69 / HAKKA SÛRESİMekke'de inmiştir. 52 âyettir. 1O hak olan, "O hak olan” yani gerçekleşmesi hak olan o saat ve o hâl demektir ya da işlerin gerçekleştiği yani hakikatleri anlaşüan yahut hesap, ceza gibi hak işlerin içinde gerçekleştiği o saat ve o hâl demektir, son ikisinde isnat mecâzîdir (mana şöyledir: İşlerin gerçeğini ortaya çıkaran saat, aslında işlerin gerçeğini ortaya çıkaran Allah'tır). Elhakka mübteda’dır, haberi de. 2Nedir o hak olan? "Melhakka'dır” aslı mâ niye, o nedir demektir, bu da onu büyütmek ve ondan korkutmak içindir. Zamirin yerine zâhir ismin konulması onu daha korkunç göstermek içindir. 3Sana hak olanın ne olduğunu ne bildirdi? "Sana hak olanın ne olduğunu ne bildirdi?” yani onun ne olduğunu sana ne bildirdi, daha açıkçası sen onun gerçeğini bilemezsin, çünkü o, herhangi bir kimsenin idrak edemeyeceği kadar büyüktür. Mâ mübteda’dır, edrake de onun haberidir. 4Semûd ve Âd (kavimleri) kıyâmeti yalanladılar. "Semûd ve Âd (kavimleri) kıyâmeti yalanladılar” insanları korkutmakla, gök cisimlerini de dağüma ve dökülme ile çarpan o durumu demektir. Bunun elhakka'nın zamirinin yerine konulması, onun şiddet niteliğini daha çok artırmak içindir. 5Semûd'a gelince, o korkunç bir sesle helâk edildiler. "Semûd'a gelince, o korkunç bir sesle helâk edildiler” şiddeti haddi aşan şeyle ki, o da sestir ya da sarsıntıdır, bu da kıyâmeti inkârlarından ya da yalanlama ve başka şeyle taşkınlıkları sebebiyledir. Bu durumda tâğıye âkıbet vezninde mastar olur. 6Âd'e gelince, onlar da gürültülü, korkunç bir rüzgârla helâk edildiler. (Bu durumda tâğıye âkıbet vezninde mastar olur. Ancak ) "Âd'e gelince, onlar da gürültülü bir sesle helâk edildiler” kavline mutabık düşmez. Sarsar frekansı şiddetli sestir ya da soğuktur ki, sar'dan veyahut sır'dan gelir. "Azgın/korkunç” şiddetle esen demektir, sanki idarecisi meleklere isyan etmiş, onu zapt edememişlerdir. Ya da Âd kavmine azgınlık edendir ki, onu çevirmeye güçleri yetmemiştir. 7Onu yedi gece sekiz gün üzerlerine kahırla saldı. O kavmi onda çarpılmış görürsün, sanki onlar içi boş hurma kütükleri gibidir. (Onu üzerlerine saldı) kudretiyle onlara musallat etti. Bu da yeni söz başıdır ya da onun kozmolojik sebeplerle meydana geldiği vehmini reddeden sıfattır. Öyle bile olsa onu takdir eden ve sebep kılan yine O'dur (Allah'tır). "Yedi gece sekiz gün üzerlerine kahırla saldı” husumen arka arkaya demektir ki, hasim'in çoğulu olur. Bu da hasemtüd dâbbete deyiminden gelir ki, hayvanı aralıksız dağlamaktır ya da nahisatin (uğursuz) demektir ki, bu da hasemet külle hayrin (bütün hayırları kesti, kökünü kuruttu) demektir. Ya da katlatın demektir ki, köklerini kesti demektir. Husumen'in mastar olup mef’ûlün leh manasına olması da câizdir, köklerini kesmek için gönderildi demektir ya da mukadder bir durumunu gösteren mef’ûlün mutlaktır yani tahsimühüm husumen demektir. Feth ile (hasumen) okunuşu da bunu destekler. Bu da eyyamül acuz günleri idi ki, Çarşamba sabahından öteki çarşambanın güneş batımına kadar devam etmiştir. Ona acuz denilmesi kışın sonu olmasındandır ya da bir koca karı yeraltı dehlizine girmişti, rüzgâr onu sekizinci gün oradan çekip çıkardı ve helâk etti. "O kavmi görürsün” eğer orada hazır olsa idin "orada” rüzgârın estiği yerlerde yahut o gece ve gündüzlerde "çarpılmış” ölmüş görürdün, bu (sar'a) da sarî'in çoğuludur. "Sanki onlar hurma kütükleridir” hurma gövdeleridir "içi boş” içini kurt yemiş, içi çürümüş. 8Onlar için bir kalıntı görüyor musun? "Onlar için bir kalıntı görüyor musun?” bakiye yahut kalan bir can yahut kalma demektir. 9Fir'avn, ondan öncekiler ve Mü'tefîkeler yanlışlarla geldiler. "Fir'avn ve ondan öncekiler geldiler” ondan önce geçenler, Basralı iki kurra ile Kisâî ve men kıbelehu okumuşlardır ki, onun yanındakiler ve ona tâbi olanlar demektir ve men maahu okunuşu da bunu gösterir. "Ve mü'tefikeler” Lût kavminin köyleri demektir ki, maksat halkıdır. (Yanlışla geldiler) hata ile yahut hatalı iş ve işlerle geldiler demektir. 10Rablerinin elçisine isyan ettiler; o da onları şiddeti (gittikçe) artan bir yakalama ile yakaladı. "Rablerinin elçisine isyan ettiler” her ümmet kendi elçisine İsyan etti. "O da onları şiddeti gittikçe artan bir yakalama ile yakaladı” amellerinin çirkinliği arttıkça o da şiddeti artan bir yakalama ile yakaladı. 11Gerçekten biz, su azgınlaştığı zaman sizi akan gemide taşıdık. "Gerçekten biz, su azgınlaştığı zaman” normal haddini aştığı zaman ya da tufanda depo görevlisini aştığı, ona isyan ettiği zaman demektir ki, men kablehu okunuşu onu destekler. "Sizi gemide taşıdık” atalarınızı, siz o zaman onların sulplerinde idiniz "akan gemide” Nûh aleyhisselâmın gemisinde. 12Onu size bir öğüt kumamız için ve kavrayan kulaklar kavrasın, diye. "Onu size kumamız için” o olayı ki, o da mü'minlerin kurtarılıp kâfirlerin suya boğulmasıdır "bir öğüt / hatırlatma” Yaratıcının kudret ve hikmetini, kahır ve rahmetinin kemalini gösteren bir işâret kılmamız için. (Onu kavrasın diye) onu içinde tutsun diye. İbn Kesîr onu ketf lâfzına benzeterek ayn'nın sükûnu ile ve ta'yeha okumuştur. Va'y bir şeyi kendi içinde muhafaza etmektir, "iyâ” ise başkasının içinde muhafaza etmektir. "Kavrayan kulaklar” korunması gerekeni koruyan (alıcı) kulaklar, bu da onu düşünmek, onu yaymak, üzerinde fikir yürütmek ve gereğince amel etmekle olur. Uzunun şeklinde nekire olması onun azlığı ve böyle az bir şeyin büyük bir kalabalığın kurtarılması ve nesillerinin devam etmesine sebep olduğu içindir (kulaktan kulağa anlatılması ve duyanların bundan ibret alması gibi). Nâfi' zalin sükûnu ile üznün okumuştur. 13Sûra tek bir üfürülme ile üfürüldüğü zaman, (Sûra tek bir üfürme ile üfürüldüğü zaman). Kıyametin şânını yüceltmek ve önemini belirtmek için ondan mubalâgalı bir şekilde korkutup da onu yalanlayanların geleceklerini anlatınca bunu açıklamaya başladı. Nufiha fiilinin mastara (nefhatün'e) isnadı onun sıfatla (vahidetün ile) kayıtlamasından dolayı güzel olmuştur, fiilin müzekker olması da araya (fissuri) lâfzının girmesinden dolayı güzel olmuştur. Nasb ile nefhaten de okunmuştur ki, o zaman fiil câr ile mecrûra isnat edilmiş olur. Bundan da âlemin harap olacağı zaman ilk üfürme murat edilmiştir. 14Yer ve dağlar yüklenip de tek bir ufalanma ile ufaltıldıkları zaman, "Yer ve dağlar yükletilir” yerlerinden kaldırılır, bu da ya Allah'ın eksiksiz kudreti ile ya da zelzele veyahut kasırga gibi aracı ile olur. "Tek bir ufalanma ile ufaltıldıkları zaman” iki kütle birbirine bir defa çaptınldığı ve toz duman olduğu zaman yahut birden yayılıp da inişi ve çıkışı olmayan dümdüz bir meydan olduğu zaman demektir. Çünkü sarsılmak düz olmak için sebeptir. Bunun içindir ki, hörgücü olmayan deveye nâkatün dekkâe denir, ardun dekkâe de geniş ve düz yer demektir. 15İşte o gün olan olmuştur. "İşte o gün” o zaman "olan olmuştur” kıyâmet kopmuştur. 16Gök yarılmış, artık o, o gün zayıflayıp sarkmıştır. "Gök yarılmış” meleklerin inmesi için "artık o, o gün zayıflamıştır” gevşeyip sarkmıştır. 17Melekler etrafında. Rabbinin Arş'ini o gün üstlerinde sekiz (melek) taşır. "Melek” melek diye bilinen cins "onun etrafındadir” yanlarındadır, Ercâ' medsiz reca'nın çoğuludur. Belki de bu, binasının harap olması ve halkının da etraflarına ve çevrelerine çekilmesiyle harap olmasının temsüidir. Eğer zâhir (dış) manasına ise belki de melekler bunun akabinde helâk olacaktır. "Rabbinin Arş'ini üstlerinde taşır” etraflarındaki meleklerin üstlerinde yahut sekiz meleğin üstünde demektir, çünkü semaniye lâfzı fâil olduğu için hükmen (fevkahüm lâfzından) öncedir. (O gün sekiz melek taşır). Çünkü Merfû' hadiste şöyle denilmiştir: Onlar bugün dörttür, kıyâmet günü olduğu zaman Allah onlara imdat için dört melek daha gönderecektir. Sekiz saf melektir de denilmiştir ki, sayılarını ancak Allah bilir. Belki de bu onun azametini sultanların üst mahkeme kurmak için halkın huzuruna çıkmaları ile temsil edilmiştir. Buna göre de şöyle buyurmuştur: 18O gün sunulursunuz, sizden hiçbir sır kalmaz. "O gün sunulursunuz” hesap verme, sultanın, askerlerinin durumunu öğrenmek için onları teftiş etmesine benzetilmiştir. Bu her ne kadar sûra ikinci üfürmeden sonra ise de ancak gün geniş bir zamanın ismi olduğu ve onda iki üfürme, toplanma, hesap, cennete girme ve cehenneme girme bulunduğu için hepsine zarf olması doğru olmuştur. "Sizden hiçbir sır gizli kalmaz". Gizli bir şey kalmaz ki, sunum, ondan haberdar olmak için olsun. Bundan maksat durumu açığa çıkarmak ve adaleti en üst düzeyde gerçekleştirmektir. Ya da insanlara sunulur, amelleri kendilerine gösterilir, nitekim Allahü teâlâ: "O gün sırlar yoklanır” (Târık: 9) buyurmuştur. Hamze ile Kisâî ye ile (lâ yahfa) okumuşlardır. 19Kitabı sağından verilenlere gelince: "Alın kitabımı okuyun!” der. "Kitabı sağından verilene gelince” bu da sunumu açıklamaktır "der” sevincinden (alın kitabımı okuyun!) ha huz emrinin ism-i fiilidir. Onda çeşitli lügatler vardır, en kalitelisi şöyledir (çekimi şöyle yapılır): Ha ya racülü ha ya imreetü, hauma ya recülani yahut imreetani ve haum ya ricalü ve haun ya nisvetü. Mef'ûlu da mahzûftur (huz tikabiy). Kitabiyeh de ikrau'nûn mef'ûlüdür, çünkü iki âmilden en yakını odur. Bir de eğer haum'un mefülu olsa idi ıkrauhu denirdi. Çünkü en iyisi nerede ızmarı mümkünse orada yapmaktır. Kitabiyeh, hisabiyeh, maliyeti ve sultaniyeh lâfızlarındaki he sekte içindir; vakfen sâbit, vaslen sakıt olur. Burada vakfetmek müstehaptır, çünkü İmâm (baş) Mushaf'ta öyle yazılmıştır. Bundan dolayıdır ki, vaslen de he ile okunmuştur. 20"Gerçekten ben hesabımla karşılaşacağımı anlamıştım". "Gerçekten ben hesabımla karşılaşacağımı anlamıştım” yani bilmiştim, belki de bundan zan ile tabir edilmesi itikadî şeylerde akıldan geçen düşüncelerin ona zarar vermesin dendir ki, bunlar nazarî bilgilerde genellikle eksik olmaz (amelî ilimler genellikle zanna dayanır). 21Artık o, hoşnut bir hayatta. "Artık o, hoşnut bir yaşamdadır” radıyet nispet sıygası olarak zât-i rızan (hoşnut hayat) demektir ya da fiil (rızalık) mecazen ona isnat edilmiştir, çünkü o, katkılardan arındırılmış ve devamlı saygı görmüştür. 22Yüksek bir cennette, "Yüksek bir cennette” mekânı yücelerde demektir, çünkü göktedir ya da dereceleri, binaları ve ağaçları yüksek demektir. 23Devşirilecek meyveleri yakın. "Devşirilecek meyveleri” kutuf katf'ın çoğuludur, o da hızla toplanacak meyve demektir. Feth ile katf da mastardır (toplamak manasınadır). "Yakındır” oturan bile ona uzanabilir. 24Yiyin, için afiyetle, geçen günlerde önceden gönderdiklerinizle. (Yiyin, için) onlara öyle denir, zamirin çoğul olması manadan dolayıdır, (afiyetle) eklen ve şürben henîen yahut heni'tüm henîen demektir. "Önceden gönderdiklerinizle” önceden yaptığınız iyi ameller sayesinde "geçen günlerde” dünya günlerinde. 25Kitabı solundan verilene gelince: "Keşke, kitabım bana verilmeseydi!” der. Âyetin tefsiri için bak:26 26"Hesabımın ne olduğunu, bilmeseydim". "Kitabı solundan verilene gelince: Der” çirkin amelini ve kötü akıbetini gördüğü zaman "keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim. 27"Ah keşke, (dünyadaki ölüm) işi bitiren olsaydı!" Keşke o” dünyadaki ölümüm "işi bitiren olsaydı” işimi kesip atsaydı, ondan sonra dirilmeseydim ya da keşke bu durum, işimi bitiren o şey lsaydı. Sanki o ölümden daha acısı ile karşılaştığı için o sırada onu (eskisini) temenni etmiştir ya da dünya hayatı ölüm olsaydı da onda diri olarak yaratılmasaydım, der. 28"Malım bana fayda vermedi". (Malım bana fayda vermedi) malım ve bana tâbi olanlar demektir, maağna'daki mâ edâtı nefiy (olumsuzluk) içindir, mef'ûl da mahzûftur (şey'en) ya da red manasında istifham içindir, ağna'nın mef'ûlüdür (eyye şey'in ağna anni?). 29"Gücüm benden yok oldu". "Gücüm benden yok oldu” mülküm ve insanlar üzerindeki otoritem ya da dünyada getirdiğim delilim. Hamze vasi hâlinde iki he'yi de atarak annî malî ve annî sultanî okumuştur. Diğer kurralar ise iki hâlde de he ile okumuşlardır. 30(Cehennem bekçilerine denir): "Onu tutun, bağlayın", "Onu tutun” bunu Allahü teâlâ cehennem hazinlerine der "bağlayın. 31"Sonra onu cehenneme atın". Sonra onu cehenneme atın” sonra onu başka yere değil cehenneme atın, o da büyük ateştir. Çünkü o da insanlara karşı büyüklenirdi. 32"Sonra yetmiş arşın bir zincire onu sokun (vurun onu)". "Sonra yetmiş arşın bir zincire” yani uzun bir zincire "onu sokun / vurun” onu içine girdirin, cesedinin etrafına sarmakla, böylece yorgun düşer, hareket edemez. Önce zincirden bahsetmesi, cehennemden de önce bahsetmesi gibidir ki, özelliği göstermek ve azâp malzemelerine (işkence aletlerine) dikkat çekmek içindir. Sümme edâtı ise aralarındaki şiddet farkını göstermek içindir. 33Çünkü o, yüce Allah'a inanmazdı, "Çünkü o, yüce Allah'a îman etmezdi” bu da mübalağa için sebep göstermek üzere yeni söz başıdır. Azim demesi büyüklüğü hak ettiği içindir; Binâenaleyh ona karşı kim büyüklük gösterirse bunu hak eder. 34Yoksulu yedirmeye teşvik etmezdi. "Yoksulu yedirmeye teşvik etmezdi” başkasının yemeğim ona vermeye ya da yedirmeye teşvik etmezdi, hele kendi malından hiç vermezdi. Teşvikin zikredilmesi şöyle de olabilir; teşvik etmeyen böyle olursa, onu fiilen terk eden nasıl olur! Bunda kâfirlerin de fer'î hükümlerle mükellef olduklarına delil vardır (kâfir de bunları yapmalıdır, ama îman ettikten sonra. Kâfirken bunu yapması istenmez). Belki de bu iki durumun (îman etmemek ve yemek yedirmemek) özellikle belirtilmesi şunun içindir; çünkü itikatların en çirkini Allahü teâlâ'yı inkâr etmektir, rezaletlerin en iğrenci de cimrilik ile kalp katılığıdır. 35Onun için bugün yoktur ne sıcak bir dost. "Artık onun için yoktur ne sıcak bir dost” onu himayesine alacak bir yakın 36Ne de bir yiyecek, ancak irinden, "ne de bir yiyecek, ancak irinden vardır” ğıslîn cehennemliklerin vücutlarından sızan cerahat ve irindir, gusl kökünden gelir (atık madde), fi’lîn veznindedir. 37Onu ancak günahkârlar yer. "Onu ancak günahkârlar yer” hata sahipleri yer, bu da hatıer recülü deyiminden gelir ki, kasten günah işlemektir, doğrunun zıddı olana hata'dan değil. Hemzenin ye'ye kalbi ile hatıyun ve hemzenin atümasıyla hatun da okunmuştur. 38Yemin etmem, gördüklerinize, "Yemin etmem” çünkü durum açıktır ve yeminle pekiştirmeye ihtiyacı yoktur ya da yemin ederim demektir, lâ da zâittir, ya da lâ yeniden dirilmeyi inkârlarını reddetmekte, uksimü (yemin ederim) de yeni söz başıdır, 39Görmediklerinize de. "gördüklerinize ve görmediklerinize” müşahede ettiklerinize ve gözden gâip olanlara. Bu da Yaratıcıyı da bütün yaratılanları da içine alır. 40Gerçekten o saygı değer bir elçinin sözüdür. "Gerçekten o” Kur'ân "bir Resûlün sözüdür” onu Allahü teâlâ'dan tebliğ etmektedir; çünkü Resûl kendiliğinden söylemez, "saygı değer” Allah katında, o da Muhammed yahut Cebrâîl'dir, o ikisine selâm olsun. 41O bir şâir sözü değildir. Ne de az îman ediyorsunuz! "O bir şâir sözü değildir” bazen iddia ettiğiniz gibi. "Ne de az îman ediyorsunuz” doğruluğu meydana çıktığı hâlde aşırı inadınızdan dolayı ne de az îman ediyorsunuz! 42Bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! "Bir kâhin sözü de değildir” bazen iddia ettiğiniz gibi. "Ne de az düşünüyorsunuz!” az tefekkür ediyorsunuz, bunun için de bazen karıştırıyorsunuz. Şairliği reddederken îmanı, kâhinliği reddederken de düşünmeyi zikretmesi şundandır; çünkü Kur'ân’ın şiire benzememesi açık bir durumdur, onu ancak inatçı bir kimse inkâr eder. Kâhinliğe benzememesi ise öyle değildir; çünkü o, Peygamberin hâllerini, Kur'ânın kâhinlik metoduna aykırı manalarını ve onların sözlerinin manalarını düşünmeyi gerektirir. İbn Kesîr ile Ya'kûb ikisinde de ye ile (yü'minun, yetezekkerun) okumuşlardır. 43Âlemlerin Rabbinden indirilmedir. "Tenzilün” hüve tenzüün (o indirilmedir) demektir "âlemlerin Rabbinden” onu Cebrâîl aleyhisselâmin dilinin üzerine indirmiştir (ona söyletmiştir). 44Eğer bize karşı bazı sözler söylese idi, "Eğer bize karşı bazı sözler söylese idi” iftiraya söz demesi zoraki söylenmiş olmasındandır. İftira edilen sözlere ekavîl (lâf) demesi ona hakaret etmek içindir, sanki o, kavl maddesinden üfule'nin çoğuludur, tıpkı edahîkgibi (o daudhukenin çoğuludur). 45Mutlaka ondan sağım (sağ elini) alırdık. "Mutlaka ondan sağını alırdık” biyeminihi (sağ kolunu demektir). 46Sonra elbette kalp damarını keserdik. "Sonra da elbette ondan kalp damarını keserdik” aort damarım, boynunu vurmakla, bu da onun en feci şekilde helâkini tasvir etmektedir. Çünkü Krallar kızdıkları kimseye böyle yaparlar. Bu da maktul sağ elinden tutulur, kılıcın karşısına geçirilir ve onunla da boynu vurulur. Şöyle de denilmiştir: Yemin kuvvet manasınadır (kuvvetini elinden alırdık). 47İçinizden ondan men edenler de yoktur. "İçinizden ondan yoktur” öldürülmekten yahut maktulden "men edenler” def edenler. Bu da ahad lâfzının sıfatıdır, çünkü o geneldir, hitap da insanlaradır. 48Gerçekten o, müttekıler için elbette bir öğüttür. "Gerçekten o” şüphesiz Kur'ân "müttekıler için elbette bir öğüttür” çünkü ondan yararlanacaklar onlardır. 49Gerçekten biz şüphesiz sizden yalanlayanlar olduğunu biliniz. "Gerçekten biz şüphesiz sizden yalanlayanlar olduğunu biliyoruz” onları yalanlamalarından dolayı cezalandırırız. 50Gerçekten O (Kur’ân), elbette kâfirler için bir hasrettir (pişmanlıktır). "Şüphesiz o, elbette kâfirler için bir hasrettir” mü'minlerin ondan sevap aldıklarını gördükleri zaman (yürekleri yanar). 51Şüphesiz o, elbette kesin bilginin gerçeğidir. "Şüphesiz o, elbette kesin bilginin gerçeğidir” içinde kuşku olmayan gerçektir. 52Öyleyse, yüce Rabbinin adım tesbih et. "Öyleyse, yüce Rabbinin adını tesbih et” o hâlde Allahi büyük adını zikretmekle tesbih et, ona karşı söylenen yalan sözden tenzih etmek ve sana vahyettiği şeylere şükretmek için yap. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Hakka sûresini okursa, Allahü teâlâ onu kolay hesaba çeker. |
﴾ 0 ﴿