17-İSR SÛRESİMekke’de nâzil olup 111 âyettir. Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismi ile başlarım. 1Gecenin bir bölümünde, kendisine âyetlerimizden kudretimizin hayret-i mucip yönlerinden bir kısmını gösterelim diye kulunu Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i Mescid-i Harâmdan Mekke'den çevresini meyvalar ile nehirlerle mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya Beyt-i Makdis'e-Mescid'i Harâmdan uzak olması sebebiyle “Aksa “ (uzak) adını almıştır- götüren Allah, noksan sıfatlardan sübhandır münezzehtir. Çünkü ziyadesiyle işiten ve hakkıyla gören Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in söz ve davranışını bilen O'dur. Âyet-i kerîme'de geçen “ Leylen”lafz-ı celil-i zarfiyet üzere mansubtur. “ İsra “ geceleyin yürütmektir. Ayrıca”leylen” kelimesinin zikredilmesinin faidesi bu kelimenin nekre olarak getirilmesi ile “İsra “ müddetinin azlığına işarettir. Zira Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer peygamberlerle bir araya gelmesinden, semaya yükseltilmesinden, Melekût âleminin aldatmaz güzelliklerini görmesinden ve Allah-u teâlâ ile münacaatından oluşan bir İsra nimetine mazhar kılındı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: ” Bana Burak getirildi. Bu merkepten küçük katırdan büyük beyaz bir hayvandı. Ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben bu hayvana bindim ve beni alıp götürdü. Nihayet Beyt-i Makdis'e vardım ve hayvanımı, peygamberlerin hayvanlarını bağladıkları halkaya bağladım. Sonra Mescid-i Aksa'ya girdim ve orada iki rekât namaz kıldım. Sonra buradan çıkıverdim. Bu sırada Cibrîl bana bir kâse şarap ile bir kâse süt getirdi. Ben sütü tercih ettim Cibrîl: -” fıtrat'a isabet ettin“ dedi. Sonra dünya semasına yükseldim, Cibrîl, kapının açılmasını istedi. “sen kimsin? “ denildi “ Cibrîl“ dedi. “Beraberindeki kim? ” denildi. “Muhammed“ dedi “Ona miraç daveti gönderildi mi? ” denildi. -” gönderildi “ dedi. Derken kapımız açıldı. Kendimi Âdem (aleyhisselâm)'ın yanında buldum. Beni hoş geldin etti ve bana hayır duada bulundu. Sonra ikinci semaya yükseltildim. Cibrîl kapıyı çaldı. “sen kimsin? Denildi. “ Cibrîl“ dedi. “Beraberindeki kim? ” denildi. “Muhammed'dir“ dedi. “Ona miraç daveti gönderildi mi? ” denildi, -”Evet gönderildi “ dedi. Kapımız açıldı. Kendimi teyze oğulları Yahya ve Îsa (aleyhisselâm)'ın yanında buldum. Bana hoş geldin ettiler ve bana hayır duada bulundular. Sonra üçüncü kat semaya yükseltildik. Cibrîl kapıyı çaldı. “sen kimsin? ” denildi. “ Cibrîl'im“ dedi. -” Beraberindeki kim? ” denildi. “Muhammed'dir“ dedi “kendisine miraç daveti gönderildi mi? ” denildi. -”Evet ona miraç daveti gönderildi “ dedi. Kapımız açıldı ve kendimi Yusuf (aleyhisselâm)'ın yanında buldum. Gördüm ki Yusuf Peygambere güzelliğin yarısı bahşedilmiş. O da bana hoş geldin etti ve bana hayır duada bulundu. Sonra dördüncü kat semaya yükseltildik Cibrîl kapının açılmasını istedi. “sen kimsin? ” denildi “ Cibrîl'im“ dedi. “yanındaki kim? ” denildi “Muhammed'dir“ dedi. “Ona miraç daveti indirildi mi? ” denildi. -”Evet ona miraç daveti indirildi “ dedi. Bunun üzerine kapı bize açıldı ve kendimi İdris (aleyhisselâm)'ın yanında buldum. O da bana hoş geldin etti ve bana hayır duada bulundu. Sonra beşinci kat semaya yükseltildik. Cibrîl kapıyı çaldı. “sen kimsin? ” denildi, “Ben Cibrîl'im“ dedi, “Beraberindeki kimdir? ” denildi. “Muhammed'dir“ dedi. “Ona miraç davetiyesi gönderildi mi? ” denildi. -”Evet ona miraç davetiyesi gönderildi “ dedi. Derken kapımız açıldı ve kendimi Harun (aleyhisselâm)'ın yanında buldum. O da bana hoş geldin etti ve bana hayır duada bulundu. Sonra altıncı kat semaya yükseltildik Cibrîl kapıyı çaldı. “sen kimsin? ” denildi. “ Cibrîl'im“ dedi “Beraberindeki kimdir? ” denildi. “Muhammed'dir“ dedi. “Ona miraç davetiyesi gönderildi mi? ” denildi. -”Evet gönderildi “ dedi. Derken kapımız açıldı. Kendimi Mûsa (aleyhisselâm)'ın yanında buldum O da bana hoş geldin etti ve bana hayır duada bulundu. Sonra yedinci kat semaya yükseltildik. Cibrîl kapıyı çaldı. “sen kimsin? ” denildi. “ Cibrîl'im“ dedi. “Beraberindeki kim? ” denildi, “Muhammed'dir“ dedi. “O'na miraç davetiyesi gönderildi mi? ” denildi. -”Evet, ona miraç davetiyesi gönderildi “ dedi. Derken kapımız açıldı. Kendimi İbrâhîm (aleyhisselâm) in yanında buldum. Beyt-i Mamur’a yaslanmış bir hâlde idi. Burada Beyt-i Mamur'a her gün yetmiş bin meleğin girdiğini ve bunların bir daha geri dönmediklerini gördüm. Sonra Sidretü'l-Münteha'ya götürüldüm. Bunun yaprakları, Filkulakları gibi meyvaları da testiler gibiydi. Ne zaman Allah'ın emrinden onu (Sidretu l-Münteha'yı) kaplayan şey kapladıysa, birden değişiverdi. Öyle ki, Allahü teâlâ'nın yarattıklarından hiç kimse onun güzelliğini anlatmaya güç yetiremez. Resul-u Ekrem devamla buyurdular ki: “Ve Allah bana vahyedeceğini etti ve bana her gün ve gecede elli vakit olmak üzere namazı farz kıldı. Buradan geri indim. Hazret-i Mûsa (a s,)'a vardığımda bana: “Rabbin ümmetine neyi farz kıldı? ” diye sordu. “ her gün ve gecede elli vakit namaz “ dedim. -“Rabbine dön ve O'ndan hafifletmesini taleb et! Zira senin ümmetin buna güç yetiremez. Ben İsrâîloğullarını imtihan ettim ve onları denedim“ dedi. Resul-ü Ekrem şöyle devam etti: Ben de Rabbime döndüm ve ” ey Rabbim! Ümmetimden hafiflet“ dedim. Bunun üzerine Rabbim benden beş vakit namaz indirdi. Sonra Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm)'a geri döndüm Bana: “Ne yaptın? ” dedi. “Rabbim benden beş vakit indirdi “ dedim. “senin ümmetinin buna gücü yetmez, Rabbine dön ve O'ndan ümmetin için hafifletmesini taleb et“ dedi. Rasûlüllah şöyle devam etti: ” Böylece Rabbim ile Hazret-i Mûsa arasında gidip gelmeye devam ettim. Rabbim her defasında benden beşer, beşer indiriyordu. Nihayet (beşe kadar indirince bana) şöyle buyurdu: “ ey Muhammed! Tamamı, her gün ve gecede kılınacak beş vakit namaz! Her namazın karşılığı ondur. Böylece elli vakit namaz eder. Her kim bir iyilik murad eder de onu yapamazsa, kendisi için bir hasene yazılır. Şayet onu yaparsa kendisine on hasene yazarım. Her kim de bir kötülük murad edip onu yapmazsa bu, ona yazılmaz. Şayet onu yaparsa kendisine bir kötülük yazılır. “ Bunun üzerine geri indim. Nihayet Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm)'a vardım ve ona olanları haber verdim. Hazret-i Mûsa: “Rabbine dön ve O'ndan-ümmetin için hafifletme taleb et. Zira senin ümmetin buna güç yetiremez “ dedi. Buna mukabil ben de: -”sürekli Rabbime döndüm. Nihayet O'ndan utandım“ dedim. “ Buharî ve Müslim rivâyet etmişlerdir. Ancak buradaki metin, Müslim'e aittir. Hakîm’in el-Müstedrek adlı eserinde İbn Abbâs'tan rivÂyet-ine göre Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ” Ben, İzzet ve Celâl sâhibi olan Rabbimi gördüm “. Yüce Allah şöyle buyuruyor: 2Biz Mûsa'ya da kitabı Tevrat'ı verdik ve benden başka işlerini kendisine bırakacakları vekil edinmesinler diye onu İsrâîloğulları'na bir hidâyet rehberi yaptık. Âyet-i kerîme’de geçen “yettehizü' lafz-ı bir kırâatta Ta'lı olarak 'Tettehizü“ şeklinde okunmuştur. Bu kırâata göre gaibden muhataba iltifat edilmiş olur. Bu durumda ”en“zâide olup, cümle, mukadder bir kavle makul düşer. 3Ey Nuh ile beraber gemiye yüklediğimiz kimselerin soyundan gelenler! Şüphesiz Nuh; bize çok şükreden ve bütün ahvalinde hamdeden bir kul idi. 4Biz İsrâîloğulları'na kitapta Tevrat'ta şunu hükmettik, vahyettik: ”yeryüzünde Şam bölgesinde siz muhakkak, işleyeceğiniz günahlarla iki defa fesad çıkaracaksınız ve büyük bir kibirle kibirleneceksiniz, büyük bir azgınlıkla taşacaksınız. “ 5O İkisinden birincisinin fesat çıkaracakları iki defadan ilkinin vadesi geldiği zaman üzerinize çok kuvvetli ve şiddetli harb sırasında ve yakalayıp götürmede güç ve kuvvet sâhibi bir takım kullarımızı göndereceğiz de onlar sizleri öldürmek ve sizleri esir etmekgayesi ile ta evlerin aralarına sizin evlerinizin ortasına girip sizleri bulmak için araştıracaklar. Bu, kuvveden fiile çıkarılmış bir va'd oldu. Nitekim İsrâîloğulları yeryüzünde ilk bozgunculuklarını, Zekeriyya (aleyhisselâm)'ı katletmekle gerçekleştirdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ Calut'u ve ordusunu üzerlerine gönderdi; kendilerini katlettiler, çocuklarını esir ettiler ve Beyt-i Makdis'i harab ettiler. 6Sonra size, yüzyıl geçtikten sonra Calut'u öldürmekle, tekrar onların üzerine geri dönüşü devleti ve galibiyeti iade edeceğiz ve size mallarla, oğullarla imdat vereceğiz. Cemiyetinizi aşiretinizi de öncekinden daha fazla çoğaltacağız. 7Ve biz şöyle demiştik: Eğer itâat yaparak iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Çünkü iyiliğin sevabı sizin içindir. Yok, bozgunculuk yaparak kötülük ederseniz, kötülüğünüz de kendinizedir. Artık sonraki fesadınızın vadesi gelince sizin yüzlerinizi kara etsinler bir kısmınızı öldürmek, bir kısmınızı da esir etmek suretiyle yüzlerinize yansıyacak şekilde sizleri mahzun etsinler; birinci defa girdikleri ve tahrib ettikleri gibi yine Beyt-i Makdis'e girsinler de orayı tahrib etsinler ve her istila ettikleri yeri her galip geldikleri şehirleri mahvededursunlar diye. Tarumar ededursunlar diye onları üzerinize musallat edeceğiz. “Nitekim onlar ikinci kez de Hazret-i Yahya (aleyhisselâm)'ı öldürmek suretiyle bozgunculuk yaptılar. Bunun üzerine Yüce Allah üzerlerine Bühtannasr'ı musallat kıldı; onlardan binlerce insanı öldürdü, nesillerini esir etti ve Beyt-il Makdis'i tahrib etti. “Ve biz onlara Tevrat'ta şunu da söylemiştik: 8Olur ki, bu ikinci kez fesaddan sonra, şayet tevbe ederseniz, Rabbiniz size merhamet eder. Ama tekrar fesada dönerseniz, biz de cezaya döneriz. “ Nitekim onlar, Hazret-i Muhammed ( ’i yalanlamakla fesada döndüler. Bunun üzerine Hazret-i Muhammed ( ), Beni Kurayza'yı öldürmek, Beni Nadir'i sürmek ve kalanlarını cizyeye bağlamak suretiyle üzerlerine musallat kılındı. Biz, cehennemi kâfirler için bir hapishane ve zindan yaptık. 9Gerçekten bu Kur’ân, insanları en doğruya yani en adil ve en doğru olan yola iletir. Ve yararlı işler yapan mü'minlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler. 10Âhirete îman etmeyenlere de acıklı elem verici bir azap hazırladığımızı- ki o da cehennem ateşidir- haber verir. Âyet-i kerîme’de geçen “ A'tedna” lâfzı, “A'dedna”Takdirindedir. 11İnsan, sıkılınca hayra dua eder gibi kendisi ve ailesi aleyhine şerre dua eder. Zaten insan neticesini hiç düşünmeden kendi zarar ına dua etmekle cins itibariyle çok acelecidir. 12Biz, gece ile gündüzü kudretimize delâlet eden iki alâmet yaptık. Sonra gece alâmetini içinde dinlenesiniz diye yok ettik, karanlıklarla ışığını söndürdük ve içinde çalışıp kazanmak suretiyle Rabbinizden bir lütuf aramanız ile gece ile gündüzün gelip gitmeleri sayesinde yılların sayısını, vakitlerin hesabını bilmeniz için gündüzün alâmetini görücü yani aydınlıkla görmeye mahal yaptık. Biz ihtiyaç duyulan her şeyi yerli yerince beyan ettik. Âyet-i kerîme’de geçen “ Âyet“ ile ” el-Leyl“ arasındaki izafet, beyan içindir. 13Biz, her insanın kusurunu amelini boynunda asılı olarak onu taşıdığı hâlde onunla beraber kıldık. Hassaten boyunun zikredilmesi, boyunla taşımanın çok daha zor olması illetine binaendir. (Büyük tefsir âlimi İmam) Mücahid der ki: ” doğan her çocuk, boynunda asılı bir kağıdla beraber doğar. Çocuğun şaki mi bahtiyar mı olduğu bu kâğıda yazılıdır. “ Kıyâmet günü onun için içinde amelinin yazılı bulunduğu ona kavuşacağı, açılmış bir kitap çıkaracağız. Âyet-i kerîme’de geçen “yalkahü”Ve “ menşüren”lafızları, “kitaben“den sıfat düşer. 14Kendisine: “Oku, kitabını! Muhasib olarak bugün nefsin sana yeter!“ denilecektir. 15Kim doğru yolda giderse, sırf kendi lehine gider. Çünkü doğru yolda oluşunun sevabı, kendi lehinedir. Kim de sapıklık ederse, ancak kendi aleyhine eder. Çünkü sapıklığının günahı kendi aleyhinedir. Hiç bir taşıyıcı günahkâr kimse, başkasının günahını taşımaz yüklenmez. Biz üzerindeki sorumluluğu kendisine beyan edecek bir peygamber göndermedikçe kimseye azap edici değiliz. 16Biz, bir beldeyi helâk etmek istediğimiz zaman, o beldenin şımarıklarına nimetlendirdiklerimize yani o beldenin reislerine, peygamberlerimiz vasıtasıyla itâat etmelerini emrederiz. Onlarsa, orada fasıklık ederler emrimizin dışına çıkarlar. Artık o belde azapla ilgili hükmü hak etmiştir. Biz de onu gerektiği şekilde halkını helâk edip, beldelerini tahrib etmekle helâk ederiz. 17Biz, Nuh'dan sonra nice yani birçok nesiller, ümmetler helâk etmişizdir. Kullarının günahlarından Rabbinin haberdar olup görmesi gizlilerini ve açıklarını bilmesi yeter. Âyet-i kerîme’de geçen “ Bi-Zünübi ” lâfzı, “ habiren-Basîren ”e tealluk etmektedir. 18Her kim aceleyi yani dünyayı isterse, dilediğimiz kimseye kendisine peşin dünyalık vermeyi dilediğimiz kadar peşin (dünyalık) veririz. Sonra da âhirette onu cehenneme tahsis ederiz. Yerilmiş levmedilmiş ve rahmet-i ilâhiden kovulmuş bir hâlde oraya girer. Âyet-i kerîme’de geçen “ men” lâfzı, harf-i cerrin iadesi ile ” Lehü“ den bedel düşer. 19Kim de mü'min olarak âhireti ister ve çalışmasını ona göre yaparsa, âhirete lâyık bir şekilde amel işlerse, işte böylelerinin çalışması Allah katında şükranla karşılanır makbul olur ve sevabı verilir. Âyet-i kerîme’de geçen “Ve hüve mü’minün” lâfzı, hâl cümlesidir. 20Dünyada Rabbinin ihsanından iki fırkadan her birine; hem onlara, hem bunlara veririz. Rabbinin dünyadaki ihsanı kimseden yasaklanmış men edilmiş değildir. Âyet-i kerîme’de geçen “ haülai ” lâfzi “ küllen“ den bedel düşer. 21Bak, bir kısmını diğerlerine rızık ve makam konusunda nasıl üstün kıldık. Ama elbette âhiret, dereceler itibariyle de dünyadan daha büyük, üstünlük yönüyle de daha büyüktür. Binaenaleyh, dünyaya değil, âhirete özenmek gerekir. 22Allah ile beraber başka bir ilâh edinme! ki kınanmış ve kendi başına bırakılmış yardımcısız olarak oturup kalırsın. 23Rabbin kesin olarak O'ndan başkasına ibâdet etmemenizi ve anaya-babaya sadakat göstermek suretiyle iyilik etmenizi hükmetti, ferman buyurdu. Şayet onlardan biri, yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık hâline yetişirse sakın onlara” uf“ deme ve onları azarlama! Katı bir uslubla (hoşlanmadığın şeylerden) onları men etme! İkisine de hoş güzel ve yumuşak söz söyle! Âyet-i celilede geçen ”en“ masdariye olup “Bi-en”Takdirindedir. Ayrıca” ehadühüma” lâfzı faildir. Âyet-i kerîme’de geçen “yebluğanne ” lâfzı bir kırâatta “yebluğanni “ şeklinde okunmuştur. Bu takdirde ”ehadühüma “ Bu fiilin elifinden bedel düşer. Ayrıca Âyet-i kerîme’de geçen “ Üffin” lâfzı, Fa'nın fethası ve kesresi ile tenvinli ve tenvinsiz olarak okunmuş olup ”siz bana zarar sınız davranışlarınız kötüdür“ anlamındadır. 24 Onlara acımandan ötürü yani o ikisine karşı hassas oluşun sebebiyle üzerlerine tevazu kanadını indir. Mütevazı tarafını onlar için yumuşat ve de ki: “ ey Rabbim! Onlar küçükken nasıl beni terbiye ettikleri zaman bana merhamet ettilerse sen de onlara rahmet buyur!“ 25Rabbiniz sizin içinizdekini sadakat mi saklıyorsunuz asilik mi daha iyi bilir. Eğer siz iyi kimseler Allah için itâatkârlar olursanız bilin ki, o hiç şüphesiz çok yönelenleri, O'na itâat'e dönenleri, anne-babaları hakkında içlerinde isyan duygusunu taşımadan, kendilerinden sudur eden istenmedik yanlışlıklara karşı çok bağışlayıcıdır. 26Karabet sâhibine (akrabaya) iyilik ve sıla-i rahimden oluşan hakkını ver! Yoksula ve yolda kalmışa da. Bununla beraber malını, Allah'a itâatin dışındaki yerlere harcamak suretiyle saçıp savurma! 27Çünkü israf yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Yani onların yolundadırlar. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür. Rabbinin nimetlerine karşı nankörlüğü oldukça şiddetlidir. Binaenaleyh, onun kardeşi durumundaki müsrifler de öyle. 28Ve eğer Rabbinden ümid ettiğin bir rahmeti aramak için yani sana gelip de onlara vereceğini beklediğin bir rızkı aramak için, onlardan yani sözü geçen akraba, yoksul ve yolda kalmıştan yüz çevirmek mecburiyetinde kalırsan da bu sebeple onlara veremezsen, o zaman rızık eline geçince vereceğine dair kendilerine söz vermek suretiyle onlara gönül alıcı, yumuşak ve kolay söz söyle. 29Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme! Yani elini infaktan büsbütün geri çekme! Onu infakta büsbütün de açıp israf etme ki, sonra kınanmış -birincisine (yani cimrilik vasfına) rücû etmektedir- eliboş yanında hiç bir şey kalmayacak bir hâlde- ikincisine (yani eli büsbütün açma vasfına) rücû etmektedir- oturup kalırsın. 30Şüphe yok ki Rabbin, dilediğine rızkı açar genişletir, dilediğine daraltır. Hakikat O, kullarının hallerinden haberdardır. Her şeyi görendir. Onların içlerini ve dışlarını bilmektedir. Dolayısıyla onları maslahatlarına göre rızıklandırmaktadır. 31Bir de, fakirlik korkusuyla endişesiyle, diri diri toprağa gömmek suretiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onlara da, size de rızkı biz veririz. Muhakkak onları öldürmek, çok büyük bir hata günahdır. 32Zinaya da yaklaşmayın. Bu ifade, “zinaya varmayın“ ifadesinden daha mübalağalıdır. Çünkü o, pek çirkindir ve kötü bir yoldur. 33Haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksızlıkla öldürülürse, biz onun velisine varisine, katile karşı muhakkak bir tasallut hakkı vermişizdir. Ama o da kâtilden başkasını öldürerek ya da maktûlün öldürüldüğü şeyin dışında bir şeyle öldürmek Cana kıyma işinde israf etmesin. Haddi aşmasın. Çünkü kendisi, yardım görmüştür. 34Yetim malına yaklaşmayın. Ancak, rüşdüne erinceye kadar en güzel şekilde ola! Bir de Allah’a yahut insanlara söz verdiğiniz zaman, sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözden sâhibi mesuldür. 35Ölçtüğünüz zaman, ölçüyü ifa edin tam ölçün Ve doğru dengeli terazi ile tartın. Bu daha hayırlı ve netice akibet itibariyle daha hayırlıdır. 36Hakkında bilgi sâhibi olmadığın bir şeyin ardına düşme peşinden gitme. Çünkü kulak, göz ve kalb, bütün bunlara karşı sâhibi, onunla ne yaptığından sorulmuş olacaktır. 37Hem yer yüzünde böbürlenerek yani kibir ve azametle, şımarık bir hâlde yürüme. Çünkü sen elbette yeri yaramazsın, kibrinle yeri eşip sonuna varamazsın. Boyca da elbet dağlara erişemezsin. Yani sen bu seviyeye erişemezsin, peki ya nasıl böbürlenirsin? 38Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbin katında sevimsizdir. 39Ey Muhammed! İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerden öğütlerdendir. Sakın Allah'a beraber başka bir ilâh tanıma ki, sonra yerilmiş, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın. 40Yoksa ey Mekkeliler! Rabbiniz, size oğulları tahsis etti de iddianıza göre meleklerden kendisi için dişiler kızlar mı edindi? Gerçekten siz bunu söylemekle büyük bir söz söylüyorsunuz. 41Yemin olsun biz bu Kur’ân'da misal, va'd ve tehdit türlerinden türlü türlü beyanlarda bulunduk ki, düşünüp akıllarını başlarına alsınlar, öğütlensinler. Hâlbuki bu, ancak onların haktan nefret etmelerini artırıyor, 42Onlara de ki, eğer onunla yani Allah'la beraber, onların dedikleri gibi ilâhlar olsaydı, o vakit bu ilâhlar Arş'ın sâhibine yani Allah'a, onunla savaşmak için mutlaka bir yol ararlardı. 43Allah sizin söylediklerinizden O'na şerikler isnad etmenizden münezzeh, yüce ve çok büyüktür. 44Yedi kat gök ile yer ve bunlarda bulunanlar, O'nu tesbih ederler. O'nu tenzih ederler. Mahlûkatdan hiç bir şey yoktur ki, O'na, hamdine iltibas ederek tesbih etmesin. Yani “sübhanehlahi ve bihamdihi “ demesin. Lâkin siz onların tesbihini anlamazsınız. Çünkü O, sizin anlayabileceğiniz dilden değildir. O, gerçekten halimdir, bağışlayıcıdır. Bu sıfatlarının tezahürü olarak sizi çabucak cezalandırmamıştır. 45Sen Kur’ân’ı okuduğun vakit, biz, seninle âhirete inanmayanlar arasına görünmez bir perde çekeriz. Yani seni onlardan gizleyecek bir perde çekeriz de seni göremezler. Bu Âyet-i kerîme, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e karşı su-i kast niyetinde olanlar hakkında nâzil olmuştur. 46Ve kalblerinin üzerine onu anlamalarına mani Kur’ân’ı anlamalarına engel örtüler kapaklar getiririz. Yani dolayısıyla onu anlayamazlar. Kulaklarına da bir ağırlık koyarız da onu duymazlar. Sen Kur’ân'da Rabbini tek olarak andığın vakit, onlar o Kur’ân'dan ürkerek arkalarını döner giderler. 47Seni, senin kırâatini dinledikleri vakit, neden hangi sebeple kulak verdiklerini- ki o da alay etmektir- de, fısıldaşma hâlinde iken aralarında fısıldaşırlarken yani konuşurlarken o zâlimlerin fısıldaşmalarında, “siz ancak büyülenmiş, tesir altında bırakılmış ve akletme melekesi elinden alınmış bir adama tâbi oluyorsunuz “ diyeceğini de biz çok iyi biliyoruz. Âyet-i kerîme’de geçen (ikinci) “iz “ Bir önceki “iz “ den bedel düşer. Ayrıca” Tettebiüne ” lâfzı üzerinde geçen “ in“ nâfiye olup “ma “ anlamındadır. 48Allahü teâlâ buyuruyor ki: Bak, “ Büyülenmiştir, kâhindir, şâirdir“ demekle sana nasıl misaller verdiler de bu yüzden hak yoldan saptılar. Artık hak yola varan bir yol bulmaya da güçleri yetmez. 49Bir de öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edici bir eda ile, “Biz, bir yığın kemik ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi yeniden yaratılıp diriltileceğiz? ” dediler. 50Onlara de ki, “ Bir yığın kemik olmak ve ufalanıp toz olmak şöyle dursun, ister taş olun, ister demir. W***51Yahut gönlünüzde öldükten sonra tekrar dirilmeyi kabullenmeyecek kadar büyüyen herhangi mahlûk olun! Ruhun içinizde tekrar var edilmesinden kurtulamazsınız. “ O hâlde ” Bizi tekrar hayata kim döndürecek? ” diyecekler. De ki, “sizi, daha ortada hiçbir şey değilken ilk defa yaratmış olan (Allah) diriltecek “. Çünkü bir şeyin ilkine kâdir olan, onu tekrar vücuda getirmeye de kâdirdir. Hattâ (aklen) bu, daha da kolaydır. O zaman hayret edip sana başlarını sallayacaklar ve alay ederek “Ne vakit o öldükten sonra tekrar diriliş? ” diyeceklerdir. “ umulur ki (şüphesiz), yakındır“ de. 52O gün İsrafil (Aleyhisselam)'ı vasıta ederek sizi kabirlerinizden çağıracak. Siz de hemen hamd ile O’nun emri ile-Bir görüşe göre ” hamd O'nadır“ diyerek- O’nun davetine kabirlerinizden icabet edeceksiniz ve göreceğiniz ürpertici haller dolayısıyla dünyada pekaz müddet kaldığınızı sanacaksınız. Âyet-i kerîme’de geçen “ İn“ “ma “ mânasındadır. 53Hemen benim mü'min kullarıma söyle de, kâfirlere en güzel olan kelimeyi söylesinler. Çünkü şeytan aralarına vesvese fesat sokar. Çünkü şeytan, insana açık bir düşmandır. Düşmanlığı açıktır (Onlara söyleyecekleri) en güzel kelime şudur: 54“Rabbiniz sizi çok daha iyi bilir. Dilerse tevbe edip îman etmeniz sebebiyle size merhamet buyurur. Yahut size azap etmeyi dilerse, küfür üzere ölmeniz sebebiyle sizi azaplandırır. Seni de üzerlerine vekil göndermedik ki, onları imana zorlayasın. Bu, savaşla emrolonmadan önce idi. (Yani kıtal Âyet-i ile hükmü neshedilmiştir) 55Rabbin, göklerde ve yerde kimin olduğunu en iyi bilendir. Dolayısıyla onları üzerinde bulundukları hallere göre dilediği makama tahsis eder. Celâlim hakkı için! Biz peygamberlerin de, onlardan her birine bir fazileti tahsis etmek suretiyle bazısını bazısına üstün yaptık. ” kelîmullah “olmanın Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm)'a, “ halilullah “olmanın Hazret-i İbrâhîm (aleyhisselâm)'a, İsra ile müşerref olmanın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e tahsis edildiği gibi. Ve Dâvud'a Zebur'u verdik. 56Onlara de ki; Allah'tan başka melekler, Îsa ve Uzeyr gibi ilâh olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın, anlarsınız ki, ne sizden zarar ı defetmeye ne de onu sizden başkalarına çevirmeye kadir değillerdir. 57Onların ilâh diye yalvarıp durdukları, bu varlıklar, Rablerine ibâdet etmekle vesile yakınlık isterler. Hem de hangileri O'na en yakın ise. Yani O'na en yakın olanlar (melekler) ona yaklaşmak isterse, (Îsa ve Uzeyr gibi) bu derece yakın olmayanlar nasıl istemesin? Ve onlar da başkaları gibi O’nun rahmetini umarlar, azâbından korkarlar. Peki ya, böylelerine nasıl olur da ilâh diye yalvarırsınız? Hakikat, senin Rabbinin azâbı korkunçtur. Âyet-i kerîme’de geçen ”eyyühüm” lâfzı, mevsûle olup ”yebteğune “ nin”Vav “ından bedeldir. 58Hiçbir memleket yoktur ki,- Murad, halkıdır Kıyâmet gününden önce ölümle biz onu helâk etmiş veya öldürülmek ve benzeri yollarla şiddetle azâba çekmiş olmayalım. Kitapta Levh-ı mahfûz'da bu yazılıdır. Âyet-i kerîme’de geçen “ İn“ “ma-i nâfiye “ mânâsındadır. 59Mekkelilerin istedikleri o mu'cizeleri göndermekten bizi men eden de yoktur. Ancak o mu'cizeleri biz gönderince evvelki ümmetler yalanladılar da biz onları helâk ettik. Şayet bunlara gönderecek olsak, bunlar da göndereceğimiz mu'cizeleri yalanlayacak ve helâk olunmaya müstahak olacaklar. Oysa bizim hükmümüz, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem)'in işini tamama erdirmek için onlara mühlet vermek yönündedir. Biz Semûd'a açık bir mu'cize olarak dişi deveyi verdik de, onlar ona zulmettiler, küfrettiler ve bu sebeple helâk edildiler. Hâlbuki biz, o âyetleri mu'cizeleri ancak kullarımızı korkutup îman etmelerini sağlamak için göndeririz. 60Ve hatırla ki, vaktiyle sana, “muhakkak Rabbin insanları ilmen ve kudreten kuşatmıştır; onlar O’nun kudret kabzasındadırlar. Binaenaleyh, sen hemen onlara tebliğde bulun. Kimseden korkma! Çünkü Rabbin seni onlara karşı koruyacaktır“ demiştik. O İsra gecesi sana ayânen gösterdiğimiz rüyayı sırf insanlara Mekkelilere bir imtihan için yapmıştık. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gördüklerini onlara haber verince onu tekzib ettiler ve bir kısmı irtidad etti. Kur’ân da lânetlenen ağacı da- ki, Cehennemin dibinde biten zakkun ağacıdır-onlara imtihan için yapmıştık. Çünkü onlar (bu haberi duyunca): “Ateş ağacı yakar. Nasıl olur da onu bitirir“ dediler. Biz âyetlerimizle onları korkutuyoruz. Fakat bizim korkutmamız, onlara büyük bir taşkınlıktan başka bir şey artırmaz. 61Yine hatırla ki, bir vakitler meleklere, “Âdem için tebrik amacıyla, iki kat eğilerek secde edin“ demiştik de, hemen secde etmişler, yalnız İblis kalmıştı. İblis, “ hiç ben çamurdan yarattığın bir kimseye secde eder miyim? ” demişti. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tinen”lafz-ı celili, harf-i cerrin çekilmesi ile Mensûb olup;” min-Tinin”Takdirindedir. 62İblis, “Ne dersin yani bana söyle şu kendisine secde etmemi bana emretmenle benden üstün tuttuğuna oysa ben ondan daha hayırlıyım; çünkü beni ateşten yarattın! Yemin ederim ki, eğer bana Kıyâmet gününe kadar mühlet verirsen, ben onun zürriyetini, onlardan senin koruduğun pek azı müstesna olmak üzere, peşimden sürükleyeceğim, onların aslını kurutacağım. Ayet-i kerîme’de geçen “ Lein” lâfzı üzerindeki lâm, kasem içindir. 63Allahü teâlâ şöyle buyurdu: ” defol ve birinci sûra üfürüş vaktine kadar mühlet verilmiş olarak git. Artık onlardan kim sana uyarsa iyi bilin, cezanız senin ve onların cezası cehennemdir, tam ve mükemmel bir ceza. 64Hem onlardan gücün yettiği kimseleri, sesinle türküleri, çalgıları ve masiyete götüren her türlü aletleri kullanarak, davetinle küçült, hafife al. Süvarilerinle, piyadelerinle üzerlerine yaygarayı bas. Bunlar günahlara binekli ve yaya olarak gidenlerdir. “ faiz ve gasp gibi, haram olan mallarına ve zina yoluyla olan çocuklarına ortak ol. Onlara öldükten sonra tekrar dirilişin ve cezanın olmayacağı konularında bol bol va'det, fakat şeytan onlara bunları vaadederek yalnızca hakikate uygun olmayan boş vaadlerde bulunabilir. 65Doğrusu benim mü'min kullarım var ya! Senin onlar üzerinde hiçbir hâkimiyetin diktalığın ve kuvvetin yoktur. Rabbin ise onları senden koruyacak vekil olarak yeter. “ 66Rabbiniz O Allah'dır ki, ticaret yapmakla, Hak teâlâ'nın fadlından nasip arayasınız taleb edesiniz diye, sizin için denizde gemiler yürütür. Yüzdürür. Şüphesiz Ki o, o gemileri emrinize âmâde kılarak size çok merhametlidir. 67Denizde boğulma endişesiyle size bir zarar güçlük dokunduğu vakit Allahu teâlâ'dan başka yalvardıklarınız ibâdet ettiğiniz ilâhlarınız, hatırınızdan kaybolur gider. Böylece onlara yalvaramaz olursunuz. Çünkü siz böyle bir durumda yalnızca içinde bulunduğunuz şiddeti sizden uzaklaştırmaya yegâne muktedir olan Allah'a yalvarırsınız. Fakat O, sizi boğulmaktan kurtarıp karaya ulaştırınca da tehvid düsturundan yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür, (içinde bulunduğu) nimetleri fazlasıyla inkâr edendir. 68Acaba sizi kara tarafında Karun gibi yerin dibine geçirmeyeceğimizden yahut üzerinize çakıllı bir rüzgâr göndermeyeceğimizden yani Lût kavmine yaptığımız gibi, başınıza çakıl taşları atmayacağımızdan emin mi oldunuz? Sonra kendinize bir vekil ona karşı koruyucu da bulamazsınız. 69Yoksa sizi tekrar oraya yani denize döndürüp de üzerinize şiddetli bir kasırga yani dokunduğu her şeyi parçalayan şiddetli bir rüzgâr göndermemizden ve böylece geminizi parçalayıp nankörlüğünüz sebebiyle sizi boğmasından emin mi oldunuz? Sonra kendiniz için bizden intikam alacak ve size bu yaptıklarımıza karşı bizden hakkınızı araştıracak bir destekçi yardımcı ve takipçi de bulamazsınız. Ayet-i kerîme’de geçen “ Bima kefertüm“ cümlesi üzerindeki “ma “ mastariyye olup cümlesiyle “Biküfriküm “ Tevilindedir. 70Yemin olsun! Biz Âdemoğullarını ilim, konuşma, yaratılışındaki (fizikî) düzgünlük ve buna benzer diğer nimetlerimizle-ki, öldükten sonra yıkanıp temizlenmeleri de sayılabilecek diğer nimetler arasındadır- üstün yarattık (diğer canlılardan) faziletli kıldık. Onları karada ve denizde hayvanlara ve gemilere yükledik. Kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızdan çoğunun üzerine cidden üstün kıldık. Meselâ, yırtıcı olmayan ve yırtıcı olan hayvan çeşitleri gibi. Buna göre Âyet-i kerîme’deki “ men“ “ma” mânâsmdadır. Yahut kendi mânâsında olup meleklere de şamildir. Bu takdirde maksat, insan cinsinin üstünlüğüdür. Bundan, cinsin altındaki fertlerin de üstün oldukları anlaşılmaz. Çünkü melekler -peygamberler dışında- kalan tüm beşerden üstündürler. 71Düşün ki, bir gün bütün insanları imamlarıyla peygamberleriyle çağıracağız. Buna göre, “ ey falan peygamberinümmeti!“ denilecek. Yahut ” amel defterleriyle birlikte çağıracağız “ Buna göre de, “ ey hayır amel sâhibi, ey şer amel sâhibi “ denilecek. Bu gün Kıyâmet günüdür. O gün kimin kitabı sağ eline verilirse- ki bunlar, dünyada iken basiret sâhibi, bahtiyar insanlardır- işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve kıl kadar haksızlık görmeyecekmer, zulme uğramayacaklar. Amellerinden eksiltilmeyecek. 72Burada yani dünyada, hakkı görmekten kör olan kimse âhirette de kurtuluş yolunu görmekten ve amel defterini okumaktan kördür ve yol itibariyle daha sapıktır. Kurtuluştan daha uzaktır. 73Bu Âyet-i kerîme, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den vadilerinin harem olmasını isteyen ve bu konuda ısrarlı tutumlarını sürdüren Sakifliler hakkında nâzil olmuştur. Sana vahyettiğimizden başkasını bize iftira edesin diye, seni bile neredeyse sana vahyettiğimizden saptıracaklardı alaşağı edeceklerdi. Buna yaklaşmışlardı ve bu takdirde şayet bunu yapmış olsaydın seni dost edineceklerdi. Âyet-i kerîme’de geçen “ İn“ muhaffefedir. 74Eğer seni mâsum kılıp hak üzere sabit kılmasaydık, çok fazla sıkıştırmaları ve ısrarla istediklerini elde etmeye çalışmaları dolayısıyla, sen onlara mutlaka az bir şey meyletmeye yanaşacaktın. Bu cümle, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onlara meyletmediğini ve buna hiç yaklaşmadığını açıkça ifade etmektedir. 75Ve o takdirde şayet meyletmiş olsaydın, sana hayatın azâbını da ölümün azâbını da kat kat tattırırdık. Yani dünyada ve âhirette senin dışındakilere uygulanan azâbın iki katını sana tattırırdık sonra bize karşı kendine hiç bir yardımcı tattıracağımız azâbaengel olan bulamazdın! 76Yahûdiler Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: “ eğer peygambersen, Şam'a git. Çünkü Şam Peygamberler diyarıdır“ demeleri üzerine nâzil olmuştur. Az daha seni bu yerden Medine yurdundan çıkarmak için rahatsız edeceklerdi. O takdirde eğer seni çıkarmış olsalardı kendileri de arkandan orada pek az dururlardı. Sonra da helâk olunurlardı. 77Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki Âd etimiz tıpkı onlar içindeki Âd etimiz gibi ki, o da kendilerini çıkaranların helâk edilmeleridir. Sen bizim Âd etimizde hiçbir değişme bulamazsın. 78Güneşin dülükünden yani öğle vakti zevalinden gecenin karanlığına karanlığının yönelmesine kadar namazı yani öğleyi, ikindiyi, akşamı ve yatsıyı dosdoğru kıl. Bir de fecir Kur’ân’ını sabah namazını. Çünkü sabah Kur’ân’ı şahidlidir. Gece melekleri ile gündüz melekleri onda hazır bulunurlar. W***79Geceleyin de kalk ve onunla Kur’ân ile sana mahsus bir fazla namaz olarak, ümmetine değil, sana mahsus ilâve bir farz namaz olarak yahut farz namazlar üzerine fazilet olarak, teheccüd namazını kıl. Umulur ki (şüphesiz), Rabbin seni âhirette, öncekilerin ve sonrakilerin övüp duracakları Makâm-ı Mahmûd'a ulaştırır, yerleştirir. Söz konusu makam, mahlûkat arasında kaza faslında Hazret-i Peygamber'e lütfedilen “Şefâat” makamıdır. 80Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret etmekle emr olununca bu Âyet-i kerîme nâzil oldu: De ki, “ ey Rabbim! Beni Medine'ye doğrulukla, gönlümle oraya iltifat etmeyeceğim bir çıkarma ile çıkar. Ve bana tarafından yardımcı bir güç, onunla düşmanlarına karşı bana yardım edeceğin bir kuvvet ver!“ 81Mekke'ye girerken de şöyle de: Hak İslâm geldi, bâtıl küfür yok oldu. Gerçekten bâtıl daima hor ve zail olucudur. Nitekim Buharî ve Müslim'in rivâyetlerine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girdiğinde Beytullah'ın etrafında 360 tane put vardı. Resul-i Ekrem elindeki bir sopayla, bir yandan putları deviriyor, bir yandan da bu Âyet-i kerîmeyi okuyordu. Nihayet putların tamamı yere düşmüştü. 82Biz Kur’ân’dan öyle âyetler indiririz ki, bunlar ona mü’minler için dalâlete düşmekten şifa ve rahmettir. Zalimlerin kâfirlerin ise onu inkâr etmeleri dolayısıyla ancak zarar ını artırır. Âyet-i kerîme’de geçen “ min“ beyaniyye'dir. 83Biz kâfir olan insana bir nimet verdiğimiz zaman şükürden yüz çevirir ve yan çizer. Böbürlenip büyüklük taslar. Kendisine fenalık fakirlik ve güçlük dokununca da pek me'yus olur. Allah'ın rahmetinden ziyadesiyle ümidini keser. 84De ki: Bizden ve sizden“ herkes, kendi uyarına yoluna göre hareket ediyor “ Ama kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir. Doğru yolda olanı sevaplandıracaktır. 85Bir de Yahûdiler sana bedenin kendisi ile diri olduğu ruhtan soruyorlar. Onlara de ki: “Ruh yani onun ilmi, Rabbimin emrinderidir. Siz onu bilemezsiniz. Allahu teâlâ'nın ilmine kıyasla size ilimden pek az bir şey verilmiştir “. 86Yemin olsun ki, eğer dilersek, sana vahyettiğimizi yani Kur’ân’ı, hâfızalardan ve mushaflardan silmek suretiyle tamamen gideririz. Sonra bu durumda bize karşı kendin için bir vekil de bulamazsın. Âyet-i kerîme’de geçen “ Lein” lâfzı üzerindeki ”Lâm” kasem içindir. 87Lâkin Rabbinden bir rahmet olarak biz onu bıraktık. Gerçekten onun senin üzerindeki fazlı pek büyüktür. Zira hem sana Kur’ân’ı indirdi, hem de makam-ı Mahmud'u ve diğeı faziletleri ihsan etti. 88De ki: “yemin ederim! İnsanlar ve cinler fesahat ve belagat da bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek için toplanmış olsalar, birbirlerine destekçi yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler. Yukarıdaki Âyet-i kerîme, müşriklerin ‘Dilesek biz bunun gibisini söyleriz’ iddialarını reddetmek için nâzil olmuştur. 89Celâlim hakkı için, biz bu Kur’ân'da insanlar için öğütlensinler diye her çeşit misalden türlü türlü ifadeler yaptık. Ama insanların yani Mekkeliler'in çoğu kabul etmeyip küfürde hakkı inkârda direndiler “. Âyet-i kerîme’de geçen “ min külli meselin” lâfzımahzûfbir “meselen” kelimesinin sıfatıdır. Takdir” her misalin türünden bir misal“ şeklindedir. 90Ve dediler ki, “Biz sana asla inanmayız. Ta ki bizim için yerden içinden su çıkan bir pınar göze fışkırtasın! 91Yahut hurmalıklardan ve üzümlüklerden bir bahçen, bostanın olsun da aralarından ortasından şarıl şarıl çaylar akıtasın! 92Yahut iddia ettiğin gibi, üzerimize semayı parça, parça düşüresin. Veya Allah'ı ve melekleri karşımıza ve gözlerimizle görebileceğimiz yere getiresin de biz onları görelim. 93Yahut zuhruftan altından bir evin olsun yahut merdiven kurup göğe tırmanasın yükselesin. Çıkışında da göğe çıkmış olsan bile asla inanmayız. Ta ki, bize oradan, içinde senin tasdik edilmenin yer aldığı, okuyacağımız bir kitap indiresin. “ Onlara De ki: “Rabbimi tenzih ederim.- Bu bir teaccüb ifadesidir- Ben ancak diğer Rasüller gibi bir insan, bir peygamberim. Oysa onlar, Allah'ın izni olmadan hiç bir mu'cize getiremiyorlardı. Âyet-i kerîme’de geçen “ hel“ “ma “ mânâsında nâfiyedir. 94Kendilerine (doğru yolu gösteren) hidâyetçi geldiğinde, insanların îman etmelerine ancak inkârcı bir edayla “ Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi de melek göndermedi? ” demeleri engel oldu. Âyet-i kerîme’de geçen ”en kalü“ cümlesi, “ en-i masdariyye ile ” kavlühüm “ Te'vilindedir. 95Söyle onlara, “ eğer yeryüzünde insan yerine yerleşmiş olarak yürüyen melekler olsaydı, mutlaka onlara gökten melek bir peygamber gönderirdik. Çünkü herhangi bir millete gönderilen elçi, mutlaka onların cinsinden olmalı ki, onunla konuşmaları ve söylediklerini anlamaları mümkün olsun. 96De ki, “Benimle sizin aranızda, benim doğruluğuma şahid olarak Allah yeter. Şüphesiz O, kullarının yaptıklarından haberdardır, her hallerini görür “. Onların içlerini de dışlarını da bilir. 97Allah, kime hidâyet verirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, artık böyleleri için Allah'dan başka asla onlara hidâyet edecek veliler bulamazsın. Biz onları Kıyâmet günü yüzleri üstü sürünür vaziyette, kör, dilsiz ve sağır oldukları hâlde haşredeceğiz. Varacakları yer, cehennemdir. O, yavaşladıkça ateşi dindikçe biz onun alevlenmesini alevlenip tutuşmasını artıracağız. 98Bu, onların cezasıdır. Çünkü onlar, bizim âyetlerimize küfrettiler ve öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr ederek ” Biz, bir yığın kemik ve ufalanmış bir toz olduğumuz vakit mi, hakikat biz mi yeniden diriltileceğiz? ” dediler. 99Onlar görmediler mi bilmediler mi ki, onca büyüklüklerine rağmen göklerle yeri yaratan Allah, küçüklük bakımından kendilerinin yani insanların mislini de yaratmaya kadirdir. Onlar için ölüm ve diriliş için bir de ecel tayin etti ki, onda hiç şüphe yoktur. Fakat zâlimler küfürden eceli inkârdan başka bir şeye râzı olmadılar. 100Onlara de ki, “ eğer Rabbimin rahmet hazinelerine rızık ve yağmura siz sahip olsaydınız, o vakit harcama korkusuyla, harcayıp bitirme korkusuyla muhakkak tutardınız cimrilik yapardınız ve böylece cimrileşmiş olurdunuz. Zaten insan çok cimridir bahildir. 101Yemin olsun ki, Biz Mûsa'ya açık açık dokuz mu'cize verdik. Dokuz mu'cize; el, asa, tufan, çekirge, ekin biti, kurbağalar, kan, çevrilme, kıtlık ve meyvelerin eksilmesidir. “ ey Muhammed! İsrâîloğulları'na müşriklerin, doğruluğunu kabullenmelerini gerektirecek bir tarzda Mûsa'dan soruver! Yahut Biz Mûsa'ya Beniİsrâil'e soruver “ dedik. Mûsa onlara geldiği vakit. Fir’avun kendisine Ya Mûsa! Ben seni muhakkak büyülenmiş etkilenmiş ve aklına galip gelinmiş zannediyorum“ demişti. Âyet-i kerîme’de geçen “fes'el “iafzı, bir kırâatta mazi sigasıyla okunmuştur. 102Mûsa, “Pekâlâ bilirsin ki, bu mu'cizeleri birer basiret ibret olmak üzere, göklerle yerin Rabbinden başkası indirmiş değildir. Ne var ki sen inat ediyorsun. Ben de ey Fir’avun seni mutlaka helâk olmuş yahut hayırdan çevrilmiş zannediyorum. Âyet-i kerîme’de geçen 'Alimtü “ lâfzı, bir kırâatta” Ta''nın zammesi ile okunmuştur. 103Derken Firavn onları Mûsa ve kavmini ülkeden Mısır topraklarından sürmek çıkarmak istedi. Biz de onu ve beraberindekileri toptan boğuverdik. 104Onun arkasından İsrâîloğulları'na şöyle dedik: ” Bu yerde siz oturun! Âhiret va'di yani Kıyâmet geldiği vakit, hepinizi sizi ve onları toptan getireceğiz. “ 105Biz onu yani Kur’ân’ı hak ile indirdik; o da üzerine şamil olduğu hak ile indi. Tıpkı indirildiği gibidir. Onda herhangi bir değişiklik söz konusu olmamıştır. Ey Muhammed! Seni de ancak îman edenleri cennetle müjdeleyici ve küfredenleri cehennemle korkutucu olarak gönderdik. 106Biz Kur’ân’ı ayırdık onu yirmi yahut yirmi üç sene zarfında, ayrı ayrı indirdik ki, onu insanlara anlayabilmeleri için dura dura mühlet ve teenni üzere okuyasın, biz onu yavaş yavaş, insanların maslahatlarına göre âyet âyet indirdik. Âyet-i kerîme’de yer aian ” Kur’ân en” lâfzı, ma'badinin tefsir ettiği mukadder bir fiil ile mansuptur. 107Mekke kâfirlerine de ki, ona ister inanın ister inanmayın! -Bu, onlar için bir tehdittir - Çünkü bundan önce bu inmeden önce kendilerine ilim verilenler- ki onlar da ehl-i kitaptan îman etmiş olanlardır- kendilerine o okununca yüzleri üstü secdeye kapanıyorlar. 108 Ve diyorlar ki, Rabbimizi va'dine hulfetmekten tenzih ederiz, gerçekten Rabbimizin Kur’ân’ın ineceğine ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gönderileceğine ilişkin va'di yerine getirildi. Âyet-i kerîme’de geçen “ İn“ muhaffefedir. 109Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanıyorlar. Kur’ân onların Allah'a karşı huşuunu tevazularını da artırıyor. Âyet-i kerîme’de geçen “yahirrune “ cümlesi, bir sıfat ilâvesi ile atıf cümlesidir. 110Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ”ya Allah, Ya Rahmân“ diye dua ediyordu. Bunu duyan müşrikler, “Bizi iki ilâha ibâdet ekmekten nehyediyor. Hâlbuki kendisi de Allah'la beraber bir başka ilâha ibâdet ediyor“ dediler. Bunun üzerine bu Âyet-i kerîme nâzil oldu. Onlara de ki: “İster Allah diye dua edin, ister Rahmân deyin. Yani onu bu iki isimden hangisiyle isterseniz onunla isimlendirin. Yahut ”ya Allah, Ya Rahmân“ demek sureti ile bu iki isimden hangisini isterseniz onunla Allah'a nida edin. Bu iki isimden hangisini deseniz O, güzeldir.-Bir sonraki cümle, bu takdirin doğruluğuna delildir-Çünkü en güzel isimler (Esma-i hüsna) hep O'na yani bu iki ismin müsemmalarına aittir. Bu iki isim de, o güzel isimler arasındadır. Zira, o güzel isimler, bir hadis-i şerifte (Tirmizî)de varid olduğu üzere şöyledir: Allah : Hak taâlâ’nın en yüce ismidir ki, bütün isimleri onda toplanmıştır. O, zâtında, sıfatlarında, fiillerinde tektir, benzersizdir. er-Rahmân : Yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet isteyen. er-Rahîm : Çok merhamet eden, O’nu tanıyan, O’na iman eden ve verdiği nimetleri iyi kullananları, daha büyük ve sonsuz nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran. el-Melik : Her şeyin sahibi, mutlak hükümdarı. el-Kuddûs : Bütün kusur ve eksiklerden uzak, pek temiz olan. es-Selâm : Hiçbir ayıbı olmayan, kullarını tehlikelerden selâmete çıkaran, cennetteki kullarına selâm veren. el-Mü’min : Mü’min kulları hakkındaki va’dini tasdik eden, onları azaptan koruyan; kendini birleyen. el-Müheymin : Gözetici, koruyucu, emîn olan. el-Azîz : Mağlup edilmesi mümkün olmayan galip. el-Cebbâr : Islâh eden, eksikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan. el-Mütekebbir : Her şeyde ve işte büyüklüğünü gösteren. el-Hâlik : Her şeyin hâllerini takdir edip yaratan, yoktan var eden. el-Bâri : Eşyayı ve her şeyin kısımlarını birbirine uygun ve âhenkli halde yaratan. el-Musavvir : Tasvir eden; her şeye bir şekil ve özellik veren. el-Gaffâr : Mağfireti çok olan, günahlarının affını isteyenleri af eden. el-Kahhâr : Her şeye, her istediğini yapacak şekilde gâlip ve hâkim olan. el-Vehhâb : Çeşitli nimetleri karşılıksız, devamlı veren. er-Rezzâk : Yaratılmışlara yiyecekleri, gıdaları ihsan eden, veren. el-Fettâh : Her türlü zorluğu açan ve kolaylaştıran; yokluk kapısını varlıkla, bilgisizliği ilimle, rızkı verme ve ihsanla açan. el-Alîm : Her şeyi en iyi bilen. el-Kâbid : Sıkan, daraltan; dilediğine acı ve sıkıntı veren. el-Bâsit : Açan, genişleten; dilediğine, neş’e, sevinç ve bolluk veren. el-Hâfid : Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan; değer, mal, amel ve inanç yönünden düşmanlarının derecelerini alçaltan. er-Râfi’ : Yukarı kaldıran, yükselten; değer, mal, amel ve inanç yönünden sevdiklerinin derecelerini yükselten. el-Mu’ızz : İzzet veren, şeref ve haysiyetini yükselten. el-Müzill : Zillete düşüren, hor ve hakîr kılan. es-Semî’ : Her varlığı işiten. el-Basîr : Her varlığı gören, varlığı ve yokluğu bilen. el-Hakem : Hükmeden, hakkı yerine getiren. el-Adl : Çok adaletli; iradesi gereğince fiillerini yerine getiren. el-Lâtîf : En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, yapan ve bu işlerin faydalarını kullarına ulaştıran. el-Habîr : Her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını bilen. el-Halîm : Hilmi çok; suçluların cezasını vermeye gücü yettiği halde, onlar hakkında yumuşak davranan ve cezalarını geriye bırakan veya düşüren. el-Azîm : Çok azametli, en büyük; azameti hakkında sınır muhal olan. el-Gafûr : Mağfireti çok; günahları, kusurları saklayan, örten. Gaffâr: günahları, kusurları saklayan, örten. Gafîr: Kötü ve yüz kızartıcı işleri örten. Gafûr: Kulların günahlarını, kusurlarını ve çirkinliklerini, melekût âleminden de saklayan. eş-Şekûr : Kendi rızası için yapılan iyi işleri, daha ziyadesi ile karşılayan, karşılık veren. el-Aliyy : Çok yüce, yüksek; mekânı olmayan; her şey kendinin dûnunda, emrinde ve hükmü altında olan. el-Kebîr : Çok büyük; hakında miktar düşünülmeyen. el-Hafîz : Yapılan işleri, bütün ayrıntılarıyla tutan; her şeyi, belli vaktine kadar yok olmaktan kuruyan ve belâdan saklayan. el-Mukît : Hiçbir şey onu acze düşürmeyen ve her şeyde kuvvetini gösteren; her yaratılmışın rızkını, gıdasını veren. el-Hasîb : Herkesin hayatı boyunca yaptıklarının ve her şeyin hesabını bütün ayrıntılarıyla en iyi bilen. el-Celîl : Celâlet ve büyüklük sahibi; Zât ve sıfatlarında büyük olan. el-Kerîm : Keremi, ihsanı, iyiliği bol; iradesi her şeyi kapsayan, umûmî irade sahibi olan. er-Rakîb : Bütün varlık üzerinde gözcü; her iş, murâkabesi altında bulunan. el-Mücîb : Kendine yalvaranların isteklerini veren. el-Vâsi’ : Geniş ve müsâadekâr; kudreti, irâdesi, ilmi, işitmesi, görmesi, kelâmı her şeyi kuşatan. el-Hakîm : Emirleri ve bütün işleri nizam ve tedbir üzerine hikmetli olan. el-Vedûd : İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına kavuşturan; lâyık olan ve olmayana hayır veren; sevilmeğe ve dostluğu kazanılmaya en lâyık olan. el-Mecîd : Şanı büyük ve yüksek olan. el-Bâ’ıs : Ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaran. eş-Şehîd : Her zaman ve her yerde, kudreti, ilmi, işitmesi ve görmesi her varlıkla beraber hazır ve nazır olan. el-Hakk : Varlığı hiç değişmeyen. el-Vekîl : Kendisine havale edilen işleri, en iyi sonuca ulaştıran. el-Kaviyy : Çok güçlü; tam kudret sahibi olan. el-Metîn : Çok sağlam; kuvvet ve kudretinde metin olan. el-Veliyy : İyi kullarını seven, onların dostu olan. el-Hamîd : Kendisine hamd ve sena olunan; bütün varlığın diliyle övülen; doslarını sena eden ve dosları tarafından sena olunan. el-Muhsî : Her şeyin sayısını bilen; ilmi, kudreti ve iradesi, her şeyi zapteden, kaydeden. el-Mübdi’ : Varlığı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan. el-Mu’îd : Yaratılmışları yok ettikten sonra, tekrar yaratan. el-Muhyî : Dirilten, can veren; varlıkları vücut, hareket, ilim, îman ve hidayet yönünden dirilten. el-Mümît : Canlı bir varlığın ölümünü yaratan; varlıkları vücut, hareket, ilim, îman ve hidayet yönünden öldüren. el-Hayy : Diri; her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten. el-Kayyûm : Gökleri, yeri ve her şeyi tutan. el-Vâcid : İstediğini istediği vakit bulan. el-Mâcid : Kâdir ve şânı büyük; kerem ve cömertliği çok olan. el-Vâhid : Tek; zatında, sıfatlarında, fiillerinde benzersiz, eşi, ortağı bulunmayan. es-Samed : Hâcetlerin giderilmesi, ıstırapların ortadan kalkması için herkesin yöneldiği yüce merci; hayallere sığmaz, arzularda ondan başkası kast olunmaz, istenmez olan. el-Kâdir : İstediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten. el-Muktedir : Her şeye gücü yeten; kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde de istediği gibi tasarruf eden. el-Mukaddim: İstediğini öne alan, ileri geçiren. el-Muahhir : İstediğini geri koyan, arkaya bırakan. el-Evvel : Varlığının başlangıcı olmayan. el-Âhir : Varlığının sonu olmayan. ez-Zâhir : Varlığı delillerle idrak olunan, anlaşılan; âşikâr olan. el-Bâtın : Varlığı duyu organlarıyla anlaşılamıyan; gizli olan. el-Vâlî : Bütün varlığa hâkim olup onu idare eden. el-Müte’âlî : İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce olan. el-Berr : Çok iyilik eden, va’dini yerine getiren. et-Tevvâb : Kulunu tevbeye sevkeden ve tevbesini kabul eden; kulunu günah durumundan itâat hâline çeviren. el-Müntekım: Suçluları cezalandıran. el-Afüvv : Günahları çok affeden; işlerin kolay olmasını isteyen. er-Ra’ûf : Rahmeti çok olan, çok merhametli. Mâlikü’l-Mülk Zü'l-Celâli ve’l-İkrâm: Mülkün sonsuz sahibi; her şeyin başkasına ihtiyaç duymayan hâkimi, hükümdarı. Azamet ve kerem sâhibi. el-Muksit : İşlerini yerli yerinde birbirine uygun yapan; adâletle hükmeden; irâdesine göre hükümleri yerine gelen. el-Câmi’ : İstediğini istediği zaman istediği yerde toplayan; dağılmışı toplayan. el-Ganiyy : Her şeyden müstağni, zengin, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan. el-Mugnî : İstediğini zengin eden. el-Mâni’ : Dilemediği bir şeyin gerçekleşmesine müsâade etmeyen, kötü şeylere engel olan. ed-Dârr : Elem ve zarar veren şeyler yaratan. en-Nâfi’ : Hayır ve menfaat verici şeyler yaratan, fayda veren. en-Nûr : Âlemleri nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran. el-Hâdî : Hidâyet yolunu gösteren, istediği kulunu hayırlı yollarda başarılı kılan, muradına erdiren. el-Bedî’ : Eşi, örneği olmayan ve hayret verici âlemler yaratan. el-Bâkî : Varlığının sonu olmayan. el-Vâris : Varlığının sonu olmayan; servetlerin geçici sahipleri yok olduktan sonra varlığı devam eden, mülkün hakiki sahibi olan. er-Reşîd : Bütün işleri dosdoğru, bir nizam ve hikmet içinde sonucuna ulaştıran; irşad eden, doğru yolu, hidayet yolunu gösteren. es-Sabûr : Çok sabırlı; azâbı geri bırakmayı isteyen. Allahü teâlâ buyuruyor ki: Namazda kırâatınla sesini pek yükseltme. Sonra müşrikler seni duyarlar da hem sana hem Kur’ân'a, hem de onu indiren Allah'a söverler. Onda sesini fazla da kısma gizli de okuma ki, ashâbın faydalansın. Bu ikisinin aşikâr ile gizli okumanın arasında orta bir yol tut hedefle. 111De ki, “ evlât edinmeyen, mülkünde ilâhlıkta ortağı bulunmayan ve zilletten ötürü kendisine yardım edecek velisi bulunmayan Yani zillete düşmediği için yardımcıya ihtiyaç duymayan Allah'a hamdolsun!“ Ve O'nu tekbir ile büyükle de büyükle! O'nu çocuk edinmekten, ortaktan, zilletten ve şanına lâyık olmayan her türlü kusurdan gerektiği gibi ulula!“ Bu üç noksanlığın zatından nefyedilmesinin peşinden hamdin zikredilmesi, zatıyla kâmil oluşu ve sıfatlarında tek oluşu dolayısıyla bütün övgülere müstehak olduğunu göstermek içindir. İmam Ahmed b Hanbel'in Müsned'inde Mu’az el-Cüheni'den o da Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivÂyet-ine göre, Resul-i Ekrem şöyle buyururdu: İzzet ve şeref Âyet-i. De ki “ evlât edinmeyen, mülkünde ortağı bulunmayan ve zilletten ötürü velisi bulunmayan Allah'a hamdolsun. “Ve onu tekbir ile büyükle de büyükle “ mealindeki âyettir. “ en iyisini Allahü teâlâ bilir. Müellif der ki: “ eş-Şeyh, el-İmam, el-Alim, el-Allame, el-Muhak-kik, Celadüddin, el-Mahalli, eş-Şafii'nin telif ettiği Kur’ân-ı Kerim tefsirini tamamlamak için kaleme aldığım eser, burada sona ermiştir. Eserde, bütün takatimi harcadım ve -inşaallah-u teâlâ - faydalı olacağını düşündüğüm tüm düşüncelerimi çok nefis inceliklerle beraber bu eserde ortaya koydum. Onu Kelimullah'ın (Hazret-i Mûsa) randevusu kadar bir süre içinde (Kırk günde) telif ettim ve onu Naim cennetlerine ulaşıp kurtulmaya vesile kıldım. Eser, haddi zatında tamamlanan kitaptan bir alıntı niteliğindedir. Müteşabih âyeterde hep o esas alınmış ve ona dayanılmıştır. Elhasıl, ona insaf nazarıyla bakanı ve onda bir hataya vakıf olup, vakıf olduğu hatayı bana göstereni Yüce Allah rahmetiyle esirgesin. Ben diyorum ki, Tüm acziyetime ve zafiyetime rağmen, Beni başarıya ulaştıran Rabbim Allah'a hamdolsun Kim bana yanlışımı gösterirse ondan dönerim, Bir harf bile olsa kabulünü bana müjdeleyecek var mı? Söylediklerim böylece kabul edilmeli. Zira, ben bu konuların içine dalma noktasındaki acziyetimin şuurunda olduğum içindir ki, böyle bir işe (el-Mahalli'nin tefsirini tamamlama işine) girişmek, hiç bir zaman hatırımda yoktu. Ümidim odur ki, Allahü teâlâ bu tekmilemle bol bol faydalar versin. Onunla kapalı gönülleri, kör olmuş gözleri ve sağır olmuş kulakları fetheylesin. Aslında ben kendimi, bu tekmileden ve aslından büsbütün yüz çevirip, uzunca yazılmış eserlerle uğraşmayı alışkanlık hâline getiren ve kuru bir inada yaslanıp onların inceliklerini anlamaya da kendini kazandıramayan kimse gibi hissediyorum. Çünkü bundan tekmile ve aslından) gafil olup inceliklerine vakıf olamayan, öbüründen (uzunca yazılmış eserlerden) de gafildir. [592] Müellifin bu son cümlesi İsrâ Sûresi 72. Âyet-i kerîmesinden iktibas edilmiştir. Ancak burada murad manâd a tercüme edilmiştir. Çeviren. Yüce Allah bununla bizleri, hak yola ulaşmakla muvaffakiyetle, sözlerinin inceliklerine vakıf olmakla ve işin özünü yakalamakla rızıklandırsın. Ve bizleri bu tekmilenin bereketiyle “Allah'ın inam ve ihsan eylediği; peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlih kullarla beraber kılsın. Gerçekten onlar, ne güzel arkadaştırlar. Müellif (hicri) 876 yılının Şevval ayının onuna tekabül eden Pazar günü telifini tamamladı. Ona başlaması da aynı yıl Ramazan ayının girişine denk gelen Çarşamba günü olmuştu. Temize çekmesini ise 871 yılının Safer ayının altıncı gününe tekabül eden Çarşamba günü tamamladı En doğrusunu yüce Allah bilir. |
﴾ 0 ﴿