8 - ENFÂL SÛRESİ

Medine’de nâzil olup, 75 Âyet - i kerîmedir.

Müslümanlar Bedir ganimetlerinde ihtilâfa düşüp genç olanlar ” ganimetler bizim içindir Çünkü bizler savaşa gittik“ deyip, ihtiyarlar da “Bizler sizler için bayraklar altında birer korunaklar idik. Eğer ileri doğru çıkar olsaydınız, elbette ki, yine bize doğru kaçardınız “ deyince bu âyet'i kerîme indi.

1

Ey Resûlüm Muhammed! sana enfâlden ganimetlerden“onlar kimin içindir“ diye soruyorlar. Onlara da deki: Ganimetler Allahü teâlâ'ya ve peygamber'e aiddir istedikleri yere onu koyarlar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de o ganimetleri aralarında eşit şekilde paylaştırdı (Bu hadisi Hâkim, Müstedrekinde rivâyet etti) Artık Allahü teâlâ'dan korkunuz. Aranızı yani aranızdaki durumu sevgi ile ve münakaşayı terk etmekle düzeltiniz. Ve Allahü teâlâ'ya ve Resûlüne itâat ediniz. Eğer gerçekten mü'min kimseler iseniz.

2

Gerçekten mü'mînler imanı kâmil olanlar, Allahü teâlâ yani O’nun vaîdi zikredîldiği zaman yürekleri titrer korkar. Ve onlara Cenab - ı Hakk'ın âyetleri okunduğu zaman onları îman tasdik yönünden ziyadeleştirir. Ve ancak Rablerine tevekkül ederler başkasına değil, ancak O'na güvenirler.

3

Onlar - o mü'minlerdir ki, - namazı ikame ederler Onu bütün haklarıyla beraber yerine getirirler Ve onları rızıklandırdığımız, onlara verdiğimiz şeylerden Allahü teâlâ'ya Tâatte infakta bulunurlar.

4

İşte onlar zikredilen şeylerle sıfatlanmış olan kimseler gerçekten hiç şüphesiz doğru olarak mü'min olanların ta kendileridir. Onlar için Rablerinin nezdinde dereceler cennette olan menziller ve mağfiret ile cennette mevcut olan kerim bir rızık vardır.

5

Nasıl ki, Rabbin seni hak uğrunda evinden çıkarmıştı. Halbuki mü'minlerden bir kısmı ise şüphesiz bu çıkışı hoş görmüyorlardı.

Son cümle ” ehraceke “ deki kef'den hâldir Âyet'teki ” kema “ cer mesruru mahzûf bir mübtedanın haberidir yani onların hoş görmemeleri hususunda şu hâl için senin çıkartılmanın bir misali vardır. Halbuki senin çıkartılman onlar için hayırlı olmuştu. Bu da öyledir.

Bu yukarıda anlatılanların beyanına gelince şöyledir: Ebû Sufyan Şam'dan bir kafileyle beraber (Mekke'ye) dönüyordu Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ashâbı o kafileyi yakalayıp ganimet almak için harekete geçtiler. Hemen Kureyş de bunu haber aldı ve Ebû Cehil ile Mekke'nin askerleri o kafileden bu durumu def etmek için harekete geçtiler. Onların hepsi süvari idi. Ebû Sufyan sahil yolunda kafile ile beraber giderek kurtuldu. Sonra Ebû Cehil'e ” artık geri dön“ denildi. O ise kabul etmeyip Bedir tarafına yürüdü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de Ashâbı ile müşavere ederek “Allahü teâlâ bana iki taifeden birini vaadetti “ dedi ve hemen bir bölük, süvarilerle savaşmak üzere ona muvaffakat ettiler. Bir kısım da bunu hoş görmedi Ve Allahü teâlâ'nın da bir sonraki âyette belirteceği gibi ”Biz buna hazırlanmamıştık“ dediler.

6

Hak tebeyyün ettikte onlara zâhir olduktan sonra o hakta savaşta seninle mücadelede bulunurlar. Sanki onlar o ölümü hoş görmemeleri hususunda, gözle görmekle ona bakar oldukları hâlde o ölüme sevk olunuyorlarmış

7

Ve o vakti yad et ki, Allahü teâlâ size iki taifeden birini ya kafileyi ya da süvarileri şüphesiz o sizindir diye vaad etmişti. Siz ise arzu ediyordunuz istiyordunuz ki, kuvvet yani şiddet ve silah sâhibi olmayan - o kafile - sayılarının azlığından dolayı ki, onların sayısı süvarilerin hilafına (az) idi. Sizin olsun. Hâlbuki Allahü teâlâ İslâm'ın zuhuruyla beraber (bu hususta indirmiş olduğu) önceki emirleriyle hakkı izhar etmeyi ve kâfirlerin arkasını, onların sonunu kökten kazımakla kesmeyi irade buyuruyordu. Bundan dolayı sizlere o süvarilerle savaşmayı emretti.

8

Tâ ki, Hakkı ispat ve bâtıl küfrü iptâl etsin diye. Velev ki, günahkârlar, bunu kabul etmeyenler hoşnut olmasınlar.

9

O vakti yâdet ki: Rabbinizden imdat istiyordunuz. O’ndan sizin üzerinize yardım etmekle imdadını talep ediyordunuz” şüphe yok ki, peş peşe ardı ardına, bazısı bazısını takip eden meleklerden bin ile size imdat ediciyim, size yardım ediciyim'' diye sizin için - duanıza - icabette bulundu.

İlk önce onlara bin ile vaat etmişti. Sonra o melekler üç bin, daha sonra beş bin adet oldu (Ali İmrân sûresinde de olduğu gibi)

 Âyet'teki “ elfin” lâfzi “ Alüfin“ diye aynı ”Elfüsin“ gibi okundu “Alüfin” lâfzı ”Elf” lâfzının cemisidir

10

Ve Allahü teâlâ bunu yani imdat etmeyi ancak bir müjde olmak ve bununla kalbleriniz mutmain olsun diye yapmıştır. Ve hâlbuki nusret ancak Allahü teâlâ tarafındandır. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ Azîz'dir, Hakîm'dir.

11

Yâd ediniz ki, o Allahü teâlâ tarafından sizin için ortaya çıkan korkudan bir eminlik olsun diye sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Ve gökten üzerinize su da indiriyordu. Onunla sizleri abdestsizlikten ve cünüplüklerden temizlesin ve sizden“ Eğer siz hak üzerine olsaydınız susuz ve abdestsiz olmazdınız. Müşrikler ise su içindedirler “ şeklinde olan şeytanın size karşı pisliğini vesvesesini gidersin ve kalblerinize yakın ve sabır ile bir rabıta bir bağlantı versin ve ayaklarınızı (harb meydanındaki) kumda kaymaktan sabit kılsın diye.

12

Hani Rabbin Müslümanlara onlarla yardım ettiği meleklere vahiy ediyordu ki, şüphesiz ben destekle ve yardımla sizinle beraberim. Haydin îman edenleri yardım etmekle ve müjdelemekle sabit kılın. Kâfir olanların yüreklerine elbette korku düşüreceğim. Hemen boyunlarının üstüne yani başları vurun. Ve onların bütün parmaklarına yani ellerinin ve ayaklarının her tarafına vurun.

 (Savaş esnasında kişi kâfirin boynuna vurmayı kastederdi - fakat - kılıcı daha ona ulaşmadan o kafa yere düşerdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara çakıl taşlarından bir avuç fırlattı 'Ve iki gözüne o çakıl taşlarından bir şey girmemiş hiçbir müşrik kalmadı. Böylece bütün kâfirler hezimete uğradılar).

13

Bu onlara inen azap onların Allahü teâlâ'ya ve Rasülü'ne muhalefet ettiklerinden dolayıdır. Ve her kim Allahü teâlâ'ya ve Rasülü'ne muhalefet ederse şüphe yok ki, Allahü teâlâ'nın ona azâbı pek şiddetlidir.

14

Şu - azap - var ya onu - Ey kâfirler - dünyada tadınız. Ve şüphesiz ki, kâfirler için âhirette ateş azâbı vardır.

15

Ey îman etmiş olanlar. Kâfir olanlara ağır oldukları toplu bulundukları hâlde - sanki onlar çokluklarından dolayı ağır ağır yürüyorlar - karşılaşırsanız hezimete uğramış hâlde onlara arkalarınızı çevirmeyiniz.

16

Ve her kim o günde yani onlarla karşılaşma gününde onlara arkasını çevirirse, tekrar geriye dönmeyi kasteder olduğu hâlde hile için bir kere kaçmakla onlarla savaşmak için bir tarafa kaçan veya bir fırkaya onlarla beraber saldırıya geçeceği Müslümanlardan bir cemâate katılıcı olan müstesna. Muhakkak ki, Allahü teâlâ tarafından bir gazapla dönmüş olur ve onun yurdu cehennemdir. Ve ne fena dönülecek bir yerdir o. Bu durum kâfirlerin (Müslümanların bir zayıflığıüzerine fazla olmadığı zamana mahsustur).

17

Sonra onları Bedir’de kuvvetinizle siz öldürmediniz. Velâkin Allahü teâlâ sizlere yardım etmekle onları öldürdü. Ve çakıl taşlarını attığın zaman o kâfir kavmin gözlerine sen atmadın Ey Resûlüm Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ! Çünkü bir insanın bir kere atmasıyla çakıl taşlarından bir avuç sayısı çok olan bir ordunun askerlerinin gözlerini dolduramaz. Fakat o çakıl taşlarını onlara ulaştırmakla Allahü teâlâ attı. Bunu kâfirleri kahretmek için yaptı. Hem de taraf - ı ilâhisinden mü'minleri güzel bir imtihanla bahşişle - o ganimettir - imtihan etmek için. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ onların sözlerini işiticidir, onların hallerini bilicidir.

18

Bu bela haktır Ve şüphe yok ki, Allahü teâlâ kâfirlerin hilesini iptal edicidir. Zayıf kılıcıdır

19

Eğer - Ey kâfirler - fetih istiyorsanız yani bir fetih (yani bir hüküm) istiyorsanız - şöyle ki, sizden olan Ebû Cehil demişti ki, Ey Allah'ım o kişi (yani Muhammed) sılâ - i rahîmi kesicidir ve bize bilmediğimiz şeylerle geldi. Artık sen onu bu akşamüzeri helâk et - İşte size fetih bu şekildeki kişinin helaki ile olan hüküm gelmiştir. O kişi Ebû Cehil ve onunla beraber katledilenlerdir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve mü'minler değillerdir. Ve eğer küfürden ve harpten vazgeçerseniz o sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşmaya dönerseniz biz de sizin aleyhinize ona yardım etmeye döneriz. Ve elbette cemâatiniz çok da olsa sizden o cemâatleriniz bir şey def edemez. Ve muhakkak ki, Allahü teâlâ mü'minlerle beraberdir.

Son cümledeki e! if - nun maddesi istinâfiye olmak üzere kesra ile okundu ve ayrıca evvelinde bir lâm takdir edilmesi üzerine fetha ile okundu -

20

Ey îman etmiş olanlar! Allahü teâlâ'ya ve Peygamber'ine itâat ediniz ve Kur’ân’ı ve vaazları işitir olduğunuz hâlde emrine muhalefet etmekle ondan yüz çevirmeyiniz.

21

Ve öyle kimseler gibi olmayınız ki, onlar işittik derler. Hâlbuki onlar tefekkür etme ve vaazlanma işitmesiyle işitmezler O kimseler ya münafıklardır veya müşriklerdir

22

Şüphesiz ki, Allahü teâlâ nezdinde hayvanların en kötüsü hakkı işitmekten sağır olanlar ve onu söylemekten dilsiz olanlardır ki, buna da akıl erdiremezler.

23

Ve eğer Allahü teâlâ onlarda bir hayır hakkı işitmek dolayısıyla bir salah bilseydi anlama işitmesiyle onlara işittirirdi. Ve onlarda hiçbir hayır olmadığını bildiği hâlde faraza onlara işittirseydi elbette onlar ondan geri dönerlerdi. Ve onlar inat ve inkâr yüzünden onu kabul etmekten kaçınanlardır.

24

Ey mü'minler sizi kendinize hayat verecek - Çünkü o ebedi hayata sebeptir - şeye din işine davet ettiği vakit Allahü teâlâ'ya ve Rasülü'ne Tâatle icabet edin. Ve biliniz ki, Allahü teâlâ kişiyle kalbi arasına perde olur. Artık kişi îman etmeye ya da kâfir olmaya ancak onun dilemesiyle güç yetirebilir. Ve şüphesiz O'na haşrolunacaksınızdır. Ve amelleriniz mukabilinde sizleri cezalandıracaktır.

25

 - Eğer size isabet etmiş ise - Bir fitneden sakınınız ki, sizden yalnız zulüm edenlere dokunmakla kalmaz, bilâkis onları ve gayrisini içine alır. O fitneden sakınmak, o fitneyi gerektiren şeyi münkir (o fitneyi istemeyenin) inkârıyla olur ve biliniz ki, muhakkak Allahü teâlâ'nın kendisine muhalefet edene azâbı pek şiddetlidir.

26

Ve yâd ediniz ki, bir zaman siz yeryüzünde, Mekke arzında zayıf sayılan azlık idiniz. İnsanların sizi çarpmasından, kâfirlerin sizi süratle yakalayıp kapmasından korkar idiniz. Sonra - Allahü teâlâ - sizi Medine'ye yerleştirdi. Ve Bedir gününde meleklerle yardım etmesiyle sizi teyid etti, sizleri takviye etti Ve sizleri temiz şeylerden, ganimetlerden rızıklandırdı. Tâ ki, O’nun nimetlerine şükredesiniz.

27

Bu âyet - i kerîme Ebi Lubabe Mervan b Abdilmünzir hakkında nâzil oldu. Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Beni Kurayza'ya, onun hükmüne râzı olsunlar ve onunla istişare yapsınlar diye göndermişti O da “ şüphesiz ki, hüküm öldürmektir“ diye işaret etti. Çünkü onun evlâtları ve malı Beni Kurayza'nın içindeydi.

Ey îman edenler! Allahü teâlâ'ya ve peygamber'e hıyanet etmeyiniz. Ve emanetlerinize üzerine emin kılınmış olduğunuz din işi ve gayrısına hıyanet etmeyiniz. Hâlbuki siz bilirsiniz.

28

Ve biliniz ki, muhakkak mallarınız ve çocuklarınız sizin için âhiret işlerinde men edici bir fitnedir. Ve şüphe yok ki, Allahü teâlâ'nın katında pek büyük bir mükâfat vardır. O mükâfatı mallara, çocuklara riâyet etmekle ve onlardan dolayı hıyanette bulunmakla kaçırmayınız.

29

Bu âyet - i kerîme Ebû Lubâbe'nin tevbesi hakkında indi. Ey îman edenler! Eğer günahtan dönmekle Allahü teâlâ'dan korkarsanız sizin için sizinle korktuğunuz şey arasında bir fırkan kılar. Böylece kurtulursunuz Ve sizden günahları örter. Ve sizin için günahlarınızı bağışlar. Ve Allahü teâlâ pek büyük bir fazl sâhibidir.

30

Yâd ed Ey Resûlüm Muhammed! Hani bir zamanda o kâfirler seni tutup bağlamaları ve hapsetmeleri ya da seni öldürmeleri - hepsi bir adamın katili olacaklardı - ya da seni Mekke'den çıkarmaları için sana hilede bulunuyorlardı. Ve muhakkak ki, senin hakkında meşveret etmek için Dârunnedve'de toplanmışlardı. Ve onlar sana hilede bulunurlar. Ve Allahü teâlâ da sana onların hazırladıkları şeyi vahyedip ve evden çıkmanla sana emrederek senin işini ayarlamakla onlara mekrediyor Ve Allahü teâlâ mekredenlerin hayırlısıdır. O onların mekrini en iyi bilenidir.

31

Ve onlara âyetlerimiz Kur’ân okunduğu zaman dediler ki, Artık işittik, eğer dileyecek olsak elbette bunun benzerini biz de söyleyebiliriz. Bu sözü Nadr ibni Hars söylemiştir Çünkü o, Hire denilen yere gelir ve orada ticaret yapardı. Acemlerin haberlerinin bulunduğu kitapları satın alır ve onları Mekke ahalisine anlatırdı. Bu Kuran evvelkilerin uydurduklarından yalanlarından başka bir şey değildir.

32

Ve bir vakit dediler ki, Ey Allahü teâlâ eğer şu Muhammed'in okuduğu şey senin tarafından hak olan indirilen ise hemen üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize onu inkâr etmekten dolayı elim elem verici bir azap getir. Bu sözü Nadr ve gayrıları alay ve kendilerinin bir basiret ve onun butlanı hakkında bir kesin görüşlülük üzerine olduklarını vehmettirmek için söylemişlerdir.

33

Ve hâlbuki sen onların aralarında bulundukça istedikleri şey sebebiyle Allahü teâlâ onlara azap edecek değildir. Çünkü azap indiği zaman herkesi kapsar. Hâlbuki her ümmet, ancak peygamber'i ve mü’minler oradan çıkarıldıktan sonra azap edilmiştir. Ve hâlbuki onlar istiğfarda bulundukları hâlde de. Şöyle ki, taraflarında bizi bağışla bizi bağışla derlerdi. Denildi ki, o istiğfar edenler aralarında zayıf görülen mü'minlerdir. Nitekim Allahü teâlâ'nın buyurduğu gibi;” şayet yok olursanız elbette onlardan kâfir olanları elim bir azapla azaplandırırız. Allahü teâlâ onları azaplandırıcı değildir.

34

Onların neyi var ki, ! Allahü teâlâ sen ve zayıf görülen Müslümanlar çıktıktan sonra onları kılıçla azaplandırmasın.

Bir önceki âyette istiğfar etmeleri hususunda zikredilen iki kavilden birincisi üzerine bu âyet bir önceki âyeti neshedicidir. Ve muhakkak ki, Allahü teâlâ onları Bedir'de ve gayrı yerlerde azaplandırmıştır. Ve onlar Mescid - i Harâm'dan Müslümanların orayı tavaf etmelerinden Hazret-i Peygamberi ve inanan kimseleri men ediyorlar. Hâlbuki onlar zannettikleri gibi o Mescid - i Harâm'ın velileri değillerdir. Onun velileri muttakilerden başkası değildir. Lâkin onların birçokları kendileri için Mescid - i Harâm üzerine bir velayet bulunmadığını bilmezler.

35

Ve onların Beyt - i Şerifteki namazları ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başkası değildir. Yani bu işleri onunla emrolunmuş oldukları namazın yerine koydular. Artık Bedir'de azâbı tadınız. Küfreder olduğunuzdan dolayı.

36

Muhakkak o kimseler ki, kâfir olmuşlardır mallarını Allahü teâlâ'nın yolundan men etmek için Peygambere karşı savaşmak hususunda infak ederler. Artık onu yine infak edeceklerdir. Sonra o mallar işin sonunda onların üzerine elden kaçtığı ve kastettikleri şeyinde elden kaçmasından dolayı bir hasret ve bir nedamet olacaktır. Sonra dünyada mağlup olacaklardır. Ve onlardan kâfir olanlar âhirette cehenneme haşr olunacaklardır. Sevk olunacaklardır.

37

Ta ki, Allahü teâlâ, habisi kâfiri temizden mü'minden ayırt etsin Ve habis olanın bazısını bazısı üzerine hep birlikte yığsın. Bazısını bazısının üzerine yığılmış olduğu hâlde toplasın. Artık onu cehenneme koysun. İşte ziyana uğramış olanlar ancak onlardır.

Liyemîze'deki lâm harf - i ceri bir evvelki Âyetteki tekûnu fiiline mütealliktır. Yemize fiili tahfifle okunduğu gibi yümeyyize diye de okundu (İkisinin manası da “ ayırd etsin' demektir)

38

Kâfir olanlara – Ebû Sufyan ve ashâbı gibi - de ki: Şayet küfürden ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşmaktan vaz geçerlerse, onlar için geçmişteki amelleri afv olunur. Ve eğer yine O’nunla savaşmaya geri dönerlerse artık şüphe yok ki, evvelkilerin sünneti yani bizim onların hakkındaki helâk etmekle olan Âd etimiz geçmiştir. Aynı şekilde bunlara da yapabiliriz.

39

Ve onlar ile bir fitne şirk kalmayıncaya kadar ve din tamamıyla yalnızca Allahü teâlâ'ya âit oluncaya ve ondan gayrisine ibâdet edilmeyinceye kadar cihatta bulunun. Artık küfürden vazgeçerlerse şüphe yok ki, Allahü teâlâ yapacak oldukları şeyleri tamamıyla görücüdür. Ve onları o şey karşılığında cezalandıracaktır.

40

Ve eğer imandan yüz çevirirlerse artık biliniz ki, Allahü teâlâ sizin mevlânızdır. Sizin yardım ediciniz ve işlerinizi yürütendir - O - ne güzel bir Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır. Yani size yardım edendir.

41

Ve biliniz ki, muhakkak her hangi bir şeyden ganimet olarak aldığınız, kahran kâfirlerden elde ettiğiniz malın beşte biri Allahü teâlâ içindir. Ve karabet sahipleri Benî Haşimî el Benî Muttalip'ten olup Hazret-i Peygamber'e yakınlık sâhibi olanlar ile yetimler kendileri fakir olup babalan ölmüş olan Müslüman çocukları ve fakirler, Müslümanlardan olan hacet sahipleri ve yolcu Müslümanlardan olup seferinde yolda kalan içindir. Yani bu beşte bire Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve diğer dört sınıf Allahü teâlâ'nın taksim ettiği üzere her biri için beşte birin beşte biri olmak üzere hak kazanmış olur. Diğer geri kalan beşte dört ise ganimet alanlara aittir. Eğer siz Allahü teâlâ'ya îman etmişseniz bunu biliniz Ve Furkân gününde hakla bâtılın arasını ayıran Bedir gününde o iki topluluğun Müslümanların ve kâfirlerin karşılaştığı günde kulumuz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirmiş olduğumuza meleklere ve âyetlere - îman etmiş iseniz. - Ve Allahü teâlâ her şeye kemâliyle kadirdir sizin az olup onların ise çok olmasıyla beraber size yardım etmesi O’nun kemali kudretindendir.

.....indirmiş olduğumuza meleklere ve âyetlere - îman etmiş iseniz - (Son cümlenin başındaki “ ma” lâfzı bir önceki cümledeki Allah lâfzının üzerine atfedilmiştir.)

42

O vakit ki, siz Medine'ye yakın bir vadide idiniz, onlar ise Medine'den uzak bir vadide idiler. Kervan ise deniz tarafını takip eden cihetten sizden aşağıda olan bir mekânda idi. Eğer siz ve o süvariler savaş için vaatleşseydiniz vaat mahalli hakkında ihtilâfa düşerdiniz. Velâkin hiçbir vaatleşme olmamasıyla beraber Allahü teâlâ ilminde yapılmış olan bir emri - o emir İslâm'a yardım edilip küfrün ortadan kaldırılmasıdır - yerine getirmek için sizleri bir araya topladı.

O vakit ki, “iz “ lâfzi bir önceki âyetteki ”yevm” lâfzından bedeldir.

 “ udve ” lâfzı başındaki ayn harfinin zammesi ve kesrasıyla beraber okunur Vadinin bir tarafı demektir.

Bunu yaptı tâ ki, helâk olan kimse bir delilden yani kendisinin aleyhine kâim olan açık bir hüccetten sonra - O hüccet de mû'minlerin az olmasıyla beraber çok olan orduya karşı yardım edilmeleridir - helâk olsun kâfir olsun Ve diri kalan da bir delilden diri kalmış olsun. Îman etmiş olsun Ve şüphe yok ki, Allahü teâlâ kemaliyle işiticidir, tamamıyla bilicidir.

43

Yâdet o vakti ki, Allahü teâlâ onları sana rüyanda az gösteriyordu. Ta ki, bunu ashâbına haber veresin ve hemen sevinip (cihada çıksınlar). Ve eğer onları sana çok göstermiş olsaydı elbette korkacak idiniz. Ve işte cihad işinde münazaa ederdiniz. İhtilafa düşerdiniz Velâkin Allahü teâlâ sizi korkudan ve ihtilâftan selâmete erdirdi. Şüphe yok ki, o sadırların zâtını kalplerin içinde olanı bihakkın bilicidir.

44

Ve o vakit ki, karşı karşıya geldiğiniz zaman onları size yetmiş ya da yüz kişi kadar - Halbuki onlar bin kişi idiler - siz onların üzerine gidesiniz diye gözlerinizde pek az gösteriyordu. Ve sizleri de onları size yönelip sizinle savaşmaktan geri dönmesinler diye onların gözlerinde az gösteriyordu. Bu bahsedilen durum harp şiddetlenmeden evveldi. Ne zamanki harp şiddetlendi Allahü teâlâ müslümanları kâfirlere iki misli olarak gösterdi (Âl - i İmrân sûresinde de olduğu gibi) Ta ki, Allahü teâlâ yapılmış olan bir emri yerine getirsin. Ve bütün işler Allahü teâlâ'ya döndürülür.

45

Ey Îman edenler! Bir taife ile kâfir bir cemâat ile karşılaştığınız zaman onlarla savaşmak için sebat ediniz ki, hezimete uğramayasınız. Ve Allahü teâlâ'yı çokça zikrediniz, yardım etmesi için O'na dua ediniz. Ta ki, felâh bulasınız kurtuluşa eresiniz.

46

Ve Allahü teâlâ'ya ve Resûlü’ne itâat ediniz ve münazaa etmeyiniz aranızda ihtilâfa düşmeyiniz. Sonra korkarsınız ve kuvvetiniz ve devletiniz gidiverir. Ve sabrediniz. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ yardımla ve destekle sabredenlerle beraberdir.

47

Ve o kimseler gibi olmayınız ki, başkalarını men etmek için yurtlarından çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak çıktılar. Ve o ticaret kafilesi kurtulduktan sonra da geri dönmediler.

Şöyle ki, onlar (Ebû Cehil ve arkadaşlari ” Bizler ta ki, şarap içinceye, deve eti yiyince kadar geri dönmeyeceğiz “ dediler.) Ve Allahü teâlâ yolundan insanları men ediyorlar. Allahü teâlâ ise ne yaptıklarını ilmen kuşatıcıdır. Ve onları yaptıkları karşılığında cezalandıracaktır.

“yağmelüne “ fiili 'ya' ile okunduğu gibı “ Te “ile ” tağmelüne “ diye de okundu.

48

Yâdet o vakti ki, şeytan iblis, o müşrikler Benî Bekr kabilesinden olan düşmanlarından savaşa çıkma esnasında korktuklarında onları Müslümanlarla karşılaşmaya şecaatlendirmekle o müşriklere amellerini süslemiş ve onlara demişti ki: Bugün insanlardan size gâlip olacak yoktur. Ve ben de Benî Kenane kabilesinden olan sizin için bir komşuyum.

İblis onlara Kenane kabilesinin seyyidi olan Sürâka b. Malik'in suretinde gelmişti. Ne zaman ki, Müslüman ve kâfir olan iki fırka bir birlerine göründüler karşılaştılar ve şeytan da melekleri görünce ki, eli de Hars ibni Hişam'ın eli üzerinde idi (yani anlaşma yaptığı hâlde ) kaçar hâlde topukları üzerine geri döndü. Ve onlar ona “Bizi bu hâl üzerine mi bırakıyorsun? ) dediklerinde dedi ki: Ben sizden sizinle komşuluk yapmaktan beriyim. Ben muhakkak ki, sizin görmediklerinizi melekleri görüyorum. Şüphe yok ki, ben Allahü teâlâ'dan beni helâk etmesinden korkarım. Ve Allahü teâlâ'nın ikabı da pek şiddetlidir.

49

O vakit ki, münafıklar ve kalblerinde hastalık itikat zayıflığı bulunanlar diyordu ki, “onları yani Müslümanları dinleri aldatmıştır. Çünkü onlar az olmalarıyla beraber (savaşa) çıkmışlar, dinleri sebebiyle yardım edileceklerini vehmettiklerinden dolayı sayısı çok olan bir toplulukla savaşıyorlar. Allahü teâlâ da onlara cevapla buyurdu ki: Herkim Allahü teâlâ'ya tevekkül ederse O'na güvenirse gâlip gelir artık şüphe yok ki, Allahü teâlâ Azîz'dir işi üzerine gâliptir. Yaratışında da hikmet sâhibidir.

50

Ve görecek olsan Ey Resûlüm Muhammed! o zaman ki, melekler kâfir olanların canlarını alırlar. Onların yüzlerine ve arkalarına demirden gürzlerle vuruyor olduklarıhâlde ve onlara derler ki, yangının yani ateşin azâbını tadınız.

“yeteveffâ“ fiili ya ile okunduğu gibi te ile ” Tetevaffa “ diye de okundu.

Âyetin başındaki “ Lev “ harfinin cevabı şudur: “ elbette ki, büyük bir görmüş olurdun. “

51

Bu azâbı tatmak ellerinizin takdim ettiği şey sebebiyle, Allahü teâlâ ellerle tabir edip gayrısıyla bir tabirde bulunmadı Çünkü işlerin çoğu onlarla ortaya çıkar, ve Allahü teâlâ'nın kullarına zulmedici zulüm sâhibi olmaması sebebiyledir. Ki, onlara günahsız yere azap etmez.

52

Bunların hali Fir’avun'un kavmi ile ondan evvelkilerin hali gibi âdeti gibidir. Ve Allahü teâlâ'nın âyetlerini inkâr ettiler. Allahü teâlâ da bunları günahları sebebiyle azapla yakaladı - son iki cümle makablindeki cümleyi tefsir edicidir - Şüphe yok ki, Allahü teâlâ murat ettiği şey üzerine kuvvet sâhibidir, ikabı da şiddetlidir.

53

Bu yani kâfirlere azap edilmesi Allahü teâlâ'nın ta ki, onlar nefislerinde olanı tağyir edinceye nimetlerini küfürle değiştirinceye kadar - Mesala Mekke kâfirlerinin açlıktan doyurulmalarını, korkudan emniyette olmalarını ue kendilerine Peygamber gönderilmesini küfürle, Allah u teâlâ yolundan men etmekle ve mü'minlerle savaşmakla değiştirmeleri gibi - bir kavme ihsan etmiş olduğu nimeti değiştirici o nimeti musibetle tebdil edici olmaması ve şüphesiz ki, Allahü teâlâ'nın işitici ve bilici olması sebebiyledir.

54

Fir’avun'un kavminin ve onlardan evvelkilerinin âdeti gibi ki, Rablerinin âyetlerini tekzip ettiler. Artık onları günahları sebebiyle helâk ettik. Ve Fir’avun'un kavmini onunla berber gark ettik. Ve tekzipte bulunan ümmetlerinden hepsi zâlimler olmuşlardır.

55

Bu âyeti kerîme Kurayza hakkında nâzil oldu. Şüphe yok ki, yeryüzünde yürüyen canlıların Allahü teâlâ katında en şerlisi o kimselerdir ki, kâfir olmuşlardır. Artık onlar îman etmezler.

56

Onlar ki, onlarla, müşriklere yardım etmeyecekleri hakkında muahede yapmış idin. Sonra her defasında hakkında anlaşma yapmış oldukları ahidlerini bozarlar. Ve onlar bu mağduriyette bırakmaları hususunda Allahü teâlâ'dan korkmazlar

57

İmdi her ne zaman Muharebede katî surette onları yakalarsan, onları bulursan onlarla onların arkasında olan muharipleri onlara azap etmek ve ukubetle ayır. Ta ki, onlar yani onların arkasında olanlar tezekkür ederler onlarla vaazlanırlar.

 “imma” lâfzında in’i şartiyyenin nûnunun zaid olan“ ma “ nın mimine idğamı vardır.

Eğer seninle anlaşma yapmış bir kavmin sana zâhir olan bir alâmet sebebiyle anlaşma hususunda hıyanetinden korkarsan onların anlaşmasını onlara müsavaat üzere onların seni bir gadirle töhmet altına almasınlar diye onlara ahdin bozulduğunu bildirerek o ahdin bozulduğunu bilme hususunda sen ve onla eşit olduğu hâlde at. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ hain olanları sevmez.

58

Bu âyet'i kerîme Bedir gününde kaçıp kurtulan kâfirler hakkında indi. Zannetme ki, Ey Resûlüm Muhammed! küfreden kişiler Allahü teâlâ'yı geçmişlerdir. Onu aşmışlardır. Şüphe yok ki, onlar âciz bırakamayacaklardır. O'nu aşamayacaklardır.

59

Bu âyet - i kerîme Bedir gününde kaçıp kurtulan kâfirler hakkında indi “ zannetme ki, Ey Resûlüm Muhammed! küfreden kişiler Allahü teâlâ'yı geçmişlerdir Onu aşmışlardır. Şüphe yok ki, onlar âciz bırakamayacaklardır. O'nu aşamayacaklardır.

Bir kırâatte ” Lâ tahsebenne “ fiili ”ya “ ile 'Lâ yahsebenne “ diye okundu O zaman birinci mef'ul mahzûftur Yani “ kendilerini “Bir kırata “ innehum“ deki elif nun maddesi bir lâm harfi cer'inin takdir edilmesi üzere fetha ile ennehüm diye okundu.

60

Ve onlara onlarla savaşmaya her kuvvetten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki, “o kuvvet ok atmaktır (Bunu Müslim rivâyet etti) Ve atları bağlamaktan - Rıbat kelimesi - mastar olup yani o atları Allahü teâlâ yolunda hapsetmekten gücünüzün yettiğini hazırlayınız. Bununla Allahü teâlâ düşmanını ve sizin düşmanınızı yani Mekke kâfirlerini ve onlardan gayrı başkalarını yani onların dışında olanları - Ki, onlar ya münafıklardır ya da Yahûdilerdir - Ki, siz bunları bilemezsiniz, Allahü teâlâ onları bilir - korkutunuz. Ve her ne şeyi ki, Allahü teâlâ yolunda infak ederseniz size onun karşılığı tamamen ödenir. Ve siz asla zulme uğratılmazsınız. Ondan hiçbir şey bakımından noksan bırakılmazsınız.

Bir kırâatte ”lâ tahsebenne “ fiili ya ile la yahsebenne diye okundu. O zaman birinci mef’ûlmahzûftur. Yani kendilerini bir kırâatte innehüm’deki elif nun maddesi bir lâm harfi cer'i nin takdir edilmesi üzere fetha ile ” ennehüm“ diye okundu.

61

Ve eğer onlar sulha meylederlerse sen de ona meylet ve onlarla anlaşma yap. İbn Abbâs (radıyallahü anh) buyurdu ki: “Âyet'in bu kısmı kılıç âyet'i ile neshedilmiştir. İmam - ı Mücahid de buyurdu ki, bu anlaşma ehli kitaba mahsustur. Çünkü bu âyet Beni Kurayza hakkında nâzil olmuştur. Ve Allahü teâlâ'ya tevekkül et. Ona güven Şüphe yok ki, o sözü bihakkın işiticidir Fiili de bihakkın bilicidir.

 “silm” lâfzı kesrayla ve fethayla okundu sulh demektir.

62

Sana karşı hazırlık yapmak için sulh yapmaklasana hile yapmak isterlerse şüphe yok ki, sana yetici olan Allahü teâlâ'dır. O, o zattır ki, seni nusretiyle ve mü'minler ile te'yid buyurmuştur.

63

Ve düşmanlıklardan sonra onların kalblerinin arasını te'lif etti, cem etti ki, eğer yerde bulunanın tamamını sarf edecek olsa idin onların kalbleri arasına bir ülfet düşüremezdin. Velâkin Allahü teâlâ onların arasını kudreti ile te'lif etti. Şüphe yok ki, O Azîz'dir. İşi üzerine gâliptir Hakîm'dir hiçbir şey O’nun hikmetinden dışarı çıkmaz.

64

Ey peygamber sana Allahü teâlâ kâfidir. Ve Müslümanlardan sana tâbi olanlar da sana kâfidir.

65

Ey Peygamber mü'minleri kâfirlerle savaşmaya teşvik et. Eğer sizden sabredici yirmi kişi olsa onlardan iki yüz'e gâlip olurlar. Ve eğer sizden yüz kişi olsa kâfir olanlardan bin'e gâlip gelirler. Çünkü onlar şüphe yok ki, hakkı anlamaz bir kavimdirler.

“yekûn' fiili ”ya' ile okunduğu gibi ”te “ile ''tekün“ diye de okundu.

Bu âyet, emir manasında olan bir haberdir. Yani sizden yirmi kişi iki yüz kişi ile, yüz kişi de bin kişi ile savaşsın ve onlara karşı sebatkâr olsun demektir. Sonra bu âyet'i kerîme Müslümanlar çoğaldığı zaman bir sonraki Âyet - i kerîmeyle neshedilmiştir.

66

Şimdi Allahü teâlâ sizden hafifleştirdi. Ve bilmiştir ki, sizde muhakkak ki, sizin gibilerinizin on tanesinin savaş yapmasında bir zayıflık vardır. Sizden sabredici yüz kişi bulunursa onlardan iki yüze gâlip olurlar. Ve eğer sizden bin kişi bulunursa Allahü teâlâ'nın izni ile Onun iradesi ile iki bine gâlip gelirler.

Bu, emir manasında olan bir haberdir Yani sizin iki katınızla savaşınız ve onlara karşı sebatkâr olunuz Ve Allahü teâlâ yardımıyla sabredenlerle beraberdir.

67

Bu âyet'i kerîme Müslümanlar Bedir esirlerinden fidye aldıklarında inmiştir. Hiçbir Peygamber için yeryüzünde tamamen kuvvetlenmedikçe kâfirleri katletmek hususunda mübalağa etmedikçe kendisi için esirler bulunması muvafık değildir. Ey mü'minler siz fidye almakla dünya menfeatını metaını istersiniz. Allahü teâlâ ise sizin için âhireti yani onları katlederek âhiret sevabını irade buyuruyor. Ve Allahü teâlâ Azîz'dir, Hakîm'dir. Bu âyet'i kerîme “feimma mennen bağdu ve imma fidâen“ âyeti kerîmesi ile nesh olunmuştur.

“yeküne “ fiiIi ”ya ile okunduğu gibi ”ta “ ile ” teküne “ diyede okundu.

68

Eğer Allahü teâlâ'dan sizin için ganimetlerin ve esirlerin helâl olmasıyla geçmiş bir yazı olmasaydı almış olduğunuz şey fidye hususunda size elbette büyük bir azap dokunurdu.

69

Artık ganimet olarak elde ettiğiniz şeyden helâl ve hoş olarak yiyin ve Allahü teâlâ'dan korkun. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ Gafûr'dur, Rahîm'dir.

70

Ey Peygamber! Ellerinizde esirlerden olan kimselere de ki: Eğer Allahü teâlâ sizin kalblerinizde bir hayır îman ve ihlas bilirse sizden alınmış olan şeyden fidyeden daha hayırlısını dünyada size onu kat kat vererek ve âhirette de sizi sevaplandırarak size verir. Ve sizin için günahlarınızı mağfiret eder. Ve Allahü teâlâ Gafûr'dur, Rahîm'dir.

Bir kırâatte “üsera” lâfzı ”esra “ diye okundu.

71

Ve eğer o esirler sana izhar etmiş oldukları sözle hiyanet etmek isterlerse, muhakkak ki, daha evvel Bedir’den evvel küfürle Allahü teâlâ'ya hıyanet ettiler de Bedir'de katledilmekle ve esir edilmekle onlara (mağlup edilmelerine) imkân verdi eğer geri dönerlerse bunun aynısını beklesinler Ve Allahü teâlâ mahlukatını bilicidir, yaratışında hikmet sâhibidir.

72

O kimseler ki, îman ettiler ve hicrette bulundular ve Allahü teâlâ yolunda mallarıyle ve nefisleriyle mücahedeye atıldılar - ki, onlar muhacirlerdir - ve o kimseler ki, Hazret-i Peygamber'e yer verdiler ve yardım ettiler - ki, onlar ensar - ı kiramdır - işte onlar yardımda ve verasette birbirlerinin velileridirler. Ve o kimseler ki, îman ettiler ve hicrette bulunmadılar ve hicret edinceye kadar onların velayetinden hiçbir şey size âit değildir. Sizinle onların arasında hiçbir veraset bağı yoktur. Ve ganimette de onlar için bir nasip yoktur.

“Velyet” lâfzı ” vav “ın fethasıyla okunduğu gibi kesrasıyla”Vilayet“ diye de okundu.

Bu zikredilen son cümle sûrenin sonundaki âyet'le nesholunmuştur. Ve eğer din hususunda sizden yardım isterlerse kâfirler üzerine onlara yardım etmek sizin üzerinize icab eder. Ancak sizinle onların arsında bir mîsak bir anlaşma bulunmuş olan bir kavim aleyhine değil. Artık o kavim aleyhine onlara yardımda bulunmayınız ve o kavimle olan anlaşmayı bozmayınız Ve Allahü teâlâ yapacaklarınızı tamamıyla görücüdür.

73

Ve o kimseler ki, kâfir olmuşlardır, onların bazıları bazısının yardım ve veraset hususunda velileridir. Onlarla sizin aranızda bir veraset bağı yoktur. Eğer bunu müslümanları dost edinmeyi ve kâfirleri kesip yok etmeyi yapmazsanız yeryüzünde küfrün kuvvetli olması ve İslâm'ın zayıf olması sebebiyle bir fitne ve pek büyük bir fesat olur.

74

Ve o kimseler ki, îman ettiler ve hicrette bulundular ve Allahü teâlâ yolunda cihada atıldılar ve o kimseler ki, - muhacirleri - barındırdılar ve yardım ettiler. İşte gerçekten mü'min olanlar onlardır. Onlar için bir mağfiret ve cennette kerim bir rızık vardır.

75

Ve o kimseler ki, sonradan yani imana ve hicrete ilk yönelenlerden sonra îman ettiler ve hicrette bulundular ve sizinle beraber cihada atıldılar artık onlar da sizlerdendir. Ey muhacirler ve ensar! Ve rahim sahipleri karabet sahipleri Allahü teâlâ'nın kitabında Levh - ı mahfuz'da bazıları bazılarına veraset hususunda, îman ve geçen âyet'te zikredilen hicret sebebiyle varis olmaktan daha yakındır. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ her şeyi tamamıyla bilicidir. Mirasın bu hikmeti de onun geniş olan ilmindendir.

0 ﴿