79 / NÂZİ’ÂT

Mekke'de inmiştir. 45 yahut 46 âyettir.

1

 Yemin olsun, şiddetle çekenlere,

Âyetin tefsiri için bak:5

2

 Yavaşça çekmekle çekenlere,

Âyetin tefsiri için bak:5

3

 Yüzmekle yüzenlere,

Âyetin tefsiri için bak:5

4

 Koşmakla koşanlara,

Âyetin tefsiri için bak:5

5

 İşi idare edenlere,

"Yemin olsun, şiddetle çekenlere, yavaşça çekmekle çekenlere, yüzmekle yüzenlere, koşmakla koşanlara ve işi idare edenlere".

Bunlar ölüm meleklerinin sıfatlarıdır. Çünkü onlar kâfirlerin ruhlarını bedenlerinden şiddetle çekerler. Onları bedenlerinin en uzak bölgelerinden çekerler ya da cesetlere gömülen canları çekerler ve mü'minlerin ruhlarını yavaşça çekerler. Bu da neşetat delve minelbir'i deyiminden gelir ki, kovayı kuyudan yavaşça çıkarmaktır. Onlan çıkarırken denizin derinüklerinden bir şey çıkaran dalgıç gibi yüzerler. Kâfirlerin ruhlarının ccehenneme, mü'minlerin ruhlarını cennete koştururlar. Onların azâp ve sevap işlerini idare ederler, bunu da onlar için hazırlanan acılara ve zevklere yetiştirmekle yaparlar.

Ya da bunlardan ilk ikisi ölüm meleklerine aittir, kalanlar da diğer meleklere aittir ki, onlar bunu yerine getirirken yüzerler yani koşarlar, emredildikleri şeye yetiştirirler, onun işini idare ederler.

Ya da bunlar yıldızların sıfatlarıdır; çünkü onlar doğudan batıya derinden hareket ederler, bunu da yörüngeyi kat etmekle yaparlar. Sonunda en uzak batıya inerler. Bir burçtan başka bir burca çıkarlar, neşat ederler, bu da neşitas sevrü deyiminden gelir ki, yaban öküzü bir memleketten diğerine göç etmektir. Onlar gökte yüzerler, birbirlerini geçerler, çünkü bazısı daha hızlıdır.

O zaman kendisine verilen işi idare ederler, Meselâ mevsimlerin değişmesi, zamanların düzenlenmesi ve ibâdet vakitlerinin tayini gibi. Bunların doğudan batıya hareketleri sert, burçtan burca geçişleri de yumuşak olduğu için birincisine nez' (çekme), ikincisine neşt (yavaşça çekme) denilmiştir.

Ya da bunlar bedenlerden aynlan üstün nefislerin sıfatlarıdır. Çünkü bunlar bedenlerden zorla ayrılırlar, derin çekilen ok gibi sert ayrılır, melekut âlemine ise kıpır kıpır özlem duyarlar, orada yüzer ve mukaddes/kutsal meydanlığa koşarlar. Şeref ve kuvvetlerinden dolayı işleri idare edenlerden olurlar.

Ya da o nefislerin sülük hâlindeki sıfatlarıdır; çünkü bunlar şehvetlerden çekilir (koparılır), kutsal âleme özlem duyarlar. Yücelik mertebelerinde yüzer; kemalâta doğru koşarlar. Sonunda tamamlayıcılardan yani idarecilerden olurlar.

 

Ya da bunlar gazilerin nefislerinin yahut ellerinin sıfatlarıdır. Bunlar okları derin (sert) çekerler, oklarını isteyerek atarlar; karada ve denizde yüzerler; düşmanla savaşa koşarlar; savaş durumunu idare ederler.

Ya da bunlar adarının şifadandır; çünkü onların da yularları sert çekilir, çünkü boyunları uzundur, dar-ı İslâm'dan dar-ı küfre çıkarlar. Savaşın içinde yüzer, düşmana saldırır ve zaferin durumunu idare ederler.

Allahü teâlâ bunlarla kıyâmetin kopacağına yemin etmiştir, onu (kıyâmeti) söylememesi ise arkadan gelen (şu) cümlelerin ona delâlet etmesindendir:

6

 O günde sarsan sarsar.

 (O günde sarsan sarsar) yevme, tercufu ile mensûbtur, racife'den murat edilenler de o zaman hareketi şiddetlenen sâkin gök cisimleridir, Meselâ yer ve dağlar gibi. Çünkü "o gün yer ve dağlar sarsılır” (Müzzemmü: 14) buyurmuştur.

Ya da racife'den murat edilen olaydır, o sırada cisimler titrer ki, o da sûra ilk üfürmedir.

7

 Onu arkadan gelen izler.

"Onu arkadan gelen izler” o da gök ve yüdızlardır, yarılır ve dökülür ya da sûra ikinci üfürmedir. Cümle de hâl yerindedir.

8

O gün kalpler titremektedir.

Âyetin tefsiri için bak:9

9

 Gözleri yerdedir.

"O gün kalpler titremektedir” çok titrer, bu da vecîf'ten gelir ki, o da kalplerin sıfatıdır, haber de (gözleri yerdedir) kavlidir yani kalp sahiplerinin gözleri yerdedir, sinmiştir. Bunun içindir ki, onu kalplere izafe etmiştir.

10

 "Biz mi gerçekten elbette eski hâle döndürüleceğiz?” derler.

"Biz mi gerçekten elbette eski hâle döndürüleceğiz?” ilk hâle demektir ki, bundan ölümden sonraki ilk hâli kast ediyorlar. Bu da recaa fülanün hâfiretihi deyiminden gelir ki, geldiği yoldan döndü demektir. yani iz bıraktığı yoldan (izi üstü) döndü demektir. Hâfireh lâfzı nispet kalıplarındandir (izi çıkmış), Meselâ Allahü teâlâ'nın: (Râzı olacağı bir hayatta) (Hakka: 21) kavli gibi.

Ya da izi kabul edeni (mef'ûlu, yolu) faile (iz bırakana) benzetmedir. Fil-hafireti şeklinde de okunmuştur ki, mahfureti (çukurlaşmış) demektir. Bu da hufiret esnanuhu deyiminden gelir ki, dişlerinde oyuklar oluşmaktır, hafiret haferen vehiye hafiretiün şeklinde çekimi yapılır.

11

 "Çürümüş kemikler olduğumuz zaman mı?"

 (Biz olduğumuz zaman mı?) Nafî, İbn Âmir ve Kisâî haber şeklinde izâ künna okumuşlardır.

"Çürümüş kemikler” eskimiş, Hicazlı iki kurra ile Şamlı bir kurra, Hafs ve Ravh nâhireten okumuşlardır ki, bu daha mübalağalıdır.

12

 Dediler:

"O takdirde işte bu, ziyanlı bir dönüştür".

"Dediler: O takdirde işte bu, ziyanlı bir dönüştür” zarar eden ya da sahipleri zarar eden demektir.

Mana da şöyledir: Eğer bu doğru ise biz yalanladığımız için ziyan etmişizdir. Bunu da alay yollu söylemektedirler.

13

 O ancak bir tek haykırıştır.

"O ancak bir tek haykırıştır” bu da mahzûfa bağlıdır yani bunu zor görmeyin; o bir tek haykırıştan ibarettir; o da sûra ikinci üfürmedir.

14

 Bakarsın ki, onlar toprağın üstündeler.

"Bakarsın onlar toprağın üstündeler” onlar yerin altında ölülerken yerin yüzünde canlıdırlar. Sahire boş ve düz arazidir, ona böyle denilmesi onda serabın akmasındandır. Bu da aynün sariyeh deyiminden gelir ki, suyu akan (uyanık) pınardır, aksi de aynün naimeh (suyu akmayan, uyuyan pınar) dır.

15

 Sana Mûsa'nın haberi geldi mi?

"Sana Peygamberim Mûsa'nın haberi geldi mi?” onun haberi sana gelmedi mi ki, kavminin yalanlamasına karşılık seni teselli eder ve onları da tehdit ederdi; onlardan büyüğünün başına geldiğine göre bunlara da gelirdi.

16

 Hani, Rabbi ona Mukaddes/Kutsal Tuva vâdisinde seslenmişti.

"Hani Rabbi ona mukaddes/kutsal Tuva vâdisinde seslenmişti” bunun açıklaması da Taha sûresinde geçmiştir.

17

 "Fir'avn'e git, çünkü azdı.

"Fir'avn'e git, çünkü o azdı” burada kavl maddesi gizlidir (ona böyle de). En-izheb de okunmuştur, çünkü nidada kavl manası vardır.

18

 Ona de: Temizlenmeye var mısın?"

"Temizlenmeye var mısın, de?” Küfür ve taşkınlıktan temizlenmeye meylin var mı? Hicazlı iki kurra ile Ya'kûb şedde ile tezzekkâ okumuşlardır.

19

 Seni Rabbine hidâyet edeyim mi, korkarsın.

"Seni Rabbine hidâyet edeyim mi?” seni onu tanımaya irşat edeyim mi "korkarsın” vacipleri yerine getirmek ve haramları terk etmekle. Çünkü korkmak ancak tanımadan sonra olur. Bu da:

"Ona yumuşak konuşun” (Tâhâ: 44) ayetinin açıklaması gibidir.

20

Ona en büyük mu'cizeyi gösterdi.

"Ona en büyük mu'cizeyi gösterdi” yani gitti, tebliğ etti, ona en büyük mu'cizeyi gösterdi. O da asanın yılana çevrilmesidir. Çünkü o ilk ve asıl olan mu'cizedir ya da bütün mu'cizelerini gösterdi demektir, çünkü onlar anlam itibarı ile bir tek mu'cize gibidir.

21

O da yalanladı ve isyan etti.

"O da yalanladı ve isyan etti” Peygamberim Mûsa'yı yalanladı ve azîz ve celil olan Allah'a mu'cizeyi gördükten ve durum açığa çıktıktan sonra isyan etti.

22

Sonra koşarak arkasını döndü.

"Sonra arkasını döndü” taâta sırt çevirdi "koşarak” onun işini bozmak için koşarak ya da yüanın korkunçluğunu görünce süratle yürüdü.

23

(Adamlarım) topladı da seslendi:

"Topladı” sihirbazları ya da askerlerini topladı "ve seslendi” topluluk içinde ya bizzat kendisi ya da tellalı aracılığı ile.

24

Sizin en yüce Rabbiniz benim, dedi!

"Sizin en yüce Rabbiniz benim, dedi” işinizi gören en büyük yetkili benim, dedi.

25

Allah onu sonun ve ilkin ibretli cezası ile yakaladı.

"Allah da onu sonun ve ilkin ibretlik cezası ile yakaladı” görenlere ibret olacak ya da âhirette yakmak ve dünyada suya boğmakla ya da son söylediği sözden dolayı o da bu kelimedir. İlk kelimesi de "sizin için benden başka bir ilâh bilmiyorum” (Kasas: 38) kavlidir ya da iki dünyada ibret olacak ceza ya da o iki kelimeden dolayı demektir. Nekâlen'in mukadder fiili ile te'kit edici mef'ûlu mutlak olması da câizdir (nekkelallahu bihi nekâlel âhireti).

26

Gerçekten bunda korkan için elbette bir ibret vardır.

"Gerçekten bunda korkan için elbette bir ibret vardır” korkmasını bilen için.

27

Yaratma bakımından siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Onu Allah yarattı.

"Yaratma bakımından siz mi daha çetinsiniz?” Halk etme bakımından siz mi daha zorsunuz "yoksa gök mü?". Sonra onu nasıl yarattığını açıkladı:

"Onu Allah yaptı” dedi. Sonra da nasıl yaptığını açıkladı:

28

Boyunu yükseltip onu düzenledi.

"Boyunu yükseltti” dedi. Yani yerden yüksekliğini ya da yukarıya doğru giden kalınlığını yüksek yaptı demektir "onu düzenledi” dengeledi ya da düz yaptı yahut onu kemale erdirecek şeylerle, yuvarlak yapmakla ve diğer işlemlerle kemale erdirdi. Bu da sevva fülanün emrehu deyiminden gelir ki: Filanca kimse işini düzene bindirdi demektir.

29

Gecesini kararttı, nûrunu çıkardı.

"Gecesini kararttı” zulumat yaptı, bu da ğatışel leylü deyiminden gelir ki, gece kararmaktır. Kararmayı ona izafe etmesi, onun hareketiyle meydana gelmesindendir.

"Nûrunu çıkardı” güneşin ışığını gösterdi, bu da "Yemin olsun güneşe ve ışığına” (Şems: 1) âyeti gibidir ki, gündüzü murat ediyor.

30

Bundan sonra yeri döşedi.

"Bundan sonra da yeri döşedi” yaydı ve yaşamak için düzeltti.

31

Ondan suyunu ve otlağını çıkardı.

"Ondan suyunu çıkardı” pınarlar akıtmakla "ve otlağını” otunu demektir. Mer'a aslında davarın yayılacağı yerdir. Cümlenin atıftan soyutlanması onun gizli kad ile hâl olmasından ya da düz olduğunu açıklamak içindir.

32

Dağları dikti.

"Dağları dikti” tespit etti, mübtedâ olarak ref ile velcibalü de okunmuştur. Bu da pek üstün bir görüş değildir, çünkü fiil üzerine atıftır.

33

Sizin ve hayvanlarınızın faydası için.

"Sizin ve hayvanlarınızın faydası için” sizi ve davarlarınızı yararlandırmak için.

34

En büyük bastıran belâ geldiği zaman,

"Bastıran belâ geldiği zaman” diğer belâların üstüne çıkan belâ demektir "en büyük” bastıran belaların en büyüğü ki, o da kıyâmettir ya da sûra ikinci üfürmedir yahut o saat ki, onda cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme sevk edilir.

35

O gün insan çalıştığı şeyleri görür.

"O gün insan çalıştığı şeyleri hatırlar” onların amel defterine yazılmış olduğunu görür, onu aşırı gafletinden yahut sürenin uzunluğundan unutmuş idi. Bu "izâ caet"ten bedeldir, da mevsûle yahut mastariyedir.

36

Cehennem gören kimse için açığa çıkarılmıştır.

"Cehennem açığa çıkarılmıştır” izhar edilmiştir "her gören için” öyle ki, hiç kimseye kapalı kalmaz. Şeddesiz olarak "bürizet” ve limen raa da limen tera okunmuştur ki, ondaki zamir cahim lâfzına gider, Meselâ:

"Cehennem onlan uzak bir yerden gördüğü zaman” (Furkân: 12) âyeti gibi.

Ya da bu, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e hitaptır yani gördüğün kâfirlere gösterilir demektir. İza caet'in cevabı da mahzûftur, yevme yetezekkeru ya da arkasındaki açıklama onu gösterir.

37

Gelince o kimseye ki, taşkınlık etti.

Âyetin tefsiri için bak:38

38

Dünya hayatım tercih etti;

"Gelince o kimseye ki, taşkınlık etti” nihayet kâfir oldu "ve dünya hayatını tercih etti” ona daldı; ibâdet ederek nefsini ıslah etmekle âhirete hazırlanmadı.

39

Şüphesiz cehennemdir ona barınak.

"şüphesiz cehennemdir ona barınak". Onun yeridir, el-me'va’daki, lâm-ı tarif izafetin yerine geçmiştir; çünkü cehenneme gidenin azgın olduğu bilinmektedir, hiye de zamir-i fasldır ya da mübteda’dır.

40

Gelince ona kim, Rabbinin makamından korktu ve nefsi arzudan men etti.

Âyetin tefsiri için bak:41

41

Şüphesiz cennettir onun barınağı.

"Gelince ona kim, Rabbinin makamından korktu” dünyayı ve âhireti bildiği için Rabbinin huzurunda durmaktan korktu "ve nefsi arzudan men etti” onun helâk edici olduğunu bildiği için "şüphesiz cennettir onun barınağı” ondan başka barınağı yoktur.

42

Sana kıyâmetten soruyorlar; onun demir atması ne zamandır, diye.

"Sana kıyâmetten soruyorlar; onun demir atması ne zamandır diye” kopması ve sâbit olması ne zamandır, diye ya da sonu ve karargâhı ne zamandır diye ki, bu da geminin mersa'sından (limanından) gelir ki, varacağı ve karar kılacağı yerdir.

43

Onu anmaktan sen neredesin?

Âyetin tefsiri için bak:44

44

Onun sonu Rabbinedir.

"Onu anmaktan sen neredesin?” vaktini onlara hatırlatmaktan hangi şeydesin yani onlara vaktini hatırlatmaktan ve vaktini açıklamaktan bir bilgi üzerinde değilsin. Çünkü onlara hatırlatman ancak azgınlıklarını artırır. Onun vaktini bilmek Allahü teâlâ'ya mahsustur.

Şöyle de denilmiştir: Fî-me sorularını reddetmektedir. Ente min zikraha da yeni söz başıdır.

Manası şöyledir: Sen onun hatırasından bir hatırasın yani onun alâmetlerindensin. Çünkü onun son Peygamber olarak gönderilmesi, onun alâmetlerinden bir alâmettir.

Şöyle de denilmiştir: Bu, onların sorularına dahildir, cevap da "onun sonu Rabbinedir” cümlesidir yani onun son ilmi ona aittir demektir.

45

Sen ancak ondan korkanı uyarıcısın.

"Sen ancak ondan korkanı uyarıcısısın” sen ancak onun şiddetinden korkanı uyarmak için gönderildin. Bu da vaktin belirtilmesine uygun değildir. Korkanın özellikle zikredilmesi, ondan yararlanacak olanın o olmasındandır. Ebû Amr'dan tenvinle münzirün okuduğu ve aslma göre amel ettirdiği rivâyet edilmiştir, çünkü o (münzir) hâl manasınadır.

46

Sanki onlar onu gördükleri zaman (dünyada) ancak bir akşam üstü yahut kuşluğu kadar kalmışlardır.

"Sanki onlar onu gördükleri gün kalmamışlardır” dünyada yahut kabirlerde "ancak bir akşam üstü yahut kuşluğu kadar” yani bir günün akşam üstü yahut kuşluğu kadar demektir. Bu da:

"Ancak gündüzden bir saat kalmışlardır” (Ahkâf: 35) âyeti gibidir. Bunun içindir ki, kuşluğu akşam üzerine izafe etmiştir, çünkü ikisi de bir gündendir.

Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem: Kim Naziat sûresini okursa Allahü teâlâ'nın onu kıyâmet gününde bir farz namazı kadar bekletip de sonra cennete giden kimselerden olur.

0 ﴿