80 / ABESE

Mekke'de inmiştir. 42 âyettir.

1

 Yüzünü ekşitti ve arkasını döndü,

2

 Kendisine âma/görme engelli geldi diye.

"Yüzünü ekşitti ve arkasını döndü, kendisine âma geldi diye".

Rivâyete göre İbn Ümmi Mektum, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi, yanında da Kureyş'in ileri gelenleri vardı. Onları İslâm'a davet ediyordu: Ya Resûlallah, Allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret, dedi ve bunu birkaç kere tekrar etti. Onun toplulukla meşgul olduğunu bilmedi. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem onun konuşmasından ve sözünü kesmesinden hoşlanmadı ve ondan yüzünü döndü. Âyet bunun üzerine indi.

Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ona ikram eder ve onu gördüğü zaman: Hoşgeldin, Allah'ın bana itap etmesine sebep olan kişi, derdi. Onu Medîne'de yerine iki defa vekil bıraktı. Mübalağa için şedde ile abbese de okunmuştur, en cae de yüz çevirmenin ya da yüzünü ekşitmenin sebebidir, bu hususta iki mezhebin farklı görüşü vardır. İki hemze ile e-en ve aralarında elifle ân da okunmuştur ki, a'mâ geldi diye mi böyle yaptı demektir? A'mâ demesi Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem toplumla konuşurken sözünü kesmekte mazur olduğunu göstermek ve onun şefkat ve merhamete daha lâyık olduğunu bildirmek içindir ya da bunu daha çok reddetmek içindir, sanki: A'mâ geldi diye arkasını döndü, buyurmuştur.

3

Ne biliyorsun, belki o arınacak?

(Ne biliyorsun, belki o arınacak) kavlindeki gâipten muhataba üslup değiştirmek gibi. Yani onun hâlini sana ne bildirdi, belki de o senden aldığı şeylerle günahlardan armacaktı. Bunda ondan yüz çevirmesinin başkasının arındırılması için olduğuna îma vardır.

4

 

Yahut öğüt alacak da öğüt ona fayda verecek.

"

Yahut öğüt alacak da öğüt ona fayda verecektir” yahut nasihat dinleyecek de nasihatin ona fayda sağlayacaktır. Leallehu'daki zamirin kâfire gittiği de söylenmiştir yani sen onun İslâm ile arınacağını ve öğütten yararlanacağını umut ettin, bunun için de ötekisinden yüz çevirdin. Ümit ettiğin şeyin olacağını ne biliyorsun? Âsım lealle'nin cevabı olarak nasb ile fetenfeahü okumuştur.

5

 Ama o kimse ki, tenezzül etmedi,

Âyetin tefsiri için bak:6

6

 Sen ona yönetiyorsun.

"Ama o kimse ki, tenezzül etmedi, sen ona yönetiyorsun” dönerek ona yöneliyorsun, tesadda'nın aslı tetesadda'dır.

İbn Kesîr ile Nâfi' idgam ile tessadda okumuşlardır. Tüsadda da okunmuştur ki, sataşmaya arz ve davet ediliyorsun demektir.

7

 Arınmaması sana değil.

"Arınmaması sana değil” İslâm ile arınmamasında senin bir suçun yoktur ki, onun İslam’a gelmesi için gayretin/hırsın, seni Müslüman olanlardan yüz çevirmeye götürsün.

"Sana ancak tebliğ etmek düşer” (Şura: 48).

8

Ama o kimse ki, sana koşarak geldi,

Âyetin tefsiri için bak:9

9

 O ki, korkuyor,

"Ama o kimse ki, sana koşarak geldi” hayrı aramak için koşuyor "o ki, korkuyor” Allah'tan yahut sana gelmek için kâfirlerin eziyetinden ya da âma olduğu, kuvveti de olmadığı için yolda düşmekten korkuyor.

10

Sen ondan oyalanıyorsun.

"sen ondan oyalanıyorsun” onunla meşgul olmuyorsun, (bu fiilin) lehha anhu velteha ve telahha şeklinde çekimi yapılır. Belki de tasaddi ve telehhi kalıplarının zikredilmesi itabın / sitemin kalben zenginle ügilenip de fakiri ihmal etmesindendir. Bu gibi şey ise ona yaraşmaz.

11

 Hayır, gerçek o (Kur'ân) bir öğüttür.

(Hayır) sitem edilen şeyden yahut benzerinden mendir "gerçekten o bir öğüttür.

12

 Artık kim dilerse, ondan öğüt alır.

Artık kim dilerse ondan öğüt alır” onu ezberler yahut nasihatini dinler, iki zamir de Kur'ân'adır ya da zikredilen itabadır. Birincisinin müennes olması (inneha) haberinin müennes olmasındandır.

13

 Değerli sahifelerde.

 (Sahifelerdedir) onlarda tespit edilmiştir, bu da tezkire'nin sıfatıdır ya da ikinci haberdir veyahut mahzuf’un haberidir (hiye suhufin demektir) "değerli” Allah katında kıymetli.

14

 Yüceltilmiş, temizlenmiş.

"Yüceltilmiş” kadri âlî "temizlenmiş” şeytanların ellerinden arındırılmıştır,

15

Kâtiplerin eliyle,

"Kâtiplerin ellerinde” melek kâtiplerin yahut peygamberlerin ki, kitapları Levh-ı Mahfûz'dan veyahut vahiyden istinsah/kopya ederler ya da elçilerin ellerinde ki, Allah ile Peygamberleri veyahut ümmet arasında vahiy elçiliği yaparlar. Sefere sâfir'in çoğuludur, o da sefr'den yahut sefâretten gelir. Bu terkip keşf manasında kullanılır. Seferetil mer’etü denir ki, kadın yüzünü açmaktır.

16

 Değerliler, iyiler.

"Değerliler” Allah katında kıymetliler ya da mü'minlere karşı şefkatliler; onlarla konuşur ve onlar için bağışlanma dilerler,

"iyiler” takva sahipleridir.

17

 Kahrolsun insan, ne de nankör!

"Kahrolası insan, ne de nankör!” ona en kötü bedduadır ve aşırı nankörlüğünden dolayıdır. Bu kelâm kısa olmakla beraber en büyük gazabı ve aşırı kınamayı göstermektedir.

18

 Onu (Allah) hangi şeyden yarattı?

"Onu (Allah) hangi şeyden yarattı?” bu da ona verdiği nimeti, özellikle meydana gelişinden itibaren verdiği nimeti açıklamaktadır. İstifham da hakaret içindir. Bunun içindir ki, ona şöyle diyerek cevap vermiştir:

19

 Bir damla sudan. Onu yaratıp biçimlendirdi.

"Bir damla sudan, onu yaratıp biçimlendirdi” onu uygun organ ve şekillerle hazırladı ya da onu dönem dönem takdir etti, nihayet onu tamamladı.

20

Sonra ona yolu kolaylaştırdı.

"Sonra ona yolu kolaylaştırdı” sonra anasının karnından çıkmayı kolaylaştırdı; bunu da rahmin ağzını açmak ve ona ters dönmesini ilham etmekle yaptı ya da ona hayır ve şer yolunu uysallaştırdı. Es-sebile'nin nasbı zahirin tefsir ettiği fiilledir, bu da kolaylığı mübalâga/abartmak içindir. İzafetle değil de lâm ile mâ'rife kılması onun bütün insanlar için genel bir yol olmasındandır. Bunda son manaya göre şuna îma vardır ki, dünya bir yoldur, maksat başkadır (âhirettir). Bunun içindir ki, arkasından:

21

Sonra onu öldürüp kabre gömdü.

Âyetin tefsiri için bak:22

22

Sonra onu dilediği zaman diriltti.

"Sonra onu öldürüp kabre gömdü. Sonra da onu dilediği zaman diriltti” buyurmuştur. Öldürmeyi ve kabre koymayı nimet saymıştır; çünkü o genellikle ebedî hayata ve katışıksız zevklere vesiledir. Kabre koymayı da nimet sayması ona saygı içindir ve canavarlardan korumak içindir. Dilediği zaman ibaresinde şuna işâret vardır ki, yeniden dirilmenin vakti bizzat belli değildir; o ancak Allahü teâlâ'nın dilemesine bırakılmıştır.

23

Hayır, o (insan Allah'ın) emrettiğini yerine getirmedi.

 (Hayır) İnsanın üzerinde bulunduğu nankörlük durumunu reddir “ o (Allah'ın) emrettiğini yerine getirmedi” Âdem'den bu yana emrettiğini bütünüyle yerine getirmedi. Çünkü insan bir şekilde kusursuz olmaz.

24

İnsan yediğine bir baksın;

"İnsan yediğine baksın” zatî nimetinden sonra haricî nimetlerini veriyor,

25

Gerçekten biz suyu dökmekle döktük.

"gerçekten biz suyu dökmekle döktük". Bu da yiyeceğin nasıl meydana geldiğini açıklamak üzere yeni söz başıdır. Kûfeliler taamdan bedel-i istimal olarak feth ile ennâ okumuşlardır.

26

Sonra yeri yarmakla yardık;

"Sonra yeri yarmakla yardık” bitki yahut sabanla, yarmayı kendine isnat etmesi, fiilin sebebine isnadı kabilindendir (sebep Allah'tır).

27

Onda tane bitirdik,

"Onda tane bitirdik” buğday ve arpa gibi,

28

Üzüm ve yonca,

"üzüm ve yonca” burada geçen kadb yonca demektir, mastar isim yerine kullanılmıştır. Çünkü o kadabahu'nûn mastarıdır, o da kesmek manasınadır, çünkü o defalarca biçüir, kesilir.

29

Zeytin ve hurma.

Âyetin tefsiri için bak:30

30

Bol ağaçlı bahçeler.

"Zeytin ve hurma, bol ağaçlı bahçeler” büyük ağaçlı demektir, bahçeye sıfat olması sıklığından ve ağaçlarının çok oluşundandır ya da kalın gövdeli ağaçlara sahip olmasından gelir ki, kalın boyundan istiare edilmiştir.

31

Meyve ve otlak;

"Meyve ve otlak” ebben mera demektir, o da ebbe fiilinden gelir ki, hedef alınır ve hayvanlar için biçilir ya da ebbe likeza deyiminden gelir ki, bir şeye hazırlanmaktır, çünkü o da hayvanları otlatmak için hazırlanmıştır ya da kuru meyve demektir ki, kışa hazırlanır.

32

Sizi ve hayvanlarınızı faydalandırmak için.

"Sizi ve hayvanlarınızı faydalandırmak için” çünkü zikredilen türlerin bazısı yiyecektir, bazısı da hayvan yemidir.

33

Kulakları sağır eden o ses geldiği zaman,

"Kulağı sağır eden o ses geldiği zaman” yani sûra ikinci üfürme, böyle nitelenmesi insanların onu dinlemesindendir.

34

O günde kişi kaçar kardeşinden,

35

Anasından, babasından,

36

Karısından ve oğullarından” çünkü başının derdine düşmüştür ve onların bir faydası olmayacağını bilmiştir.

Ya da haklarında kusur ettiğinden dolayı bir şeyler istemelerinden sakınır. En çok sevdiklerini geriye atması mübalağa içindir, sanki şöyle denilmiştir: Kardeşinden kaçar, hayır, ebeveyninden kaçar, hayır, karısından ve oğullarından kaçar.

37

Onlardan her kişi için o gün kendisine yetecek kadar bir durum (meşguliyet) vardır.

"Onlardan her kişi için o gün kendisine yetecek bir meşguliyet vardır” ilgilenmesi için yeter, ya'nîhi de okunmuştur ki, ilgilendirmek demektir.

38

Bazı yüzler o gün parlaktır.

"Bazı yüzler o gün parlaktır” sabah gibi aydınlıktır,

39

Gülendir, neşelidir.

"gülendir, neşelidir” çünkü nimetleri görmüştür.

40

Bazı yüzler de o gün, onların üzerinde toz (duman) vardır.

"Bazı yüzler de o gün, onların üzerinde toz vardır” duman ve leke vardır.

41

Onları bir karalık kaplar,

"Onları bir karalık kaplar” siyahlık ve zulümat.

42

İşte onlar, evet onlar kâfirler ve haktan sapanlardır.

"İşte onlar, evet onlar kâfirler ve haktan sapanlardır” kâfirliklerine bir de sapıklığı ilâve etmişlerdir. Bunun içindir ki, yüzlerinin karasına duman da eklenmiştir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kim Abese sûresini okursa, kıyâmet gününde yüzü gülerek neşeli vaziyette gelir.

0 ﴿