11 - HÛD SÛRESİMekke’de nâzil olup 123 âyettir Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. 1Elif, Lâm, Râ. Bunlarla muradı ancak Allah bilir. Bu bir kitaptır ki, âyetleri nazmının mükemmelliği ve mânâlarının benzersizliği ile muhkem yapılmış, sonra hikmet sâhibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından hükümler, kıssalar ve nasihatler ile açıklanmıştır. 2Ta ki, Allah'dan başkasına kulluk etmeyin. Ben onun tarafından şayet inkâr ederseniz azâb ile uyarıcı ve îman ederseniz sevap ile müjdeci olarak gönderilmiş (Peygamber)im. 3Hem Rabbinizin şirkten bağışlamasını isteyin! Sonra O'na itâatle yönelin ki, sizi dünya da belirli bir zamana ölüme kadar rahat bir hayat ve geniş bir rızıkla güzel bir şekilde yaşatsın. Ve âhirette amelde bulunan her fazilet sâhibine mükâfatını versin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün ki, o da Kıyâmet günüdür azâbından korkarım. 4Dönüşünüz ancak Allah'adır. O ise her şeye kadirdir. Sevap ve azap da onun kudreti dâhilindedir. Buhârî'nin rivâyet ettiğine göre İbn Abbâs şöyle anlatmıştır: ” Bir takım kimseler büyük abdest bozmaya çıktıklarında veya kadınlarıyla temasta bulunduklarında avret yerlerinin göğe dönmüş olmasından utanırlardı da, 5Bu âyet onlar hakkında nâzil oldu. Bu âyetin münafıklar hakkında nâzil olduğu da söylenmiştir. Dikkat edin, onlar Allah'dan gizlenmek için göğüslerini çeviriyorlar. Dikkat edin! Onlar elbiselerine büründükleri zaman dahi Allahü teâlâ neyi gizlediklerini, neyi açığa vurduklarını bilir, o hâlde onların gizlenmeleri bir şey ifade etmez. Çünkü O, göğüslerin özünü hakkıyla bilendir. Yani kalplerde olanı bilir. Âyette geçen “ Tevellev“ fiilinden ta'ların biri hazfedilmistir. Aslında” Tetevellev “idi. 6Yeryüzünde debelenen hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a âit olmasın. Hepsinin rızkını lütuf ve keremi ile üzerine almıştır. “ dabbe “yeryüzünde yürüyen, kımıldayan her canlı için kullanılır. O onların dünyada yahut sulbünde durduğu yeri, meskenini de bilir, ölümden sonraki yahut rahimde emanet bulundukları yeri de. Anlatılanların hepsi açık bir kitapta Levh - ı mahfuzdadır. 7O, amel bakımından hanginizin daha güzel yani daha itâatkâr olduğu hususunda sizi imtihan etmek için, yerleri ve gökleri yaratmadan önce, Arş'ı rüzgârın sırtı üzerinde bulunan su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. O altı günün birinci günü pazar, sonuncu günü ise, Cuma günüdür. “Ve ma min dabbetin“deki “ min“zâittir” Liyeblüveküm'deki ”Lâm “ haleke'ye taalluk etmektedir. Buna göre mânâ: Yerleri, gökleri ve bu ikisinde bulunan size âit fayda ve maslahatları sizi imtihan etmek için yaratmıştır. Böyle iken eğer sen, Ey Resûlüm Muhammed! onlara öldükten sonra muhakkak diriltileceksiniz! Dersen, kâfirler mutlaka bu senin söylediğin şey ve öldükten sonra dirilmeden bahseden Kur’ân açık bir sihirden başka bir şey değildir. Bir kırâatte ise ”sahirun“ şeklinde olup bununla gösterilen ise Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) dir. 8Eğer belirli bir vaktin gelişine kadar onlardan azâbı geciktirirsek, o vakit de mutlaka alay tarzında “ona mâni olan ne? “ onun gelişini engelleyen nedir? Derler. Bunun üzerine Allah - u teâlâ şöyle buyurdu “ haberiniz olsun! Kendilerine azap geldiği gün onlardan döndürülecek defolunacak değildir. Ve o alay ettikleri şey azap onlara inmiş olacaktır. 9Şayet insana kafire tarafımızdan bir rahmet zenginlik ve sıhhat taddırır da sonra onu çekip alırsak muhakkak çok me'yus, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmiş, çok nankör olur. Şiddetle onu inkâr eder. 10Ama ona dokunan bir zarar dan fakirlikten, sıkıntıdan sonra, kendisine bir nimet tattırsak, mutlaka “Benden bütün kötülükler musibetler gitti der. “ Artık o nimetlerin elinden (bir daha) çıkacağını ummaz ve onlara karşı da şükürde bulunmaz. Çünkü o sevinir (bu anda) şımarıktır, kendine verilen şey ile insanlara karşı böbürlenendir. 11Ancak dertlere sıkıntılara (göğüs gererek) sabredip bolluk anlarında da hayırlı işler yapanlar müstesna. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır. O da cennettir. 12Belki de sen Ey Resûlüm Muhammed! (müşriklerin) “Ona bir hazine indirilse ya! Yahut beraberinde bizim de teklif ettiğimiz gibi kendisini tasdik edecek bir melek gelse ya!“ demesinden onu onlara tilavet etmen ile göğsün daralarak sana vahyolunanın bazısını terk edecek hâle gelirsin. Sana vahyedileni onların küçümsemesi yüzünden onu kendilerine (belki de) tebliğ etmeyeceksin. Sen ancak uyarıcı bir peygambersin. Senin görevin sadece tebliğdir. Onların sana teklif ettikleri şeyi getirmek senin görevin değildir. Allah ise her şeye vekildir, gözetendir. O hâlde onları cezalandıracaktır. (Hayır, bu varit değildir. Çünkü peygamberler kendilerine vahyolunana hıyanetten masumdurlar. Bu âyette tebliğ konusunda Resûlünü teşvik etmek vardır.) 13Yoksa “Onu Kuranı kendi uydurdu “mu diyorlar? De ki: “Öyleyse haydi siz de fesahatte ve belagatte onun gibi on sûre getirin düzme ve uydurma olarak. Çünkü siz de benim gibi fasih konuşan Araplarsınız. Önce onlara on sûre sonra bir sûre getirmeleri ile meydan okudu. Ve bunun için Allah'dan başka gücünüzün yettiklerini de bu konuda yardıma çağırın! Bu Kur’ân’ın uydurulmuş olduğu hususunda Doğru söylüyorsanız (onları yardıma çağırarak bunu yapın.) 14Eğer bunun üzerine onlar yani yardım için çağırdığınız kimseler size cevap vermezlerse, bilin ki, bu hitap müşriklere yapılmıştır. Kur’ân ancak Allah'ın ilmi ile indirilmiştir. Demek ki, Kur’ân’ı Muhammed uydurmuş değildir. O Allah ki, ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık bu kesin delilden sonra müslüman oluyor musunuz siz? Yani, Müslüman olunuz! 15Şirk üzere devam etmeye ısrar etmek suretiyle kim dünya hayatını ve ziynetini isterse, biz öylelerine, amellerini yani, sadaka ve yakın akrabayı gözetmek gibi yaptıkları hayrın karşılığını, rızıklarını onlara geniş yapmakla burada tamamen öderiz. Bu hususta dünyada onlara hiçbir noksanlık yapılmaz. 16Bunlar öyle kimselerdir ki, âhirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Yaptıkları şeyler orada yani âhirette boşa gitmiştir. Ayrıca onlara hiçbir sevap verilmez. Zaten bütün yapmış oldukları şeyler boştur. 17Hiç onlara benzer mi o kimse ki, Rabbinden açık bir delil açık beyan üzeredir ki, o da nebi sallallahü aleyhi ve selemdir. Yahut mü'minlerdir. O delil ise Kuran’dır. Hem onu, Allah'dan onun doğruluğuna şahit olan takip ediyor, Bu şahit Cibrîl (aleyhisselâm)'dır. Hem bundan yani Kur’ân dan önce kendisine uyulan ve bir rahmet olan Mûsa'nın kitabı Tevrat'da ona şahit olarak var. (Allah'dan kesin bir delil üzerine olan peygamber ve mü'minler) Bu şekilde olmayan kimseler gibi olur mu? Hayır olamaz. 'En” lâfzı aslında ”enne “idi. Tahfiflenmiştir. “ İmamen ve Rahme ten” kelimeleri hâldir. İşte bunlar yani Rabbinden bir delil üzere bulunan kimseler ona îman ederler. Yani Kur’ân'a ve onlar için cennet vardır. Hiziplerden kâfir toplumlarından her kim de onu inkâr ederse, artık ateş onun vaad edilmiş yeridir. Sen de bundan Kurandan şüphe içinde olma! Çünkü o Rabbin tarafından indirilmiş hak (bir kitab) dır. Lâkin insanların çoğu yani Mekke halkı îman etmezler. O'na ortak ve çocuk isnat etmek suretiyle Allah'a yalan uyduranlardan daha zâlim kim olabilir. Hiç kimse olamaz. 18Onlar Kıyâmet günü halkın arasında Rablerine arz olunacaklar ve şahitler ki, bunlar meleklerdir. Tebliğe dair peygamberlerin lehine, tekzibe dair ise de kâfirlerin aleyhine şahitlik edecekler. “Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır“ diyeceklerdir. Dikkat edin! Allah'ın lâneti zâlimlerin müşriklerin üzerinedir. 19Onlar ki, Allah'ın yolundan İslâm dininden men ederler ve o yolu onun eğri olmasını eğrilenmiş olmasını isterler. Onlar âhireti de inkâr ederler. “ eşhad “Şahid'in çoğuludur” hum” zamiri tekîd ifade etmektedir. 20Bunlar yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değillerdir. Kendilerini Allah'ın azâbından koruyacak Allah'dan başka hiçbir yardımcıları da yoktur. Başkalarını saptırmaları yüzünden onlara azap katlanacaktır. Onlar hakkı işitmeye tahammül etmiyorlardı, hem de hakkı görmüyorlardı. Yani onların hakkı ziyadesiyle kötü görmelerinden dolayı sanki (kabiliyetleri yok oldu da) hakkı işitmeye ve görmeye takarları yetmedi. 21İşte bunlar, kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Çünkü onlar, haklarında (âyet ve hadisle) desteklenmiş olan cehenneme varacaklardır. Ve Allah'a karşı iftira ettikleri, uydurdukları şeyler eş koşma davası hep kendilerinden kaybolup gitmiştir. 22Şüphesiz gerçek şu ki, onlar, âhirette en çok ziyan çekeceklerdir. 23Îman edip sâlih ameller işleyenler ve sükûnet ve kalp huzuru ile yahut yönelerek Rablerine itâat edenler var ya! İşte bunlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. 24Bu iki zümrenin yani Mü'minlerle kâfirlerin durumu kör ve sağır bu kâfirin durumudur. İle gören ve işitenin bu da mü'minin durumudur. Durumuna benzer. Hiç bunlar müsavi olurlar mı? Hayır müsavi olamazlar. Artık düşünmez misiniz siz? Hâlâ öğüt ve ibret almıyor musunuz? “ Tezekkerun“ Aslında” Tetezekkerun“ idi. Kelimenin aslında bulunan” Ta “ harfi zal'a idgam edilmiştir. 25Yemin olsun ki, biz Nûh'u kavmine göndermiştik. O kavmine şöyle demişi: ” Hakikat ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım şunu diyorum: 26“Allah'dan başkasına ibâdet etmeyin. Ondan başkasına ibâdet ederseniz sizin için dünya ve âhirette elem verici şiddetli bir günün azâbından korkarım. “ enni “ “kavi ” kelimesinin hazfedilmesiyle kesra ile de okunmuştur. 27Bunun üzerine kavminin ileri gelenleri eşraftan olanlar dediler ki: “Biz, seni ancak bizim gibi bir insan görüyoruz. Senin bizden üstünlüğün yoktur. Sana bağlı olanları da ilk bakışta içimizden sadece dokumacı, ayakkabıcı gibi ayak takımının, başlangıçta düşünmeden yani senin hakkında hiç düşünmeden, ilk görüşlerini ortaya koyma anında sana uyduklarını görüyoruz. Sizin bizden fazla bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bu nedenle bizim (size) uyma hakkına sahip değilsiniz. Hatta sizi risalet davasında yalancılar sayıyoruz. “ dediler. Kavmini de Nûh (aleyhisselâm) la beraber hitaba eklediler. “ Badiye' - r'a'yı “ hemzeli ve hemzesiz de okunmuştur. “ Badiyer’a'yı “zarfiyet üzere mensuptur. 28Nûh şöyle dedi: “ ey Kavmim! Söyleyin bana! Eğer ben Rabbimden açık bir delil üzerinde isem, bir de Allah bana kendi tarafından bir rahmet peygamberlik bahşetmiş de size gizli kalmışsa, size onu istemediğiniz hâlde zorla mı onu kabul ettireceğiz. Bizim buna gücümüz yetmez. 29Ey kavmim! Bana yani risaleti tebliğ etmeye karşı ben sizden bana vereceğiniz bir mal istemiyorum. Benim ecrim sevabım ancak Allah'a aittir. Ben îman edenleri benden istediğiniz gibi kovacak değilim. Elbette onlar öldükten sonra dirilmek suretiyle Rablerine kavuşacaklar. Neticede onları mükâfatlandırıp onların hakkını, kendilerine haksızlık yapan ve kovanlardan alacaktır. Lakin ben sizi işinizin âkıbetini bilmeyen bir kavim olarak görüyorum. “Amiyet” kelimesi bir kırâate göre meçhûl olarak mim'in ve ya'nın şeddesi ile deokunmuştur. 30Ey kavmim! Ben onları kovarsam Allah'dan yani azâbından bana kim yardım eder? Kim benden (azâbı) giderir? Benim için hiç bir yardımcı olamaz. Hiç düşünmez misiniz? Nasihat ve ibret almaz mısınız? “ Tezekkerun” kelimenin aslında bulunan ikinci ”ta “ “zal”e İdgam edilmiştir. 31Ben size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Ben bir meleğim de demiyorum. bilâkis sizin gibi bir beşerim. Gözlerinizin hor gördüğü kimseler (mü'minler) hakkında “ Allah onlara asla hayır vermez “ diyemem. Onların içlerindekini kalplerindekini en iyi Allah bilir. Ben böyle bir şey demiş olsam o takdirde, zâlimlerden olurum. “ 32Kavmi: “ ey Nûh! Gerçekten bizimle mücadelende çok ileri gittin. Bu konuda Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit edip durduğun o şeyi azâbı getir“ dediler. 33(Nûh) Dedi ki: “Onu size, hemen acele vermeyi dilerse, ancak Allah getirir. Çünkü o iş ona aittir. Bana âit değil. Ve siz âciz bırakamazsınız. Allah'dan kurtulamazsınız. 34Eğer Allah, sizi dalâlete düşürmeyi dilerse, ben size nasihat etsem de benim nasihatim size fayda vermez, Rabbiniz O'dur. Siz O'na döndürüleceksiniz. Birinci (cümledeki) şartın cevabı ikinci şartın cevabına delâlet ediyor. Yani Allah sizin dalâlete düşmenizi istemişse, benim nasihatim size fayda vermez. Allahü teâlâ buyurdu. 35“yoksa onu uydurdu mu? Yani Mekke kâfirleri Muhammed onu uydurdu “ diyorlar. De ki: “ eğer onu uydurdumsa, vebali, günahım yani onun cezası benim boynumadır. Hâlbuki ben, sizin yüklendiğiniz vebalden bana isnat ettiğiniz iftira hakkındaki suçunuzdan beriyim. “ 36Bir de Nûh'a şöyle vahyolunmuştu. Haberin olsun, îman edenlerden başka, kavminden sana hiçbir kimse asla îman etmeyecek, o hâlde onların yaptıklarından koştukları şirkten kederlenme! Bunun üzerine Nûh (aleyhisselâm) “ ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimse bırakma! (Nûh - 26) diyerek kavmine beddua etti. Allahü teâlâ duasına hemen icabet ederek şöyle buyurdu: 37“Bizim gözetimimiz ve korumamız altında ve vahyimizle emrimizle gemiyi yap! Hem o zulmeden kâfirler hakkında onları helâk etmeyi terk etme konusunda bana hitap etme! Çünkü onlar boğulmuşlardır (boğulacaklardır). 38Nûh (aleyhisselâm) Gemiyi yapar. Olayı zihinlerde canlandırmak için geçmiş bir hâl, şimdiki zaman sığasıyla hikâye edilmiştir. Kavminin ileri gelenlerinden bir grup her uğradıkça onunla alay edip güldüler. O dedi ki: ”siz bizimle eğleniyorsanız, (ileride) biz kurtulup, siz boğulduğunuzda bizimle alay ettiğiniz gibi, biz de sizinle alay edeceğiz. 39Kendisini rüsvay edecek azâbın kime geleceğini ve devamlı bir azâbın kimin başına geleceğini ileride bileceksiniz. “ 40Nihayet onları helâk etme emrimiz gelip de fırıncı fırındaki ateşin suyu kaynadığını gördüğü vakit ki, bu (Tufanın kopacağına dair) Nûh (aleyhisselâm) için bir alamet idi. (Nûh'a) Dedik ki: Her birinden yani erkek ve dişiden onların her sınıfından erkek ve dişi olarak ikişer çift ile aleyhinde onlardan helâk edilmelerine dair söz geçmiş olanlar müstesna. Ki, onlar da (bir) hanımı ile oğlu Kenan'dı. Sam, Ham ve Yafes onları üç tane eşleri ile birlikte gemiye aldı aileni ve îman edenleri gemiye al! Hikâye edildiğine göre, Allahü teâlâ, Nûh (aleyhisselâm) için yırtıcı hayvanları, kuşları ve bunların dışındakileri bir araya topladı. Bunun üzerine Nûh (aleyhisselâm) her iki elini her sınıfın üzerinde gezdirmeye başladı. Sağ eli erkek, sol eli ise dişi üzerine gelerek onları gemiye yüklüyordu zaten onun beraberinde bulunan az kimselerden başkası da îman etmemişti. Îman edenlerin sayısı hakkında ihtilâf edilmiştir. Denildi ki, onlar altı erkek ile hanımları idi. Yine denildi ki: Gemide bulunanların tümü seksen kişi idiler. Yarısı erkek, yarısı ise kadındı. “men” lâfzı ismi mevsûl'dür ve “ Ta'lemune ” kelimesinin mef'ûl - ıdur. “ hattâ“ gaye içindir. Ve “ yasnev“ fiiline taalluk etmektedir. “ İsneyni “ ' kelimesi ”ihmil“ fiilinin mef'ûl - ıdür. 41Nûh Dedi ki: ” Binin içerisine, onun akması da, durması da Allah'ın ismiyledır. Yani onun su üzerinde yüzmesi de demirlemesi ve durması da Allah'ın ismiyledır. Gerçekten Rabbim çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Ki, bu bakımdan bizi helâk etmedi. 42Gemi, içindekilerle birlikte yükseklikte ve büyüklükte dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. Nûh (aleyhisselâm) gemiden ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna Kenan'a seslendi: Yavrucağım! (gel) bizimle beraber sen de bin! kâfirlerle beraber olma! Oğlu cevap verdi; 43“ Bir dağa sığınırım, o beni sudan korur “. Babasi ” Bugün Allah'ın emrinden azâbından koruyacak kimse yoktur. Fakat Allah'ın merhamet ettiği hariç “. O korunmuştur dedi. Allahü teâlâ şöyle buyurdu: Derken aralarına dalga giriverdi o da boğulanlardan oldu. 44“ ey Yer! Senden çıkmış olan suyunu yut! O da semadan yağıp da nehirler ve denizlere dönüşenden başka kendi suyunu içerisine çekti. Ve ey gök! Yağmurunu tut“ denildi o da yağmurunu tuttu, su çekildi. Azaldı Ve iş bitirildi. Nûh'un kavminin helâk olma işi tamamlandı. Gemi de, Musul yakınlarında Cezire (Irak'ta bir şehir) de bulunan Cûdi dağının üzerinde durdu, zâlimler kâfirler güruhuna uzak olsunlar helâk olsunlar“ denildi. 45Nûh, Rabbine dua etti ve şöyle dedi: 'Ya Rabbi! Şüphesiz ki, oğlum Kenan benim ailemdendir oysa sen bana ailemi kurtaracağını vaad etmiştin. Şüphesiz senin vaadin haktır öyle ki, onda asla cayma olmaz. Ve sen hâkimlerin hâkimisin (hak ile) hükmedenlerin en bileni ve en âdilisin. 46Allahü teâlâ buyurdu ki: “ ey Nûh! (aleyhisselâm) O, senin kurtuluşa erecek olan yahut senin dininin mensubu olan ailenden değildir. Çünkü o yani onun kurtulmasını benden istemen sâlih olmayan bir iştir. Çünkü o kâfirdir. kâfirler için ise asla kurtuluş yoktur. O hâlde bilmediğin bir şeyi oğlunun kurtulmasını sakın benden isteme! Ben sana, (Doğru olup olmadığını) bilmediğin bir şeyi istemekle cahillerden olmayasın diye öğüt veriyorum. 47Nûh (aleyhisselâm)'Ya Rabbi! Bilmediğim bir şeyi, senden istemekten sana sığınırım. Benden sâdır olan şeyden eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, ben hüsrana uğrayanlardan olurum. “ dedi. 48“ ey Nûh! (aleyhisselâm) Sana ve gemide seninle beraber bulunan ümmetlere yani Nûh'un evlâtlarına ve (Kıyâmet gününe kadar gelecek olan) onların zürriyetlerine onlar da bütün mü'minlerdir, bizden selâm, selamet, yahut selâm ve bereketlerle hayırlarla gemiden in. Seninle beraber olanlardan (onlardan türeyecek) Daha birçok ümmetler vardır ki, biz onları dünyada faydalandıracağız. Sonra kendilerine âhirette bizden acıklı bir azap dokunacak denildi. Onlar da kâfirlerdir. 49
İşte bunlar
yani Nûh'un kıssasını
konu eden âyetler gayb haberlerindendir. Senin
görmediğin haberlerdendir Ki, onları sana vahyediyoruz.
Ey Resûlüm Muhammed!
Bundan Kurandan önce
onları ne sen bilirdin, ne de kavmin! O hâlde Nûh
(aleyhisselâm) sabrettiği gibi sen de kavminin eziyetine ve tebliğ
konusunda sabret! Şüphesiz güzel
âkıbet “ Bir kırâate göre âyette geçen “ Amelün” kelimesi mim'in kesresi ile “Amile'' şeklinde fiil olarak okunmuş, “ gayru” lâfzı ise (mef’ûl'u olarak) Mensûb okunmuştur. Buna göre “Amile “ fiilinin tahtındaki zamir “ibn” lâfzına âit olmuş olur. “ umemun'' lâfzı (mübteda olarak) merfû’ okunmuştur. 50Âd (kavmin)'e de (din kardeşleri olmayıp) aynı kabileden (neseben) kardeşleri Hûd'u (peygamber olarak) gönderdik. Dedi ki: “ ey kavmim! Allah'a ibâdet edin. Onu birleyin! Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. Siz putlara tapmakla Allah'a karşı yalan düzenlerden başka (kimseler) değilsiniz. 51Ey kavmim! Buna karşı tevhid konusunda sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak beni yaratana aittir. Akıllanmayacak mısınız? 52Ey kavmim! Şirk koşmaktan dolayı Rabbinizden bağışlanmanızı dileyin. Sonra ibâdet etmek suretiyle O'na dönün ki, böyle yaparsanız gökten size bol bol sağanak yağmur gönderir. (Rivayete göre üç yıl) onlara yağmur yağdırılmamıştı Ve mal ve çocuk vermekle kuvvetinize kuvvet katar. (Gelin) günahkârlar müşrikler olarak dönüp gitmeyin (yüz çevirmeyin). 53Onlar: “ ey Hûd! (aleyhisselâm) Sen bize sözüne karşı açık bir mu'cize delil getirmedin. Biz de senin sözünle yani senin sözünden dolayı ilâhlarımızı bırakıcı değiliz. Sana inanıcılar da değiliz. 54Âyetin tefsiri için bak:55 55Biz senin hakkında “ ilâhlarımızdan bazısı seni fena çarpmış“ dokunmuş ”sen ilâhlarımıza sövdüğün için onlardan biri seni çarparak aklını bozmuş da sen sayıklıyorsun“ (demekten) başka (bir şey) söylemeyiz. Hûd (aleyhisselâm) dedi ki: ” Ben kendime Allah'ı şahit tutuyorum. Siz de şahit olun ki, ben, sizin Allah'ı bırakıp Ona ortak koştuğunuz şeylerden beriyim. Artık bana siz ve putlarınız topyekun beni yok etmek için tuzak kurun. Sonra bana mühlet de vermeyin. 56Şüphesiz ki, ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah'a dayanmışım. Yeryüzünde yürüyen ne kadar canlı varsa hepsinin alnından tutan O' dur. Yani hepsinin sâhibi ve kahiri (galebe çalanı) O'dur. O hâlde onun izni olmadan (kimseden kimseye) ne bir fayda vardır ne de bir zarar. “An kavlike “ de bulunan harf - i cer illet ifade eden” Lâm“yerindedir“İn” lâfzı ise olumsuzluk ifade eden“ ma “ mânâsındadır. Özellikle alın saçı zikredildi. Çünkü alın saçından tutulan kimse nihai derecede boyun eğmiş olur. Şüphesiz ki, benim Rabbim, doğru bir yol üzerindedir hak ve adil bir yol üzerindedir. 57Şimdi siz (imandan) yüz çevirirseniz (ne diyeyim). Ben size gönderilmiş olduğum vazifemi tebliğ ettim. Hem Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi getirir de, siz Ona şirk koşmanızla hiçbir zarar veremezsiniz. Muhakkak Rabbim, her şeyin koruyucusudur. Her şeyi gözetleyicidir. “ Tevellev“ fiilinden ” ta”lardan biri hazfedilmiştir. 58Ne zamanki, azâb emrimiz geldi Hûd'u (aleyhisselâm) ve beraberinde îman etmiş olanları tarafımızdan bir rahmetle hidâyetle kurtardık. Evet, onları çok ağır katı bir azaptan kurtardık. 59İşte Âd, (Kavmi) Bu, onların kalıntılarına işaret etmektedir. Yani (onların) yurtlarına seyahat edin de kalıntılarına bir bakın (da ibret alın) demektir. Daha sonra onların durumlarını tanımlayarak şöyle buyurdu. “Rablerinin âyetlerini, inkâr ettiler ve onun peygamberlerine âsi oldular. “Rusulehu” kelimesi çoğul olarak getirilmiştir. Zira bir peygambere isyan eden, bütün peygamberlere isyan etmiş olur. Çünkü onlar getirdikleri esas şeyde hepsi müşterektirler ki, o da tevhiddir. Ve hakka karşı direnen her inatçı zorba reislerinin emri ardından gittiler. Yani ayak takımı kimseler (onlara uydular). 60Onlar, hem bu dünyada halk tarafından hem de Kıyâmet gününde halkın huzurunda lânete tâbi tutuldular. Bilesiniz ki, ! Âd kavmi, Rablerine küfrettiler. Onu inkâr ettiler. Haberiniz olsun! Hûd'un (aleyhisselâm) kavmi olan Âd Allah'ın rahmetinden uzak olsun. 61Semûd (kavmin)'e de aynı kabileden olan (neseb) kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Dedi ki: “ ey kavmim! Allah'a ibâdet ediniz, onu birleyiniz. Sizin O'ndan başka hiç bir ilâhınız yoktur. O sizi topraktan meydana getirdi. Ceddiniz Âdem'i O'ndan yaratmakla sizi yerden yaratmaya başlayan O'dur. Ve sizi yeryüzünün mimarları ve orada yerleşen sakinleri kıldı. O hâlde koştuğunuz şirkten dolayı O'ndan mağfiret dileyin! Sonra ibâdet etmek suretiyle O'na yönelin! Şüphesiz Rabbim, ilmi ile mahlûkatına yakındır, kendisinden isteyene icabet edicidir. 62Onlar: “ ey Sâlih! Sen, bundan evvel bu sözleri söylemeden evvel bizim aramızda ümit beslenen bir kimse idin. Bizim liderimiz olacağını ümit ediyorduk. Şimdi kalkıp da bizi, babalarımızın taptığı putlara tapmaktan men etmek mi istiyorsun? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin tevhidden (devamlı) kuşkuya düşüren bir şüphe içindeyiz “ dediler. 63Bunun üzerine Sâlih: “ ey kavmim! Söyleyin bakayım. Eğer ben, Rabbim tarafından bir beyyine (mu'cize) üzerinde isem ve bana tarafından bir rahmet peygamberlik bahşetmişse, O'na âsi olduğum takdirde, beni Allah'dan yani azâbından kim kurtarabilir? Beni koruyabilir Demek ki, siz, bu işi bana söylemenizle bana zarar vermekten (amelleri) boşa çıkarmaktan başka bir şey artırmayacaksınız. 64Ey kavmim! İşte size mu'cize olarak, Allah'ın bir dişi devesi, bırakın onu, Allah'ın arzında yesin. Ve kesmek gibi kötü bir maksatla ona dokunmayın, şayet onu keserseniz sonra sizi yakın bir azap yakalar“ dedi. 65Derken deveyi kestiler. Deveyi Kidar (adındaki bir şahıs) onların emri (ve rızası) ile kesti (Suç hepsine isnad edildi) Bunun üzerine Sâlih: 'Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. Sonra yok olacaksınız. İşte bu, içinde yalan bulunmayan gerçek bir vaattir. 66Onların yok edilmesi ile ilgili Emrimiz gelince Sâlih'i de, beraberindeki îman etmiş olanları da ki, onlar dört bin kişi idiler. Tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları o günün kepazeliğinden de kurtardık. Şüphesiz ki, Rabbin güçlü gâlip, kuvvetli olanın ta kendisidir. “yevmi iz “mu'reb olarak mim'in kesrası ile, mebni olana izafe ile de mebni olarak mim'in fethası ile okunmuştur. Daha çok bu şekilde okunmuştur. 67O zulmedenleri ise korkunç bir nâra yakaladı da yurtlarında ölü olarak diz üstü çöke kaldılar. 68Sanki onlar orada yurtlarında hiç oturmamışlardı. Haberiniz olsun! Semûd kavmi, Rablerine küfrettiler. İyi dinleyin! Semûd (kavmi Allah'ın rahmetinden) uzak olsun! “keen“ aslında” keenne “idi tahfiflenmiştir. İsmi ise mahzûftur. Yani “ keennehum “idi. “semud” lâfzı ise mahalle, semt mânâsına itibarla munsarıf, kabile manasına itibarla da gayri munsarıf olarak okunmuştur. 69Şanım haki için! İbrâhîm'e onun ardından İshak ve Ya'kûb'a da elçilerimiz müjde ile gelerek, “selâm“ dediler. O da, “selâm size olsun“ dedi. Ve hiç eğlenmeden gidip kızartılmış bir buzağı getirdi. “selamen” lâfzımef'ûl - ı mutlak olarak (ismi) masdardır. 70Ellerinin buzağıya uzanmadığını görünce, onları yadırgadı. Onlardan pek hoşlanmadı. Ve onlardan bir nevi korku duydu. Onlar, “korkma! Çünkü biz kendilerini helâk etmemiz için Lût kavmine gönderildik. “ dediler 71Onun hanımı yani İbrâhîm'in hanımı Sare ayakta onlara hizmet etmekte idi (Bu söz üzerine) onların helâkine sevinerek güldü. Biz de ona, İshak'ı ve İshak ın ardından oğlu Ya'kûb'u ve sen torununu görünceye kadar yaşayacaksın diyerek (kendisini) müjdeledik. 72'Vay başıma gelenler! Bu, büyük bir iş anında söylenen bir sözdür. Ben doğuracak mıyım? Hâlbuki ben doksan dokuz yaşında ihtiyar bir kadınım. Şu kocam da yüz yahut yüz yirmi yaşında yaşlanmış bir kimse! Doğrusu bu iki yaşlı kimseden bir çocuğun doğması (dünyaya gelmesi) çok şaşılacak bir şey! Dedi. 73(Melekler): ”sen, Allah'ın emrine kudretine şaşıyor musun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Ey ehlibeyt! Şüphe yok ki, O, (zatında ve sıfatlarında) övülmüş ve çok kerimdir. “ dediler. 74İbrâhîm'den korku gidip kendisine çocuk hakkında müjde gelince, Lût kavmi hakkında bizim elçilerimizle mücadele etmeye başladı. 75Çünkü İbrâhîm çok yumuşak huylu, acele etmeyen oldukça teenni ile hareket eden, kalbi yanık ve tamamen kendini Allah'a vermiş (O'na) yönelen bir kimse idi. (Melekler, “Biz bu şehir halkını helâk edeceğiz “ deyince) İbrâhîm (as) onlara: ”siz, içinde üç yüz mü'min olan bir köyü helâk mi edeceksiniz? Diye sormuş onlar: ” Hayır“ demişler içinde iki yüz mü'min olan bir köyü helâk mi edeceksiniz? Diye sormuş, onlar, “ hayır“ demişler. İçinde kırk mü'min olan köyü helâk mi edeceksiniz? ” diye sormuş Onlar da;” hayır“ demiş. İçinde on dört mü'min olan köyü helâk mı edeceksiniz? Diye sormuş Onlar” hayır“ demişler. Peki söyler misiniz; Orada bir tek mü'min kişi olsa orayı helâk eder misiniz? Diye sormuş, onlar: ” Hayır“ cevabını vermişler, bunun üzerine İbrâhîm (aleyhisselâm): ” muhakkak ki, orada Lût var“ demiş. Melekler: “Orada olanı biz iyi biliriz “ dediler. Böylece İbrâhîm (aleyhisselâm) mücadeleyi uzatınca melekler, 76“ ey İbrâhîm bundan bu mücadeleden vazgeç! Çünkü Rabbinin onları helâk etme emri geldi. Muhakkak onlara reddi imkânsız bir azap gelecektir. “ dediler 77Elçilerimiz Lût' a vardıklarında, onların yüzünden mahzun oldu, bunlar yüzünden göğsü daraldı. Çünkü onlar güzel yüzlü misafirler suretinde gelmişlerdi. Kavminden onlara bir kötülük geleceğinden korktu ve bu çok zor bir gün dedi. Âyette geçen 'Seyhan' lazfı hâl olmak üzere mansûbdur. Âmili ise 'Za' daki işaret mânâsıdır, (yani “ uşîru“ fiilidir) “ 78Lût' un kavmi onların geldiklerini öğrenince koşarak ona geldiler. Bundan önce de yani meleklere gelmeden önce de kötü işler oğlancılık yaparlardı. Lût: “ ey kavmim! İşte kızlarım onlarla evleniniz! Onlar sizin için daha temizdir. Artık Allah’dan korkun da, beni misafirlerimin içinde rezil etmeyin. Sizin aranızda iyiliği emredip, kötülükten alıkoyacak aklı başında bir adam yok mu“ dedi. 79Onlar şu cevabı verdiler: “Pekâlâ bilirsin ki, bizim senin (milletinin) kızlarında hiç bir ihtiyacımız yok. Sen bizim erkeklerle ilişki kurma isteğimizi pekâlâ bilirsin. 80Lût: “ keşke size karşı bir gücüm olsaydı yahut çok sağlam bir kalaya sığınabilseydim!“ size karşı bana yardım edecek bir aşirete sığınsaydım (mahzûf ” Lev “in cevabı) elbette sizi yakalayıp öldürürdüm, dedi. Melekler bu durumu görünce; 81“ ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana hiç bir kötülükle asla dokunamazlar. Hemen gecenin bir kısmında ailenle birlikte yola çık. Sizden hiçbiriniz onların başına gelecek olan büyük bir belayı görmemek için geri kalmasın. Yalnız karın hariç. Yani onu alıp götürme! Çünkü kavmine gelecek musibet, ona da gelecektir, (müfessirler tarafından) denilmiştir ki, Hanımını dışarı çıkarmadı. Şöyle de denilmiştir: Hanımı da çıktı (Fakat giderken) dönüp geri baktı (kavmine gelen musibeti görünce): “Vah kavmim“ dedi. O anda bir taş gelip onu öldürdü. Lût (aleyhisselâm) meleklere kavminin helâk vaktini sorunca onlar: Onların helâk zamanı sabahtır dediler. Lût (aleyhisselâm): ” Bundan daha acele olmasını istiyorum“ deyince, melekler: ”sabah yakın değil mi? ” dediler. Onların helâk edilmeleri ile ilgili. “İmre etuke “ “Ahadun'dan bedel olarak merfû’ okunur. Bir kırâate göre de ” ehlike “ den istisna yapılarak Mensûb okunur. 82Emrimiz gelince, oranın yani onların beldelerinin, Cibrîl'in o beldeleri göğe kaldırıp yere doğru ters çevirip salıvermesiyle üstünü altına getirdik ve üzerlerine, ateşte pişmiş çamurdan yapılmış taşları birbiri ardından yağdırdık. 83Ki, bu taşlar, Rabbinin katında damgalanmışlardı. Her taş kimin üzerine, o taş kime atılacaksa onun ismi yazılmıştı. Onlar taşlar yahut onların beldeleri zâlimlerden yani Mekke halkından hiç de uzak değildir. 84
Medyen halkına
da kardeşleri Şuayb'ı
gönderdik.
Dedi ki: “ ey kavmim! Allah'a kulluk edin, onu
birleyin! O'ndan başka hiç bir ilâhınız yoktur. Ölçeği
ve tartıyı eksik yapmayın! Çünkü ben sizi bir hayır ölçüde ve tartıda
eksik yapmaya ihtiyaç duymayacak kadar bir nimet (zenginlik)
içinde olduğunuzu görüyorum. Ve îman “inde Rabbike “ “musevvemeten ”e tealluk etmektedir ” kuşatıcı günün azâbi “ (Burada mecazi aklı vardır) azâbın o günde olması itibariyle kuşatma fiili güne isnad edilmiştir. (Bu fiilin zamana isnadı şeklindedir, bundan dolayı) gün kuşatma ile vasıflanmıştır. 85Ey kavmim! Ölçeği ve tartıyı adâletle tam yapın! İnsanların mallarından haklarından hiç bir şeyi eksiltmeyin. Ve yeryüzünde öldürmek ve buna benzer şekilde fesat çıkararak fenalık yapmayın! Ölçüyü ve tartıyı tam yaptıktan sonra, 86Allah'ın sizin için bıraktığı (helâl) rızkı sizin için eksik ölçme ve tartmadan daha hayırlıdır. Eğer mü'minlerseniz. (Allah'ın size verdiği helâl mala râzı olunuz) Ben, sizin üzerinizde yaptıklarınıza karşılık size karşılığını verecek bir gözetleyici değilim!“ Ben sadece korkutucu olarak gönderildim. Âyette geçen “ Ta'sev” kelimesi sa'nın kesresi ile okunan“ Asiye “ fiilinden gelmektedir. İfsad etti mânâsındadır ” mufsidun“ hâl'i müekkededir. Âmili olan” Ta'sev “filinin mânâsını tekid etmektedir (pekiştirmektedir). 87Onlar; kendisiyle alay ederek ey Şuayb! Atalarımızın taptıkları putlarını terk etmemizi yahut mallarımızda istediğimizi yapmaktan vazgeçmemiz teklifini sana namazın mı emrediyor? Yani bu saçma bir iştir. Hiç bir davetçi hayır olarak buna (kimseyi) çağırmaz. Doğrusu sen çok yumuşak huylu, çok akıllısın“ dediler. Bu sözleri alay ederek söylediler. 88Şuayb şöyle dedi: “ ey kavmim! Söyleyin bakayım! Eğer ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerine isem ve (bana tarafından güzel helâl bir rızık vermişse ben onu tartı ve ölçüde eksik ve (müşteriden mal alırken) fazla yapmak suretiyle haramla (hiç) karıştırır mıyım? Size yasak ettiğim şeylerde onlara gitmekle aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum ki, onları irtikâp edeyim (yapayım). Ben ancak gücümün yettiği kadar sizi adâletle ıslah etmek istiyorum. Bu ve buna benzer diğer itâatlere karşı başarım gücüm yalnız Allah'ın yardımı iledir. Ben, sadece Ona tevekkül ettim ve yalnız O'na yönelirim. 89Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz, sakın sizi Nûh kavminin veya Hûd kavminin yahut Sâlih kavminin başlarına gelen azâblar gibi, size bir musibet kazandırmasın! Lut kavmi oturdukları yerler yahut onların helâk olma zamanı sizden uzak değildir. O hâlde ibret alınız! Âyetteki “ Şikaki “ “yecrime “ nin failidir. Zamir bilinci mef'ûl - ı, “ enyusibe “ikinci mef'ûl - ıdur. 90Rabbinizden mağfiret dileyin! Sonra O'na yönelin. Şüphesiz Rabbim mü'minlere çok merhametlidir, onları çok sevendir. Sözüne itibar etmediklerini bildirmek için: 91Dediler ki: “ ey Şuayb! Biz, senin dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Ve biz gerçekten aramızda seni zayıf hakir bir kimse görüyoruz. Eğer senin aşiretin olmasaydı, mutlaka seni taşlayarak öldürürdük. Bizim katımızda senin değerin ve saygınlığın yoktur ki, seni taşlamaktan sakınalım. Sadece senin aşiretin saygıdeğer kimselerdir. 92Şuayb şöyle dedi: “ ey kavmim! Benim aşiretim, size Allah'tan daha mı değerli ki, beni Allah için korumuyorsunuz da kavmim için beni öldürmeyi bırakıyorsunuz ve O'nu yani Allah'ı arkaya atılan ve kendisine değer verilmeyen, hakkı gözetilmeyen bir şey gibi sayıp arkanıza atıp unuttunuz. Şüphesiz Rabbim ilmi ile sizin bütün yaptıklarınızı kuşatmıştır, (yaptıklarınızın) karşılığını size verecektir. 93Ey kavmim! Siz yolunuzda çalışmaya devam edin. Ben de yolumda çalışacağım. İleride rüsvay edecek azâbın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu bileceksiniz, işinizin sonunu bekleyin, ben de sizinle beraber beklemekteyim. Âyette geçen “ men“İsm - i mevsûldur “Alime “ fiilinin mef'ûl - ıdur. 94Onları helâk etme Emrimiz gelince, Şuayb'ı veberaberindeki îman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise, korkunç bir nâra yakaladı. Cibrîl onlara öyle bir nâra attı ki, yurtlarında ölü olarak diz üstü çöke kaldılar. 95Sanki onlar orada hiç ikâmet edip yaşamamışlardı. Dikkat, edin! Semûd (kavmi Allah'ın rahmetinden) nasıl uzak oldu ise, Medyen (Halkı) da (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun. “keen“' tahfiflenmiştir. Aslında” keennehum “idi. 96Âyetin tefsiri için bak:97 97Şanım hakkı için! Biz, Mûsa'yı da mu'cizelerimiz ve açık hüccetimizle Fir’avun'a ve kavminin ileri gelenlerine gönderdik. Ama onlar, Fir’avun’un emrine uydular. Fir’avun’un emri ise hiç doğru değildi. 98Fir'avn Kıyâmet gününde kavminin önüne geçecek dünyada ona uydukları gibi (Kıyâmet gününde de) onun ardına düşecekler ve onları cehenneme sokacaktır. O cehennem girilecek ne kötü bir yerdir. 99Burada da dünyada, lânete tâbi tutuldular, Kıyâmet gününde de lânete tâbi tutuldular, yapılan vardım ve bahşiş ne kötüdür. Onlara yapılan bu yardım. 100İşte bahsedilen bu kıssalar şehirlerin haberlerindendir. Ey Resûlüm Muhammed! Bu kıssaları sana anlatıyoruz. O şehirlerin bazısı duruyor, halkı yok olmuş, kendisi duruyor, bazısı da ekin gibi biçilmiştir. (O şehirlerden kimisi de) halkı ile beraber yok olmuş, tırpanla biçilmiş ekin gibi hiç bir izi kalmamıştır. Günahları olmadığı hâlde onları helâk ederek 101Biz, onlara zulmetmedik, fakat onlar Allah'a eş koşmak suretiyle kendilerine zulmettiler. Rabbinin azâbı geldiği vakit, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilâhları, kendilerinden hiç bir şeyi savamadı (defedemedi). Ve o şahısların o putlara tapınmaları sebebiyle onlara hüsrandan başka bir şey artırmış da olmadılar. “min“ har - i cem zâittir 102İşte, günahlar yüzünden zulümkâr şehirleri yakaladığı vakit, Rabbinin yakalaması böyle bir yakalamadır. Yani, Allah'ın yakalamasından hiçbir şey onlara fayda sağlayamaz ve hiç bir şey onlardan azâbı defedemez. Gerçekten O’nun yakalaması çok elem vericidir. Çok şiddetlidir. Âyette şehir zikredildi. Fakat şehrin halkı kastedilmiştir. Buhârî ve Müslim'in rivâyet ettiklerine göre EbûMûsa el - Eşari (radıyallahü anh) şöyle anlatıyor: “Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allahü teâlâ zâlime mühlet verir. Nihayet onu yakaladığında, zâlim onun elinden kurtulamaz “sonra Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okudu (Buharı; Tefsiru'l - Kur’ân, Müslim; Birr. Bl.) 103Anlatılan bu kıssalarda âhiret azâbından korkanlar için muhakkak çok büyük bir ibret vardır. O Kıyâmet günü bütün insanların o günde toplanmış (toplanacağı) bulunduğu bir gündür. O bütün mahlûkatın hazır olacağı bir gündür. 104Biz, onu ancak vakti Allah katında malûm olan sayılı bir müddet için geriye bırakıyoruz. 105O gün gelecek ya! O Kıyâmet gününde Allahü teâlâ'nın izni olmadıkça hiçbir kimse konuşamayacaktır. Artık onlardan yani halktan bir kısmı bedbaht ve onlardan bir kısmı bahtiyardır. Her biri ezelde yazılmıştır. Âyette geçen “ Tekellemu“ fiilinden ‘ta'lardan biri hazfedilmiştir. 106Allahü teâlâ'nın ezeli ilminde Bedbaht olanlara gelince onlar ateştedirler. Onlar için orada şiddetli sesle nefes alıp cılız bir sesle vermeleri vardır. 107Gökler ve yer durdukça yani göklerle ve yer dünyada devam ettikleri süre kadar orada ebedî kalıcıdırlar. Rabbinin bunlar üzerine sonsuza kadar ziyadesini dilediği (müddet) başka. Bunun mânâsı şudur: Onlar orada ebedî kalacaklardır. Muhakkak Rabbin istediğini hakkıyla yapandır. Âyette geçen ”illa “ gayrü mânasında kullanılmıştır. 108Bahtiyar olanlara gelince, onlar cennettedirler. Göklerle yer durdukça orada ebedî kalacaklardır. Rabbinin dilediğibaşka. Bunun da yorumu: Geride zikredildiği şekildedir. Bahtiyar kimseler hakkında cennette ebedî kalmaya (âyetin devamı) delâlet etmektedir. Bu, hizmet tükenmez, kesilmeyen (sonsuza kadar devam eden) bir lütuftur. Geride ifade edilen yorum (müfessirlerin görüşleri arasından) net ve açık olan bir yorumdur ki, bu da müşkülatsızdır. Allahü teâlâ muradını en iyi bilendir. T'aberi şöyle der: Araplar bir şeyin ebedi olarak sürekli olduğunu anlatmak İstediklerinde, bu göklerin ve yerin devamlı olması gibi devamlıdır. Yani ebedi olarak devam eder, derler. Yüce Allah onlara kendi aralarında kullandıkları sözlerle hitap etmiştir. 109O hâlde Ey Resûlüm Muhammed! Onların taptıkları şeylerden putlardan şüphe içinde olma! Çünkü biz, kendilerinden öncekileri cezalandırdığımız gibi onları da cezalandıracağız. Bu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için bir tesellidir. Onlar, daha evvelden ataları (putlara) nasıl tapıyorlar idiyse tıpkı onun gibi tapıyorlar. Yani tıpkı onların tapması gibidir. Oysa biz onları cezalandırdık. Biz de onların nasiplerini azaptan paylarını onlara verdiğimiz gibi eksiksiz vereceğiz. Yani, tam olarak vereceğiz. 110Yemin olsun ki, biz Mûsa'ya Kitabı Tevrat'ı verdik de Kur’ân gibi (kimi) tasdik etmekle (kimi de) yalanlamakla onun hakkında ihtilâf edildi. Eğer Rabbinden hesabın ve cezanın Kıyâmet gününe erteleneceğine dair bir kelime (söz) geçmiş olmasaydı mutlaka ihtilâf ettikleri şey hakkında dünyada aralarında hüküm verilmiş bitmişti bile. Gerçekten onlar yani Kur’ân’ı yalanlayanlar bundan yana kuşkuya düşüren bir şüphe içindedirler. 111Şüphesiz Rabbin, her birinin yani bütün mahlûkatın amellerini yani amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü O, onların yaptıkları her şeyden haberdardır. Dış yüzleri gibi iç yüzlerini de bilmektedir. “İnne “ şeddesiz ve şeddeli olarak da okunur” Le - ma “ Buradaki 'ma' zâittir” Lâm “ise (inne şeddeli okunduğunda mukadder kasemi hazırlayıcıdır (ona delâlet etmektedir) (İnne şeddesiz okunduğunda) ve Lâm'i farikedir (Yani tekid ile olumsuzluk iade eden“ in“ arasını ayırandır) Bir kırâate göre ” Le - ma “ şeddeli okunur, illa mânâsında istisna için olur. “ İn“ ise olumsuzluk edatı olur. 112Emrolunduğun gibi Rabbinin emrettiği şekilde amel etmek ve ona davet etmek üzere istikamet üzere ol! Ve seninle beraber îman edenler de dosdoğru olsunlar. Aşırı gitmeyin! Allah'ın koyduğu sınırları geçmeyin! Çünkü O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. Ve onların karşılığını size verecektir. 113Sevmekle yahut yağcılık yapmakla veya onların yaptıklarına rıza göstermekle zâlimlere sakın meyletmeyin! Ki, sonra size ateş dokunur. Zaten sizin Allah'tan başka sizi ateşten koruyacak yardımcılarınız yoktur, sonra yardım göremezsiniz. Allah'ın azâbından korunamazsınız. “min” lâfzızâittir. 114Gündüzün sabah akşam (her) iki tarafında yani sabah, öğle ve ikindi vakitlerinde ve gecenin gündüze yakın kısımlarında yani akşam ve yatsı saatlerinde namazı dosdoğru kıl. Bu öğüt alanlar için bir nasihattir. “Âyette geçen 'Zulefen' zulfet'in çoğuludur Şüphesiz ki, beş vakit namaz gibi iyi ameller, küçük günahları giderir. (İbn Mes'ud'un anlattığına göre) Adamın biri yabancı bir kadını öpmüş. Sonra Peygamberimiz (sav)'e gelip bunu haber vermişti. Bu kimse hakkında âyet nâzil oldu. Adam; 'Bu sadece benim için mi? diye sordu. Efendimiz: ” Bütün ümmetim içindir“ Buyurdu. Bu hadis - i şerifi Buharı ve Müslim rivâyet etmiştir (Buharı: Kitabu's - Salat) 115Ey Resûlüm Muhammed! Kavminden gördüğün eziyetlere yahut namaza sabret. Çünkü Allah, ibâdete devam etmek ile iyilik edenlerin ecrini zayi etmez. 116Sizden önceki devirlerde geçmiş nesillerde yeryüzünde fesat çıkarmaktan vazgeçirmeye çalışacak dindar, fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi? Buradaki teşvikten kastedilen menfiliktir. Yani onların arasında bu işi yapan olmadı. Fakat onlardan kurtardığımız kimseler pek azdır. Onlar vazgeçirmeye çalıştılar ve kurtuldular. “min“Beyan (açıklama getirmek) içindir. Fesat çıkarmak ve kötülükten vazgeçirmeyi terk etmekle zâlim olanlar ise kendilerine verilen (dünyevî) refahın nimetin ardına düştüler ve mücrim oldular. 117Halkı mü'min oldukları hâlde senin Rabbin kendi tarafından haksızlıkla memleketleri asla helâk etmez. 118Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet tek din mensubu yapardı. Fakat onlar dinde ihtilâfa düşmeye devam edecekler. 119Ancak Rabbinin kendilerine hayrı murad edip rahmetine nail olanlar müstesnadır. Onlar dinde ihtilâfa düşmeyeceklerdir (Allah bizi onlardan kılsın - Âmin - ) Onları bunun için yaratmıştır. Yani, ihtilâf ehlini ihtilâf için, rahmet ehlini de rahmet için yaratmıştır. (Buradaki Lâm, sonuç bildiren Lâm'dır Yani Allah onları yarattı ki, neticede ihtilâf ehli ile rahmet ehli birbirinden ayrılsınlar.) Ve Rabbinin sözü yerine gelmiştir. O da şudur: “Yemin olsun ki, ben, cehennemi hep insan ve cinlerden dolduracağım “. Âyette geçen “ küllen“ “ negussu“ fiili ile mansûbdur. Tenvini ise muzafunileyh’den ivazdır. 120Peygamberlerin haberlerinden, onunla kalbini tatmin ve tesbit edeceğimiz kendisine ihtiyaç duyulan her haberi sana kıssa olarak anlatıyoruz. “ma - nüsebbitü“ “küllen” lâfzından bedeldir. Bunda yani bu haberler veya âyetlerde de sana hak, mü'minlere bir nasihat ve ihtar gelmiştir. kâfirlerin aksine, mü'minler Kur’ân’ın öğütlerinden yararlandıkları için (burada) özellikle zikredildiler. 121Îman etmeyenlere de ki: ”siz kendi yol ve usulünüze göre amel edin! Biz de kendi yol ve usulümüze göre amel edicileriz. Bu onlara bir tehdittir. 122Ve işinizin sonunu bekleyin. Biz de işinizin âkıbetini beklemekteyiz “. 123Göklerin ve yerin gaybı yani göklerde ve yerde gizli olan şeyleri bilmek yalnız Allah'a aittir. Bütün işler ancak O'na döndürülecektir. O, âsi olan kimselerden intikamını alır. O hâlde yalnız O'na ibâdet et! O'nu birle. Ve O'na tevekkül eyle! O'na güven. Çünkü O, sana yeter. Rabbin sizin yapmakta olduğunuz şeylerden gafil değildir. Kendileri için tayin etmiş olduğu vakte kadar onları sadece geri bırakıyor. Âyette geçen “yerciu“ fiili malum sigasında okunur. “ İşler ona dönecektir” manasında olur. Meçhûl sigasında okunduğunda “ işler O’na döndürülecektir” manasında. |
﴾ 0 ﴿