74 / MÜDDESSİRMekke'de inmiştir. 56 âyettir. 1Ey elbisesine sarınan, "Ey elbisesine sarınan” müddessir, mütedessir demektir ki, disar (gömlek giyen) manasınadır. Rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: Ben Hira dağında idim, bana nida edildi; sağıma ve soluma baktım, bir şey göremedim. Üstüme baktım; Arş'in üzerinde gökle yer arasında bana seslenen meleği gördüm. Korktum; Hatice'ye döndüm: Üzerimi örtün, dedim. Cebrâîl indi ve: Ey elbisesine sarınan ayetini indirdi. Bunun içindir ki, buna ilk inen sûre denilmiştir. Şöyle de denilmiştir: Kureyş'in eziyetinden rahatsız oldu, düşünmek için elbisesini başına çekti. Ya da örtüsüne sarınmış olarak uyuyordu, bu âyet indi. Şöyle de denilmiştir: Sarınandan maksat peygamberlik ve nefsin kemalâtına sarınan demektir ya da sarınandan maksat gizlenen demektir. Çünkü o, Hira dağında gizlenmiş gibi idi, istiare yolu ile dağ onu sarmış gibi idi. Müdesser şeklinde de okunmuştur ki, bu işi yüklenen ve ona sarınan demektir. 2Kalk uyar. "Kalk” yatağından kalk ya da azim ve kararlılık kalkışı ile kalk "uyar", genellik için mutlak verilmiştir ya da "en yakın akrabalarını uyar” (Şuarâ': 214) yahut "seni ancak bütün insanlar için müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik” (Sebe': 28) kavillerinin delâlet ettiği mehil takdir edilmiştir (bunları uyar). 3Rabbini tekbir et. "Rabbini tekbir et” tekbiri ona tahsis et; o da onu itikat ve söz bakımından ululukla nitelemektir. Rivâyete göre bu âyet inince Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem tekbir getirdi ve bunun kesin vahiy olduğunu anladı. Zira şeytan böyle şeyi emretmez. Fekebbir'deki ve sonrasındaki fe edâtı şart manasını ifade etmek içindir, sanki: Vema yekûn fekebbir rabbeke (ne olursa olsun, Rabbini tekbir et) denilmiştir. Ya da fe şunu göstermek içindir ki, kalkmaktan ilk kast edilen şey Rabbini şirkten ve insana benzemekten tekbir (ve tenzih) etmektir. Çünkü ilk vâcip olan şey Yaratıcıyı bilmektir ve varlığını bildikten sonra ilk vâcip olan şey de onu (noksanlardan) tenzih etmektir. Çünkü o toplum Allah'ın varlığını ikrar ediyorlardı (fakat şirk koşuyorlardı). 4Elbiselerini temizle. "Elbiselerini temizle” necasetlerden, çünkü temizlik namazlarda vâcip, diğerlerinde müstehaptır. Bu da onları yıkamak yahut onları necasetten muhafaza etmekle olur. Meselâ etekler yerde sürünür de kirlenir korkusu ile onlan kısaltmak gibi. Bu da kötü âdetlerden ilk atması emredilen şeydir ya da nefsini kötü ahlaktan ve aşağılık şeylerden temizle demektir. O zaman teorik kuvveti tamamlama emrinden sonra pratik kuvveti tamamlama ile emredilmiş ve ona davet edilmiş olur. Ya da peygamberlik gömleğini onu kirletecek olan kin, sinirlenme ve sabırsızlık gibi şeylerden temizle demektir. 5Azaba götürecek şeyleri terk et. "Azaba götürecek şeyleri terk et” ona götürecek şirk ve saire gibi şeyleri terkte sebat ederek azâbı terk et demektir. Ya'kûb ile Hafs zam ile rücze okumuşlardır ki, bu da lügattir, Meselâ zikr ve zükr gibi. 6Çoğunu bekleyerek verme. "Çoğunu bekleyerek verme” çok isteyerek verme, bu da çoğunu istemekten mendir ki, daha çok karşılık almak için yiyecek maddesi ikram eder. Bu da tenzihen mekruhtur ya da Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm'a hâstır, çünkü: Daha çoğunu isteyerek hibe eden sevap kazanır, buyurmuştur. Bunun yasak olmasımn gerekçesi de taşımış olduğu hırs ve cimriliktir. Ya da yaptığın ibâdeti çok görerek Allah’ın başına kakma demektir ya da tebliğinden dolayı yahut onu çok görerek insanlardan çok mükâfat isteme, demektir. Vakf için ya da temnün'den bedel olarak sükûn ile testeksir de okunmuştur ki, menne bikeza deyiminden gelir ve en gizleyerek nasb ile teksire (lien testeksire) de okunmuştur ki, bir şeyi çok bulmak demektir. Buna göre enin hazü ve amelinin iptali ile Merfû' olarak (testeksirü) okumak da câizdir. Nitekim ahdurul veğa da ref ile okunmuştur (aslı en ahdural veğa'dır). 7Rabbin için sabret. "Rabbin için” onun rızâsı yahut emri için "sabret” sabrı kullan ya da tekliflerin zorluklarına ve müşriklerin eziyetlerine sabret demektir. 8O Sûr’a üfürüldüğü zaman. Âyetin tefsiri için bak:9 9İşte o gün çok zor bir gündür. "Fe izâ nukira” üfürüldüğü zaman Sûr’a nâkûr faul veznindedir, nakr kökünden gelir, ses çıkarmaktır. Aslı sese sebep olan çalmaktır (çalgı aleti gibi). Fe-iza'daki fe sebebiyet içindir. Sanki şöyle buyurmuştur: Zor zamana sabret ki, sen sabrının sonucunu göreceksin, düşmanların da verdikleri zararın sonucunu göreceklerdir. İza lâfzı (işte o gün, çok zor bir gündür) kavlinin delâlet ettiği şeyin zarfıdır. 10Kâfirlere kolay olmayan (bir gündür). "Kâfirlere zordur” çünkü manası ondaki iş kâfirlere zordur, demektir. Zâlike de Sûr’a üfürme vaktine işarettir, o (Zâlike) mübteda’dır, haberi de yevmun asirün'dür, yevmeizin de bedeldir yahut haberinin zarfıdır, çünkü takdiri şöyledir: Fezalikel vaktü vaktü vukûi yevmin asirin (o vakit, zor bir günün gerçekleşme vaktidir). "Kolay değildir” bu da onlara herhangi bir açıdan kolay olmasını men eden bir tekidtir, mü'minlere kolay olduğunu göstermektedir. 11Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak. "Bena bırak” Velid bin Muğire hakkında inmiştir, vahîden ye'den hâl’dir yani beni onunla yalnız bırak; ben onun hakkından gelirim, demektir ya da te'den hâl’dir yani tek yarattığımı, onu yaratmada ortağımın olmadığı kimseyi demektir ya da mahzûf aitten hâl’dir yani onu tek yarattım; ne malı vardı ne de çocuğu demektir. Yahut vahîden zemm ile mensûbtur; çünkü lâkabı böyle idi (tek, eşsiz); Allah ona alay yollu bu ismi vermiştir! Ya da onun tek olduğunu bildirmek için böyle buyurmuştur, çünkü kötülükte tek idi ya da baba tarafında tek idi (babası belli değildi) çünkü veled-i zina idi. 12Ona uzun boylu mal verdim. "Ona uzun boylu mal verdim” geniş yahut artmakla çoğalan demektir; çünkü onun ekini, davarı ve ticareti vardı. 13Hazır oğullar verdim. "Hazır oğullar verdim” Mekke'de hep yanında idiler, onlarla olmaktan zevk duyardı; çünkü babalarının nimeti ile doyduklarından ticaret için sefere çıkma ihtiyacı duymazlardı. O da onları kendi işlerine gönderme ihtiyacı duymazdı, çünkü hizmetçileri çoktu ya da medis ve kulüplerde yanından ayrılmazlardı, çünkü onur ve itibarlan vardı. Şöyle de denilmiştir: On yahut daha çok oğlu vardı, hepsi de erkeklik çağına gelmişlerdi. Onlardan üçü Müslüman oldu: Hâlid (bin Velid), Umare ve Hişâm. 14Onun için serdikçe serdim. "Onun için serdikçe serdim” ona riyaset ve büyük şöhret verdim; öyle ki, Reyhanetü Kureyş (Kureyş'in Çiçeği) ve Tek (adam)ı derlerdi yani başkanlık ve liderliğinden dolayı böyle derlerdi. 15Sonra da artırmamı umuyor, "Sonra da artırmamı umuyor” verdiğimin üzerine, bu da onun tamahını yadsımaktır; ya verdiğinden fazlası olmadığı için ya da nankörlük ettiği ve nimet verene karşı dik başlık ettiği için buna lâyık görülmediği içindir. Bundan dolayıdır ki, şöyle buyurmuştur: 16Hayır, çünkü o, âyetlerimiz için çok inatçı idi. "Hayır, çünkü o, âyetlerimiz için çok inatçı idi” bu da onu tamahından çevirmedir ve yeni söz başı olarak reddin gerekçesidir; çünkü nimet verenin âyetlerine baş kaldırmıştır, bu da nimetin ortadan kalkmasına, dolayısıyla da artmasına manidir. Şöyle de denilmiştir: Bu âyet indikten sonra malı hızla azalmaya başladı; sonunda da helâk oldu. 17Onu yokuşa sardıracağım. "Onu yokuşa sardıracağım” çıkması zor bir yokuşa vuracağım, bu da zorluklarla karşılaşma için bir misaldir. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Saud (yokuş) ateşten bir dağdır; yetmiş sene çıkacak, sonra yetmiş sene de inecek (çukura yuvarlanacak) tır, buyurmuştur. 18Gerçekten o düşündü, ölçtü, "Gerçekten o düşündü, ölçtü” bu da tehdidin gerekçesi yahut inadın açıklamasıdır, Mana da şöyledir: Kur'ân'a dil uzatmak için hayale daldı ve o konuda ne diyeceğini içinde tasarladı. 19Kahrolsun, nasıl ölçtü? "Kahrolsun, nasıl ölçtü?” tasarısından bizi şaşırtmadır, bu da onunla alay için denilmiştir ya da o konuda denebilecek en ileri sözü yakaladığı için böyle denilmiştir. Bu da: Katelehullahu mâ eşcaah deyiminden gelir ki, Allah canını alsın, ne kadar cesurdur, demektir! Yani cesarette öyle bir dereceye ulaşmıştır ki, haset edilecek ve bu bedduayı hak edecek raddeye gelmiştir. Rivâyete göre o, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e uğradı, o sırada Efendimiz Hamim Secde sûresini okuyordu. Arkadaşlarına geldi: Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'den az önce öyle bir söz dinledim ki, insan ve cin sözü değildir. öyle tatlı, öyle güzeldi ki,! Yukarısı meyveli, aşağısı bol suludur. Hiç şüphesiz o yükselir, hiçbir şey nun üzerine çıkamaz, dedi. Kureyş de: Velid sapıttı, dediler. Kardeşinin oğlu Ebû Câhil: Merak etmeyin, ben onu döndürürüm, dedi ve üzgün bir vaziyette yanına oturdu. Onu kızdıracak sözler söyledi. O (Velid) de kalktı, onlara şöyle seslendi: Muhammed’in deli olduğunu iddia ediyorsunuz; hiç onun sara nöbeti geçirdiğini gördünüz mü? Onun şâir olduğunu iddia ediyorsunuz; hiç onun şiirle uğraştığını gördünüz mü? Onlar da hayır, dediler. O da: O, sihirbazdan başkası değildir; görmüyor musunuz, adamla karışım ve çocuklarım, efendi ile hizmetçilerini ayırıyor, dedi. Onlar da buna sevindiler ve ona şaşarak başından dağıldılar. 20Sonra Kahrolsun, nasıl ölçtü? "Sonra kahrolsun, nasıl ölçtü?” bu da mübalağa için tekrardır, sümme edâtı ikincisinin birincisinden daha mübalağalı olduğunu ve arkadan gelenlerin de asü manasında kullanıldığım göstermek içindir. 21Sonra baktı, "Sonra baktı” yani Kur'ânın durumunu tekrar gözden geçirdi, 22Sonra kaşlarını çattı, surat astı. "sonra kaşlarını çattı” yüzünü buruşturdu, çünkü ona dil uzatacak bir şey bulamadı ve ne diyeceğini bilemedi ya da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e bakıp kaşlarını çattı "ve surat astı” bu da kaşlarını çattı ifadesini tekittir. 23Sonra arkasını döndü, kibirlendi: "Sonra arkasını döndü” hakka yahut Resûl aleyhis-salâtü ves-selâm'a arkasını döndü "kibirlendi” ona tâbi olmak istemedi. 24"Bu, ancak nakledilen bir sihirdir", dedi. "Bu, ancak nakledilen bir sihhdir, dedi” eskilerden aktarılan ve öğrenilen sihirdir, fekale'deki fe şunu göstermektedir ki, bu kelime aklına gelir gelmez onu gecikmeden ve düşünmeden ağzından çıkarmıştır. 25"Bu, ancak insan sözüdür", dedi. "Bu, ancak insan sözüdür” birinci cümleyi te'kit gibidir, bunun içindir ki, atıf edâtı kullanılmamıştır. 26Onu Sekar’a atacağım. (Onu Sekar’a atacağım) bu da seurhikuhu sauda kavlinden bedeldir. 27Sekar nedir, bilir misin? "Sekar nedir, bilir misin?” bu da onun durumunu daha korkunç hâle getirmek içindir, 28Bir şey koymaz, bırakmaz. (Bir şey koymaz, bırakmaz) sözü de onu (korkunçluğunu) açıklamadır (atıf beyandır) ya da Sekar'dan hâl’dir. Âmili de ta'zîm manasıdır (esta'zîmü sekara), Mana da şöyledir: İçine atüan şeyi bırakmaz; hemen helâk eder. 29Deriyi çok kavurucudur. (Deriyi çok kavurucudur) derinin dış kısımlarını karartır ya da insanlara görünür. İhtisas üzere nasb ile (ehussu) levvahaten de okunmuştur. 30Üzerinde on dokuz (melek) vardır. (Üzerinde on dokuz melek vardır) melek yahut işini gören melek sınıfları vardır. Özellikle bu sayının verilmesi şunun içindir; çünkü insan nefislerinin nazarî ve amelî bakımdan bozulması on iki hayvansal ve yedi doğal kuvvet sebebiyledir ya da cehennemin yedi alt (eksi) derecesi vardır; bunlardan altısı kâfir sınıfları içindir, her sınıf itikadı, ikrarı ve ameli terk ettiği için kendine uygun azâp görür. Her sınıfın başında bir melek vardır yahut işini görecek bir sınıf vardır. Yedi eksi dereceden biri de ümmet-i Muhammed'in asilerine hâstır. Ameli terk ettikleri için orada kendilerine uygun bir azâp çeşidi görürler. Onun işini bir melek yahut bir sınıf görür. Ya da gün yirmi dört saattir, beşi namaza sarf edilir, geriye on dokuz kalır, o da çeşitli azaplarla sorumlu olacakları şeylere harcanır, bunun işlerini zebaniler görür. Ayn'ın sükûnu ile tis'ata'şer şeklinde de okunmuştur, bir isim gibi görülen bir kelimede ayın cinsten harekeler arka arkaya gelmesin istenmiştir. Tisate a'şürin de okunmuştur ki, a'şür, aşir'in çoğuludur, tıpkı yemin ve eymün gibi yani her on'un dokuzu çoğuldur demektir, bundan da dokuz nakib (denetçi) kast edilmiştir. Ya da (a'şür) aşr'in çoğuludur, o zaman meleklerin sayısı doksan olur. 31Ateşin sahiplerini ancak melekler kıldık ve sayılarını da ancak kâfirler için bir sınama kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin inansınlar, îman edenlerin îmanı artsın ve kitap verilenlerle mü'minler şüphe etmesinler ve kalplerinde hastalık olanlarla kâfirler: "Allah bu misalle ne istedi?” desinler, diye. İşte Allah dilediğini böyle şaşırtır ve dilediğine hidâyet eder. Rabbinin ordularını ancak o bilir. O insan için ancak bir öğüttür. "Ateşin sahiplerini ancak melekler kıldık” ki, azâp görenlerin cinslerine benzemesinler ve onlara ısınmasınlar, bir de onlar mahlukatın en kuvvetiileri ve Allah, için en çok kızanlarıdır. Rivâyete göre Ebû Cehil "onun üzerinde on dokuz (melek) vardır” ayetini duyunca Kureyş'e: İçinizden her on kişi onlardan bir adamla baş edemez mi, dedi? "Ve sayılarım da ancak kâfirler için bir sınama kıldık” kısmı indi. Onların sayılarını onlar için bir deneme kıldık ki, o da on dokuzdur. Müessiri (on dokuz sayısını) eser (deneme) ile ifade etmesi, eserin müessirden hiç ayrılmayacağına dikkat çekmek içindir. Onunla denenmeleri de, onları az görüp onlarla alay etmeleri ve bu kadar az sayının o kadar çok insan ve cinden azâp görenlerle nasıl başa çıkacaldandır. Belki de maksat sözle böyle yaptık demektir ki, "kendilerine kitap verilenler kesin inansınlar” kavlinin sebep gösterilmesi güzel olsun yani Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'in Peygamberliğine ve Kur'ân'ın gerçek olduğuna kesin bilgi elde etsinler. Çünkü bunun kitaplarındakine uygun olduğunu göreceklerdir. "Îman edenlerin de îmanı artsın” ona îman etmek ve ehl-i kitabın da onu tasdik etmeleriyle. "Ve kitap verilenlerle mü'minler şüphe etmesinler” bu konuda (Allah'tan olmasında). Bu da kesin bilgiyi ve îmanın artmasını tekittir, kesin bilen için zaman zaman arız olan şüpheyi bertaraf etmedir. "Ve kalplerinde hastalık olanlarla” şüphe ve münâfıklık olanlar, bu hâliyle hicretten sonra Medîne'de olacakları Mekke'de iken haber vermiş oluyor "kâfirler” onu kesin yalanlayanlar "Allah bu misalle ne istedi, desinler?” misal yerine geçen bu garip sayı ile. Şöyle de denilmiştir: Onu aküdan uzak görünce bunun getirilmiş bir misal olduğunu zannetmişlerdir. "İşte Allah dilediğini böyle şaşırtır ve dilediğine hidâyet eder". Zikredilen bu saptırma ve hidâyet etme gibi, kâfirleri saptırır ve mü'minleri hidâyet eder. "Rabbinin ordularım bilmez” bütün mahlukatını olduğu gibi bilmez "ancak o bilir” çünkü hiç kimsenin mümkün varlıkları sayma; gerçeklerini ve sıfatlarını; her birinin nicelik ve nitelik, kıyas ve oran bakımından özelliklerini bilme imkânı yoktur. "O değildir” Sekar yahut cehennem bekçilerinin sayısı veyahut bu sûre "ancak insan için bir öğüttür” onlar için bir hatırlatmadır. 32Hayır, ay’a Yemin olsun, Âyetin tefsiri için bak:33 33Arkasını döndüğü zaman geceye Yemin olsun, "Hayır” bunları inkâr edenleri reddir ya da bunlar üzerinde düşünmeyi inkâr edenleri reddir "aya Yemin olsun, arkasını döndüğü zaman geceye Yemin olsun” debere edbere manasınadır, kabele'nin akbele manasına olduğu gibi. Nâfi', Hamze, Ya'kûb ve Hafs fiil mâzi olduğu için "iz” okumuşlardır. 34Ağardığı zaman sabaha Yemin olsun ki, "ağardığı zaman sabaha Yemin olsun ki,” aydınlandığı zaman demektir. 35Gerçekten o (cehennem) elbette en büyük (belalardan) biridir. "Gerçekten o, elbette büyüklerden biridir” yani büyük belalardan biridir. Daha açıkçası belâlar çoktur, Sekar da onlardan biridir, demektir. Kübra'nın küber şeklinde çoğul yapüması kübra'nın elifini te yerinde kabü ederek fuiet (kübret) kalıbında sayümasındandır. Nitekim kasıâ' da kasıa gibi sayılarak kavası' şeklinde çoğul yapılmıştır. (İnneha leihdel küber) cümlesi kasemin cevabıdır ya da kellâ'nın gerekçesidir, kasem de te'kit için ara cümlesidir (cevap mahzûftur, inneha hakkun cümlesidir). 36İnsan için bir uyarıcı olarak. (İnsan için bir uyarıcı olarak) neziren temyizdir, yani leihdel küberi inzaren demektir ya da cümlenin gösterdiği şeyden hâl’dir yani kebüret münzireten demektir. Ref ile ikinci haber yahut mahzûf mübtedanın haberi olarak (nezirün) de okunmuştur. 37Sizden ileri gitmek yahut geri kalmak isteyen için. (Sizden ileri gitmek yahut geri kalmak isteyen için) bu da lübeşer'den bedeldir yani hayra koşma imkânı olduğu hâlde ondan geri kalanı korkutmak için demektir ya da limen şae, lien yetekaddeme'nin haberidir, "isteyen îman etsin, isteyen de inkâr etsin” (Kehf:29) âyeti manasında olur. 38Her nefis kazandığı şeyle rehindir. "Her nefis kazandığı şeyle rehindir” Allah katında ipoteklidir, rehine, sekime vezninde mastardır, mehil manasınadır, Meselâ rehn gibi. Eğer sıfat-ı müşebbehe olsa idi rehin denilirdi. 39Ancak sağın sahipleri hariç. "Ancak sağın sahipleri hariç” çünkü onlar güzel amelleri sayesinde boyunlarını kurtarmışlardır. Bunların melekler yahut çocuklar olduğu da söylenmiştir. 40Onlar cennetlerde soruştururlar. (Cennetlerde) öyle cennetler ki, tavsif edilmez, bu da ashâbulyemin'denyahut (soruştururlar) kavlinde kendilerine giden zamirden hâl’dir. 41Günahkârlardan; "Günahkârlardan” yani birbirlerine sorarlar yahut onların hâllerini başkalarından sorarlar Meselâ tedaaynahu kavli gibi ki, daavnahu (onu davet ettik) manasınadır. 42"Sizi Sekar'a ne attı?” diye. (Sizi Sekar'a ne attı, diye?) kavli de (lem nekü minel musallîn) cevabı ile birlikte sorulanlarla günahkârlar arasında geçenin hikâyesidir. Onlar şöyle cevap verdiler: 43Onlar da: Biz namaz kılanlardan değildik. "Dediler: Biz namaz kılanlardan değildik” farz namazı, 44Yoksulu yedirmezdik. "yoksulu yedirmezdik” vermesi gerekeni vermezdik. Bunda kâfirlerin de fer'i şeylerden sorumlu olduklarına delil vardır. 45Bâtıla dalanlarla beraber dalardık. "Biz dalardık” bâtıla dalardık "dalanlarla beraber” ona girişenlerle birlikte. 46Ceza gününü yalanlardık. "Ceza gününü yalanlardık". Bunu sona koyması onu büyütmek içindir yani biz, bütün bunlardan sonra bir de kıyâmeti inkâr ederdik, demektir. 47Nihayet bize ölüm geldi. "Nihayet bize yakîn geldi” ölüm ve öncülleri. 48Artık onlara şefaat edenlerin şefaati fayda vermedi. "Artık onlara şefaat edenlerin şefaati fayda vermez” hepsi de onlara şefaat etseler. 49Onlara ne oluyor da öğütten yüz çeviriyorlar? "Onlara ne oluyor da öğütten yüz çeviriyorlar?” hatırlatmadan yani Kur'ân'dan yahut onu da içine alan. (Sünnet, icma ve kıyastan) demektir, mu'rıdîn de hâl’dir. 50Sanki onlar ürken eşeklerdir; "Sanki onlar ürken eşeklerdir” onların zikri dinlemekten yüz çevirme ve kaçmalarım ürken eşeklere benzetmiştir. 51Aslandan kaçan. "Aslandan kaçan” kasvere aslan demektir, kasr kökünden fâ'vele veznindedir, kahretmek, ezmek manasınadır. 52Evet, onlardan her biri kendisine açılmış sahifeler verilmesini ister. "Evet, onlardan her biri kendisine açılmış sahifeler verilmesini ister". Suhuf açılan ve okunan kâğıtlar demektir. Şöyle ki, onlar Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e: Bize gökten içinde, Allah'tan filanadır, Muhammed'e tâbi ol, yazılan bir kitap getirmedikçe sana tâbi olmayız, dediler. 53Hayır, aslında onlar âhiretten korkmuyorlar. "Hayır” bu da mu'cize tekliflerini reddir "onlar âhiretten korkmuyorlar” bunun içindir ki, öğütten yüz çevirdiler, yoksa kitap verilmesinin imkânsızlığından değil. 54Hayır, şüphesiz o, bir öğüttür. "Hayır” bu da yüz çevirmelerini reddir "şüphesiz o, bir öğüttür” hem de nasıl bir öğüt! 55Kim dilerse ondan öğüt alır. "Kim dilerse ondan öğüt alır” kim öğüt almak isterse, 56Ancak Allah dilerse öğüt alırlar. O, takvanın da ehlidir, mağfiretin de. "Ancak Allah dilerse öğüt alırlar” öğüt almalarını yahut irâde etmelerini dilerse. Bu da "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Tekvir: 29) âyeti gibidir. Bu da kulun fiilinin Allahü teâlâ'nın dilemesiyle olduğunu açıklamaktadır. Nâfi’ te ile tezkurun okumuştur. Bu iki şekilde şedde ile de okunmuştur (yezzekkerun, tezzekkerun). "O, takvanın da ehlidir” azabından korkulmaya layıktır "mağfiretin de ehlidir” kullarını bağışlamaya da layıktır, özellikle takva sahipleri için. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’den: Kim Müddessir sûresini okursa, Allah ona Mekke'de - Allah onun şerefini artırsın - Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'i tasdik eden ve yalanlayanların sayısınca onar sevap verir. |
﴾ 0 ﴿