12-YÛSUF SÛRESİ

Mekke'de nâzil olup, 111 Âyet-i kerîmedir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismi ile başlarım.

 1

Elif, Lâm, Râ. Bunlarla muradını ancak Allah bilir.

Bu âyetler, hakkı bâtıldan (ayırıp) açıklayan Kitabın Kur’ân’ın âyetleridir.

Âyâtu'l-Kitab'daki izafet, izafet-i beyaniye olup min manasınadır.

 2

Biz onun mânâlarını anlayasınız diye Araplar'ın dili üzere Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.

 3

Biz, sana bu Kur’ân’ı vahyetmekle, en güzel kıssayı anlatıyoruz. Durum şu ki, sen, daha önce bundan haberdar olmayanlardandın. Hatırla ki:

 4

Hani bir zamanlar, Yûsuf babasına Ya'kûb'a: ” Babacığım! Ben, rüyada on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm, gördüm ki, bana secde ediyorlar! Demişti.

 “İn”Tahfiflenmiştir. Aslında “ innehu “idi. “ya ebeti “ hazfedilen izafet“ya “sına delâlet etmek üzere kesre ile, ya’dan kalbedilen mahzûf elife delâlet etmek üzere de fetha ile okunması caizdir. Âyette geçen ikinci “Rea “ cümlesi birincisini tekid etmektedir. “sacidin“ akıllıların vasıflarından olan secde ile vasıflanmak için ya ve nun ile çoğul yapıldı.

 5

Babası: ”yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma! Sonra sana tuzak kurarlar. On bir yıldızın tevili kendileri olduğunu, güneşin annen, ay'ın ise baban olduğunu bilirler de, haset ederek seni yok etme hususunda tuzak kurarlar “ Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Düşmanlığı ortadadır.

 6

Rabbin seni böylece rüyada gördüğün gibi seni beğenip seçecek ve sana rüya tabirini öğretecek. Hem sana, hem Ya'kûb ailesine çocuklarına nimetini bundan önce ataların İbrâhîm ve İshak'a Peygamberlik ile tamamladığı gibi (sana da nimetini) peygamberlik ile tamamlayacaktır.

Rabbin mahlûkatını bilendir, yaratıklarına yaptığı işlerde hikmet sâhibidir.

 7

Şanım hakkı için, Yûsuf ve on bir kardeşlerinin haberinde onların haberlerini soranlar için ibretler vardır.

 8

Hatırla! Hani yani Yûsuf’un kardeşleri birbirlerine 'Yûsuf ve öz kardeşi Bünyamin babamıza herhalde bizden daha sevgilidir. Hâlbuki biz bir cemâatiz. Doğrusu babamız onları bize karşı tercih etmekle açık bir yanılma içindedir.

 “İn tahfiflenmiştir. Aslında “ innehu “idi.

 9

Yûsuf’u öldürün! Yahut onu uzak bir yere atın ki, babanızın yüzü yalnız size kalsın. Babanız tamamen size teveccüh etsin, sizden başkasına iltifatta bulunmasın. Ondan sonra yani Yûsuf’u öldürdükten yahut onu bir yere attıktan sonra tevbe ederek sâlih bir kavim olursunuz! Dediler.

 10

İçlerinden biri Yahuda adındaki kardeşi: 'Yûsuf'u öldürmeyin! Onu karanlık bir kuyu dibine atın da bir yolcu kafilesinden biri onu bulup alsın. Babanızla onun arasını ayırma isteğinizi yapacaksanız bununla yetinin.

 Bir kırâate göre “ gayebet“ çoğul olarak da okunmuştur.

 11

“ ey Babamız! Sen neden bize Yûsuf için güvenmiyorsun? Şüphe yok ki, biz elbet onun hayırhahlarız, onun faydasına olan şeyleri yerine getiren kimseleriz.

 12

Yarın onu bizimle beraber çöl'e gönder de bol bol yiyelim ve oynayalım. Şüphesiz biz onun koruyucularıyız.

Âyette geçen “ Nerte'g ve Nel'ab“ fiilleri ya ile de okunmuştur. “

 13

Babaları: “Onu götürmeniz, beni cidden üzer. Korkarım ki, siz ondan gafil bir haldeyken oyunla meşgulken onu kurt yer! Dedi.

Ya'kûb (aleyhisselâm)'ın kastetmiş olduğu belli bir kurt değil, kurt cinsini kastetmiştir. Kurt pek çoktu.

 14

Onlar: Yemin olsun ki, biz bir cemâat olduğumuz hâlde onu kurt yerse, bu takdirde biz âciz durumuna düşmüş oluruz, dediler. Ve Yûsuf’u onlarla beraber gönderdi.

Âyette geçen lâm, “kasem”lamıdır.

 15

Ne zamanki, kardeşleri, Yûsuf u götürdüler ve onu kuyunun dibine atmaya karar verdiler.

“ Lemma “ nın cevabı hazfedilmiştir.

Yani, ölümünü kastederek kendisini dövüp sövme ve benzeri şekillerle de ona eziyetten sonra gömleğini çıkardılar ve onu kuyuya sarkıtılar. Kuyunun yarısına kadar geldiğinde ölmesi için onu atıverdiler. Yûsuf önce suya düştü, daha sonra kuyunun içindeki bir kayaya tırmandı. Derken kardeşleri ona seslendiler. Kardeşlerinin kendisine acıdıklarını sanarak onlara cevap verince bir kaya parçası ile kendisini ezmek istediler. Fakat Yahuda onlara engel oldu. Bunun üzerine biz de ona kendisi on yedi yaşında yahut daha küçükken kalbini hoş etmek ve sebat vermek için gerçek bir vahiyle şöyle vahyettik: ”yemin olsun! Sen onlara haber verirken senin Yûsuf olduğunun farkında değillerken bugünden sonra yaptıklarını haber vereceksin“.

 16

Akşam vakti ağlaya ağlaya babalarına geldiler,

 17

“ ey babamız “ dediler, Biz gittik atma yarışı yapıyorduk. Yûsuf’u da elbiselerimizin yanına bırakmıştık. (Birde ne görelim) onu kurt yemiş! Şimdi sen bizi asla tasdik etmezsin. Şayet Biz senin katında doğruyu söyleyenler olsak da Yûsuf'a fazla muhabbetinden dolayı elbette sen, bu konu hakkında bizi itham edip duracaksın. Artık bizim hakkımızda sû-i zanda bulunduğun hâlde bize inanman ve doğrulaman nasıl olacak?

 18

Bir de üzerine yalan bir kan yani yalancı (sahte) bir kan ile gömleğini getirdiler. Bir oğlak kestiler ve kanını Yûsuf’un gömleğine bulaştırdılar. Fakat gömleği yırtmayı unutmuşlar ve bu Yûsuf’un kanıdır dediler.

Babalan Ya'kûb, gömleğin sağlam olduğunu görüp onların yalanını anlayınca: Hayır! Nefsiniz size Yûsuf’a yaptığınız işi süslü gösterdi.

Bu hususta benim yapacağım iş bu konuda sabırsızlık ve şikâyet değildir güzel bir sabırdır. Yûsuf'un işi hakkında söylediklerinize karşı da kendisinden yardım istenilen ancak Allah'tır.

Âyette geçen : “Alâ kamisihı “zarf olmak üzere mahallen mansûbdur. Üzerinde mânâsındadır.

Âyette geçen : “sabrun-cemil” mahzûf mübtedanın haberidir. Yani “ fe-emri sabrun cemil “ Takdirindedir.

 19

Öteden beri Medyen'den Mısır'a doğru giden bir yolcu kafilesi gelip Yûsuf’un bulunduğu kuyunun yakınında bir yerde konakladılar. Bu arada kuyudan su almak için suya giden sucularını göndermişlerdi. Sucu kovasını kuyuya sarkıttı. Yûsuf derhal kovaya sarıldı ve onu çıkardı. Sucu onu görünce “Ay Müjde! İşte erkek bir çocuk“ dedi.

Sucunun bu şekilde seslenişi mecazîdir (Sanki o müjdeye seslendi ve) dedi ki: ” gel, şimdi senin zamanındır“

Yûsuf'un kardeşleri işi anlayınca (bir nüshada) sucunun yanına, (diğer bir nüshada) kafilenin yanına gelerek, onu ticaret malı olarak gösterdiler. “ Bu, bizim kaçak kölemizdir“ diyerek durumunu (insanlardan) gizlediler. Yûsuf da kendisini öldüreceklerinden korkarak ses çıkarmadı.

Halbuki Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilendir.

Âyette geçen ” Büşra “ Bir kırâate göre de ” Büşraye “ şeklinde okunmuştur.

 20

Kafileye onu değersiz düşük bir fiyatla, birkaç yirmi yahut yirmi iki dirheme sattılar. Onlar yani kardeşleri Yûsuf’a rağbet etmeyen (ona karşı ilgisiz) kimselerdi.

Kafile onu Mısır'a götürdü ve Yûsuf’u satın alan kişi onu yirmi dinara ve iki çift ayakkabı ile iki elbiseye sattı.

 21

Onu satın alan Mısırlı Mısır'ın azizi (Maliye Bakanı) Kıtfır idi. Karısına Zeliha'ya: “O'na iyi bak! Bunun makamını nezdimizde şerefli tut! Umulur ki, bize faydası olur. Yahut onu evlât ediniriz.- Azîz'in çocuğu olmuyordu- dedi.

Onu öldürmekten ve kuyudan kurtarıp ona karşı Azîz! in kalbini şefkatli kıldığımız gibi, işte böylece Yûsuf’u orada Mısır diyarında yerleştirdik. Nihayet ulaşacağına ulaştı. Bunu bir de ona rü'ya tabirini öğretelim diye yaptık.

Âyette geçen “Velinu'allimehu” mukadder bir fiil üzerine atıftır. O da “ mekkenna “ya taalluk etmektedir. Mukadder olan” Li-numellikehu“ fiilidir. Yahut vav zâittir.

Allahü teâlâ emrinde gâliptir. Hiçbir şey onu âciz bırakamaz Fakat insanların çoğu ki, onlar da kâfirlerdir, bunu bilmezler.

 22

Yûsuf kemal çağına varınca yani otuz yahut otuz üç yaşına gelince peygamber olarak gönderilmeden evvel kendisine hikmet ve ilim dinde bilgili olma özelliğini verdik. İşte biz, onu mükâfatlandırdığımız gibi kendi menfaatlerine iyilik yapanları biz böyle mükâfatlandırırız.

 23

Onun bulunduğu evdeki kadın- ki, o kadın Zeliha idi- onun nefsinden murad almak istedi. Yani onun kendisiyle ilişkide bulunmasını ondan istedi ve evin kapılarını sımsıkı kapadı ve ona: ”sana söylüyorum gelsene! Yani gel!“ dedi.

Yûsuf: Bu işten Allah'a sığınırım! Doğrusu o yani beni satın alan benim efendimdir, o bana güzel baktı. Bana güzel bir mevki vermiştir. Ailesi hakkında ona hainlik edemem. Hakikat şudur ki, zâlimler zaniler felâhbulmazlar“ dedi.

“ Lâm“Beyan içindir (yani sana söylüyorum) Bir kırâate göre ” heyte ” kelimesi ha'nın kesresi ile diğer bir kırâate göre ta'nın zammesi ile okunmuştur.

24

O kadın andolsun ona niyeti kurmuştu. Kadın onunla birleşmeye kesin olarak karar verdi, (belki Yûsuf da) onu kastetmiş gitmişti. Birleşmeyi kastetmişti. Rabbinin burhanını görmeseydi. Bu şartın cevabı elbette Yûsuf onunla cinsi münasebette bulunacaktı.

İbn Abbâs (radıyallahü anh) der ki: “ (Babası) Ya'kûb'un sureti kendisine gösterildi de, babası Yûsuf’un göğsüne vurdu ve şehveti parmak uçlarından çıkıp gitti.

İşte böylece biz, ondan fenalığı hainliği ve fuhşu zinayı gidermek için O'na deliligösterdik. Çünkü O, Tâatde ihlâsa erdirilmiş seçilmiş kullarımızdandır.

Bir kırâatte “ muhlesin“ şeklinde lâm'ın fethası ile okunmuştur (Yani seçilmiş kullarımızdandı).

Bir açıklama: Bazı kimseler fasıklardan birine dahi nisbet edilmesi uygun olmayan bu davranışı Hazret-i Yûsuf’a nisbet etmiştir. Bunlardan biri de Vâkıdî'dir. Birçok sapık görüşleri nakletmiştir. Kesinlikle Yûsuf (aleyhisselâm) bu işe niyet bile etmemiştir. Çünkü Âyet-in açık ifadesi şudur: Rabbinin delili olmasaydı, kadına yaklaşmaya niyet edecekti. Fakat delili görünce, kendisinden böyle bir niyet meydana gelmedi. Bazı kaynaklarda “selef ”e atfen nakledilen iftiralar ise, kesinlikle doğru değildir. Çünkü Selef böyle bir şeyi söylemez. Bkz. Fahruddin Razi Mefatihu'l Gayb.

25

İkisi de kapıya koştular. Yûsuf kaçıp kurtulmak, kadın da onu yakalamak maksadıyla kapıya doğru koştular. Nihayet kadın, onun elbisesini tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı. Kadın, onun gömleğini arkadan yırttı. Ve kapının yanında efendisine kadının kocasına rast geldiler. Kadın hemen kendini temize çıkarmaya başladı ve sonra dedi ki: ”senin hanımına kötülük zina yapmak isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya dövülmek suretiyle acıklı bir azaptan başka ne olabilir? “

 26

Yûsuf: ”suçsuz olduğunu göstermek için“O kendisi benim nefsimden murad almak istedi. “ dedi. O’nun yakınlarından bir şahid de kadının amcasının oğlu olup rivâyet edildiğine göre beşikteki bir çocuktu, şahadet etti, şöyle dedi: “ eğer Yûsuf’un gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir. Bu ise yalancılardandır.

 27

Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiş, bu ise doğru konuşanlardandır. “

 28

Kadının kocası Yûsuf’un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce “Anlaşıldı, bu yani, “senin hanımına kötülük yapmak isteyenin cezası diye devam eden sözün sizin fendinizdendir, hilelerinizdendir. Çünkü ey kadınlar! Sizin hileniz, gerçekten çok büyüktür. “ dedi.

 29

Sonra Yûsuf a (dönerek): “ ey Yûsuf! Sen bundan bu işten vazgeç. (Ona buna) yayılmaması için bu işi (kimseye) açma. Ey Zeliha! Sen de günahına tevbe et! Çünkü sen günahkârlardan oldun! Dedi. Ve bu haber şöhret bulup her tarafa yayıldı.

 30

Şehirde Mısır şehrinde bir takım kadınlar da, “Vezirin karısı delikanlısının kölesinin nefsinden murad almak istiyormuş, onun sevgisi yüreğinin zarına işlemiş kölesinin aşkı yüreğinin zarına ulaştı. Doğrusu biz, onu Yûsuf’a karşı aşkından dolayı açık bir sapıklıkta hatada olduğunu görüyoruz “ dediler.

 “Âyette geçen “ hubben” kelimesi temyizdir.

 31

 (Zeliha) kadınların kendisi hakkında gizliden gizliye dedikodu yaptıklarını işitince, onlara (davetçi) gönderdi. Onlar için yerken yaslanmak için yaslanacak bir yer (ve) bıçakla kesilen bir taam (sofrası) hazırladı. Bu taam ise turunçgillerden (portakal ve benzerleri) idi. Ve her birine bir bıçak verdi. Yûsuf’a da: “Çık karşılarına!“ dedi. Kadınlar onu görünce (gözlerinde) çok büyüttüler ve bıçaklarla ellerini kestiler de gönülleri Yûsuf’a takıldığından dolayı acıyı hissetmediler. “ Allah'ı tenzih ederiz. Bu Yani Yûsuf bir beşer değildir. Bu, hemen hemen insan cinsinde bulunmayan bir güzelliğe sahip olduğundan ancak şerefli bir melektir. “ dediler.

Buhârî'de rivâyet edilen bir hadis-i şerife göre: ”Güzelliğin yarısı Yûsuf (aleyhisselâm)'a verilmiştir.

 32

Azîz'in karısı, kadınların başına gelen şeyi görünce “İşte bu gördüğünüz, kendisi hakkında onu sevme konusunda beni ayıpladığınız işte bu kimsedir. Azîz'in karısı bu sözü onlara karşı bir mazeret beyanı olarak söylemiştir.

Yemin ederim ki, ben bunun nefsinden murad almak istedim de, o şiddetle (bundan) sakındı. Yine yemin ederim ki, eğer o, kendisine emredeceğim şeyi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve mutlaka zelillerden olacaktır. “ dedi. Kadınlar Yûsuf’a: ” Hanımefendine itâat et“ dediler.

 33

Yûsuf: 'Ya Rabbi! Zindan bana bunların davet ettikleri şeyden daha makbuldür. Eğer bu kadınların tuzaklarını benden defetmezsen, ben onlara meylederim ve cahillerden günah işleyenlerden olurum.“ dedi. Yûsuf (aleyhisselâm) bu sözleri dua maksismi ile söylemiştir.

 34

Bu sebeple Yüce Allah şöyle buyurdu: Bunun üzerine Rabbi duasını kabul ederek ona icabet etti de kadınların tuzağını ondan bertaraf etti. Çünkü o, konuşulanları hakkıyla işiten ve yapılanları hakkıyla bilendir.

 35

Sonra Yûsuf'un suçsuzluğunu gösteren bunca delilleri görmelerinin ardından onu hapse atma (görüşü) kendilerine zâhir oldu. Yemin olsun ki, onu belli bir zamana halkın dedikodusu kesilinceye kadar mutlaka zindana atacaklarına dair yemin ettiler) ve zindana atıldı.

Âyette geçen ” Beda “ fiilinin faili mahzûf olup şarihin takdir ettiği ”enyescunuhu “sözüdür. Buna da”leyescunennehu“ delâlet etmektedir.

 36

Onunla beraber, zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri hükümdarın sâkisi, diğeri ise aşçısı olan hükümdarın iki kölesi idiler. Bu iki genç Yûsuf (aleyhisselâm)'ın rüya tabirinde bulunduğunu görünce “ mutlaka biz onu imtihan edeceğiz “ dediler. Bunun üzerine Onlardan biri, Sâki olan genç: ” Ben, rüyamda kendimi şarap yani üzüm sıkarken görüyorum“ dedi. Öteki aşçı olanı da: ” Ben de kendimi başımın üstünde ekmek taşırken görüyorum. Ondan kuşlar yiyor. Bize bunun tabirlerini haber ver! Çünkü biz, seni iyilik edenlerden görüyoruz “ dedi.

 37

Rüya tabirini bildiğini haber vererek onlara Yûsuf şöyle dedi: Size rüyanızda, rızık olarak hiç bir yemek gelmiyor ki, daha açıklaması gelmeden önce ben size onun te'vilini (açıklamasını) uyanıkken yapmış olmayayım. Bu Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Bu anlattıklarında o iki genci îman etmeye teşvik etti. Sonra bu teşvikini şu sözüyle kuvvetleştirdi: Çünkü ben, Allah'a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir kavmin dinini terk ettim.

Âyette geçen “ hum” zamiri te'kid ifade etmektedir.

 38

Atalarım İbrâhîm, İshak ve Ya'kûb'un dinine masum olduğumuz için uydum. Herhangi bir şeyi Allah'a şirk koşmamız bize yakışmaz. Bu tevhid bize ve insanlara Allah'ın bir lütfudur. Lâkin insanların çoğu ki, bunlar kâfirlerdir, Allah'a şükretmezler de (Allah'a) eş koşarlar. Bundan sonra Yûsuf (aleyhisselâm) o iki genci açıkça îmâna davet ederek söyle dedi:

 39

Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok ilâhlar mı daha hayırlıdır. Yoksa hepsine gâlip ve hâkim olan bir Allah mı? Daha hayırlıdır?

Buradaki istifham takrîr içindir (Yani Allah'ın daha hayırlı olduğunu ikrar ediniz).

 40

Sizin onu bırakıp taptığınız şeyler ondan gayrisi bir takım kuru isimlerden ibarettir ki, onları siz ve atalarınız takmışsınız. Onlara putlar adını siz koydunuz. Yoksa Allah, onlara tapmayla ilgili hiçbir delil, burhan indirmemiştir. Hüküm ancak bir olan Allah'ındır. O, yalnız kendisine ibâdet etmenizi emir buyurmuştur. İşte bu tevhid dosdoğru ve sabit dindir. Velâkin insanların çoğu ki, onlar da kâfirlerdir. Varacakları azâbı bilmezler de şirk koşarlar.

 41

Ey zindan arkadaşlarım! (rüyalarınıza gelince) ” Biriniz yani sâki olan üç gün sonra çıkıp efendisine daha önceki vazifesi üzere yine şarap sunacak. Diğeri ise üç gün sonra çıkıp asılacak ve kuşlar başından yiyecek. Görmüş olduğunuz rüyaların yorumu budur. Bunun üzerine onlar: ” Biz hiçbir şey (rüya) görmedik“ deyince, Yûsuf (aleyhisselâm) “İster doğru söyleyin, ister yalan fetvasını istediğiniz iş olup bitmiştir. (Çaresiz bu iş olacaktır).

 42

 (Yûsuf) onlardan kurtulacağını bildiği delikanlıya sâki olan gence: “ efendinin yanında beni an! O'na de ki: ” zindanda haksız yere hapsedilmiş bir genç var. “ Neticede genç zindandan çıktı. Ama şeytan efendisinin yanında Yûsuf'u anmayı ona yani Sâki'ye unutturdu da. Yûsuf senelerce zindanda kaldı. Yedi veya on iki yıl zindanda kaldığı rivâyet olunmaktadır.

 43

 (Bir gün) Mısır hükümdar'ı Reyyan İbn Velid şöyle demişti: “Rüyamda görüyorum yani gördüm ki, yedi semiz ineği, yedi zayıf inek yemektedir. Onları yutmaktadır.

Âyette geçen “ İcaf” kelimesi “ Acfa “ nın çoğuludur. Ve ayrıca yedi yeşil başak ile diğer yedi kuru başak (gördüm) kurular, yeşillerin üzerine eğildi ve onları yedi. Ey ileri gelenler! Bu rüyanın tabirini bana anlatın! Eğer rüya tabir edebiliyorsanız rüyamın tabirini yapınız!

 44

Tabirciler: ” Bunlar karma karışık rüyalardır. Biz böyle karışık rüyaların tabirini bilenler değiliz, “ dediler.

 45

O ikiden kurtulanı yani iki gençten kurtulanı ki, o da sâki olanıdır. Nice zamandan sonra Yûsuf’un halini hatırladı da dedi ki: Ben size onun tabirini haber veririm. Hemen beni gönderin!

Âyette geçen “ idde kere ” kelimesindeki (babın) aslında bulunan”Ta “ dal'a ibdal edilmiş, o “ dal“ da dal'a idgam yapılmıştır.

Bu ifade üzerine onu (Yûsuf’a) gönderdiler. Yûsuf’a gelerek dedi ki:

 46

“ ey Yûsuf! Ey pek doğru sözlü! Bize şunun hakkında fetva ver. Yedi semiz ineği, yedi zayıf (inek) yiyor ve yedi yeşil başağı, diğer yedi kuru başak yemiş, (yani ondaki rutubeti emmiş) umarım ki, insanlara yani hükümdara yahut arkadaşlarına dönerim de belki onlar bunun tabirini bilirler “ (anlamış olurlar).

 47

Yûsuf şöyle dedi: “yedi sene sürekli olarak ard arda ekin ekiyorsunuz. Yani ekiniz! Ekin ekiniz! Bu yedi semiz ineğin yorumudur. Biçtiklerinizi bozulmamak için başaklarında bırakın. Yalnız yiyeceğiniz kadar az bir miktarı hariç onu döğünüz.

 48

Sonra bunun arkasından yani yedi bolluk senesinden sonra yedi sıkıntılı kurak (yıl) gelecek. Bu da yedi zayıf ineğin yorumudur (tohumluk olarak) biriktirip sakladıklarınızdan az bir miktarı hariç olmak üzere bolluk yıllarında biriktirdikleriniz buğday ekinlerini yerler yani onu o yıllarda yiyeceksiniz.

 49

Sonra bunun arkasından yani yedi kıtlık yılından sonra bir yıl gelecek ki yağmur yağması sebebiyle o yılda insanlar sıkıntıdan kurtulacak ve o yıl çok bolluk olacağı için, insanlar üzüm ve diğer meyveleri o sene de sıkıp sağacaklar. “ gönderilen kişi hükümdara gelip rüyanın yorumunu ona arz edince;

 50

Hükümdar: “O'nu yani bu rüyayı tabir eden kişiyi bana getirin! Dedi. Bunun üzerine O'na yani Yûsuf’a elçi gelince; ve (hapisten) çıkmayı kendisine arz edince, Yûsuf (kendisine isnat edilen) suçtan temiz olduğunu göstermeyi kastederek şöyle dedi: “ efendine dön de, o ellerini kesen kadınların hali neydi kendisine sor! Çünkü benim Rabbim efendim onların hilelerini çok iyi bilir. “ elçi geri dönüp hükümdara (olayı) anlattı.

 51

Bunun üzerine kadınları toplayan hükümdar şöyle dedi: “yûsuf’un nefsinden murad almak istediğiniz vakit ne hâlde idiniz? “ Ondan size karşı meyil gördünüz mü? Kadınlar, “ hâşâ Allah için, biz onun aleyhinde bir fenalık bilmiyoruz “ dediler. Vezirin karısı: “Şimdi hak meydana çıktı. Ben onun nefsinden kâm almak istedim. O ise: “O (Zeliha) benden murad almak istedi “sözünde doğru söyleyenlerdendir. “

 52

Elçi, kadınların bu sözünü Yûsuf’a haber verince şöyle dedi: ” Bu yani Beraatımı arzu etmem, gıyabında ailesi hakkında kendisine hainlik etmediğimi ve Allah'ın, hakikaten hainlerin hilesini muvaffakiyete (başarıya) erdirmeyeceğini vezir bilmesi içindi.

Âyette geçen ” Bi'l-gaybı “ hâldir.

 53

Sonra Yûsuf (aleyhisselâm) Allah için tevazu ederek şöyle dedi;” Ben nefsimi hatalardan temize de çıkarmıyorum. Çünkü nefis, genelde gerçekten kötülüğü çok emreder. Ancak Rabbimin esirgediği ve koruduğu kimseler hariç. Çünkü Rabbim, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. “

 54

Hükümdar: O'nu bana getirin! Öz be öz O'nu kendime has bir (müsteşar) edeceğim! Dedi.

Bunun üzerine elçi kendisine gelerek: “ hükümdarın arzusunu yerine getir“ dedi. Yûsuf (aleyhisselâm) kalkıp zindanda bulunanlarla vedalaştı ve onlara dua etti, (çıktıktan) sonra gusül abdesti alıp, güzelce elbiseler giyerek hükümdarın yanına vardı. Sonra Yûsuf’la konuşunca ona “sen bugün, bizim yanımızda mühim bir mevki sâhibisin, İdaremizde emin (bir müsteşar) sın. Ne yapmamızı tavsiye edersin? ” dedi. Yûsuf (aleyhisselâm): Şu bolluk yıllarında yiyecek biriktir, bol ekin ek! Ve yiyeceği başaklarında sakla. Halk senden zâhire almak için sana gelecekler. Hükümdar: ” fakat bana bu işi kim yapıverecek“ dedi.

 55

İşte o vakit Yûsuf (aleyhisselâm): Beni Mısır memleketinin hazineleri üzerine (memur) tayin et! Çünkü ben (onları) korumaya sâhibim, onların tasarruf şekillerini bilirim dedi. Bir görüşe göre kâtip ve muhasip şeklinde tefsir edilmiştir.

 56

İşte Yûsuf’u böylece zindandan kurtarmayı kendisine ihsan ettiğimiz gibi o yere Mısır memleketine yerleştirdik. Darlık ve hapis hayatından sonra O, o yerden neresini dilerse orada konaklardı. Rivayet edildiğine göre hükümdar Yûsuf (aleyhisselâm)'a bir taç giydirir, devlet mührünü (çıkarıp) parmağına geçirip, kendisini vezirin yerine tayin eder. Veziri görevinden alır (görevinden alındıktan) sonra vezir vefat edince hükümdar Yûsuf'u vezirin hanımı (Zeliha) ile evlendirir. Gerdeğe girdiğinde Zeliha'yı bakire bulup (Yûsuf Zeliha'ya nasıl bu senin istediğinden daha iyi değil mi? demiş). Ve ondan iki oğlu dünyaya gelir, Mısır memleketinde adâleti icra eder ve insanlar (hükümdarlar) kendisine boyun eğip itâatkâr olurlar.

Biz rahmetimizi dilediğimiz kimseye veririz. İyilik edenlerin mükâfatını da zayi etmeyiz.

 57

Ama îman edip takva yolunu tutanlar için elbette âhiret mükâfatı dünya mükâfatından daha hayırlıdır. Derken kıtlık seneleri gelip Kenan (ili) ile Şam'da zuhur etti.

 58

Mısır veziri parayla gıda maddesi veriyor haberi kendilerine ulaşınca zâhire almak için Bünyamin hariç Yûsuf'un kardeşleri çıka geldiler ve yanına girdiler. Yûsuf onların kendi kardeşleri olduklarını tanıdı. Onlarsa ondan ayrılalı aradan uzun zaman geçmesi ve onun öldüğünü zannetmelerinden dolayı onu tanıyamadılar. Bu yüzden kendisiyle İbranice konuştular. Yûsuf (aleyhisselâm) onları tanımazlıktan gelerek: ”siz benim ülkeme niçin geldiniz? Diye sordu. Onlar: ”yiyecek için geldik“ dediler. Yûsuf (aleyhisselâm): ”yoksa siz casus musunuz? ” dedi. Kardeşleri: “Allah korusun!“ dediler. Yûsuf (aleyhisselâm) “Peki siz nerelisiniz? ” diye sordu. Kardeşleri: “ kenan ülkesindeniz, babamız Allah'ın peygamberi Yakup'dur. “ diye cevap verdiler. Yûsuf (aleyhisselâm): Babanızın sizden başka çocukları var mı? Dedi. Onlar: “ evet“ dediler. Biz on iki kardeştik. Küçüğümüz çöle gitti ve orada helâk oldu (kayboldu). Babamız en çok onu severdi. Geride onun öz kardeşi kaldı. Babamız ölenin üzüntüsünü onunla gidermek için onu yanında alıkoydu. “ Bunun üzerine Yûsuf (aleyhisselâm) onların konuk edilmelerini ve ağırlanmalarını emretti.

 59

Yûsuf, onların bütün zâhire yüklerini hazırlayıp ölçeklerini tam yapınca, “ Bana baba bir erkek kardeşinizi Bünyamin'i getirin ki, söylediklerinizde doğru olduğunuzu bileyim. Görmüyor musunuz ben ölçeği eksik yapmaksızın tam ölçüyorum. Ve ben konukseverlerin en hayırlısıyım!

 60

Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size kile yani zâhire yok ve bana (boşuna) yaklaşmayın!

Âyette geçen “Ve-la tekrabun“ fiili ya nehy-i hazırdır (nun ise nun-u vikayedir) yahut da “ fela-keyle “ cümlesinin mahalli üzerine atfedilmiştir. Buna göre mânâ;” mahrum bırakılır ve (memleketime) yaklaşamazsınız.

 61

Kardeşleri, “Onu babasından istemeye çalışırız, Ve herhalde bunu başarırız “ dediler.

 62

Yûsuf uşaklarına, bunların onunla yiyecek satın almak için verdikleri sermayelerini ki, o da birkaç dirhemdi yüklerinin içine koyun. Olur ki, ailelerine döndükleri ve çuvallarını boşalttıkları vakit, farkına varırlar da yine bize gelirler dedi. Çünkü onlar (o kadar dindar kimselerdir ki,) o sermayeyi yanlarında tutmayı helâl görmezler!

Âyette geçen ” fityan” kelimesi ”fityet'un“ şeklinde de okunmuştur.

 63

Bu suretle babalarına döndükleri vakit, şöyle dediler: ”ey babamız! Eğer kardeşimizi kendisine göndermezsen bizden ölçek men edildi. (Zâhire verilmeyecek) Hemen kardeşimizi bizimle beraber gönder ki, ölçüp zâhire alalım. Biz onu muhakkak koruruz.

Âyette geçen “ Nektel“ fiili 'ya' ile de okunmuştur.

 64

Babaları dedi ki: ” Hiç ben onu size inanır mıyım? “

Âyette ver alan“ hel” kelimesi “ma “ (olumsuzluk) mânâsında kullanılmıştır.

Meğer ki, bundan evvel kardeşini Yûsuf’u inandığım gibi ola. Siz de ona yapacağınızı yaptınız. Koruma bakımından Allah daha hayırlıdır. Hem O, acıyanların en acıyıcısıdır. Bu yüzden onu korumayı (bana) ihsan edeceğini ümit ederim.

Âyette geçen “ hifzen“ Bir kırâate göre temyiz olarak ” hafızen“ şeklinde okunmuştur, “ Lillâhi Derruhu Farisen“ de olduğu gibi (Temyiz nekre olması gerekirken, müştak olarak gelmiştir).

 65

Derken eşyalarını açınca, sermayelerini kendilerine iade edilmiş buldular. “ ey babamız: Daha ne isteriz.

Âyette geçen “ ma” lâfzı istifhama aittir. Buna göre mânâsı Melik'in ikramından bundan daha büyük ne isteyelim? Âyette geçen 'Nebği “ Bir kırâate göre babalarına hitaben” Tebği “ şeklinde okunmuştur. Böylece Yûsuf’un kendilerine olan ikramını babalarına hatırlatmış oldular işte sermayemiz de bize iade olunmuş! Yine ailemize erzak getiririz. O erzak da gıda maddesidir.

 66

Kardeşimizi de muhafaza ederiz. Hem kardeşimiz için bir deve yükü fazla alırız ki, cömert olduğu için Melik'e bu çok kolaydır. “ dediler.

Babaları: “Onu sizinle asla gönderemem. Meğerki etrafınız ölmenizle yahut mağlup düşersiniz de onu getirmeye gücünüz yetmez bir suretle kuşatılmadıkça mutlaka onu bana getireceğinize dair yemin etmeniz suretiyle Allah'dan sağlam bir ahid veresiniz!“ dedi. Evlâtları bu konuda babalarına icabet ettiler. Ne zamanki bu konuda babalarına yeminlerini verdiler-Babaları: “Allah bizim ve sizin söylediklerimize karşı vekildir. Şahittir dedi. Nihayet oğlunu onlarla beraber gönderdi.

 67

Ey oğullarım! Mısır'a bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin ki, size nazar değmesin. Mamafih ne yapsam bu tavsiyem ile Allah'dan size yazdığı hiç bir şeyi sizden uzaklaştıramam. Benim bu tavsiyem ise bir şefkat eseridir. Hüküm ancak tek olan Allah'ındır. Ben ancak O'na tevekkül ettim. Sadece O'na güvendim. Tevekkül edenlerde yalnız O'na güvenmelidirler. “ dedi.

Âyette geçen “ min“ harf-i cerri zâittir.

 68

Allahü teâlâ şöyle buyurdu: Ne zamanki babalarının emrettiği yerden yani ayrı ayrı olarak şehre girdiler. Bu, Allah'ın kazasından hiçbir şeyi onlardan gidermedi. Sadece Ya'kûb'un nefsindeki bir haceti yerine getirmiş oldu. O da (oğullarına olan) şefkatinden nazar değmemesini istemesiydi.

Âyette geçen “ min“ harf-i cerri zâittir. Ayrıca “ illa ”edatı da”lakinne “ mânâsında kullanılmıştır.

Şüphesiz Yakûb, bir ilim sâhibiydi. Çünkü biz ona öğretmiştik. Biz ona (vahiy ile) öğretmemizden dolayı bir ilim sâhibiydi fakat insanların çoğu ki, onlar da kâfirlerdir Allah'ın temiz kullarına ilhamını bilmezler.

 69

Yûsuf’un huzuruna girdikleri vakit Yûsuf kardeşini yanına aldı ve “ Ben (evet) ben senin kardeşinim sen onların bize yaptıklarına bizi kıskanmalarına üzülme! Dedi. Onlara bir şey söylememesini ona tembih etti. Ve bir bahaneyle onu kendi yanında bırakacağına dair onunla anlaştı.

 70

Yûsuf onların zâhire yüklerini hazırlayınca, su kabını ki, bu, cevherlerle süslenmiş altın bir ölçek (su tas ) idi. Kardeşi Bünyamin'in yüküne koydu, Yûsuf’un meclisinden ayrılmalarından sonra da bir dellal söyle bağırdı: “ ey kafile! Muhakkak siz hırsızlarsınız!“

 71

Ya'kûb’un oğulları onlara dönerek: “Neyi yitirdiniz? (Neyiniz kayboldu? ) dediler.

Âyette geçen “ Ekbele “ fiilinden ” ked “ harfi hazfedilmistir (Demek ki, cümle, hâl cümlesidir) Yine Âyette geçen ” za” kelimesi ”ellezi “mânâsında ism-i mevsûldur.

 72

Onlar: ” Hükümdarın su kabını kaybettik “Onu getirene bir deve yükü yiyecek var. Ben de buna bir deve yükü yiyeceğe kefilim“ dediler.

 73

Kardeşler, Allah Allah! Pek’âlâ, bilirsiniz ki, biz bu yere fesat çıkarmak için gelmedik, hırsız kimseler de değiliz. Biz asla hırsızlık yapmadık dediler.

Âyette geçen “ Tellahi ” kasem için olup hayret mânâsı taşımaktadır.

 74

Nida eden veya arkadaşları: ” Biz hırsız kimseler değiliz sözünüzde yalancılar iseniz ve de sizde bulunursa çalanın cezası nedir? Dediler.

 75

Kardeşler, kimin yükünde çıkarsa, o kimsenin köle olarak alınmasıdır. Sonra bunu şu sözüyle pekiştirdi. İşte o kimse yani çalan kimse bunun yani çalınan şeyin cezasıdır. Ya'kûb (aleyhisselâm)'in şeriatında hırsızın cezası buydu.

Biz hırsızlık suçu işlemekle zâlim olanları böylece bir yıl köle olarak alınması cezasıyla cezalandırırız. Bundan sonra çuvallarının teftiş edilmesi için Yûsuf (aleyhisselâm.)'ın huzuruna döndürüldüler.

 76

Bunun üzerine (Yûsuf) itham altında kalmamak için kardeşinin kabında evvel onların kaplarını aramaya başladı. Sonra onu yani tası kardeşinin kabından çıkardı. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “İşte biz Yûsuf için böyle bir tedbir kullandık. Kardeşini yanında tutması için Yûsuf’a bu çareyi ilham ettik.

Mısır Hükümdarının kanununa göre, Yûsuf’un kardeşini hırsızlık suçundan dolayı köle olarak alıkoyma hakkı yoktu. Çünkü hükümdara göre hırsızın cezası, dövülmek ve çaldığının iki katı cezaya çarptırılmaktı. Köle olarak alınmak yoktu.

Meğerki babasının şeriatına göre kardeşini alıkoymayı Allah dilemiş ola!

“ cezahu” lâfzı mübteda, maba’di haberdir.

Yani Yûsuf (aleyhisselâm) kardeşini yanına alıkoymaya ancak Allah'ın dilemesiyle imkân bulmuştur, (hırsızın cezası nedir şeklindeki) kardeşlerine sorulması ve onların da, kendi şeriatlarına göre cevap vermelerini Allahü teâlâ'nın ilham etmesiyle olmuştur.

Biz dilediğimizi ilimde derecelerle yükseltiriz. Nitekim Yûsuf’u yücelttiğimiz gibi. Mahlûkattan başlayıp Allahü teâlâ'ya varıncaya kadar Her ilim sâhibinin üstünde, ondan daha iyi bilen birisi vardır.

Âyette geçen “ derecahu” kelimesi izafetle ve tenvinle de okunmuştur.

 77

Kardeşleri, eğer (Bünyamin) çalmışsa, daha önce onun bir kardeşi yani Yûsuf da çalmıştı. Yûsuf (aleyhisselâm) (çocukluğunda) annesinin babasına âit altından yapılmış bir putu çalarak ona tapmasın diye kırmıştı. Yûsuf bu sözleri içine attı, onlara belli etmedi.

İçinden, Siz Yûsuf ve kardeşinden daha kötü mevkidesiniz. Çünkü siz kardeşinizi babanızdan çaldınız ve zulmettiniz. Allah Yûsuf’un işi hakkında anlatmakta olduğunuz şeyi bilendir. “ dedi.

Âyette geçen “ Lehum” zamiri “siz daha kötü mevkidesiniz “sözündeki “ entum” kelimesine aittir.

 78

Kardeşleri, “ ey Vezir! Emin ol ki, bunun çok ihtiyar bir babası var. Bunu bizden daha çok sever, ölen çocuğu yerine bununla teselli bulur ve bundan ayrılması onu üzer. Onun yerine (bizden) birimizi al onu köle edin! Doğrusu işlerinde biz seni iyilikedenlerden görüyoruz!“ dediler.

 79

 (Yûsuf), “ eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını almamızdan Allah'a sığınırız.

Âyette geçen “ me'azellah” lâfzımef'ûl-ı mutlak olmak üzere mansuprur. Fiili (âmili} hazfedilmiş ve mef’ûlüne izafe edilmiştir. Yani Almamızdan Allah'a sığınırız takdirindedir.

Yûsuf (aleyhisselâm) yalan konuşmaktan sakınmak için“ Eşyamızı çalan“ demedi (de ” eşyamızı kimde bulursak“ dedi). Şayet ondan başkasını alırsak o zaman biz zâlimler oluruz “ dedi.

 80

Ondan ümitlerini kesince, fısıldaşarak bir kenara çekildiler. Yaş bakımından onların büyükleri Rubil, yahut akılca büyükleri olan Yehûdâ dedi ki: ” Babanızın sizden Allah adına kardeşiniz hakkında sağlam söz aldığını, bundanönce de Yûsuf hakkında ettiğiniz kusuru bilmiyor musunuz? “

Âyette geçen “ Neciyyen” lâfzı masdardır. Bir içinde kullanılır, birden başkası için de. Yani ”Birbirlerine fısıldaşarak.

Âyette geçen “ ma” lâfzızâittir. Ayrıca “ ma “ nın masdariyye olup, mübteda olduğu haberi ise “ min-kablu “olduğunu söyleyen vardır.

Artık ben, ta babam bana kendisine dönmeye izin verinceye veya kardeşimin kurtulmasıyla ile ilgili benim hakkımda Allah bir hüküm tayin edinceye kadar asla buradan Mısır yurdundan ayrılmam. O hâkimlerin en hayırlısıdır. En adil olanıdır

 81

Siz, babanıza dönün ve deyin ki, Ey babamız! İnan, oğlun hırsızlık etti. Biz onun hakkında ancak kesin olarak bildiğimiz şeye tasın onun eşyası içinde görülmesine şahidiz. Yoksa biz söz ve yemin verme zamanında bizim bilmediğimiz gaybın koruyucuları (bilicileri) değiliz. Şayet onun çalacağını bilseydik onu (yanımıza) almazdık.

 82

Hem bulunduğumuz şehre sor: O şehir de Mısır'dır. Yani Mısır halkına bir adam gönder de meseleyi onlara sor! Hem aralarında geldiğimiz ki, onlar Kenan'dan bir topluluktu. Kervana yani kafileye (sor). Biz emin ol, sözümüzde doğru (yu) söyleyicileriz.

 83

Kardeşleri babalarına varıp aynı sözleri söylediler. Babaları: ” Hayır, size nefisleriniz bir işi süsledi de onu uyguladınız. Daha önce Yûsuf’a yaptıkları işten dolayı onları suçladı.

Artık benim sabrım güzel bir sabırdır. Ola ki, Allah, bana hepsini Yûsuf ve iki kardeşini birden getirir. Çünkü benim halimi en iyi bilen tasarrufunda hikmet sâhibi ancak O'dur. “ dedi.

 84

Ve Ya'kûb, onlarla konuşmayı terk ederek, oğullarından yüzünü çevirdi de: 'Vay Yûsuf üzerine başıma gelenler!“ dedi.

Âyette geçen ”esefa “ daki elif izafet ya'sından (mutekellim ya’sından) ivazdır (onun yerine getirilmiştir.) Yani ”ey üzüntüm“ demektir ve oğluna olan kederinden gözlerine ak düştü, ağlamaktan dolayı gözlerinin siyahı silinip beyaza dönüştü. Artık gamını yutkunuyor, yutkunuyordu. Kederini belli etmeyecek şekilde gam ve kederini yutmaktaydı.

 85

Oğulları, “Allah'a yemin ederiz ki, sen hâlâ Yûsuf’u anıp duruyorsun. Sonunda uzun süre hastalığından sen ölüme yüz tutacaksın veya helâke uğrayanlardan ölenlerden olacaksın.“ dediler.

Âyette geçen “ Tefteu“ fiilinin başından 'Lâm' hazfedilmiştir (Kasemin cevabıdır). Ayrıca “ harezen” kelimesi masdardır. Müfred ve diğerleri (tesniye-cemi) kip (siga) bakımından aynıdır.

 86

O oğullarına şöyle dedi: ”Ben gam ve kederimi ancak Allah'a şikâyet ederim. O'ndan başkasına açmam. O öyle bir zattır ki, kendisine yapılan şikâyet fayda verir.

Bess: Herkesin ona tahammül edemeyip insanlara yaymaktan kendini alamayacağı merak ve hüzün demektir.

Ve Allah tarafından sizin bilemeyeceğiniz Yûsuf’un rüyası doğrudur. O sağdır (gibi) şeyleri bilirim!

 87

Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf’la kardeşinden haberlerini araştırın. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah'ın rahmetinden ancak kâfirler güruhu ümidini keser. “

Bunun üzerine kardeşleri Mısır'a gitmek üzere çıktılar.

 88

Yûsuf’un yanına girince, Ey Vezir! Bizi ve ailemizi darlık açlık bastırdı. Pek ehemmiyetsiz onları gören herkesin değersizliğinden dolayı geri vereceği bir sermaye ile de geldik. Sermayeleri ayarı düşük bir kaç dirhem yahut buna benzer bir şeydi. Sen yine bize tam ölçü zâhire ver ve sermayemizin değersizliğine bakmadan müsamaha ile tasadduk eyle! Şüphesiz Allah, sadaka verenleri mükâfatlandırır. Bunun üzerine kalbi onlara yumuşadı, merhamete gelerek onlarla arasındaki perdeyi (gizlediği şeyi) kaldırdı.

 89

Sonra Yûsuf: Azarlayarak onlara: ”siz cahilliğinizde Yûsuf’un işi nereye varacağını bilemediğiniz zamanda, dövme, satma ve buna benzer işlerle Yûsuf’a ve kardeşinin ayrılığından sonra kendisine eziyet ve haksızlık etmenizle de kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz? Dedi.

 90

Dikkatle düşünerek huylarından o olduğu ortaya çıkınca kardeşleri onu tanıdıktan sonra; Yoksa sen sahi sen Yûsuf musun? Dediler. O da “ (Evet) Ben, Yûsuf’um, bu da kardeşim! Gerçekten Allah bize bir araya gelmeyi ihsan eyledi. Durum şu ki, Her kim Allah'dan korkar ve başına gelen şeylere sabrederse, bilsin ki, Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez. “ dedi.

Âyette geçen “ Einneke “iki hemzenin okunuşu ve aralarına elifi girdirmekle beraber ikinci hemzenin teshili ile iki vecih üzere okunmuştur.

Âyette geçen “ Einneke “iki hemzenin okunuşu ve aralarına elifi girdirmekle beraber ikinci hemzenin teshili ile iki vecih üzere okunmuştur.

 91

Kardeşleri: “Allah'a yemin ederiz ki, Muhakkak Allah saltanat ve diğer (sabır, ilim, yumuşak huylu gibi) şeyler ile seni bize üstün kılmıştır. Biz gerçekten sana yapılan iş konusunda günahkâr olanlardan olduk. Sana yaptıklarımızdan dolayı bizi zelil ve hakir kıldi “ dediler.

Âyette geçen “ İn”Tahfiflenmiştir yani “ İnna “ (Biz mânâsı) takdirindedir.

 92

Yûsuf, “ Bugün size kınama yok!” kınamanın beklendiği zaman olması bakımından Yûsuf (aleyhisselâm) özellikle bugünü (el-yevm) zikretti. O hâlde diğer günlerde kınamanın olmaması daha evladır (münasiptir).

Allah sizi bağışlar. O, acıyanların en acıyısıdır. Yûsuf (aleyhisselâm) onlara babasının durumundan sordu. Onlar ” gözleri görmez oldu “ dediler.

 93

Bunun üzerine “Şimdi siz, benim şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki, (tekrar) görür hâle gelsin. Bu gömlek İbrâhîm (aleyhisselâm) atıldığı zaman giymiş olduğu gömlekti (Cebrâîl tarafından) cennetten getirilen bu gömlek Yûsuf (aleyhisselâm) kuyudayken (nazar değmemesi için muska olarak)-boynunda asılı idi. Cibrîl bu gömleği babasına göndermesini emrederek“Onda cennet kokusu vardır. Herhangi bir derde yakalanmış olana dokunursa mutlaka şifa bulur“ dedi.

Ve bütün taallukatınızı da bana getirin“ dedi.

 94

Kafile Mısır'dan Şam bölgesine doğru ayrılınca, öteden babaları yanında bulunan evlâtlarına ve onların çocuklarına: Ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum. Sabâ rüzgârı bu (güzel) kokuyu Allahü teâlâ'nın izniyle üç veya sekiz yahut daha ziyade günlük mesafeden Ya'kûb (aleyhisselâm)'a getirmiş idi. Eğer bana beyinsiz ve bunak demezseniz. (Cevabı mahzûftur) elbette beni tasdik ederdiniz.

 95

Oradakiler ona: Allah'a yemin ederiz ki, sen Yûsuf’u aşırı derecede sevdiğin ve aradan uzun zaman geçmesine rağmen ona kavuşacağını umduğundan sen hâlâ eski yanlışlığındasın.

 96

Fakat müjdeci Yahuda gömlek ile gelince ki, (daha önce) kanlı gömleği kendisi getirmişti. Babasını (daha önce) üzdüğü gibi (şimdi de) onu sevindirmek istedi. Gömleği yüzüne koydu, derhal görmeye başladı. “ Ben size, Allah'dan sizin bilemeyeceklerinizi, ben bilirim demedim miydim? ” dedi.

 97

Oğulları: “ ey babamız! Bizim için günahlarımıza istiğfar ediver! Bizler, gerçekten günahkârlar idik“ dediler.

 98

Babaları: ”sizin için Rabbimden ilerde mağfiret dileyeceğim. O, gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. “ dedi.

Kabule daha şayan olsun diye, af dilemeyi seher vaktine erteledi (Bir görüşe göre) yahut da Cuma gecesine erteledi.

Daha sonra hepsi beraber Mısır'a doğru hareket ettiler. Yûsuf (aleyhisselâm) ve devletin ileri gelenleri onları karşılamak için çıkmışlardı.

 99

Ne zamanki onlar Yûsuf’un yanına (onları karşılamak için hazırlamış olduğu) çadırına girdiler. Yûsuf babasını ve anasını (veya annesi vefat etmişti de) yahut teyzesini kucakladı. Ve onlara “ Buyurun! Allah'ın izniyle emin olarak Mısır'a girin“ dedi. Ve böylece Mısır'a girdiler. Yûsuf (aleyhisselâm) tahtına oturdu.

 100

Ve Annesiyle babasını (da) tahtında yanına oturttu. Hepsi yani anne, babası ve kardeşleri onun için (ona kavuştukları için) alnı yere koyma suretiyle olan bir secde değil, selamlama ve hürmetle eğilerek secdeye kapandılar. O devirde onların selamlaması (veya resmi selamlamaları) bu şekilde idi. (Bizim şeriatımızda ise bu câiz değildir).

Yûsuf, “ ey babacığım! İşte bu, evvelce gördüğüm rüyamın tevilidir. Rabbim onu tahakkuk ettirdi. Ve hakikaten bana iyilik etti. Çünkü beni hapisten çıkardı. Yûsuf (aleyhisselâm) bir lütuf olarak, kardeşlerini utandırmamak için kuyudan (çıkardı) demedi, (yani kuyudan bahsetmedi). Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra o, sizi çölden getirdi. Muhakkak Rabbim, dilediğine lütufkârdır. Çünkü yarattıklarını hakkıyla bilir, yaptıklarında hikmet sâhibidir. Babası Yûsuf (aleyhisselâm)'ın yanında yirmi dört yahut on yedi sene kalmıştır. Yûsuf (aleyhisselâm) babasından on sekiz, yahut kırk yahut da seksen sene ayrı kalmıştır. Babasının vefatı yaklaşınca Yûsuf’a, na'şını götürüp babasının yanına defnetmesini vasiyet eder ve Yûsuf (aleyhisselâm) bizzat gidip babasının cenazesini götürüp oraya defneder. Sonra Mısır'a geri döner ve babasından sonra yirmi üç sene daha yaşar. Görevi tamamlanıp daha fazla yaşayamayacağını anlayınca, nefsi ebedî olan Melek'i (yaratanı) arzu etti ve şöyle dedi:

 101

Ey Rabbim! Sen, bana mülkten bir nasip verdin ve rüya tabirini öğrettin. Ey göklerle yeri yaratan! Dünya ve âhirette benim velimsin. Dünya ve âhiret işlerimin sâhibisin. Canımı müslüman olarak al! Ve beni atalarımdan olan salihler zümresine kat!“ dedi.

Yûsuf (aleyhisselâm) bundan sonra bir hafta veya bir haftadan fazla yaşamış ve yüz yirmi yaşında vefat etmiştir. Mısır ahalisi arasında nereye defnedileceği hususunda (anlaşmazlık çıkmış) birbirleriye kavga edecek hâle gelmişler. Nihayet mermerden bir tabut yapıp onun içine koymuşlar ve Nil nehrinin yukarı tarafına (mecrasına) defnetmeye karar vermişler ki, Nil nehrinin suları onun üzerinden geçerek bereket Nil'in her iki tarafına da yayılsın. Mülkünün sonu olmayan zatı tenzih ederim.

 102

İşte Yûsuf’un kıssası hakkında anlatılan şeyler. Ey Resûlüm Muhammed! Senin bilmediğin gayb haberlerindendir. O'nu sana vahy ile bildiriyoruz,. Yoksa onlar Yûsuf'a hile yapmak üzere işlerine karar verip yani onun aleyhine kesin karara vardıkları, O'na hile yaparlarken sen onların yani Yûsuf’un kardeşlerinin yanında değildin. Yani, sen onların yanında değildin ki, onların kıssasını bilesin de onları haber veresin. Onların bilgisini ancak vahiy yoluyla elde etmişsin.

 103

Sen ne kadar cân-ı gönülden onların îman etmelerini istesen de yine insanların yani Mekke ehlinin çoğu îman edecek değillerdir.

 104

Buna yani Kur’ân'a karşı onlardan alacağın bir ücret de istemiyorsun, o yani Kur’ân ancak bütün âlemlere bir nasihattir.

 105

Göklerde ve yerde Allah'ın birliğine delâlet eden nice alâmetler var ki, üzerlerinden geçerler onları görürler de onları düşünüp ibret almadan onlardan yüz çevirirler.

 106

Allah'ın yaratıcı ve rızık verici olduğunu söylemelerine rağmen onların çoğu putlara tapmak suretiyle O'na şirk koşmaksızın Allah'a îman etmezler. Bu nedenle, telbiye yaparken şöyle derler” Lebbeyk Senin hiç ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır ki, O senindir Sen, hem onun hem de onun sahip olduğu şeylerin de sâhibisin. Onlar (ortağın var dedikleri şeyle) putları kastediyorlar.

 107

Acaba onlar, Allah'ın azâbından kendilerini saracak bir belânın kendilerine gelmesinden veya gelmeden önce onun geliş vaktinden haberleri olmadan ansızın Kıyâmetin tepelerine kopuvermesinden emin mi oldular?

 108

Onlara De ki: İşte benim yolum budur. O yolu şu sözüyle izah etti Ben Allah'ın dinine davet ederim. Ben ve bana îman edip bana uyanlar kesin ve açık bir delil (ve) basiret üzereyiz. Allah'ı ortaklardan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim. Bu da onun yolunun kısmındandır.

 109

Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik.

Melekleri peygamber göndermedik Çünkü şehirliler daha bilgili ve daha yumuşak huyludurlar. Çölde yaşayanlar ise bunun aksine kaba ve bilgisizdirler. Şimdi onlar Mekke ehli yeryüzünde hiç gezmediler mi? Ki, kendilerinden öncekilerin ”sonunun nasıl olduğunu görsünler. Yani elçileri yalanlamaları yüzünden onların helâk edilmelerinden ibaret olan işlerinin sonu nasıl olmuştur. Bir görüp baksınlar. Âhiret yurdu yani Cennet Allah'dan korkanlar için elbet daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmeyecekler mi?

Âyette geçen “yuha “ fiili, nun ile ve ha'nın kesresi ile de okunmuştur.

 110

Nihayet peygamberler, ümitlerini kestikleri ve bundan sonra artık îman etmek yoktur, şeklinde tamamen yalanlandıklarını elçiler kesinlikle anladıkları vakit, onlara yardımımız gelmiş, böylece dilediğimiz kimseler kurtarılmıştı. Amma mücrimler müşrikler güruhundan bizim azâbımız önlenemez.

 111

Yemin olsun, onların yani peygamberlerin kıssalarında, akıl sahipleri için büyük ibret vardır. Bu Kur’ân uydurulacak bir söz değildir. Lakin kendinden önceki kitapların tasdiki ve dinde ihtiyaç duyulan her şeyin beyanı îman edecek bir kavim için delâletten çıkaran bir hidâyet ve rahmettir. Özellikle mü'minler zikredildi. Çünkü Kur’ân la faydalanan sadece mü'minlerdir.

0 ﴿