5 - MÂİDE SÛRESİHicretten sonra nâzil oldu. 120 Âyet-i kerîmedir. 1Ey îman edenler! Akitleri aranızdaki ve Allah'la insanlar arasındaki tekidlenmiş olan anlaşmaları yerine getiriniz. Sizin için behime denilen hayvanât, deve, sığır, koyun kesildikten sonra yenilmek üzere helâl kılınmıştır. Ancak sizlere “sizlerin üzerinize ölü (eti) haram kılındı... “ âyetinde haram kılındığı bildirilecek olanlar müstesna. Âyetteki istisna munkatığdır. Muttasıl olması da caizdir. Harâm kılınma ve siz ihramlı muhrim iken avlanmayı helâl görmemek şartı ile. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ helâl kılmaktan ve gayrısından dilediği ile hükmeder. Onun üzerine hiçbir itiraz yoktur. Âyetteki “ gayra Muhilli “ ibaresindeki gayr lâfzının nasbi, “ Leküm“ deki zamirden hâl olmak üzeredir. 2Ey îman edenler! Allahü teâlâ'nın şeâirine O’nun dininin alâmetlerine ihramda avlanmakla ve haram olan aya o ayda savaşmakla ve kurbana hayvanlardan hareme kurban için gönderilene, ona taarruz etmekle ve gerdanlıklı kurbanlara kılâd e emniyette olsun diye haremi şerifin otlarından ona gerdanlık yapılan kurban hayvanıdır. ona ve onun sahiplerine taarruzda bulunmayınız ve Rablerinden ticaret sebebiyle fazl rızık ve fasit zanlarınca O'ndan rıdvan talebinde bulunarak beyt-i hareme gelmek kastında bulunanlara da onlarla savaşmanızla tecavüzü helâl saymayınız. Buraya kadar olan yer “ Berâet“ âyetiyle nesholundu. İhramdan çıktığınız zaman avlanınız. -Bu emir, mubah kılma emridir- Sizi mescidi haramdan men etmiş olduklarından dolayı bir kavme olan öfke buğz sizi onların üzerine katletmekle ya da gayrısıyla olan bir şeyle tecavüze sevk etmesin. Ve birr, emrolunduğunuz şeyleri yapmak ve nehyolunduğunuz şeyleri terk etmekle takva üzere yardımlaşınız. Günah, mâsiyetler ve adavet Allah'ın hadlerini aşmak üzere yardımlaşmayın. Ve Allah'tan O’nun azâbından O'na itâat etmenizle korkunuz. Ve şüphe yok ki, Allah kendisine muhalefet edene azâbı çok şiddetlidir. Kalâid, kılâd e lâfzının cemisidir. Şeneânü lâfzı nun’un fethası ile okunduğu gibi sükunuyla da okundu. “ Teâvenu“ fiilinde aslında bulunan iki tâ dan birinin hazfı vardır. 3Sizlere ölü eti onu yemek, kan, damardan fışkırmış olanı (hayvanlarda olduğu gibi), domuz eti, Allah'ın isminin gayrısı üzere kesilmekle Allah'dan başkasının namına boğazlanan hayvan, munhanika, boğulmakla ölen hayvan, mevkûze, vurulmakla öldürülen hayvan, mütereddiye yüksekten aşağıya düşüp ölen hayvan, nadîhâ başka bir hayvanın onu boynuzlayıp öldürdüğü hayvan ve ondan canavar yemiş, daha ölmeden kestiğiniz, zikredilen hayvanlardan kendisinde ruh olana yetişip onu boğazladığınız müstesna ve dikili taşların ismi üzere boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla (Zülem; demir ucu ve tırtığı olmayan küçük kumar okudur. Bu oklar yedi tane olup Kabe'nin hizmetçisinin yanında bulunurdu. Ve okların da üzerlerinde yazılar vardı. İnsanlar o okların hükmüne tâbi olurlardı. Eğer ok onlara bir şeyi emrederse hemen o emre uyarlar eğer onları bir şeyden menederse hemen ondan geri dururlardı), kısmet istemeniz, kısmet ve hüküm talep etmeniz haram kılınmıştır. Bunlar birer fısıktır Tâattan dışarı çıkmaktır. Nusub lâfzı Nisâb'ın cemisidir. Nusub putlara denir. Ezlâm, zâ'nın fethası ve zammesi, lamın da fethasıyla beraber zelem ya da zülem lâfzının cemisidir. Bu âyet veda haccı senesi, arefe günü nâzil oldu. Bugün kâfirler sizin dininizden, bu dinin kuvvetini gördükleri zaman sizin irtidadınızı arzu etmelerinden sonra artık sizin dinden dönmenizden yeise düşmüşlerdi. Artık onlardan korkmayınız, benden korkunuz. Bugün sizin için dininizi, onun hükümlerini ve farzlarını tamam eyledim. Bundan sonra ne bir haram ne de bir helâl nâzil olmayacaktır. Ve sizin üzerinize nimetimi, o dini ikmâl etmekle (denildi ki, “ emin olduğunuz hâlde Mekke'ye girmekle “) tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâmiyet'e râzı oldum, seçtim. Her kim son derece açlık halinde, kendisine haram kılınan bir şeyi yemeye çaresiz kalırsa ve günaha, masiyete meyil edici olmaksızın onu yerse şüphe yok ki, Allahü teâlâ onun için yediği şeyi bağışlayıcıdır. Ona onu mubah kılmak hususunda da ona acıyıcıdır. (Bu şeyler mubah kılınması hususunda) günaha mail olan onunla alâkalanan (meselâ yol kesen ve âsi olan gibi) âyette zikredilen kişinin hilâfınadır. Çünkü onun için yemek helâl değildir. 4Ey Resûlüm Muhammed! Senden sorarlar ki, yiyecekten kendileri için helâl kılınmış olan şey nedir? De ki: Sizin için temiz olanlar lezzetli şeyler helâl kılınmıştır. Ve yırtıcı hayvanlardan, köpeklerin, canavarların ve kuşların avcı olanlarından av üzerine yollayarak eğittiğiniz hayvanların avı da helâldir. Cenâb-ı Hakk'ın size bildirmiş olduğu av Âd abından onlara öğretiyorsunuz onları edeplendiriyorsunuz. Artık sizin için onların tuttuklarından her ne kadar o avdan yememeleri şartıyla o avı öldürseler bile yeyiniz. Eğitilmemiş olan bunun hilâfınadır. Çünkü onun avı helâl değildir. Tuallimûne fiili “mükellibîne ” lâfzının zamiri olan“ hüm “-den hâldir. Onu eğitmenin alâmeti; gönderdiğin zaman gitmesi, menettiğin zaman geri durması, avı tutup, ondan yememesidir. Bunu bilmenin en azı da üç keredir. Eğer ondan yerse o zaman sâhibi için av tutan hayvanlardan değildir. Ve o avı yemek de helâl olmaz (Buharı ve Müslim'de rivâyet olunduğu gibi.) Bu âyette şu da vardır ki, (Ava) yollanıp üzerine Allah'ın ismi zikrolunan okun avı, aynı yırtıcı hayvanlardan eğitilmiş olanın avı gibidir. Ve onun gönderilmesi anında onun üzerine Allah'ın ismini zikrediniz. Ve Allah'tan korkunuz. Şüphe yok Allah serîul hisâbtır. 5Bugün sizin için temiz olan nimetler lezzetli olanlar helâl kılınmıştır. Ve kendilerine kitap verilmiş olanların taamı Yahûdilerin ve Hıristiyanların kestikleri sizin için helâldir. Sizin de onlara yemek vermeniz onlar için helâldir. Ve mü'minlerden hürre ve afife olanlar ve kendilerine sizden önce kitap verilmiş olanlardan hürre, afife olanlar, onlar ile evlenmeniz helâldir. Onlara o ecirlerini mehirlerini evli olduğunuz, onlarla zinayı ilân etmediğiniz ve onlarla zina etmekle mesrur olduğunuz hâlde onlardan gizli dostlar edinmediğiniz takdirde -sizlere helâldir. - Ve her kim îmana küfrederse dinden çıkarsa muhakkak ki, bundan önceki sâlih ameli mahvolur. Ona itibar olunmaz ve onun üzerine sevap ta verilmez. Ve o kimse o hâl üzere öldüğü zaman âhirette de hüsrana uğramış olanlardandır. 6Ey mü'minler! Abdestsiz olduğunuz haldeyken namaza kalktığınız kalkmayı murat ettiğiniz zaman yüzlerinizi ve kollarınızı dirseklerinize kadar dirseklerle beraber (nitekim sünneti seniyye bunu beyan etmiştir) yıkayınız ve başlarınıza meshediniz. “suyu akıtmaksızın meshi başlarınıza bitiştiriniz. Mesh lâfzı ismi cins olup kendisine mesh denilebilir miktar da yeterli olur. O da bir kılın bir parçası da olsa mesh etmektir. İmamı Şafii bu görüş üzeredir ve ayaklarınızı da iki topuğa kadar ikisiyle beraber (nitekim sünneti seniyye bunu da beyan etmiştir) yıkayınız. Âyette geçen kâbeyn kelimesi her bacaktaki, kaval kemiği ile ayağın ayrımında bulunan dışarı doğru çıkık iki kemiktir. Ve (âyette), yıkanan eller ile ayakların arasının meshedilen başla ayrılması bu azaların taharetinde tertibin gerekli olduğunu ifade etmektedir. İmâmı Şâfi'de bu görüş üzeredir. Sünneti Seniyyeden de, abdestte diğer ibâdetlerde olduğu gibi niyyetin farz olduğu elde edilmiştir. Bi-ruûsikûm'deki ba ilsâk içindir. “ ercüleküm” lâfzı ”Eydiyeküm“ün üzerine atfolunduğu için nasbla okundu. Ayrıca civar atfı üzere bir önceki “Ruûsiküm” lâfzına atfolunduğu için cerle de okunmuştur. Ve eğer cünüb iseniz tamamen yıkanınız, guslediniz ve eğer suyun zarar verdiği bir hastalıkla hastalar iseniz veya sefer üzere iseniz misafirler iseniz veya sizden biri heladan gelmiş ise abdest bozmuşsa ya da kadınlarınıza dokunmuşsanız da -Nisa sûresindeki âyette bunun benzeri geçti - suyu aradıktan sonra bulamazsanız öyleyse temiz bir toprak ile teyemmüm ediniz. Ondan, iki vuruşla yüzlerinize ve ellerinize dirsekle de beraber meshediniz. Allahü teâlâ sizin üzerinize farz kıldığı abdest, gusül ve teyemmümle bir sıkıntı darlık vermek istemez. Fakat o sizi hadeslerden ve günahlardan tertemiz kılmak ve üzerinize İslâm'la olan nimetini dinin kurallarını beyân etmekle itmam etmek ister ki, onun nimetlerine şükür edesiniz. “Bi-vücûhiküm ” deki “Ba" ilsak içindir. Ve hadis-i şerif (âyetteki meshten) murat olunanın iki uzuv (yüz ve elleri) meshle kaplamak olduğunu beyan etmektedir. 7Ve Allahü teâlâ'nın üzerinize İslâm'la olan nimetini ve Hazret-i Peygamber'e biat ettiğinizde O'na; sevdiğimiz ve sevmediğimiz şeylerden emrettiğin ve nehyettiğin her şey hususunda “ işittik ve itâat ettik“ dediğiniz vakit Cenâb-ı Hakk'ın sizi onunla bağladığı, sizinle üzerine anlaştığı misâkını, ahdini yâd ediniz. Ahdi hususunda onu bozmanızdan Allah'tan korkunuz. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ göğüsleri kalplerde olanı tamamen bilicidir. Öyleyse kalbin gayrısında olanı da evlâ olarak bilir. 8Ey îman edenler! Allahü teâlâ için onun hukukuyla kâimler, adâletle şahitler olunuz. Bir kavme kâfirlere olan öfke, buğz sizi adâlet etmenize böylece onlar tarafından onlara düşmanlığa nail olmanıza sevketmesin. Düşman ve dost hususunda adâlette bulununuz. O adâlet takvaya daha yakındır. Ve Allahü teâlâ'dan korkunuz şüphe yok ki, Allahü teâlâ yapacağınız şeylerden tamamen haberdardır. Sonra sizleri onun mukabilinde hesaba çekecektir. 9Allahü teâlâ, îman edip sâlih amellerde bulunanlara güzel bir vaad ile vaad buyurmuştur ki: Onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. O da cennettir. 10Ve o kimseler ki, kâfir oldular ve bizim âyetlerimizi yalanladılar, onlar da cehennem ehlidirler. 11Ey îman edenler!.. Allahü teâlâ'nın sizin üzerinize olan nimetini yâd ediniz ki, bir vakit bir kavim -onlar Kureyş kabilesidir- size sizleri rehin almak için ellerini döşemeyi uzatmayı kastetmişlerdi, onların ellerini Cenâb-ı Hakk sizden menetti ve size karşı murad ettikleri şeyden sizleri korudu. Ve Allahü teâlâ'dan korkunuz ve mü'minler artık Allahü teâlâ'ya tevekkül etsinler. 12Ve andolsun ki, Allahü teâlâ birazdan zikir olunacak şeyle İsrâîl oğulları'nın ahdini almıştı ve onlardan on iki müfettiş, her bir kabileden kavminin üzerine bir tekid olsun diye onların üzerine ahde vefaya kefil olan bir müfettiş göndermiştik, ikâme etmiştik. Ve Allahü teâlâ onlara buyurdu ki, “Ben yardımla, destekle sizinle beraberim. Yemin olsun ki, eğer namazı ikâme eder ve zekâtı verir ve peygamberlerime inanır ve onları desteklerseniz, onlara yardımda bulunursanız ve Allahü teâlâ'ya onun yolunda infak yapmakla güzel bir ödünçle ödünç verirseniz. Elbette sizden kusurlarınızı örterim ve sizi mutlaka altlarından ırmaklar akar cennetlere girdiririm? -Fakat- bundan misaktan sonra her kim kâfir olursa muhakkak ki, yolun ortasında şaşırmış olur. Doğru yolu şaşırmış olurlar. -Sevâ lâfzı aslında “orta “ demektir. Baasnâ filinde gaybdan tekellüme dönüş vardır. “ Lein”deki lâm, kasem içindir. 13Sonra onlar ahdi bozdular. Allahü teâlâ da buyurdu ki: Sonra ahidlerini bozmaları sebebiyle onlara lânet ettik. “ma” zâiddir. Onları rahmetimizden uzaklaştırdık. Ve kalplerini kaskatı kıldık. Îmanı kabule bir yumuşaklık göstermez. Onlar Tevrat'ta bulunan Hazret-i Muhammed'in sıfatı ve gayrisi şeylerden olan kelimeleri Allahü teâlâ'nın üzerine koymuş olduğu yerlerden tahrif ederler, onu değiştirirler. Ne Tevrat'ta tezkîr olundukları, emrolundukları şeylerden Hazret-i Muhammed'e tâbi olmaktan bir haz, nasib almayı da unutmuşlardır, terk etmişlerdir. Ve müslüman olan kesimden olup onlardan pek azı müstesna olmak üzere daima onlardan ahid ya da gayrı bir şeyi bozmakla olan bir hainliğe muttali olursun, rastlarsın - Hitap Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'adır. - Onlardan affet, iğrazda bulun. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ muhsin olanları sever. Affetmekle ve onlardan yüz çevirmekle olan emir kılıç, âyetiyle nesholundu. 14Ve “ Biz Nasara “yız diyenlerden Yahûdi olan Beni İsrâîl'den aldığımız gibi ahidlerini almış idik. Sonra İncîl'de ihtar oldukları şeylerden, îman ve diğer şeylerden bir nasip almayı unuttular. Ve ahdi de bozdular. Artık biz de onların arasına Kıyâmet gününe kadar aralarındaki ayrılıklarla, arzuların değişik olmalarıyla bir adavet ve buğz bıraktık. Öyle ki, (onlardan) her bir fırka ötekini tekfir etmektedir. Ve Allahü teâlâ neler yapmış olduklarını yakında âhirette haber verecektir. 15Ey ehli kitap, Yahûdiler ve Hıristiyanlar! Muhakkak size, Rasûlüm, Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem) geldi. Kitaptan, Tevrat'tan ve İncîl'den gizlemekte olduğunuz birçok şeyleri (Meselâ recm âyeti ve Hazret-i Muhammed'in sıfatı gibi şeyleri) size açıklıyor. Ve onların bir çoğundan da geçiveriyor. Rezil olmanız müstesna, onda bir maslahat olmadığı zaman onu beyan etmiyor. Şüphe yok ki, size Allahü teâlâ tarafından bir nûr - O Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) dir - ve bir apaçık, aşikâr, zâhir kitap, Kur’ân gelmiştir. 16Allahü teâlâ, îman etmekle rızasına tâbi olanları onunla kitapla selâmet yollarına hidâyet eder. Ve onları izniyle, irade-i külliyesiyle zulmetlerden küfürden nûr'a îman'a çıkarır ve onları dosdoğru bir yola, İslâm dinine hidâyet eder. 17Şüphe yok ki, Allah, O Meryem'in oğlu Mesih'tir“ diyenler, yemin olsun ki, muhakkak kâfir olmuşlardır. Çünkü Hazret-i Îsa'yı ilâh edindiler. Bu kişiler Hıristiyanlardan bir fırka olan Yakûbiye fırkasıdır. Dedi ki: “ eğer Meryem'in oğlu Mesih'i ve annesini ve yerde bulunanların hepsini helâk etmek istese kim Allah'ın azâbından bir şeye sahip olabilir, defedebilir. hiç kimse bunu defedemez. Şâyet Mesih ilâh olsaydı buna gücü yeterdi. Göklerin de, yerin de ve bunların aralarında bulunanların da mülkü Allah'a âittir. Dilediğini yaratır. Ve Allah dilemiş olduğu her şeye tamamiyle kâdirdir. 18Yahûdiler ve Hıristiyanlar onlardan her biri biz Allah'ın oğullarıyız, yakınlıkta ve rütbede O’nun oğulları gibiyiz ve O da rahmette ve şefkatte bizim babamız gibidir. Ve O’nun dostlarıyız dediler. Ey Resûlüm Muhammed! Onlara dedi ki: Peki ne için, şâyet bu hususta doğru söylüyorsanız sizleri günahlarınız sebebiyle azaplandırıyor. Hâlbuki baba çocuğuna, dost ta dostuna azap etmez. Ve şüphesiz ki, O sizi azâba çekdi. Demek ki, sizler yalan söylüyorsunuz. Siz ancak O’nun yaratmış olduğu beşerin cümlesinden olan bir beşersiniz. Onlar için olan sizin için de vardır, onların aleyhine olan sizin de aleyhinizedir. Mağfiretini dilediği kişiyi bağışlar ve azap etmeyi dilediği kişiye de azap eder. O’nun üzerine hiçbir itiraz yapılmaz. Ve göklerin, yerin ve aralarında bulunanların mülkü Allah'a âittir. Ve dönüş ancak O'nadır. 19Ey ehli kitap! Peygamberlerden bir fetret kesiklik olduğu zamanda size dinin kurallarını beyanda bulunur olarak Rasûlümüz Muhammed geldi. Çünkü Hazret-i Muhammed ile Îsa (aleyhisselâm) arasında bir peygamber gelmemiştir. Bunun müddeti de 569 senedir. Ta ki, azap edildiğiniz zaman bize ne müjdeleyici ne de korkutucu gelmedi demeyesiniz. İşte size müjdeleyici ve korkutucu geldi. Artık bu takdirde sizin için bir özür beyan etme hakkı yoktur. Ve Allahü teâlâ tamamıyla her şeye kâdirdir, ki, eğer O'na tâbi olmazsanız sizi azaplandırması O’nun kudretindendir. 20Ve bir vakitte Mûsa (aleyhisselâm) kavmine demişti ki: Ey kavmim! Allahü teâlâ'nın üzerinize olan nimetini yad ediniz. Çünkü içinizden sizden peygamberler vücuda getirdi. Ve sizleri hükümdarlar hizmetçiler ve asker sahipleri kıldı. Ve âlemlerden hiçbir ferde vermediğini kudret helvası, bıldırcın eti, denizin yarılması ve başka şeyleri sizlere verdi. 21Ey kavmim! Allahü teâlâ'nın sizin için yazdığı oraya girmekle size emrettiği mukaddes tertemiz mekâna -o mekân Şam beldesidir- giriniz. Ve arkalarınız üzere geri dönmeyiniz. Düşman korkusundan dolayı hezimete uğramayınız. Sonra yaptığınız işte ziyana uğramışlar olarak geri dönersiniz. 22Dediler ki: Ya Mûsa! Muhakkak orada Âd kavminin arda kalanlarından cebbarlar olan bir kavim boyları uzun ve kuvvet sâhibi olan kimseler vardır. Ve onlar oradan çıkmadıkça biz oraya elbette girmeyeceğiz. Fakat onlar oradan çıkarlarsa şüphesiz ki, bizler oraya giricileriz. 23Allahü teâlâ'nın üzerlerine muhafaza etmekle in'amda bulunmuş olduğu Allah'ın emrine muhalefetten korkanlardan iki er -o iki kişi Yuşa ve Kalip'tir. Mûsa (aleyhisselâm)'ın kavm-i cebbarın hallerinin keşfi hususunda göndermiş olduğu müfettişlerdendir. Bu ikisi ötekilerinin hilâfına cebbarların hallerinden muttali oldukları şeyi Mûsa hariç herkesten gizlediler. Öteki müfettişler ise o şeyi yaydılar. Bundan sebep halk da korktu. - onlara dedi ki: Onların üzerine kapıdan köyün kapısından giriniz. Onlardan korkmayınız. Çünkü onlar kalpsiz cesetlerdir. Siz oraya girdiğiniz zaman şüphe yok ki, sizler galipsiniz. Bu ikisi bu sözü Allah'ın yardımına ve vadini yerine getirdiğine tam olarak inandıkları için söylediler. Artık siz mü'mîn kimseler iseniz Allahü teâlâ'ya tevekkül ediniz. 24Dediler ki: Ya Mûsa! Biz elbette oraya ebediyen girmeyeceğiz, onlar orada devam ettikçe! Artık sen Rabbinle git onlarla mukâtelede bulunun. Bizler ise burada savaştan oturucularız. 25O vakitte Mûsa (aleyhisselâm) dedi ki: Ya Rabbi! Şüphe yok ki, ben kendi nefsim ile kardeşimin nefsi müstesna hiçbir şeye mâlik olamam ikisinin gayrısına sahip olamam. Artık o kavmi tâat üzere zorla. Ve bizim aramızla o fâsıklar olan kavmin arasını ayır. 26Allahü teâlâ da ona buyurdu ki, şüphesiz orası, arzı mukaddes onların üzerine kırk yıl oraya girmeleri haram kılındı. O yerde -o yer dokuz fersahlık bir arazidir. Bunu İbn Abbâs söyledi- şaşkın şaşkın dolaşıp duracaklardır. Artık o fâsıklar kavmine acıma, üzülme. Rivâyet olundu ki: Onlar geceleri çabalayıcı oldukları hâlde dolaşır idiler. Sabahladıkları zaman ise bir de onlar başlamış oldukları yerdedirler. Aynı şekilde gündüzleri de dolaşırlardı. Ta ki, yirmi yaşına daha ulaşmamışlar hariç hepsi helâk oldular. Denildi ki: Onlar sekiz yüz bin kişi idiler. Mûsa ile Hârun ise Tih vadisinde vefat ettiler. Bu durum o ikisi için rahmet, onlar için ise azâb oldu. Mûsa (aleyhisselâm), ölüm anında Rabbisinden kendisini bir taş atımı Mukaddes yere yaklaştırmasını istedi, O da onu oraya yaklaştırdı (Hadis-i şerifte de olduğu gibi). Yûşâ (aleyhisselâm) kırk sene sonra peygamberlik vazifesine başladı. Ve Cebbarlarla savaşılmasını emretti. Kendisiyle beraber kalanlarla beraber gitti ve onlarla savaştı. Günlerden Cuma günüydü ve onlarla savaştan boş kalıncaya kadar güneş onun için bir saat olduğu yerde durduruldu. İmamı Ahmed Müsnedinde şu hadisi rivâyet etti ”gerçekten güneş, Beyti Makdis'e yürüdüğü gecelerde Yûşa (aleyhisselâm) için müstesna hiçbir kişi üzerine hapsolunmamıştır. “ 27Ey Resûlüm Muhammed! Onlara, kavmine, Âdem'in iki oğlunun Hâbil ile Kâbil'in haberini hakkıyla oku. O vakit ki, onlar Allah'a iki kurban takdim etmişlerdi. O kurban Habil'in koçu, Kâbil'in bir miktar ekinidir. Birisinden -o Hâbil'dir- gökten bir ateş inip onun kurbanını yakıp yemesi işaretiyle kabul edilmiş, diğerinden -O da Kabii'dir- kabul edilmemişti. Bundan dolayı o da kızdı. Ve hasedini ta ki, Âdem (aleyhisselâm) hacca gidinceye kadar içinde sakladı. Ona dedi ki: “ elbette seni öldüreceğim “ hâbil de “Niçin? ” dedi. O da “Benim kurbanım değil senin kurbanın kabul edildi “ dedi. O da dedi ki: “Allahü teâlâ ancak müttekî olanlardan kabul eder. “ 28Yemin olsun ki, eğer beni öldürmek için bana elini uzatırsan ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam. Şüphe yok ki, ben seni katletmekte âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ'dan korkarım. 29Muhakkak ben isterim ki, sen benim günahımı benim öldürme günahımı ve bundan önce işlediğin kendi günahını yüklenirsin de ateş ashâbından olasın. Ben seni öldürdüğüm zaman senin günahını yüklenip o kimselerden olmak istemiyorum. Allahü teâlâ buyurdu: İşte bu zâlimlerin cezasıdır. 30Artık kardeşini öldürmeyi kendisine nefsi kolaylaştırdı, süsledi de onu öldürdü. Sonra da onu öldürmesi sebebiyle ziyana uğramışlardan oldu. Ve onu ne yapacağını da bilemedi. Çünkü Habil, Âdemoğullarından yeryüzünde ilk ölmüş olan kişi idi. Sonra onu sırtı üzerinde taşıdı. 31Sonra Allahü teâlâ ona kardeşinin cesedini nasıl defin edeceğini göstermek için bir karga gönderdi ki, yeri eşiyordu. Toprağı gagası ve iki ayağı ile eşeliyordu. Ve o toprağı kendisiyle beraber bulunan ölü bir karganın üzerine ta ki, onu gizleyinceye kadar atıyordu. “yazıklar olsun bana! Şu karga gibi olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz mi oldum. “ dedi. Artık onu taşımaktan dolayı nedamete düşenlerden olmuştu. Onun için bir çukur kazdı ve onu örttü. 32Kabil'in işlemiş olduğu bu şeyden dolayı İsrâîloğulları'nın üzerine yazdık ki, muhakkak ki, durum şudur; her kim bir şahsı, öldürmüş olduğu bir şahıs mukabilinde veya küfürden veya zinadan veya yol kesmekten ya da başka şeyden olarak yeryüzünde yapmış olduğu bir fesad olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Ve her kim, onu öldürmekten geri durmakla bir şahsı ihya ederse sanki bütün insanları ihya etmiş gibi olur. İbn Abbâs'tan rivâyet olundu ki: Yemin olsun ki, bizim peygamberlerimiz onlara İsrâîloğulları'na beyyinelerle, mu'cizelerle gelmişlerdir. Sonra onlardan birçokları bundan sonra yeryüzünde muhakkak müsrif kimseler, küfürle, katille ve bunların gayrisi şeyler sebebiyle haddi aşanlar olmuşlardır. 33Bu âyet-i kerîme, Irnîler'in hakkında indi. Onlar Medine'ye hasta oldukları hâlde geldiklerinde Rasûlüllah onlara develerin yanına gitmeleri ve onların bevillerinden ve sütlerinden içmelerine izin verdi. Sonra sıhhate kavuştuklarında ise Rasûlüllah'ın çobanını katlettiler, develeri de sürüp götürdüler. Müslümanlarla harp etmekle Allahü teâlâ ile ve Peygamberleriyle savaşta bulunanların ve yeryüzünde yol kesmekle fesada çalışanların cezaları ancak öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerini ve ayaklarını sağ ellerinin ve sol ayaklarının çaprazca kesilmeleri veya yerde sürülmeleridir. Âyetteki harf-i âtıf olan ”ev “ hallerin sırasını beyan içindir. Şöyle ki, öldürülme cezası sadece öldürme işi yapan içindir. Asılma cezası, öldürüp malı alan içindir. Kesilme cezası mal alıp öldürmeyen içindir. Sürülme cezası da sadece korkutan kişi içindir. Bunu İbn Abbâs söylemiştir. İmamı Şafi de bu görüş üzerinedir. İmamı Şâfi'nin iki kavlinden en sahih görüşü: Öldürüldükten sonra üç gün kadar asılı kalmasıdır. Denildi ki: Öldürülmeden evvel az süre asılı tutulur. Sürgün cezasına, azap verme hususunda ona benzeyen hapis ve diğer cezalar da ilhak edilmiştir. Bu zikredilen ceza onlar için dünyada rezilliktir, zillettir. Ve onlar için âhirette büyük bir azap vardır -o ateş azâbıdır-. 34Ancak üzerlerine kâdir olmanızdan evvel harp edip yol kesenlerden tevbe edenler müstesna. İmdi biliniz ki, Allahü teâlâ onlar için yaptıkları şeyi ziyade mağfiret edicidir, onlara acıyıcıdır. Allahü teâlâ bununla (onları Allah'ın bağışlayıcı olmasıyla) tabir buyurdu, “onlara had vurmayın ”lâ tabir buyurmadı. Şunu ifade etsin diye ki, O kişinin tevbe etmesiyle ondan insanların hakları değil, sadece Allah'ın hadleri düşer. Bana bu şekilde zâhir oldu. Ve buna itiraz eden birisini de görmedim. Allahü teâlâ daha iyi bilicidir. Kişi öldürüp malı alırsa öldürülür, kesilir fakat asılmaz. Bu, İmamı Şâfi'nin iki kavlinden en sahih olanıdır. Ve o kişinin üzerine (askerler) kâdir olduktan sonra onun tevbe etmesi hiçbir şey ifade etmez. Bu da aynı şekilde İmam-ı Şâfiî'nin aynı iki kavlinden en sahih olanıdır. 35Ey îman edenler! Allah'tan sakının, ona itâat etmenizle onun azâbından korkun. Ve ona vesile, sizi ona yaklaştırıcı tâat arayınız, talep edin. Ve onun yolunda onun dinini yüceltmek için cihatta bulununuz ki, felâha eresiniz, kurtuluşa eresiniz. 36Şüphesiz o kimseler ki, kâfir oldular, eğer yerde bulunanların cümlesi ve onunla beraber bir misli daha onların olup da Kıyâmet gününün azâbından dolayı onları feda edecek olsalar kendilerinden kabul edilmez ve onlar için elim bir azap vardır. 37Ateşten çıkmayı isteyeceklerdir, temenni edeceklerdir. Hâlbuki onlar, ondan çıkacak kimseler değildirler. Ve onlar için dâimî bir azap vardır. 38Ve hırsızlık yapan erkeğin ve hırsızlık yapan kadınınikisinin ellerini o ikisinden her birerinin sağ elini bilekten kesiniz. Hadisi şerif beyân etmiştir ki, Elin kesilmesini gerektiren miktar bir dinarın dörtte biri ve ondan fazlasıdır. Ve kişi yeniden hırsızlık yaparsa sol ayağı mafsalından itibaren kesilir. Sonra sol el sonra sağ ayak -kesilir- Bundan sonra ise tâzir cezası görür. Kazandıklarının bir cezasıve Allahü teâlâ tarafından bir azap, o ikisine bir ukubet olmak üzere. Ve Allahü teâlâ azizdir, işi üzerine gâlip olandır, yaratışında da hikmet sâhibidir. “ essâriku”Ve ”essârikatü ”lafızlarının başındaki “ el “ Takısı mevsuktur. Ve şarta benzediği için haberine “fa “ harfi dahil olmuştur. Haberi de: İkisinin ellerini “ cezâen” lâfzımef’ûlü mutlak olmak üzere mensuptur. 39Fakat her kim zulmünden sonra tevbe eder, hırsızlıktan döner ve amelini düzeltirse şüphe yok ki, Allahü teâlâ gafurdur, rahimdir. Allahü teâlâ'nın bu şekilde (zulmünden döndüğü zaman Allah'ın onun bağışlayıcı, rahmet edici olmasıyla) tabir etmesi gerilerde (bahsedilmiş olan) mevzudur. Şöyle ki, onun tevbe etmesiyle insan hakkı olan el kesilme cezası düşmez. Ve malı da geri öder. Evet, Hadisi şerif beyan etti ki, Eğer malı çalınan kişi imama davayı çıkarmadan evvel onu affederse kesilme cezası düşer. İmam-ı Şafî de bu görüş üzeredir, 40Bilmez misin ki, göklerin de yerin de mülkü Allahü teâlâ'ya âittir. Azap etmeyi dilediği kişiye azap eder, bağışlamayı dilediği kişiyi de bağışlar. Ve Allahü teâlâ her şeye hakkıyla kâdirdir- Ve azâba çekmesi ve bağışlaması onun kudretindendir. Buradaki istifham takrîr (bilinen bir meselenin bir kere daha yerleştirilmesini ifade) içindir. 41Ey Rasûl! Küfür içinde yarış edenler, küfre süratle düşenlerin, bir fırsat bulduklarında küfrü aşikâr edenlerin işleri seni mahzun etmesin. O kimselerden ki, ağızlarıyla dilleriyle îman ettik dedikleri hâlde kalpleri îman etmemiştir, -o kişiler münafıklardır - Ve Yahûdi olan kimselerden bir kavim ki, bunlar, din adamlarının iftira ettikleri yalanı kabul işitmesiyle pek ziyadeyle dinleyicidirler. Ve sana gelmeyen Yahûdilerden diğer bir kavmi de -O kavim- Hayber halkıdır ki, içlerinde iki evli zina yapmış. Onlar ise bu kişileri recm etmeyi çirkin görmüşlerdi. Ve Kurayza Yahûdilerini de Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'a bu kişilerin hükmünü sormaları için yolladılar, ziyade dinleyicidirler. “Bi-efvâhihim“ deki, bâ harfi cerri ” kâlü“ fiille mütealliktir. Recm âyeti gibi Tevrat'ta bulunan kelimeleri Allahü teâlâ'nın oraya koyduğu mevzilerinden sonra değiştirirler, başka bir kelime karşılığında tebdil ederler. Ve göndermiş oldukları kişilere de derler ki: Eğer size bu tahrif edilmiş hüküm sopa atılması hükmü verilirse Muhammed size bunu fetva verirse onu alınız, onu kabul ediniz. Eğer size onu fetva olarak vermezse bilâkis hilâfını fetva verirse, onu kabul etmekten kaçınınız. Ve Allahü teâlâ her kimin fitnesini, sapmasını murad ederse elbette sen onun için o fitnenin defi hususunda Allahü teâlâ tarafından bir şeye malik olamazsın. Onlar o kimselerdir ki, Allahü teâlâ onların kalblerini küfürden temizlemeyi murat etmemiştir. Eğer istemiş olsalardı elbette olurdu. Onlar için dünyada rezillik ayıp ve cizye sebebiyle bir mezellet vardır. Ve onlar için âhirette de pek büyük bir azap vardır. 42Onlar yalanı ziyadesiyle dinleyicidirler. Yasak olanı rüşvet gibi haram olan şeyi pek ço k yiyicilerdir. Artık sana onların arasında hüküm veresin diye gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Bu iki şey arasındaki seçim” ve onların arasında hükmet” kavliyle nesholunmuştur. Öyleyse bize hüküm için bir dava getirdiklerinde aralarında hüküm vermek vaciptir. Bu imamı Şafî’nin iki kavlinden en sahih olanıdır. Ve eğer bir mü'minle beraber bir dava getirirlerse icmaan hüküm vermek vaciptir. “suht lâfzı hâ'nın zammesiyie ve sükûnuyla okundu. Ve eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şey ile zarar veremezler. Ve eğer onların arasında hüküm edersen aralarında doğrulukla, adâletle hükmet. Şüphe yok ki, Allahü teâlâd oğrulukta bulunanları, hüküm vermekte adâlette bulunanları sever, onları sevaplandırır. 43Ve seni nasıl hakem yapıyorlar? Halbuki onların yanında içinde Allahü teâlâ'nın recmle ilgili hükmü bulunan Tevrat vardır. onlar bununla doğru olanı bilmeyi kastetmiyorlar, bilâkis kendilerine en elverişli olanı istiyorlar. Sonra da bu hükmü vermenin ardından sırt çevirirler, onların kitabına muvafık olarak senin recmle olan hükmünden yüz çevirirler. Ve onlar mü'min kimseler değillerdir. Âyetteki soru taaccübü ifade içindir. 44Muhakkak Tevrat'ı biz indirdik. Onda, dalâletten hidâyete eriş ve bir nûr, hükümleri beyan etmek vardır. Müslim olan, Allah'a boyun eğen, Beni İsrâîl'den olan nebîler onun ile Yahûdilere hüküm ederler. Rabbaniler, onlardan din âlimleri ve ahbâr, fakihler da Allahü teâlâ'nın kitabından onu değiştirmekten muhafazaya memur olmaları, onlara emanet edildiği için Allahü teâlâ onları bunu korumaya memur kıldığı sebeble -hükümde bulunurlardı. - Ve onlar o kitap üzerine onun hak olduğu hakkında şahitlerdir. Ey Yahûdiler! Artık yanınızda olana, Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'ın sıfatını ve recmin ve gayrisinin izhâr edilmesinde insanlardan korkmayın ve onun gözlenmesi hususunda benden korkunuz ve benim âyetlerim ile o âyetleri gizlemek üzere almış olduğunuz dünyalıktan az bir bedel satın almayınız. Ve her kim Allahü teâlâ'nın indirmiş olduğu ile hükmetmez. İşte onlar ona küfredenlerin tâ kendileridir. 45Ve biz onların üzerine onda Tevrat'ta yazdık ki, farz kıldık ki, şüphesiz bir can bir canı öldürdüğü zaman o canın karşılığında o can öldürülür, gözün karşılığında göz çıkartılır, buruna bedel burun kesilir, kulağa bedel kulak kesilir, dişe bedel diş koparılır Ve yaralar da birbirine kısastır. yaralarda da eğer mümkün oluyorsa kısas yapılır. Meselâ el, ayak ve tenasül uzvu ve bunun gibi. Eğer kendisinde kısas mümkün değilse o zaman bunda idareli yolu seçmek vardır. Bu hüküm her ne kadar onların üzerine farz ise de bizim şeriatımızda da yerleşmiş bir hükümdür. Bir kırâatta, nefs, ayn, enf, üzün ve sinn lafızları refle okundu. Curûh lâfzı da nasbla ve refle okundu. Her kim onu o kısası kendi tarafından affederek bağışlarsa, bu onun onu yapan için keffaret olur. Ve her kim Allah'ın (kısasta ve gayrısında) indirdiğiyle hükmetmezse, işte zâlimler onlardır. 46Ve arkadan da onların peygamberlerin izleri üzerine Meryem oğlu Îsa'yı önündeki kendinden önceki Tevrat'ın bir tasdikçisi olarak gönderdik, tâbi kıldık. Ve O'na İncîl'i verdik ki, içinde dalâletten hidâyet ve bir nûr hükümleri beyan etmek vardır. Ve önündeki Tevrat'ı onda olan hükümleri tasdik edici olduğu hâlde. Ve müttekîler için bir hidâyettir ve vaazdır. .....tasdik edici olduğu hâlde. Mûsaddık lâfzı hâldir. 47Ve biz dedik ki: O İncîl ehli de Allahü teâlâ'nın onda indirmiş olduğu hükümlerle hükmetsin. Ve her kim Allahü teâlâ'nın indirmiş olduğu ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır. “yahkûm“ fiili bir kırâatta nasbla, evvelindeki lâm da “âteynâhu“ fiilinin ma’mûlü üzerine atfolunduğundan dolayı kesrayla okundu. 48Ey Resûlüm Muhammed! Sana kitabı Kur’ân’ı hakla indirdik. Önündeki kendisinden evvel ki, kitabı tasdik edici ve üzerine bir muhafız, şâhid olmak üzere. Artık ehli kitap sana bir dava getirdikleri zaman aralarında ehli kitabın arasında Allahü teâlâ'nın sana indirmiş olduğu ile hükmet. Ve sana gelen haktan ayrılıp da onların hevalarına tâbi olma. Ey ümmetler! Sizden her bireriniz için bir şeriat ve yol, üzerinde yürüyecekleri din hususunda açık bir yol kılmıştık. Ve eğer Allahü teâlâ dilese idi elbette sizleri tek bir şeriat üzerine olan bir ümmet kılmış olurdu. Fakat sizden itâatkâr olanla âsi olana baksın diye size vermiş olduğu şeylerde muhtelif şeriatlarda sizi imtihan etmek için sizleri fırkalar kıldı. Artık hayırlı işlere koşun, ona sürat ediniz. Nihâyet diriltilmekle cümlenizin dönüşü Allahü teâlâ'yadır. Sonra sizlere din işinden kendisinde ihtilâf etmiş olduğunuz şeyleri haber verecektir. Ve sizden her birerinizi ameli mukabilinde cezalandıracaktır. “Bil hakki “ daki bâ harfi “ enzelnâ“ fiiline taalluk edicidir. âyetteki kitap lâfzi “ kitaplar “mânâsındadır. 49Ve aralarında Allahü teâlâ'nın indirmiş olduğu ile hükmet ve onların hevalarına tâbi olma. Ve Allahü teâlâ'nın sana indirmiş olduğu şeylerin bazısından seni fitneye düşüreceklerinden seni şaşırttıracaklarından dolayı onlardan kaçın. Eğer onlar indirilmiş olan hükümden yüz çevirip gayrisini isterlerse artık bil ki, Allahü teâlâ muhakkak diliyor ki, onları yapmış oldukları bazı günahları sebebiyle dünyada azap ederek musibete uğratsın. ki, -onların- yüz çevirmeleri o bazı günahlar cümlesindendir. Âhirette de bütün günahlara karşılık onları cezalandıracaktır. Ve şüphe yok ki, insanlardan birçokları elbette fâsık kimselerdir. 50Onlar cahiliyet devrindeki hükmü mü arıyorlar? -hevayı nefse- sırt çevirdikleri zaman -hevayı nefse- bir yüz verme, meyil mi istiyorlar? Âyetteki soru inkâr içindir, Allahü teâlâ'dan daha güzel hükmeden kim vardır? Kimse yoktur. O'na tam kanâat sâhibi bir kavim için, bir kavim ındinde. Bu kişiler özellikle zikredildiler. Çünkü ancak onlar inceden inceye bunu düşünenlerdir. Yabgûne fiili yâ ile okundu. Ayrıca te ile ” Tebgûne “ diye de okundu. 51Ey îman edenler! Yahûdileri ve Hristiyanları onlarla arkadaşlık yaptığınız, sevdiğiniz, dostlar tutmayınız. Küfür hususunda bir oldukları için onların bazıları bazılarının dostudur. Ve sizden her kim onları dost edinirse muhakkak onlardandır, onların cümlesindendir. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ kâfirlerle dostluk yapmaları sebebiyle zâlimler olan kavme hidâyet etmez. W***52İmdi kalplerinde bir maraz, itikad zayıflığı olan kimseleri -Abdullah b. Übeyyil Münafık gibi kişileri- görürsün ki, onların içinde onlarla dostluk içinde koşar dururlar, onlarla dostluk yapmaktan dolayı özür beyan eder oldukları hâlde de zamanın bizim üzerimize kıtlıktan ya da küffarın galebesinden olan bir felaketin bize isabet etmesinden korkarız. ki, Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'in de işi henüz tamam olmadı -yardım olunmadı- ki, yoksa bu kâfirler bize yiyecek namına bir şey vermezler. Allahü teâlâ da buyurdu ki: Artık umulur ki (şüphesiz), Allahü teâlâ bir feth, dininin izharı için peygamberine bir yardım ve o münafıkların örtüsünün yırtılıp rezil olmalarıyla olan nezdi ilâhiyyesinden bir emir vücuda getirir de onlar kendi nefislerinde gizledikleri o şekten ve kâfirlerle dostluktan dolayı pişman olurlar. 53Îman edenler o münafıkların örtüsü yırtıldığı zaman şaşkınlıklarından dolayı bazı kardeşlerine diyecekler ki, Din işinde sizinle beraber olduklarına dair yeminlerinin en nihai derecesiyle, yeminlerindeki en son gayretleriyle Allahü teâlâ'ya kasem eden kimseler şunlar mıdır? Yekûlu fiili cümlei istinâfiye olmak üzere refle; hem vavla hem de vavsız olarak okundu. Ayrıca bir önceki âyetteki ”ye'tiye “ fiilinin üzerine atfolunarak nasbla da okundu. Allahü teâlâ da buyurdu ki: Onların sâlih amelleri habt oldu, bâtıl oldu ve rezil olmaları sebebiyle dünyaları, azâb edilmek sûretiyle de âhiretleri ziyana uğramış kimseler oldular. 54Ey îman edenler! Sizden her kim dininden küfre irtidad ederse (küfre) dönerse (Bu cümle Allahü teâlâ'nın olacağını bildiği şeyi önceden haber vermesidir. Ve gerçekten de Hazret-i Peygamberin vefatından sonra bir grup insan tekrar kâfir olmuşlardır). Muhakkak Allahü teâlâ onların yerine bir kavmi getirir ki, onları sever, onlar da onu sever. Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: O kavim şu adamın kavmidir (Ve kendisi o sırada Ebû Mûsa el-Eş'ari'ye işaret ediyordu.) Hakim bunu Sahih’inde rivâyet etti. Mü'minlere karşı zelil, mütevâzi olurlar kâfirlere karşı da izzet sâhibi, sert olurlar. Allah yolunda savaşa atılırlar. Ve bu hususta aynı münafıkların kâfirlerin kınamasından korktukları gibi kınayanın kınamasından da korkmazlar. İşte zikrolunan şu özellikler Allahü teâlâ'nın fazlıdır. Onu dilediğine verir. Ve Allahü teâlâ vâsidir, lutfu çoktur, o lutfa lâyık olanı da bi-hakkın bilicidir. “yertedde “ fiili idgamla okundu. Ayrıca idgam olmaksızın“yertedid“ diye de okundu. 55Bu âyet-i kerîme, Abdullah b. Selâm'ın“ya Rasûlallah! Gerçekten kavmimiz bizi terk etti “ demesi üzerine nâzil olmuştur. Sizin veliniz ancak Allahü teâlâ'dır. Ve O’nun Peygamberidir ve îman etmiş olanlardır. O îman edenler ki, namazı dosdoğru kılarlar ve zekâtı verirler ve onlar rukûya varanlardır, huşu içinde olanlardır. Ya da tetavvu (nafile) namaz kılanlardır. 56Ve her kim Allahü teâlâ'yı ve O’nun Rasûlü'nü ve îman edenleri veli edinirse, onları destekleyip yardım ederse şüphe yok ki, Allah'ın fırkası, Allahü teâlâ onlara yardım ettiği için gâlip olanların ta kendileridir. Âyette, Allahü teâlâ “feinnehüm“yerine, o kişilerin O’nun hizbinden olduğunu O'na tâbi olanlardan olduğunu beyân etmek için“ hizballah”lafızlarını kullandı. 57Ey îman edenler! Sizden evvel kendilerine kitap verilmiş olanlardan dininizi eğlence, kendisiyle eğlenilen ve oyuncak edinenleri ve kâfirleri, müşrikleri dostlar edinmeyiniz. Ve onlarla dostluğu keserek Allahü teâlâ'dan korkunuz. Eğer mü'minler iseniz, îmanınızda sadıklar iseniz. “küffâr” lâfzı cerle ve nasbla okundu. 58Ve ezanla beraber namaza nida ettiğiniz çağırdığınız zaman onu namazı, onunla alay ederek ve aralarında gülüşerek bir eğlence ve bir oyuncak edinirler. Bu, ittihaz onların âkilâne düşünmez bir kavim olmalarından dolayıdır. 59Bu âyet-i kerîme, Yahûdilerin Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'a peygamberlerden hangilerine inanıyorsun deyip, O da “ Allah'a ve bize indirilene îman ederim. “ âyetini okuyup ne zaman ki, Îsa (aleyhisselâm)'ı zikrettiğinde onların“sizin dininizden daha şerli bir din bilmiyoruz “ demeleri üzerine nâzil oldu. De ki: Ey ehli kitap! Bizden hoşlanmıyorsunuz, inkâr ediyorsunuz, -bunun sebebi- ancak bizim Allahü teâlâ'ya ve bize indirilene ve daha evvel peygamberlere indirilenlere îman ettiğimizden ve sizin birçoğunuzun şüphesiz fasıklar olmalarından dolayıdır? “ enne eksaraküm.....“ cümlesı “ en âmennânın üzerine atfolunmuştur. Mânâ şöyledir; sizler ancak bizim îman etmemizi ve kendisinden fâsıklıkla (ki, o fâsıklık ta o îmanı kabul etmemekten ötürüdür,) tabir olunan, o inkâr hususunda size muhalefet etmemizden hoşlanmıyorsunuz. Hâlbuki bu hoşlanılmayacak bir şey değildir. 60De ki: Allahü teâlâ'nın ındinde mesâbet olarak, sevap bakımından cezaca o hoşlanmayacağınız şeyin sâhibinden daha şerlisini haber vereyim mi? O kişi o kimsedir ki, Allahü teâlâ ona lânet etti rahmetinden uzaklaştırdı ve üzerine gazapta bulundu ve onlardan sûretlerini değiştirmekle maymunlar ve hınzırlar ve Tağût'a şeytana, ona itâat etmekle tapanlar yaptı. Âyetteki kişilerle murat Yahûdilerdir. İşte bunlar mevkice daha şerlidir. Çünkü varacakları yer ateştir. Ve düz yoldan, hak yoldan tamamiyle sapık kimselerdir. Âyetteki “sevâe ” lâfzının asıl mânâsı, “ Bir şeyin tam ortasi “ demektir. mekânen lâfzı, temyizdir. “ şerrun ile ” edallü ”lafızları Yahûdilerin“Biz sizin dininizden daha şerli bir din bilmiyoruz “sözlerinin karşılığında zikrolundu. 61Ve onlar, Yahûdilerin münafıkları, size geldikleri zaman“îman ettik“ derler. Halbuki onlar sizin yanınıza küfürle birlikte çıkmışlardır ve îman da etmemişlerdir. Allahü teâlâ da onların gizledikleri münafıklığı en iyi bilendir. 62Ve onlardan Yahûdilerden birçoğunu görürsün ki, günaha, yalan söylemeğe ve düşmanlığa zulme ve yasak olanı meselâ rüşvet gibi haram olanı yemeğe koşarlar. Hızlıca -içine- düşerler. Yaptıkları şey, amelleri ne fena bir şeydir o. 63Onlardan din bilginleri ve fakihleri, onları günah, yalan sözlerinden ve haram yemelerinden nehyetmesi gerekmez miydi? İşledikleri şey o halkı (bu kötü şeylerden) nehyetmeyi terk etmek ne kadar kötü. 64Vaktiyle Yahûdiler mal bakımından insanların en çoğu olduktan sonra, Resûlüllah Efendimizi yalanlamaları sebebiyle onların üzerine bir sıkıştırma yapılınca dediler ki: “Allah'ın eli bağlanmıştır. Bizim üzerimize rızık yağdırmaktan tutulmuştur. “ Bu sözle cimrilikten kinaye yapmışlardı. Allahü teâlâ ise cimrilikten münezzehtir. Allahü teâlâ da buyurdu ki: Bu dedikleriyle kendi elleri hayırları işlemekten bağlandı, tutuldu -Bu onlara bir bedduadır- ve lânet olundular. Hayır Allah'ın iki eli de açıktır. Bu söz cömertlikle vasıflamakta bir mübalağa yapmaktır. “ el” lâfzı da bir tür bolluğu ifade etmek için tensiye olarak getirildi. Çünkü cömert bir kimsenin malından karşılıksız olarak dağıtmasının en son noktası her iki eliyle beraber vermesidir. Bollaştırmaktan ve darlaştırmaktan dilediği şekilde infakta bulunur. Ona karşı bir itiraz mevcut değildir. Ve and olsun ki, sana Rabbinden indirilmiş olan şey Kur’ân onlardan bir çoğu için, o Kur’ân inkâr etmeleri sebebiyle tuğve küfrü arttıracaktır. Ve biz onların arasında Kıyâmet gününe kadar düşmanlık ve kin bıraktık. Öyle ki, onlardan her bir fırka ötekine sürekli muhalif olacak. Her ne zaman savaş için, Hazret-i Peygamberle (sallalahü aleyhi ve sellem) savaşmak için bir ateş yakıverdilerse onu Allahü teâlâ söndürdü her zaman savaşı isteseler Allahü teâlâ onları geri çevirdi. Ve onlar yeryüzünde fesada masiyetlerle fesad çıkardıkları hâlde koşarlar, Allahü teâlâ ise müfsit olanları sevmez. şüphesiz onları azaplandırır. 65Ve eğer ehli kitap Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'e îman etseler ve küfürden korksalar idi elbette biz onların günahlarını örter ve elbette onları nimetleri bol cennetlere girdirirdik. 66Ve eğer onlar Tevrat'ı ve İncîl'i, onlarda bulunanlar ile amel etmekle -ki, Hazret-i Muhammed'e îman edilmesi de o bulunanların cümlesindendir ve onlara Rableri tarafından indirilmiş olanı, kitapları gereğince uygulasalardı elbette hem üstlerinden hem de ayakları altından yiyeceklerdi. Şöyle ki, rızık onların üzerine bollaştırılacak ve her taraftan akacaktı. Onlardan mutedil bir ümmet, cemâat vardır. O Tevrat'la amel ederler. Onlar Abdullah bin Selâm ve arkadaşları gibi Rasûlüllah'a îman edenlerdir. Onlardan birçoğunun yaptıkları şey de ne fenadır. 67Ey Peygamber! Sana Rabbinden indirilmiş olanın hepsini tebliğ et. Bir musibete uğrarsın korkusundan dolayı ondan hiçbir şeyi gizleme. Ve eğer yapmaz isen, sana indirilenin hepsini tebliğ etmezsen O’nun risâletini tebliğ etmiş olmazsın. Çünkü bir kısmını gizlemek sanki hepsini gizlemek gibidir. Ve Allahü teâlâ seni insanlardan, seni öldürmelerinden korur. Ashâb-ı Kiram, Rasûlüllah'ı (sallalahü aleyhi ve sellem) bu âyet inene kadar insanlardan korurdu. (Bu âyet indiğinde) buyurdu ki: Artık gidiniz. Çünkü şüphesiz ki, Allahü teâlâ beni koruma altına aldı (Bu hadisi Hâkim rivâyet etti.) Şüphe yok ki, Allahü teâlâ kâfir olan bir kavmi hidâyet etmez. “risâlet” lâfzı müfred olarak okunduğu gibi ayrıca cemi olarak “risâlât“ diye de okundu. 68De ki: Ey ehli Kitap! Tevrat'ı ve İncîl'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı onda olan şeylerle amel etmenizle -ki, “ Bana îman edilmesi “ de onda olan şeylerin cümlesindendir. - ikame edinceye kadar dinden hatırı sayılır bir şey üzerine değildiniz. Ve andolsun ki, sana Rabbi'nden indirilmiş olan Kuran onlardan birçoğu için o Kur’ân’ı inkâr ettiklerinden dolayı tuğve küfrü arttıracaktır. Artık onlar sana îman etmezlerse o kâfirler olan kavim üzerine teessürde bulunma, üzülme onlardan sebep kederlenme. 69Muhakkak o kimseler ki, îman ettiler ve o kimseler ki, -mübtedadır- Yahûdilîğe dahil bulundular -ki, onlar Yahûdilerdir- ve Sâbiîler -Yahûdilerden bir fırkâdir- ile Nasrâniler bunlardan her kim Allahü teâlâ'ya ve âhiret gününe îman etmiş ve sâlih amellerde bulunmuş ise, artık onların üzerine bir korku yoktur ve onlar âhirette mahzun da olmayacaklardır. “men” lâfzı mübtedadan bedeldir. “onların üzerine bir korku yoktur. “ âyeti mübtedânın haberi olup ve “ İnne ” nin haberine de delâlet edicidir. 70Yemin olsun ki, biz İsrâiloğulları'nın Allah'a ve peygamberlere itaâtına dair misâkını aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Her ne vakit onların nefislerinin hevasına uymayan haktan olan bir şeyle, onlara, onların içinden bir peygamber geldi ise o hak olan şeyi yalanladılar ve onlardan bir kısmını yalanladılar, onlardan bir kısmını da öldürürler. Meselâ Zekeriyya ve Yahya (Aleyhisselâm) gibi. Âyette, fiili muzari olan“yaktulûne “ fiili ile tabir yapılıp, fiili mazi olan” katelû “ile tabir yapılmaması âyetlerin sonları uygun bitsin diye ve mazide olan bir durumu (sanki şimdi oluyormuşçasına) hikâye edilsin içindir. 71Ve sandılar ki, zannettiler ki, Bir fitne, peygamberleri yalanlamaları ve öldürmelerinden dolayı onlara bir azap olmayacak vuku bulmayacaktır. Artık onlar haktan kördürler, onu göremezler ve onu işitmekten de sağır kesildiler. Sonra tevbe elliklerinde Allahü teâlâ onların tevbelerini kabul buyurdu. Sonra yine ikinci defa onlardan bir çoğu kör ve sağır kesildiler. Allahü teâlâ ise yaptıklarını bi-hakkın görücüdür. Ve onları o şeyin karşılığında cezalandıracaktır. “ Tekûnü “refle okundu. O zaman evvelindeki ”en” lâfzı ”Enne “ den tahfif edilmiştir. Ayrıca nasbla da okundu. O zaman ”en” lâfzı nasbedici olan en'-i mastariyedir. “sammû“ fiilindeki vav zamirinden bedeldir. 72Yemin olsun ki, “Şüphesiz Allah, o Meryem'in oğlu Mesih'tir“ diyenler kâfir olmuşlardır. -Bu âyetin benzeri geride geçti. - Ve halbuki Mesih onlara demişti ki: Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a ibâdet ediniz. Şüphesiz ki, ben bir kulum, ilâh değilim. Şüphe yok ki, her kim ibâdet hususunda O'ndan başkasını Allahü teâlâ'ya ortak koşarsa muhakkak Allahü teâlâ ona cenneti haram kılmış olur, oraya girmekten onu meneder. Ve onun varacağı yer ateştir. Ve zâlimler için onları Allah'ın azâbından korur olan yardımcılardan kimse yoktur. 73Elbette kâfir olmuşlardır; “ Tanrı şüphesiz üç ilâhın üçüncüsüdür üçünden bir tanrıdır“ diyen kimseler. Diğer iki ilâh ise Îsa ile annesidir. Bu kimseler Hıristiyanlardan bir fırkâdir. Halbuki bir olan Allahü teâlâ'dan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerine, üçleme İddiasına bir son verip Allah'ı bir olarak kabul etmezlerse onlardan kâfir olanlara küfür üzere sabit kalanlara elbette elim elem verici bir azap vardır. - ki, o ateştir- 74Hâlâ Allah'a tevbe edip de O'ndan dedikleri şeyden ötürü mağfiret istemeyecekler midir? . Ve Allahü teâlâ tevbe edene mağfiret edicidir, ona rahmet edicidir. 75Meryem'in oğlu Mesih, bir peygamberden başka değildir. Ondan evvel de nice peygamberler gelip geçmiştir. O da onlar gibi gelip geçer. Ve onların zannettiği gibi ilâh da değildir. Eğer öyle olmasaydı gelip geçmezdi. Ve onun anası da pek sadık bir kadındır, doğrulukta ileriye gitmiş bir kadındır. İkisi de diğer canlılar gibi yemek yerlerdi. Kim de böyle olursa, parçalardan (cüzlerden) oluştuğu ve zayıf olduğu için ve kendisinden neş'et eden bevil ve katı pislikten dolayı da ilâh olamazlar. Taaccüp ederek bak ki, onlara bizim vahdâniyyetimiz üzerine -delâlet eden- âyetleri nasıl da açıklıyoruz. Sonra da bak onlar nasıl çeviriyorlar, delilin varlığıyla beraber nasıl da haktan döndürülüyorlar. 76De ki: Allahü teâlâ'dan başkasına mı, sizin için zarar a da faideye de mâlik olmayan şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki Allahü teâlâ sizin sözlerinizi bi-hakkın işiticidir, hallerinizi debi-hakkın bilicidir. 77De ki, Ey ehli kitap! Yahûdiler ve Hristiyanlar! Dininizde hakka mugayir bir azmakla azmayınız, Îsa'yı rütbesinden aşağı indirmekle ya da onu hak ettiğinin üstüne çıkartmakla haddi aşmayınız. Ve evvelce haddi aşmaları sebebi ile delâlete düşmüş -o kişiler onların atalarıdır - ve insanlardan birçoklarını da idlâlde bulunmuş ve doğru yoldan hak yolundan“sevâ” lâfzı asıl mânâsında da “ Bir şeyin ortasi “ demektir- sapıtmış olan bir kavmin hevalarına uymayınız. 78İsrâîloğulları'ndan kâfir olanlar Dâvud'un lisanıyla, onlara beddua edip maymunlara çevrilmeleriyle -ki, o kişiler Eyle ahâlisidir- Ve Meryem oğlu Îsa'nın da -lisanıyla- onlara beddua edip hınzırlara çevrilmeleriyle -onlar da- kendilerine gökten sofra inenlerdir- lânet olunmuşlardır. Bu, lânetlenme de onların isyan etmeleri ve haddi tecavüz etmeleri sebebiyledir. 79Onlar yapmış oldukları fenalıkları Âd et edinmekten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı, onların bazısı bazısını nehyetmezdi. 'Elbette ki, onların yaptıkları ne kötüdür, o fiilleri. 80Ey Resûlüm Muhammed! Onlardan birçoklarını görürsün ki, size buğz ettiklerinden dolayı Mekke ehlinden kâfir olanlara dostlukta bulunurlar. Yemin olsun ki, onlar için nefislerinin takdim ettiği şeyler, ameller, sonu hüsranı gerektiren dönüşlerinden dolayı ne kadar kötüdür. Allahü teâlâ onlara gazap etmiştir. Ve onlar azap içinde ebedî kalacak kimselerdir. 81Eğer onlar Allahü teâlâ'ya ve peygambere, Muhammed'e (sallalahü aleyhi ve sellem) ve ona indirilmiş olana îman etmiş olsalar idi onları, kâfirleri dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçokları fâsık kimselerdir, îmandan çıkan kimselerdir. 82Ey Resûlüm Muhammed! Yemin olsun ki, îman edenlere insanların adavetçe en şiddetlisini mutlaka küfürleri kat kat olup hiçbir şey bilmediklerinden ve birtakım arzu emellere tâbi olmaya düştükleri için Yahûdiler ile Mekke ehlinden olan müşrikleri bulacaksın. Ve yine kasem olsun ki, insanların mü'minlere sevgice en yakın olanlarını biz Nasârayız diyenler bulacaksın. Bu, onların mü'minlere olan sevgilerinin yakınlığı onların içinden kıssisler, âlimler, rahibler, âbidler olması ve Yahûdilerin ve Mekke ehlinin tekübbürde bulundukları gibi hakka tâbi olmaktan tekebbürde bulunmamalarından dolayıdır. 83Bu âyet-i kerîme, müslümanlara Habeşistan'dan gelen Necaşi'nin -gönderdiği- heyet hakkında nâzil oldu. Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) Yâsîn sûresini okuyunca ağladı ve derhal müslüman oldular. Ve dediler ki: “ Bu okunan âyetler Îsa (aleyhisselâm)'a inenlere ne kadar benziyor. “ Ve Peygambere indirilmiş olanı, Kur’ân’ı dinledikleri zaman, hakkı bildiklerinden dolayı onların gözlerinin yaşla dolup taşdığını görürsün. Derler ki, Ey Rabbimiz! Îman ettik, senin peygamberini ve kitabını tasdik edip ikrar eyleyenlerle beraber yaz. 84Ve onları İslâm'a girmekle Yahûdilerden ayıplayanlara cevap olarak dediler ki: Biz ne için Allahü teâlâ'ya ve bize haktan gelen, Kur’ân'a îman etmeyelim. bunu gerektiren şeyin mevcud olmasıyla beraber artık bizim için îman etmekten bir engel yoktur. Halbuki biz ümit ederiz ki, Rabbimiz bizi sâlihler mü'minler olan kavim ile beraber cennete idhal buyursun. “ natmau“ fiili gerideki “ nü'minü“ fiilinin üzerine atfolunmuştur. 85Allahü teâlâ da buyurdu ki: Artık Allahü teâlâ da onlara bu söylediklerinden dolayı altından ırmaklar akan cennetleri, içlerinde ebediyyen kalıcı olmakları üzere ihsan buyurdu. Bu ise îman sebebiyle muhsin olanların mükâfatıdır. 86Ve kâfir olanlar ve bizim âyetlerimizi inkâr edenler ise onlar cehennem ashâbıdırlar. 87Bu âyet-i kerîme, sahâbe-i kiramdan bir cemâatın sürekli oruç tutmaya, geceleri kâim olmaya, hanımlarına ve hoş olan yiyeceklere yaklaşmamaya, et yememeye ve döşek üzerinde uyumamaya kastetmeleri üzerine inmiştir. Ey Îman edenler! Allahü teâlâ'nın sizin için helâl kılmış olduğu temiz şeyleri haram kılmayınız, haddi de aşmayınız. Allah'ın emrinin dışına çıkmayınız. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ haddi aşanları sevmez. 88Ve Allahü teâlâ'nın sizi merzuk etmiş olduğu şeylerden helâl ve temiz olanları yiyiniz. Kendisine îman etmiş olduğunuz Allahü teâlâ'dan korkunuz. “ helâlen” lâfzımef’ûl olup cârmecrûrolan“ mim mâ “ise hâldir ve halâlene taalluk edicidir. 89Allahü teâlâ sizleri yeminlerinizdeki lağv sebebiyle muahaze etmez. Yemindeki lağv; Bir yemin kastı olmaksızın insanın diline öylesine geliveren sözdür. Meselâ insanın şöyle demesi gibi: ”Hayır, vallahi! Evet, vallahi “Velâkin sizi bile bile o şey üzerine kasten yemin etmeniz sebebiyle akdettiğiniz yeminler ile muahaze eder. Bunun onu bozmuş olduğunuz bu yeminin keffâreti ise ailenize ondan yedirmiş olduğunuz orta derecesinden en iktisatlısı ve galibi olanından, en yükseği ve en düşüğünden olmayarak on fakiri doyurmak -her fakir için bir müd yiyecek vardır. - ve yahut onları gömlek, sarık, izâr gibi kisve diye isimlendirilen bir şeyle giydirmek - zikrolunanların hepsini tek bir miskine vermek câiz değildir. İmam-ı Şafiî de bu görüş üzeredir. - ya da bir köle, mü'min bir köle azad etmektir. Tıpkı ölüm ve zihar keffâretlerinde olduğu gibi. (Âyette mü'min kaydı geçmediği hâlde mü'min köle diye tefsir etmek mutlak olanı, rakabe lâfzını mukayyedin (diğer âyetlerdeki rakabetin mü'minetin) terkibi üzerine hamledildiğinden dolayıdır. Fakat kim şu zikrolunanlardan birini bulamazsa onun keffâreti üç gün oruç tutmaktır. Âyetin zâhiri şudur ki, bu üç gün orada peş peşe olmak şart değildir. İmam-ı Şafî de bu görüş üzeredir. İşte bu zikrolunan yemin ettiğiniz ve bozduğunuz zaman yeminlerinizin keffâretidir. Ve yeminleriniz, iyi bir iş üzere ya da insanların arasını ıslâh üzere olmadığı müddetçe onları bozmaktan koruyunuz. (Bakara sûresinde de geçtiği gibi.) İşte, zikrolunan şeyleri sizlere beyan ettiği gibi Allahü teâlâ âyetlerini sizin için böyle beyân ediyor. Ta ki, bunun üzerine O'na şükredesiniz. “Akadtüm“ fiili tahfifle okundu. Ayrıca şeddelenmekle “Akkattüm“ diye de okundu. Bir hraatta da “âkadtü“ diye okundu. 90Ey îman edenler! Muhakkak ki, içki, aklı uyuşturan sarhoş edici şey ve meysir, kumar ve dikili taşlar putlar ve ezlâm kısmet için çekilen zarlar, şeytanın süslemiş olduğu işinden olan bir pisliktir, pis sayılan murdar bir şeydir. Artık ondan onunla şu şeylerden tabir olunan şu pislikten, onu yapmanızdan kaçınınız ki, felâh bulasınız. 91Şüphe yok ki, şeytan aranıza ancak içki ile, kumar ile onları yaptığınız zaman, onlarda hâsıl olan şer ve fitnelerden dolayı adaveti, kini ve sizi onlarla meşgul olmakla Allahü teâlâ'nın zikrinden ve namazdan alıkoymayı ister. Allahü teâlâ, o (namaza) hürmeten onu da ayrıca zikretti. Artık siz onları yapmaktan vazgeçtiniz değil mi? artık vazgeçin. 92Allahü teâlâ'ya itâat ediniz ve peygambere itâat ediniz ve günahlardan kaçınınız. Şâyet Tâattan yüz çevirirseniz artık biliniz ki, bizim peygamberimizin üzerine âit olan apaçık bir tebliğden, aşikâr bir ulaştırmadan ibarettir. Ve sizi cezalandırmak da bizim üzerimizedir. 93Îman edip de sâlih amellerde bulunanların üzerine haram kılınmış şeylerden sakınıp da mü'min bulundukları ve güzel işleri işledikleri sonra da müttekî oldukları ve îman eyledikleri takva ve îman üzere sabit oldukları, sonra da ittikâd a bulunup ameli de güzel yaptıkları takdirde tatmış oldukları, haram kılınmadan önce içkiden ve kumardan yemiş oldukları şeyde bir günah yoktur. Ve Allahü teâlâ muhsin olanları sever, şüphesiz ki, onları sevaplandırır. 94Ey îman edenler! Allahü teâlâ elbette sizi kendi ellerinizin o avdan küçük olanlarına ve mızraklarınızın da o avdan büyük olanlarına erişebileceği avdan size onu göndereceği bir şey ile belâlandıracaktır, sizi imtihan edecektir. Bu olay Hûdeybiye'de olmuştur. Onlar (o zaman) ihramlı idiler ve birtakım vahşi hayvanlar ve kuşlar onları, kafilelerinin içindeyken istilâ etmişlerdi. Ta ki, Allahü teâlâ kendisinden gaybî olarak -hâldir- onu göremediği bir gâib şey olduğu hâlde korkup avdan sakınanları, ilmi zuhuriyle bilsin -onları meydana çıkarsın- Artık bundan avdan nehyolunduktan sonra, kim tecâvüzde bulunur ve o avı avlarsa ona elim bir azap vardır. 95Ey îman edenler! Siz ihramda iken, hac ve umre için ihrama girmişken avı öldürmeyiniz. Sizden her kim onu kasten öldürse bir ceza vardır, onun üzerine bir ceza vardır. O ceza da öldürdüğü hayvanın misli hilkat hususunda ona benzer olandır. Buna bu misle sizden kendileri için, eşyanın ona en benzeyenini ayırabilecekleri bir zekâ olan iki adâlet sâhibi erkek hükmeder. İbn Abbâs, Ömer ve Ali (r. anhüm) naâme (deve kuşu) hakkında bedene (deve) ile hükmettiler. İbn Abbâs ve Ebû Ubeyde vahşi sığır ve vahşi eşekte, sığırla (kesilmesiyle) hükmettiler. İbn Ömer ve İbn Avf, geyikte ise bir koyunla hükmettiler. Ayrıca İbn Abbâs ve Ömer ve gayrıları güvercin hakkında da koyunun (kesilmesiyle) hükmettiler. Çünkü koyun su içme hususunda güvercine benzemektedir. Kâbe'ye vasıl olacak Harem-i Şerife ulaştırıp orada kesecek ve onu fakirlere dağıtacak bir kurbanlık olmak üzere veya her ne kadar yukarıda zikrolunanı bulsa bile o cezadan gayrı olarak bir keffâret vardır ki, o da, o beldenin azığının en galipte kullanılanından ve zikredilen cezanın kıymetine de denk olup her bir fakir için bir müd miktarı olmak üzere miskinleri yedirmektir. Veya o kişinin üzerine, her bir müd'e karşılık bir gün tutacağı oruç olarak o yemeğin muâd ili, misli vardır. Eğer kişi yemek yedirme imkânı bulursa bu sefer üzerine vacip olur. Tâ ki, bu sûrette yapmış olduğu işin vebalini, cezasının ağırlığını tatsın. Allahü teâlâ geçmiş olanı haram kılınmadan evvel av hayvanını öldürmeyi af buyurmuştur. Ve her kim bir daha bu avlanmaya dönerse, Allah ondan intikamını alır. Ve Allahü teâlâ Azîz'dir, işi üzerine gâliptir. Kendisine âsi olandan intikam alma sâhibidir. Zikrolunan şeyler hususunda kasten av hayvanını öldürmeye, hata yollu öldürmek de ilhak olunmuştur. “ cezâün” lâfzı tenvinle ve kendisinden sonra ki, lâfzın refiyle okundu. Bir kırâatta “ cezâün” lâfzı “misil” lâfzına muzaaf olarak okundu. Bu kurban öyle herhangi bir yerde kesilemez-” Baliğ” kelimesinin nasbı mâkablinin (hedyen lâfzının) sıfatı olduğundan dolayıdır. Her nekadar ” Baliğ” lâfzı Kâbe lâfzına muzaf olsa bile. Çünkü onun izafeti, izafeti lâfziyedir. Bu izafet de tarifliği ifade etmez. “ hedyen” lâfzı ” cezaün” lâfzından hâldir. Bir kırâatte ” keffaret” lâfzı kendisinden sonraki lâfza izafetle okundu. Ve o izafet beyan içindir. 96Ey İnsanlar! İster ihramlı olmayınız, ister olunuz sizin için deniz avı, onu yemeniz -Deniz avı; Balık gibi sadece denizde yaşayabilendir-. Hem denizde hem karada yaşayan yengeç gibi hayvanlar bunun hilâfınadır ınadır (yenilmezler), ve onu yemek bir fayda olsun diye helâl kılındı, onu yiyebilirsiniz. Ayrıca seyyar olanlar için, sizden seferde olanlar için de -helâl kılındı- onu azık olarak yanlarına alabilirler. Ve sizin üzerinize ihramda bulunduğunuz müddetçe kara avı -Kara avı; eti yenilen hayvanlardan olup karada yaşayandır-onu avlamanız haram kılınmıştır. Eğer onu ihramda olmayan biri avlarsa muhrim olana, nitekim Hazret-i Peygamber'den rivâyet olunan hadisi şerifinde beyân ettiği gibi, onu yemesi helâldir. Huzuruna haşrolunacak olduğunuz Allahü teâlâ'dan korkunuz. 97Allahü teâlâ Kabe'yi, o beyti haramı, muharramı insanlar için bir medar, istifade kıldı ona hac etmekle dinlerinin işi, oraya girenin emin olmasıyla, ona dokunulmamasıyla ve her yerin meyvasının oraya getirilmesiyle dünyalarının işi yolunda gitmektedir ve şehri haramı da, haram ayları Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb'i onların o aylarda savaştan emniyette olmalarıyla bir medarı istifade -kıldı- ve bağsız ve bağlı kurbanları da onları sahiplerinin kendisine dokunulmasından emniyette olmasıyla -onları- insanlar için bir medarı istifâde kıldı. Bu zikredilen kılış bilmeniz içindir ki: Şüphesiz Allahü teâlâ göklerde olanı da ve yerde olanı da bilir. Ve muhakkak ki, Allahü teâlâ her şeyi tamamiyle bilendir. Çünkü menfaatli olan şeyleri celbedip ve sizden zarar lı şeyleri defetmek için bu kadar şeyi daha onlar vuku bulmadan yapması, onun varlık âleminde olanı ve olacak olanı bildiğine bir delildir. Bir kırâatta” kıyâmen” lâfzı kıyamen diye elifsiz okundu. 98Biliniz ki, Allahü teâlâ'nın düşmanlarına olan ikâbı muhakkak pek şiddetlidir. Ve şüphe yok ki, Allahü teâlâ dostlarını mağfiret edicidir, onlara acıyıcıdır. 99Peygamberin üzerine, size tebliğden başka yoktur. Ve Allahü teâlâ ise açıkladığınız, izhar ettiğiniz şeyi ameli de o amelden sakladığınız, gizlemiş olduğunuz şeyi de bilir. Sonra sizleri onun karşılığında hesaba çekecektir. 100De ki: Murdar, haram olan ile temiz, helâl olan eşit olmaz. Velev ki, murdarın çokluğu senin hoşuna gitsin, seni sürurlandırsın. Artık ey akıl sahipleri! Onu terketmek hususunda Allah'tan korkunuz. Tâ ki, felâha eresiniz, kurtulasınız. 101Bu âyet-i kerîme, Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'a çok soru sorulması üzerine inmiştir. Ey îman edenler! Her şeyden sual etmeyiniz ki, eğer size açıklanırsa, beyan edilirse, onlarda bulunan zorluktan dolayı sizi müteessir eder. Ve eğer siz Kur’ân indiği sırada Hazret-i Peygamber'in (sallalahü aleyhi ve sellem) zamanında sorarsanız onlar size açılır. Mânâ şöyledir; Hazret-i Peygamberin zamanında öyle şeylerden sorduğunuz zaman, Kur’ân onları açıklamakla nâzil olur. Ve ne zaman ki, onları açıklarsa, onlar sizi müteessir eder. Öyleyse onlardan sormayın. Muhakkak ki, Allahü teâlâ onlardan, sual sormanızdan af buyurmuştur. Artık tekrar sormaya kalkışmayın. Ve Allahü teâlâ Gafûr'dur, Halîm'dir. 102Ve muhakkak ki, onları, o şeyleri sizden evvel bir kavim peygamberlerine sordu ve o şeylerin hükümleriyle cevaplandırıldılar da sonra o hükümlerle amel etmeyi terk ederek, o şeyler sebebiyle kâfir oldular. 103Allahü teâlâ behirâ'dan, saibe’den, vasîle’den ve ham’den hiçbirini cahiliyye halkının yapar oldukları gibi -meşru- kılmamıştır. İmâmı Buharî, Saîd b. Müseyyeb'den rivâyet etti ki, O da dedi ki: Bahirâ: Sütü putlar için korunan ve insanlardan hiçbir kimsenin sağmadığı devedir, Saibe: Putlar nâmına adak yaptıkları (istenilen şey husule gelince de salıverilip) üzerine hiçbir şey yüklenilmeyen devedir, Vasile: Doğumda ilk olan dişi devedir ki, o da deveyle çiftleşmesi sonucunda ilk doğumda dişi doğurmuş ve ikinci doğumda da dişi doğurmuştur. İşte bu deveyi putları için adarlardı. Eğer bu iki dişi devenin arasında (başka bir deveden) bir erkek olmaksızın birbirlerine kavuşmuşlarsa. Ham: Sulbünden on beş deve türetilmiş erkek devedir. İşi bittiği zaman onu putları için serbest bırakırlardı ve ona bir şey yüklemekten onu azat ederlerdi. Böylece onun üzerine hiçbir şey yüklenmezdi. Ve onu Hami diye isimlendirirlerdi. Ve lâkin kâfir olanlar bu hususta ve bu işi Allah’a nisbet etmekle yalan iftira ederler. Ve onların çokları da bunun bir iftira olduğunu akıl edemezler. Çünkü bu işte babalarını taklit etmişlerdir. 104Ve onlara Allahü teâlâ'nın indirdiğine ve Peygambere, sizin haram kıldığınız şeyi helâl kılmak olan hükmüne geliniz denildiği vakit“ Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey, din ve şeriat bize yeter “ derler, Bu şey onlara yeter mi babaları hiçbir şey bilmiyorlar ve hak olana gitmiyorlarsa da! Âyetteki soru onların bu durumunu inkâr içindir. 105Ey îman edenler! Siz kendi nefsinize bakınız. onu koruyunuz ve onun maslahatıyla kâim olunuz. Siz hidâyette bulunduktan sonra dalâlete düşmüş olanlar size bir zarar vermez. Denildi ki, Murad olan, ehli kitaptan sapıtmış olanlar size zarar veremez. Ve ayrıca denildi ki, Murad olan ehli kitabın gayrısıdır. Bu da Ebi Salebe el Haseni'nin hadisinden dolayıdır ki, şöyle dedi: “Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'a bu âyetten sordum. O da dedi ki: “iyilik ile emrediniz, kötülükten nehyediniz. Tâ ki, itâat edilen bir cimrilik, peşine düşülen bir hevâ, (kişiyi) etkileyen bir dünyalık ve her görüş sâhibinin ancak kendi görüşüyle hoşlandığını görürsen o zaman nefsini koru. “ (Bu hadis-i şerifi, İmâm-ı Hâkim ve gayrisi rivâyet ettiler.) Hepinizin nihâyet varacağı yer Allahü teâlâ'dır. O da size ne yaptığınızı haber verecektir. Ve sizleri o şey karşılığında hesaba çekecektir. 106Ey îman edenler! Herhangi birinize ölüm, ölümün sebepleri geldiği zaman vasiyet vaktinde aranızda şehadet edecek olan ya sizden adâlet sâhibi iki kimsedir. Veya siz yeryüzünde dolaşırken, sefer yaparken ölüm musibeti isabet etti ise sizin gayrınızdan, dininizden olmayan iki şahıstır. Bunların sehâdetinde şüphelendiğiniz şekke düştüğünüz takdirde bunları namazdan, ikindi namazından sonra hapsedersiniz, (o ikisini) alıkoyarsınız. Bunlar Allahü teâlâ'ya kasem, yemin ederler. Ve derler ki: “Allah'a yemin mukabilinde bir şey ondan dolayı yalan yere sehâdetle veya yemin etmekle, o yemine karşılık dünyalıktan alacağımız bir bir bedel almayız. Velev ki, o lehine yemin edilen ya da şehadet edilen -bizim için- karabet sâhibi olusun. Ve Allah'ın emretmiş olduğu şehadetini gizlemeyiz. Şüphesiz ki, biz o takdirde, eğer o sehâdeti gizlersek elbette günahkârlardan olmuş oluruz. Ey îman edenler! Herhangi birinize ölüm, ölümün sebepleri geldiği zaman vasiyet vaktinde aranızda şehadet edecek olan ya sizden adâlet sâhibi iki kimsedir. Cümle, haberiyye cümlesidir. Fakat emir mânâsındadır. “ (o iki kişi) şehadet etsin“Şehadet lâfzının“Beyn” lâfzına izafeti mânâd aki genişlikten dolayıdır. “ hin” lâfzi “ izâ” lâfzından bedeldir ya da “ hadara “ fiilinin mef’ûlü fihidir. “ Tahbisûnehümâ“ cümlesi “ Aharâni “ lâfzının sıfatıdır. 107Eğer onların bir günaha meselâ yanlarında töhmet altına alındıkları bir şey bulunup ve onu ölen kişiden aldıklarını ya da onlara vasiyet edildiğini iddia etmeleriyle o günahı gerektiren işi (hıyanete ya da şehadet hususunda yalan söylemeye) müstehik olduklarına dâir bir vukuf hasıl olursa, yeminlerinden sonra bir şeye muttali olunursa o zaman aleyhlerine bir yeminin teveccüh etmesi hususunda bu ikisinin yerine üzerlerine vasiyyet hak kazanılmış olanlardan -ki, onlar vârislerdir- iki kimse, ölenin iki velisi onun iki akrabası kâim olurlar. Ve şahitlerin hıyaneti üzerine Allah'a yemin ederler. Ve derler ki: “ elbette ki, bizim şehadetimiz, yeminimiz onların şahadetinden, yemininden daha haktır, daha doğrudur. Ve biz iğtidâd a bulunmadık, yemin hakkında hak olanı tecavüz etmedik. Şüphesiz ki, biz o takdirde zâlimlerden olmuş oluruz. “ “ el evle ” lâfzi “ âhârani lâfzından bedeldir- Bir kırâatta ”el evveline “ diye okundu. (O zaman) “ ellezîne’nin sıfatıdır ya da ondan bedeldir. Âyetin mânâsı şöyledir; ölüm kendisine yakınlaşmış kişi, kendi dininden, ya da sefer ve bunun gibi sebepten dolayı kendi dininden olanları bulamamışsa başka dinden iki kişiyi vasiyeti üzerine şahit kılsın ya da onlara vasiyyet etsin. Sonra eğer vârisler bu iki kişi hakkında şüpheye düşerlerse ve onların bir şey alarak, ya da o şey birisine vasiyet edildi zannederek onu o şahsa vermekle hıyanetlikte bulunduklarını iddia ederlerse, her ikisine de yemin ettirilir. Eğer onların yalan attıklarına dâir bir işarete rastlanırsa ve bu durumu defeden başka bir şeyi iddia ederlerse, bu sefer vârislerden ölüye en yakın olan kişi, o ikisinin yalancılığa ve kendilerinin savundukları şeyin doğruluğu üzerine yemin eder. Âyette geçen hüküm vâsi olanlar hakkındadır, şahitler hakkında ise nesholunmuştur. Ayrıca başka dinden olanın sehâdeti de nesholunmustur. İkindi namazına itibar edilmesi yeminin (zaman cihetinden) önemini kuvvetlendirmek içindir. Âyette yeminin vârislerin en yakınından olan iki kişiye tahsis edilmesi; âyetin ondan sebep nâzil olduğu olayın hususiyetinden dolayıdır. O olay Buharî'nin rivâyet ettiği şu hadistir: Sehmoğulları'ndan bir adam Temimi Dâri ve Adiy b. Beddâ ile -ki, bu iki kişi hıristiyan idiler- sefere çıkmışlardı. Sonra Sehmi hiçbir müslümanın bulunmadığı bir yerde öldü. Temim ile Adiy, onun mirasıyla beraber dönerlerken altınla nakışlanmış gümüşten bir kâseyi sakladılar. Sonra ise bu ikisi Hazret-i Peygamber'in huzuruna çıkarıldılar. Bunun üzerine hemen âyet indi ve onlara yemin ettirirdi. Sonradan kâse bulundu. Ve (kâse kendisinde bulunan adam) “Biz onu Temim ile Adiy'den satın aldık“ dedi. Bunun üzerine ikinci âyet indi. Ve Sehmi'nin akrabalarından iki kişi, ayağa kalktılar ve yemin ettiler. Tirmizî'nin rivâyetinde de şöyle varid olmuştur; Amr b. As ve onlardan olan başka birisi ayağa kalktılar ve yemin ettiler. O kişi ölenin yakınlarındandı. Bir rivâyette de şöyle zikredilmektedir: Sehmi (sefer esnasında) hastalandı. Ve o ikisine vasiyette bulunarak, onlara, arkada bıraktığı mallarını ehline ulaştırmalarını emretti. Öldüğü zaman ise o kâseyi aldılar ve geri kalanı onun ehline teslim ettiler. 108Bu varislerin üzerine yeminin reddinden olmak üzere zikrolunan hüküm şehadeti lâik veçhiyle bir değişiklik ve hıyanet olmaksızın sehâdeti yüklenmiş oldukları hâl üzere onların şahitlerin ya da vâsilerin eda etmelerine veya müddei olan vârislerin üzerine yeminlerinden sonra yeminlerinin red edilmesinden korkmalarına en yakındır. Böylece onların hıyanetliği ve yalancılığı üzere yemin ederler. Ve onlar da rezil olup (zimmetlerine almış oldukları şeyden dolayı da) borçlarını ödemeye zorlanırlar. Ve yalan da söyleyemezler. Ve hıyaneti ve yalanı terk etmekle Allah'tan korkunuz ve emrolunduğunuz şeyi kabul işitmesiyle dinleyiniz. Allahü teâlâ fâsıkları, hayır yolunda ona Tâattan çıkanları hidâyete erdirmez. 109Yad et o günü ki, -o gün Kıyâmet günüdür- Allahü teâlâ peygamberleri toplayacak ve onların kavmini azarlamak için onlara” Tevhide çağırdığınız zaman size verilen cevap ne idi? diyecek, onlar da “Bizim için bunun hakkında bir bilgi yoktur. Şüphe yok ki, gaybları, kullardan gâib olan şeyleri hakkıyla bilen ancak sensin“ diyeceklerdir. Peygamberlerden Kıyâmet gününün şiddetinden ve korkularından dolayı, o bilgi zail olmuştur. Sonra ise sakinleştikleri zaman ümmetleri üzerine şehadet ederler. 110Yâdet o vakti ki, Allahü teâlâ buyurdu: Ey Meryem'in oğlu Îsa!.. Senin üzerine ve validenin üzerine olan nimetimi zikret, o nimete şükret. O zamanı ki, seni Ruhul Kudüs, Cibrîl ile teyit ettim, seni takviye ettim. Sen beşikte iken de bebekken de, yetişkinken de insanlara söz söylüyordun. O zamanı ki, sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Ve o zamanı ki, benim iznimle çamurdan kuş heyeti, sûreti gibi bir şey tasvir ediyor da içine üflüyordun. O da hemen benim iznimle, irademle bir kuş oluveriyordu. Anadan doğma körü, vücudunda beyaz beyaz lekeler bulunan kimseyi de benim iznimle iyi ediyor idin. Ve o zamanı ki, ölüleri kabirlerinden benim iznimle, diriler olarak çıkarıyordun. Ve o zamanı ki, İsrâiloğulları'nı seni öldürmeye kastettikleri zaman senden defetmiştim, onlara beyyinelerle, mu'cizelerle geldiğin vakitte ki, onlardan kâfir olanlar: “ Bu, senin getirmiş olduğun şey bir büyüden başka bir şey değildir. “ demiş idi. Sen beşikte iken de bebekken de, yetişkinken de insanlara söz söylüyordun. Bu kavil, onun Kıyâmetten evvel gökten ineceğini ifade etmektedir. Çünkü Îsa (aleyhisselâm) yaşça kemâle ermeden göğe kaldırılmıştır. (Nitekim Âl-i lmrân sûresinde geçtiği gibi) ” tükellimu“ fiili “ eyyedtüke “ deki kâfdan hâldir. “kehey'eti “ deki kâf harf değil, “misl “mânâsında isimdirve mef’ûldür. Bir kırâatta “sihrun“ iafzi “sâhirun“sihirbaz diye okundu. Bu kırâate göre onlar, Îsa (aleyhisselâm)'ı kastediyorlar. 111Ve o zamanı ki, “ Bana ve Peygamberime Îsa'ya îman ediniz diye o havarilere ilâm etmiştim, Îsa'nın lisânı üzere onlara emretmiştim. Onlar da “ ikisine de îman ettik, bizim muhakkak müslimler olduğumuza şahit ol“ demişlerdi. 112O vakti yâdet ki, havariler: Ey Meryem oğlu Îsa!.. Rabbin gökten bizim üzerimize bir mâide indirebilir mi? yapabilir mi? diye sordular. Îsa (aleyhisselâm) da onlara dedi ki: Âyetleri, 'hevâyı nefse göre talep etmek hususunda Allah'tan korkunuz. Eğer mü'minler iseniz. Bir kırâatta “yestetîu“ fiili te ile ” Testetîu“ diye ve ondan sonraki “Rab” lâfzı da nasbla okundu. “Rabbinden istemeye kâdir olabilir misin? “ 113Dediler ki: Biz bunu istemeyi murad ediyoruz ki, ondan yiyelim ve kalplerimiz yakınî îmanın ziyadeleşmesiyle mutmain olsun sükûn bulsun ve şüphesiz ki, senin bize peygamberliği iddia hususunda doğru söylediğini bilelim ve biz onun üzerine şahitlerden olalım. “ en” lâfzi “ Enne “ den tahfif olundu. (Aslında) “ en ke “idi. 114Meryem'in oğlu Îsa dedi ki: Ey Allah! Ey bizim Rabbimiz! Bizim üzerimize gökten bir mâide indir ki, onun indiği gün bizim için, evvelimiz ve bizden sonra gelenler olan âhirimiz için, ona tazim ettiğimiz ve şereflendirdiğimiz bir bayram ve senin kudretin ve benim Peygamberliğim üzerine senden bir âyet olsun ve bizi onunla rızıklandır. Ve sen rızık verenlerin en hayırlısısın. “ Li-evvelinâ“ cârmecrûru harfi cerrin tekrarıyla beraber “ Lenâ“ dan bedeldir. 115Allahü teâlâ onun duasına icabet ederek buyurdu ki: Ben onu sizin üzerinize elbette indireceğim. Fakat sonra mâide indikten sonra sizden kim küfre düşerse artık ben âlemlerden hiçbir kimseyi azap etmeyeceğim bir azap ile onu azaplandırırım. Sonra melekler gökten mâide indirdiler. Üzerinde yedi çörek, yedi balık vardı. Onlar, doyana kadar ondan yediler. (Bunu İbn Abbâs radıyAllahü anh'den rivâyet etti.) “münzil” lâfzı tahfifle okundu. Ayrıca şeddelenmekle beraber “münezzîl“ diye okundu. Bir hadis-i şerifte varid olmuştur ki: Gökten ekmek ve balık olduğu hâlde bir sofra indi. Ve onlar hıyanette bulunmamak ve yarın için (o sofradan) bir azık saklamamakla emrolundular. Fakat onlar hıyanette bulundular ve azık sakladılar. Sonra ise maymunlara ve hınzırlara dönüştürüldüler. 116Ve o vakti yadet ki, Allahü teâlâ, Îsa (aleyhisselâm)'a onun kavmini azarlamak için Kıyâmette dedi ki, diyecek ki, “ ey Meryem'in oğlu Îsa! Sen mi insanlara “Beni ve anamı Allah'tan başka iki ilâh edininiz “ dedin. Îsa (aleyhisselâm) da korkmuş olduğu hâlde dedi ki: Seni ortaktan ve Sana lâyık olmayan şeylerden, seni tenzih etmekle seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Benim için hak olmayan şeyi söylemek benim için olmaz, lâyık değildir. Eğer ben onu söylemiş isem, sen onu elbette bilmişsindir. Sen benim nefsimde gizlemiş olduğumu bilirsin. Ben ise senin zâtındakini gizlemiş olduğun malûmatı bilemem. Şüphe yok ki, gaybları bilen ancak sensin. “Bi-hakkın”leysenin haberidir. “ Li ” lâfzı da beyân içindir 117Ben onlara senin bana emrettiğinden başkasını söylemedim. O şey, “Benim ve sizin Rabbiniz olan Allahü teâlâ'ya ibâdet ediniz. Ve ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerine şahit, gözetleyici olmuş idim. Onları demiş oldukları şeyden men ederdim. Ne zamanki, beni aldın, semâya yükseltmekle beni kabzettin, onların üzerlerine murakıp, amellerini hıfzeden ancak sen oldun ve benim onlara olan sözümden ve onların benden sonraki sözleri ve gayrısından olan herşey üzerine tamamiyle şahitsin, muttalisin, onu bilicisin. 118Eğer onları onlardan küfür üzerine kalanı azâba çekersen onlar senin kullarındır. Ve sen de onların sâhibisin, dilediğin gibi onların hakkında tasarrufta bulunursun. Senin üzerine hiçbir itiraz yoktur. Ve eğer onları onlardan îman edenleri bağışlarsan yine şüphesiz ki, sen Azîz'sin işi üzerine gâlip olansın, işinde hikmet sâhibi olansın. 119Allahü teâlâ buyurdu ki, bu Kıyâmet günü dünyada Îsa gibi sâdıklara sadakatlerinin fâide vereceği bir gündür. Çünkü o ceza günüdür. Onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır ki, onlar burada ebedî kalıcı oldukları hâlde Allahü teâlâ, O'na tâat edilmesi sebebiyle onlardan râzı olmuş, onlar da sevabı sebebiyle Allahü teâlâ'dan hoşnut olmuşlardır. İşte bu, en büyük bir kurtuluştur. Dünyada yalancı olanlara oradaki sıdkları fayda vermez. O kimseler gibi ki, azâbı gördüklerinde îman etmişler. 120Göklerin ve yerin mülkü, yağmur, nebat, rızk ve gayrı şeylerin hazineleri ve bunlarda bulunanların -mülkü- Allahü teâlâ nındır. O her şeye bi-hakkın kâdirdir. Sâd ık olanı sevaplandırıp, yalancı olanı azâba çekmesi bunun cümlesindendir. |
﴾ 0 ﴿