9 - TEVBE SÛRESİMedine’de nâzil olup, 129 Âyet - i kerîmedir. 1Bu sûre Allahü teâlâ ve Resûlü’nden kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere ulaşmak üzere indirilen bir ihtardır. Bu andlaşma süresiz, dört aydan daha az veya bu sürenin üzerinde olabilir. Andlaşmanm (müşrikler tarafından) bozulmuş olduğu yüce Allahü teâlâ'nın şu kavl - i şerifinde zikredilmiştir: 2Bundan böyle yer yüzünde dört ay serbestçe dolaşın güvence içerisinde yürüyün. İleride gelecek âyet'in delâleti ile bu dört ayın ilki Şevval ayıdır. Bu aylar çıktıktan sonra artık size hiçbir güvence yoktur. Şunu da bilin ki, siz Allahü teâlâ'yı âciz bırakacak değilsiniz yani O’nun azâbından kurtulacak değilsiniz. Allahü teâlâ mutlaka kâfirleri rüsvay edecektir dünyada (Müslümanlar tarafından) katletmek, âhirette cehennem ateşi ile yakmak sureti ile onları rezil edecektir. 3Bir de Allahü teâlâ ve Resûlü’nden hacc - ı ekber günü, kurban bayramının birinci günü insanlara bir ilan, bildiridir ki, Allahü teâlâ müşriklerden ve onların antlaşmalarından beridir. Rasûlü'de aynı şekilde bu andlaşmalardan beridir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret - i Ali'yi bu âyet'in nâzil olduğu hicretin dokuzuncu yılı bu âyetlerin yanı sıra “ Artık hiçbir müşrik bu seneden itibaren haccetmeyecek ve hiç hiçbir çıplak Kabe'yi tavaf etmeyecektir “fermanı ile birlikte (Mekke'ye) göndermiştir - Buhârî. Derhal küfürden tevbe ederseniz, bu sizin için hayırlı olur. Yok, eğer imandan yüz çevirirseniz, bilin ki, siz, Allahü teâlâ'yı âciz bırakacak değilsiniz. kâfirleri acıklı elem verici bir azapla müjdele (onlara bu azâbın varlığını) haber ver ki, o azap ta dünyada öldürülmek ve esir olmak, âhirette de ateşte yanmaktır. 4Ancak andlaşma yaptığınız müşriklerden bilahare size antlaşmanın şartlarından hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinizde kâfirlerden hiçbir kimseye arka çıkmamış, yardım etmemiş onlar müstesna! Bunların üzerinde sözleştiğiniz müddetleri sona erinceye kadar sözleşmelerini tamamlayınız. Çünkü Allahü teâlâ, ahitleri tamamlamak suretiyle takvaya erenleri sever. 5Müşriklere verilen sürenin bitimi sayılan haram aylar çıktığı vakit artık o müşrikleri nerede bulursanız - ister” hil“ bölgesi olsun, ister harem bölgesi olsun - öldürün. Onları esir etmek sureti ile yakalayın, kalelerinde hapsedin ki, öldürmek ya da Müslüman olmak seçeneklerinden birini kabule mecbur kalsınlar. Ve gittikleri bütün yol başlarını tutun. Eğer küfürden tevbe ederler ve namazı kılıp zekâtı verirlerse, kendilerini serbest bırakın ve onlara sataşmayın. Gerçekten Allahü teâlâ tevbe edenleri çok bağışlayıcı; çok merhametlidir. _ftn1 “külle ” lâfzı harfi cerin çekilmesiyle mensubtur. 6Eğer müşriklerden biri senden öldürülmekten eman dilerse ona eman ver! Ta ki, Allahü teâlâ'nın Kelâmını, Kuranı dinlesin. Sonra onu eğer îman etmez ise, biraz daha düşünmesi için emin olduğu yere - ki, o yer de kendi kavminin yurdudur - ulaştır. Bu zikredilen emir şundan dolayıdır ki, onlar Allahü teâlâ'nın dinini bilmeyen bir topluluktur, mutlaka Kur’ân dinlemeleri gerekir. Âyet'i kerîme’de geçen “ ahadün” kelimesi mukadder bir “istecere “ fiili ile merfû’ olup mezkûr “isticere “ fiili onu tefsir etmektedir. 7Müşriklerin Allah resûlü katında nasıl bir sözleşmesi olabilir? Oysa onlar Allahü teâlâ'yı ve Resûlü’nü inkâr etmekte ve onlara verdikleri sözde durmamaktadırlar. Yani böyle bir sözleşme olamaz. Ancak Hûdeybiye günü Mescid'i Harâm'da sözleşme yaptığınız kimseler vardır ki, onlar müstesnadır. Bunlar, daha önce istisna edilen Kureyş topluluğudur. Bunlar size karşı dürüst hareket ettikçe, verdikleri sözde durup onu ihlal etmedikçe, siz de onlara karşı sözünüzü yerine getirmek hususunda dürüst olun. Şüphesiz Allahü teâlâ, (hıyanetten) sakınanları sever. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Müşrikler Huza'a kabilesine karşı Benî Bekr kabilesine yardım edinceye kadar, onlara vermiş olduğu ahdine sadakat göstermiştir. Âyet'i kerîme’de geçen “ istekamû” kelimesinin başındaki “ mâ“ şartiyyedir. 8Müşriklerle nasıl sözleşme olabilir ki, size gâlip gelseler yani size karşı zafer kazanmış olsalar hakkınızda ne bir yakınlık gözetirler, ne de bir zimmet: sözleşme. Aksine onlar güçleri nisbetinde sizleri ezmeye çalışırlar. Ağızlarıyla yani güzel sözleriyle sizi râzı etmeye çalışırlar. Fakat kalbleri verdikleri sözde durmaya karşıdır. Onların çoğu fasıklardır. Yani ahitlerini bozucudurlar. Âyet i kerîme’de geçen şart cümlesi hâldir. 9Onlar Allahü teâlâ'nın âyet'leri olan Kur’ân karşılığında, dünyadan az bir kıymeti satın aldılar da yani heva ve arzularına tâbi oldular ve o âyetlere uymayı terk ettiler de insanları Allahü teâlâ yolundan, Onun dininden çevirdiler. Bunlar yok mu? Yaptıkları şeyler yani onların bu davranışları pek çirkindir. 10Bir mü'mînin hakkında ne bir yakınlık gözetirler, ne de bir sözleşme. İşte bunlar mütecavizlerin ta kendileridir. 11(Bundan böyle) Eğer tevbe ederler, namazı dosdoğru kılarlar; zekatı verirlerse, o vakit onlar dinde kardeşleriniz olurlar. Biz âyetleri anlayacak yani düşünecek bir kavme açıklarız. 12Eğer sözleşmelerinden sonra yeminlerini, verdikleri sözleri bozarlar ve dininize saldırmaya kalkışırlarsa dininizi ayıplarlarsa küfrün öncülerini yani küfre önderlik edenleri hemen tepeleyin. Çünkü onların yeminleri yani sözleşmeleri yoktur. Olur ki, küfürlerinden vazgeçerler. Âyet - i kerîme’de zâhir isim (Eimmete'l küfri) zamir yerine konulmuştur. Âyet'i kerîme’de geçen ”lâ Eymâne ” lâfzı bir kırâate ” Lâ îmane “ (onların îmanları yoktur) şeklinde, hemzenin kesrası ile okunmuştur. 13Öyle bir kavimle harbetmez misiniz yani harbetmelisiniz ki, onlar yeminlerini yani sözleşmelerini bozdular. Darünnedve'de yaptıkları istişare neticesinde Peygamberi Mekke'den çıkarmaya karar verdiler. Ve ilk önce sizin anlaşmalılarınız olan Huza'a kabilesine karşı Benî Bekr kabilesi yanında çarpışmak suretiyle size hücuma onlar başladılar. O hâlde onlarla çarpışmaktan sizi alıkoyan şey nedir? Yoksa onlardan çekiniyor yani korkuyor musunuz? Eğer gerçek mü'minler iseniz onlarla çarpışmayı terk etmek hususunda Allah, korkulmaya daha lâyıktır. 14Onlarla harbedin ki, Allah sizin ellerinizle kendilerine azâb etsin - yani onları öldürsün - onları rüsvay etsin yani esaret ve üzerlerine hâkimiyetle onları alçaltsın onlara karşı size yardım etsin ve mü'min bir kavmin yüreklerine kendilerine yapılanlara mukabil sevinç versin. Burada sözü edilenler Huza'a kabilesidir. 15Ve kalplerindeki kini tasayı gidersin. Hem Allah Ebû Sufyan gibi dilediğine İslâm'a dönmek suretiyle tevbe nasib eder. Allah her şeyi bilir, hikmet sâhibidir. 16Yoksa - Buradaki “ em “istifham hemzesi anlamındadır - siz zannettiniz mi ki, kendi halinize bırakılacaksınız da Allah içinizden samimiyetle cihad edenleri, Allah'dan, Resûlü’nden ve mü'minlerden başkasını dost sırdaş ve yârânlar edinmeyenleri ortaya koyma ilmiyle bilmeyecek? Yani (davalarında) samimi olanlar - ki, onlar da yukarıda vasıfları belirtilen kimselerdir - diğerlerinden ayrılmayacak? Hâlbuki Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. 17Müşrikler, vicdanlarına karşı kendi küfürlerine kendileri şahit olup dururlarken, içine girmek ve orada oturmak suretiyle Allah'ın mescidini imar etmeleri kabil değildir. Onların bütün yaptıkları geçerlilik şartı (olan îman) bulunmadığı için boşa gider. Cehennemde ebedî kalacaklar da onlardır. Âyet i kerîme’de geçen “ mescide ” kelimesi “mesacide “ (mescidler) şeklinde çoğul olarak da okunur. 18Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe îman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, Allah'dan başka kimseden korkmayanlar imar eder. İşte hidâyete ermiş olmaları umulanlar da bunlardır. 19Siz, hacılara su dağıtma işi ile Mescid - i Harâmın imarını yani bu işleri yerine getiren kimseleri Allah'a ve âhiret gününe îman edip Allah yolunda cihad eden gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah ındinde fazilet noktasında bir olamazlar. Allah zâlim yani kâfir bir kavme hidâyet vermez. Bu âyet - i kerîme, söz konusu eşitliği iddia eden Hazret - i Abbâs ve onun gibi düşünenler hakkında nâzil olmuştur. 20Îman edip muhacir olanlar, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad yapanlar Allah katında derece rütbe itibariyle böyle olmayanlardan daha büyüktürler. Ve işte bunlar murada erenlerin hayra nail olup kurtulanların ta kendileridirler. 21Rableri onları, kendi tarafından bir rahmet ve rıza ile, onlar için içlerinde daimî nimetler bulunan cennetlerle müjdeler. 22Onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Çünkü Allah katında pek büyük mükâfat vardır. Âyet i kerîme’de geçen “ hâlidîne ” kelimesi “ hâl - i mukaddere'' düşer. 23Bu âyeti kerîme, ailesi ve ticareti dolayısıyla hicreti terk eden rnüslümanlar hakkında nâzil olmuştur: Ey îman edenler! Babalarınız ve kardeşleriniz, îman üzerine küfrü tercih ediyor, benimsiyorlarsa, onları dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridirler. 24(Hicret etmeyenlere) de ki: “ eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, kabileniz, yakınlarınız kazandığınız mallar, geçersiz olmasından yani revaç bulmamasından korktuğunuz bir ticaret ve hoşunuza giden meskenler, size Allah ve Rasülü'nden ve hak yolunda cihaddan daha sevgiliyse, buna bağlı olarak da hicretten ve cihaddan geri kalacak iseniz Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Bu emir onlar için bir tehdittir, Allah fasık bir kavme hidâyet vermez. Âyet i kerîme’de geçen “ Aşîretüküm'' kelimesi, bir kırâatta ‘Aşiratüküm' şeklinde çoğul olarak okunmuştur. 25Yemin olsun Allah size Bedir, Kureyza ve Nadir gibi bir çok harb yerlerinde ve hatırla ki, Huneyn gününde yardım etti. Huneyn: Mekke ile Taif arasında bir vadinin ismidir. Yani: Bu vadide Hevâzin kabilesi ile çarpıştığınız günü hatırla. Bu da Hicretin 8. senesi Şevval ayında olmuştu. Hani çokluğunuz o zaman size kendini beğenmişlik vermişti buna bağlı olarak: ” Bu gün azlığımız sebebiyle mağlup olmayız “ demiştiniz - o vakit rnüslümanlar on iki bin, kâfirler dört bin kişi civarında idiler - de bu sizden hiçbir şeyi giderememişti. Yeryüzü olanca genişliği ile başınıza dar gelmişti. Ve size ulaşan korkunun büyüklüğü nedeniyle içinde rahat edebileceğiniz bir yer bile bulamamıştınız. Sonra da bozularak hezimet içerisinde arkanıza dönmüştünüz. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beyaz katırı üzerinde, yanında yalnızca Hazret - i Abbâs ve hayvanının yularını tutan Ebû Süfyan olduğu hâlde yerinden hiç ayrılmamıştı. Âyet i kerîme’de ” Bimâ Rahubet“ cümlesi içinde geçen “ ma “ mastariyedir. Cümle 'Mea ruhbiha”Tevilindedir. 26Sonra Allah sükunet gönül rahatlığı ve rahmetini Rasûlü ile mü'minlerin üzerine indirdi. Hazret - i Abbâs Hazret-i Peygamberin izniyle onları çağırdı ve Hazret-i Peygamberin etrafında toplanıp çarpışmaya devam ettiler. Görmediğiniz meleklerden askerler indirdi de kâfirleri katletmek ve esir almak suretiyle azâba çekti. İşte kâfirlerin cezası budur. 27Sonra Allah bunun arkasından onlardan dilediğine müslüman olmak suretiyle tevbe nasib eder. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 28Ey îman edenler! Müşrikler iç âlemleri kinli ve iğrenç olması nedeniyle ancak bir pisliktir. Artık bu yıllarından hicretin dokuzuncu yılından sonra Mescidi Harâm'a yaklaşmasınlar harem bölgesine girmesinler. Eğer siz müşriklerin sizlerle olan ticaretlerinin kesilmesi dolayısıyla yoksulluktan fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse sizi fazlından zengin kılar. Nitekim fetihler ve aldıkları cizyelerle onları zengin kılmıştır. Şüphesiz Allah, en iyi bilendir; hikmet sâhibidir. 29Kendilerine kitap verilenlerden yani Yahûdi ve Hıristiyanlardan oldukları hâlde Allah'a ve âhiret gününe inanmayan çünkü eğer aksi sabit olsaydı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e îman ederlerdi Allah'ın ve Rasûlü'nun meselâ içki gibi haram ettiğini haram tanımayan ve kendinden başka bütün dinleri nesheden hak yani aslen sabit olan dini —ki, o da İslâm dinidir— din edinmeyen kimselerle alçalmış oldukları hâlde yani hor ve zillet içerisinde İslâm'ın hükmüne teslim oldukları hâlde cizyeyi her yıl vermek üzere kendileri için tayin edilmiş vergiyi kendi elleriyle yani teslim oldukları hâlde, ya da (bir başka tefsire göre) vekil tayin etmeden bizzat kendi elleriyle cizyeyi gelip teslim ettikleri hâlde verinceye kadar harp edin. Âyet - i kerîme’de “ minellezine ” lâfz - ı şerifinde geçen “ min“ harf - i cerri, (bir önceki) “ ellezîne ” lâfz - ı şerifini beyan etmektedir “Anyedin” lâfz - ı şerifi de hâl düşmektedir. 30Yahûdiler: “ üzeyr, Allah'ın oğludur“ dediler. Hıristiyanlar da “ mesih Îsa Allah'ın oğludur“ dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri sözleridir söyledikleri bu sözde hiçbir dayanakları yoktur. bilâkis sırf taklit gayesi iie, daha önce atalarından küfredenlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, onlara lânet etsin delilin varlığına rağmen hakdan nasıl da döndürülüyorlar! 31Allah'ı bırakıp hahamlarım - ki, Yahûdilerin bilginlerine denir - papazlarını - ki, Hıristiyanların bilginleri için kullanılır - Ve Meryem'in oğlu Mesih'i Rab edindiler. Allah'ın haram kıldıklarını helâl saymak, helâl kıldıklarını haram saymak hususunda (Allah'a değil) onlara uydular. Halbuki onlar da Tevrat ve İncîl'de ancak bir olan Allah'a ibâdet etmekle - buradaki ”Lâm “ harf - i cerri ” Ba “ mânâsındadır - emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden münezzehtir. 32Allah'ın nûrunu şeriatını ve delillerini ağızlarıyla yani bu konudaki sözleriyle söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler bundan hoşlanmasa da Allah mutlaka nûrunu tamamlamak yani izhar etmek istiyor. 33O, peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i hidâyetle ve hak dinle ona muhalif olan bütün dinlere üstün çıkarmak için göndermiştir. İsterse müşrikler bundan hoşlanmasınlar. 34Ey Îman edenler! Gerçekten haham ve papazlardan birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla meselâ hüküm verirken alınan rüşvetler gibi yiyorlar yani alıyorlar ve insanları Allah'ın yolundan yani dininden çeviriyorlar. Bir de altını ve gümüşü biriktirerek onları yani hazineleri Allah yolunda harcamayanlar yani onlardan hakkı olan zekâtı ödemeyenler var ya! İşte bunları acıklı yani pek elem verici bir azapla müjdele! Yani bu azâbın varlığını onlara haber ver. Âyet i kerîme’de geçen “Vellezîne ” lâfz - ı şerifi mübteda, “febeşşirhüm“ cümlesi de haberdir. 35Kıyâmet gününde bu biriktirilen malların üzerleri cehennem ateşinde kızdırılacak ve onlarla sahiplerinin alınları, yanları ve sırtları dağlanacak yakılacak. Biriktirdikleri tüm hazineleri konulabilecek şekilde derileri genişletilecek Ve kendilerine: “İşte nefisleriniz için biriktirdiğiniz budur. Haydin tadın bakalım biriktirdiklerinizi yani onların cezasıni “ denilecek. 36Şüphesiz ki, Allah'ın göklerle yeri yarattığı günkü kitabında yani Levh - ıMahfûz'da yılı hesaplamak için itibar edilen ayların sayısı, Allah ındinde oniki aydır. Onlardan yani o aylardan dördü yani Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb ayları haram aylardır. Yani saygın kılınmışlardır. İşte bu bu ayların saygın kılınmış olmaları en doğru dindir. Onun için bilhassa bu aylarda yani haram aylarda ma'siyetlerle nefislerinize zulmetmeyin. Zira bu aylarda ma'siyetlerin veballeri daha da artmaktadır. Bir görüşe göre bu nehiy bütün aylar için geçerlidir. Ama müşrikler nasıl sizinle toptan harp ediyorlarsa, siz de onlarla toptan ve bütün aylarda harp edin. Ve bilin ki, Allah, yardım ve zaferiyle takva sahipleriyle beraberdir. 37Geciktirme işi yani bir ayın hürmetini başka bir aya erteleme işi cahiliye Arapları böyle yaparlardı; onlar savaşta iken muharrem ayının hilâlini gördüklerinde onun hürmetini Safer ayına ertelerlerdi. Küfür de bir fazlalıktır. Çünkü bu, Allah'ın bu aydaki hükmünü inkâr anlamını taşır. Onunla kâfirleri saptırır. Onu yani geciktirme işini bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ki, bir ayı helâl saymak ve onun yerine başka bir ayı haram saymak suretiyle Allah'ın aylardan haram kıldığının sayısına uydursunlar da Allah'ın haram kıldığını helâl saysınlar. Yani ne ilâve ediyor, ne noksanlaştırıyor ne de haram kılınan ayların kendilerinin haramlığını gözetiyorlar Bu surette kötü amelleri kendilerine süslenip güzel gösterildi de onlar kötü amelleri güzel zannettiler. Ama Allah, kâfir bir kavme hidâyet vermez. Âyet i kerîme’de geçen “yudillu” lâfz - ı şerifi bir kırâatta “ya “ nın fethası ile (yani ”yadillu“ şeklinde) okunmuştur. (Bu takdirde ”saptırır “mânâsına gelmiş olur.) 38Bu âyet - i kerîme Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) gayet zor durumda ve aşırı derecede sıcaklığın etkisi altında bulunan halkı Tebuk gazvesine davet etmesi ve söz konusu sebeple bu davetin onlara ağır gelmesi neticesinde nâzil olmuştur. Ey Îman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda seferber olun“ denilince yere (mıhlanıp) ağırlaştınız? Yani ağırlaştınız ve cihaddan sapıp yere meylettiniz ve orada oturup kaldınız. Buradaki istifham tevbih (muhatabı azarlamak) içindir. Yoksa âhiret yerine onun kalıcı nimetleri yerine dünya hayatına ve onun lezzetlerine mi râzı oldunuz? Fakat âhiretin zevkinin yanında o dünya hayatının zevki pek az yani değersiz bir şeydir. Âyet i kerîme’de geçen “ İssakaltüm” lâfzı, aslındaki “ Ta “ nın ”sa “ya idğamı ve hemze - i vaslın getirilmesi iledir. 39Eğer toplanıp seferber olmazsanız yani Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte cihada çıkmazsanız O, sizi acıklı yani elem verici bir azâba duçar eder ve yerinize sizden başka (itâatkâr) bir kavim getirir. Siz ona yani yüce Allah'a yahut Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yardımı terk etmek suretiyle hiçbir zarar da getiremezsiniz. Çünkü Allah dininin yardımcısıdır. Allah, her şeye kadirdir. Dinine ve Peygamberine yardım etmesi de kudreti altındadır. Bu ve bir sonraki Âyet - i kerîme’de geçen “ İllâ” lâfz - ı şerifinde “İn’i şartiyye “ nin nünü ” Lâ“ya idgam edilmiştir. 40Eğer siz ona yani Hazret-i Peygamber (s. av)'e yardım etmezseniz (biliyorsunuz ya) vaktiyle Allah ona yardım etti. Küfredenler onu Mekke'den çıkardıkları vakit yani müşrikler Darunnedve'de toplanıp katlini yahut hapsini ya da sürgün edilmesini istediklerinde onu Mekke'den çıkmak zorunda bıraktıkları vakit ikinin ikincisi idi. Yani iki kişiden biri idi. Diğeri de Hazret - i Ebû Bekir idi. Burada ifade edilmek istenen mânâ şudur: Bu zor durumda Resûlü’ne yardım elini uzatan Allah, başka durumlarda da onu yardımsız bırakıp zelil etmez. O vakit onlar Sevr dağında bulunan mağarada idiler. O vakit Peygamber müşriklerin ayaklarını görüp endişeye kapılan ve Hazret-i Peygamber'e: “Onlardan biri ayaklarının altından bakacak olsa, şüphesiz bizi görecek“ diyen arkadaşına: Yani Hazret - i Ebû Bekr'e “ üzülme! Çünkü Allah yardımıyla bizimle beraberdir. “ diyordu. Nihayet Allah onun bir görüşe göre Hazret-i Peygamber'İn, bir görüşe göre de Hazret - i Ebû Bekr'in üzerine huzur ve sükunetini rahatlığını indirdi. Ve Onu Yani Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) görmediğiniz askerlerle yani mağarada ve savaş meydanlarında bir takım meiâike ordularıyla kuvvetlendirdi. Böylece küfredenlerin kelimesini yani şirk davasını en alçak yani mağlub, Allah'ın kelimesini yani kelime - i şehadeti ise en yüksek yani üste çıkan ve gâlip yaptı, Allah mülkünde güçlüdür. Bütün işlerinde hikmet sâhibidir. Âyet i kerîme’de geçen “saniye ” lâfz - ı celili hâl, ikinci ve üçüncü “iz'ler birinci ”iz “ den bedel düşer. 41Gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak yani dinç veya yorgun argın bir şekilde, —Bir görüşe göre de: “ kuvvetli veya zayıflar olarak ya da zenginler veya fakirler olarak“ şeklinde tefsir edilmiştir. Sefere çıkın. Bu âyet - i kerîme’nin hükmü Tevbe sûresi 91. Âyet - i kerîme ile neshedilmiştir. - Ve mallarınızla, canlarınızla Allah'ın yolunda mücahade edin. Bu, sizin için daha hayırlıdır. Eğer bunun sizin için daha hayırlı olduğunu bilirseniz artık ağırlaşmayın. 42Bu âyet - i kerîme Tebuk gazvesinden geri kalan münafıklar hakkında nâzil olmuştur. Eğer onları davet ettiğin şey elde edilmesi kolay, yakın bir dünya menfaati ve orta bir sefer olsaydı, ganimet arzusuyla mutlaka senin arkana düşerlerdi. Lâkin o meşakkat yani yolculuk mesafesi onlara uzak geldi de gazveden geri kaldılar. Bununla beraber kendilerine döndüğünüz de ” eğer sefere çıkmaya gücümüz yetseydi sizinle beraber sefere çıkardık“ diye Allah'a yemin edecekler. Böylece yalan yere yemin etmekle kendilerini helake sürükleyeceklerdir. Ama Allah biliyor ki, onlar bu sözlerinde muhakkak yalancıdırlar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi içtihadına dayanarak Tebuk gazvesinden geri kalmak isteyen bir topluluğa izin vermişti. Bunun üzerine ona azarlama olsun diye. 43Bu âyeti kerîmenâzil olmuştur. Ne var ki, Resûl - i Ekrem'in gönlünü rahatlatmak gayesiyle öncelikle afva mazhar olduğu zikredilmiştir. Allah seni affetti ya! geri kalma hususunda Neden onlara izin verdin. Şu mazeretlerinde doğru söyleyenler sence belli oluncaya ve mazeretlerinde yalancıları bilinceye kadar onları bırakmalı değil miydin? 44Allah'a ve âhiret gününe îman edenler, mallarıyla canlarıyla cihad etmekten geri kalmak hususunda senden izin istemezler. Allah, takva sahiplerini çok iyi bilendir. 45Geri kalmak hususunda senden ancak Allah'a ve âhiret gününe îman etmeyenler ve dinde kalpleri şüpheye düşenler izin isterler. Onlar şüphelerinde bocalayıp dururlar. Şaşkınlık içindedirler. 46Eğer seninle beraber çıkmak isteselerdi, elbette onun için savaş malzemesi ve yol azığı gibi bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarından hoşlanmadı çıkmalarını murad eylemedi. Bu sebeple onları oyaladı yani kendilerine bir tembellik verdi ve kendilerine “Oturun oturanlarla hasta, kadın ve çocuklarla beraber “ denildi. Yani Allahü teâlâ onlar için bunu takdir buyurdu. 47Eğer onlar da içinizde (savaşa) çıkmış olsalardı mü'minlerin morallerini düşürmek suretiyle bozgunculuk etmekten başka bir faydaları olmayacak ve aranıza düşmanlık ilka ederek sizi fitneye uğratmak maksismiyle aranızda lâf taşıyıcılıkla koşarlardı, içinizde onların söylediklerini kabul kulağıyla dinleyecekler de vardır. Allahü teâlâ zâlimleri çok iyi bilendir. 48Doğrusu bunlar daha önce Medine'ye ilk vardığında da hakkında fitne çıkarmak istemişler ve sana türlü işler çevirmişlerdi. Yani sana tuzak kurmak ve dinini ortadan kaldırmak için (birçok) fikir yürütmüşlerdi. Nihayet hak Allahü teâlâ'nın yardımı geldi. Allah'ın emri dini onlar istemedikleri ve o dine zâhiren girdikleri hâlde gâlip geldi. 49Onlardan bazıları da, “Aman geri kalma konusunda bana izin ver ve beni fitneye sokma “ diyordu. Bu sözü söyleyen Cedd b. Kays'dır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine: ” Benü'l - Asfar (Rumlar) la vuruşmaya varmışın? ” diye sordu. O da: ” Ben kadınlara düşkün bir adamım Benü'l - Asfar kadınlarını görürsem korkarım ki, onlara karşı kendime sahip olamam da fitneye düşerim“ cevabını verdi. Allahü teâlâ buyuruyor ki: Bilmiş ol ki, savaştan geri kalmak suretiyle asıl fitne içine onlar düştüler: Ve şüphesiz, cehennem kâfirleri kuşatacaktır. Onlar için cehennemden kurtuluş yoktur. Bir kırâate göre 'sakata “ (düştü) şeklinde okunmuştur. 50Sana zafer ve ganimet gibi bir iyilik gelirse fenalarına gider. Ama sana bir belâ bir şiddet gelirse ” Biz savaştan geri kaldığımızda verdiğimiz isabetli kararla tedbirimizi önceden yani bu musibetle karşılaşmadan önce almıştık“ derler ve başına gelenlere sevine sevine dönüp giderler. 51De ki: Bizim başımıza hiç bir zaman Allahü teâlâ'nın başımıza geleceğini yazdığından başkası gelmez. O bizim Mevlâmız yardımcımız ve sorunlarımızı üstlenendir Onun için mü'minler yalnız Ona tevekkül etsinler. 52De ki: ”siz bize ancak iki güzel âkıbetin birini zaferi veya şehitliği gözetleyebilirsiniz bunlardan birinin gerçekleşmesini bekleyebilirsiniz. Biz ise size Allah'ın kendi tarafından gökten gelecek bir yıldırım ile veya bizim ellerimizle sizinle savaşmaya mezun olmakla azap indirilmesini gözetiyoruz bekliyoruz. O hâlde hakkımızda bunu gözetin. Çünkü biz de beraberinizde âkıbetinizi gözetleyicileriz. [34] Âyet - i kerîme’de geçen “ Terabbesune ” lâfz - ı şerifinde iki “ Ta “ dan bir tanesi hazfedilmiştir. Ayrıca “ hüsneyeyn” lâfz - ı şerifi, “ ahsen” kelimesinin müennesi olan“ hüsna “ nm tesniyesidir. 53De ki: Allah'a ibâdet uğruna ister gönül rızası ile ister rızasız harcayın yaptığınız infak sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz fasık bir kavim oldunuz. Buradaki emir, haber cümlesi anlamındadır. 54Harcadıklarının onlardan kabul edilmesine engel olan ancak şudur: Onlar Allahü teâlâ ya ve peygamberine küfrettiler, namaza ancak üşene üşene ağırlaşmış olarak geliyorlar. Verdiklerini de yani yaptıkları harcamaları da bir borç ödeme duygusuyla yaptıkları için ancak istemeyerek veriyorlar. Âyet - i kerîme’de geçen ”en tükbele ” lâfz - ı celili ”en yükbele “ şeklinde de okunmuştur. Âyet i kerîme’de geçen ”ennehüm” lâfz - ı Celili fail, “ en tükbele ” lâfz - ı celili de mef’ûl düşer. 55Onların ne malları ne evlâtları seni imrendirmesin. Bizim kendilerine verdiğimiz nimetlerimizi güzel görme. Zira bu bir istidraçtan ibarettir. Allahü teâlâ bunlar sebebiyle onlara ancak dünya hayatında onları bir araya getirene kadar uğradıkları meşakkat ve onları muhafaza sırasında karşılaştıkları musibetler sebebiyle azâb etmeyi ve kâfir oldukları hâlde canlarının çıkmasını ve âhirette en çetin azapla kendilerini azapladırmayı istiyor. 56Şeksiz şüphesiz sizden olduklarına dair yani mü'min olduklarına dair Allahü teâlâ'ya yemin de ediyorlar. Hâlbuki onlar sizden değildirler. Lâkin onlar öyle bir kavim ki, kendilerine müşrikler gibi yapacağınızdan korkuyorlar. 57Eğer sığınacakları bir sığınak veya barınacak mağaralar yahut girebilecekleri bir yer bulsalardı koşarak o tarafa yönelirlerdi. Yani sizden uzaklaşıp buldukları yere girmek için o kadar çabuk davranırlardı ki, onların bu halleri sâhibi tarafından dizginlenemeyen ve ona gâlip gelen çok süratli bir beygiri andırır. 58İçlerinden bazıları da sadakaların dağıtımı hususunda seni ayıplıyor. Çünkü o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar. Verilmemişse, derhal kızarlar. 59Ne olurdu, bunlar Allah'ın ve Rasûlü'nun verdikleri ganimet ve benzerlerine râzı olup da “Bize Allah yeter. Yakında bize fazlından bize yetecek bir ganimetten Allahü teâlâd a verir. Rasûlü de. Biz ancak Allahü teâlâ ya onun bizi zenginleştirmesine rağbet ederiz “ demiş olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu. 60Sadakalar zekâtlar Allah tarafından farz olarak ancak ve ancak kendilerine yetecek miktarın bir bölümünü karşılayamayacak durumda olan fakirlere, kendilerine yetecek miktarı elde edemeyen miskinlere, zekât işlerinde çalışan zekât memurlarına toplayıcısına, taksim edicisine, yazıcısına ve biriktiricisine, kalpleri müslümanlığa ısındırılmak istenenlere müslüman olmalarını sağlamak için, yahut müslümanlıkta sebat etmeleri için, yahut onlar gibilerinin müslüman olmalarını sağlamak için, yahut kâfirleri müslümanlardan uzaklaştırmak için (verilmek üzere) dört kısımdan ibarettir. İmam Şafi (Allah kendisinden râzı oisun)'ye göre İslâm artık izzet bulduğu için birinci ve ikinci kısımlara zekât verilmez. Ancak üçüncü ve dördüncü kısımlar böyle değildir, mezhebin sahih görüşüne göre bunlara zekât verilebilir (Aynı şekilde) mükateb kölelere yani onların azad edilmeleri için borçlulara yani borç ehline. Bunlara zekât verilebilmesi için (içki ve faiz gibi) masiyet için borçlanmış olmamaları yahut masiyet için borçlanmış iseler tevbe etmiş olmaları ve borçlarını ödeyebilecek durumda olmamaları veya - zengin bile olsalar - iki müslümanın arasını bulmak için borçlanmış olmaları gerekir. Allah yolundaki gazilere yani Allah yolunda cihad için koşuşturan ve - zengin bile olsalar - ganimetleri olmayan mücahidlere ve yolculuğunda yolda kalmışlara mahsustur. Yani (mezkûr yerlere) verilir. Allah mahlûkatını iyi bilendir. İşinde hikmet sâhibidir. Yani zekâtı söz konusu sınıfların dışındakilere vermek câiz olmadığı gibi bu sınıflardan biri mevcut olduğu hâlde zekâtı kendisinden alıkoymak da câiz değildir. (Bu sınıfların tümü mevcut olduğunda) devlet idarecisi zekât mallarını kendilerine eşit miktarlarda taksim eder. Devlet idarecisi, söz konusu sınıfların fertleri arasında fazla verme yetkisine sahiptir. Zekâtın sarf edildiği sınıfların“ Elif - lâm “ile ifade edilmiş olmaları, fertlerinin istiğrakının (tamamını kapsadığının) gerekliliğini ifade etmektedir. Fakat bu taksim zor olacağından, zekâtını taksim eden mal sâhibine vacib değildir. Aksine her sınıftan üç kişiye vermek kâfidir, ne var ki, sınıfların cemi (çoğul) ifade eden lafızlarla beyan edilmesinden de anlaşılacağı üzere üç kişiden aşağısı kâfi gelmez. Hadis - i şerifler, zekât malından alabilmenin şartının müslüman olmak, Beni Haşim ve Beni Muttalib soylarına rnensub olmamak olduğunu beyan etmiştir. Âyeti kerîme’de geçen “farizaten” lâfz - ı celili mukader bir “faraza “ fiiliyle mansuptur. 61Yine onlardan yani münafıklardan öyleleri var ki, kusur isnat etmek ve söylediklerini aktarmak suretiyle Peygamberleri incitiyorlar ve kulağına gitmemesi için yaptıklarından sakındırıldıkları zaman: “O bir kulak“ diyorlar. Yani söylenen her söze kulak verir ve onu kabul eder bununla beraber biz kendisine; bunu söylemediğimize dair yemin ettiğimiz zaman da bizi doğrular. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Yani hayra kulak verendir Şene kulak veren değil. Allah'a da inanır, mü'minleri de kendisine ulaştırdıkları haberler konusunda tasdik eder. Onların dışındakileri (mü'min olmayanları) değil. Sizden îman edenlere de bir rahmettir. Allah'ın Resûlü’ne eziyet edenlere ise pek acıklı bir azap vardır. _ftn20 Âyet i kerîme’de geçen “ L’il mü’minine ” lâfzı celili üzerindeki ”lâm “ Teslim imanı ile tasdik imanını bir birinden ayırmak içindir. “Rahmetün” lâfz - ı celilini ref ile okumak caizdir. Bu takdirde “ üzün” lâfz - ı celili üzerine atfedilmiş olur. Cer ile okumak da caizdir. Bu takdirde de ” hayrin” lâfz - ı celili üzerine atfedilmiş olur. 62Ey mü'minler! (Münafıklar) sizin rızanızı kazanmak için ” kulağınıza gelen, peygambere eziyet ettiklerine ilişkin haberleri kendilerinin yapmadıklarına dair (Diğer bir nüsha da: Ona eziyet etmediklerine dair) Allah'a yemin ederler. Eğer bunlar gerçekten mü'min iseler, daha önce ibâdetle Allah'ı ve Rasûlü'nü râzı etmeleri daha lâyıktır. _ftn21 “yurduhu” lâfz - ı Celili üzerindeki ”hu” zamirinin müfred olarak getirilmiş olması Allah ile Rasûlü'nun rızalarını birbirinden ayrılamayacaklarını ifade içindir. Ya da lâfze - i celalin yahut”Rasûlü “ lâfzının haberi mahzûftur. 63Bilmediler mi ki, durum şundan ibarettir: Her kim Allah ve Resûlü’ne karşı koyarsa yani onlara muhalefet ederse, onun için ceza olarak ebedî kalmak üzere cehennem ateşi vardır. İşte en büyük rüsvaylık budur. 64Münafıklar, kalblerindekini yani nifaklarını haber verecek bir sûrenin onlara yani mü'minlere inmesinden çekinirler. Bir de buna rağmen alay ederler. De ki: “ eğlenin bakalım!“ - Buradaki emir tehdit içindir - Allah, ortaya çıkartılmasından çekindiğiniz şeyi nifakınızı muhakkak meydana çıkartacaktır. 65Yemin olsun ki, Tebük seferine giderken seninle ve Kur’ân la alay eden münafıklara (Benimle ve Kur’ân'la niçin alay ediyorsunuz? ” diye) sorsan, mutlaka, “Biz sadece yolu katetmek için lafa dalmış, şakalaşıyorduk. Maksadımız alay etmek değildir“ derler. Onlara “ Allah ile, âyetleri ile, Peygamberi ile mi eğleniyordunuz? ” de. 66Boşuna ondan özür dilemeyin imanınızdan sonra kafir oldunuz. Yani îman ettiğinizi açıkladıktan sonra küfrünüz ortaya çıktı Cahş bin Humeyr gibi içinizden bir kısım ihlâs ve tevbe neticesinde affedilse bile, bir kısmınız ve istiHazret - ialarına ısrar ettiklerinden dolayı azaplandırılacaktır. _ftn22 “İn yu’fe ” lâfz - ı celili “in na’fu“ affetset şeklinde nun ile ” Tuazzeb” lâfz - ı celili de ” muazzib “ (azâbımıza uğratırız) şeklinde yine nun ile de okunur. 67Münafıkların erkekleri ve kadınları birbirinin tıpkıdırlar. Yani din hususunda bir şeyin parçaları gibi birbirlerine benzemektedirler. Kötülüğü küfrü ve ma'siyetleri emrederler, iyiliği yani imanı ve ibâdeti yasaklarlar. Ellerini Allah yolunda infak etmekten sıkı tutarlar. Onlar Allah'ı Ona ibâdeti unuttular. Allah da onları unuttu. Yani lütfundan onları terk etti. Doğrusu münafıklar, fâsıkların ta kendileridirler. 68Allah münafıkların erkeğine, dişisine ve bütün kâfirlere yaptıklarına karşılık ve azap olarak ebedî kalmak üzere cehennem ateşini va'd buyurdu. Bu onlara yeter. Allah onlara lânet etti. Onları rahmetinden uzaklaştırdı. Onlar için devamlı bir azap vardır. 69Siz ey münafıklar! Sizden öncekiler gibisiniz ki, onlar kuvvetçe sizden daha çetin, mal ve evlatça sizden daha çok idiler. Onlar dünya hayatından nasipleri kadar zevk sürmeye bakmışlardı faydalanmışlardı. İşte siz de ey münafıklar! Sizden öncekiler nasıl nasipleri ile zevk sürdülerse, siz de öyle nasibinizle zevk sürmeye baktınız siz de onların daldığı gibi bâtıla ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i kötülemeye daldınız. Onlar öyle kimselerdir ki, dünya ve âhirette amelleri boşa gitmiştir. Ve işte bunlar, ziyana uğrayanların ta kendileridirler. 70Onlara, kendilerinden öncekilerin Nûh kavminin Âd - ki, Hûd kavmidirler - ve Semûd - ki, sâlih kavmidir - 'un İbrâhîm kavminin, Ashâb - ı Medyen'in Şuayb kavminin ve ters çevirilen karyelerin - ki, Lut kavminin karyeleridir ve halkı kastedilmiştir - haberleri gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık deliller mu'cizeler getirmişti de onları yalanlamaları yüzünden helâk edilmişlerdi. Demek ki, Allah onlara kendilerini suçsuz yere azaplandırmak suretiyle asla zulmetmiş değildir. Lâkin onlar günah işlemek suretiyle kendilerine zulmediyorlardı. 71Erkek ve kadın bütün mü'minler, birbirlerinin velileridir, iyiliği emrederler, kötülüğü yasak ederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resûlü’ne itâat ederler. İşte bunlar (yok mu) Allah onları rahmeti ile bağışlayacaktır. Çünkü Allah, güçlüdür. Kimse O’nun vaadini ve tehdidini gerçekleştirmesinin önüne geçemez. Hikmet sâhibidir. Yersiz olarak hiçbir şey yapmaz. 72Allah, erkek mü'minlere de kadın mü'minlere de - içlerinde ebedî kalmak üzere - altlarından ırmaklar akan Adn sonsuzluk cennetlerini ve çok güzel meskenler (köşkler) va'detti. Allah'ın rızası ise bütün bunlardan daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur. 73Ey Peygamber! kâfirlere karşı kılıçla ve münafıklara karşı dil ile ve susturucu delil ile cihad et. Onlara karşı söylediklerini şiddetle reddetmek ve öfke ile muamele etmek suretiyle sert davran. Onların barınağı cehennemdir. Ve o, ne kötü dönüş yeridir. 74Münafıklar, sana ulaşan o çirkin sözü söylemediklerine dair yemin ediyorlar. Yemin olsun ki, o küfür kelimesini söylediler. İslâm'a gelmişken yine kâfir oldular. Yani müslüman olduklarını izhar etmişlerken, şimdi de kâfir olduklarını izhar ettiler Ve o muvaffak olamadıkları cinayeti kurdular. Yani Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e suikast plânını hazırladılar Söz konusu suikast Hazret-i Peygamber'in Tebük'ten dönüşü sırasında, geceleyin (Medine ile Tebük arasında bulunan) Akabe mevkiine vardığı sırada sayıları on küsur kadar olan münafıklar tarafından tezgâhlandı. Ancak Ammar b Yasir'in, kuşatma sırasında münafıkları taşıyan develerin yüzlerine vurması sonucu geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Halbuki intikam almaya kalkmaları için yadırgamaları için Allah ile Resûlü’nun şiddetli bir ihtiyacın ardından fazl - u ihsanı ile ganimetlerle zenginleştirmiş olmasından başka bir sebep de yoktu. Yani Hazret-i Peygamber'den kendilerine bundan başka hiçbir şey ulaşmamıştır. Oysa bu da intikamı gerektirecek bir şey değildir. Bununla beraber eğer nifaklarından tevbe ederlerse ve sana îman ederlerse, haklarında hayırlı olur. Yok, imandan yüz çevirirlerse Allah onları dünyada katletmekle ve âhirette cehennem ateşi ile acıklı bir azâba uğratır. Artık onların yeryüzünde kendilerini o azaptan koruyacak ne bir dostu, ne de onları alıkoyacak bir yardımcısı vardır. 75Onlardan bazısı ”Eğer Allah'u teâlâ lutfu kereminden ihsanda bulunursa, mutlaka zekâtını verir ve mutlaka sâlihlerden oluruz diye söz vermişti. Sözü geçen kişi Salebe b Hatıb'dır. Kendisi Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den, kendisine mal vermesi yönünde Allah'a dua etmesini istedi ve her hak sâhibine hakkını vereceğine dair söz verdi. Resul - u Ekrem de kendisi için dua etti, yüce Allah onu zenginleştirdi. Ne var ki, zenginleştikten sonra Cumave cemâatlerden kesildi Zekâtını da vermedi. Tıpkı Yüce Allah'ın buyurduğu gibi: 76Ne zamanki Allah, fazl - ı kereminden istediklerini verdi, cimrilik edip Allah'a itâatten yüz çevirdiler. Zaten onlar döneklerdir. _ftn23 Âyet i kerîme’de geçen “ Lenessaddakanne ” lâfz - ı celilinde asıl olan ta, sad’a idgam edilmiştir. 77Nihayet Allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve bu konuda yalan söylemeyi adet edindikleri için, Allah da bu işlerinin sonunu ona yani Allah'a varacakları güne - ki, o da Kıyâmet günüdür - kadar sürecek var olacak bir nifaka çevirdi. Bundan sonra malının zekâtını Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e getirdi. Hazret-i Peygamber ( ): — “Allah zekâtını kabul etmemi bana yasakladi “Buyurdu. Bunun üzerine (pişman oldu ve) kafasına toprak atmaya başladı. Daha sonra zekâtını Hazret - i Ebû Bekr'e getirdi. O da kabul etmedi. Daha sonra Hazret - i Ömer'e getirdi Hazret - i Ömer de kabul etmedi. Sonra Hazret - i Osman'a getirdi. O da kabul etmedi ve Hazret - i Osman zamanında vefat etti. 78Bunlar yani münafıklar bilmediler mi ki, Allah onların içlerinde gizledikleri sırlarını da bilir, aralarında fısıldaştıkları fısıltılarını da… Allah bütün gaybları yani gözden ırak olanları hakkıyla bilendir. Zekât âyeti nâzil olunca bir kişi geldi ve epeyce tasaddukta bulundu. Münafıklar: ” Bu adam riyakârdır“ dediler. Başka bir kişi geldi ve bir sa' tasaddukta bulundu. Onun hakkında da: “Allah'ın bu kimsenin sadakasına ihtiyacı yoktur“ dediler Bunun üzerine şu Âyet - i kerîme nâzil oldu: 79Sadakalar hakkında gönül rızası ile teberruda bulunan mü'minlere (bir türlü), güçlerinin yetebileceğinden başkasını bulamayanlara ve bulabildiklerini getirenlere de (bir türlü) lâf atarak yani onları ayıplayarak Onlarla eğlenenler var ya! Allah onları maskaraya çevirecektir. Eğlencelerinden dolayı onları cezalandıracaktır. Onlara bir de acıklı azap vardır. _ftn24 Âyet i kerîme’de geçen ”eİIezine ” lâfz - ı celili mübteda, “sahirellahü“ cümlesi de haber düşer. Ey Resûlüm Muhammed! 80Onlar için ister mağfiret dile, ister dileme? Hazret-i Peygamber için, mağfiret dilemek ile dilememek arasında bir tahyir (serbest bırakma) dır. Nitekim Hazret-i Peygamber ( ): ” Ben muhayyer kılındım ve mağfiret dilemeyi seçtim“ Buyurmuştur - Buhârî, Onlar için yetmiş kere istiğfarda bulunsan, yine Allah, onları asla bağışlayacak değildir. Âyet - i kerîme’de geçen “yetmiş kere “ifadesinden maksadın; mağfiret dilemedeki çokluğun mübalağası olduğu söylenmiştir. Buhârî'de geçen bir hadis - i şerifte: ” Bilsem ki, yetmişi aşarsam mağfiret olunacak onu aşmakta tereddüt etmem“ Buyurulmustur. Diğer bir görüşe göre ise maksad belirtilen sayıdır. Çünkü yine Buhârî hadisinde Efendimiz: ” Ben yetmiş'i aşacağım“ Buyurmuştur. Ne var ki, Allahü teâlâ : 'Onlar için mağfiret dilesen de, dilemesen de hep birdir Allah onları asla bağışlayacak değildir “ ('Münafikün: 6) mealindeki Âyet - i kerîmesi ile mağfiret etmeyeceğini kesin bir dille Resûlü’ne beyan etmiştir. Bunun sebebi şudur: Onlar Allah'ı ve Resûlü'nü inkâr ettiler. Allah ise fasık bir kavme hidâyet vermez. 81Tebük gazasından geri kalanlar, Rasûlüllah'ın ardında oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla mücahade etmekten hoşlanmadılar ve birbirlerine: ” Bu sıcakta seferber olup cihada çıkmayın“ dediler. De ki: ” cehennem ateşi “ Tebük yolculuğundan daha sıcaktır. Şu hâlde geri kalmayıp cehennem ateşinden korunmaları daha evladır. Fakat bunu bir anlasalardı bilselerdi asla geri kalmazlardı. 82Artık yaptıklarının cezası olarak dünyada az gülsün âhirette çok ağlasınlar. Âyet - i kerîme’de emir sigasıyla münafıkların hallerinden haber verilmektedir. 83Bundan böyle Allah seni Tebük'ten onlardan Medine'de geri kalan münafıklardan bir kısmının yanına döndürür de seninle birlikte başka bir cihada çıkmak için senden izin isterlerse, onlara: ” artık benimle beraber ebediyyen sefere çıkamazsınız ve beraberimde hiçbir düşmanla muharebe edemezsiniz. Çünkü sîz, evvelki defa oturup kalmayı arzu ettiniz. Şimdi artık gazadan geri kalan kadın, çocuk ve hastalarla beraber oturun“ deyiver. 84Hazret-i Peygamber ( .) (münafıklardan) Abdullah b Ubeyy'in cenaze namazını kıldırınca bu âyet - i kerîme nâzil oldu: Ve onlardan ölen birinin üzerine ebediyyen cenaze namazı kılma! Defin işlemi yahut ziyaret için kabri başında durma! Çünkü onlar, Allah'ı ve Resûlü’nü tanımadılar ve fasık kâfir olarak can verdiler. 85Onların ne malları ne de evlâtları seni imrendirmesin. Allah, bunlar sebebi ile ancak kendilerine dünyada azap etmeyi ve kâfir oldukları hâlde canlarının çıkmasını istiyor. 86“Allah'a îman edin! Ve Resûlü ile birlikte cihad edin“ diye bir sûre yani Kurandan bir bölüm indirildiği vakit, onlardan servet sâhibi olanlar senden izin istediler ve: ” Bırak bizi oturanlarla beraber olalım“ dediler. 87Evlerinde oturup geri kalan kadınlarla beraber olmaya râzı oldular Ve kalbleri üzerine damga vuruldu. Artık onlar hayrı anlamazlar. _ftn25 Âyet - î kerîme’de geçen “ havalif kelimesi “ 'Halifetün” lâfzının cemisidir. 88Lakin peygamber ve beraberindeki îman edenler, mallarıyla canlarıyla cihad ettiler. Bunlar yok mu? İşte dünya ve âhirette bütün hayırlar bunlardır. Ve işte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 89Allah, onlara, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İçlerinde ebedi olarak kalacaklar. İşte en büyük saadet budur. 90Bedevilerden özürlü olduklarını bahane edenler Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi vesellem)'e kendilerine oturma konusunda izin verilsin diye geldiler. Kendilerine izin verildi ve Allah'a ve Resûlüne îman iddiasında yalan söyleyenler bedevilerin münafıkları, ortaya artıkları mazaret bahanesiyle gelmekten geri kalıp oturdular. Bunlardan kafir olanlara acıklı bir azap gelecektir. _ftn26 Âyet i kerîme’de geçen “ muazzirune ” lâfz - ı celilinde kelimenin aslında bulunan ” ta “ “zal”e idğam edilmiştir. Nitekim bir kırâatte bu şekilde okunmuştur. Fitne çıkarmamak, gidenlere engel olmamak ve ibâdet etmek suretiyle geri kalıp, oturdular. 91Allah'a ve Resûlü'ne sadık kalmak şartıyle, ne ihtiyarlar gibi zayıflara, ne körler ve kötürümler gibi hastalara, ne de cihadda sarf edecek bir şey bulamayan fakirlere, savaştan geri kalmakta bir günah yoktur. Sözü geçen şekilde iyilik edenleri sorgulamaya yol yoktur. Allah bunlar için çok bağışlayıcıdır. Ve bu konuda kendilerine bir genişlik vermek suretiyle onlara karşı çok merhametlidir. 92Biri senden senin eşliğinde kendilerini gazaya götürecek binek hayvanı istemeye geldiklerinde - ki, onlar da Ensar'dan yedi sahâbidir. Bir görüşe göre de, (Müzeyne kabilesinin bir kolu olan) Benu Mukarran'dır - ”sizi bindirecek hayvan bulamıyorum“ dediğin vakit, cihad uğrunda sarf edecek bir şey bulamadıklarından dolayı kendilerinden gözyaşları döke döke geri dönenlere günah yoktur. _ftn27 Âyet i kerîme’de geçen : “külte la ecidü“ cümlesi, hâl, “ Tevellev“ cümlesi de “ iza “ nın cevabıdır. 93Sorumluluğa götüren yol, ancak o kimseleredir ki, zengin oldukları hâlde, savaşa gitmemek hususunda senden izin isterler. Bunlar geri kalan kadınlarla beraber olmaya râzı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. (Son cümlenin) benzeri yukarıda geçmişti. 94Gazadan yanlarına döndüğünüz vakit, geri kalmaları dolayısıyla sizden özür dileyeceklerdir. Onlara de ki: “Özür dilemeyin.. Size asla inanamayız. Sizleri tasdik edemeyiz Doğrusu Allah bize sizin ahvalinizden birçoklarını haber verdi. Bundan böyle de Allah ve Rasulu, yaptıklarını görecek; sonra tekrar diriltilmek suretiyle gizliyi ve açıkta olanı bilene yani Allah'a döndürüleceksiniz. O da size neler yapıyor idiyseniz haber verecektir. Yani Allah yaptıklarınıza mukabil sizleri cezalandıracaktır. 95Tebük seferinden yanlarına döndüğünüz vakit kendilerini kınamayın yakalarını bırakasınız diye, gazadan geri kalma konusunda mazur olduklarına dair yemin billah edeceklerdir. Siz de onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar iç dünyalarının kirli olması dolayısıyla pisliktirler. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. 96Kendilerinden râzı olasınız diye, size yemin edecekler. Fakat siz onlardan râzı olsanız da, Allah, o fasık kavimden yani gazadan geri kalanlardan asla râzı olmaz. Allah'ın gazâbına rağmen sizlerin râzı olmanız da hiçbir şey kazandırmaz. 97Bedeviler yani çöllerde yaşayanlar, kaba davranışları katı tabiatleri ve Kur’ân dinlemekten uzak kalmaları dolayısıyla, küfür ve nifak yönünden daha şiddetlidirler Ve Allah'ın Resûlü’ne indirdiği hüküm ve şeriatların sınırlarını bilmemeye onlar daha lâyıktırlar. Allah mahlükatını hakkıyla bilen ve onlara olan tasarrufunda hikmet sâhibidir. 98Bedevilerden bazısı vardır ki, Allah yolunda harcadığını zarar ve hüsran sayar. Çünkü o, harcadıklarından sevap beklemez bilâkis (Müslümanlardan) korkusu dolayısıyla harcamada bulunur. Bahsi geçen kişiler. Beni Esed ve Gatafan kabileleridirler. Ve bundan kurtulmak için sizin üstünüze belalar gelmesini yani olaylar aleyhinize dönüşerek zamanın musibetlerinin sizleri kuşatmasını gözetir bekler durur. O belalar kendi başlarına olsun. Yani azâb ve helâk onlara olsun size değil. Allah, kullarının söylediklerini hakkıyla işiten, yaptıklarını kemaliyle bilendir. _ftn28 Âyet i kerîme’de geçen “sui ” lâfz - ı şerifi “sin“ in zammesi ve fethasi ile okunmuştur. 99Yine Bedevilerden öylesi vardır ki, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve Allah yolunda harcadıklarım Allah katında yakınlıklara O'na yaklaşmaya ve peygamberin kendisine dualarına vesile sayar. Cüheyne ve Müzeyne kabileleri gibi beri bakın! Bu yaptıkları harcama gerçekten Allah katında kendileri için yakınlıktır. Allah onları rahmetine cennetine koyacaktır. Çünkü Allah ona ibâdet edenler için bağışlayıcıdır, onlara karşı merhametlidir. _ftn29 Âyet i kerîme’de yer atan ” kurbetün” lâfz - ı celili. Ra'nın zammesi ve sükûnu ile okunmuştur. 100(İslâm dinini kabulde) önde gelen muhacirler ve Ensar - ki, onlar da Bedir harbinde hazır bulunanlar, yahut tüm Eshab - ı kirâmdır - ile Kıyâmete kadar onlara amellerindeki güzellikle tâbi olanla (hak yoldan gidenler var ya! ) Allah onlardan O'na ibâdete kendilerini muvaffak kılmakla râzı olmuş, onlar da yaptıklarının sevabını vermekle Allah dan râzı olmuşlardır. Alah onlara, altlarından ıramaklar akan cennetler hazırladı ki, orada ebedi kalacaklardır. İşte en büyük saadet budur. _ftn30 Bir kırâatta, “ Tahte ” lâfz - ı Şerifinin başına “ min“ harf - i cerri ilâve edilerek okunmuştur. 101Ey Medineliler! Çevrenizdeki Bedevilerden - Eşlem, Eşca' ve Gıfar kabileleri gibi - bir takım münafıklar vardır. Medine halkından da bir takım münafıklar vardır ki, bunların bazıları da nifaka dalmışlar ve onda devam etmişlerdir. Sen onları bilmezsin - Buradaki hitab Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e dir - Onları biz biliriz. Biz onlara iki defa dünyada rüsvaylık ya da onları katlederek, kabirde kabir azâbına tâbi tutarak azap edeceğiz. Sonra da âhirette büyük bir azâba itileceklerdir ki, o da cehennem ateşidir. 102(Münafıklardan) diğer bir kısım topluluk - ki, gazadan beri kalmalarından kaynaklanan günahlarını itiraf etmişlerdir - iyi bir amel ile - ki, o da daha önce cihada çıkmış olmaları veya günahlarını kabullenmeleri ya da bunun dışındaki şeylerdir - diğer bir kötü ameli karıştırdılar ki, o da gazadan geri kalmış olmalarıdır. Ola ki, Allah, tevbelerini kabul buyura! Çünkü Allah çok bağışlayıcı; çok merhametlidir. Bu âyet - i kerîme Tebük gazasına çıkmaktan geri kalanlar hakkında nâzil olan âyetleri haber alıp kendilerini Mescidin direklerine bağlayan ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den başka kimsenin kendilerini çözemeyeceğine dair yemin eden Ebû Lübabe ve bir grup arkadaşı hakkında nâzil olmuştur. Resûl - i Ekrem kendilerini çözünce de aşağıdaki Âyet - i kerîme nâzil olmuştur. _ftn31 Âyet - i kerîme’de geçen “ Aherune ” lâfz - ı şerifi mübteda, I'terufu“ cümlesi sıfat, “ haletu“ cümlesi de haber düşer. 103Onların mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini günahlarından temiz ve pak edesin. Bu emir üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) mallarının üçte birini alıp tasadduk etmiştir. Bir de onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için bir rahmettir. Bir görüşe göre tevbelerinin kabulü neticesinde oluşan bir huzurdur Allah çok iyi işiten, çok iyi bilendir. 104Bilmediler mi ki, Allah kullarından tevbeyi bizzat kabul eder ve sadakaları da kabul buyurup alır. Gerçekten kullarının tevbelerini kabul etmek suretiyle tevbeleri kabul edici O, onlara karşı çok merhametli de O'dur. Âyet - i kerîme’de geçen istifham takrîr için olup bununla, onların tevbe etmeye ve sadakaya karşı duyarlı olmalarını sağlamak kastedilmiştir. Onlara yahut bütün insanlara, 105De ki: dilediğinizi yapın. Zira yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, mü'minler de görecektir. İleride tekrar diriltilerek hâzırı, gâibi bilenin yani Allah'ın huzuruna götürüleceksiniz. O size, neler yapıyor idiyseniz haber verecek ve yaptıklarınızın karşılığını verecektir. 106Gazadan geri kalanların diğer bir kısmı da Allah'ın haklarında dilediği gibi emrine kadar tevbelerinin kabulünden geri bırakılmışlardır. Onları ya tevbelerini kabul buyurmadan ruhlarını kabzetmek suretiyle azâb eder, yahut tevbelerini kabul buyurur. Allah mahlûkatını hakkıyla bilendir, onlara olan tasarrufunda hikmet sâhibidir. Âyet - i kerîme’de sözü geçen ler, ileride gelecek olan üç kişi Nurare b Er - Rabi, Ka'b b Malik ve Hilâl b Umeyye'dir. Bunlar, tembellik edip rahatlığa meylettikleri için geri kalmışlardır. Yoksa münafıkolduklarından dolayı değil. Diğer geri kalanlar gibi Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mazeret de beyan etmemişlerdir. Bu üç sahâbinin durumları tam elli gece askıda kalmış, nihayet tevbelerinin kabul buyrulduklarına ilişkin ileride gelecek (118.) âyet nâzil olmuştur. _ftn32 Âyet i kerîme’de geçen “ mürceune ” lâfz - ı şerifi, hemzeli ve hemzesiz olarak okunmuştur. 107Münafıklardan bir de mescid yapanlar - ki, onlar da münafıklardan on iki kişidirler - vardır (ki, o mescidi) Küba mescidi cemâatine zarar vermek için, küfür (milletini destek) için - Çünkü münafıklar söz konusu mescidi, Rahip Ebû Amir'in emriyle, onun yanından geleceklerin konaklayacakları bir sığınak düşüncesi ile bina etmişlerdi. Ebû Amir de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaş etmek için (Rum Kralı) Kayser’ den ordular alıp gelmek üzere gitmişti - Küba mescidinde namaz kılan mü'minlerin bir kısmını kendi mescidlerine kaydırıp burasına tefrika sokmak için ve bundan yani bu mescidin inşasından evvel Allah ve Rasûlü ile harp edeni Yani sözü geçen Ebû Amir'i beklemek ve gözetlemek için (inşa etmişlerdir) Bununla beraber iyilikten başka bir muradımız yoktu. “maksadımız yağmurlu ve aşırı derecede sıcak havalarda yoksula karşı şefkatli olmak ve mescid konusunda müslümanlara genişlik imkânı sağlamakti “ diye yemin ederler. Fakat Allah şahîd ki, bunlar yeminlerinde seksiz, şüphesiz yalancıdırlar. 108Münafıklar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den mescidlerinde namaz kılmasını istemişlerdi. Bunun üzerine aşağıdaki Âyet - i kerîme nâzil oldu: O mescidde ebediyyen namaz kılma! Bu emir üzerine Hazret-i Peygamber (Mescid - i Dırar'a) derhal bir grup sahâbi gönderdi ve orayı yıkıp yaktılar. Yerini de leşlerin atıldığı çöplük hâline getirdiler. Ta ilk günden, hicret yurduna giriş yaptığın gün, temeli takva üzerine kurulan mescid - ki, o da Buhârî’nin rivâyetinde de yer aldığı gibi, Küba mescididir - içinde namaz kılmana elbette mescidi Dırar’da kılmandan daha lâyıktır. Orada temizlenmeyi seven bir takım adamlar vardır, sözü edilen adamlar Ensar'dır. Allah, daha çok temizlenenleri sever. Yani onları sevaplandırır. _ftn33 Âyet i kerîme’de geçen “ mutahhirine'' lâfzı, kelimenin aslındaki “ Ta'' “ Ti “ye idğam edilmiştir. İbn Huzeyme Sahih'inde Uveymir b Saide'den rivâyet ediyor: ” Hazret - iPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Küba mescidinde Ensar topluluğunu ziyaret etti ve onlara: — “Allahü teâlâ mescidinizden bahsederken, temizlenmeniz noktasında sizlere güzelce övgüde bulundu. Sayesinde temizliği elde ettiğiniz bu temizlenmenin mahiyeti nedir? ” diye sordu. Onlar: — ”ya Rasûlallah! Vallahi bu konuda bildiğimiz tek şey; (şundan ibarettir) bizlerin ayak yoluna gittikleri zaman dübürlerini yıkayan Yahûdi komşularımız vardı. Bizler de onlar gibi (ayak yoluna gittiğimiz zaman) dübürlerimizi yıkıyoruz “ cevabını verdiler —Bezzar'ın rivâyet ettiği bir hadis - i şerifte de: “ Taş ile istincanın ardından su ile yıkıyoruz “ dediler “ şeklinde gelmiştir - Bunun üzerine Hazret - iPeygamber ( ): — O, budur. Şu hâlde ona devam ediniz'' buyurdu. 109Öyle ya! Binasını Allah korkusu ve Onun rızası ümidi üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yerin kenarına kurup, onunla - yani bina yapıcısıyla - beraber cehennem ateşine yuvarlanan mı hayırlıdır? Takvanın zıddı üzere inşa edilen binanın âkıbeti ile alâkalı bir örnektir. Buradaki istifham takrîr (vurgu) içindir. Yani elbette birincisi - ki, Küba mescidinin örneğidir - hayırlıdır. İkincisi ise Dırar mescidinin örneğidir. Allah, zâlim bir kavme hidâyet vermez. _ftn34 Âyet i kerîme’de geçen “ cüruf kelimesi, “Ra “ nın zammesi ve sükunu ile de okunmuştur. 110Onların kurmuş oldukları binaları, kalblerinde bir şüphe ve bir nifak düğümü olarak kalacaktır. Meğer ki, ölüp gitmek suretiyle kalbleri parçalanmış yerinden ayrılmış olsun. Allah mahlukatını ziyadesiyle bilen, onlara olan tasarrufunda hikmet sâhibidir. 111Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını meselâ O’nun yolunda harcayarak - Meselâ cihad gibi - cennet kendilerinin olmak bahasına satın aldı. Allah yolunda çarpışacaklar, öldürecekler ve öldürüleceklerdir. (son cümle) cümle - i istinâfiye olup alış - veriş vechini beyan etmektedir. Yani bir bölümü öldürülecek, kalanlar ise çarpışmaya devam edeceklerdir. ( O’nun) Tevrat'da, İncîl'de ve Kur’ân'da (anılan bu va'dı) kendi üzerine hak bir va'ddir. Allah'dan daha ziyade sözünde duran kim olabilir? Yani Ondan daha ziyade sözünde duran kimse olamaz. O hâlde yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. Burada gaipten muhataba iltifat sanatı vardır. İşte bu alışveriş özlenen gayeye kavuşturan en büyük saadetin ta kendisidir. _ftn35 Bir kırâatta “Öldürülüyorlar, öldürüyorlar “mealinde, önce meçhûl fiil, ardından malûm fiil gelecek şekilde okunmuştur. Âyet i kerîme’de geçen “Va'den”Ve “ hakken” lâfz - ı celilleri mahfuz fiilleri ile mansup iki masdardır. 112Hele şirkten ve nifaktan tevbe edenler, ibâdet edenler yani ibâdetlerini yalnızca Allah için ve samimi bir şekilde eda edenler, bütün hallerde O'na hamdedenler, oruç tutanlar, O ruküa varanlar, secdeye kapananlar yani namaz kılanlar, iyiliği emir, kötülüğü yasak edenler Ve Allah'ın hududunu ahkâmını onlarla amel etmek suretiyle muhafaza eyleyenler (yok mu? ) sen (böyle olan) mü'minlere cenneti müjdele. _ftn36 Âyet i kerîme’de geçen ”et - Taibune ” lâfz - ı celili, metih (övgü) makamında mahzûf bir mübtedaya haber vaki olmak üzere merfû’dur. 113Bu âyet - i kerîme, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in amcası Ebû Talib için mağfiret dilemesi ile, bir kısım sahabenin, müşrik anne ve babalan için mağfiret taleb etmeleri üzerine nâzil olmuştur: Müşriklerin küfürleri üzerine ölmek suretiyle cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, onlar için ne peygamberin, ne de îman edenlerin mağfiret dilemeleri doğru olmadı. 114İbrâhîm’in babası hakkındaki istiğfarı da, sırf müslüman olur ümidi ile “ ileride senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim“ diyerek ona vermiş olduğu bir va'dden dolayı idi. Küfür üzere ölmesi ile onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı ve onun için istiğfarı terk etti. Şüphesiz İbrâhîm çok yalvaran ve dua eden, çok yumuşak huylu eziyetlere karşı çok sabırlı idi. 115Allah bir kavmi İslâm'la müşerref kılıp hidâyete erdirdikten sonra amel için denelerden sakınacaklarını kendilerine açıklamadıkça, onlar da beyan edilen amelden sakınmayıp sapıklığa düşürülmeyi hak etmedikçe, sapıklığa düşürecek değildir. Muhakkak ki, Allah her şeyi en iyi bilendir. Dalâlete düşürülmeyi ve hidâyet edilmeyi hak eden kimse de O’nun bilgisi altında olan şeylere dâhildir. 116Şüphesiz göklerle yerin mülkü Allah'ındır. O, diriltir ve öldürür. Ey insanlar! Size Allah’dan başka O'ndan koruyacak ne bir veli vardır ne de O'ndan gelebilecek zarar dan sizleri alıkoyacak bir yardımcı. 117Yemin olsun ki, Allah, Peygamberin ve güçlük anında - Buradaki güçlük anından maksat, Tebûk gazvesi sırasında müslümanların karşılaştıkları durumdur. Tebük Gazvesi sırasında bir hurma, iki kişi tarafından paylaşılıyor, bir deveye ard arda on kişi biniyordu. Sıcaklık o kadar şiddetli idi ki, (yanlarındaki suları tükendiğinden) develerin suluklarında biriken suları içmek zorunda kalmışlardı - ona uyan muhacirlerle Ensar’ın tevbelerinin kabulüne devam buyurdu da, içlerinden bir kısmının kalbleri, içinde bulundukları ortamın zorluğu dolayısıyla peygambere tâbi olmak yerine geri kalmaya az daha meyledecek gibi olmuşken, sonra sebat etmeleri ile tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü Allah, mü'minlere karşı çok şefkatlidir; çok merhametlidir. _ftn37 Âyet i kerîme’de geçen “yeziğu” lâfz - ı Celili ”ya” Lı ve “ Ta'lı olarak okunmuştur. 118Tevbelerinin kabulü geri bırakılan üç kişiyi de bağışladı. Bu tefsirin karinesi âyetin devamıdır: Çünkü o derece bunalmışlardı ki, yeryüzü olanca genişliğine rağmen onların başlarına dar gelmişti. Kendilerine, rahat edebilecekleri bir yer bulamıyorlardı. Tevbelerinin kabulü geciktirildiği için maruz kaldıkları hüzün ve yapayalnızlık dolayısıyla vicdanları da kendilerini sıkmıştı. Gönülleri artık ne bir sürura ne de bir hoş sohbete müsait değildi. Allah'tan kurtuluşun ancak Allah'a sığınmakla olacağını yakinen anlamışlardı. Sonra tevbelerini kabul buyurdu. Onları tevbeye muvaffak kıldı ki, onlarda tevbekârlar arasına dâhil olsunlar. Şüphesiz ki, Allah tevbeleri çok çok kabul buyurandır, çok merhametli olandır. Âyet i kerîme’de geçen ”en” lâfz - ı Celili, “muhaffafa “ (Enneden hafifletilmiş) dir. 119Ey îman edenler! O'na karşı işleyeceğiniz günahları terk etmek suretiyle Allah'dan korkun ve doğruluğu düstur edinmek suretiyle de, îman ve ahitlerinde doğru olanlarla beraber olun. 120edinelilerle, etrafındaki bedevilerin, savaşa gidince Resûlüllah’tan geri kalmaları yaraşmazdı. O’nun nefsine lâyık gördüğü sıkıntıları bir kenara itip, kendi nefislerini muhafaza etmek suretiyle ne yaptığına bakmayıp da kendilerini düşünmemeliydiler. Bu cümle, haberiyye sigasıyla nehiy ifade etmektedir. Bu muhalefetin câiz olmaması şundandır: Çünkü onlara Allah yolunda erişen hiç bir susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri kızdıracak bir yere ayak basmaları ve Allah'ın düşmanlarına karşı, onları katletmek, yahut esir etmek ya da varlıklarına el koymak gibi bir muvaffakiyetleri yoktur ki, mükâfatlandırılmaları gayesi ile mukabilinde kendilerine bir amel - i sâlih yazılmış olmasın. Çünkü Allah, iyi iş yapanların ecrini zayi etmez. Aksine onları sevaplandırır. _ftn39Âyet i kerîme’de geçen : ” mevtien”lazf - ı şerifi “Vaten“ mânâsında mastardır. 121Allah yolunda küçük büyük velev ki, bir hurma olsun yaptıkları her masraf yürüyüp geçtikleri her vadi muhakkak onların lehine (hesaplarına) yazılmıştır. Bu, yaptıklarının yazılmış olması, Allah, onları yapmakta oldukları, amellerinin en güzeliyle mükâfatlandırması içindir. 122Savaşta Resûlüllah'dan geri kalmalarından ötürü azarlandırılmalarının ardından, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) seriyye çıkarınca eshab - ı kiram toptan seferber oldular. Bunun üzerine şu Âyet - i kerîme nâzil oldu: Bununla beraber mü'minlerin hepsi toptan savaşa seferber olmamalı idiler. Her kabileden bir cemâat seferber olup diğerleri (Rasûlüllah'la beraber Medine'de) kalsa da geri kalanlar dinde fıkıh tahsil etseler ve kavimleri savaştan kendilerine döndükleri zaman öğrendikleri dinî hükümleri onlara da öğreterek onları korkutsalardı ya! Olur ki, emirlerine ve yasaklarına uymakla Allah'ın azâbından sakınırlar. İbn Abbâs der ki: ”Bu âyet - i kerîme Hazret-i Peygamber'in katılmadığı seriyyelerle, yukarıdaki Âyet - i kerîme ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktığı zaman bir kişi bile olsa geri kalmasının nehyedilmiş olması ile hususidir “ 123Ey îman edenler! Sırası ile derece bakımından size yakan olan kâfirlerle harbedin. Onlar sizde bir şiddet bulsunlar. Yani onlara karşı tutumunuzu sertleştirin. Bilin ki, Allah yardımı ve nusreti ile takva sahipleri ile beraberdir. 124Kur’ân dan bir sûre indirildiği vakit onlardan yani münafıklardan bazısı istiHazret - ia gayesi ile arkadaşlarına: ” Bu sûre hanginizin imanını Peygamberi doğrulamasını artırdı bakalım? ” der. Allahü teâlâ buyuruyor ki: Îman edenlere gelince (her inen sûre) onların ona imanını artırmıştır. Onlar inen her sûre ile sevinip dururlar. 125Kalplerinde hastalık inanç zayıflığı olanların ise, inen her sureyi inkâr etmeleri dolayısıyla bu sureler, küfürlerine küfür katmıştır ve kâfirler olarak geberip gitmişlerdir. 126Görmezler mi ki, her yıl bir veya iki defa kıtlık ve çeşitli hastalıklarla belalara çarptırılırlar. Böyle iken yine ne nifaklarından tevbe ederler, ne de ibret alırlar. “ Âyet i kerîme’de geçen “yerevne ” lâfz - ı celili “ Ta “ ile de okunmuştu. Bu takdirde mana: “ ey mü'minler! Siz bilmediniz mi? “ şeklinde değişir. 127İçinde kendilerinden bahsedilen ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in okuduğu bir sûre indirildi mi birbirlerine bakıp kaçma arzusu ile ” kalktığınız vakit sizi bir gören oluyor mu? ” diye sorarlar. Kendilerini kimse görmüyorsa kalkıp giderler. Aksi hâlde oldukları yerde dururlar. Sonra küfürleri üzerine sıvışıp giderler. Allah, kalplerini hidâyetten çevirmiştir. Çünkü onlar hiç düşünmediklerinden gerçeği anlamayan bir kavimdirler. 128Yemin olsun! Size kendinizden bir Peygamber Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ki, zahmet çekmeniz ve istenmedik bir olayla karşılaşmanız ona ağır gelir. Çünkü O, size, hidâyette olmanıza çok düşkündür. Mü'minlere çok şefkatli oldukça merhametli, çok merhametlidir. Onların daima hayra nail olmalarını arzu eder. 129Eğer sana îman etmekten yüz çevirirlerse de ki: ” Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak Ona güvendim. Başkasına değil O, büyük arşın kürsinin sâhibidir. Yüce Allah, mahlükatın en büyüğü olması dolayısıyla özellikle Arş'ı zikretmiştir Hakim, Müstedrek adlı eserinde Ubeyy b Ka'b'dan rivâyet ediyor: “ ( Kur’ân da) en son: “Yemin olsun! Size kendinizden… (sûrenin sonuna kadar) “ âyetleri inmiştir. |
﴾ 0 ﴿