70 / MEÂRİCMekke'de inmiştir. 44 âyettir. 1Bir soran inecek azâbı sordu. (Bir soran inecek azâbı sordu). Yani dea dain bibi demektir ki, onu İstedi manasınadır. Bundan dolayıdır ki, fiü be harf-i ceri ile müteaddi kılınmıştır. Soran da Nadr bin Haris'tir, çünkü o: Eğer bu (Kur'ân) senin katından bir hak ise üzerimize gökten taş yağdır (Enfai: 32) demişti. Ya da Ebû Cehil idi ki, o da: Üzerimize gökten bir parça düşür (Şuarâ': 187) demişti. Bunu da alay etmek için istemişti. Ya da isteyen Resûl aleyhis-salâtü ves-selâm'dır ki, onların azabını acele istemişti. Nâfi' ile İbn Âmir sale okumuşlardır ki, o daya Kureyş lehçesi ile sual kökündendir, nitekim şâir şöyle demiştir: Hüzeyl kabilesi Resûlüllah'tan çirkin bir şey istedi; Hüzeyl istediği bu şeyle saptı ve isabet edemedi. Ya da seyelan kökündendir ki, sale seylün okunuşu da bunu destekler, o zaman seyl lâfzı mastar olur, sail manasınadır, Meselâ ğavr gibi (o da ğair manasınadır). Mana da: Vadi azapla aktı (vadiden azâp aktı) demektir. Fiilin mâzi oluşu gerçekten olacağı içindir. O da ya dünyada olacaktır ki, o da Bedir savaşında öldürülmesidir ya da âhirette olacaktır ki, o da cehennem azabıdır. 2Kâfirler için onu önleyici yoktur. (Kâfirler için) bu da azabm başka bir sıfatıdır ya da vaki'in süasıdır (ona mütealliktir). Eğer soru, azâp kimin başına gelecek şeklinde olursa, (lilkâfîrîne) cevap olur, be de buna göre seele'nin ihtemme (ilgilendi) manasını içermesinden dolayıdır. "Onu önleyici yoktur” reddedecek yoktur. 3Merdivenlerin sâhibi Allah'tan, "Allah'tan” onun tarafından demektir, çünkü irâdesi gerçekleşmiştir "merdivenler sâhibi” basamaklar demektir ki, onlar da güzel sözün ve iyi amelin göğe çıktığı basamaklardır. Ya da mü'minlerin sülüklerinde veyahut sevap yurdunda terakki ettikleri derecelerdir ya da merdivenler meleklerin mertebeleridir ya da göklerdir, çünkü melekler onlara çıkarlar. 4Melekler ve Rûh ona süresi elli bin sene olan bir günde çıkarlar. "Melekler ve Rûh ona süresi elli bin sene olan bir günde çıkarlar". Bu da o merdivenlerin yüksekliğini ve menzüinin uzunluğunu hayal ve temsil yolu ile açıklamak için yeni söz başıdır. Mana da şöyledir: Eğer onun bir zaman içinde kat edilmesi takdir edilse idi, dünya yıllarıyla elli bin yüla takdir edilirdi. Manası şöyledir de denilmiştir: Melekler ve Rûh onun Arş'ine miktarı elli bin yıl olan bir zaman içinde çıkarlar. Şöyle ki, insanların faraza bu kadar zaman içinde kat ettiklerini onlar bir günde kat ederler demektir, yoksa kâinatın en alt ucu ile Arş'in en üst ucunun arasında eüi bin yülık yol vardır demek değildir. Çünkü yerin merkezi ile dünya göğünün ortasmın arası beş yüz yıldır ve yedi kat göklerin, Kürsi'nin ve Arş'in kalınlığı ise o kadardır. Miktarı elli bin yıl dediğine göre yerden dünya göğünün tepesine kadar olan mesafeyi kast etmektedir. Fi yevmin'de fî'nin vakı'a ya da seele fiiiline müteallik olduğu da söylenmiştir, bu da seyelan kökünden alındığı takdirdedir. Bundan (günden) maksat da kıyâmet günüdür. Uzun olması da ya kâfirlere çok şiddetli olmasından yahut ondaki hâl ve hesapların çokluğundan yahut da gerçekte öyle olduğundandır. Rûh ise Cebrâîl aleyhisselâm'dır, ayrı zikredilmesi ya faziletinden dolayıdır ya da o, meleklerden çok büyük bir yaratıktır. 5Öyleyse güzel bir sabırla sabret. "Öyleyse güzel bir sabırla sabret” içinde acele ve kalp sarsıntısı olmayan bir sabırla, bu da seele fiiline mütealliktir. Çünkü mana, azabın gerçekleşmesi yaklaştı, sabret, intikâm alman an meselesidir. 6Gerçekten onlar onu uzak görüyorlar. (Gerçekten onlar onu görüyorlar) zamir azaba yahut kıyâmet gününe gitmektedir "uzak” imkân sınırının dışında görüyorlar. 7Bizse onu yalan görüyoruz. "Bizse onu yakın görüyoruz” vukuunu mümkün görüyoruz. 8O günde ki, gök erimiş maden gibi olur. (O günde ki, gök erimiş maden gibi olur) bu da kariben lâfzının zarfıdır yani gök öyle olduğu zaman bu mümkün olur ya da vaki'in gösterdiği şeyin zarfıdır yahut fı yevmin'den bedeldir, eğer vaki'e talik edilirse. Mühl yavaş eriyen şeylerdir mesele maden filizleri gibi ya da zeytinyağı tortusudur. 9Dağlar boyalı yün gibi olur. "Dağlar boyalı yün gibi olur” renk renk boyanmış yün gibi olur, çünkü dağlar da değişik renktedir. Ufaltılıp da havada uçurulduğu zaman rüzgârın savurduğu boyalı yüne benzer. 10Dost dostu sormaz. (Dost dostu sormaz) yakın yakının hâlinden sormaz, İbn Kesîr meçhul kalıbı ile vela yüs'elü okumuştur yani dost dosttan istenmez ya da hâli ondan sorulmaz demektir. 11Onlar gösterilirler. Suçlu o günün azabından (kurtulmak için) oğullarım feda etmek ister. Âyetin tefsiri için bak:12 12Yastık arkadaşını ve kardeşini. (Onlar gösterilirler) bu da yeni söz başı yahut hâl’dir, bu sormaya mani olanın meşguliyet olduğunu bildirmek içindir; yoksa mani görünmemek değildir. Ya da sormaz; çünkü yüzün aklığı yahut karalığı buna ihtiyaç bırakmamaktadır. İki zamirin de çoğul olması dostun genel olmasındandır. "Suçlu o günün azabından kurtulmak için oğullarını, yastık arkadaşını ve kardeşini feda etmek ister” bu da iki zamirden birinden hâl’dir ya da yeni söz başıdır; her suçlunun kendi derdi ile meşgul olduğunu göstermek içindir. Öyle ki, kendine en yakın insanı ve aklından hiç çıkmayan insanı feda etmek ister, hele onunla hiç ügilenmez ve hâlini sormaz. Nâfi' ile Kisâî mim'in fethi ile yevmeizin okumuşlardır. Tenvinle azabin ve nasb ile yevmeizin de okunmuştur, çünkü azab ta'zib manasınadır. 13Kendini barındıran aşiretini. "Aşiretini” ondan ayrıldığı kabilesini "kendini barındıran” soy olarak içine alan ya da zorluk ânında sahiplenen demektir. 14Yeryüzündeki herkesi. Sonra da kendisim kurtarsın (ister). "Yeryüzündeki herkesi” insanları ve cinleri yahut mahlukatı (sonra da kendisini kurtarsın ister) bu da yeftedi'ye atıftır yani sonra da o fidye onu kurtarsın ister. Sümme edâtı bunun uzak olduğunu göstermek içindir. 15Hayır, şüphesiz o, hâlis alevdir. (Hayır) suçluyu o istekten vazgeçirmek ve fidye vermenin onu kurtarmayacağım göstermek içindir. (Şüphesiz o) zamir ateşe gitmektedir ya da kapalı bir şeye râcidir ki, "lezâ” lâfzı onu tefsir etmektedir. Leza da haberdir ya da bedeldir ya da zamir kıssaya gitmektedir, leza da mübteda’dır, haberi de "nezzaatün lişşeva"dır. 16Baş derisini soyan. (baş derisini soyar). Lezâ yalın alevdir, cehennemin bir ismi olduğu da söylenmiştir. Elleza'dan nakledilmiştir, alev manasınadır. Hafs, Âsım rivâyetinde nasb ile nezzaten okumuştur. O zaman ya ihtisas (a'nî, ehussu) ile mensûbtur ya da te'kit eden ya da geçici hâl’dir, o zaman lezâ mütelazzıyen (alevli) manasına gelmiş olur. Şevâ da vücudun el kol gibi yan parçalarıdır yahut şevat'ın çoğuludur ki, o da baş derisidir. Meselâ şâir Zür-remme'nin: (Ted'û enfehü errîb) Taze ot (sığırın) burnunu yemeye davet eder.” Lezâ cehennemi”nin kaçan kimseyi çekip davet etmesi, mecâzîdir. Zebânîler onu çağırır da denilmiştir. 17Arkasını dönüp yüz çevireni çağırır. (Arkasını dönüp yüz çevireni çağırır) çeker ve hazır eder. Ted'û helâk eder manasınadır da denilmiştir ki, deâhü-llahü deyiminden gelir, Allah onu helâk etti demektir. "Arkasını döneni” haktan döneni "ve yüz çevireni” taattan kaçanı. 18Toplayıp kap içinde saklayanı. "Toplayıp kap içinde saklayanı” mal toplayıp onu kap içinde saklayarak hırsından ve uzun hülyalara daldığı için bitmez tükenmez hırs göstereni demektir. 19Şüphesiz insan hırslı yaratıldı: "Şüphesiz insan hırslı yaratıldı” çok tamah ve sabırsız, 20Kendisine şer dokunduğu zaman feryat eden, "kendisine şer dokunduğu zaman” zarar dokunduğu zaman "feryat eden” çok sızlanan, 21Kendisine hayır dokunduğu zaman çok cimri. "kendisine hayır dokunduğu zaman” bolluk nasip olduğu zaman "çok cimri” elini haddinden fazla sıkı tutar. Bu üç sıfat (helu, cezu ve menu) mukkader (sonradan olma) ya da şimdi gerçek hâllerdir; çünkü insanın yaratılıştaki karakterinde vardır. Birinci izâ cezua'nın, ötekisi de menua'nın zarfıdır. 22Ancak namaz kılanlar müstesna. (Ancak namaz kılanlar müstesna) bu da sonradan zikredilen sıfatlarla mevsûf olanları daha önce zikredilen hâllerle yaratılanlardan istisna etmektedir. Çünkü bu sıfatlar onlara zıttır; şu açıdan ki, bunlar hakkın taatına dalmaya, halka acımaya, cezaya inanmaya, azaptan korkmaya, şehveti kırmaya ve kalıcı âhireti geçici dünyaya tercih etmeye delâlet etmektedirler; onlar (helu, cezu, menu) sıfatları ise dünya sevgisine dalmaktan ve gözü hep ona dikmekten kaynaklanmakt adır. 23Onlar ki, namazlarına devam ederler. "Onlar ki, namazlarına devam ederler” hiçbir meşguliyet onları alıkoymaz. 24Onlar ki, mallarında belli bir hak vardır; "Onlar ki, mallarında belli bir hak vardır” zekâtlar ve miktarı belli sadakalar gibi. 25Sâil ve mahrûm için. "Sâil için” isteyen için "ve mahrûm için” istemeyip de zengin sayılanan; o sebeple de mahrum kalan için. 26Onlar ki, ceza gününü tasdik ederler. "Onlar ki, ceza gününü tasdik ederler” amelleriyle (işleriyle) tasdik ederler o da kendini yormak ve âhiret sevabını ummakla malım Hak yolunda sarf etmektir. Dîn de bunun için zikredilmiştir. 27Onlar ki, Rablerinin azabından korkarlar. "Onlar ki, Rablerinin azabından korkarlar” kendileri adına korkarlar. 28Çünkü Rablerinin azâbından kimse güvende değildir. "Çünkü Rablerinin azâbından kimse güvende değildir” bu da bir kimse ne kadar tâat etse de Allah'ın azabından emin olmaması gerektiğini gösteren itiraz cümlesidir. 29Onlar ki, namuslarını korurlar. 30Ancak zevcelerine yahut cariyelerine; çünkü onlar (bundan) kınanmazlar. 31Kim bunun ötesini ararsa, işte onlar haddi aşanlardır. Kim bunun ötesini ararsa, işte onlar haddi aşanlardır". Bunun tefsiri de Mü'minun sûresinde geçmiştir. 32Onlar ki, emanetlerine ve sözlerine riayet ederler. "Onlar ki, emanetlerine ve sözlerine riayet ederler” muhafaza ederler, İbn Kesîr tekil olarak emanetinim okumuştur. Yani hiyanet etmezler, inkâr etmezler ve bildikleri Allah haklarını ve kul haklarını gizlemezler. 33Onlar ki, şahitliklerini yerine getirirler. "Onlar ki, şahitliklerini yerine getirirler” Ya'kûb ile Hafs çeşitleri değişik olduğu için çoğul kalıbı ile bişehadatihim okumuşlardır. 34Onlar ki, namazlarını muhafaza ederler. "Onlar namazlarını muhafaza ederler” şartlarına riayet edip farzlarını ve sünnetlerini tam yaparlar. Namazın tekrar edilmesi, önce ve sonra namaz kılanların iki mülahaza (devam ve muhafaza) ile nitelenmeleri namazın faziletini ve diğerlerinden üstünlüğünü göstermek içindir. 35İşte onlar cennetlerde ikram edilenlerdir. "İşte onlar cennetlerde ikram edilenlerdir” Allahü teâlâ'nın sevabı ile. 36Kâfirlere ne oluyor da sana doğru koşuyorlar? "Kâfirlere ne oluyor da sana doğru” senden tarafa "devamlı koşuyorlar” sürat yapıyorlar. 37Sağdan ve soldan bölük bölük. "Sağdan ve soldan bölük bölük” ayrı gruplar hâlinde. Izîn, Izve'nin çoğuludur, o da azv kökünden gelir. Sanki her grup ayrı bir şeye intisap etmektedir. Müşrikler Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in etrafında halka halka oturur ve konuştuğu şeylerle alay ederlerdi. 38Onlardan her kişi Naîm cennetine girdirilmesini mi umuyor? "Onlardan her kişi Naîm cennetine girdirilmesini mi umuyor?” îman etmeksizin, bu da: Eğer dediği doğru ise biz dünyada olduğu gibi âhirette de onlardan daha şanslıyız, sözlerine reddir. 39Hayır, gerçekten biz onları bildikleri şeyden yarattık. "Hayır” bu da o umutlarını reddir "gerçekten biz onları bildikleri şeyden yarattık". Bu da onun gerekçesidir. Mana da şöyledir: Onlar kokuşmuş bir meniden yaratılmışlardır. O meni kutsal âleme münasip değildir. Binâenaleyh kim îman ve tâat ile kemale ermez ve nefsinde meleklik ahlakını taşımazsa, ona girmeye hak kazanamaz ya da mana şöyledir: Sizler bildiğiniz şey için yaratıldınız, o da nefsi ilim ve amelle kemale erdirmektir. Kim onu kemale erdirmezse kâmillerin menziüne yerleşemez ya da (biz onları bildikleri şeyden yarattık) cümlesi birinci oluşumun ikinci oluşuma delilidir, ikinci oluşumu da onlar farazi ve imkânsız bir temele oturtmuşlardır. Allahü teâlâ onları "hayır” diyerek cennete girmekten men ettikten sonra bu delüi getirmiştir. 40Yine hayır, doğuların ve batıların Rabbine yemin olsun ki, biz elbette kâdirleriz. 41Onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmeye. Biz geçilenler de değiliz. Onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmeye". Yani onları helâk edip yerlerine onlardan daha idealist bir yaratık getirmeye ya da Muhammed'e onların yerine kendilerinden daha hayırlısını vermeye ki, onlar da Ensâr'dır. "Biz geçilenler de değiliz” eğer bunu yapmak istersek mağlup edilmeyiz. 42Öyleyse bırak onları, dalsınlar ve oynasınlar, tehdit edildikleri günlerine kavuşmalarına kadar. "Öyleyse bırak onları, dalsınlar ve oynasınlar, tehdit edildikleri günlerine kadar". Bunun tefsiri Tûr sûresinde geçmiştir. 43O günde kabirlerden fırlayarak çıkarlar, sanki dikili şeye hızla koşuyorlar gibi. "O günde kabirlerden fırlayarak çıkarlar” siraan müsriîne demektir ki, serî lâfzının çoğuludur. "Sanki dikili şeye doğru” ibâdet için dikümiş ya da bayrağa (flamaya) doğru "koşuyorlar” hız yapıyorlar. İbn Âmir ile Hafs nûn'un ve sadin zammı ile (nusubin), diğerleri ise nûn'un fethi ve sadin sükûnu ile (nasbin) okumuşlardır. Zam ile nusubinin çoğulu yahut humrun gibi tahfif (sükûn) ile (nusbin) de okunmuştur. 44Gözleri yerde, onları bir horluk bürümüş olarak. İşte bu, tehdit edildikleri gündür. "Gözleri yerde, onları bir horluk bürümüş” bunun tefsiri yukarıda geçmiştir. "İşte bu, tehdit edildikleri gündür” dünyada tehdit edildikleri. Peygamber sallallahu aleyhi ve seilem'den: Kim Seele Sailün sûresini okursa, Allah ona emanetlerine ve ahitlerine riayet edenlerin sevabını verir. |
﴾ 0 ﴿