76 / İNSAN SÛRESİMekke'de inmiştir. 31 âyettir. 1Gerçekten insanın üzerine uzun devirden bir zaman geçti ki, anılır bir şey değildi. (Gerçekten insanın üzerinden geçti) hel istifhamı geçeni tespit ve onaylama içindir, bu sebepledir ki, kad (tahkik edâtı) ile tefsir edilmiştir Meselâ: Bizi tepelik dağın eteğinde mi gördüler (Düşmandan kaçtık mı?) gibi, "Uzun devirden bir zaman” sınırsız zamandan belli bir kesim demektir. "Ki andır bir şey değildi". Bilâkis insaniyetle zikredilmeyen unutulmuş bir şey Meselâ madde ve meni gibi idi. Lemyekün cümlesi insandan hâl’dir yahut râci zamirinin hazfı ile hîn lâfzının sıfatıdır (fihi demektir). İnsandan maksat da cinstir, çünkü şöyle buyurmuştur: 2Gerçekten biz insanı karışık meniden yarattık. Onu deniyoruz. Onu işiten ve gören laldık. "Gerçekten biz insanı meniden yarattık” yahut Âdem'i demektir. Önce yaratılmasını açıkladı, sonra da evlatlarının yaratümasını zikretti. "Emşacin” ahlatin (karışık) demektir. Emşac, meşec'in çoğuludur ya da meşîc'in çoğuldur ki, meşectüş şey'eden gelir, karıştırmak manasınadır. Nutfeyi emşac ile nitelemiştir, çünkü nutfeden maksat erkeğin menisi ile kadının menisidir. Çünkü onlardan her biri incelik, kıvam ve özellikte diğerinden farklıdır. Bunun içindir ki, her birinin parçası bir organın maddesi olur. Şöyle de denilmiştir: Emşac tekildir, tıpkı a'şar (kırık) ve ekyaş (ipliği iki kat kumaş) gibi. Emşac renkli manasınadır da denilmiştir. Çünkü erkeğin suyu beyaz, kadının suyu sarıdır. İkisi karışınca yeşil olur. Ya da emşac dönem manasınadır; çünkü meni önce alaka, sonra bir çiğnem et olur, sonra da çocuğun yaratılışı tamamlanır. (Onu deniyoruz) yani onu deneyerek yahut denemek isteyerek ya da onu bir hâlden başka hâle geçirerek demektir. Bunun için de istiare yolu ile iptila (deneme) kullanılmıştır. "Onu işiten ve gören kıldık” delilleri müşahede etme ve âyetleri dinleme imkânı bulsun diye. Bu (işitir ve görür olması) denemenin sonucu gibidir, bunun içindir ki, emşac ile kayıtlı fiile fe ile atıf yapmış ve arkasından şöyle buyurmuştur: 3Gerçekten biz ona yolu gösterdik; ya şükredendir yahut nankördür. "Gerçekten biz ona yolu gösterdik” yani önüne delilleri dikmek ve âyetleri indirmekle. (Ya şükredendir yahut nankördür). Bu ikisi, hedeynahu'daki he'den hâl’dir. İmma edâtı da ya tafsil (açıklama) ya da taksim (bölme) içindir. Yani onu iki hâlinde de ya da iki bölünmüş hâlinde hidâyet ettik; bazıları doğru yolu bulmak ve onu tutmak ile şükredendir bazıları da ondan yüz çevirmekle inkâr edendir. Ya da sebil'den hâldirler, o zaman şükür yahut küfür ile nitelenmesi mecâzîdir. (yol şükretmez yahut nankörlük etmez; ancak sâhibi eder). Feth ile emmâ da okunmuştur ki, cevap hazf edilmiş olur. Belki de alternatifine (şakir'e) uyması için kâfiren demeyip de (kefûran) demesi, âyet sonlarının tutması içindir ve şunu da bildirmek içindir ki, insan genellikle nankörlükten hâli kalmaz; insanı sorumlu tutan ise onun içine dalıp kendini kaybetmektir. 4Gerçekten biz, kâfirler için zincirler, bukağılar ve çılgın ateş hazırladık. "Gerçekten biz, kâfirler için zincirler hazırladık” onunla çekilirler "bukağılar” onunla bağlanırlar "ve çılgın bir ateş” onunla da yakılırlar. Zikirleri sona bırakıldığı hâlde tehditlerini öne alması, korkutmanın daha önemli ve daha yararlı olmasındandır. Bir de sözü mü'minlerin zikri ile başlatmak ve sonlandırmak daha güzeldir. Nâfi', Kisâî ve Ebû Bekir diğerlerine uyması için (tenvinle) selasilen okumuşlardır. 5Şüphesiz iyiler katkısı kâfur olan bir dolu bardaktan içerler. (Şüphesiz iyiler) ebrâr berr'in çoğuludur, erbab gibi yahut bârrin çoğuludur, eşhâd gibi "bir bardaktan içerler” şaraptan içerler, ke's aslında içinde şarap olan kadehtir. "Katkısı” içine katılan şey "kâfur olan” bardaktan içerler. Çünkü kâfur soğuk ve tatlıdır, kokusu da hoştur. Bunun cennette bir suyun ismi olduğu da söylenmiştir. Rayihası ve beyazlığı kâfura benzer. Şöyle de denilmiştir: Onda kâfur özelliği yaratılır, o zaman ona katılmış gibi olur. 6O bir pınardır ki, onu Allah'ın kulları içerler. Onu akıtmakla akıtırlar. (O bir pınardır) bu da kâfurdan bedeldir, eğer bir suyun ismi kılmırsa ya da muzâf takdiri ile ke's'in mahallinden bedeldir yani mae aynin ev hamriha (o pınarın suyundan yahut şarabından içerler) demektir. Ya da (aynen) lâfzı ihtisas olarak (ehussu) yahut maba'dinin tefsir ettiği bir fiille mensûbtur. (Onu Allah'ın kulları içer) ondan zevk duyarak yahut katılmış olarak. Be edatının zâit yahut min manasına olduğu da söylenmiştir, çünkü içme ondan (kadehten) olduğu gibi ondan başlar. "Onu akıtmakla akıtırlar” istedikleri yerde kolayca akıtırlar. 7Onlar adağı yerine getirir ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. (Onlar adağı yerine getirirler) bu da o rızkın niçin verildiğini açıklayan yeni söz başıdır, sanki onlara bu sorulmuş, böyle de cevap verilmiştir. Bu da, vacipleri eksiksiz yerine getirirler ifadesinden daha mübalağalıdır; çünkü Allahü teâlâ'nın hatırı için kendine vâcip kıldığı şeyi yerine getiren kimse Allahü teâlâ'nın vâcip kıldığını daha çok yerine getirir. "Ve bir günün şerrinden korkarlar” yani şiddetlerinden korkarlar "yaygın” şerri yaygın, her tarafa sıçramış şerrinden korkarlar. Bu da yangının ve şafağın yayılmasından alınmıştır ki, istetara tara'dan daha mübalağalıdır. Bunda onların itikatlarının güzel olduğuna ve isyanlardan kaçtıklarına işâret vardır. 8Sevgisine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Sevgisine rağmen yemeği yedirirler” Allahü teâlâ'nın yahut yemeğin veyahut yedirmenin sevgisine rağmen demektir "yoksula, yetime ve esire” yani kâfir esirlere demektir. Çünkü sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz'e esir getirilirdi; onu bir Müslüman'a verir ve: Ona iyi bak, derdi ya da mü'min esire ki, bunun içine köle ve mahpus da girer. Hadiste: Borçlun (tutuklun) esirindir, esirine iyi bak, denilmiştir. 9Sizi ancak Allah rızâsı için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür beklemiyoruz, derler. "Sizi ancak Allah rızâsı için yediriyoruz” burada kavl (deme) maddesi gizlidir; bu da ya beden dili ya da baş dili ile olur. Bu ifade ecri azaltan karşılık ve başa kakma olayım ortadan kaldırmak içindir. Hazreti Âişe radıyallahü anha komşusuna sadaka gönderir, sonra götüren kimseye, ne dediklerini sorardı. Eğer dua etmişlerse o da onlara aynısını ederdi ki, Allah katındaki sadakanın sevabı zedelenmesin. "Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür beklemiyoruz” şükûran teşekkür demektir. 10Gerçekten biz Rabbimizden, asık suratlı pek çetin bir günden korkuyoruz. "Gerçekten biz Rabbimizden korkarız” bunun içindir ki, size iyilik ediyoruz ya da sizden bir karşılık beklemiyoruz. "Bir günden” bir günün azabından "asık suratlı” onda yüzler asılır ya da korkunç suratlı yırtıcı aslana benzer. (Pek çetin) çok asık, kaşlarını çatmış demektir. Bu da ikmatarratin nakatu deyiminden gelir ki, dişi deve kuyruğunu kaldırmak ve kendini toparlamaktır ya da kutr (yan) kökünden türetilmiştir ki, mim zâit olur. 11Allah da onları o günün şerrinden korudu ve onlara parlaklık ve bir sevinç verdi. "Allah da onları o günün şerrinden korudu” korkmaları ve ondan çekinmeleri sebebiyle "ve onlara parlaklık ve sevinç verdi” günahkârların asık suratına ve üzüntülerine karşılık. 12Onları sabrettikleri şeye karşılık cennet ve ipekle mükâfatlandırdı. "Onlan sabrettikleri şeye karşılık mükâfatlandırdı” vacipleri yerine getirmeleri, haramlardan sakınmaları ve mallarını fakirlere harcamaları sebebiyle. "Cennetle” meyvelerinden yiyecekleri bahçe ile "ve ipek ile” giyecekleri ipekle. İbn Abbâs radıyallahü anhuma'dan rivâyet edilmiştir: Hasan ile Hüseyin radıyallahü teâlâ ahnuma Efendilerimiz hasta oldular. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem onları ziyaret etti, ziyaretçiler Hazret-i Ali'ye: Ey Hasan’ın babası, çocuklar için bir şey adak etsen, dediler. Ali, Fatrme radıyallahü anhuma ve cariyeleri Fıdda, çocuklar iyileşirse üç gün oruç tutmayı adadılar. Onlar da şifa buldular, yanlarında da bir şey yoktu. Hazret-i Ali Hayberli Şemun'dan üç ölçek arpa ödünç aldı. Fatıma onları iftar etmek için beş yufka ekmek yaptı. Kapıya bir yoksul dikildi, hepsi de ekmeklerini ona verdiler, kendileri de yattılar, sudan başka bir şey tatmadılar. Sabahleyin oruçlu kalktılar. Akşam olunca yemeği ortaya koydular; bu sefer de kapıda bir yetim belirdi, ekmeklerini ona verdiler. Üçüncü akşam bir esir göründü; önada öyle yaptılar. Bunun üzerine Cebrâîl aleyhisselâm bu sureyi indirdi ve: Al, ya Muhammed, Allah ev halkını tebrik ediyor, dedi! 13Orada koltuklara kurulmuşlar. Orada ne güneş ne de zemheri (soğuğu) görmezler. (Orada koltuklara kurulmuşlar) bu da cezahüm'deki hüm zamirinden hâl’dir ya da cennetin sıfatıdır. "Orada ne güneş ne de zemheri görmezler” bunun da hâl veyahut cennetin sıfatı olma ihtimali de vardır ve müttekiîne'de gizli zamirden hâl olma ihtimali de vardır. Mana da şöyledir: Oranın öyle bir havası vardır ki, ılmandır; ne çok sıcaktır ne de rahatsız edecek derecede soğuktur. Zemherinin Tay lehçesinde ay manasına olduğu da söylenmiştir. Recez şairi şöyle demiştir: Öyle bir gece ki, karanlığı koyudur, Ben onu geçtim, zemheri (ay) da henüz parlamamıştı. Mana şöyledir: Oranın ortamı kendiliğinden aydınlıktır; güneşe ve aya ihtiyacı yoktur. 14Gölgeleri onlara yakın ve meyveleri boyun eğdirilmekle eğdirilmiş. (Gölgeleri onlara yakın) bu da hâl yahut başka bir sıfattır, mâkabline ma’tûftur ya da cennetin lâfzına ma’tûftur. Yani başka bir cennet daha vardır ki, onun da gölgeleri yakındır demektir, bu da onlara iki cennet vaadine göredir, Meselâ "Rabbinin huzurunda durmaktan korkan için iki cennet vardır” (Rahmân: 46) âyeti gibi. Merfû' olarak vedaniyetün de okunmuştur ki, o zaman zılaluha'nın haberi olur, cümle de hâl veyahut sıfattır. (Ve meyveleri boyun eğdirilmekle eğdirilmiştir) bu da mâkabline ma’tûftur ya da daniyetün'den hâl’dir. Meyvelerin boyun eğdirilmesi istedikleri gibi alması kolay olup bir mani teşkü etmemesindendir. 15Üzerlerinde (etraflarında) gümüşten bir kapla ve billur kupalarla dolaşılır. Âyetin tefsiri için bak:16 16Gümüşten billurlar. Onu bir takdirle takdir etmişler. "Üzerlerinde (etraflarında) gümüşten bir kapla ve billur kupalarla dolaşılır. Gümüşten billur” yani öyle oluşmuştur ki, cam kadar şeffaf ve gümüş kadar beyaz ve yumuşaktır. Selâsilen'i tenvinle okuyan kavârira'yı da öyle okumuştur; İbn Kesîr de birinciyi öyle okumuştur, çünkü o, âyet başıdır. Kavârirü min fıddatin şeklinde de okunmuştur ki, hiye kavarirü demektir. "Onu bir takdirle takdir etmişler” yani kendileri takdir etmişlerdir, miktar ve şeküleri tam istedikleri gibi olmuştur. Yahut iyi amelleriyle takdir etmişler, o da tam ona göre gelmiştir. Yahut onu dolaştıranlar takdir etmişlerdir, şarabı onların iştahlarına göre takdir etmişlerdir demektir. Bu da yutanı lâfzından anlaşılmaktadır. Kuddiruha şeklinde de okunmuştur ki, ona istedikleri gibi muktedir kılınmışlardır demek olur. Bu da kuddirtüş şey'e'den nakledilmiştir ki, bir şeye gücü yeter kılınmaktır. 17Orada katkısı zencefil olan bir kadehten içirilirler. "Orada katkısı zencefil olan bir kadehten içirilirler” tadı zencefile benzer demektir. Araplar zencefil aromalı şarabı zevkle içerlerdi. 18Orada bir pınar ki, ona Selsebil ismi verilir, "Orada bir pınar ki, ona Selsebil ismi verilir” boğazdan kolay geçtiği ve içimi rahat olduğu için. Şerabün selselün ve selsalün ve selsebilün denilir. Bunun için selsebü'deki be harfinin zâit olduğuna hükmedilmiştir. Bundan maksat da şarapta zencefil gibi yakıcılık yoktur ve zıddı ile nitelenmiştir demektir. Asimi sel sebilen (yol sor) olduğu da söylenmiştir, (bileşik) isim olmuştur, tıpkı teebbeta şerren gibi Çünkü ondan ancak iyi amelle yol sual eden içebilir. 19Üzerlerinde (etraflarında) Ölümsüz çocuklar dolaşır. Onları gördüğün zaman saçılmış inciler sanırsın. "Üzerlerinde (etraflarında) ölümsüz çocuklar dolaşır” devamlı yaşayan demektir. "Onları gördüğün zaman saçılmış inciler sanırsın” renklerinin parlaklığından, meclislere dağdmalarından ve şavklarının birbirine aksetmesinden. 20Gördüğün zaman orada bir nimet ve büyük bir saltanat görürsün. (Gördüğün zaman orada) raeyte'nin ne telâffuz edilen ne de takdir edilen bir mef'ûlu yoktur, çünkü geneldir, manası, gözün nereye bakarsa demektir "bir nimet ve büyük bir mülk görürsün” geniş bir mülk. Hadiste şöyle denilmiştir: "Cennet halkının en düşüğü mülküne bin yıllık mesafeden bakar; en uzağını en yakın gibi görür". Bu böyle, ârif-i billah için bundan çok daha büyüğü vardır. O da mülk âleminin görünen ve melekût âleminin görünmeyen suretierinin nefsine nakşedilip kutsal ceberut âleminin nurlarıyla aydınlanmasıdır. 21Üzerlerinde ince ve kalın yeşil ipek elbiseler. Gümüşten bileziklerle süslenmişler. Rableri onlara tertemiz bir şarap içilmiştir. "Üzerlerinde ince ve kalın yeşil ipek elbiseler” üzerlerinde sündüs ve istebrak giysileri vardır ki, onlar da yeşil ince ve kalın atlas kumaşlardır. Âliyehüm aleyhim'deki yahut hasibtehüm'deki hüm zamirinden hâl olarak mensûbtur ya da mülken lâfzından hâl’dir, bu durumda muzâf mukadderdir ki, ehlü mülkin kebirin âliyehüm demektir (mana aynıdır). Nâfi' ile Hamze siyabin haberi olmak üzere ref ile âlîhm okumuşlardır. İbn Kesîr ile Ebû Bekir de sündüs'e mana bakımından bağlayarak cer ile hudrin okumuşlardır, çünkü sündüs cins ismidir ve siyabün'e atıf ile Merfû' olarak istibrakun okumuşlardır. O ikisini Nâfi’ ile Hafs ref ve Hamze ile Kisâî de cer ile okumuşlardır. Vasi hemzesi ile vestebkakun, kafin fethi ile istebreka da okunmuştur ki, berik'ten istefale vezninde olur ve bu çeşit kumaşa isim kılınmış olur. (Gümüşten bileziklerle süslenmişler) bu da veyetufu aleyhim kavline ma’tûftur. "Min esavire min zehebin” (Kehf: 31) (altın bileziklerle süslenirler) kavli buna muhâlif düşmez, çünkü ikisini birleştirmek, sıra ile kullanmak ve ellerinde hem altın hem de gümüş bilezikler bulundurmak mümkündür. Zira cennet halkının ziynetleri amellerine göre değişir. Belki de Allahü teâlâ elleriyle yaptıklarının karşılığını onlara altın ve gümüşün değişmesi gibi değişen süs ve nûr olarak aktarır. Ya da (hullu esavire) cümlesi âliyehüm'deki zamirden gizli kad edâtı ile hâl’dir. Buna göre (min edatının ba'z manasına olmasına göre) hizmetçiler için gümüş bilezikler, efendiler için de altın bilezikler olması da câizdir. "Rableri onlara tertemiz bir şarap içirmiştir” bundan, geçen iki tür şaraptan üstün başka bir şarabı kast ediyor. Bunun içindir ki, onu içirmek azîz ve celü olan Allah'a isnat eailmiştir. Şarabın temiz olarak nitelenmesi içenini maddî zevklere meyilden ve Hak'tan başkasına (masivaya) eğümekten temizlediği içindir. O zaman Onun cemalini müşahede etmek için soyunur, onun bakiliği ile baki kalmaktan zevk duyar. Bu da sıddıkların son derecesidir. Bunun içindir ki, iyilerin sevabı bununla sona erdirilmiştir. 22Gerçekten bu, sizin için bir mükâfat oldu ve gayretiniz şükranla karşılanmış oldu. "Gerçekten bu, sizin için bir mükâfat oldu” burada kavl (söyleme) maddesi gizlidir, işâret de onlara hazırlanan sevabadır, "ve gayretiniz şükranla karşılanmış oldu” ivazı verilecek, zâyi edihrıeyecektir. 23Gerçekten biz Kur'ânı sana indirmekle indirdik. "Gerçekten biz Kur'ânı sana indirmekle indirdik” bunu gerektiren hikmete göre parça parça indirdik. Zamirin inne tahkik edâtı ile birlikte tekrar edilmesi (inna, nahnü, nezzelna) indirmenin ona hâs olmasındandır. 24Öyleyse Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan günahkâra yahut gavura itâat etme. "Öyleyse Rabbinin hükmüne sabret” Mekke kâfirlerine ve diğerlerine karşı zaferini geciktirmesine "ve onlardan günahkâr yahut gavura itâat etme” yani günah irtikâp edip de seni ona davet edene ve küfründe aşırı gidip de seni ona davet edene demektir. Ev edâtı dinlememe hususunda ikisinin bir ve kendi başlarına müstakil olduğunu bildirmek içindir. Taksim (onlan kâfir ve günahkâra ayırmak) onların davet ettikleri şeye göredir. Çünkü yasağın bu iki sıfata bağlanması bunun o iki sebebiyle olduğunu akla getirmektedir. Bu da itâatin günahta ve küfürde olmasını gerektirir; çünkü ne günah ne de küfür olmayan konularda ona itâat etmek mahzurlu değildir. 25Rabbinin adım sabah akşam tesbih et. "Rabbinin adını sabah akşam tesbih et” onun zikrine devam et ya da sabah, öğle ve ikindi namazlarına devam et, demektir. Çünkü asü bu iki vakti içine alır. 26Geceden ona secde et ve gece onu uzun uzadıya tesbih et. "Geceden de ona secde et” gecenin bir kısmında onun için namaz kü. Belki de bundan murat edilen akşam ve yatsı namazlarıdır. Minelleyli zarfının başa alınması gece namazındaki külfetten ve ihlâstan kaynaklanmaktadır. "Ve gece onu uzun uzadıya tesbih et” gecenin uzun bir diliminde onun için teheccüt kıl. 27Gerçekten onlar çabuk geçeni seviyorlar ve arkalarında ağır bir gün bırakıyorlar. "Gerçekten onlar çabuk geçeni seviyorlar ve arkalarında bırakıyorlar” verâ ön yahut sırtlarının arkasıdır "ağır bir gün” şiddetli demektir. Bu da taşıyanın belini kıran ağır yükten (sikldan) gelmektedir. Emredilen ve men edilen şeyin gerekçesi gibidir. 28Onları biz yarattık ve mafsallarını pekiştirdik. Dilediğimiz zaman benzerlerini değiştirmekle değiştiririz. "Onlan biz yarattık ve mafsallarını pekiştirdik” eklemlerini kirişlerle sağlamlaştırdık. "Dilediğimiz zaman benzerlerini değiştirmekle değiştiririz” istediğimiz zaman onları helâk eder ve yaratılışta ve mafsallarının pekliğinde onlara benzeyenlerle değiştiririz. Bundan da ikinci oluşumu kast etmektedir. Bunun içindir ki, (in yerine) gerçeği gösteren izâ şart edâtı getirilmiştir. Ya da yerlerine itâat edenleri getiririz demektir. İza edâtı gerçek kudreti göstermek ve kuvvetli sebep (inkâr) olduğu içindir. 29Gerçekten bu bir öğüttür. Kim dilerse, Rabbine bir yol edinir. "Gerçekten bu bir öğüttür” sûreye veyahut geçen âyetlere işarettir. "Kim dilerse, Rabbine bir yol edinir” itâat ederek ona yaklaşır. 30Allah dilemezse siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilen, hikmet sâhibidir. "Allah dilemezse siz dileyemezsiniz” bunu ancak Allah'ın sizin dilemenizi dilediği zaman dilersiniz. İbn Kesîr, Ebû Amr ve İbn Âmir ye ile (yeşaune) okumuşlardır. "Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir” herkesin neyi hak ettiğini çok iyi bilir "hikmet sâhibidir” ancak hikmetin istediğini diler. 31Dilediğini rahmetine sokar. Zâlimler için acıklı bir azâp hazırlamıştır. "Dilediğini rahmetine sokar” hidâyet etmek ve taâta muvaffak kılmakla. (Zâlimler için ise acıklı bir azâp hazırlamıştır) zâlimin, eadde lâfzının tefsir ettiği bir fiille mensûbtur Meselâ ev'ade gibi, bu da ma’tûf ile ma’tûfun aleyh cümlelerinin mutabık olması içindir (o zaman ikisi de fiil cümlesi olur). Mübteda olarak ref ile (vezzâlimune) de okunmuştur. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’den: Kim Hel etâ (İnsan) sûresini okursa, Allah ona cennet ve ipek mükâfatını verir. |
﴾ 0 ﴿