71 / NÛHMekke'de inmiştir. 28 âyettir. 1Gerçekten biz Nûh'u kavmine gönderdik, kavmini kendilerine acıklı bir azâp gelmeden önce uyar, diye. "Gerçekten biz Nûh'u kavmine gönderdik, uyar, diye” bien enzir yani bilinzari (uyarma ile) ya da ona: Uyar, dedik. En'in müfessire olması da acizdir, çünkü göndermede de söyleme manası vardır. Gizli kavl maddesi ile en'siz de okunmuştur. "Kavmini kendilerine acıklı bir azâp gelmeden önce” âhiret azâbı yahut Tûfan. 2Nûh dedi: Ey kavmim, gerçekten ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Âyetin tefsiri için bak:3 3Allah'a ibâdet edin, ondan salanın. Bana itâat edin, diye. "Dedi: Ey kavmim, gerçekten ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a ibâdet edin, ondan sakının ve bana itâat edin, diye” Şuarâ' sûresinde bunun benzeri ve en'in de iki ihtimali (mastariye yahut tefsiriye) geçmiştir. 4Sizin için günahlarınızdan bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Şüphesiz Allah,'ın süresi, geldiği zaman ertelenmez, eğer bilseydiniz. "Sizin için günahlarınızdan bağışlasın” bazı günahlarınızı bağışlasın; o da geçen günahlardır. Çünkü İslâm kendinden öncekini keser atar; âhirette sizi onunla sorumlu tutmaz. "Ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin” o da îman ve tâat şartı ile sizin için takdir edilen en uzun süredir. "Şüphesiz Allah,'ın süresi” Şüphesiz onun takdir ettiği süre (ecel) "geldiği zaman” son olarak takdir ettiği gibi geldiği zaman. En uzun ecel de denilmiştir "ertelenmez” öyleyse mühlet verdiği ve tehir ettiği vakitlerde amele koşun. "Eğer bilseydiniz” eğer ilim ve görüş adamlarından olsa idiniz bunu bilirdiniz. Bunda onların dünya sevgisine kapüdıkları için ölümden şüphe eder gibi bir hâlleri vardır. 5Dedi: Rabbim, gerçekten ben kavmimi gece gündüz davet ettim. "Dedi: Rabbim, gerçekten ben kavmimi gece gündüz davet ettim” devamlı hakka çağırdım. 6Davetim onların ancak kaçmalarını artırdı. "Davetim onların ancak kaçmalarını artırdı” îmandan ve taattan kaçmalarını. Çok kaçmalarını davete nispet etmesi, ona sebep olmasındandır, Meselâ: "Îmanlarım artırdı” (Tevbe:124) kavli gibi. 7Gerçekten ben onları, senin onları bağışlaman için ne zaman davet etti isem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler. Direttiler ve büyüklük taslamakla büyüklük tasladılar. "Gerçekten ben onları ne zaman davet etti isem” îmana "onları bağışlaman için” bağışlaman sebebiyle "parmaklarını kulaklarına tıkadılar” daveti işitmemek için kulaklarını kapatülar "elbiselerine büründüler” başlarına çektiler ki, beni görmesinler, bu da davetimden aşırı şekilde nefret etmelerindendir ya da onları tamr da davet ederim korkusu ile böyle yapülar. Talep (iştağşev, sin talep içindir) sıygası kullanması mübalağa içindir (hem duymamak hem de görmemek içindir). (Direttiler) küfrün ve isyanın üzerine kör gibi kapandılar, bu da asarral hımarü alel âneti deyiminden gelir ki, eşek dişisini görünce kulaklarını dikip ona doğru koşmaktır. "Büyüklük tasladılar” bana tâbi olmaktan "büyüklük taslamakla” büyük çapta. 8Sonra gerçekten ben onları açıkça davet ettim. Âyetin tefsiri için bak:9 9Sonra gerçekten ben onlara açıkladım ve gizlemekle gizli söyledim. "Sonra gerçekten ben onları açıkça davet ettim. Sonra gerçekten ben onlara açıkladım ve gizlemekle gizledim” yani onları elimden geldiği kadar defalarca davet ettim. Sümme edâtı davet şekillerinin farklı olmasındandır; çünkü açığı gizlisinden daha sert ve ikisi birlikte olan da tek olandan daha serttir. Ya da sümme edâtı bazılarının daha sonra yapümasındandır. Ciharen lâfzı mef’ûlün mutlak olarak mensûbtur, çünkü açık da bir davet çeşididir. Ya da ciharen mahzûf mastarın sıfatıdır ki, duaen ciharen, açıkça yapılan davet demektir ya da hâl’dir o da mücaheren bihi (cehrî olarak) manasınadır. 10Dedim: Rabbinize istiğfar edin. Çünkü o, çok bağışlayandır. "Dedi: Rabbinize istiğfar edin” küfürden tevbe etmekle "çünkü o çok bağışlayandır” tevbe edenleri. Sanki onlara ibâdet etmelerini emredince şöyle demişlerdir: Eğer biz haklı isek onu terk etmeyiz. Eğer değilsek, bizi nasıl kabul edecek ve ona isyan etmişken bize nasıl lütfedecek? O da onlara isyanlarını kökünden kazıyacak ve onlara bağışlar ihsan edecek şeyi emretti. Bunun içindir ki, onlara çok etkili şeyi vaat etti. Şöyle de denilmiştir: Davetleri uzayıp da ısrarları sürünce Allah onlardan yağmuru kırk yıl kesti ve kadınlarını kısır etti. Bunun üzerine eski hâllerinden istiğfar ettikleri takdirde şunu vaat etti: 11"Üzerinize göğün yağmurunu bol bol göndersin. 12Size mallar ve oğullarla yardim etsin; sizin için ırmaklar kılsın. Size mallar ve oğullarla yardim etsin; sizin için bahçeler kılsın, sizin için ırmaklar kılsın". Bunun içindir ki, yağmur duasında istiğfar etmek meşru olmuştur. Sema kelimesinin feleğe de buluta da ihtimali vardır. Midrar bol fışkıran yağmur demektir. Bu binanın müzekker ve müennesi birdir. Cennet kelimesinden maksat da bahçelerdir. 13Size ne oluyor da Allah için vakar ummuyorsunuz? "Size ne oluyor da Allah için vakar ummuyorsunuz?” kendine ibâdet ve itâat edene değer vermesini ummuyorsunuz, size değer verdiğini umacağınız bir pozisyona gelmiyorsunuz. Buradaki lülahi lâfzı değer vereni açıklamaktadır. Eğer lülahi sonraya bırakılsa idi vakara'ya müteallik olurdu ya da onun büyük olduğunu itikat etmiyor ve ona isyan etmekten korkmuyorsunuz demektir. İtikadı, en düşük derecede zanna tâbi olan rica (umut lâfzı) ile tabir etmesi, mübalağa içindir (çünkü umut yoksa zan da yoktur). 14O ki, sizi gerçekten aşama aşama yarattı. "O ki, gerçekten sizi aşama aşama yarattı” bu da reddi tespit eden hâl’dir, şöyle ki, bunlar umut ışığı yakmaktadır. Çünkü onları evre evre yaratmıştır. Zira onları önce madde hâlinde, sonra da insanın gıdası olan bileşikler hâlinde, sonra da karışımlar hâlinde, sonra da meniler hâlinde, sonra da alaka (kan pıhtısı hâlinde) sonra da bir çiğnem et olarak, sonra da kemikler, sonra da etler hâlinde, en sonunda da yeni bir varlık olarak yaratmıştır. Bu da onları yeniden yaratmasının ve onlara büyük sevap vermesinin mümkün olduğunu ve yüce Allah’ın kudretinin eksiksiz ve hikmetinin tam olduğunu gösterir. Sonra bunun ardından bunu ufkî / haricî âyetlerle teyit eden şeyleri getirip şöyle dedi: 15Görmediniz mi, Allah yedi gökleri kat kat nasıl yarattı. Âyetin tefsiri için bak:16 16Onlarda ay’ı bir nûr, güneşi de bir lâmba kıldı. "Görmediniz mi, Allah yedi gökleri kat kat nasıl yarattı? Onlarda ayi bir nûr kıldı". Yani göklerde demektir o da dünya göğüdür. Ayi onlara nispet etmesi, aralarında münasebet olmasındandır. "Güneşi de bir lamba kıldı” onu lambaya / kandile benzetmesi, karanlığı yeryüzünden izale etmesindendir, nitekim lamba da çevresini aydınlatır. 17Allah sîzi yerden bitirmekle bitirdi. "Allah sizi yerden bitirmekle bitirdi” sizi ondan var etti. Var etme yerine bitirmenin istiare olarak kullanılması, bunun sonradan olmaya ve yerden oluşmaya daha çok delâlet etmesindendir. Aslı enbeteküm minelardı inbaten fenübtüm nebaten demektir, anlaşüacağı için bunu kısaltmıştır. 18Sonra sizi geri gönderecek ve sizi bir çıkarışla çıkaracak. "Sonra sizi oraya geri gönderecek” kabirlere koyarak "ve sizi bir çıkışla çıkaracak” mahşerde toplamakla Birincide olduğu gibi bunu da mastarla te'kit etmesi, tekrarın da başlatma gibi gerçek ve kesin olmasındandır. 19Allah yeri sizin için bir döşek kıldı. Âyetin tefsiri için bak:20 20Ondan geniş yollara gitmeniz için. "Allah yeri sizin için bir döşek kıldı. Ondan geniş yollara gitmeniz için” ficacen geniş demektir, bu da fecc'in çoğuludur, min edâtı da seleke fiilinin ittihaz (edinme) manasını içermesindendir. 21Nûh dedi: Rabbim, gerçekten onlar, bana isyan ettiler ve malı ve çocuğu ancak zararını artıran o kimseye uydular. "Nûh dedi: Rabbim, gerçekten onlar, bana isyan ettiler” emrettiğim şeylerde "ve malı ve çocuğu ancak zararını artıran o kimseye uydular” mallarıyla şımaran, evlatlarıyla aldanan başkanlarına tâbi oldular. Öyle ki, bu da onların âhirette ziyanlarını artırmaya sebep oldu. Bunda şu da vardır ki, onlara tâbi olmaları sırf mallar ve evlatlarla meydana gelen itibardan dolayı olmuş, bu da onları ziyana götürmüştür, İbn Kesîr, Hamze, Kisâî ve Basralı iki kurra zam ve sükûn ile vevülduhu okumuşlardır ki, bu da bir lügattir, tıpkı hüzn ve hazen gibi ya da cemi'dir, üsd gibi. 22Çok büyük bir tuzak kurdular. (Tuzak kurdular) bu da lem yezidhü'nün üzerine atıftır, zamir men'e râcidir, cemi olması da manadan dolayıdır (çok büyük bir tuzak) gayet büyük demektir. Bu da kübar'dan, o da kebir'den daha mübalağalıdır. Bu da dinde hile yapmalarından ve halkı Nûh'a kışkırtmalarındandır. 23Dediler: İlâhlarınızı bırakmayın; ne Vedd'i ne Suvai ne Yağus'u ne Yauk'u ne Nesr'i. "Dediler: İlâhlarınızı bırakmayın” yani onlara tapmayı "ne Vedd'i ne Suavai ne Yağus'u ne Yauk'u ne de Nesr'i” özellikle bunları bırakmayın. Şöyle denilmiştir: Bunlar iyi kimselerin isimleridir. Bunlar Âdem'le Nûh arasında yaşadılar. Ölünce teberrüken heykellerini yaptılar. Zaman da uzayınca onlara taptılar. Sonra da Araplara geçti; Ved Kelp kabilesinin, Suva Hemdan'ın, Yağus Mezhac'in, Yauk Murad’ın, Nesr de Himyer'in putu idi. Nâfi' zam ile Vüdden okumuştur. Diğerlerine uyması için Yağusen ve Yaukan şeklinde de okunmuştur. Gayri munsarif olmaları alemiyet ve ucmelikten (yabancı dilden) dolayıdır. 24Gerçekten çoklarını saptırdılar. Zâlimlerin sapıklığından başka bir şeylerini artırma! (Gerçekten çoklarını saptırdılar) zamir reislere ya da putlara gitmektedir, tıpkı (şüphesiz onlar çoklarını saptardılar) (İbrâhîm: 36) âyetinde olduğu gibi. (Zâlimlerin sapkınlığından başka bir şeylerini artırma) bu da "rabbi innehüm asavni” kavline atıftır. Belki de istenen; tuzaklarındaki ve dünya işlerindeki reklam sapıklığım artırmaktır, Dîn işlerindekini değil. Ya da zâyi ve helâk olmalarıdır, Meselâ "şüphesiz günahkârlar sapıklık ve çılgınlık içmdedir” (Kamer: 47) kavli gibi. 25Günahlarından suya boğuldular, ateşe sokuldular. Kendileri için Allah'tan başka yardımcılar bulamadılar. (Günahlarından) hataları sebebiyle demektir. Mâ edâtı te'kit ve abartma için zâit kılınmıştır. Ebû Amr mimma hatayahum okumuştur "suya boğuldular” Tufanla "ateşe sokuldular” maksat kabir azabıdır yahut âhiret azabıdır. Fe edatındaki takip suya boğulma ile ateşe sokulma arasındaki şeylere itibar edilmemesindendir ya da sonucun sebebi takip eder gibi olmasındandır, şart bulunmadığı yahut mani bulunduğu için gecikme olsa da böyledir. Naren şeklinde nekire gelmesi, ateşi büyütmek içindir ya da ateşlerden bir tür ateş murat edilmesindendir. "Kendileri için Allah'tan başka yardımcılar bulamadılar” bu da Allah'tan başka kendilerine yardım edemeyecek ilâhlar edinmelerine sataşmadır. 26Nûh dedi: Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan bırakma! "Nûh dedi: Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan bırakma” yani kimseyi bırakma demektir. Bu da genel olumsuzlukta kullanılan bir kalıptır, dâr kökünden fey'âl veznindedir ya da devr kökünden. Aslı deyvar'dır, seyyid'in aslma yapdan i'lal buna da yapılmıştır (vâv yey'e kalp edilip idgam yapümıştır). Yoksa aslı fâ'âl vezninde değildir, eğer öyle olsa idi devvâr denilirdi. 27Şüphesiz sen eğer onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; ancak ahlâksız ve kızıl kâfir doğururlar. "Şüphesiz eğer sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; ancak ahlaksız ve kızıl kâfir doğururlar” bunu da onları elli hariç bin yıl denedikten, durumlarını gözden geçirdikten ve huy ve tabiatlarını öğrendikten sonra dedi. 28Rabbim, beni, anamı babamı ve mü'min olarak evime gireni, mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bağışla! Zâlimlerin de ancak helâkini artır! "Rabbim, beni, anamı ve babamı bağışla". Babam Lemek bin Müteveşlah ile anam Şemha bint Enuş'u, bunlar mü'min idiler "ve evime gireni” konağıma yahut mescidime veyahut gemime gireni "mü'min olarak ve mü'min erkeklerle mü'min kadınları” kıyâmet gününe kadar müminleri. "Zâlimlerin de ancak helâkini artır” tebâr helâk manasınadır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Nûh sûresini okursa, Nûh’un davetinin yetiştiği mü'minlerden olur. |
﴾ 0 ﴿