10 - YÛNUS SÛRESİMekke’de nâzil olup, 109 Âyet - i kerîmedir. Rahmân veRahîm olan Allah'ın ismi ile başlarım. 1Elif, Lâm, Ra. Bu harflerden muradının ne olduğunu en iyi Allah bilir. Bu âyetler, hakîm muhkem olan kitabın Kur’ân’ın âyetleridir. 2İnsanlar arasından bir adama Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e “İnsanları kâfirleri azâb ile korkut ve îman edenlere Rableri katında onlar için bir doğruluk geçmişi yani dünyadan ayrılmadan takdim ettikleri sâlih ameller dolayısıyla güzel bir ecir bulunduğunu müjdele “ diye vahyetmemiz, insanlar, Mekkeliler için şaşılacak bir şey mi oldu ki, kâfirler” hakikaten bu, korkutma ve müjdelemeye şamil olan Kur’ân açık bir sihirdir dediler. Âyet - i kerîme’de geçen “ Aceben” lâfz - ı celili, - “kane “ nin haberi olmak üzere - nasb ve ismi olmak üzere— Ref ile okunmuştur. Bu taktirde ” kane “ nin haberi, 'En evhayna” lâfz - ı celilidir ki, birinci görüşe göre ” kane “ nin ismi düşer. Ayrıca âyetin devamında yer alan ”sihrun” lâfz - ı şerifi bir kırâatda”le sahirun“ (sihirbaz - anlammda). Bu durumda işaret edilen, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dir. “Âyet“ ile ”el - Kitab” lâfz-ı celilleri arasındaki izafet “min“ mânâsındadır. “ Lin - Nasi “ câr ve mecrûru 'Aceben” lâfz - ı celilinden hâl düşer. “ enzir” lâfz - ı celili üzerindeki ”en“ müfessiredir. 3Hiç şüphe yok ki, Rabbiniz, göklerle yeri dünya günlerinden altı günde yani bu kadar bir zaman süresi içinde yaratan - Çünkü o zaman güneş ve ay henüz yaratılmamışlardı (ki, gündüz ve gece ile tayin edilen günler oluşuversin) Allahü teâlâ dileseydi hepsini bir anda yaratabilirdi. Ne var ki, insanlara sebat edip teenni ile hareket etmelerini öğretmek hikmetine binaen onları bir anda yaratmamıştır - sonra şanına yaraşır bir istiva ile arşa istiva edip her şeyi hükmü altına alan, mahlûkatı arasında (her) işi (yerli yerinde) idare eden Allah’ tır. O’nun izni olmadıkça birine şefâat edecek hiçbir şefaatçi olmaz. Bu ferman - ı ilâhi, müşriklerin, “putların kendilerine şefâat edecekleri “iddialarını reddetmektedir. İşte bu yaratıcı ve her şeyi idare edici olan Allah, sizin Rabbinizdir. O hâlde Ona ibâdet edin O’nu birleyin Düşünmez misiniz? “ Tezekkerune ” lâfz - ı celilinde veznin aslında bulunan” Ta “ “zal”e idğam edilmiştir. (Böyle okunan kırâata göre.) 4Hepinizin dönüşü ancak Yüce olan O'nadır! Allah, bir gerçek olarak (bunu size) va'detmiştir. Halkı önce dirilten yani hiç yokken ilk olarak onu yaratan sonra îman edip sâlih ameller işleyenleri adaletle mükâfatlandırmak için öldükten sonra tekrar diriltmek suretiyle geri çevirecek olan O'dur. Küfredenlere ise, küfretmelerinden dolayı hamim kaynar su den bir içki ve acıklı elem verici bir azap vardır. Âyet - i kerîme’de geçen “ İnnehu” lâfz - ı celili meksûr okunursa cümle başı, meftuh okunursa mukadder bir lâm ile mukadder olur. Âyet - i kerîme’de geçen “Va'den”Ve “ hakken” lâfz - ı celilleri mukadder fiilleri ile rnansub iki ayrı masdardırlar. 5(Allah) güneşi bir ışık sâhibun - nûr, ayı da bir nûr yapmıştır. Ona seyri itibariyle menziller takdir buyurmuştur. Her ayın yirmi sekiz gecesi, yirmi sekiz menzile uğrar. Ve eğer ay otuz gün çekerse iki gece gizli kalır. Yirmi dokuz gün çekerse, bir gece gizli kalır ki, bununla senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz. Allah bunları sözü geçen şeyleri ancak hak ve sabit (bir hikmetle) yaratmıştır. Boşu boşuna değil. Zira Allah abes işlerle iştigalden münezzehtir. O, âyetleri düşünebilen bir kavme açıklar. Âyet - i kerîme’de geçen “yufassilü “ lâfz - ı celili, “ya “ ile okunduğu gibı “Nun“ ile de okunmuştur (Bu durumda mânâ: “Açıklarız “ şeklinde değişir). 6Elbette gece ile gündüzün değişip durmasında gidip gelmelerinde, artıp eksilmelerinde Ve Allah'ın göklerle - Melekler, güneş, ay, yıldızlar vb gibi - yerde - canlılar, dağlar, denizler, nehirler, ağaçlar vb gibi - yarattığı varlıklarda, Allah'tan korkan ve inanan bir kavim için Yüce Allah'ın kudretine delâlet eden birçok ibret ve deliller vardır. Yüce Allah, kendisinden korkanları, âyetlerinden faydalanmalarına binaen hassaten zikretmiştir. 7(Öldükten sonra) tekrar diriltilip bizim huzurumuza çıkacaklarını ummayanlar ve âhiret hayatını inkâr ettikleri için bunun yerine dünya hayatına râzı olup gönülleri ona yatmış ve huzur bulmuş kimselerle bizim bunca âyetlerimizden vahdaniyetimizin delilerinden gafil olanlar, onlarda tefekkür etmeyenler var ya! 8İşte bunların varacakları yer, kazandıkları şirk ve günahlar sebebiyle ateştir. 9Îman edip sâlih ameller işleyenleri ise Ona olan îmanlarındandolayı, Rableri kendilerini Kıyâmet günü onlar için, sayesinde rahatça yolalabilecekleri bir nûr yaratmak suretiyle, altlarından ırmaklar akan nimetibol cennetlere erdirir. 10Bunların cennette canlarının çektiği şeyleri istemeleri şöyle söylemeleridir: “Allah'ım! Seni tenzih ederim “işte tam bu sırada arzu ettikleri şey önlerine gelir. Kendi aralarındaki tebrikleri de selâmdır. Dualarının sonu ise: ” Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur “ifadesidir. Âyet - i kerîme’de geçen : “ ellahümme ” lâfz - ı celili münada olup ”ya Ellahü “ Takdirindedir. Ayrıca 'El - HamdüLillâhi “ lâfz - ı celili üzerinde bulunan ”en“ müfessiredir. 11Müşrikler tehdit edildikleri azâbın bir an önce gelmesini isteyince bu âyeti kerîmenâzil oldu. Eğer Allah, insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi muhakkak Yüce Allah'ın kendilerini helâk etmesi sonucu ecelleri sona ererdi. Ne var Ki o, kendilerine mühlet vermektedir. Fakat biz, bize kavuşacaklarını ummayanları, böyle azgınlıkları içinde şaşkın bir vaziyette sersem sersem bocalar hâlde bırakırız. Âyet - i kerîme’de geçen “ kudiye ” lâfz - ı celili, meçhûl ve malûm vezinlerle okunmuştur. 12Kâfir insana bir zarar hastalık ve fakirlik dokunduğu vakit, gerek yan tarafına yatarken, gerek otururken, gerekse ayaktayken yani her durumda bize dua eder. Fakat ondan zarar ını giderdik mi, sanki kendisine dokunan zarar dan dolayı bize dua etmemiş gibi küfrü üzere geçer gider. İşte nasıl kâfir insana zarar anında dua, bolluk anında ondan yüz çevirmek süslü gösterildi ise, o müsriflere müşriklere yaptıkları ameller böyle süslü gösterilmektedir. 13Ey Mekkeliler! Yemin olsun ki, biz, sizden önceki ümmetleri, kendilerine Peygamberleri doğru olduklarını ortaya koyan mu'cizelerle geldikleri hâlde şirk koşmak suretiyle (kendilerine) zulmettikleri ve imana gelmedikleri vakit helâk ettik. İşte nasıl onları helâk ettiysek, mücrim kâfir bir kavmi biz böyle cezalandırırız. Âyet - i kerîme’de geçen : “Vema kânü “ lâfz - ı celili, “zalemü“ cümlesi üzerine mâtuftur. 14Ey Mekkeliler! Sonra arkasından, bakalım orada neler yapacaksınız, onlardan ibret alıp elçilerimizi tasdik edecek misiniz, diye, sizi yeryüzünde halifeler yaptık. Âyet - i kerîme’de geçen : ” Halaife ” lâfz - ı celili, “ halifetün” kelimesinin çoğuludur. 15Ayetlerimiz yani Kur’ân o müşriklere birer açık delil olarak, okunduğu vakit, bize kavuşmayanlar, tekrar diriltileceklerinden korkmayanlar, “ Bundan başka içinde ilâhlarımızın kötülenmesine yer olmayan bir Kur’ân getir; yahut bunu kendiliğinden değiştir“ dediler, sen onlara de ki, onu kendiliğinden değiştirmem yaraşacak bir iş değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Ben onu değiştirip Rabbime isyan edersem, büyük bir günün - kiKıyâmetgünüdür - azâbından korkarım. 16De ki: “ eğer Allah dileseydi, ben, bu Kur’ân’ı size okumazdım (Rabbim de) onu (benim dilimle) size bildirmezdi. Gerçekten ben sizin içinizden bundan önce size hiç bir şey anlatmadan bir ömür kırk yıl durdum. Onun tarafımdan olmadığını hiç akıl etmez misiniz siz? Bir kıratta ”lâ edraküm” lâfz - ı celili üzerinde bulunan”lâ“ n afiye olmayıp, “ Lev “in cevabında gelmiştir. (Bu durumda”leedra “ şeklinde okunur). Bu takdirde mana: “rabbim de onu bir başkasının diliyle size okurdu “ şeklinde değişir. 17Artık Allah'a karşı eş koşmak suretiyle yalan uydurandan veya O’nun âyetlerini Kur’ân’ı, yalan sayandan daha zâlim kim olabilir? Yani ondan daha zâlim kimse yoktur. Hiç şüphesiz durum şundan ibarettir ki, mücrimler müşrikler kurtuluşa ermezler. 18 Allah'ı bırakıp da O'ndan başka kendilerine, ibâdet etmedikleri taktirde zarar, veya ibâdet ettikleri taktirde fayda vermeyen şeylere - ki, onlar da putlardır - tapıyorlar. Ve o putlar hakkında: ” Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır“ diyorlar - Onlara de ki: 'Siz Allah'a göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber vereceksiniz? ” Buradaki istifham, inkâr içindir. Şayet O’nun şeriki olsaydı mutlaka onu bilirdi. Çünkü hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Allah, onların kendisine ortak koştukları şeylerden münezzehtir, yücedir. 19İnsanlar vaktiyle bir tek ümmetti. Âdem Peygamber'den, NuhPeygambere kadar - bir görüşe göre ise, İbrâhîm Peygamberin zamanından Amrb Luhayy zamanına kadar - bir dine; İslâm'a bağlı idiler. Sonra ihtilâf ettiler. Bir kısmı olduğu dinde kaldı, bir kısım dinini terk edip küfre düştü. Eğer Rabbinden ezelde cezayı Kıyâmet gününe bıraktığına dair bir takdirgeçmemiş olsaydı, o ihtilâf ettikleri şeyde - ki, o da dindir - şimdiye kadararalarında yani insanların aralarında, dünyada kâfirleri azaplandırmakla çoktan hüküm verilmiş, bitmişti. 20 Bir de Mekkeliler: “Ona Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e önceki peygamberlere verilen; deve, asa ve el gibi Rabbinden bambaşka bir âyet indirilse ya!“ diyorlar. Sen de onlara de ki: ” gayb, kulların gözünden ırak olan gaybın işi Allah'a mahsustur. İstediğiniz âyetler de bu kabildendir. Dolayısıylaonları ancak O getirebilir. Benim görevim yalnızca tebliğdir. İmdi, inanmadınızsa azâbı bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. 21İnsanlara, Mekke kâfirlerine dokunan bir zarar dan şiddetli bir ihtiyaç ve kıtlıktan sonra kendilerine bir rahmet yağmur ve bolluk tatdırırsak, hemen âyetlerimiz hakkında alay ve tekziple bir hileleri olur. De ki: “Allah'ın hile edenleri cezalandırması daha çabuktur “. Şüphesiz elçilerimiz hafaza melekleri sizin hilelerinizi yazıyorlar. Âyet - i kerîme’de geçen “ Temkurûne ” lâfz - ı celili, bir kırâatta “yemkurune “olarak okunmuştur. 22Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hattâ siz, gemilerde olduğunuz vakit, o gemiler güzel bir rüzgârla içindeki yolcuları - Burada muhataptan (gaybe) iltifat edilmiştir - alıp akarken ve tam ferahlanırlarken, onlara şiddetli esen ve isabet ettiği her şeyi kırıp döken bir fırtına gelir çatar ve her yerden dalga gelmeye başlar. Anlarlar ki, her taraftan kuşatılmışlardır. Yani helâk edilmektedirler. O zaman Allah'a dinde dualarında halisane olarak dua ederler: “Ahdimiz olsun, eğer bizi bundan yani bu korkulu anlardan kurtarırsan, şeksiz, şüphesiz şükreden tevhid düsturuna sahip çıkan kullardan oluruz “. Âyet - i kerîme’de geçen “yüseyyirükum” lâfz - ı celili “yenşürukum “ (…yayan O’dur…) şeklinde de okunmuştur. Âyet - i kerîme’de geçen “ Le in” lâfz - ı celili üzerindeki lâm, kasem ifade etmektedir. 23Fakat Allah, onları selamete çıkarınca, bir de bakarsın ki, yeryüzünde haksızlıkla şirkle zulme başlamışlardır. Ey insanlar! Sizin zulmünüz, ancak kendi aleyhinizedir. Çünkü onun vebali onlara aittir. O, kıymetsiz dünya hayatının menfaatidir. Orada, o menfaatten azıcık nasiplendirileceksiniz, sonra ölümün ardından döner bize gelirsiniz. Biz de size bütün yaptıklarınızı haber veririz. Yani yaptıklarınızın karşılığını veririz. Âyet - i kerîme’de geçen “ metau” lâfz - ı celil Mensûb olarak ta okunmuştur. Bu takdirde mana: “kıymetsiz dünya hayatının metaı gibi faydalandırılırsınız “ şeklinde olur 24 Dünya hayatının durumu, ancak gökten indirdiğimiz bir suya yağmura benzer ki, onun sebebiyle buğday, arpa ve bunlar gibi insanların yedikleri ile hayvanların yedikleri otlardan oluşan yer mahsulleri birbirine karışır. Hepsi bir bir içine girer. Nihayet yer bütün güzelliklerini takınıp - ki, o da yeşeren bitkilerdir - süslendiği, sahipleri de ona ürünlerini biçmeye kendilerini kadir zannettikleri bir sırada geceleyin veya gündüz ona emrimiz hükmümüz veya âfetimiz gelivermiş de onu sanki dün yokmuş gibi tırpanlarla biçilmişi andırır bir hâle getirmişizdir. İşte düşünen bir kavim için biz âyetleri böyle açıklarız. Âyet - i kerîme’de geçen : “izzeyyenet” lâfz - ı celili aslen”Tezeyyenet“ idi. Ta za’ya ibdal edilip za’ya idgam edilmiştir. Ayrıca” keen“ muhaffefe olup” keenneha”Takdirindedir. 25 Allah, imana çağırmakla selamet yurduna - ki, o da cennettir - çağırır ve hidâyetini dilediği kimseyi doğru yola İslâm'a hidâyet eder. 26 Îman etmek suretiyle güzel ameller işleyenlere güzel mükâfat cennet ve birinde ziyade vardır. Müslim'in rivâyet ettiği bir hadisi şerifte de yer aldığı gibi, bu ziyadeden maksat Allahü teâlâ'nın cemalini müşahede etmektir. Onların yüzlerini ne bir karartı ne de tasalanıp mahzun olmak gibi bir zillet kaplar. İşte bunlar cennetliklerdir. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır. 27 Kötülükleri kazananlar şirk koşanlar içinde bir, kötülüğün cezası, misli iledir. Onları bir zillet kaplar. Onları Allah'tan koruyacak onun azâbından alıkoyacak hiç kimse yoktur. Sanki onların yüzleri, karanlık gece parçalarından kaplanmıştır, giydirilmiştir. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Âyet - i kerîme’de geçen : “ kıtaan” lâfz - ı Celili, “kıtan“ şeklinde 'Ti'nin sükunu ile de okunmuştur. Bu durumda “parça “ mânâsına gelmiş olur. Âyet - i kerîme’de geçen ”ellezîne “! afz - ı celili bir önceki âyette geçen “ Lillezine ” matuf olup “Velillezine ” Takdirindedir. 28O günü hatırla ki, onların yani mahlûkatın hepsini mahşere toplayacağız. Sonra şirk koşanlara: Siz ve Allah'a eş koştuğunuz ortaklarınız yani putlarınız yerinizde durun!“ diyeceğiz. Mü'minlerle aralarını açmışızdır. Tıpkı: “Ayrılın bugün ey mücrimler!“ (Yasin: 59) mealindeki âyetinde olduğu gibi. Ortakları onlara diyecekler ki: ”siz bize tapmazdınız. “ Âyet - ikerîme’de geçen : ” mekaneküm” lâfz - ı celili. mukadder bir “ İlzemû“ fiili ile mansuptur “ entüm” lâfz - ı celili ise “Ve şürekaüküm” lâfz - ı cehlinin atfını sahih kılmak için mukadder fiilin tahtında müstetir zamiri tekid etmektedir. ” kuntum” lâfz - ı celili üzerinde bulunan“ ma “ nâfiyedir. Âyetlerin sonlarının birliğini sağlamak için mef’ûl takaddüm etmiştir. 29“Şimdi bizimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter. Doğrusu bizim, sizin tapmanızdan haberimiz bile yoktu. Âyet - i kerîme’de geçen “ İn” lâfz - ı celili, muhaffefe olup “İnna”Takdirindedir. 30Orada yani o gün herkes, geçmişte ne yaptı ise önceden hangi ameli gönderdi ise onun imtihanını verecek. Hepsi hakiki sabit ve dâim mevlâları olan Allah'a döndürülmüş; müşriklerin Allah'a eş uydurdukları putlar da kendilerinden kaybolmuş gitmiş olacaktır. Âyet - i kerîme’de yer aian“Neblü “ lâfz - ı celili, “Belva” kökünden gelmektedir. Bir kırâatta” Tilavet” kökünden iki ta ile ” Tetlü “seklinde de okunmuştur. (Bu takdirde mânâokuyacak, şeklinde değişir) 31 De ki: Size gökten yağmurla ve yerden bitkilerle kim rızık veriyor? Yahut o kulaklara ve gözlere yani onları yaratmaya kim malik bulunuyor? Ve ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? Yaratıklar arasında bütün işleri kim idare ediyor? Hemen“O, Allah’dır“ diyecekler. Sen onlara de ki: “O hâlde Ondan sakınmaz mısınız siz “ki, îman da etmiyorsunuz. 32İşte bu işleri yapan sizin hak varlığı tartışılmaz, Rabbiniz olan Allah’dır. Haktan sonra da sapıklıktan başka ne olabilir? Buradaki istifham, takrîr (hükmü vurgulamak) içindir Yani hakkın ötesinde yalnızca sapıklık vardır. Dolayısıyla: Kim Allah'a kulluktan ibaret olan haktan saparsa, şüphesiz sapıklığa düşmüş olur. Şu hâlde delilin varlığına rağmen imandan nasıl da çevriliyorsunuz? Bu kâfirler nasıl imandan çevrildiler yine? 33Böylece Rabbinin kelimesi, yoldan çıkan fasıklara kâfirlere hak oldu. O kelime de şudur: ” cehennemi insanlarla cinlerden dolduracağım“yahut şudur: Onlar artık imana gelmezler. 34De ki: Sizin Allah'a eş saydığınız ortaklarınızdan, halkı ilkin yaratacak, öldükten sonra tekrar diriltecek var mı? De ki: ” Halkı ilkin Allah yaratır. Öldükten sonra eski hâline iade eder diriltir. Artık delilin varlığına rağmen O'na kulluk etmekten nasıl da çevriliyorsunuz. 35De ki: “Ortaklarınızdan isbat edici deliller tayin etmek ve hak yola varabilme melekesini yaratmak suretiyle hak yolu gösterecek var mı? ” doğru yola Allah iletir. O hâlde hakka ileten mi - ki, O da Allah'dır - arkasından gidilmeye daha lâyıktır. Yoksa hidâyet olunmadıkça o kendi başına doğru yolu bulamayan mı arkasından gidilmeye daha lâyıktır? Buradaki istifham takrîr (vurgulamak) ve tevbih (azarlamak) içindir. Yani elbette ki, ilki arkasından gidilmeye daha lâyıktır. Ne oluyor size? Nasıl, arkasından gidilmeye lâyık olmayan putlara tâbi olmaktan ibaret bu bâtıl kararla hükmediyorsunuz? ” de. 36kâfirlerin çoğu putlara ibâdetinde sırf bir kuru zan ardından gider. Yani onlar bu konuda atalarını taklit etmişlerdir Ama gerçek bilgiye ulaşılması istenilen bir noktada zan, hak namına hiç bir şey ifade etmez. Şüphesiz Allah, onların neler yaptıklarını çok iyi bilendir. Dolayısıyla onlara yaptıklarının karşılığını verecektir. 37Bu Kur’ân, Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir. Lâkin O, önündeki kitapları tasdik ve o kitabı açıklayıcı olarak yani Allah'ın (Levh - ıMahfûz'da) yazmış olduğu ahkâm ve diğer konuları beyan edici olarak âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Bunda hiç şüphe yoktur. Âyet - i kerîme’de geçen “ min“ harf - i cerri, “ Tasdike ” lâfz - ı celiline yahut mahzûfbir “ ünzile “ fiiline tealluk etmektedir. Âyet - i kerîme’de geçen : 'Tasdike ”Ve “ Tafsile ” lâfz - ı celilleri gizli bir “ hüve ” mübtedasının takdiri ile merfû’ da okunmuşlardır. 38Yoksa “onu Muhammed uydurdu “mu diyorlar? De ki: “O hâlde onun uydurulmuş olduğu yolundaki iddianızda doğruysanız, hemen uydurma yoluyla, fesahat ve belagat da onun gibi bir sûre getirin. Çünkü sizler de benim gibi dilini çok fasih konuşan Arap dilinin mensuplarısınız! Ve Allah'dan başka kime gücünüz yeterse yardıma çağırın!“ fakat yine de buna gücünüz yetmeyecektir. Allahü teâlâ buyuruyor ki: 39 Hayır! O kâfirler, ilmini kavrayamadıkları yani hakkında hiç kafa yormadıkları ve te'vili yani onda yer alan tehditlerin sonucu kendilerine hiç gelmemiş olan şeyi yani Kur’ân’ı yalanladılar. Onlardan önce gelen ümmetler de, peygamberlerini böyle yalanlamayla yalanlamışlardı. Ama bak, peygamberlerini yalanlamakla zâlimlerin sonu ne oldu? Yani işlerinin sonu nasıl helake vardı? İşte bunları da böylece helâk edeceğiz. 40 Onlardan Yani Mekkelilerden bazıları Kur’ân'a inanır. Çünkü Allah ezelî ilmiyle onlardan îman edecekleri bilmektedir. Bazıları da sonsuza kadar inanmaz. Ama Rabbin fesatçıları çok iyi bilir. Bu, onlar için bir tehdittir. 41Eğer seni yalanlamakta ısrar ederlerse, onlara “Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Yani herkes yaptığının karşılığını görecektir. Siz benim yapacağımdan berîsiniz. Ben de sizin yapacağınızdan berîyim“ deyiver. Bu âyet kılıç âyeti ile neshedilmiştir. 42İçlerinden Kur’ân okuduğun zaman seni dinleyenler de var. Fakat sağırlara sen mi işittireceksin? Allahü teâlâ, kendilerine okunan Kur’ân'dan istifade edememeleri yönüyle onları sağırlara benzetmiştir. Hele sağırlıklarının yanında akılları da ermiyorsa yani düşünemiyorlarsa! 43Onlardan sana bakanlar da vardır. Fakat körlere sen mi yol göstereceksin? Hele basiretleri de yoksa! Allahü teâlâ, hakka varamamaları yönüyle kendilerini körlere benzetmiştir. Hattâ bunların durumu âmâlardan daha da ağırdır Zira: ” gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin sinelerdeki kalbler kör olur“ (El - Hac: 46) 44Şüphesiz Allah insanlara hiç zulmetmez Lâkin insanlar kendilerine zulmederler. 45O gün Allah, onları mahşere toplayacak. Sanki onlar, gördükleri dehşet verici haller dolayısıyla gündüzün bir saatinden başka dünyada, yahut kabirlerinde kalmamışlardır. Aralarında tanışacaklardır, öldükten sonra tekrar diriitildikleri zaman birbirlerini tanıyacaklar. Ancak daha sonra karşılaşacakları zorlukların daha da şiddetlenmesi sebebiyle bu tanışma son bulacak. Tekrar diriltilmek suretiyle Allah'ın huzuruna çıkacaklarını yalan sayıp da hidâyet yolunu tutmamış olanlar, muhakkak büyük zarar a, uğramıştır. Âyet - i kerîme’de geçen Teşbih cümlesi, “ hüm” zamirinden hâl düşer. “yetearefune beynehüm“ cümlesi “ hüm” zamirinden (veya “yelbesü“ nun vavından) hâl - i mukaddere, yahut (âyetin başında bulunan} zarfın mutaallakı düşer. 46 Onları kendisiyle va'd ettiğimizin bir kısmını sana göstersek - ki, o da hayatında onların azaplandırılmasıdır - murad bu olmuş olur yahut senin ruhunu onları azaplandırmadan alsak, onların dönüşü ancak bizedir. Sonra Allah onların yapacakları şeylere yani yalanlamalarına ve küfretmelerine de şahittir. Detayıyla haberdardır. Dolayısıyla onları en çetin azapla azaplandıracaktır. Âyet - i kerîme’de geçen “ İmma” lâfz - ı celilinde in - i şartıyye'nin nunu, ma - i zâide'ye idğam edilmiştir. Şartın cevabı mahzûf olup: ” fezake ” Takdirindedir. 47
Ümmetler içinde
her ümmetin bir peygamberi vardır. Onların
peygamberleri kendilerine geldiği vakit,
onu yalanladıkları takdirde aralarında adaletle hüküm
verilir. Yalanlayanlar azaplandırılır. Peygamber ise kendisini tasdik
edenlerle birlikte kurtulurlar. Kendilerine
onlara suçsuz yere azâb etmek suretiyle zulmedilmez.
İşte 48 “ eğer vaadinizde doğru söylüyorsanız bu azap ile va'd, ne zaman“ diyorlar. 49De ki: ” Ben kendim için uzaklaştırabileceğim bir zarar veya elde edebileceğim bir faydaya malik değilim. Meğerki Allah beni ona karşı kudret sâhibi kılmayı dilemiş ola. Ya size azâbı indirmeye nasıl mâlik olayım? ” her ümmetin bir eceli, helâk edilmeleri için belirlenmiş bir müddetleri vardır. Ecelleri geldi mi bir an o ecelden ne geri kalırlar, ne de o ecelden ileri giderler. 50De ki: ”söyleyin bakalım, bana haber verin; Allah'ın azâbı geceleyin yatarken veya güpegündüz gelse, mücrimler müşrikler bundan yani bu azaptan hangisine acele ediyor? Âyet - i kerîme’de zamir yerine zâhir isim kullanılmıştır. İstifham cümlesi, şarta cevap düşmektedir. Âyet - i kerîme’nin ifade tarzı senin: ”sana geldiğim zaman bana ne vereceksin? ”sözüne benzer. Murad mânâ, bekledikleri azâbın büyüklüğüne karşı onları korkutmaktır. Yani; Müşriklerin acele davrandıkları şey, aslında ne kadar büyüktür. 51Ya (bu azap) size indikten sonra mı O'na yani Allah'a yahut inişi sırasında azâba îman edeceksiniz? Hemze, geciktirilen imanın inkârı içindir. Yani (o vakit) o îman sizden kabul edilmeyecek ve size: “Şimdi mi inanıyorsunuz? Hani siz onu alaya alarak acele istiyordunuz? ” denilecek. 52Sonra o zulmedenlere: “ Tadın bakalım ebedî azâbı! Yani içinde ebedî olarak kalacağınız azâbı Vaktiyle kazandığınızın cezasından başka bir sebeple cezalandırılacak değilsiniz!“ denilecek. 53“ doğru mu bu bize vadettiğin azap ve öldükten sonra tekrar diriliş? ” diye sana soruyorlar. De ki: “ evet!“ Rabbime yemin ederim ki, O dosdoğrudur. Ve siz bundan yakayı kurtaramazsınız. Bu azaptan kaçamazsınız. 54 Zulüm etmiş küfretmiş her nefis, yeryüzündeki varlıklara orada bulunan mallara tümüyle sahip olsaydı Kıyâmet günü azaptan kurtulmak için onları feda ederdi. Azâbı gördükleri vakit, îman etmedikleri için içten içe pişman olurlar. Yani kâfirlerden reis durumunda olanlar, aşağılanma endişesiyle pişmanlıklarını yoldan çıkardıkları zayıflardan gizleyecekler. Fakat yaratıkların aralarında adaletle hüküm verilmesi takdir edilmiştir, hiç birine hiç bir şekilde zulmedilmez. 55Dikkat edin! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Beri bakın! Hiç şüphesiz Allah'ın öldükten sonra tekrar dirileceğinize ve herkesin yaptığının karşılığını göreceğine dair vaadi haktır gerçektir. Lâkin onların yani insanların çoğu bunu bilmezler. 56O diriltir, O öldürür ve âhirette ancak Ona döndürüleceksiniz de yaptıklarınızın karşılığını, sizlere gösterecektir. 57 Ey insanlar! Ey Mekkeliler! İşte size Rabbinizden bir öğüt içinde lehinize ve aleyhinize olan her şeyin yer aldığı bir kitap gönüllerdeki bozuk akide ve şüphelere bir deva ve ona inananlar için dalâletten hakka ulaştıran ve rahmet (olan Kur’ân ) geldi. 58 De ki, “Allah'ın lütuf ve rahmetiyle İslâm ve Kur’ân la ancak bununla yani bu lütuf ve rahmetle ferahlansınlar. Bu, onların topladıklarından dünyadan daha hayırlıdır. Âyet - i kerîme’de geçen : ”yecmeune ” lâfz - ı celili “ Tec - meune “seklinde ” Ta “ ile de okunmuştur. 59De ki: ”söyleyin bana: Allah size rızık olarak neyi yarattı da siz ondan bahire, şaibe ve ölü hayvan gibi kimini haram, kimini helâl yaptınız? De ki: ”size bu haram ve helâl kılma hususunda Allah mı izin verdi? Hayır, (bu konuda Allah size izin vermedi) Aksine bunu kendisine nispet etmekle Allah'a iftira ediyorsunuz. ( O’nun adına) yalan söylüyorsunuz. “ 60 Yalanı Allah’a iftira edenler, Kıyâmet gününü ne zannediyorlar? Yalan söylemekle onların zanları nedir? Allah'ın kendilerini cezalandırmayacağını mı zannediyorlar? Hayır! Şüphesiz Allah, insanlara karşı mallarıyla, onlara bahşettiği nimetleriyle lütf - u ihsan sâhibidir. Lâkin onların çoğu şükretmezler. 61 Ey Muhammed! Sen ne hâlde olsan, ondan ötürü yani içinde bulunduğun hâl dolayısıyla yahut Allah'dan gelen, sana indirdiği Kur’ân dan ne okusan ve sizler ne yapsanız - Burada yüce Allah Peygamberine ümmetiyle birlikte hitap etmiştir - o işe başlarken muhakkak biz üzerinizde şahit gözetleyici bulunuruz. Ne yerde ne gökte zerre en küçük karınca ağırlığınca hiç bir şey Rabbinden gizli kalmaz. Bundan daha küçük veya daha büyük hiç bir şey yoktur ki, açıkça bir kitapta Levh - ı mahfuzda yazılı olmasın. 62 Beri bakın! Şüphesiz Allah'ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar âhirette mahzun da olmayacaklardır. 63 Onlar o kimselerdir ki, (Allah'a) îman etmişler ve emir ve yasaklarına uymak suretiyle Allah'tan korkmuşlardır. 64 Dünya hayatında müjde onlarındır. Hakîmin Buharî ve Müslim'in şartlarına uygun olarak naklettiği bir hadis - i şerifte bu müjde, kişinin gördüğü veya kendisine gösterilen sâlih rüya, şeklinde tefsir buyurulmuştur. Âhirette de amellerinin karşılığını alıp cennete kavuşmakla (müjde onlarındır) Allah'ın kelimelerinde değişme olmaz. O’nun va'adlerinden geri dönme olmaz işte yukarıda zikredilenler var ya! Büyük bahtiyarlığın ta kendisidir. 65Onların sana: ”sen peygamber değilsin ve buna benzer sözü seni üzmesin. Şüphesiz ki, bütün izzet güç ve kuvvet Allah'ındır. O, söyleyenleri hakkıyla işitendir, yapılanları ayrıntılarıyla bilendir. Dolayısıyla onlara yaptıklarının karşılığını verecek ve sana yardım edecektir. Âyet - i kerîme’de geçen “ Şüphesiz ki, bütün izzet Allah'ındır“ cümlesi, cümle - i isti'nâfiyedir (Yani “ kavı “maddesine makul düşmemektedir.) 66Dikkat edin! Göklerde ve yerde ne varsa O'na kul olmak, O’nun mülkü olmak ve O’nun yaratığı olmak bakımından hepsi Allah'ındır. Allah'dan başkasına putlara ibâdet edenler dahi gerçekte Ona ortak koştukları şeylere tâbi olmazlar. Allahü teâlâ onların eş koşmalarından münezzehtir. Onlar bu hususta ancak zanna yani kendilerinin: “Onlar ilâhlardır ve kendilerine şefaatçi olacaklardır“ şeklindeki zanlarına tâbi olurlar. Ve onlar bu konuda sadece yalan söylüyorlar. 67İçinde rahat edesiniz diye geceyi (çalışasınız diye) gündüzü görücü olarak yaratan O'dur. Burada görme işinin gündüze isnad edilmesi mecazî olup, görmeye mahal olduğu için bu şekilde istimal edilmiştir. Elbette bunda düşünmek ve öğütlenmek kulağıyla dinleyecek bir kavim için Allah'ın vahdaniyyetini gösteren bir çok ibretler vardır. Yahûdiler, Hıristiyanlar ve meleklerin Allah'ın kızları olduğu inancında olanlar, 68 “Allah çocuk edindi “ dediler. Allahü teâlâ böyle diyenlere şöyle sesleniyor: Hâşâ O, çocuk edinmekten münezzehtir. O, herkesten ganidir. Çocuğu, yalnızca ona ihtiyacı olan arzu eder. Göklerde ve yerde ne varsa O’nun mülkü olmak, O’nun yaratığı olmak ve O'na kul olmak bakımından hepsi O’nundur. Sizin elinizde bu söylediğiniz hususta hiçbir bağlayıcı delil yoktur. Siz, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? Buradaki istifham tevbih (söylediklerine karşı onları azarlamak) içindir. 69 De ki, “kendisine çocuk nisbet etmek suretiyle Allah'a karşı yalan uyduranlar, elbette felâhbulmayacak, mesut olmayacaklardır. “ 70 Kendileri için dünyada hayatları boyunca faydalanacakları bir parça fayda vardır. Sonra ölümle dönüşleri bizedir. Sonra ölüm sonrası küfretmeleri sebebiyle, biz onlara şiddetli azâbı tattıracağız. 71 Ey Muhammed! Sen onlara yani Mekke kâfirlerine Nuh'un kıssasını oku. Hani o, kavmine: “ ey kavmim! Eğer benim aranızda bulunmam ve Allah'ın âyetlerini hatırlatmam, vaz - u nasihatte bulunmam size ağır geliyorsa (bilin ki,) ben ancak Allah'a tevekkül etmişimdir. Artık siz, ortaklarınızla beraber toplanıp görüş birliğine varın. Bana ne yapacağınızı kararlaştırın. Sonra yapacağınız bu iş, size örtülü kalmasın. Aksine onu izhar edin ve kararınızı açık açık bana bildirin sonra neyi arzu ediyorsanız bana uygulayın ve bana mühlet vermeyin. Çünkü ben size aldırış edecek değilim. Âyet - i kerîme’de geçen “ İz “ lâfz - ı celili, makablindeki “ Nuh’un” lâfzından bedel düşer “Ve şürekaeküm” lâfz - ı celili üzerinde bulunan“Vav“ da “ mea “ mânâsındadır. 72Eğer benim hatırlatmalarımdan yüz çevirirseniz, ben de sizden yaptığım hatırlatma üzerine bir ücret karşılık istemedim ki, yüz çeviresiniz! Benim ücretim sevabım ancak Allah'a aittir. Ben, müslümanlardan olmamla emir olundum demişti. 73Bunun üzerine yine onu yalanladılar. Biz onu ve gemide beraberinde bulunan kimseleri selamete çıkardık ve onları yani beraberinde bulunan kimseleri yeryüzünde halifeler yaptık. Ayetlerimizi yalanlayanları ise tufanla boğduk. Bak, uyarılanların sonu nice oldu. Yani sonları helâk edilmeleri oldu. İşte seni yalanlayanları da böyle yaparız. 74Sonra onun yani Nuh'un arkasından İbrâhîm, Hud ve Sâlih gibi birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik. Onlara açık mu'cizeler getirdiler. Fakat peygamberleri kendilerine gönderilmeden önce yalan söylediklerine bir türlü inanmak istemediler. İşte biz bu geçmiş ümmetlerin kalpleri üzerine mühür vurduğumuz gibi, ileri gidenlerin kalblerine de böyle mühür vururuz da bir türlü imanı kabullenmezler. 75Sonra bunların arkasından Mûsa ile Harun'u dokuz mu'cizeden ibaret âyetlerimizle birlikte Fir’avun'a ve onun adamlarına kavmine gönderdik. Fakat onlar o âyetlerimize imanı kibirlerine yediremediler. Mücrim bir kavim idiler. 76Kendilerine tarafımızdan hak (mu'cize) geldiği vakit, “muhakkak bu açık ve ortada bir sihirdir“ dediler. 77 Mûsa: 'Ya size hak gelince böyle “ muhakkak bu sihirdir” mi diyorsunuz? Bu sihir mi? Oysa bunu ortaya koyan felâhbulmuş ve sihirbazların sihrini iptal etmiştir. Hâlbuki sihirbazlar felâhbulmazlar! Âyet - i kerîme’de geçen iki yerdeki istifham da inkâr içindir. 78 Onlar: ”sen bizi, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çevirip bu yerde yani Mısır diyarında saltanat sizin ikinize kalsın diye mi geldin? Biz ikinizi de doğrulamayız “ dediler. 79Fir'avn: ” Bana bütün bilgiç sihir ilminde hüner elde etmiş sihirbazları getirin“ dedi. 80 Sihirbazlar geldiği vakit, Mûsa'ya: ”sen mi atacaksın, yoksa (önce) atanlar biz mi olalım? ” dedikten sonra Mûsa onlara: “Atacağınızı atın“ dedi. 81Onlar iplerini ve sopalarını atınca Mûsa “ Bu getirdiğiniz şey nedir? Sihir mi? Muhakkak Allah onu iptal edecektir. Çünkü Allah müfsitlerin işini rast getirmez. Âyet - i kerîme’de geçen “ ma” lâfz - ı celili istifhamiyye olup mübteda, “ ci'tüm! l cümlesi haber, “ es - Sihrü “ lâfz - s celili de “ ma “ dan bedel düşer. Âyet - ikerîme’de geçen ”es - Sihrü “ lâfz - ı celili bir kırâatta (ki, bizim kırâatimizdir) bir hemze ile haber olarak okunmuştur. Bu takdire göre “ ma “ mevsûle olup mübteda düşmektedir. 82 Allah, suçlular hoşlanmasa sözleri va'dleri ile hakkı gerçekleştirip ortaya çıkarır“ dedi. 83 Hâsılı, Fir’avun ve etrafındakilerin belası işkence edip dinlerinden çevirmesi korkusundan, Mûsa'ya onun yani Fir’avun'un kavminin çocuklarından ancak bir taife îman etti. Çünkü Fir’avun o yerde yani Mısır diyarında çok üstün üstünlük taslayan idi ve Rubûbiyyet iddiasında bulunacak kadar gerçekten çok aşırı giden sınırı aşan taşkınlardandı. 84 Mûsa da kavmine, “ ey Kavmim! Eğer Allah'a îman ettinizse ve Ona teslim olmuş müslümanlarsanız, yalnız O'na tevekkül edin“ dedi. 85 Onlar dahi, “Biz ancak Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizi bu zâlim kavmin fitnesine konu yapma! Yani onları bizlere gâlip getirme ki, kendilerinin hak üzere olduklarını zannedip bizimle fitneye düşmüş olmasınlar. 86Ve bizi rahmetinle bu kâfir kavimden kurtar dediler. 87 Biz ise Mûsa'ya ve kardeşine: “ kavminiz için Mısır'da bir takım evler edinin ve evlerinizi Fir’avun’dan emin olmanız için, içinde namaz kılabileceğiniz namazgâh yapın. Vaktiyle aşikâre namaz kılmalarına mani olmuştu. Namazı dosdoğru kılın onu tastamam eda edin. Hem de mü'minleri zafer ve cenneti ile müjdele. “ diye vahy ettik. 88 Mûsa: “ ey Rabbimiz! Sen Fir’avun'a ve etrafındakilere dünya hayatında bir ziynet ve haşmet ile nice nice mallar verdin. Ey Rabbimiz onlara bu malları neticede senin yolundan dininden sapsınlar diye mi verdin? Ey Rabbimiz! Onların mallarını (asli suretlerinden) çevir ve kalplerini şiddetle sık onları mühürle ve güvence altına al ki, o elem verici azâbı görmedikçe îman etmesinler dedi. Hazret - i Mûsa (a s) onlara beddua etti. Harun (as) da duasına “Âmin“ dedi. 89“İkinizin duası da kabul olundu - Bu duanın ardından malları taşa çevrildi. Fir’avun’da boğulma kendisine ulaşana kadar îman etmedi - siz yine onlara azap gelinceye kadar, risalet ve davet üzere doğruda devam edin ve (onların helakine ilişkin) hükmümün çabucak gelmesini isteme noktasında (kendini) bilmezlerin yoluna gitmeyin. “ Buyurdu. Rivayete göre bundan sonra onlara azâbın erişmesine kadar kırk yıl geçmiştir. 90Derken İsrâîloğulları'nı denizden geçirdik. Fir'avun ve askerleri, zulmetmek ve saldırmak için arkadan onlara yetişti. Nihayet boğulma ona ulaşınca (şöyle) dedi: “İnandım ki, İsrâîloğulları'nın îman ettiği Allah'dan başka ilâh yokmuş. Ben de müslümanlardanım “. Fir'avun kendisinden kabul olunur düşüncesiyle imanını tekrarladı. Ne var ki, imanı kabul edilmedi. Cebrâîl (as) rahmete nail olur, endişesiyle denizin çamuruyla ağzını tıkadı ve ona şöyle dedi: Âyet - i kerîme’de geçen ”ennehü “ lâfz - ı celili, bir kırâatta cümle - i müste'nife olarak hemzenin kesresi ile “İnnehü“ şeklinde okunmuştur. Âyet - i kerîme’de geçen “ Bağyen”Ve “ Adven” lâfz - ı ce - lilleri i’rapta mef’ûl - ı leh düşerler. 91Ya! Şimdi mi îman ediyorsun? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve gerek kendi dalâletinde, gerekse başkalarını imandan saptırmanla müfsitlerden olmuştun! 92Biz de bu gün seni cansız bedeninle cesedinle kurtarıp denizden çıkaracağız ki, arkandan geleceklere bir ibret olasın dasenin kulluğunu bilsinler ve senin gibisini yapmaya kalkışmasınlar. İbn Abbâs'tan rivâyete göre, İsrâîl oğullarının bir kısmı Fir’avun’un ölüp ölmediği hususunda şüphe ettiler. Bunun üzerine onların görmeleri için denizden çıkarıldı. Bununla beraber insanların yani Mekkelilerin birçoğu, âyetlerimizden cidden gafildirler. Onlardan ibret almamaktadırlar. 93Gerçekten, İsrâîl oğullarını güzel ve hoş bir yurda yerleştirdik. Güzel yurttan maksat Şam ve Mısır şehirleridir. Ve kendilerine hoş nimetlerden rızık verdik. Nihayet bir kısmının mü'min, bir kısmının da kâfir olması suretiyle ihtilâfa düşmeleri de kendilerine ilim geldikten sonra oldu. Şüphesiz ki, ihtilâfa düştükleri şeylerde - ki, o da din konusudur - Rabbin Kıyâmet günü aralarında, mü'minleri kurtarıp kâfirleri azaplandırmak suretiyle hükmünü verecektir. 94Ey Muhammed! Şimdi eğer sana geçmiş ümmetlerin haberlerinden indirdiğimiz şeylerde bilfarz şüphe edecek olursan, senden önce kitabı Tevrat'ı okuyanlara soruver. Çünkü o, ellerindedir. Sor da doğru olduklarını sana haber versinler. Bu emre karşı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) “Ne şüphe ederim ne de sorarım“ Buyurmuştur. Yemin olsun ki, sana Rabbinden hak geldi. O hâlde sakın şüphe edenlerden olma! 95Sakın Allah'ın âyetlerini yalanlayanlardan olma! Sonra hüsrana düşenlerden olursun. 96Doğrusu aleyhlerinde azap ile Rabbinin takdiri vâcip olanlar imana gelmezler. 97Onlara bütün mu'cizeler gelse bile, ta acıklı azâbı görünceye kadar inanmazlar. Bu esnadaki îmanları da kendilerine fayda vermez. 98 Azap kendilerine inmezden önce bir belde - halkı kastedilmiştir - îman edip bu îmanları kendilerine fayda verseydi ya! Lâkin Yûnus'un kavmi kendilerine inecek azâbın emarelerini görüp bizzat inmesine kalmadan îman ettikleri vakit, dünya hayatında o rüsvaylık azâbını kendilerinden kaldırdık ve onları ecellerinin sona erdiği bir müddete kadar faydalandırdık. 99Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa, hepsi topyekûn îmân ederdi. O hâlde sen, mü'min olsunlar diye insanları Allah'ın haklarında murad etmediği şeylere zorlayacak mısın? Hayır! 100Allah'ın iradesi olmadıkça, hiçbir kimsenin îman etmesi mümkün değildir. Allah'ın âyetlerini düşünemeyenleri O, pislik azap içinde bırakır. 101 De ki: ” Bakın! Göklerde ve yerde Allahü teâlâ'nın vahdaniyetine delâlet eden âyetlerden neler var? Fakat bu âyetler, bu uyarıcılar yani elçiler, Allah'ın ezelî ilminde îman etmeyecek bir kavme ne kadar fayda verir? Yani onlara fayda vermezler. Âyet - i kerîme’de geçen 'Nüzür” lâfz - ı celili, “Nezîrün” kelimesinin çoğuludur. 102 Onlar seni yalanlamakla, ümmetlerden kendilerinden önce geçen lerin günleri gibisinden yani onların başlarına gelen azap gibisinden başka bir şey gözetmezler. De ki: ” Bunu bekleyin! Çünkü ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. 103Sonra peygamberlerimizi ve îman edenleri azaptan kurtarırız. Biz böylece bir kurtarmakla üzerimize bir borç olarak müşrikleri azaplandırdığımız bir sırada mü'minleri Hazret-i Peygamber (sallalahü aleyhi ve sellem)'i ve ashâbını kurtarırız. Âyet - i kerîme’de geçen “ münecci ” lâfz - ı celili, mazideki hâlin hikâye edilmesi sebebiyle muzari sigasıyla zikredilmiştir. 104De ki: “ ey insanlar! Yani ey Mekkeliler! Benim dinim de onun hak olduğu noktasında bir şüpheniz varsa, bilin ki, ben, Allah'ı bırakıp da O'nda şüphe ettiğiniz için sizin taptıklarınıza - ki, onlar da putlardır - tapmam. Lâkin ruhlarınızı kabzetmek suretiyle sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Bana mü'minlerden olmaklığım emredilmiştir. Ve bana şöyle denilmiştir: 105Hem yüzünü (bütün dinleri bırakıp) sırf hak dine yönelmiş olarak dine çevir. Sakın müşriklerden olma! 106 Allah'ı bırakıp da şayet ibâdet edersen sana faydası, ibâdet etmezsen zarar ı olmayan şeylere tapma! Bilfarz bunu yaparsan, o hâlde sen hiç şüphesiz zâlimlerden olursun. 107Eğer Allah sana fakirlik ve hastalık gibi bir zarar dokunduracak olursa bil ki, onu ondan başka kaldıracak yoktur. Ama sana bir hayır dilerse, onun sana murad buyurduğu ihsanını geri çevirecek de yoktur. Onu yani o hayrı, kullarından dilediğine nasip eder. O, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 108De ki: Ey insanlar! Yani ey Mekkeliler! Size Rabbinizden hak geldi. Artık kim hidâyeti kabul ederse, sırf kendi nefsi için kabul eder. Çünkü hidâyeti kabulünün sevabı kendisi içindir, kim saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapmış olur. Çünkü sapmış olmasının vebali kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinize vekil değilim ki, sizleri hidâyete zorlayayım. 109Sana ne vahyolunduysa, ona uy ve Allah haklarında emriyle hükmünü verinceye kadar davetine ve müşriklerin eziyetlerine sabret! O, hâkimlerin en hayırlısı en adilidir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'de sabretti ve nihayet Allahü teâlâ müşrikler hakkında savaş, ehl-i kitap hakkında da cizye ile hükmünü verdi. |
﴾ 0 ﴿