16-NAHL SÛRESİMekke’de nâzil olup, 128 Âyet-i kerîmedir. Rahmân ve rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Allah'ın emri yani Kıyâmet geldi. Bunun meydana gelmesi kesin olduğundan âyette mazi sigasıyla gelmiştir. Yani Kıyâmet yaklaştı. Binaenaleyh vaktinden önce onu acele istemeyin. Hiç çare yok o olacaktır. O, onların kendisine başkasını eş koşmalarından münezzehtir ve yücedir. Müşrikler (Kıyâmette başlarına gelecek olan) azâbı geç bulunca, bu âyetnâzil oldu. 2Kendi emri (ve) iradesiyle kullarından dilediğine ki, onlar da peygamberlerdir. Melekleri yani Cibrîl'i vahiy ile indiriyor da buyuruyor: “ kâfirleri azap ile korkutunuz (ve) onlara (şunu) bildirin“Şüphe yok ki, benden başka ilâh yoktur. O hâlde benden korkun. Âyette geçen ”en”Vahyedilen şeyi tefsir etmektedir. 3Allah, gökleri ve yeri hak ile yani hak olarak yarattı. Onların kendisine ortak koştukları şeylerden putlardan çok yücedir. 4İnsanı bir meniden yarattı, onu (aşama aşama) güçlü kuvvetli hâle getirince bir de bakarsın ki, apaçık çetin bir mücadeleci kesilir.“ Çürümüş kemikleri kim diriltir“ diyerek öldükten sonra dirilmeyi inkâr etme konusunda mücadelesini apaçık ortaya koymuştur. 5Hayvanları deveyi, ineği ve koyunu yarattı. (özellikle) insanlar arasından (ey Kureyş) onlarda sizi ısıtacak şeyler kendisiyle ısınıp korunacağınız kıllarından ve yünlerinden ma’mûl elbiseler, ridalar ve buna benzer şeyler ve üreme, sütünü alma ve sırtına binme gibi birtakım faydalar vardır. Hem onlardan yersiniz. Ayete yer alan“ El’en'ame ” kelimesi mukadder bir fiil ile mansuptur. “ haleke “ fiili ise onu izah etmektedir. Fasıla'ya riâyetten dolayı câr-mecrûr takaddüm etmiştir. 6Akşam barınaklarına getirirken, sabahleyin mera’lara çıkartırken, onlarda sizin için bir güzellik ve zînet vardır. 7Deve (veya binek hayvanı) olmadan canlarınızın yarısını harcamadan pek çok zorluğa katlanmadan varamayacağınız bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz ki, Rabbiniz onları sizin için yarattığı için size çok şefkatli, çok merhametlidir. 8Hem binesiniz diye, hem de ziynet olarak atları, katırları ve merkepleri yarattı. Âyette geçen ” zinet” kelimesi mef'ûl-ın lehdir. Nimetlerin tanımının bu iki sebebe bağlanmış olması bu hayvanların bu iki şeyin dışında başka bir şey için yaratılmış olmasına aykırı düşmez. Meselâ Buhârî ve Müslim'deki hadiste var olan at etinin yenilmesi gibi Ve bilemeyeceğiniz daha nice (otomobil, uçak gibi) görülmemiş harika şeyleri yaratır. Bu ayete bakarak âlimlerden bazıları at etinin haram olduğu görüşüne zâhip olmuşlardır. İmam-ı Ebû Hanife (radıyallahü anh) ve fakihlerden ona muvaffakat edenler bu kısımdandır. Zira Allahü teâlâ bu hayvanları binek ve zinet için yarattığını belirtmiştir. Katır ve merkeplerin etleri sünnetle sabit olduğu üzere haramdır. İmam-ı Şâfi (radıyallahü anh)'e göre hadisle sabit olduğu üzere at etini yemek helâldir. Sarih’de buna işaret etmiştir. Hanefilerce bu hadîs mensuhtur. En doğrusunu Allah bilir. 9Yolu göstermek ancak Allah'a aittir dosdoğru yolu beyan etmek, açıklamak ancak Allah'a aittir. Ondan yani doğru istikametten sapan (yol) vardır. Mamafih Allah o hidÂyet-inizi dileseydi doğru yolu bulmaya hepinizi ulaştırırdı. Bu sebeple doğru yola, kendi tercihinizi kullanmakla ulaşıyorsunuz. 10Gökten su indiren O'dur. Sizin için ondan içeceğiniz içme suyu vardır. Yine onun sebebiyle biten bitkiler vardır ki, orada hayvanlarınızı otlatıyorsunuz. 11(Allahü teâlâ ) o su ile size ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve bütün meyvelerden bitirir. Elbette bu mezkûr şeylerde onun yaptığı işler hakkında düşünen bir kavim için Allahü teâlâ'nın birliğine delâlet eden bir alâmet vardır, ki, (düşünürler de) îman ederler. 12O, geceyi gündüzü, güneşi, ayı ve yıldızları iradesiyle sizin hizmetinize verdi. Şüphesiz ki, bunlarda düşünen bir millet için ibretler vardır. Âyette geçen “ Eş-Şems” kelimesi makabline atfen Mensûb, mübteda olmak üzere de merfû’ okunur. Buna göre ” el-Karner “Ve ” en-Nucûm” kelimeleri de iki şekilde okunur. Yine Âyette geçen “ musehheratın” kelimesi nasb ile okunursa hâl, ref ile okunursa haber olur. 13Ve sizin için yerde kırmızı, sarı, yeşil ve bunların dışındaki gibi renkleri muhtelif olarak hayvanlardan, bitkilerden neler yaratmış ise onları da size musahhar kılmıştır. Elbette bunda öğüt alan bir kavim için bir ibret vardır. 14Denizden taze et- ki, o da balıktır- yiyesiniz ve ondan giyeceğiniz bir ziynet- o da inci ve mercandır- çıkarasınız diye gemilere binmek ve denize dalmak için denizi hizmetinize veren de O’dur. Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görürsün gemilerin bir rüzgâr ile giderken gelirken denizde gitmeleri sebebiyle suyu yardıklarını görürsün. Bunu Allahü teâlâ'nın fazlından ticaret ile talep edesiniz ve O’na şükredesiniz diye yaptı. Âyette geçen “ Li-tebtegu“ fiili ”Lite'kulu“ üzerine atıftır. 15Sizi sarsmaması için, yeryüzünde sabit dağları koydu. Ve yeryüzünde varacağınız yerlere ulaşabilmeniz için de Nil gibi nehirleri ve yolları yarattı. 16Gündüzleyin, onlarla yolları bulmaya çalıştığınız dağlar gibi daha nice alâmetler (yarattı). Yıldızlar ile onlar geceleyin yolları (nı) ve kıbleyi tesbit ederler. 17Hiç yaratan Allah yaratmayan ibâdette kendisine onları ortak koştuğunuz putlar gibi olur mu? Elbette olamaz. Artık bunu düşünmez misiniz siz? de îman etmiyorsunuz. 18Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız onları sayamazsınız. Nerede kaldı onların şükrünü eda edebilmeniz. Hiç şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Dolayısıyla (bu kadar) isyan ve kusurlarınıza rağmen sizlere nimet vermektedir. 19Allah, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir. 20Bırakıp ta kendilerine taptıklarınız putlar hiç bir şey yaratamazlar. Onlar taş ve saireden (heykel seklinde) yapılmışlardır. Âyette geçen “ Ted'une “ fiili ya ile de okunmuştur. 21Onlar kendilerinde ruh olmayan ölülerdir, canlı değillerdir. Âyette geçen “ Emvâtun” kelimesi ikinci haberdir. “ gayru Ahya “ ise onu tekid etmektedir. Onların yani halkın ne zaman dirileceklerini de onlar yani putlar bilmezler. Peki onlara nasıl tapılır? Çünkü yaratan, diri olan, gaybı bilenden başkası ilâh olamaz. 22Sizden sudur eden, ibâdete lâyık ilâhınız zatında ve sıfatlarında eşi ve benzeri olmayan tek bir ilâhtır, o da Allahü teâlâ'dır. Ama âhirete îman etmeyenlerin kalpleri Allah'ın birliğini inkâr eder. Onlar Allah'ın birliğine îman etmekten böbürlenip büyüklük taslayanlardır. 23Hiç şüphe yok ki, Allah, onların gizlediklerini de, açıkladıklarını da bilir. Bu sebeple onlara karşılığını verecektir. Doğrusu O, büyüklük taslayanları sevmez. Bunun mânâsı; onları cezalandıracaktır, demektir Gelecek olan âyet, En'Nedr b el-Haris hakkında nâzil olmuştur. 24Onlara, “Rabbiniz Muhammed'e ne indirdi? ” diye sorulduğu vakit, “İnsanları saptırmak için“onun indirdiği şey Eskilerin masalları hurafeleridir“ derler. 25İşin neticesinde onlar, Kıyâmet gününde kendi günahlarını onlardan hiç bir şey bağışlanmaksızın tamamen ve bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir. Çünkü onlar saptırdıkları kimseleri dalâlete çağırdılar, onlar da onlara uydular, neticede günahta ortak oldular. Âyette geçen “ ma “ istifham, “za “ ise mevsûldur. Ayrıca” Liyahnilu“ deki lâm da netice, sonuç bildiren lamdır. Bakınız! Onların yüklenecekleri bu yükleri ne kötü şeydir! 26Evet onlardan öncekiler hileler kurmuşlardı, ki, bu da Nemruz'dur. Ondan semaya çıkıp oradakilerle savaşmak için uzun bir kule yapmıştı. Ama Allah, kurdukları binalara temellerinden geldi kastetti de o binaya üst kısmından rüzgâr gönderdi. Zelzele de (alttan) onun temellerini kökünden söküp attı. Onlar altında bulunurken çatı, tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve azap onlara bilmedikleri akıllarından geçmeyen bir taraftan geldi. Denilmiştir ki, bu peygamberlere yapmayı planladıkları hilenin bozulmasına bir temsildir. 27Sonra Kıyâmet günü, Allah onları rezil ve zelil edecek ve Allahü teâlâ onları azarlamak için meleklerin lisaniyle onlara “ hani sizin haklarında mü'minlere muhalefette bulunduğunuz itikadınızca ortaklarım nerede? ” Buyuracak. Kendilerine ilim verilen peygamberlerle mü'minler ” gerçekten bugün rezillik ve kötülük, kâfirler üzerindedir“ dediler. Yani diyeceklerdir ki, peygamberle, mü'minler bunu, onların durumlarına sevinerek söyleyeceklerdir. 28Melekler, inkâr etmek suretiyle kendilerine zulmedenlerin canlarını alacakları zaman onlar, “Biz hiçbir kötülük, şirk yapmazdık“ diyerek, ölüm anında boyun eğerek teslim olurlar. Bunun üzerine melekler: ” Hayır, şüphesiz ki, Allah, sizin yaptıklarınızı elbette çok iyi bilendir. Ve yaptıklarınıza karşılık sizi cezalandıracaktır derler ve onlara: 29“O hâlde içinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların varacağı yer ne kötüdür. “ denilir. “Âyette geçen “ Teteveffa “ fiili ya ile de okunmuştur. 30Şirkten sakınanlara ise, “Rabbiniz ne indirdi? ” denildiğinde, onlar” hayır “ (indirdi) derler. Bu dünyada îman etmek suretiyle iyilik yapanlar için iyilik vardır. Temiz bir hayat vardır. Âhiret yurdu yani cennet ise dünyadan ve dünyanın içindekilerden daha hayırlıdır. Allahü teâlâ şöyle buyurdu: Takva sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir. 31O yurt altlarından nehirler akan Adn, ikamet cennetlerine gireceklerdir.. Onlar için, orada her istedikleri vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükâfatla mükâfatlandırır. Âyette geçen “ cennatu Adn“ mübteda “yedhuluneha “ cümlesi ise haberidir. 32Onlar öyle kimselerdir ki, melekler canlarını küfürden pak oldukları hâlde alırlar, ölüm anında onlara “selâm sizin üzerinize olsun!“ derler. Âhirette ise onlara: ”yapmış olduğunuz güzel ameller sebebiyle cennete girin“ denilecek. Âyette geçen “ Ellezîne ” muttakilerin sıfatıdır. 33Kâfirler, canlarını almak için kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin azâbının yahut azâba müştemil (içine alan) olan Kıyâmetin gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Âyette geçen “ Te'tiye “ fiili ya ile de okunmuştur. Onlardan önceki ümmetler de bunların yaptığı gibi böyle yapmışlardı. Onlar peygamberlerini yalanlayıp sonunda helâk edildiler. Suçsuz olarak onları helâk ederek Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar inkâr etmekle kendilerine zulmeder oldular. 34Sonunda yaptıklarının fenalıkları yani yaptıklarının cezası onlara ulaştı ve alay etmekte oldukları şey yani azap onları kuşatıverdi. Tepelerine indi. 35Bir de Mekke halkından olan müşrikler dediler ki, “ eğer Allah dileseydi, ne biz, ne de atalarımız ondan başka hiç bir şeye tapmazdık; ve onsuz Bahire ve Saibe hayvanlardan hiçbir şeyi haram kılmazdık!“ demek ki, şirk koşmamız da haram kılmamız da onun dilemesiyledir. O da buna razıdır. “ Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “Onlardan öncekiler de böyle yaptılar. Yani getirdikleri şeylerde peygamberlerini yalanladılar. Peygamberlerin üzerinde apaçık tebliğ etmekten başka bir şey yoktur. Hidâyet etmek onlara kalmadı. 36Yemin olsun ki, biz, nasıl ki, seni şunlara gönderdiysek her ümmete, “Allah'a ibâdet edin, onu birleyin, putlara tapmaktan sakının“ diye bir peygamber gönderdik. Onlardan bir kısmına Allah hidâyet verdi de îman etti. Bir kısmına da Allah'ın ezelî ilminde sapıklık hak, vacip oldu da îman etmedi. Ey Mekke kâfirleri yeryüzünde gezin de görün, peygamberlerini yalanlayanların sonu nasıl helâk oldu. 37Ey Resûlüm Muhammed! Sen onların hidâyete ermelerine ne kadar düşkün olsan -ki, Allah onları saptırmıştır-buna gücün yetmez. Çünkü Allah saptırmayı dilediği kimseyi hidâyete erdirmez. Onların Allah'ın azâbından koruyacak hiç bir yardımcıları da yoktur. Âyette geçen ”lâ yehdi “ fiili meçhûl olarak da okunmuştur. 38“Allah ölen kimseyi diriltmeyecektir“ diye olanca yeminleriyle bu konuda son derece çaba sarf etmeleri ile Allah'a yemin ettiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: ” Hayır, onları diriltecek. Bu onun üzerinde hak bir va'addır. Fakat insanların çoğu yani Mekke ehli bunu bilmezler. Âyete yer alan“Va'den ve “ hakken” kelimeleri mef'ûl-ı mutlakdırlar (amillerini) tekid etmektedirler. Mukadder olan fiilleri ile Mensûb olmuşlardır. Yani Allah bunu va'd etti ve hak kıldı. 39Ki, onlara mü'minlerle ihtilâf ettikleri dinin emri olan şeyi onlara azap etmek, mü'minleri ise mükafatlandırmak suretiyle açıklasın ve kâfir olanların da öldükten sonra dirilmeyi inkâr etme de yalancılar olduklarını bildirmeleri için (Allah) onları diriltecek. Âyette geçen “ Li-yübeyyine “ fiili mukadder olan“yeb'asu“ fiiline taalluk etmektedir 40Biz bir şeyi dilediğimiz yani olmasını dilediğimiz zaman, ona söyleyecek sözümüz sadece “Ol“ dememizdir. Hemen oluverir. Yani o da oluverir. Bu âyet, (Allahü teâlâ'nın) öldükten sonra diriltmeye gücünün yettiğini takrîr etmektedir (yani bu âyet bu amaç için sevk edilmiştir) Âyette geçen ” kavkına” lâfzı mübteda ”en-Nekule, Lehu “ise haberidir. Âyette…. Devamı bulunamadı. 41Mekke halkı tarafından eziyete uğratılmak suretiyle ki, bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve onun ashâbıydı. Zulme uğradıktan sonra Allah'ın dinini yaşamak ve hakim kılmak için Allah yolunda hicret edenleri, biz dünyada güzel bir yurda yerleştireceğiz. O yurt ise Medine'dir. Ama kâfirler yahut hicretten geri kalanlar, hicret eden mü'minlerin nail olacakları lütf-ı ilâhîyi bilseler, elbette onlara ayak uydururlardı. Âhiretin mükâfatı (ise) yani cennet elbette daha büyüktür. 42Onlar öyle kimselerdir ki, müşriklerin işkencelerine ve dîni ilân etmek için hicrete sabretmişlerdir ve yalnız Rablerine tevekkül ederler. Neticede Rableri hiç ummadıkları yerden yakında onları rızıklandıracaktır. 43Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz bir takım erkeklerden başkasını melekleri peygamber göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız Tevrat ve İncîl'i bilen âlimlere sorun. Zira onlar bunu bilirler. Siz onları tasdik etmeye Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i tasdik eden mü'minlerden daha yakınsınız. 44Onları apaçık delillerle ve kitaplarla gönderdik. Gramer: Âyette geçen ” Bil-beyyinatı “mahzûf bir fiile yani ”erselna “ya taalluk etmektedir. Sana da Kur’ân’ı indirdik ki, o Kur’ân da kendilerine indirilen helâl ve haram'ı insanlara anlatasın. Ola ki, bu konuda düşünürler de ibret alırlar. 45Yoksa Daru'n-Nedve'de Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Enfal sûresinde belirtildiği şekilde, O'nu hapsetme veya öldürme yahut memleketinden çıkarma yönünde, kötü tuzakları kuranlar, Allah'ın kendilerini Karun gibi yere geçirmeyeceğinden veya bilemeyecekleri bir taraftan yani akıllarına gelmeyecek bir taraftan ki, Bedir'de helâke uğradılar ve bunu da hiç beklemiyorlardı (Yine) başlarına azap inmesinden emin mi oldular? 46Yahut ticaret maksismiyle yolculuklarında gezip dolaşırlarken azâbın kendilerini yakalayıvermesinden emin mi oldular? Onlar azaptan kurtularak (Allah'ı) âciz bırakıcı değillerdir. 47Yahut kendilerini azar azar eksilterek ta ki, hepsini helâk edinceye kadar yakalamasından emin mi oldular? Hiç şüphesiz Rabbin çok şefkatli, çok merhametlidir. Dolayısı ile onlara cezayı acele vermedi. Âyette geçen “ Ala-ttehavvuf ya failden yahut da mef’ûlden hâldir. 48Allah'ın yarattığı ağaç ve dağ gibi gölgesi bulunan herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri (bile) zelilane bir şekilde Allah'a secde edici olarak kendilerinden istenilen (kısalmak, uzamak gibi) şeye boyun eğerek, sağa sola yani gündüzün evvelinden sağ taraftan (doğudan batıya doğru) sonunda ise sol taraftan (batıdan doğuya doğru) döner durur. Gölgeler ” dahirun“ şeklinde cemilenerek akıllılar mertebesine konuldular. 49Göklerde bulunanlar, yerdeki tüm canlılar yani yeryüzünde kımıldayan ve hareket halinde bulunan her canlı ve bütün melekler yalnız Allah'a secde ederler. Yani kendisinden istenilen şey için Allah'a boyun eğer. Hem o melekler Allah'a ibâdet etmekten kibirlenmezler. Akıl sâhibi olmayanlar çok olmaları bakımından, bütün canlılar” ma” lâfzı ile tabir edilerek tağlib sanatı kullanıldı. Yine meleklerin üstünlüklerini belirtmek için ayrıca özellikle zikredildiler. 50Onlar yani melekler galebe ile üzerlerine hâkim olan Rablerinden korkarlar ve emrolundukları o şeyleri yaparlar. Âyette geçen “yehafune “ cümlesı “yestekbirune “ fiilindeki zamirden hâldir. Yine ayette yer alan“ min fevkihim“ “Rabbehum“ deki “ hum” zamirinden hâldir. (fakat doğrusu “Rab” kelimesinden hâl olmasıdır. Delili de şarinin, Âliyen şeklindeki takdiridir.) 51Ve Allah buyurmuştur ki, “İki ilâh edinmeyin! O ancak bir ilâh'dır. Bu söz, ilâhlığı ve vahdaniyyeti (Allah'ın birliği) ispat etmek için getirilmiştir. O hâlde benden başkasından değil yalnız benden korkun. Âyette geçen “ isneyni “ lâfzı Te’kid ifade etmektedir. Ayrıca ayette gaibden (mütekellime) iltifat vardır. 52Göklerde ve yerde mülk, yaratma ve kul edinme bakımından ne varsa, O’nundur. Din de ibâdet te daima O’nundur. Ondan başka ilâh olmayıp, gerçek ilâh O iken Böyle iken siz Allah'dan başkasından mı korkuyorsunuz? Âyette geçen “Vasiben” kelimesi “ din” lâfzından hâldir. Âmili ise zarf (câr-mecrûr) dan anlaşılan manadır. (yani-istekerre filidir) Yine Âyetteki istifham inkâr yahut azarlama içindir. 53Sizdeki her bir nimet Allah'dandır. Ondan başkası onu getiremez. Sonra size bir zarar fakirlik, hastalık dokunduğunda yalnız O'na yalvararak ve dua ederek seslerinizi yükseltir yalvarır yakarırsınız. Ondan başkasına yalvarmazsınız. Âyetteki “ma” lâfzı ya şart içindir ya da mevsûldür. 54Sonra Allah, bu zarar ı sizden giderdiği vakit, bir de bakarsınız ki, içinizden bir fırka Rablerine ortak koşuyorlar. 55Bunu kendilerine verdiğimiz şeye nimete nankörlük etmek için yaparlar. Putlara tapmak üzere bir araya gelmenizle yaşayın bakalım. Bu emir tehdit ifade etmektedir. Fakat yakında bunun âkıbetini bileceksiniz. 56Onlar yani müşrikler kendilerine verdiğimiz rızıklardan ekin ve hayvanlardan zarar ve fayda vermediğini bilmedikleri şeylere ki, onlar da putlardır ” Bu Allah içindir, bu da putlarımız içindir “ (gibi) sözleriyle hisse ayırıyor. Allah'a yemin olsun ki, siz Allah'a karşı yaptığınız ”size bunu o emretmiştir“ şeklindeki bu iftiranızdan mutlaka azarlama sorgusuyla sorguya çekileceksiniz. Gramer: Âyette gaibten muhataba (geçiş) iltifat vardır. 57“melekler Allah'ın kızlarıdır“ demeleriyle Allah'a kızları isnad ediyorlar. Hâşâ O, onların bu bâtıl inancından münezzehtir. Beğenip hoşlandıkları şeyleri yani erkek çocukları seçip alıyorlar. “ Lehum ma yeştehun“ cümle(si) mahallen merfû’dur (münasip olan istinaf cümlesidir ve mahalli İ’rabı yoktur) Veya cümle “yec'alu “ile mahallen mansûbdur. Buna göre mânâ: Hoşlanmadıkları kızları Allah'a veriyorlar ki, Allah çocuk edinmekten münezzehtir. Beğenip seçtikleri erkek çocukları ise kendilerine ayırıyorlar. Böylece (kendi zanlarınca) en üstün ve en şerefli olanı kendilerine seçip alıyorlar. Tıpkı Allahü teâlâ'nın buyurduğu gibi: “Onlara sor: “ kızlar Rabbinin de, erkekler onların öyle mi? 58Hâlbuki onlardan biri doğan kız çocuğu ile müjdelenince keder dolu olduğu hâlde yüzü simsiyah kesilir. Üzüntüden yüzü değişip kararır. Peki, kız çocuklar Allah'a nasıl isnat edilir? 59Verilen müjdenin kötü tesiriyle ayıplanmaktan korkarak (ve) ona ne yapacağını düşünerek kavimden yani kavminden gizlenir. Onu öldürmeksizin zillet ve horluk üzere mi tutacak yoksa onu diri diri toprağa mı gömsün. Bakın hükmettikleri onların bu hükmü ne kötüdür. Zira kendileri katında bu derece hor ve hakir olan kızları yaratıcılarına nisbet ettiler. 60Âhirete inanmayanlar için yani kâfirler için kötü yani çirkin bir sıfat vardır. O da şudur: Evlenmek için onlara muhtaç olmalarına rağmen kızları diri diri toprağa gömmeleridir. En yüksek sıfat ise o da, ondan başka ilâh yoktur-kelimesidir Allah'ındır. O mülkünde güçlü ve yarattığı şeylerde hikmet sâhibidir. 61Eğer Allah, insanları zulümleri isyanları yüzünden (hemen) cezalandırsaydı yeryüzünde kımıldayan tek bir canlı bırakmazdı. Dabbe: Yeryüzünde kımıldayan canlı demektir. Lakin onları mukadder bir zamana kadar erteler. Ecelleri geldi mi o vakitten bir an ne geri kalabilirler, ne de o vakit üzerine öne geçebilirler. 62Hem kendileri için hoşlanmayacakları şeyleri Allah'a isnad ederler. Kız çocuklarından hoşlanmazlar (Allah'ın kızları var derler; kendileri) başkanlıkta ortaklıktan hoşlanmazlar, Allah'a ortak koşarlar; (Kendi) elçileri (nin) küçümsenmesinden hoşlanmazlar (Allah'ın elçilerini küçümserler). Hem de Bununla birlikte dilleri yalan söylüyor. O da şudur: Allah katında onlar için en güzel âkıbet yani cennet vardır. Allahü teâlâ'nın: “Rabbim şayet döndürülürsem muhakkak ki, O’nun katında benim için güzel şeyler vardır“ Âyet-i bunu haber vermektedir. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: Hiç şüphesiz şu bir gerçektir ki, onlar için ateş vardır. Ve onlar mutlaka o ateşte terk edilmişlerdir. Yahut onlar oraya acele olarak öncelikle gönderilir. Bir kırâate göre Ra'nın kesresi ile “ müfridüne “seklinde okunmuştur. Yani, onlar haddi aşanlardır. 63Allah'a yemin olsun ki, biz, senden önce birçok ümmetlere elçiler gönderdik de şeytan onlara kötü amellerini süsleyiverdi. Kötü amellerini güzel gördüler de peygamberleri yalanladılar. Şeytan bugün yani dünyada onların işlerinin velisidir. Âhirette ise onlar için elem verici bir azap vardır. Âyette geçen ” Bugün“ den maksadın, gelecek hali nakletmek üzere Kıyâmet günü olduğu da söylenmiştir. Yani, o kâfir için şeytandan başka hiç bir yar ve yardımcıları yoktur. Oysa ki, o kendine yardım etmekten acizdir. Peki onlara nasıl yardım edecek? 64Ey Resûlüm Muhammed! Biz bu kitabı Kur’ân’ı sana ancak din işlerinden ihtilâf ettikleri şeyleri onlara insanlara beyan edesin ve ona îman edecek bir kavim için hidâyet ve bir rahmet olsun diye indirdik. Âyette geçen “ hûden” lâfzı ” Litubeyyine “ üzerine atfedilrniştir. 65Allah gökten bir su indirdi de onunla arzı, ölümünden sonra kurumuşken bitki ile diriltti. Şüphesiz bu anlatılanda, düşünüp dinleyen bir kavim için öldükten sonra dirilmeye delâlet eden bir ibret vardır. 66Gerçekten sizin için sağmal hayvanlarda da ibret vardır. Size onların yani hayvanların karınlarındaki işkembe pisliği ile kan arasından ikisi arasında olmasına rağmen işkembenin ve kanın tadı, kokusu ve renginden kendisine hiçbir şey karışmayan, içenlerin boğazlarından hiç takılmadan kolaylıkla geçip giden bir süt içiriyoruz. Âyette geçen “ Nuskîküm“ “ıbret”in beyanıdır (Atf-ı beyandır). Yine Âyette geçen “ min-beyni Fersin“deki “ min“ ibtida içindir ve Nuskîküm'e tealluk etmektedir. 67Hurmalıkların ve üzüm bağlarının meyvelerinden bir meyve vardır ki, ondan hem sarhoş eden içki (hamr) masdar ile isimlendirilmiştir. Bu âyet içki haram kılınmadan önce nâzil olmuştur. Hem hurma, üzüm sirke ve pekmez gibi güzel bir rızık elde ediyorsunuz. Muhakkak, bu anlatılanda akıllarını kullanarak düşünen bir kavim için Allahü teâlâ'nın kudretine delâlet eden bir ibret vardır. 68Rabbin bal arısına “dağlardan ağaçlardan ve onların yani insanların senin için yapacakları yerlerden çardaklardan oralarda barınacağın evler edin. Allahü teâlâ arıya ilham etmeseydi arı bu yerlerde barınmazdı. 69Sonra bütün meyvelerden ye! Mera aramak için Rabbinin (sana) kolay kıldığı yollara gir. “ diye ilham etti. Âyette geçen “ En“ müfessiredir; Veya masdariyedir ” zululen” kelimesi ise “zelul'un çoğulu olup subul'den hâldir. Yani senin için hazırlanmış olan yollara gir. (Başkasına) zor da olsa haliyle sana zor gelmeyecek ve dönüşte de yolunu şaşırmayacaksın. “zu-lulen'in” usluki “ deki zamirden hâl olduğu da söylenmiştir. Yani, senden istenilen şeye boyun eğerek Rabbinin yollarına gir. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet çıkar ki, o da baldır onda insanların birçok hastalıkları için şifa vardır. Bir kısım hastalıklara şifadır. Nitekim “Şifaun” lâfzının nekre (belirsiz) olması da bunu gösteriyor. Yahut başka bir (su gibi) şeyle karıştırılmasıyla bütün hastalıklara şifa olduğu söylenmiştir. Derim ki, başka bir şeyle karıştırılmadan da şifa niyetiyle bütün hastalıklara şifadır. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ishal olan kimseye bal şerbeti içmesini tavsiye etmiştir. Bu hadisi şerifi Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir. Şüphesiz bunda Allahü teâlâ'nın yaptığı işlerde düşünen bir kavim için mutlaka ibret vardır. Siz hiç bir şey değilken, 70Allah sizi yarattı, sonra ecelleriniz sona erince sizi öldürecektir. Bilgili olduktan sonra, hiç bir şeyi bilmesin diye, sizden bazı kimseler ömrün en reziline en aşağılığı olan ihtiyarlık ve bunaklık çağına kadar yaşatılır. İkrime der ki: ” Kur’ân’ı okuyan kimse bu duruma düşmez “ Şüphesiz Allah, yarattıklarını idare etmesini çok iyi bilen istediğini de yapmaya gücü yetendir. 71Allah rızık hususunda da bazınızı, bazınızdan üstün kıldı. Kiminiz zengindir. Öteki fakir, kiminiz efendidir öteki köle üstün kılınanlar yani efendiler rızıklarını buyrukları altında bulunanlara verici değillerdir. Yani, kendilerine verdiğimiz mal ve diğer rızıkları köleleriyle kendi aralarında ortak yapmazlar. Onlar yani köleler ile efendiler (mi) onda ortaklardır, (öyle mi) maksat. Mallarında, kölelerinden onların ortakları yoktur. O hâlde Allah'ın kullarından bazılarını O'na nasıl ortaklar sayabiliyorlar? Allah'ın nimetini mi inkâr ediyorlar? Zira onlar Allah'a ortaklar kılıyorlar. 72Allah size kendi cinsinizden zevceler yarattı. Havva'yı Âdem (aleyhisselâm)'ın kaburga kemiğinden, diğer kadınları ise erkekler ile kadınların nutfelerinden yaratmıştır. Zevcelerinizden de sizin için oğullar ve torunlar evlâtlarınızın evlâtlarını yarattı. Size meyveler, tahıllar ve hayvanlar gibi çeşitli temiz şeylerden rızık verdi. Onlar hâlâ bâtıla puta inanıp Allah'ın nimetine şirk koşmaları ile nankörlük mü ediyorlar? 73Onlar, Allah'ı bırakıp kendilerine ne göklerden yağmur yağdırmakla ne yerden nebatat bitirmekle rızık vermeye, hiç bir şeye malik olmayan ve hiç bir şeye güçleri yetmeyen şeylere ki, onlar da putlardır tapıyorlar. Âyette geçen “ Şey'en” kelimesi (rızkan kelimesinden) bedeldir. 74O hâlde Allah'a benzerler koşmaya kalkmayın! Allah'a, kendilerini ona ortak koştuğunuz benzerler kılmayın! Hiç şüphesiz eşi ve benzeri olmadığını Allah bilir, siz ise (ey müşrikler) bunu bilemezsiniz. 75Allahü teâlâ bir mesel irad etti. Hiç bir tasarrufa gücü yetmeyen köle bir kul, bir de tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verip, ondan gizli, aşikâr infak eden yani dilediği şekilde onda tasarruf eden bir kimse yani hür bir kimse var. Hiç bunlar bir olur mu? Yani, âciz köleler ile tasarruf sâhibi hür, bir olur mu? Hayır olamaz Birincisi putlara misaldir, ikincisi ise Allahü teâlâ'ya misaldir. Âyette geçen “ Abden memluken“ “meselenden bedeldir ” memluken“ ise Abd'ın sıfatıdır. Onu hürden ayırmaktadır. Hamd bir olan Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu yani Mekke halkının çoğu varacakları azâbı bilmezler de şirk koşarlar. 76Allah iki adamı da misal getirdi; Bunlardan biri dilsizdir. Dilsiz olarak doğmuştur Hiçbir şeye gücü yetmez. Çünkü o ne anlar ne anlatabilir. Sadece efendisine (veya) işlerinin velisine bir yüktür. Onu nereye gönderse ondan bir hayır bir başarı gelmez Bu kâfire misaldir. Hiç bu, adâletle emreden ve doğru yolda olan bir kimseye yani konuşan (ve) adâleti emredip ona teşvik ettiğinden insanlara faydalı olan kimseye müsavi olur mu? Bu ikincisi de mü'mine misaldir. Hayır bunlar bir değildir. Bu (adâleti emreden) Allah'a misaldir. Dilsiz ise putlara misaldir. Bundan önceki darbımesel ise kâfir ve mü'min hakkında misaldir de denilmiştir. Âyette geçen “Reculeyni “meselen'den bedeldir. 77Göklerin ve yerin gaybı yani göklerde ve yerde gözükmeyen şeylerin ilmi Allah'a mahsustur. Kıyâmet hâd isesi ise, ancak göz kırpma gibi yahut ondan daha yakın bir şeydir. Zira Kıyâmet“ Ol “sözüyle oluverir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. 78Allah sizi analarınızın karnından hiçbir şey bilmez olduğunuz hâlde çıkardı. Ve size kulaklar, gözler ve kalpler verdi ki, bunlara karşı ona şükredesiniz ve îman edesiniz. “ Lâ ta'lemune şey'en“ cümlesi hâldir. 79Gök boşluğunda yani sema ile arasındaki fezada uçmaya musahhar kılınmış kuşlara bakmadılar mı? Kanatlarını açıp kapatırken onları (yere) düşmekten Allah'ın kudretinden başka tutan yoktur. Elbette bunda îman eden bir kavme birçok ibretler vardır. O da şudur: Kuşları uçmak mümkün olacak şekilde yarattı. Fezayı da, onda uçmak ve kuşları tutmak mümkün olacak şekilde yaratmıştır. 80Allah, size evlerinizden içlerinde oturacağınız barınak yaptı. Sizin için gerek göç gününüzde, yolculuğunuzda, gerek ikametiniz gününde, davar derilerinden taşımak için hafif bulduğunuz çadırlar ve kubbeler gibi bir takım evler ve koyunun yünlerinden devenin yapağılarından, keçinin kıllarından eskiyeceği bir zamana kadar evlerinizde kullanacağınız halı ve örtüler gibi eşya ve kendisiyle hayatınızı sürdüreceğiniz ticaret malı yarattı. 81Allah, yarattığı evler, ağaçlar ve bulutlar gibi şeylerden size güneşin hararetinden koruyacak gölgeler yaptı. Size dağlardan barınaklar yaptı. Sizi hararetten ve soğuktan koruyacak gömlekler (gibi) giyecekler, harpte yani harpteki kılıç ve mızrak darbesinden sizi koruyacak zırhlar gibi giyecekler yaptı. Bu gibi şeyleri yarattığı gibi Böylece ihtiyaç duyduğunuz şeyleri yaratmakla üzerinizde olan nimetini dünyada tamamlar ki, Ey Mekke halkı müslüman olasınız Allah'ı birleyesiniz. Eknânen - Kinn: Mağara ve tünel gibi içinde barınılan şeye denir. Âyette geçen ” zilal” kelimesi Zıll’ın çoğuludur. 82Buna karşı eğer yine İslâm'dan yüz çevirirlerse, Ey Resûlüm Muhammed! artık senin üzerine düşen yalnız apaçık tebliğ etmektir. Bu âyet kıtal Âyetinden önce inmiş bulunmaktadır. 83Allah'ın nimetini tanırlar nimetin Allah katından olduğunu itiraf ederler, sonra da şirk koşmaları suretiyle onu inkâr ederler. Onların çoğu kâfirlerdir. 84Ve hatırla! Bir gün gelecek ki, her ümmetten bir şahit göndereceğiz. O şahit de o ümmetin peygamberidir. Ümmetinin lehinde ve aleyhinde Kıyâmet gününde şahitlik edecektir, sonra kâfirlere mazeret beyan etme hususunda ne izin verilecek, ne de onlardan hoşnutluk istenecek. Yani Allahü teâlâ'nın hoşnut olacağı şeye dönüş yapmak onlardan istenmeyecektir. (Yani dünyaya dönüp ibâdet etmekle Allah'ı hoşnut etmek onlardan istenmeyecektir). 85O küfredenler azâbı ateşi görünce artık bu azap onlardan hafifletilmez, azâbı gördüklerinde onlara mühlet de verilmez, azapdan ertelenmezler de. 86Allah'a ortak tanıyanlar, şeytan ve bunlara benzer şeriklerini gördükleri vakit, “ ey Rabbimiz! İşte seni bırakıp ta kendilerine taptığımız şeriklerimiz bunlardır“ diyecekler. Onlar da kendilerine şu lâfı atacaklar: Yani, onlara diyecekler ki: ”sizler bizlere taptınız sözünüzde muhakkak siz yalancılarsınız. “ Başka bir âyette olduğu gibı “onlar bize tapmıyorlardi “ (deyip) kendilerine taptıklarını inkâr edecekler. 87Ve o gün onlar, Allah'a yani Allah'ın hükmüne teslimiyet gösterirler, “putları kendilerine şefâat edecektir “ (gibi) uydurdukları şeyler kendilerinden kaybolup gidecektir. 88Kafir olup da insanları Allah yolundan Allah'ın dininden alıkoyanlar var ya, insanları îman etmekten alıkoymaları sebebiyle bozgunculuk yaptıklarından dolayı inkâr etmeleri yüzünden lâyık oldukları azap üstüne onların azâbını artırdık. İbn Mes'ud (radıyallahü anh) der ki: “ uzun hurmalar gibi köpek dişleri olan akrepler “ (onlar için artırılır). 89Hatırla! O gün her ümmet içinden kendilerinin üzerine birer şahit göndereceğiz. O da onların peygamberidir. Ey Resûlüm Muhammed! Seni de bunların yani kavminin üzerine şahit getirdik, sana kitabı Kur’ân’ı şeriat işlerinden insanların ihtiyaç duyduğu her şeyi beyan etmek için; dalâletten bir hidâyet, bir rahmet ve mü'minlere muvahhidlere cennet ile bir müjde olarak indirdik. 90Muhakkak ki, Allah adâleti, tevhidi (şârihin yorumu) yahut ta tarafsızlığı, iyiliği farzları yerine getirmeyi, yahut hadisi şerifte belirtildiği üzere, onu görür gibi Allah'a ibâdet etmeni ve akrabaya vermeyi emrediyor. Önemine binaen özellikle akrabayı zikretmiştir. Zinadan şer'an çirkin şeyden (olan) küfür ve isyanlardan ve insanlara zulüm yapmaktan da yasaklıyor. Önemine binaen özellikle zulmü zikretti. Nitekim aynı gaye ile ilk önce zinayı zikretti, emretmek ve yasaklamak suretiyle size öğüt veriyor ki, dinleyip tutasınız. Âyette geçen “ Tezekkerun” kelimesinde aslında”Ta “ “zal'“ a idgam edilmiştir. Hakim Müstedrekinde, İbn Mes'ud'dan rivâyet ettiğine göre: ” Kur’ân-ı Kerim'de hayrı ve şeri en derli toplu anlatan âyet budur. 91Andlaşma yaptığınız zaman biatler, yeminler ve bunlara benzer şeyler de Allah'ın ahdini yerine getirin ve yeminleri sağlamlaştırdıktan sonra onları bozmayın. Hâlbuki yeminlerinizi yerine getireceğinize dair Allah'ı üzerinize kefil kılmıştınız. Çünkü Allah adına yemin ettiniz. (Son) cümle hâl'dir. Şüphesiz Allah, ne yapacağınızı bilir. Bu onlara bir tehdittir. 92Bir ümmet cemâat diğer bir ümmetten (cemâatten) dahaçoktur diye, yeminlerinizi aranızda onları bozmak suretiyle hile ve fesat (mevzuu) edinerek büktüğü ipliği sağlamca büktükten sonra söküp bozan (kadın) gibi olmayın. Araplar müttefikleriyle anlaşır sonra onlardan sayıca dahaçok ve daha güçlülerini bulduklarında onlarla yapmış oldukları antlaşmayı bozar ve diğerleriyle anlaşırlardı. Âyette geçen “ Enkas” kelimesi hâldir ve Niks'in çoğuludur. Niks: Bozulan şey demektir sağlamca yapılan şey çözülüyor. Mekke'de ahmak bir kadın vardı. Bütün gün ipliğini büker sonra onu çözerdi. Tettehizune ” Tekünü“ deki zamirden hâldir. Yani….. edinmenizde o kadın gibi olmayınız. Dehelen: Ondan olmadığı hâlde bir şeye dahil olan şey demektir fesat ve hile… Allahü teâlâ bununla sizi imtihan ediyor (sınıyor) yani ahdi yerine getirmeyi emretmek suretiyle sizi imtihan ediyor ki, itâat eden ile isyan edeni görsün (ortaya çıkarsın) yahut bir cemâatin daha çok olmasıyla sizi imtihan ediyor ki, (ahdinizi) yerine getirecek misiniz yoksa getirmeyecek misiniz? (yani durumunuzu ortaya çıkarsın diye). Dünyada hakkında ihtilâf etmekte olduğunuz sözünde durma ve buna benzer şeyleri ise o Kıyâmet günü yemini bozana azap etmek ve yemininde durana mükâfat vermek suretiyle size mutlaka açıklayacaktır. 93Allah dileseydi, elbette sizi bir tek ümmet bir tek din mensubu yapardı. Lâkin Allah dilediğini saptırır, dilediğine de hidâyet eder. Siz yapmakta olduğunuz şeylerden karşılığını görmeniz için azarlama sorgusuyla mutlaka sorguya çekileceksiniz. 94Yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat vesilesi yapmayın Yeminlerin önemini kuvvetle ifade etmek için Allah (celle celâlühü) Âyet-i tekrarladı ki, sonra sağlam basmışken ayak kayar yani İslâm yolu üzere istikametten sonra ayaklarınız bu yoldan kayar da Allah yolundan sapmanız sebebiyle yani ahdi yerine getirmekten yüz çevirmeniz yahut sözünü yerine getirme konusunda başkalarına engel teşkil etmenizle çünkü başkaları da (anlaşmaları bozma konusunda) sizlere uyacaktır. Bu nedenle (dünyada) fena bir acı yani azap tadarsınız Âhirette de size büyük bir azap vardır. 95Allah'ın ahdini az bir bedel için bozmanızla dünyalık az bir bedelle değişmeyin. Allah katındaki sevap size dünyadakilerden daha hayırlıdır. Eğer bunu bilirseniz yeminlerinizi ve anlaşmalarınızı bozmayınız. 96Sizin yanınızdaki dünya malı tükenir. Allah katındaki ise bakidir. Daimidir. (Allah) Elbette ahitlerini yerine getirmek suretiyle sabredenlere yaptıkları amelin güzeline karşılık mükâfatlarını verecektir. Âyette geçen “ Ahsenu'' Hasen manasındadır (Biz de meâli buna göre verdik) Âyette geçen “ Le yecziyenne “ fiili nun ile de okunmuştur. 97Erkek ve kadından, her kim mü'min olarak sâlih amel işlerse, biz onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Denildi ki: O güzel hayat cennet hayatıdır. Ve yine güzel hayat, dünyada kanaat yahut helâl rızık ile tefsir edilmiştir. Ve işlemekte oldukları amellerin güzellerine karşılık mükâfatlarını mutlaka vereceğiz. 98Kur’ân okuduğun zaman yani Kur’ân okumak istediğin zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! Yani “ eûzü billahi mineş-şeytanir-racîm“ de. 99Hakikat bu ki, îman edip de Rablerine güvenenler üzerinde onun bir tasallutu (hâkimiyeti) yoktur. 100Onun hâkimiyeti, ancak ona itâat etmekle onu dost edinenler, bir de ona yani Allah'a şirk koşanlar üzerindedir. 101Biz bir Âyet-i diğer bir Âyet-in yerine kulların maslahatı için bunu kaldırıp yerine onun bir başkasını indirmekle getirdiğimiz vakit-ki, Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir-onlar yani kâfirler peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ”sen ancak bir iftiracısın“ “ Bunu sen kendinden diyorsun“ dediler. Hayır! Onların çoğu Kur’ân’ın hakikatini (kimliğini) ve neshin faydasını bilmezler. 102Onlara De ki: “Onu-îman edenlere Kur’ân'a îman etmeleri sebebiyle tam bir sebat vermek, müslümanlara bir hidâyet ve bir müjde olmak için-Rabbinden hak olarak Ruhu’l Kuds Cibrîl indirmiştir. Âyetle yer alan“ min Rabbike “Nezzele fiiline taalluk etmekledir. 103Yemin olsun ki, biz onların ” Kur’ân’ı ona mutlaka bir insan öğretiyor!“ dediklerini biliyoruz. Bu kişi Hıristiyan bir köle olup Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına uğradığı olurdu. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: Onu o öğretiyor deyip kendisine nisbet ettikleri kişinin dili yabancıdır. Bu Kur’ân ise fasih ve belagatli apaçık Arapça bir dildir. Onu bir yabancı nasıl öğretebilir? 104Allah'ın âyetlerine îman etmeyenleri, şüphe yok ki, Allah hidâyete erdirmez. Onlar için çok acıklı bir azap vardır. Yalanı, ancak Allah'ın âyetlerine Kur’ân'a “ Bu beşer sözüdür “sözlerini inanmayanlar uydurur. Ve yalancıların ta kendileri de onlardır! Sılanın tekrarı, (Allah’ın ayetlerine îman etmeyenler) “inne ”Ve bunların dışındakilerle yapılan tekit”sen sadece bir yalancısın“sözlerine bir cevaptır, retdir. 106Kalbi îman ile dolu olduğu hâlde, küfür sözünü söylemeye zorlanan ve onu söyleyen hariç, kim îman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse onlar için büyük bir azap vardır Ve kalbini küfre açarsa yani canı bunu isterse işte Allah'ın gazâbı bunlaradır. Ve onlar için büyük bir azap vardır. Âyette geçen “ men“ mübteda yahut şart edatıdır. Haberi yahut cevabı, onlar için çok kuvvetli bir azap vardır, buna da (haber yahut cevaba) ayetin devamı delâlet etmektedir. 107Onlara bu tehdit, onların dünya hayatını âhirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmemesinden ötürüdür. 108Bunlar, o kimselerdir ki, Allah, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir. Bunlar kendilerinden istenilen şeyden gafil olanların ta kendileridir. 109Hiç şüphesiz onlar âhirette ziyana uğrayanların ta kendileridir. Çünkü onlar kendilerine ebedî kılınan cehennem ateşine varacaklar. 110Sonra şüphesiz Rabbin, işkenceye uğratılmalarının ve küfür sözünü söylemelerinin ardından Medine'ye hicret edip, sonra da ibâdete sabrederek cihad edenleri (bağışlayıcı ve onlara acıyıcıdır). Bütün bunlardan sonra yani bu imtihanlardan sonra Rabbin elbette onları çok bağışlayan ve onlara pek merhamet edendir. Âyette geçen “futinu“ Bir kırâatte malum olarak ta okunmuştur. Yani kâfir olduktan sonra hicret edenleri… veya (müteaddi olarak) insanları îman etmekten fitneye düşürdüler. Âyette geçen birinci inne’nin haberine ikinci inne’nin haberi delâlet etmektedir. (parantez içinde belirtildi). 111Hatırla ki, o Kıyâmet günü herkes kendi nefsi için mücadele ederek gelecek başkasının durumu onu ilgilendirmez. Ve herkese yaptığı işin karşılığı tam olarak ödenecek. Onlara asla zulmedilmez. 112Allah bir şehri misal yaptı ki, o da Mekke'dir. Âyette geçen ” karyeten“ meselen'den bedeldir. Karye den maksat da o karyenin halkıdır ki, baskınlardan dolayı huzurları bozulmayacak şekilde emniyet ve darlık ve korkudan dolayı oradan başka yere taşınmaya ihtiyaç duymayacak şekilde huzur içindeydi (ler). Rızkı her yerden bol bol geliyordu. Derken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlamak suretiyle Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler. Allah da onlara yaptıklarından dolayı açlık yedi sene kıtlık çektiler Ve Peygamber (sallalahü aleyhi ve sellem)'in gönderdiği o müfrezeler ile korku libasını tattırdı. 113Yemin olsun ki, onlara kendilerinden bir peygamber Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi de onlar onu yalanladılar. Bunun üzerine onlar zulmederlerken azap açlık yahut korku kendilerini yakalayıverdi. 114Onun için Ey Mü'minler! Siz, Allah'ın size verdiği rızıklardan helâl, hoş olarak yiyin de, eğer yalnızca Allah'a ibâdet ediyorsanız, onun nimetlerine şükredin! 115O, size ancak leşi, kanı, domuz etini bir de Allah'dan başkası adına kesilen hayvanı haram kıldı. (Bunlardan yemeye) Artık mecbur kalırsa, taşkınlık yapmadan ve sınırı da aşmadan (bunlardan yiyebilir) Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 116Dillerinizin, yalan olarak vasıflamasıyla bir şey hakkında “ Allah bunu niçin helâl kılmadı, şunu niçin haram kılmadı “ diyerek ” Bu helâldir, şu haramdır“ demeyin ki, bunları (kafanızdan uydurduğunuz helâl ve haramı) Allah'a isnad etmekle yalanı Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah'a yalan iftira edenler asla felâhbulmazlar. Âyette geçen “ Lima tesifu“ deki “ ma “ masdar ma'sıdır. 117Onlar için dünyada az bir istifade âhirette ise acıklı bir azap vardır. 118çSana anlattıklarımızı daha önce, En’am sûresi yüz kırk altıncı âyette de belirtildiği üzere Yahûdi olanlara yani Yahûdilere de haram kılmıştık. Bunları haram kılmakla Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar bu cezayı gerektirici isyanları işlemekle kendi nefislerine zulmediyorlardı. 119Sonra, şüphe yok ki, senin Rabbin, cahillik sebebiyle bir kötülük şirk işleyen, arkasından tevbe edip vazgeçen ler ve amellerini düzelten kimseleri (bağışlar). Şüphesiz ki, Rabbin bundan sonra yani bu cahillikten yahut bu tevbeden sonra onları bağışlayıcı, onları merhametlidir. 120Muhakkak İbrâhîm, Allah'a itâat eden ve bütün bâtıl dinleri bırakıp dosdoğru hak dine yönelen iyi hasletleri kendinde toplayan önder bir imamdı. Ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı. 121Allah'ın nimetlerine şükredendi. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti. 122Biz, dünyada ona bir hasene bütün din mensupları arasında güzel bir nam (güzel bir şekilde anılma) verdik. Muhakkak Ki o, âhirette de en yüksek derecelere sahip olan iyilerdendir. Âyette “ gaib “ Ten ( “mütekellim ”e) iltifat (geşiş) vardır. 123Sonra da Ey Resûlüm Muhammed! Sana “ hakka yönelen ve müşriklerden olmayan İbrâhîm'in dinine tâbi ol!“ diye vahyettik. Bu âyet, Yahûdi ve Hıristiyanların, İbrâhîm'in dini üzerinde olduklarına dair iddialarını reddetmek için tekrarlanmıştır. 124Cumartesi tatili ancak bu konuda peygamberleriyle ihtilâf edenlere hürmeti farz kılındı. Onlar da Yahûdilerdir. Cuma günü bütün vakitlerini ibâdete vermekle (peygamberleri tarafından) emrolundular. Fakat onlar;” Biz Cuma gününü istemiyoruz “ deyip, Cumartesi gününü tercih ettiler. Bunun üzerine Cumartesi gününde onlara katı bir hüküm, sıkı bir tatil getirildi. (Balık avlamak yasak) Elbette Rabbin, Kıyâmet gününde onların ihtilâf edip durdukları şey Cumartesi meselesi hakkında itâat edeni mükâfatlandırmak ve Cumartesi hürmetini ihlâl etmekle âsi olan kimseye azap etmek suretiyle aralarında hüküm verecektir. 125Ey Resûlüm Muhammed! Rabbinin yoluna dinine hikmetle Kur’ân la ve güzel öğütle Kur’ân daki nasihatler ile yahut yumuşak sözle davet et! Meselâ Allah'ın âyetleri ile Allah'a çağırmak ve O’nun kesin delilleri ile (kendisine îman etmeye) davet etmek gibi. Şüphe yok ki, Rabbin, O yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidâyete erenleri bilen de O'dur. Neticede onların karşılığını verecektir. Bu âyet savaş emri gelmeden önce inmiştir. 126Hazret-i Hamza şehit edilip, âzaları paramparça edilince, onu gören Peygamberimiz ( ): “Vallahi senin yerine ben de onlardan yetmiş kişiyi öldürüp paramparça edeceğiz “ deyince bu âyetnâzil oldu. Eğer bir ceza vermek isterseniz size reva görülen cezanın misli ile ceza verin! Ama intikam almaktan vazgeçip sabrederseniz andolsun ki, bu yani sabretmek sabredenler için daha hayırlıdır. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallalahü aleyhi ve sellem) (cezadan) vazgeçti ve yemininden dolayı keffaret ödemiştir. Bu hadisi şerifi Bezzar rivâyet etmiştir. 127Sabret! Senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı ve başarılı kılması iledir. Ve onlara yani kâfirlere karşı îman etmezlerse, onların îman etmelerini arzulamandan dolayı üzülme! Kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı (telaşa ve) sıkıntıya da düşme! Yani onların tuzaklarına aldırış etme! Çünkü onlara karşı senin yardımcın benim. 128Şüphesiz Allah! Küfür ve masiyetlerden sakınanlarla ve tâat ve sabırla ihsan mertebesine kavuşanlarla yardım ve zaferi ile beraberdir. |
﴾ 0 ﴿