89 / FECRMekke'de inmiştir. 30 âyettir. 1Yemin olsun, fecre, "Yemin olsun, fecre” sabaha yemin ederim, ya da uzayan (yaydan) ışığına, bu da: "Nefes aldığı zaman sabaha yemin ederim” (Tekvir: 18) kavli gibidir. 2On gecelere, "On gecelere” Zilhicce'nin on gecesine, bunun içindir ki, fecr de Arafe yahut kurban gününün şafağı ile tefsir edilmiştir. Ya da Ramazan’ın son on gecesine demektir. Nekire olması onu büyütmek içindir. İzafede "veleyali asrin” şeklinde de okunmuştur ki, bundan on gün yani on günün geceleri murat edilmiştir. 3Çifte ve teke, "Çifte, teke” çift ve tek bütün eşyaya demektir ya da mahlukata ve Hâlik'a demektir, çünkü: "Her şeyden bir çift yarattık” (Zariyat: 49) buyurmuştur, Hâlik da tektir. Kim bu ikisini element ve göklerle yahut burçlar ve gezegenlerle veyahut namazın teki ve çifti ile veyahut kurban ve Arafe günleriyle - ki, bu, Merfû' hadiste rivâyet edilmiştir - veyahut başka şeylerle tefsir ederse, belki de gördükleri şeylerden Allah'ın birliğini en çok gösteren yahut dine müdahalesi olan veyahut yukarıda geçene en çok münasip olanı veyahut yaran çok olup şükrü gerektiren şeyleri dikkate almışur. Vâv'ın kesri ile vitr şeklinde de okunmuştur ki, ikisi de lügattir, meselâ habr ve hibr gibi. 4Yürüdüğü zaman geceye. "Yürüdüğü zaman geceye” geçtiği zaman demektir, Meselâ: "Arkasını döndüğü zaman geceye” (Müddessir: 33) âyeti gibi. Böyle kayıtlaması şunun içindir; çünkü arka arkaya geçmesinde Allah'ın sonsuz kudretini ve bol nimetini daha çok gösterme vardır. Ya da yesrî fihi demektir ki, sallal makamu gibidir (salla fil-makami demektir). Ya'nın hazfı de hafif olması için kesre ile yetinilmesindendir. Nâfi' ile Ebû Amr böyle okuyuşu âyet sonlarının tutması için vakf durumuna tahsis etmişlerdir. İbn Kesr ile Ya'kûb hiç hazf etmemişlerdir. Itlak harfinden bedel olarak tenvinde (yesrin) de okunmuştur (ıtlak harfleri kelimenin sonundaki vâv, ye ve eliftir). 5Bunda akıl sâhibi için yemin var mı? "Bunda var mı?” yeminde yahut yemin edilen şeylerde "kasem” yemin ya da kendisi ile yemin edilen "akıl sâhibi için?” ondan ibret alacak ve onunla gerçekliğini öğrenmek istediğini te'kit edecek akıl sâhibi. Hicr akıldır, ona bu ismin verilmesi, yaraşmayan şeylerden hacr (men) ettiği içindir. Nitekim ona akl, nühye ve hasat da denilmiştir, sonuncusu ihsa'dan (saymaktan) gelir ki, bir şeyi kayıt altına almaktır. Üzerine yemin edilen şey ise zikredilmemiştir ki, o da leyüazzibenne lâfzıdır, 6Görmedin mi, Rabbin Âd'e ne yaptı? (Görmedin mi, Rabbin Âd'e ne yaptı?) kavli de onu göstermektedir. Yani Âd bin Avs bin İrem bin Sam bin Nûh aleyhisselâm'ın evlatlarıdır, Hûd kavmidir. Onlara atalarının ismi verilmiştir, tıpkı Hâşim oğullarına onun ismi verildiği gibi. 7Sütunların sâhibi İrem'e, (Sütün sâhibi İrem'e) bu da Âd'e ma’tûftur, muzâf mukadderdir yani sıbt-ı irem (İrem'in torunları) demektir ya da ehl-i irem (İrem halkı) demektir, eğer şehirlerinin ismi olduğu doğrulanırsa. Şöyle de denilmiştir: Bunlar ilk Âd'dir, dedelerinin adını almışlardır. Gayri munsarif olması alemlik ve müenneslikten dolayıdır. "Sütunların sâhibi” yüksek bina yahut uzun boyların sâhibi veyahut şanları yüce ve ömürleri uzun demektir. Şöyle de denilmiştir: Âd'in Şeddad ve Şedid adlarında iki oğlu vardı. Bu ikisi kral oldular ve zâlimane güç kullandılar. Sonra Şedid öldü, bütün mülk Şeddad'a kaldı, dünyanın mamur bölgelerine hükmetti, krallar ona boyun eğdiler. Cennetin adını duydu. Aden çöllerinde ona benzer bir şehir kurdu, ona da İrem adını verdi. Yapısı bitince ailesiyle beraber oraya doğru yürüdü. Bir gün bir gece kalmıştı ki, Allah üzerlerine gökten bir sayha gönderdi, hepsi helâk oldular. Abdullah bin Kılâbe, devesini ararken ona rastladığını söylemiştir. 8O ki, ülkeler arasında benzeri yaratılmadı. "O ki, ülkeler arasında benzeri yaratılmadı” bu da İrem'in başka bir sıfatıdır, zamir de ona gitmektedir, İrem de ister kabilenin ismi olsun isterse beldenin ismi olsun. 9O vadide kayaları oyan Semûd'a, "O vadide kayaları oyan Semûd'a” kayaları kesip ondan ev yapanlara, çünkü Allahü teâlâ: "dağlardan evler yontuyorsunuz” (Şuarâ': 149) buyurmuştur. "Vâdide” Vâdükura'da. 10Kazıklar sâhibi Fir'avn'e. "Kazıklar sâhibi Fir'avn'e” çünkü askerleri ve çadırları çoktu, konakladıkları zaman çadır kurarlardı ya da kazıklarla işkence ettiği için böyle denilmiştir. 11Onlar ki, ülkelerde taşkınlık etliler. "Onlar ki, ülkelerde taşkınlık ettiler” bu da zikredilen Âd, Semûd ve Fir'avn'in sıfatıdır ya da kınamadır, mensûb yahut merfû’dur. 12Orada çok bozgunculuk ettiler. "Orada çok bozgunculuk ettiler” küfür ve zulüm ile. 13Rabbin de üzerlerine azâp kırbacını döktü / indirdi. "Rabbin de üzerlerine azâp kırbacını indirdi” onlara karışık (çeşitli) azâp etti, sevt maddesinin aslı karıştırmaktır. Örülmüş sırımlardan yapılan kırbaca sevt denilmesi kat kat örülmesindendir. Şöyle de denilmiştir: Dünyada başlarına gelen azâp kırbaca benzetilmiştir, bu da şunu akla getirmek içindir ki, bu, onlara âhirette hazırlanana kıyas edildiği zaman kılıcın yanında kırbaç gibi kalır. 14Şüphesiz Rabbin elbette gözetleme yerindedir. "Şüphesiz Rabbin elbette gözetleme yerindedir” mirsâd rasat (gözetleme) yapılan yerdir, rasadahu fiilinden mif’âl veznindedir, vakatehu'dan mîkat gibi. Bu da asilere azâp etmek için beklemeye temsildir. 15Amma insan, Rabbi onu imtihan edip de ona ikram edip nimet verdiği zaman: "Rabbim bana ikram etti” der. "Amma insan” bu da "şüphesiz Rabbin elbette gözetlemektedir” (Fecr: 14) kavline bağlıdır, sanki şöyle denilmiştir: O, âhiret için gözetlemektedir; ancak onun için gayret gösterilmesini ister. İnsanı ise dünya zevklerinden başka bir şey ilgilendirmiyor. "Rabbi onu denediği zaman” zenginlik ve bollukla imtihan ettiği zaman "ona ikram edip nimet verdiği zaman” mevki ve mal verdiği zaman: "Rabbim bana ikram etti, der” verdiği şeyle beni ağırladı, der. Feyekulu lâfzı mübteda olan insan lâfzının haberidir, fe de emma edatındaki şart manasından dolayıdır. Ortadaki zarf da hükmen geridedir, sanki şöyle denilmiştir: İnsana gelince şöyle der: Rabbim beni nimetle denediği zaman bana ikram etti. Şu da öyledir: 16Amma onu deneyip de rızkını kıstığı zaman: "Rabbim beni horladı” der. "Amma onu deneyip de rızkını kıstığı zaman” çünkü takdiri: İnsanı fakirlik ve rızık darlığı ile denediği zaman demektir ki, alternatifi ile dengeli olsun "Rabbim beni horladı, der". Çünkü insanın bakışı eksik ve düşüncesi kötüdür. Zira rızık darlığı bazen iki dünyada saygınlığa götürür, bolluk da düşmanlığa ve dünya sevgisine gömülmeye götürür. Bunun içindir ki, onu her iki sözünden dolayı kınamış ve onu: 17– Hayır, bilâkis yetime ikram etmiyorsunuz. (Hayır) diyerek bundan men etmiştir. Kaldıki birinci sözü ikramına mutabıktır (uygundur). (Onu kınamış) ve: Onu horladı ve rızkını daralttı dememiştir; nitekim "ona ikram etti ve nimet verdi” buyurmuştur. Zira rızkı bolaltmak lütuftur, onu ihlal etmek ise ihanet (horlama) sayılmaz. İbn Âmir ile Kûfeliler vâsılda ve vakıfta ye'siz olarak ekremeni ve ehaneni okumuşlardır. Ebû Amr'dan da aynısı rivâyet edilmiştir. Nâfi''de vakıfta onlara katılmıştır. İbn Âmir de şedde ile fekaddere okumuştur. "Bilâkis yetime ikram etmiyorsunuz”, 18Yoksulu doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. “Yoksulu doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz". Yani onların fiilleri sözlerinden daha kötü ve mala saldırmalarını daha çok göstermektedir; şöyle ki, onlar yetime nafaka vermek ve iyilik etmekle ikram etmiyorlar, yetimi yedirmeye ailelerini teşvik etmiyorlar. Başkalarını ise hiç etmezler. Kûfeliler velâ tahâddûne okumuşlardır. 19Mirası dermecesine (helal haram demeden) bir yeme ile yersiniz. "Mirası yersiniz” türas mirastır, aslı vüras'tır, "dermecesine” lemmen zâ-lemmin yani helâl haram demeden toplamaktır. Çünkü onlar kadınlara ve çocuklara miras vermezler ve onların hisselerini yerlerdi ya da miras bırakanın biriktirdiği şeyleri helâl ve haram demeden yerlerdi, bunu da bilirlerdi. 20Malı bir sevme ile çok seversiniz. "Malı bir sevme ile çok seversiniz” hırs ve aç gözlülükle çok yersiniz. Ebû Amr, Sehl ve Ya'kûb lâ-yükrimûne'den yuhibbûne'ye kadar olanları ye ile ötekileri de te ile okumuşlardır. 21Hayır, yer bir sarsıntı ile yine bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman, "Hayır” bunu reddetmekte, yaptıklarını kabul etmemektedir, arkasından gelen de buna karşı tehdittir "yer bir sarsıntı ile yine bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman” yani arka arkaya sarsıldığı, sarsılıp dağlar ve tepeler dümdüz yahut toz duman olduğu zaman demektir. 22Rabbin ve melekler saf saf geldiği zaman, "Rabbin geldiği zaman” yani kudretinin işaretleri ve kahrının izleri görüldüğü zaman demektir. Bunu sultanın huzurunda onun görünen heybetine ve siyasetine benzetmiştir. "Ve melekler saf saf geldiği zaman” derece ve rütbelerine göre dizüdikleri zaman, 23O gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan (her şeyi) hatırlar; fakat hatırlama ona nasıl (fayda sağlar)? "O gün cehennem getirildiği zaman” bu da Allahü teâlâ'nın: "cehennem açığa çıkarılmıştır” (Naziat: 36) âyeti gibidir. Hadiste şöyle denilmiştir: O gün cehennem yetmiş bin yularla getirilir, her yuların yanında da yetmiş bin melek onu çekerler. (O gün) bu da izâ dükketil ardu'dan bedeldir, ikisinin âmili de (insan her şeyi hatırlar) kavlidir. Yani isyanlannı hatırlar ya da onlardan ibret alır, çünkü çirkinliğini bilir ve ondan pişman olur. "Fakat hatırlama ona nasıl fayda sağlar?” ona ne menfaati olur? Böyle tefsir edilmelidir ki, yukarısı (hatırlar) kavli ile ters düşmesin. Bu, tevbeyi kabul etmenin vâcip olmadığına delil getirilmiştir. Çünkü bu hatırlama makbul olmayan bir hatırlamadır. 24İnsan: Ah keşke, hayatım için önden gönderseydim, der. "İnsan: Ah keşke, hayatım için önden gönderseydim, der” yani bu hayatım için demektir ya da dünyadaki hayatımda iyi ameller etseydim, der. Bu temennide kulun kendi fiilini müstekıllen yaptığına dâir bir delâlet yoktur; çünkü kısıtlama altında olan da bir şeyler temenni eder, ona imkânı olsun ister. 25İşte o gün Allah öyle bir azâp eder ki, hiç kimse onunki gibi azâp edemez. Âyetin tefsiri için bak:26 26Hiç kimse onunki gibi bağlamaz. "İşte o gün Allah öyle bir azâp eder ki, hiç kimse onunki gibi azâp edemez. Hiç kimse onunki gibi bağ vuramaz.” he zamiri Allah'a râcidir yani kıyâmet gününde Allah’ın yapacağı azâbı başkası yapmaz, çünkü bütün iş ona aittir ya da zamir insana râcidir yani hiçbir zebani onun gibi azâp edemez. Bu ikisini Ya'kûb ile Kisâî meçhul kalıbı ile (lâ yuazzebu,lâ yûseku) okumuşlardır. 27Ey huzura eren nefis, "Ey huzura eren nefis” burada gizli kavl maddesi vardır (yani onlara böyle denilir) o nefis de Allah'ın zikri ile tatmin olandır. Çünkü nefis sebepler ve sonuçlar silsilesinde yukarılara doğru çıkar; onun marifeti yanında durur ve onunla doyar başkasına ihtiyaç duymaz. Ya da hak ile tatmin olur, öyle ki, hiçbir şüphe onu kuşkulandırmaz yahut ey îman eden nefis demektir ki, ne bir korku ne de bir keder onu ürkütmez. Bu şekilde (el-âminetü) şeklinde de okunmuştur. 28Râzı olarak, râzı edilmiş olarak Rabbine dön. "Rabbine dön” emrine yahut vaadine ölümle dön. Nefisler bedenlerden önce âlem-i kuds'te mevcut idi, diyenlerin sözü de bunu akla getirir "râzı olarak” sana verilenle "râzı edilmiş olarak” Allahü teâlâ'nın katında. 29Haydi gir kullarımın arasına. "Haydi, gir kullarımın arasına” iyi kullarımın içine, 30Gir cennetime! "Gir cennetime” onlarla beraber ya da mukarrebler zümresine gir, onların nûru ile aydınlan. Çünkü kutsal cevherler karşılıklı aynalar gibidir. Ya da kullarımın ayrıldığı bedenlerine gir yahut senin için hazırladığım sevap yurduma gir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’den: Kim Fecr sûresini Zilhicce'nin on gecelerinde okursa, bağışlanır. Kim de onları diğer günlerde okursa kıyâmet gününde ona nûr olur. |
﴾ 0 ﴿