18-KEHF SÜRESİ

Mekke'de nâzil olup, 110 Âyet-i kerîmedir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle başlarım

1

 Hamd o Allah'a mahsustur ki, Hamd: Güzel ile vasfetmek, övmek demektir. Bununla maksat Allah'a imanı (hamd Allah'a aittir şeklinde) bildirmek (haber vermek) midir, yoksa (Allah'a hamdolsun şeklinde) onu övmek midir ya da her ikisi midir? Burada üç ihtimal vardır. En faydalısı ise üçüncüsüdür.

Dosdoğru kitabı, kuluna Muhammed'e indirdi ve onda hiçbir eğrilik ihtilâf ve çelişki yapmadı.

2

O Kitap ile kâfirleri kendi katından Allah tarafından çetin bir azap ile korkutmak, sâlih amellerde bulunan mü'minlere güzel bir ecir- ki o da cennettir- bulunduğunu müjdelemek.

3

Kendileri için içinde ebedî kalacakları.

4

Ve kâfirler arasında “ Allah çocuk edindi “ diyenleri de uyarmak için (o Kitâb'ı gönderdi).

Lâm harf-i cerri “ fi ” manasında kullanılmıştır ve lem Yec'el cümlesi el-kitap kelimesinden birinci hâl. “keyyimen“ ise hali müekkide olarak ikinci hâl düşmektedir.

5

Buna bu söze dair ne kendilerinin bir ilmi vardır ne de kendilerinden önce bu sözü söyleyen babalarının! Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu.

Onlar bu konuda ancak yalan söz söylüyorlar.

“kelimeten” lâfzı temyizdir. Müphem zamiri izah etmektedir. Mahsusu 'bi'z'zem ise mahzûftur. Yani bahsedilen sözleri (ne çirkindir).

6

Şimdi bu Kur’ân'a îman etmezlerse onların îman etmelerini çok arzu etmenden dolayı, kızarak ve üzülerek belki sen arkalarından yani onların sana îman etmekten yüz çevirmelerinin ardından kendini mahvedeceksin.

“ esefen” kelimesi mef’ûl'u leh olmak üzere mansuptur.

7

Biz yeryüzündeki canlılar, bitkiler, ağaçlar, nehirler ve bunların dışındaki şeylere ona mahsus bir ziynet yaptık ki, yeryüzünde bulunan şeylere bakan insanları imtihan edelim. Bakalım onların hangisi bunlar hakkında daha güzel bir amelde bulunacak. Yani Allah için daha zahit ve takva olacak.

8

Biz mutlaka yeryüzünde olan şeyleri bitki bitirmeyen kupkuru bir toprak yapacağız.

9

Yoksa sen Ashâb-ı Kehf dağındaki mağara da bulunanlar ile Rakim'i Ashâb-ı Kehf'in isimlerinin ve neseplerinin yazılı bulunduğu levha sahiplerini bizim âyetlerimiz arasından kıssaları konusunda bir acibe (garip) olduklarını sandın?

 “Aceben” kelimesi: Kane fiilinin haberi, ondan önce geçen “ min ayatina “ ise hâldir. Yani diğer geri kalan mu'cizelerimiz değil de onlar (mı sandın). Kıssaları konusunda acayip (harikulade) idiler. Yahut onların kıssaları mu'cizelerimizin en harikuladesidir (mi sandın) (Hayır) iş böyle değildir.

10

Hatırla ki, bir zamanlar, o genç yiğitler kâfir kavimlerinden îmanlarına bir zarar geleceğinden korkarak mağaraya çekildiler de şöyle dediler: “ ey Rabbimiz! Bizlere senin tarafından bir rahmet ihsan et ve bizim için işimizden bize doğru yolu hidÂyet-i hazırla (kolaylaştır) !

11

Bunun üzerine biz onların kulakları üzerine nice sayılı yıllar vurduk. Yani onları uyuttuk.

12

Sonra onları uyandırdık ki, onların bekleme müddeti konusunda çekişen iki zümreden hangisi, onların (mağarada) bekledikleri müddeti hesap etmişler diye müşahede ilmiyle bilelim.

“ ehsa” kelimesi, fiili mazidir, hesap etme manasındadır. “ Lima lebisu “'deki ma, masdar ma sıdır. Şarih buna işaret etmiştir ve kendisinden sonra gelen ”emeden“'e taalluk etmektedir.

13

Biz, onların doğru olan haberlerini sana anlatıyoruz, okuyoruz. Hakikat onlar, Rablerine îman etmiş bir kaç genç idi. Biz de onların hidâyetlerini artırdık.

14

Putlara secde etmeyi kendilerine emreden krallarının huzurunda ayağa kalkarak: “Bizim Rabbimiz göklerle yerin Rabbidir. Biz ondan başka hiçbir ilâha asla tapmayız! O takdirde muhakkak saçma söylemiş oluruz. Yani haddi aşan bir söz söylemiş oluruz. Yani böyle bir şey olmaz da faraza Allah'tan gayrisine tapacak olursak bu küfürde haddi aşmak olur.

15

Şunlar, bizim kavmimiz, Allah'tan başka ilâh edindiler. Onlar putlara tapılacağına dair açık bir delil getirselerdi ya! Artık Allahü teâlâ'ya ortak nisbet etmek suretiyle ona karşı yalan iftira edenden daha zâlim kim olabilir? Yani (ondan) daha zâlim kimse yoktur dedikleri vakit, kalplerini hak söz üzerine kuvvetlendirdik. Yiğitlerden biri diğerine şöyle demişti:

16

Mâdemki, siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o hâlde mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve size işinizde bir kolaylık hazırlasın!“

 “mırfeken“ mim'in fethası ve fa'nın kesresi ile de okunmuştur. Mırfek: Sabah ve akşam kendisiyle faydalanılan şey (rızık) demektir.

17

Güneşi görürsün; doğduğu vakit, mağaralarının sağ tarafına meyleder. Battığı vakit de onların sol tarafını makaslar, onları bırakıp üzerlerinden geçip gider asla onlara dokunmazdı. Onlar mağaranın geniş bir yerindeydiler. Serin ve hafif bir rüzgâr onlara ulaşır (idi). İşte bu, anlatılan şeyler Allah'ın kudretinin delillerindendir.

Allah kime hidâyet verirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, artık ona asla doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.

 “ Tezzaveru” kelimesi şeddesiz alarak da okunmuştur.

18

Eğer onları görseydin, onları uyanık sanırdın. Yani uyanık olduklarını sanırdın. Çünkü onların gözleri açıktı. Hâlbuki onlar uykudadırlar.

 “ eykaz “yekiz'in çoğuludur. “Rukud “ise Rakid'in çoğuludur.

Biz onları, toprak etlerini yememesi için sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın giriş yerinde ön ayaklarını uzatmış idi. Onlar sağa sola döndüklerinde o da döner, uyku da ve uyanıklıkta o da onlar gibiydi. Eğer sen onları görseydin, mutlaka onlardan döner kaçardın ve mutlaka onlardan, için korkuyla dolardı. Onlara bir heybet vermekle hiç kimsenin yanlarına girmesinden Allah onları korumuştur.

 “mulli'te “ şeddesiz olarak da okunmuştur. “Ru'ben; Ayn’ın zammesiyle de okunmuştur.

19

Bahsettiğimiz şeyleri onlara yaptığımız gibi yine böylece onları uyandırdık ki, birbirlerine durumlarından ve kaldıkları müddetten sorsunlar. İçlerinden biri, “Ne kadar durdunuz? ” diye sordu. “ Bir gün yahut bir günün birazı kadar“ dediler. Çünkü mağaraya güneş doğarken girmişler; batarken uyanmışlardı. Bu yüzden bunu, girdikleri günkü güneşin batışıdır sandılar. Bu hususta tereddüt ettikten sonra: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbimiz daha iyi bilir. Şimdi birinizi şu geçmiş paranızla şehre şimdi ise bu şehre Teressus (Tarsus) denilmektedir, gönderin de hangi yiyecek daha temiz baksın yani şehrin yemeklerinden hangisi helâldir baksın ve size ondan bir rızık getirsin. Çok nezaketle hareket etsin. Ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.

 “Verkikum” kelimesi ra'nın kesresi ile de okunmuştur. Gümüş para demektir.

20

Çünkü şehir halkı, size üstün gelirse, sizi ya taşla öldürürler, yahut kendi dinlerine döndürürler. Bu takdirde yani onların dinine dönerseniz ebediyen kurtulamazsınız!“ dediler.

21

Onları uykudan uyandırdığımız gibi böylece, onları buldurduk ki onlar yani kavimlerinin nesli) Allah'ın öldükten sonra diriltme vaadi onları uzun bir müddet öldürüp gıdasız bir şekilde aynı halleri üzerine bırakmaya kâdir olan, ölüleri diriltmeye de kadirdir, delili ile hak olduğunu ve Kıyâmetin şüphesiz kopacağını bilsinler. O sırada onlar mü'minler ile kâfirler bunların etrafında bina yapma konusunda gençlerin işini aralarında tartışıyorlardı.

Âyette geçen “ iz “ a'serna fiilinin ma’mûlüdür (zarfıdır).

Bunun üzerine kâfirler “ Bunların etrafına onları örtecek bir bina yapın“ dediler: Rableri onların hallerini daha iyi bilir, onların gençlerin işine galip (ve vâkıf) olanlar- ki onlar da mü'minlerdir- ise “Biz onların yanlarında mutlaka içinde namaz kılınacak bir mescid yapacağız “ dediler. Ve mağaranın kapısı önünde bir mescid yapıldı.

22

Her iki grupta bilmeden atarak yani Ashâb-ı Kehf’i görmeden tahminen, peygamberimiz zamanında yiğitlerin sayısı konusunda tartışanlar yani onlardan bazıları, onlanrın“sayıları üçtür, dördüncüleri de köpekleridir“ diyecekler. Kimisi: Beştir, altıncıları köpekleridir“ derler. Bu iki söz Necran Hıristiyanlarına aittir.

 “Recmen bi'l-gayb “mef'ûl-ı leh olmak üzere mansuptur. Yani bu sayılar hakkında tahmin yürüttükleri için, diyecekler. Tahmin yürüttükleri için sözü ise her iki sözü söyleyene aittir.

Mü'minler de “yedidir, sekizincileri köpekleridir“ derler.

 Mübteda ve haberden oluşan“saaminuhum-kelbuhum“ cümlesi vav'ın ziyadesiyle birlikte (tekid manası düşünülmeden) “seb'atın” kelimesinin sıfatıdır. Vav ise tekîd (zait) dir ve sıfatın mevsûfa bitişik oluşuna delâlet etmektedir, denilmiştir. İlk iki görüşün“Bilmeden atmaktır“ şeklinde nitelenip üçüncüsünün nitelenmemesi üçüncüsünün kabule şayan ve doğru olduğuna delildir.

De ki: “Rabbim onların sayısını daha iyi bilir. Onları ancak pek az kimseler bilir.

İbn Abbâs der ki: “Ben o az kişilerdenim. Sayıları yedi “ olduğunu söylemiştir.

Artık sen bunların hakkında zâhirî bir münakaşadan sana indirilen Kur’ân-ı Kerim'de olandan başka söz etme tartışma. Ve bunlara dair fetva isteyerek onlardan ehli kitap Yahûdilerden kimseye bir şey sorma.

Mekke halkı peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve selem)'e Ahab-ıKehf in kıssasından sorduğunda “size bunu yarın haber vereceğim“ deyip, inşaallah demedi. Bunun üzerine bu âyetnâzil oldu.

23

Hiçbir şey hakkında da yani bir şey için sakın, “Ben, bunu yarın yani, ileriki bir zamanda yaparım“ deme.

24

Ancak Allah'ın dilemesiyle yani ancak Allah'ın dilemesine bağlayarak “Allah dilerse “ diyesin. Onun dilemesine bağlamayı unuttuğun vakit Allah'ı an! Yani Allah'ın dilemesine bağlayarak onun dilemesini hatırla.

Unuttuktan sonra “ inşaallah “sözünü hatırlamak, sözle zikretmek gibi olur. (Hasan Basri ve diğerleri “mecliste bulunduğu müddetçe böyledir“ dedi. Yani meclisten kalkmadan“ inşaallah“ demeyi hatırlaması söylemesi gibidir.)

Ve “umulur ki Rabbim, beni, bundan Ashâbı Kehfin kıssasından nübüvvetime delâlet etmede daha yakın bir muvaffakiyete ulaştırır“ de. Nitekim Allahü teâlâ bunu yapmıştır.

25

Onlar mağaralarında üç yüz sene durdular. Ehli kitab'a göre bu üç yüz yıl şemsi yıl hesabına göredir. Araplara göre ise Kameri ay Şemsi yıl hesabından dokuz yıl daha fazladır. Nitekim bu dokuz sene de âyette şöylece zikredildi: Dokuz da yani dokuz sene daha ziyade ettiler: Buna göre üç yüz senesi Şemsi yıla göredir. Dokuz senesi de kamerî aylara göredir.

 “mietin“ şeklinde tenvinli olarak okunmuştur. “sinine “selasü'-mietin'den atf-ı beyandır.

26

De ki: “Allah ne kadar durduklarını bu konuda tartışanlardan-ki bahsi geçen tartışma geride ifade edilmiştir- daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı yani gaybı bilmek O'na mahsustur. O yani Allah ne güzel görendir! O, ne mükemmel işitendir. “

“ ebsır bihı “ Taaccüp sigasıdır. “ esmî' “ (bihi) de aynı şeklide taaccüp sigasıdır. Ma-Ebsere hu-ve ma-Esme'ahu manasmdadır. Bunların her ikisi de mecaz bakımından kullanılmıştır. Maksat, Allah'u teâlâ'nın görmesinden ve işitmesinden hiçbir şey kaçmaz.

Onların gök ve yer ehlinin Allah'tan başka bir yardımcısı yoktur. O, hükmünde hiç kimseyi ortak etmez. Çünkü O’nun ortağa ihtiyacı yoktur.

27

Rabbinin kitabından sana vahiy olunanı oku! Onun sözlerini değiştirecek yoktur. Ondan başka bir sığınak da asla bulamazsın.

28

Sabah, akşam ibâdet etmekle dünya maksatlarından hiçbir şeyi değil, sadece Rablerinin rızasını dileyerek dua edenlerle beraber sabret! Kendini tut! Onlar da fakir (mü'min) lerdir. Dünya hayatının ziynetini dileyerek gözlerini onlardan ayırma çevirme! Gözlerden maksat gözlerin sâhibidir. Kalbini bizi anmaktan yani Kur’ân'dan gafil kıldığımız şirk koşmada keyfine düşmüş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itâat etme! Bu kimse Uyeyn b Hısn ve arkadaşlarıdır.

29

O'na ve arkadaşlarına de ki: “ Bu Kur’ân Haktır, Rabbinizdendir. Artık dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun! Bu onlara bir tehdittir. Biz, zâlimlere yani kâfirlere öyle bir ateş hazırladık ki duvarları cehennemi kuşatan şey kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. İmdat dileyecek olsalar, erimiş maden gibi zeytinyağı tortusu gibi ona yaklaştığında hararetinden yüzleri haşlayan bir sıcak su ile imdat olunurlar. Ne kötü bir içecektir o. Ve ne kötü bir dayanma yeridir. Yani cehennem.

 “murtefeken”Temyizdir. Failden menkuldür. Yani cehennemin dayanıp oturulacak yer olması ne çirkindir. Bu cennet hakkında ilerde zikredilecek olan“o ne güzel bigr yaslanma, faydalanma yeridir” kavl-i şerifine mukabildir. (Yani burada mukabele sanatı vardır.)

30

Îman edip de güzel ameller işleyenler var ya. Şüphesiz biz, güzel amel işleyenlerin mükâfatını zayi etmeyiz.

 “inna la-nuzîu.. “ cümlesı “innellezine “ nin haberidir. Burada ism-i zâhir zamirin yerine getirilmiştir. Maksat onların ecrini demektir. Yani, gelecek olan Âyet-in içerdiği şey ile onları mükâfatlandıracağız.

31

Böylelerine Adn oturma cennetleri var. Altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler.

Min'in zait ve teb'ız için olduğu söylenmiştir. “ esavir ”esviretin çoğuludur. Ehmire gibi Esvire'de Sivar'ın çoğuludur.

İnce ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyecekler.

Sündüs: İnce ipek

İstebrek: Kalın ipek (buna dibace de denir) Rahmân sûresindeki âyette ise: “Astarları kalın ipektendir“ şeklindedir.

Orada koltuklar üzerine yaslanıp kurulacaklar.

Cennet ne güzel mükafattır), ne güzel dayanak.

“ erâik ”eriketin kelimesinin çoğuludur. Erike: Gelin odasındaki divandır. Gelin odası ise; Damat (ve gelin) için elbise ve örtülerle süslenmiş odadır.

Onlara mü'minlerle birlikte kâfirlere iki adamı misal getir.

Biz onlardan birine kâfir olana iki üzüm bağı vermiş, her iki bağın etrafını hurmalıklarla donatmış, ikisinin arasına da kendisiyle beslenilecek bir ekinlik yapmışız.

 “Reculeyni “meselen'den bedeldir. Reculeyni ve ardından gelen misal'i izah etmektedir.

33

Her iki bağ da yemişlerini meyvelerini vermiş. Hiç bir şeyi noksan bırakmamış, onların arasından ortasından akan bir de ırmak fışkırttık yardık.

“kilta”Tesniye'ye delâlet eden müfred bir kelimedir. Aynı zamanda mübtedadır. “ Atet“ ise haberidir.

34

Bu adamın bu iki bağ ile birlikte başkaca geliri de vardı.

Derken o arkadaşına mü'min olana böbürlenerek onlarla konuşurken: “Ben malca senden daha zenginim ve aşiretçe de senden daha itibarlıyım“ dedi.

 Sa'nın ve mim'in fethasıyla “semer “ her ikisinin zammesiyle sümür ve yine sa'nın zammesi ve mim'in sukunuyla sumrun şeklinde okunmuştur. Buna göre vezinleri: Semeret'in çoğuludur. Şeceretin çoğulu şecer, haşabetin çoğulu, huşub. Bedenetin çoğulu budn'un gibi.

35

İnkâr etmek suretiyle kendine zulmeder olduğu hâlde arkadaşı ile birlikte bağına girdi. Onu bağda dolaştırarak oradaki meyveleri (bir başka nüshada) bahçenin güzelliklerini ona gösteriyordu. Burada Allahü teâlâ, (cenneti değil de) bağı kastettiği için (tesniye olarak) cenneteyni demedi. Ve “ Bu bağın ebediyen yok olacağını zannetmiyorum.

36

Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Bununla beraber şayet, senin iddiana göre âhirette Rabbime döndürülürsem muhakkak bundan daha hayırlı bir âkıbet bulurum“ dedi.

37

Arkadaşı ona cevap vererek şöyle dedi: “sen, seni topraktan, çünkü Âdem ondan yaratıldı. Sonra bir damla sudan meniden yaratan, sonra da seni düzgün bir adam biçimine sokan Allah'ı inkâr mı ettin?

38

Lakin ben derim ki, o benim Rabbimdir. Ben Rabbime kimseyi ortak koşmam!

“ Lakinna “ aslı lakin ene idi. Hemzenin harekesi nun'a nakledilip, sonra hazfedildi. Sonra da nun nun'a idgam yapıldı. “ hüve “ zamiri Şan'dır. Kendisinden sonra gelen cümle onu izah etmektedir. Ben derim ki… mânâsındadır.

39

Sen bağına girdiğin vakit bağın hoşuna gidince, “ Bu Allah'ın dilemesiyledir. (Bu) ancak Allah'ın kuvveti ile olmuştur. “ deseydin ya! Eğer beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan.

Hadis-i Şerif: Her kime eş yahut mal nimeti verilir de, bunun üzerine ” maşaallâh-lâ kuvvete illâ billahi “ derse, o şeyde bir terslik (afet) görmez.

40

Olur ki, Rabbim bana, senin bağından daha hayırlısını verir.

“ ene “iki mef’ûl arasını ayıran zamirdir. “ fe'asa “ cümlesi ise şart cümlesinin cevabıdır.

Seninkinin üzerine gökten yıldırımlar gönderir de ayakların üzerinde duramayacağı kaygan bir toprak akıverir.

 “ husban“ husbanetun çoğuludur. Yıldırımlar demektir.

41

Yahut bağının suyu çekilir de, bir daha onu aramaya kendisiyle suya kavuşacağın çareye asla güç yetiremezsin.

“gavren“ masdardır ama ism-ifail mânâsındadır. Yerin altından çekip giden mânâsındadır. “ ev yusbihe “ cümlesi, “ Tusbihe “ üzerine değil de “yursile “ üzerine atfedilmistir. Çünkü suyun çekilmesi yıldırımlardan kaynaklanmaz yıldırımlar suyun çekilmesine sebep teşkil etmez.

42

Derken bütün serveti kuşatıldı, bağı ile birlikte yok edilmekle helâk oldu.

Bunun üzerine o bağa yaptığı O’nun imarı konusunda yaptığı masrafa karşı pişmanlık ve üzüntüden dolayı avuçlarını ovuşturmaya başladı. Bağ, üzümler için yapılmış olan direkleri yıkılıp sonra üzümlerin yere çökmesiyle çardakları üzerine çökmüş kalmıştı. “ Ah keşke Rabbime kimseyi ortak koşmasaydım“ diyordu.

 “semer “kelimesi önceden geçen harekeleme şekilleriyle okunmuştur.

 “Ah keşke Rabbime.....Buradaki “ya “ (Nida için değil) uyarı içindir.

43

O'na bağı yok olduğu esnada Allah'tan başka yardım edecek bir cemâat de yoktur. Bağı helâk olduğu zaman kendi kendini de kurtaracak güçte değildi.

 “Velem-tekün“ya ile de okunmuştur.

44

İşte burada yani Kıyâmet gününde gerçek yardım ve hâkimiyet hak olan Allah'ındır. O, mükâfatça şayet mükâfat verirse, başkasının mükâfatından da hayırlı ve mü'minleri neticelendirme yönünden de hayırlıdır.

 “Velayet“ şeklinde vav'ın fethası ile okunursa yardım “Vilâyet“ şeklinde vav'ın kesresi ile okunursa hâkimiyet manasını ifade eder. “ el'Hak” zamme olarak okunursa velayetin, kesra ile konursa lafza-i celal'in sıfatı olur. “ ukuba” kafın sükunu ile de okunmuştur. “sevab”Ve “ ükba” kelimeleri temyiz olmak üzere mansup okunmuşlardır.

45

Onlara, kavmine dünya hayatının misalini şöyle temsil et! (O) gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bununla yerin ne batı birbirine karışmış, suyun inmesiyle yer bitkisi gürlemiş yahut su bitki ile karışıp, sulanır ve güzelleşir, derken bitki bir çöp kırıntısı olmuş, cüzleri ayrılıp kurumuş, rüzgârlar onu paramparça edip götürüp savurmuştur. Bu misalden maksat şudur: (Ey Nebi) Dünya hayatını, kuruyup da kırılan ve rüzgârların dağıttığı güzel bir bitkiye benzet? Allah her şeye kadirdir.

 “mesel-El-Hayat“ derebe fiilinin birinci mef'ûl-ı “ke'maın“ ise ikinci mef'ûl-ıdur. Bir kırâatte de ”er-rihu“ şeklinde okunmuştur.

46

Mal ve oğullar dünya da bu ikisiyle süslenilen dünya hayatının ziynetidir. (ebediyyen) kalacak olan iyi ameller ise, Rabbinin katında, hem sevapça daha hayırlıdır, hem ümitçe yani insanın arzulayıp ta Allahü teâlâ katında ümit ettiği şey daha hayırlıdır.

Sâlih amellerden maksat şunlardır: “subhanellah-Elhamdülillah-Lâ ilâhe illallahu vellahu ekber. Müfessirlerden bir kısmı: “ Lâ havle ve la kuvvete illa billahi “sözünü de ilâve etmişlerdir.

47

Hatırla! ki o gün dağlar yürütülecektir. Dağlar yerin üstünden götürülecek dağınık toz gibi olacaktır.

 “ Tuseyyeru“ Bir kırâata göre nun ile ve ya'nın kesrası ile, el-Cibal kelimesinin de fethasıyla, okunmuştur.

Ve yeri çırılçıplak üzerinde ne dağ ne de başka bir şey olmaksızın apaçık bir şekilde göreceksin. Onları mü'minleri ve kâfirleri mahşere toplayacağız da, onlardan hiçbir kimse bırakmayacağız.

48

Onlar, saf hâlinde Rabbine arz edilecekler.

Onlara: “celâlim hakkı için! Bize ilk defa yarattığımız gibi geldiniz. Yani tek tek, yalın ayak, çırçıplak ve sünnetsiz olarak geldiniz “ denir. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kimselere ise “Oysa, siz sandınız ki, size öldükten sonra dirilme vaadi kılmamışız “ denilecek.

 “saffen” kelimesi hâldir. Yani saf saf oldukları hâlde. Her ümmet bir saftır. (Bir saf olur.)

“ ellen“ nec'ale ” en“ şeddeli iken tahfiflenmiştir.

49

Kitap ortaya konmuştur. Her bir kimsenin kitabı (ortaya konulacak), (kitabını okuyacağı zaman) mü'minlerinki sağ tarafına, kâfirlerin ise sol tarafına konulacaktır.

Mücrimleri, kâfirleri, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Onlar amel defterlerinde olan günahları gözleri ile gördüklerinde “Vay helâkimiz! Bu deftere ne olmuş ki, günahlarımızdan küçük büyük hiçbir günah bırakmamış, hepsini saymış ve onları kaydetmiş“ derler. Amel defterinin bu işine şaşırıp kaldılar.

Bütün yaptıklarını kitaplarında kayda geçilmiş olarak hazır bulacaklardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. Hiç kimseyi suçsuz olarak cezalandırmaz ve hiçbir mü'minin sevabını eksiltmez.

“ya” uyarı içindir. (Hatasını anladığını uyarmaktadır) “Veyletena “ masdardır. Lafzından fiili yoktur.

50

Yine hatırla hani biz meleklere: “Âdem'e alnı yere koymadan kendisini selamlamak için saygı ve hürmet secdesi ile secde edin“ demiştik. Onlar hemen secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi. O cinlerden idi. Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Yani secde etmemekle Rabbine itâat etmekten çıktı.

Cinlerin Meleklerden bir sınıf olduğu söylenmiştir. Buna göre istisna, muttasıl bir istisnadır. İstisnanın munkatı olduğu da söylenmiştir. İblis ise bizzat cinlerin atasıdır. Çünkü bunun ardından kendisiyle birlikte bahsedilen zürriyeti vardır. Meleklerin ise zürriyeti yoktur.

Şimdi beni bırakıp da (bana itâati bırakıp ta) onlara itâat etmenizle İblisi ve zürriyetini dostlar edinir misin? Hâlbuki onlar size düşmandırlar. Buradaki hitap Âdem'e ve O'nun zürriyetinedir.

 Her iki yerdeki zamir İblis'e aittir.

Zalimleri için, İblis ve zürriyeti için, Allah'ı bırakıp da onlara itâat etme hususunda ne kötü değişmedir (bu) !

51

Ben, onları yani İblis ve zürriyetini ne göklerle yeri yaratırken, ne de kendilerini yaratırken şahit tutmadım. Yani onlardan bir kısmını diğer bir kısmın yaratılışında hazır bulundurmadım.

Ve saptıran şeytanları da (hiçbir zaman) yaratışta yardımcılar edinmiş değilim. O hâlde onlara nasıl itâat ediyorsunuz?

52

Hatırla! O gün (Allah) der ki: “Benim ortaklarım, olduklarını ileri sürdüğünüz şeyleri putları, iddianıza göre size şefâat etmeleri için çağırın bakalım “ hemen onları çağıracaklar. Fakat onlara cevap veremeyecekler. Biz, onların putlarla, putlara tapanların arasına bir uçurum orada topluca helâk edilecekleri cehennem vadilerinden bir vadi koymuşuz.

“yevme ”Ve daha önce geçen “ iz” kelimeleri (mukadder bir) üzkur fiili ile mansupturlar. “yekulu“ fiili ta ile de okunmuştur “mevbiken” kelimesi, Vebeke fiilinden gelmektedir. Vebeke ise helâk oldu mânâsındadır.

53

Artık mücrimler ateşi gördüler ve ona yani içine düşeceklerini iyice anladılar. Ama ondan kaçacak yer bulamadılar.

54

Celâlim hakkı için biz, Kurân’da insanlara her çeşit misali açıkladık. Ama insan yani kâfir cedelleşmede bâtıl konuda husumette en ileri giden şey olmuştur.

 “min külli mesel” mahzûf bir şeyin (meselen'in) sıfatıdır. Yani öğüt almaları için her çeşit misalden zikrettik.

“ cedelen”Temyizdir. Kane'nin isminden menkuldür. Asıl mana: “İnsanın tartışması insanda en çok olan şeydir “

55

 Kendilerine hidâyet Kurân geldiğinde insanları yani Mekke kâfirlerini îman etmekten ve Rablerinden mağfiret talep etmekten alıkoyan şey, sadece öncekilerin sünnetinin başlarına gelmesini veya karşı karşıya açıkça azâbın kendilerine gelmesidir. O da Bedir savaşında öldürülmeleridir.

56

Biz peygamberleri ancak mü'minlere müjdeci ve kâfirlere korkutucu olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise mücadeleleriyle hakkı Kur’ân’ı iptal etmek için“ Allah bir beşeri peygamber gönderir mi? Ve buna benzer sözleriyle bâtılı kullanarak mücadele ediyorlar.

Âyetlerimizi Kur’ân’ı ve korkutuldukları şeyi cehennemi bir maskaralık edindiler.

57

Rabbinin âyetleri ile uyarılmışken, onlardan yüz çeviren ve yaptığı şeyleri küfür ve isyanları unutan kimseden daha zâlim kim olabilir? Biz böylelerin kalpleri üzerine, O'nu anlamalarına yani Kur’ân’ı anlamalarına engel perdeler, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Yani neticede Kur’ân’ı anlayamazlar ve O'nu işitmezler. Sen onları doğru yola davet etsen de, bu hâlde yani mezkûr şeyleri yapmak sebebiyle onlar ebediyyen hidâyete gelmezler.

58

 (Bununla beraber) Rabbinin bağışı bol (ve) merhameti çoktur. Şayet yaptıklarından dolayı dünyada onları hemen cezalandıracak olsaydı, elbette dünyada onlara azâbı çarçabuk verirdi. Fakat onlar için va'd edilen bir vakit vardır ki, o da Kıyâmet günüdür. O'ndan (Allah'tan yahut azaptan) kurtulmak için asla bir sığınak bulamayacaklar.

59

İşte o memleketleri yani Âd, Semûd ve bunlardan başka diğer memleketlerin halkı biz onları zulüm ettikleri küfrettikleri vakit helâk ettik ve onları helâk etmek için belli bir vakit tayin ettik.

 “muhlekün” kelimesi bir kırâatta mim'in fethası ile okunmuştur. Yani onların helâki için…

60

Hatırla! Bir vakitler İmranoğlu Mûsa genç adamına: ki ismi Yûşâ b Nûn'dur. Mûsa (aleyhisselâm)'a tâbi idi. O'na hizmet eder, ondan ilim öğrenirdi.

 “İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar yürümeye devam edeceğim. Rum denizi ile doğu tarafını takip eden (doğu tarafına düşen Afrika tarafına düşen) Fars denizinin birleştiği yere kadar bu ikisini birleştiren yere kadar yahut ne kadar uzakta olsa oraya ulaşmada uzun seneler gideceğim “.

61

Bunun üzerine, iki denizin kavşağına vardıklarında, balıklarını unuttular. Yûşâ yola çıkarken yanına balığı almayı unuttu. Mûsa (aleyhisselâm) da O'na balığı hatırlatmayı unuttu. Ve balık denizde tünele doğru yolunu tuttu- Yani Allahü teâlâ'nın yapması ile balık denizi tünel gibi yaptı.

Sereb: Deliği olmayan uzun bir gediğe denir. Buna sebep şu olmuştur: Allahü teâlâ, balığın üzerine suyun akışını durdurup, O'ndan su kesilip açılınca küvet gibi oluverdi. Bir daha birleşmedi ve balığın altındaki (etrafındaki) su donup kaldı.

Âyetteki “ iz “mukadder“ üzkür “ile mansuptur.

62

Ne zamanki yolculuklarının ikinci gününde kuşluk vaktine kadar yürüyerek o yere geçtiler. Genç arkadaşına: “Kahvaltımızı getir! Yemin olsun, bu yolculuğumuzdan yorgun düştük. “yorgunluk, iki denizin birleştiği yeri geçtikten sonra meydana gelmiştir.

Geda: Gündüzün evvelinde yenilen şeydir.

63

 (Genç) “ gördün mü yani hatırla! O yerdeki kayaya uğradığımız vakit, ben balığı unutmuşum! O'nu hatırlamamı, bana muhakkak şeytan unutturdu.”yani şeytan, o'nu hatırlamayı bana unutturdu dedi.

“ en ezkurehu“ “ hu” zamirinden bedel-i iştima olarak bedel düşmektedir.

Balık tuhaf bir şekilde yani önceden açıklandığı üzere, Mûsa ve genç arkadaşı balığın işini tuhaf karşılayarak denizde yolunu tutmuştu.

 “Aceben“ ikinci mef’ûldur.

64

Mûsa “ işte bu yani balığı kaybedişimiz kendisini aradığımız şeydir. “yani aradığımız kimsedir. Zira bu aradığımız kimseyi bulacağımıza bir işaretti dedi. Bunun üzerine, izlerini takip ederek gerisin geriye dündüler. Nihayet kayaya vardılar.

65

Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, o da Hızır idi. Biz O'na tarafımızdan bir rahmet bir görüşe göre peygamberlik, diğer bir görüşe göre velilik ki âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir. Vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Yani gayıplara âit olanlardan malum olanı verdik.

İlmen“ ikinci mef’ûldur.

Buhâri'nin rivÂyet-ine göre; Mûsa (aleyhisselâm) İsrâîloğullarına hutbe okudu. Kendisine, “insanların en bilgini kimdir? diye soruldu. O da, “Ben“ dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ O'nu azarladı. Çünkü ilmi Allah'a havale etmedi. Allahü teâlâ O'na vahyederek bildirdi ki: “İki denizin birleştiği yerde benim bir kulum vardır. O senden daha âlimdir. “mûsa (aleyhisselâm): “Ya Rabbi! Ben O'na nasıl varıırım? ” dedi. Hak teâlâ buyurdu ki: “Beraberinde bir balık alır, onu bir sepete koyarsın, balığı nerede yitirirsen işte o kul oradadır. “ Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselâm) bir balık alıp sepete koydu. Sonra yola koyuldu. Onunla beraber genç arkadaşı Yûşâ b. Nûn da yola çıktı. Nihayet bir kayaya yarınca, başlarını (istirahat için) koyup uyudular. Bu esnada balık sepetten sıçradı, denize düştü ve denizde tünele doğru yolunu tutup gitti. Allahü teâlâ balığın üzerinden suyun akışını durdurdu. Oradaki sular (açılıp) balığın üzerinde kemer gibi oldu. Mûsa (aleyhisselâm) uyanınca arkadaşı kendisine balığı haber vermeyi unuttu. Kalan o gün ve o gece yola devam ettiler. Ertesi gün Mûsa (aleyhisselâm) arkadaşına dedi ki: “Bizim sabah yemeğimizi getir. (Râvi hadis-i şerif rivâyet ederek sözü şuraya getirdi) ve şaşılacak şekilde o, denizi boylayıvermiş. Hazret-i Peygamber buyurdu ki: “ Balık için denizde tünel. Mûsa ve arkadaşı için de hayrete düşme oldu “ hadis böylece devam etmektedir.

66

Mûsa Hızır'a: “sana öğretilen ilimden kendisiyle doğruya erişeceğim doğruyu bana öğretmen şartı ile sana tabî olabilir miyim? Dedi. (Evet) Mûsa (aleyhisselâm) bunu ondan istedi. Çünkü ilmi artırmak arzu edilen şeydir.

 “Reseden“ Bir kırâatte Ra'nın zammesi eve Şin'ın sükunu ile de okunmuştur.

67

Hızır: “ doğrusu sen benimle asla sabredemezsin!“

68

 (iç yüzünü) Kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? ” dedi. Bu Âyet-in ardından yukarıdaki hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “ya Mûsa! Ben, Allah'ın bana öğrettiği bir bilgi üzereyim. O bilgiyi sen bilemezsin. Sen de Allah'ın ilminden sana öğrettiği bir ilim üzerindesin O'nu da ben bilemem.

 “ hubren” kelimesi masdardır. Yani “sen kavrayamazsın! Manasında olup işin içyüzünden haberin olmaz demektir.

69

Mûsa: “Beni inşaallah sabırlı ve bana emredeceğin işte sana karşı gelmeyen bulacaksın.“ dedi. Mûsa (aleyhisselâm) sözünü Allah'ın dilemesine bağladı. Zira üstlendiği şey konusunda nefsinden emin değildi. İşte peygamberlerin ve velilerin âdeti budur. Göz açıp kapayıncaya kadar nefislerine güvenmezler (meyletmezler).

“ Lâ Asi “ deki lâm, gayru manasında olup, sâbiren üzerine atfedilmiştir.

70

Hızır: “O hâlde bana tâbi olacaksan, ben ondan söz açmadıkça O’nun sebebini sana anlatmadıkça, senin (zâhir) bilgine göre benden beğenmediğin hiçbir şeyi bana sorma!“ sabret!“ dedi. Talebenin hocasına karşı takınması gereken edebe riâyet etmek için, Mûsa (aleyhisselâm) onun şartını kabul etti.

71

Bunun üzerine kalkıp deniz sahilinde yürüdüler. Nihayet yanlarından geçen gemiye bindikleri vakit, Hızır bir balta ile denize temas eden tarafından geminin bir yahut iki tahtasını sökerek gemiyi yardı. Dalgalar gemiye ulaşınca: Mûsa Hızır'a: “ gemiyi içindekileri boğmak için mi deldin? And olsun, sen büyük bir iş yani çok kötü bir iş yaptın. “ dedi. Suyun gemiye girmediği rivâyet edilmiştir.

 “ Tüğrike “ Bir kırâatte ya ve ra'nın fethası ile ” ehlun” kelimesinin zammesiyle okunmuştur.

72

Hızır, “sen, benimle asla sabredemezsin, dememiş miydim? ” dedi.

73

Mûsa “Beni unuttuğum şeyle yani sana teslim olma ve seni yadırgamayı terk etme konusundaki gafletimle beni muaheze etme! Ve bana işimden dolayı güçlük çıkarma seninle yaptığım arkadaşlıkta bana güçlük çıkarma. Yani bu konuda bana, af etmekle ve kolaylıkla davran“ dedi.

74

Gemiden çıktıktan sonra yürüyerek yine gittiler. Nihayet çocuklarla birlikte oynayan içlerinde en parlak yüzlü buluğa ermemiş bir oğlan çocuğuna rastladıklarında Hızır, çocuğu yan üstü yatırarak bıçakla kesmek yahut eliyle çocuğun başını koparmak veya çocuğun kafasını duvara çarpmak suretiyle O'nu öldürdü. Buradaki yahut veya gibi sözler şüphe değil, bunlar ayrı ayrı görüşlerdir. Burada atıf harflerinden“ fa “ getirilmiştir. Çünkü öldürme işi karşılaşmanın hemen akabinde olmuştur.

Mûsa O'na” Tertemiz yani mükellef çağına varmamış, günahtan temiz olan bir canı, bir can karşılığı olmaksızın yani cana kıymamış iken öldürdün ha? Doğrusu görülmemiş bir şey yaptın. “ dedi.

 “iza “'nın cevabi “kale “ cümlesidir. “zakiyyeten“ Bir diğer kırâatte elifsiz ya'nın şeddesiyle okunmuştur. “ Nukren” kelimesi Kafın zammesiyle “Nukuren“ şeklin de de okunmuştur.

75

Hızır, “Ben, sana, benimle sabredemezsin demedim miydi? ” dedi. Hızır, özrü kalmadığı için önceki sözüne ilâveten burada “sana demedim mi “ diye Mûsa (aleyhisselâm)'a hitap etti.

76

Mûsa, eğer bundan sonra yani bu defaki sualimden sonra sana bir şey sorarsam, bir daha benimle arkadaşlık etme. Sana tâbi olmama beni bırakma. Tarafımdan muhakkak benimle arkadaşlığı bırakma konusunda özre ulaşmışsındır. “ dedi.

“ Ledunni “ şeddesiz (ledun) seklinde de okunmuştur.

77

Yine gittiler. Sonunda bir belde Antakya halkına vardılar. Orada halkından misafir olarak onlardan yemek istedilerse de, onlar bu ikisini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan yani eğik olduğu için düşmeye yaklaşmış yüz zıra yüksekliğinde bir duvar buldular. Hızır hemen onu eliyle doğrultuverdi. Mûsa O'na “İsteseydin, buna karşı bir ücret bahşiş alırdın. Çünkü yemeğe ihtiyacımız olmasına rağmen bizleri konaklamadılar“ dedi.

 “iza “ nın cevabı. “kale “ cümlesidir.

78

Hızır O'na “İşte bu, seninle benim aramın ayrılmasıdır. Yani ayrılma vaktidir. Burada “Beyne ” kelimesinin, müteaddit olmayan şeye izafe edilmesi vardır. Bunun câiz oluşu ise atıf vav'ı ile tekrarlanmış olmasıdır. Senden ayrılmadan önce sana sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim.

79

Gemiye gelince o, rızık aramak için ücretle denizde gemiye çalışan on kadar yoksullarındı. Ben, onu kusurlamak istedim. Çünkü döndüklerinde arkalarında yahut şu anda önlerinde her sağlam gemiyi zorla alan kâfir bir hükümdar vardı.

“ gasben“ almanın şeklini açıklayan mef'ûl-ı mutlak olmak üzere mansûbdur.

80

Oğlana gelince; Anne ve babası mü’min kimselerdi. Bunun için onları bir azgınlık ve kâfirlik bürümesinden endişe ettik de.

Müslim'in rivâyet etmiş olduğu hadis-i şerifte bildirildiğine göre: Çocuk küfre yatkındı. Yaşasaydı, mutlaka anne ve babasını azgınlık ve küfre sürükleyecekti. Çünkü anne ve babasının ona karşı olan sevgisinden bu konuda çocuğa uyabilirlerdi.

81

İstedik ki, Rableri bu oğlanın yerine, onlara temizlikçe yani takvaca daha hayırlısını ve merhametçe anne ve babasına iyilik yapmada ondan daha yakınını versin! Bundan sonra Allahü teâlâ onlara bir kız çocuğu verdi. Bir peygamberle evlenip, bir peygamber doğurdu. Allahü teâlâ da o peygamber ile bir ümmeti hidâyete erdirmiştir.

“ en Yubeddile “ şeddesiz olarak da okunmuştur. “Ruhmen“ ha'nın zammesiyle de okunmuştur. Rahmet demektir.

82

Duvara gelince: “ Bu duvar şehirde iki yetim oğlanındı. Duvarın altında, onlara âit yerin altında gizlenmiş altın ve gümüşten bir mal bir define vardı. Babaları da sâlih bir zat idi. Onun için babalarının iyiliğini hem kendilerinde hem de mallarında devam ettirmek için Rabbim diledi ki, oğlanlar rüştlerine ersinler yani güç ve kuvvetlerini görsünler de definelerini çıkarsınlar. Bu Rabbinden bir rahmet idi.

Ben, bunların yani bahsi geçen geminin delinmesi, çocuğun öldürülmesi ve duvarın düzeltilmesinden ibaret olanların hiç birini kendiliğimden yani kendi isteğimle yapmadım. bilâkis Allahü teâlâ'nın emriyle, onun ilhamıyla yapmış oldum.

 “Rahmeten“ mef'ûl-ın leh'dır. Âmili ise ” erade “ fiilidir.

İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzü budur. “ dedi.

 “İsta'e ve İsteda'e “ denilebilir. Her ikisi de güç yetirdi manasını taşımaktadır, bu ve bundan önceki âyette iki lügat arası birleştirilmiştir. Eredtu-Eredna-Erade Rabbuke kelimelerinde ifade çeşitlendirildi (Yani ibarede fen sanatı kullanıldı).

83

Yahûdiler sana bir de Zülkarneyn'den soruyorlar. İsmi İskender olup peygamber değildi. De ki: “size ondan onun halinden bir haber anlatacağım. “

84

Gerçekten biz, O'nu yeryüzünde iktidar sâhibi yaptık. Gerçekten biz ona yeryüzünde yürüyüşünü kolaylaştırmakla maddi-manevi kuvvetleri, kudretleri hazırladık. Ve ona amacına ulaşmak için muhtaç olduğu her şeyden bir sebep bir yol verdik.

85

Bunun üzerine batıya doğru bir yola girdi,

86

Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu (sanki) siyah bir gözesinde batıyor buldu.

Hamie: Siyah çamur demektir. Güneşin çamur gözesinde batışı, göz ile görünüşe göredir. Yoksa Güneş, dünyadan daha büyüktür.

Ve onun yanında (sahile bitişen) gözenin yanında bir de kâfir kavim buldu. “ (Biz ona) ilham yoluyla Dedik ki: “ ey Zülkarneyn! Öldürmek suretiyle bu kavme ya azap edersin yahut esir olarak onlara iyi muamele yaparsın.

87

şöyle dedi: “Şirk koşmakla kim zulmederse, ona azap edeceğiz. Onu öldüreceğiz. Sonra Rabbine döndürülecek, o da ona cehennemde müthiş bir şekilde azap edecek.

 “Nükren” kefin zammesiyle de okunmuştur.

88

Ama her kim de îman edip, güzel iş yaparsa ona da en güzel mükafat vardır. Yani ona cennet vardır.

Ve ona emrimizden kolay olanı söyleriz. Yani ona kolay gelen şeyi kendisine emrederiz.

İzafet beyan içindir“ Bir kırâata göre “ ceza” kelimesi tenvinli olarak mansup okunmuştur. Buna göre temyiz olmak üzere mansup olmuş olur. Yani (mukaddem haberin muahher mübtedaya) nisbet edilmesi bakımından (temyiz olarak mensup olmuş olur) Bu görüş İmam'i Ferra'ya aittir.

89

Sonra doğuya doğru bir yola girdi.

90

Güneşin doğduğu yere varınca, onu öyle bir kavim ki bunlar zencilerdir üzerinde doğuyor buldu ki, onlar için buna yani güneşe karşı (korunacak) elbise ve evden (oluşan) hiçbir siper yapmamıştık. Ne elbiseleri, ne de evleri vardı. Çünkü yerleri binaya müsait değildi. Güneş doğarken yer altında bulunan inlerine saklanırlardı. Yükselince meydana çıkarlardı.

91

İşte böyle! Yani iş dediğimiz gibidir. Gerçekten biz onun yanında yani Zülkarneyn'in yanında olan aletler, ordu ve saire şeyleri ilmimizle kuşatmıştık.

92

Sonra da başka bir yol tuttu.

93

Nihayet iki set arasına vardığında bunların ötesinde yani bunların önünde bir kavim buldu ki, neredeyse söz anlamayacak bir durumdaydılar. Yani sözü; ancak biraz bekledikten sonra anlıyorlardı. Bu iki set Türkistan topraklarının sona erdiği yerde bulunan iki büyük dağdır. İskender'in seddi ise ileride geleceği üzere bu iki dağ arasında olan şeydir (engeldir)

Bu ve bundan sonraki âyette “sed “ı bir kırâata göre desin'in zammesiyle “sud“ şeklinde de okunmuştur. “yefkehune ” kelimesi diğer bir kırâatte ya'nın zammesi ve kafın kesresi ile de okunmuştur.

94

Dediler ki: “ ey Zülkarneyn! Ye'cüc ile Me'cüc bizim yanımıza çıkıp geldiklerinde yağma yapmak ve bozgunculuk çıkarmak suretiyle bu yerde fesat çıkartıyorlar. Bizimle onların arasında bize ulaşamıyacakları bir sed bir engel yapman şartıyla sana mallarımızın bir kısmında vergi bir kırâata göre haraç verelim mi? “

 “ hercen“ harecendiye de okunmuştur.

95

Zülkarneyn: “Rabbimin bana verdiği mal ve saire şey sizin bana vereceğiniz verginizden daha hayırlıdır. Bu nedenle benim ona hiç ihtiyacım yoktur. Bağış olarak size bir set yapayım. Haydi, siz bana kuvvetle, sizden istediğim şey ile yardım edin de, sizinle onların arasında erişilemez bir engel yapayım.

“ye'cüc ve Me'cüc “isimleri Yacüc ve Macüc şeklinde hemzesiz olarak da okunmuştur. Bunlar Arapça olmayan bu kelimeler iki kabilenin ismidir. Ye'cüc ve Me'cüc, gayri munsarıfdırlar. Mekkenni kelimesi bir kırâatta idgamsız olarak iki nunla da okunmuştur.

96

Bana binanın inşa edileceği taşlar miktarınca demir parçaları getirin. Zülkarneyn bunlarla binayı kurdu ve aralarına odun, kömür koydu, Dağların iki ucu yani her iki tarafı binayla denkleştiği vakit bunun çevresine ateş ve körükler koydu. Körükleyin dedi. Onlar da körüklediler. Nihayet onu yani demiri ateş hâline yani ateş gibi hâle getirince “ getirin bana, dedi, üstüne erimiş bakır dökeyim. “

Kıtr: Erimiş bakır demektir. Bu kızgın demirin üzerine erimiş bakır döküp, demir kütleleri arasına girince (birbirlerine yapıştılar ve) bir tek şey oldular (Bir dağ gibi oldular) “sudufeyn”sad ve dal harflerinin fethası ile sad'ın zammesi ve dal'ın sükunu ile de okunmuştur.

 “Âtûnî-Ufriğ aleyhi-kitren“ Âyet-inde iki fiil (mef’ûl olmada) çekişmişlerdir. (Basralılara göre) ikinci fiili amel ettirmek için, birinci fiilden mef’ûl hazfedilmiştir.

97

Artık Ye'cüc ve Me'cüc, yüksekliğinden ve düzgünlüğünden dolayı üzerine çıkıp onu ne aşabildiler. Sertlik ve kalınlığından (genişliğinden) dolayı ne de delebildiler.

98

Zülkarneyn: “ Bu yani bu set yani buna güç yetirmek Rabbimden bir nimettir. Çünkü bu, onların ortaya çıkmalarına manidir. Fakat Ye'cüc ve Me'cüc'ün Kıyâmete yakın ortaya çıkmalarına dair Rabbimin va'dı geldiği vakit, onu yerle bir dümdüz edecektir. Onların ve benzerlerinin çıkacaklarına dair Rabbimin va'di haktır. (ve bu) olacaktır“ dedi.

99

O çıkacakları gün, onları çokluklarından dolayı birbirinin içinde çalkalanır birbirine karışmış bir hâlde bırakırız. Sûr’a da üfürülür. Yani canlıların tamamını artık onların yani Kıyâmet gününde bir tek yerde toptan toplamışızdır.

100

Cehennemi de o gün kâfirlere yaklaştırmışız.

101

Onlar ki, benim zikrimden yani Kur’ân dan gözleri bir perde içindeydi. Onlar Kur’ân la nasihatlanmayan kör kimselerdir. İşitmeyedetahammüledemiyorlardı. Yani peygambere olan kinlerinden dolayı kendilerine okuduğu âyetleripeygamberimizden dinlemeye güç yetiremediklerinden, neticede Kur’ân'a îman etmiyorlardı.

102

Yoksa o kâfirler beni bırakıp da kullarımı yani Meleklerimi, Îsa'yı, Üzeyr'i (kendilerine) dostlar rabler edineceklerini mi sandılar?

Biz cehennemi kâfirler için bir konukluk hazırladık. Yani cehennem, misafirler için hazırlanan bir ev gibi, onlar için hazırlanmıştır.

“ evliya “ “yettehize “ fiilinin ikinci mef'ûl-ıdur. “ hesibe “ fiilinin ikinci mef'ûl-ı ise hazf edilmiştir. Manası, bahsedilen şeyi yapmak beni kızdırmayacağını ve bu yüzden onları cezalandırmayacağımı mı sandılar? Hayır! (böyle düşünüyorlarsa yanılıyorlar)

103

De ki: “işler bakımından en çok ziyana uğrayanları size haber verelim mi?

Allahü teâlâ şu sözüyle onları açıkladı:

Onlar o kimselerdir ki, dünya hayatında çalışmaları amelleri boşa gitmiştir. Oysa onlar iyi bir iş amel yaptıklarını yaptıkları amele karşılık mükâfatlanacaklarını sanıyorlar.

 “A'malen”Temyizdir. Mümeyyiz'e mutabık olarak çoğul getirilmiştir.

105

İşte bunlar, Rablerinin âyetlerini onun birliğini gösteren Kur’ân ve Kur’ân’ın dışındaki diğer delilleri ve ona kavuşmayı yani dirilmeyi, hesabı, sevabı, cezayı inkâr edenlerdir. (Hayır namına yaptıkları) bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık Kıyâmet günü biz onlara terazi tutmayacağız. Yani onlara bir değer vermeyeceğiz.

106

İşte böyledir. Yani bahsetmiş olduğum amellerinin boşa gitmesi ve diğerlerinden ibarettir. Onların cezasıküfrettikleri benim âyetlerimi ve peygamberlerimi eğlenceye aldıkları yani onları eğlence yerine koymuş oldukları için, cehennemdir.

“ cezahum“ cümlesi ibtidai bir kelâmdır.

107

Muhakkak îman edip de iyi ameller işleyenler, Allah'ın ezelî ilminde onların konakları da Firdevs cennetleridir. Firdevs cenneti, cennetin ortası ve en yücesidir.

Cennetin Firdevs'e izafesi beyan içindir.

108

İçlerinde ebedî kalırlar. Oradan başka bir yere ayrılmak istemezler.

109

De ki: “Rabbimin hikmet ve hayret veren işlerine delâlet eden kelimeleri için mürekkeple yazılmaları suretiyle deniz (lerin) suyu mürekkepolsa, muhakkak Rabbimin kelimeleri tükenmeden onları yazmada denizlerin suyu bitip tükenirdi. Velev ki bir o kadar yani denizler kadar daha ona ilâve etsek de yine de denizler tükenir. Rabbimin kelimeleri ise bitmez tükenmez.

Midad: Kendisiyle yazı yazılan şeye (mürekkeb) denir.

 “meded” kelimesi temyiz olmak üzere mansuptur. “ Tenfede ” kelimesi ya ile de okunmuştur.

110

De ki: “Ben, ancak sizin gibi bir insanım. Yalnız “ilâhınız bir ilâhtır“ diye bana vahyolunuyor.

Onun için her kim öldükten sonra dirilmek ve mükâfat ile Rabbine kavuşmayı arzu ederse, güzel amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibâdette gösteriş yapmakla kimseyi ortak etmesin!

 “ma “ ile amelden men edilmiş olan cümlenin masdara dönüşmesi ortadan kalkmamıştır. Bu terkipten alınan mana şudur: “İlâhın bir tek oluşu bana vahyediliyor “

“Biibâdeti Rabbihi “ deki ba harf-i cerri fi mânâsındadır. Şârih buna işaret etmiştir.

0 ﴿