûlün girmesi sebebiyledir. Tedarekethü ve teddarekehu da okunmuştur, o zaman geçmiş hikâye edilmiş olur, şu manaya ki: Ona bu cümle söylenecek pozisyonda olmasa idi. "Elbette boş alana atılırdı” ağacı bulunmayan bir yere demektir, "yerilmiş olarak” kınanacak hareket yapmış, rahmet ve ikramdan kovulmuş olarak. "Vehüve mezmum” cümlesi hâl’dir, levla'nın cevabı ona dayanmaktadır. Çünkü olumsuz olan odur, alana aülmak değildir (kınanmış olarak atılmaktır). 50Böylece Rabbi onu seçti; onu iyilerden kıldı. "Böylece Rabbi onu seçti” vahyi ona iade etmekle ya da onu peygamber yaptı, eğer bu olaydan önce peygamber olmadığı doğru ise. "Onu iyilerden kıldı” iyilikte kemale erenlerden, bunu da terki evla olanı yapmaktan korumakla yaptı. Bunda kulların fiillerinin Allah tarafından yaratıldığına delil vardır. Âyet Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in Sakif kabilesine beddua etmek istemesi üzerine indi. Uhut'ta başına gelenler geldiği zaman yenilenlere beddua etmek istediği zaman indi de denilmiştir. 51Kâfirler, bu zikri (Kur'ânı) işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle şüphesiz kaydıracaklardı. "Gerçekten o, elbette delidir” diyorlar. (Kâfirler bu zikri işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle elbette kaydıracaklardı). İn, inne'den tahfif edilmiştir, lâm da onun delilidir, Mana da şöyledir: Onlar aşın düşmanlıklarından dolayı sana öyle kötü bakarlar ki, neredeyse ayağını kaydıracaklar ya da seni helâk edecekler. Bu da: Bana öyle bir baktı ki, neredeyse beni devirecekti, deyiminden gelir. Yani eğer bakışı ile beni devirebilseydi devirecekti demektir. Ya da neredeyse sana göz edeceklerdi demektir. Çünkü rivâyete göre Esed oğullarında meşhur gözü değenler vardı; biri Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e göz etmek istedi; âyet bunun üzerine indi. Hadiste şöyle denilmiştir: Göz adamı kabire, deveyi de kazana koyar. Belki de bu, bazı nefislerdeki özelliklerdendir. Nâfi' leyezlikuneke okumuştur ki, zeliktuhu fezeleka deyiminden gelir, hazintuhu fehazine gibi. Leyüzhikuneke de okunmuştur ki, seni helâk edecekler, canmı çıkaracaklardı demektir. "Zikri işittikleri zaman” yani Kur'ânı, daha açıkçası onu duydukları zaman kin ve hasetleri depreşir. "Gerçekten o, elbette defidir diyorlar” durumuna şaştıklarından ve insanlan ondan nefret ettirmek için. 52Halbuki o, âlemler için ancak bir öğüttür. "Halbuki o, âlemler için ancak bir öğüttür” ona Kur'ân'dan dolayı delilik nispet ettikleri zaman onun genel bir zikir olduğunu, onu ancak insanların aklen en mükemmelleri ve görüş bakımından en ayrıcalıkları idrak edebileceğini açıkladı. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Kalem sûresini okursa, Allah ona güzel ahlâk sahiplerinin sevabını verir. |
﴾ 0 ﴿