72 / CİNMekke'de inmiştir. 28 âyettir. 1Deki: Gerçekten bana vahyolundu ki, cinlerden bir bölük: "Gerçekten biz acayip bir Kur'ân dinledik” dediler. (De ki: Gerçekten bana vahyolundu ki,) ühiye şeklinde de okunmuştur ki, aslı vühiye'dir, vaha ileyhi deyiminden gelir; vâv mamzum olduğu için hemzeye kalp olunmuştur. Aslı üzere vühiye de okunmuştur, faüi de (cinlerden bir bölük dinledi) kavlidir. Nefer üç ilâ on araşma denir. Cin görünmeyen akıllı cisimlerdir. Ateş yahut hava ağırlıklıdır. Şöyle de denilmiştir: Onlar soyut ruhlardan bir çeşittir. Şöyle de denilmiştir: Bedenleri olmayan insan ruhlarıdır. Bunda aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimizin onları görmediğine, bir okuma vaktinde yanında bulunup dinlemelerine işâret vardır. Allahü teâlâ da bunu ona haber vermiştir. "Dediler” kavimlerine dönünce: "Gerçekten biz Kur'ân dinledik” okunan kitap demektir "acayip” eşsiz, nazmının güzelliği ve manasının inceliği bakımından insanların kelâmına benzemeyen bir söz. Aceben mastardır, mübalağa için sıfat olmuştur. 2Doğruya götürüyor; biz de ona îman ettik. Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız. "Doğruya götürüyor” hakka ve isabetli şeye götürüyor "biz de ona îman ettik” Kur'ân'a. "Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız” kesin delillerin dile getirdiği tevhid konusunda. 3Şüphe yok ki, Rabbimizin büyüklüğü pek yücedir. Ne bir eş ne de bir evlât edinmedi. (Şüphe yok ki, Rabbimizin büyüklüğü pek yücedir) İbn Kesîr ile Basralı iki kurra kavl maddesinden sonra hikâye edilenlerden olduğu için kesr ile (ve innehu) okumuşlardır. Arkasındaki benzer ifadeler de öyledir, ancak "veen levistekamu” (Cin: 12), "veennel mesacide” (Cin: 18) ve "ve ennehu Lemmâ karne” (Cin: 19) bunlar hariç. Çünkü bunlar vahyedilenlerdendir. Nafî ile Ebû Bekir de onlara katılmışlardır, ancak "ve eenehu” (Cin: 19) hariçtir o yeni söz başıdır ya da onların dediklerindendir. Kalanları ise feth ile (en) okumuşlardır, ancak başında fe edâtı olanlar hariç. O zaman onların sözlerinden olanlar bini'deki câr ve mecrûrun mahalline atfedilmiş olur. Sanki: Saddakna ennehu teâlâ ceddü rabbine denilmiş gibi olur ki, büyüklüğü pek yücedir demektir. Bu da cedde fülanün fî aynî (filanca gözümde büyüdü) deyiminden gelir ki, mülkü yahut gücü veyahut zenginliği gözümde büyüdü demektir. Bu da ced'den gelir ki, baht (şans) demektir. Mana da şöyledir: Allahü teâlâ kadından ve evlattan münezzehtir, çünkü büyüktür ya da güçlüdür veyahut zengindir (buna ihtiyacı yoktur). "Ne bir eş ne de bir evlât edinmedi” bu da onu açıklamaktadır. Temyiz olarak cedden de okunmuştur, kesr ile ciddü rabbine da okunmuştur ki, Rabliğinin doğruluğu âlîdir demektir. Sanki onlar Kur'ân'dan öyle şeyler dilemişlerdir ki, şirk, eş ve evlât edinmek gibi onları yanlış itikatlarından uyarmıştır. 4Şüphe yok ki, beyinsizimiz, Allah'a karşı saçma söylerdi. "Şüphe yok ki, beyinsizimiz söylerdi” İblis yahut azılı cinlerdir "Allah'a karşı saçma söz söylerdi” şatatan, kavlen za şatatin demektir o da uzak ve haddini aşan sözdür. Ya da hüve şatatün demektir ki, o beyinsiz bu sözde aşın uzaklığa gittiğinden böyle söylemiştir manasınadır. Bu da Allah'a eş ve evlât nispet etmektir. 5Gerçekten biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan demeyeceğini zannetmiştik. "Gerçekten biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceğini zannetmiştik” bu da hiç kimse Allah'a karşı yalan söylemez zannı ile beyinsize uyma hususunda özür dilemedir. Keziben mef'ûlu mutlak olarak mensûbtur, çünkü yalan da bir çeşit sözdür ya da keziben mahzurun sıfatıdır yani kavlen mekzuben fîh (yalan söylenmiş söz) demektir. Kim Ya'kûb gibi tekavvele şeklinde okursa, onu mef'ûlu mutlak kılmış olur, çünkü tekavvül de başka değil yalan sözdür. 6Şüphe yok ki, insanlardan birtakım erkekler cinlerden birtakım erkeklere sığmıyorlar; onların taşkınlıklarını artırıyorlardı. "Şüphe yok ki, insanlardan birtakım erkekler cinlerden birtakım kimselere sığmıyorlardı". Çünkü bir adam kırda akşamladığı zaman: Bu vadinin beyinsizlerinden onların efendisine sığınırım, derdi. "Onların artırıyorlardı” cinler insanların kendilerine sığınmaları ile arurıyorlardı "taşkınlıklarını” ya da cinlerin ve insanların taşkınlıklarını artırıyordu, bu da onları saptırıp kendilerine sığındırmakla oluyordu. Rahak aslında bir şeyi bürümektir. 7Şüphe yok ki, onlar da sizin gibi, Allah'ın hiç kimseyi asla diriltmeyeceğini zannettiler. (Şüphe yok ki, onlar da) insanlarda "sizin gibi zannettiler” ey cinler, ya da tersidir. Bu iki âyet bazı cinlerin sözlerindendir ya da Allahü teâlâ'nın kelâmından yeni söz başıdır. Kim ikisinde de enne'yi fetha ile okursa onları vahyedilen şeyden saymış olur. (Allah'ın hiç kimseyi asla diriltmeyeceğini) bu da zannu fiilinin iki mef’ûlünun yerine geçmiştir. 8Şüphe yok ki, biz göğe dokunduk; onun kuvvetli bekçilerle ve alevlerle doldurulmuş olduğunu gördük. (Şüphe yok ki, biz göğe dokunduk) göğe yahut haberine ulaşmak istedik, lems bir şeyi istemek için mes kökünden istiare edilmiştir, o da ces ile aynıdır. Lemesehu veltemesehu ve telemmesehu da denir ki, talebehu, ittalebehu ve tetallehu gibidir. "Onun bekçilerle doldurulmuş olduğunu gördük” haresen hurrasen demektir ki, ism-i cemidir, hadem gibi "kuvvetli” sert demektir onlar da buna mani olan meleklerdir. (Ve alevlerle) şühüb, şihabın çoğuludur, o da ateşten çıkan ışıklı şeydir. 9Şüphe yok ki, biz dinlemek için ondan oturacak yerlere oturur idik. Artık şimdi kim dinlerse, kendisi için gözetleyen bir alev bulur. "Şüphe yok ki, biz dinlemek için ondan oturacak yerlere oturur idik” bekçilerin ve alevlerin olmadığı yerlere ya da gözetlemek ve dinlemek için uygun yerlere demektir. Lissem'i nak'udü'ye mütealliktir ya da makaide'nin sıfatıdır. "Artık şimdi kim dinlerse, kendisi için gözetleyen bir alev bulur” yani dinlemek isteyeni gözetleyen ya da onu taşlayarak dinlemekten men eden bir alev yahut zevi şihabin rasıdîne demektir ki, rasıd'ın ism-i cem'i olur. Bunun açıklaması da Saffat sûresinde geçmiştir. 10Gerçekten biz bilmiyoruz; yeryüzündekilere şer mî istendi yoksa Rableri onlara bir hayır mı istedi? "Gerçekten biz bilmiyoruz; yeryüzündekilere şer mi istendi” göğü beklemekle "yoksa Rabbi onlara bir hayır mı istedi?” reşed hayır demektir. 11Gerçekten bizden iyiler de vardır ve bizden bunun aşağısında olanlar da vardır. Biz çeşitli mezheplere ayrılmıştık. "Gerçekten içimizden iyiler de vardır” sadık mü'minler de vardır "ve bizden bunun aşağısında olanlar da vardır” yani bunun dışında olan topluluk da vardır, kavm mevsûftur, hazf edilmiştir, onlar da orta yolu tutanlardır. "Biz çeşitli mezheplere ayrılmıştık” taraik zevî taraik yani mezhepler demektir ya da hâller gibi değişik yollara yahut da taraikuna taraika anlamındadır, (çeşitti) farklı demektir, bu da kıdde'nin çoğuludur ki, kadde kökünden gelir, kesmek manasınadır. 12Gerçekten biz yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamayacağımızı ve kaçmakla onu yine aciz bırakamayacağımızı anladık. (Gerçekten biz zannetmiştik) bilmiştik, "yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamayacağımızı” yeryüzünün neresinde olursak olalım "ve kaçmakla da onu aciz bırakamayacağımızı” oradan göğe kaçmakla. Ya da bize bir şey yapmak isterse onu yeryüzünde aciz bırakamayacağımızı ve eğer bizi ararsa onu aciz bırakamayacağımızı. 13Gerçekten biz o hidâyeti işittiğimiz zaman, ona îman ettik. Artık kim Rabbine îman ederse, eksiklikten de haksızlıktan da korkmaz. "Gerçekten biz hidâyeti işittiğimiz zaman” yani Kur'ân'ı "ona îman ettik. Artık kim Rabbine îman ederse, korkmaz” fehüve lâ yehaiu (o korkmaz) demektir. Felâ yehaf (korkmasın) da okunmuştur ki, birincisi mü'minlerin kurtuluşuna ve bunun onlara hâs oluşuna daha çok delâlet etmektedir. "Eksiklikten de haksızlıktan da” mükâfatın eksikliğinden de onu bir zilletin bürümesinden de ya da eksiltme cezasından demektir, çünkü o, kimsenin hakkını yememiş ve kimseye zulüm etmemiştir. Çünkü Kur'ân'a inanan bir mü'min bundan sakınmalıdır, bu onun görevidir. 14Gerçekten içimizden Müslümanlar da vardır ve içimizden zulmedenler de vardır. Artık kim Müslüman olursa, işte onlar, doğruyu araştırdılar. "Gerçekten içimizden Müslümanlar da vardır ve içimizden zulmedenler de vardır” hak yolundan yani îman ve itaattan sapanlar da vardır. "Artık kim Müslüman olursa, işte onlar, doğruyu araştırdılar” kendilerini sevap yurduna ulaştıracak orta yola yöneldiler. 15Zulmedenlere gelince, onlar cehenneme odun oldular. "Zulmedenlere gelince, onlar da cehenneme odun oldular” insanların kâfırleriyle tutuşturulduğu gibi onlarla da tutuşturulur. 16Şöyle ki, eğer onlar yolda dosdoğru gitselerdi, mutlaka onlara bol bir su içirirdik. "Şöyle ki, eğer onlar doğru gitselerdi” yani mesele şu ki, eğer insanlar yahut cinler veyahut her ikisi "yolda” yani faziletli (ideal) yolda gitselerdi, "mutlaka onlara bol bir su içirirdik” onların rızıklarını genişletirdik. Özellikle bol sudan bahsedilmesi, geçimin ve rahat hayatın temeli olmasından ve suyun Araplar arasında az bulunmasındandır. 17Onları burada denememiz için. Kim de Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, onu çetin bir azaba sokar. "Onları bunda denememiz için” ona nasıl şükredeceklerini sınamamız için. Manası şöyledir de denilmiştir: Eğer cinler eski yollarında gitselerdi de Kur'ân'ı dinlemekle Müslüman olmasalardı, gazabından olarak rızıklarını genişletirdik; bu da onları fitneye düşürmemiz ve nankörlüklerinden dolayı onlara azâp etmemiz için. "Kim de Rabbinin zikrinden yüz çevirirse” ibâdetinden yahut öğüdünden veyahut vahyinden (onu sokar) girdirir, Kûfelilerin dışındakiler nûn ile neslükhü okumuşlardır "çetin bir azaba". Meşakkatlı, azâp görenin üzerine çıkan ve onu mağlup eden demektir. Saaden mastardır, sıfat olarak kullanılmıştır. 18Gerçekten mescitler Allah'ındır. Artık Allah ile beraber hiç kimseye ibâdet etmeyin. "Gerçekten mescitler Allah'ındır” ona aittir, "Artık Allah ile beraber hiçbir kimseye ibâdet etmeyin” oralarda ondan başkasına dua etmeyin. Kim yasağın Uleti olarak enne'de lâm'ı mukadder kılarsa (lienne) fe'den beklenen faydayı sıfıra indirmiş olur. Şöyle de denilmiştir: Mescitlerden maksat bütün yeryüzüdür, çünkü o, Peygamber aleyhis-salâtü ves-selâm'a mescit kılınmıştır. Şöyle de denilmiştir; Ondan maksat Mescid-i harâm'dır, çünkü o, bütün mescitlerin kıblesidir. Mescitler lâfzından secde yerleri murat edilmiştir de denilmiştir, o zaman maksat Allah'tan başkasına secdeyi men etmek olur. Yedi secde azaları yahut secdeler de denilmiştir, o zaman mesacid, mesced'in çoğulu olur. 19Şüphe yok ki, Allah’ın kulu ona ibâdet etmek için kalktığı zaman neredeyse üzerine keçeler gibi olacaklardı (üzerine çullanacaklar di). "Şüphe yok ki, Allah'ın kulu kalktığı zaman” yani Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem demektir. Ona abd (kul) denilmesi tevâzu içindir. Çünkü orada kendinden bahs etmektedir, bir de kalkmasını gerektiren şeyi bildirmek içindir "yed'uhu” ona ibâdet etmek için "neredeyse oldular” cinler oldular "üzerinde keçeler gibi olacaklardı” gördükleri ibâdetinden ve işittikleri okumasından şaştıkları için üzerine üşüşeceklerdi ya da insanlar ve cinler onun işini bozmak için tepesine çullanacaklardı. Libed, libde'nin çoğuludur, o da aslan yelesi gibi üst üste yığılan şeydir. İbn Âmir'den lamin zammı ile lübeden okuduğu rivâyet edilmiştir ki, lübdenin çoğulu olur, o da bir lügattir. Sücceden vezninde lübbeden, subur gibi lübüd de okunmuştur ki, lebudun çoğulu olur. 20De ki: Ancak ben Rabbime dua ederim ve ona hiç kimseyi şirk koşmam. "De ki: Ancak ben Rabbime dua ederim ve ona hiç kimseyi şirk koşmam". Bu da bidat (görülmemiş bir şey) ve şaşmanızı ya da benden nefret etmenizi gerektirecek bir şey değildir. Âsım ile Hamze, arkadan gelene uyması için Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e emir tarzında "kul” şeklinde okumuşlardır. 21De ki: Şüphesiz ben sizin için ne bir zarara ne de bir hayra sahip değilim. "De ki: Şüphesiz ben sizin için ne bir zarara ne de bir hayra sahip değilim” vela nef'an ev ğayyen (ne yarara ne zarara). Birine ismi ile diğerine sebebinin (çünkü reşed fayda demektir) veyahut sonucunun ismi ile (çünkü darr bağy demektir) ismi ile tabir etmesi, her iki manayı akla getirmek içindir. 22De ki: Şüphesiz beni, Allah'tan hiçbir kimse asla kurtaramaz ve ben asla ondan başka bir sığınak bulamam. "De ki: Şüphesiz beni, Allah'tan hiçbir kimse asla kurtaramaz” eğer bana bir kötülük murat ederse. "Ve ben asla ondan başka bir sığınak bulamam” mültehad gidecek yer yahut sığınak demektir. Aslı girecek yer demektir ki, lahid'den gelir. 23Ancak Allah'tan ve mesajlarından bir tebliğ (ederim). Kim Allah'a ve Peygamberine isyan ederse, şüphesiz onun için, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşi vardır. (Ancak Allah'tan tebliğ ederim) bu da lâ emlikü kavlinde müstesnadır, çünkü tebliği irşattır ve yararlandırmadır. İkisinin arasındaki de (kul len yücireni... mültehada) itiraz cümlesidir. Gücünün yetmediğini te'kit etmektedir. Ya da mültehada'dan istisnadır ya da manası, eğer tebliğ etmezsem demektir. Mâ-kabli de cevabının işaretidir. (Ve mesajlarından) bu da belağan'a atıftır, minallahi de sıfatıdır. Çünkü onun sılası an'dir, Meselâ Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem'in: Belliğu anni velev ayeten (bir âyet de olsa benden tebliğ edin) kavli gibi. "Kim Allah'a ve Peygamberine isyan ederse” tevhid konusunda, çünkü söz onun hakkındadır "şüphesiz onun için cehennem ateşi vardır” feenne de okunmuştur ki, fecezauhu enne demektir. "İçinde ebedî kalıcılar olarak” hâlidîne'nin cemi olması mana itibarı iledir. 24Nihayet tehdit edildikleri şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcı balonundan daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bilecekler. (Nihayet tehdit edildikleri şeyi gördükleri zaman) dünyada Meselâ Bedir savaşı gibi ya da âhirette. Hattâ edatının gösterdiği gaye (son) (neredeyse üzerine çullanacaklardı) kavline aittir, bu da ikinci manaya göredir ya da durumdan anlaşüan mahzûfa aittir, o da kâfirlerin onu zayıf görüp ona karşı çıkmalarıdır. "Kimin yardımcı bakımından daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bilecekler” o mudur yoksa onlar mıdır? 25De ki: Bilmiyorum, tehdit edildiğiniz şey yalan mı yoksa Rabbim onun için bir süre kılacak mı? (De ki: Bilmiyorum) "tehdit edildiğiniz şey yakın mı yoksa Rabbim onun için bir süre kılacak mı?” uzun bir zaman dilimi kılacak mı; Sanki müşrikler "nihayet tehdit edildikleri şeyi gördükleri zaman” kavlini işitince, reddetmek için "bu ne zaman olacak?” dediler. De ki: O mutlaka olacaktır, fakat ben tam vaktini bilmiyorum, denilmiştir. 26(Rabbim) gaybi bilendir; gaybine kimseyi muttali kılmaz. "Gaybi bilendir” o gaybi bilendir "muttali kılmaz” haberdar etmez "gaybine hiç kimseyi” kendine hâs olan ilmini kimseye bildirmez. 27Ancak beğendiği bir Resûl müstesna. Çünkü o, onun önüne ve arkasına gözetleyiciler salar (tayin eder). "Ancak beğendiği kimse hariç” bazı gaybleri bilmesi ve ona mu'cize olması için seçtiği hariç (bir Resûl gibi) bu da illâ men’deki men edatını açıklamaktadır. Keramat-ı evliyayı kabul etmeyenler bu âyeti delil getirmişlerdir, cevabı ise şöyledir: Resûlden maksat melektir, göstermekten maksat da aracısız olandır (aracı olursa keramet câizdir). Evliyanın keramet olarak gâibten haber vermeleri ancak meleklerden almakla olur, Meselâ bizim âhiret bilgilerini peygamberlerden öğrenmemiz gibi. "Çünkü o, onun önüne dizer” beğendiği kimsenin önüne "ve arkasına gözetleyiciler koyar” onu şeytanların kapıp kaçırmalarından ve onlara karışmalarından korur. 28Bilsin ki, Rablerinin mesajlarım gerçekten tebliğ etmişler. O da onların yanındakini kuşatmış ve her şeyi saymakla saymıştır. "Bilsin ki, tebliğ etmişlerdir” yani kendisine vahyedilen bilsin ki, Cebrâîl yahut vahiy indiren melekler tebliğ etmiştir ya da Allahü teâlâ bilsin ki, peygamberler tebliğ etmişlerdir. Bilmek Allah'ın ilminin o anda oluşan şeye taalluk etmesidir. "Rablerinin sözlerini” değişmeden olduğu gibi. "O da onların yaltındakini kuşatmıştır” elçilerin yanındakini "ve her şeyi saymakla saymıştır” hatta yağmurun damlalarını ve kumların tanelerini. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Cin sûresini okursa Muhammed'i tasdik veya tekzip eden bütün cinlerin sayısınca köle azat etmiş gibi olur. |
﴾ 0 ﴿