73 / MÜZZEMMİLMekke'de inmiştir. 20 âyettir. 1Ey elbisesine bürünen, "Ey elbisesine bürünen” müzzemmü aslında mütezemmü idi ki, tezemmele bisiyabihi, elbisesine bürünmekten gelir, te ze'ye idgam edilmiştir. Öyle de okunmuştur. Mîm'in fethi ve kesri ile müzmelü ve müzmilü de okunmuştur ki, başkası üzerini örten yahut kendisi üzerini örten demektir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e böyle denilmesi hâlini eleştirmek içindir, çünkü o uyuyordu ya da vahyin başlamasından dehşete kapılmış titriyordu yahut durumunu beğenmek için böyle denilmiştir. Çünkü rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz bir kısmı Hazreti Âişe radıyallahü anha'nın üzerinde olan bir yün kumaşa (mırtıya) bürünmüştü, âyet bunun üzerine indi. Ya da ağır davranmasını elbisesine bürünene benzetmek için böyle denilmiştir. Çünkü henüz gece namaza kalkmaya ahşmamıştı ya da tezemmele ezzimle deyiminden gelir ki, ağır yük altına girmektir yani ey peygamberlik yükünün altına giren, demektir. 2Gece kalk, ancak bazısı hariç. "Gece kalk” yani gece namaza kalk yahut ona devam et demektir. Ses uyumundan veyahut hafif olması için mim'in zammı ve fethi ile (kumulleye veyahut kumelleye) okunmuştur, "ancak bazısı hariç". 3Yarısını yahut ondan biraz eksilt. Âyetin tefsiri için bak:4 4Yahut üzerine artır ve Kur'ân'ı ağır okumakla tane tane oku. "Yarısını yahut ondan biraz eksilt yahut üzerine artır” illâ istisnası leyl (gece)dendir, nisfehu da kalilen'den bedeldir. Kalil (az) olması da hepsine nispetledir. Muhayyerlik edâtı "ev” yarısına kalkmakla daha fazlası arasında serbestlik içindir, meselâ üçte iki ve ondan daha az ki, üçte bir demektir ya da nisfehu leyl'den bedeldir, istisna da ondan (leyi) dendir. Minhü ve aleyhi'deki zamir de yarıdan aza râcidir ki, üçte bir gibi demektir. O zaman serbestlik onunla ve ondan azı arasında olur ki, dörtte bir ve ondan çoğu arasındadır, yarım gibi. Ya da minhü ve aleyhi'deki zamir nısfa (yarıya) aittir, serbestlik de kesin olarak ondan azına kalkmakla ve daha az ve daha çok gibi iki durumdan birini tercih etmek arasındadır. Ya da istisna gecenin sayısındandır, çünkü o geneldir, serbestlik de yarısına kalkmakla ondan azı ve çoğu arasındadır. "Ve Kur'ân'ı ağır okumakla tane tane oku” onu yavaş ve harflerin arasını açacak şekilde oku. Öyle ki, dinleyici harfleri sayabüsin. Tertü de sağrün retltin ve retelün deyiminden gelir ki, ön dişlerin arası açık olmaktır. 5Gerçekten biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. "Gerçekten biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız” yani Kur'ân'ı demektir, çünkü ondaki zor tekliflerden dolayı mükelleflere ağırdır, bilhassa Resûl sallallahü aleyhi ve sellem’e, çünkü onu taşıması ve onu ümmetine taşıtması gerekiyordu. Cümle (inna sünulki cümlesi) itiraziyedir. Teklifi teheccüt namazı ile kolaylaştırmak içindir ve teheccüdün zor ve tabiata aykırı, nefse muhâlif olduğunu gösterir ya da Kur'ân, lâfzının sağlamlığından ve manasının derinliğinden dolayı ya da onun üzerinde düşünmek isteyene zordur, çünkü bunun için sırrını (içini) tasfiye etmesi ve bakışını da diğer şeylerden soyutlaması lâzımdır. Ya da mizanda ağırdır yahut kâfir ve fâsıklara ağırdır yahut onu almak ağırdır. Çünkü Hazreti Âişe radıyallahü teâlâ anha şöyle buyurmuştur: Aleyhis-salâtü ves-selâm'ın üzerine çok soğuk kış gününde vahiy indiğim gördüm, o hâl geçtiği zaman alnından ter fışkırırdı. Bu son veçhe (mülahazaya) göre sakü'in mastarın sıfatı, (senülki) cümlesinin de öteki vecihlere göre yeni söz başı olması da câizdir. Çünkü teheccüt nefsi ağırlığı kaldıracak şeye karşı hazırlar. 6Gerçekten gece kalkması o, oturakhkça da daha ağır ve sözce de daha sağlamdır. "Înne naşitel leyü” gece ibâdet etmek için yatağından kalkan nefis demektir. Bu da neşee min mekânihi deyiminden gelir ki, yerinden sükinip kalkmaktır. Şâir şöyle demiştir: Gece yolculuğundan zayıflayan develere kalktık (hareket ettirdik) Sıskalık başlarını yere indiren develere. Ya da gece kalkması demektir bu da gece yahut ibâdet için kalkmak demektir ki, gece meydana gelen kalkma demektir ya da gece saatleri demektir, çünkü onlar birbirinin ardından meydana gelir ya da ilk saatleri demektir ki, neşe'tü (başladım) deyiminden gelir. "O, oturakhkça da daha ağırdır” külfeti yahut ayak basması daha ağırdır demektir. Ebû Amr ile İbn Âmir vâv'ın kesri ve elif-i memdude ile vitâen okumuşlardır ki, gece için ya da gecede kalple dilin uzlaşması için demektir ya da ondan (geceden) beklenen tevâzu ve ihlâsa uygunluk bakımından demektir "ve sözce de daha sağlamdır” sözce daha doğru ya da kalp huzuru ve seslerin dinmesi için daha uygundur demektir. 7Gerçekten senin için gündüz (olayların içinde) uzun uzadıya yüzme vardır. "Gerçekten senin için gündüz (olayların içinde) bir yüzme vardır” mühim işlerinin peşinde koşma ve onlarla meşguliyet vardır; öy-. leyse gece ibâdet et. Çünkü hakka münacat etmek kalp huzuru ister. (Hı ile) sebhan da okunmuştur kalp meşguliyetlerle darmadağın olur demektir. Bu da aklın dağılması ve fikrin sağa sola gitmesidir. 8Rabbinin adını an ve ona çekilmekle çekil. "Rabbinin adını an” gece gündüz onu zikre devam et. Allah’ın zikri onu hatırlatacak tesbih, tehlil, temcit, tahmit, namaz, Kur'ân okuma ve ilim öğrenme gibi şeyleri içine alır. "Ve ona çekilmekle çekil” kendini ibâdete ver ve nefsini masivadan çek. Bu işâret ve âyet sonlarının tutması için tebettülen yerine tebtilâ denilmiştir. 9Doğunun ve batının Rabbi. Ondan başka ilâh yoktur. Onu vekil edin. (Doğunun ve batının Rabbi) bu da mahzûf mübtedanın haberidir yahut mübteda’dır, haberi de (ondan başka ilâh yoktur) cümlesidir. Şöyle de denilmiştir: Burada kasem harfi gizlidir, kasemin cevabı da lâilahe üla hu'dur. "Onu vekil edin / tut” bu da ondan başka ilâh olmamasımn sonucudur; çünkü tek ilâh olmak işlerin ona bırakılmasını gerektirir. 10Onların dediklerine sabret ve onlardan güzelce ayrılmakla ayrıl. "Onların dediklerine sabret” dedikleri hurafelere "ve onlardan güzelce ayrılma ile ayni” onlardan uzak durmak, onlara karşılık vermemek ve onları Allah'a havale etmekle. Allah onlara yeter, nitekim şöyle buyurmuştur: 11Beni nimet sâhibi yalanlayanlarla baş başa bırak ve onlara biraz süre tanı. "Beni yalanlayanlarla baş başa bırak” beni onlarla yalnız bırak, işlerini bana havale et; çünkü onlara ceza vermek için ben yeterim. "Nimet sâhibi” sefa süren, bunlardan Kureyş'in ileri gelenlerini kast etmiştir. "Ve onlara biraz süre tanı” zaman yahut mühlet ver. 12Gerçekten yanımızda bukağılar ve yakıcı bir ateş vardır. Âyetin tefsiri için bak:13 13Boğaza tıkanan yiyecek ve acıklı bir azâp vardır. "Gerçekten yanımızda bukağılar vardır” bu da o emrin gerekçesidir, nekl (enkâl) ağır bağ demektir "ve yakıcı bir ateş vardır.” “Boğaza tıkanan yiyecek vardır” boğaza takılıp kalan demektir ki, kuru diken ve zakkum gibi. "Ve acıklı bir azâp vardır” acı veren başka bir tür azâp daha vardır ki, ne olduğunu ancak Allah bilir. Dört cezada ruhlarla bedenler ortak oldukları için - çünkü âsi ve şehvetlere dalan nefisler bunların sevgisine bağlı ve onlara asılı kalır, soyut âlemlere ulaşamaz, ayrılık acısı ile yanar tutuşur, hicran acısını yudumlar, kudsiyet nurlarından mahrum kalmakla azâp olunur- işte bunun için acıklı azâp Allahü teâlâ'ya kavuşmaktan mahrum kalmakla tefsir edilmiştir. 14O günde ki, yer ve dağlar sarsılır ve dağlar kayan bir kum yığını olur. (O günde ki, yer ve dağlar sarsılır) sallanır ve depreme yakalanır, bu da (gerçekten yanımızda bukağılar vardır) kavimdeki fiil manasının zarfıdır. "Ve dağlar bir kum yığını olur” birikmiş kum olur, sanki kesîb feîl veznindedir, mehil manasınadır. Bu da kesebtüş şey'e deyiminden gelir ki, toplamak manasınadır. "Mehîlen” dağılan, kayan demektir, bu da hiyle hiylen deyiminden gelir ki, dağılmaktır (heyelan). 15Gerçekten biz size bir Peygamber, üzerinize bir şâhit gönderdik, Fir’avn’e bir peygamber gönderdiğimiz gibi. "Gerçekten biz size bir Peygamber gönderdik” ey Mekke halkı, "üzerinize şâhit” kıyâmet gününde icabet ettiniz mi, etmediniz mi diye şahitlik edecektir "Fir'avn'e bir peygamber gönderdiğimiz gibi". Bundan Mûsa aleyhisselâm'ı kast ediyor, maksat o olmadığı için belirtilmemiştir. 16Fir'avn o peygambere karşı geldi; biz de onu çetin yakalama ile yakaladık. "Fir'avn o peygambere karşı geldi” zikri geçtiği için onu mâ'rife kılmıştır. "Biz de onu çetin yakalama ile yakaladık” vebîlen ağır demektir, bu da taamun vebîlün deyiminden gelir ki, ağır olduğu için hazım edilmeyen yemek demektir. 17Eğer inkâr ederseniz, çocukları ihtiyar kılacak bir günden nasıl korunacaksınız? "Nasıl korunacaksınız” kendinizi nasıl koruyacaksınız "eğer inkâr ederseniz” küfre devam ederseniz "bir günden” o günün azabından "çocukları ihtiyar kılacak o günden” azabının korkunçluğundan, bu da farazi ve temsüî olarak verilmiştir. Aslı şudur: Sıkıntı savunma mekanizmasını zayıflatır ve ihtiyarlığı hızlandırır. Bunun sıfat olarak günün uzunluğunu bildirmesi de câizdir. 18– Onunla gök yarılmış. Onun vaadi yerine getirilmiştir. "Gök onunla yarılmıştır” parçalanmıştır, müzekker olması sakf (tavan) manasına olmasından ya da şey lâfzı gizlenmesindendir "bihi” o günün şiddeti ile, gök o kadar büyük ve sağlamken böyle olursa, diğerleri nasıl olur! Be edâtı da alet içindir (sanki yarılmasına alet olmuştur). "O'nûn vaadi yerine getirilmiştir” zamir Azîz ve Celil olan Allah'a râcidir yahut mastarın mef’ûlüna muzâf olmasıyla yevm lâfzına aittir. 19Şüphesiz bu, bir öğüttür. Dileyen Rabbine bir yol edinir. "Şüphesiz bunlar” tehdit eden bu âyetler "bir öğüttür” nasihattir. "Dileyen” öğüt almak isteyen "Rabbine bir yol edinir” takva yoluna gitmekle ona yaklaşır. 20Şüphesiz Rabbin bilir ki, gerçekten sen gecenin üçte ikisinden daha az, yarısını ve üçte birini kalkıyorsun. Seninle beraber olanlardan bir grup da (öyle). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Onu sayamayacağınızı bildi de size tevbe bahşetti. Artık Kur'ân'dan kolay geleni okuyun. Sizden gerçekten hastalar olacağını bildi. Bir kısmı da yeryüzünde seyahat edecek. Allah'ın lütfünden arayacaklar. Bir kısmı da Allah yolunda savaşacaklar. Artık ondan kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir ödünç verin. Kendileriniz için önden gönderdiğiniz hayrı, onu Allah katında daha hayırlı ve sevapça da daha büyük bulursunuz. Allah'a istiğfar edin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. "Şüphesiz Rabbin bilir ki, gerçekten sen gecenin üçte ikisinden daha az, yarısını ve üçte birini kalkıyorsun” edna lâfzı daha az manası için istiare edilmiştir, çünkü bir şeye daha yakın olan, ondan daha az uzaktır. İbn Kesîr ile Kûfeli kurralar edna'ya atfen nasb ile nisfehu ve sülüsehu okumuşlardır. "Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle” ashâbından bir cemâat de bunu yapmaktadır. "Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder” onların gerçek saat sayılarını ancak o bilir. Çünkü Lâfza-i celâlin başa alınıp fiilin ona bağlanması bu özelliği akla getirir. "Onu sayamayacağınızı bildi” kavli de bunu destekler yani vakitlerin takdirini sayamazsınız, saatlerini zapt altına alamazsınız (Allah'ın günü ak darıdan çoktur). "Size tevbe bahş etti” takdir edilen gece namaza kalkmayı terke izin vermekle ve bunun sorumluluğunu kaldırmakla, nitekim tevbe edenden de aynı şeyi kaldırmıştır. "Artık Kur'ân'dan kolay geleni okuyun” gece namazından kolayınıza geleni küm. Namazı Kur'ân ile tabir etmesi, onu diğer rükünleriyle tabir etmesi gibidir (Meselâ namaza secde demesi gibi). Şöyle denilmiştir: Teheccüt namazı zikredilen şekilleriyle vâcip idi; bunu yerine getirmek onlara zor gelince, bununla nesh edildi. Sonra bu da beş vakit namazla nesh edildi. Ya da nasıl kolayınıza gelirse aynen Kur'ân okuyun demektir. "Sizden gerçekten hastalar olacağını bildi". Bu da müsaadeyi ve hafifletmeyi gerektiren başka bir hikmeti açıklayan yeni söz başıdır. Bunun içindir ki, ona bağlı olan hükmü tekrar etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Bir kısmı da yeryüzünde seyahat edecek. Allah'ın lütfünden arayacaklar” burada geçen daraba fllardı deyimi ticaret ve ilim tahsüi için yolculuk yapmaktır. "Bir kısmı da Allah yolunda savaşacaklar. Artık ondan kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın” farz namazı "zekâtı verin” vâcip olanı "ve Allah’a güzel bir ödünç verin". Bundan da hayır yollarındaki diğer harcama emrini murat ediyor. Ya da zekâtı en güzel şekilde vermekle (ödünç verin demek istiyor). Ya da bundan karşılık vaat etmekle teşviki murat ediyor, Meselâ "kendiniz için önden gönderdiğiniz hayrı, Allah katında daha hayırlı ve sevapça da daha büyük bulursunuz” kavlinde açıkladığı gibi. Bunu ölüm ânında vasiyete ertelediğinizden yahut dünya malından daha büyük bulursunuz demektir. Hayran, teciduhu fiilinin ikinci mef'ûlüdür. Hüve zamiri de hu zamirini tekittir ya da zamir-i fasıldır. Çünkü efale min (hayran, ahyer) kalıbı mâ'rife gibidir. Onun içindir ki, harf-i tarif kabul etmez. Mübteda ve haber olarak hüve hayrun şeklinde de okunmuştur. "Allah'a istiğfar edin” bütün hâllerinizde, çünkü kul kusursuz olmaz. "Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir". Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim Müzzemmü sûresini okursa, Allah ondan dünyada ve âhirette zorluğu kaldırır. |
﴾ 0 ﴿