20-TÂ-HÂ SÛRESİ

Mekke’de nâzil olup, 135 âyettir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle başlarım.

1

 Tâ-hâ. Bu lâfzı celilden muradın ne olduğunu ancak Allah bilir.

2

Biz Kur’ân’ı sana nüzulünden sonra yapmış olduğun şekilde gece (teheccüd) namazı kıyamını uzun tutmak suretiyle kendini yorasın diye indirmedik.

3

Ey Resûlüm Muhammed! (Gece namazını) kendine hafiflet. Ancak biz onu Allah'dan korkan kimseye bir nasihat,

4

Ve yerle yüksek gökleri yaratanın peyderpey indirdiği (bir kitap) olmak üzere inzal ettik.

 “ Tenzîlen” lâfzı kendisini nasb eden mukadder (nezzelna) fiili ile beraber (geride geçen ) “ enzelnâ“yerine kullanılmıştır, el ulâ kelimesi ülyâ kelimesinin çoğuludur. Kübra-küber gibi.

5

O Rahmân (kudretiyle) Arşı kendine yakışır bir şekilde istiva etmiştir. Arş sözlükte melikin tahtı için kullanılır.

6

Göklerde, yerde, ikisinin arasında olan mahluklar ve nemli toprağın altında neler varsa hepsi O’nundur. Bundan da maksat yedi kat yerlerdir. Çünkü yedi kat yerler toprağın altında bulunmaktadır.

7

Sen zikirde ve duada sesini yükseltirsen (bilesin ki) Allahü teâlâ sesi yükseltmekten müstağnidir. Çünkü O gizliyi de, gizlinin daha gizlisini de bilir. Yani insanın gönlünden ve hatırından geçirip te konuşmadığı şeyleri de bilir. O hâlde sesini yükseltmeye kendini zorlama.

8

Allah, kendinden başka ilâh olmayandır. Hakkında hadîs-i şerif olan en güzel[593]doksan dokuz isim O’nundur.

Hüsnâ kelimesi Ahsenu'nun müennesidir.

9

Hem sana Mûsa’nın kıssası geldi mi? Şüphesiz ki geldi.

10

Hani Medeyen’den Mısır’a giderken bir ateş görmüş de ailesine-hanımına-“siz (burada) durun! Ben bir ateş gördüm. Belki size ondan bir fitilin veya odunun ucundan bir kor getiririm. Yahut ateşin yanında yolu bana gösterecek bir kılavuz bulurum“ demişti. Mûsa aleyhisselam gece karanlığından dolaylı yolu şaşırdı da bu yüzden sözünde durmayı kesin bilemediğinden“Belki “kelimesini kullandı.

11

Yanına vardığında ki, o da dikenli bir ağaçtır, (kendisine): Ya Mûsa! Diye seslenildi.

12

Hiç şüphesiz benim ben, senin Rabbin. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes, temiz, yahut mübârek vadide Tuva’dasın.

 “Nudiye ” lâfzı kile ile tevil edilmek suretiyle Hemzenin kesresi ile, ba (harfi cerri) nin takdiri ile de fetha ile okunmuştur. “ ene “zamiri mütekellim ya'sını te'kid etmektedir. “ TUVA” kelimesi bedel yahut atfı beyandır. Tenvinli ve tenvinsiz okunur (Tenvinli okunursa) mekan manasına itibarla munsarif olur. (Tenvinsiz olursa) alemiyet (özel isim) le birlikte yer manasına itibarla gayrı munsarif olur.

13

Ben seni (peygamberliğe) seçtim. Şimdi tarafımdan sana vahyedilecek şeyleri dinle!

14

Muhakkak Allah benim, ben! Benden başka hiçbir ilah yoktur. Onun için bana ibâdet et! Ve beni (namazda) anmak için namaz kıl!

15

Çünkü Kıyâmet muhakkak gelecektir. Ben onu (nvaktini) insanlardan gizlemek istiyorum. Oysa onun yakınlığı alâmetleri ile birlikte kendilerine aşikâre olacak ki, o Kıyâmet gününde herkes çalışmış olduğu hayır ve şerrin karşılığındaki şey ile cezalansın (karşılığını görsün) diye.

16

O hâlde, ona inanmayan ve onu inkâr etmede hevasına uyan kimse, sakın seni ona îman etmekten alıkoymasın, (faraza) Kıyâmete îman etmekten alıkonulursan sonra helâk olursun.

O hâlde, sakın kıyâmete inanmayıp kendi nefsî arzusuna uyan kimse, seni ona îman etmekten alıkoymasın; sonra helâk olursun.

17

Sağ elinde olan şey nedir ya Mûsa? Buradaki istifham, Allahü teâlâ nın Mûsa (aleyhisselâm)' ın elinde olan şeyde tertip edeceği mu'cizeleri takrîr (tespit) etmek içindir.

18

 (Mûsa) “o benim asâmdır yerden kalkarken ve yürürken ben ona dayanırım. Ben onunla yanlarına düşüp de yesinler diye davarlarıma ağaç yaprağı silkelerim. Benim onda daha başka hâcetlerim de vardır.” meselâ; azığı, su kabını taşımak ve haşereleri kovmak gibi şeyler. Mûsa (aleyhisselâm) asâsı ile gördüğü ihtiyaçlarını açıklayarak cevabı uzatmıştır.

Meârib kelimesi meribenin çoğuludur, ihtiyaçlar manasındadır. Meribe kelimesi ra'nın üç harekesiyle de okunur.

19

 (Allahü teâlâ ) ” Bırak onu ey Mûsa!“ buyurdu.

20

Mûsa da hemen onu bıraktı. Bir de ne görsün. Asâ büyük bir yılan olmuş. Başka bir âyette “cann“ diye tabir edilen ve bu isimle anılan tıpkı küçük bir yılan gibi hızlı bir şekilde karnı üzerinde koşuyor.

21

 (Allahü teâlâ ) “ Tut onu ondan korkma! Biz onu eski hâline döndüreceğiz “.

Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselâm) elini yılanın ağzına koydu ve derhal asâ'ya dönüşüverdi. Anladı ki elini (yılanın ağzına) soktuğu yer iki parmağı arasında asâyı tutma yeridir. Allahü teâlâ Mûsa Peygamber'e bu işi (önceden) gösterdi ki Fir’avun'un yanında asâ yılana dönüşünce, sabırsızlanarak telaşa kapılmasın.

Siret kelimesi, harf-i cerrin çekilmesiyle Mensûb olmuştur.

22

Bir de başka bir mu'cize olmak üzere sağ elini yaniavucunu koynuna sok yani pazu altından koltuk altına kadar sol tarafına sok ve çıkar ki kendisinde bir kusur alaca hastalığı olmadığı hâlde, önceki esmer halinin tam tersi göz kamaştıran, güneş ışığı gibi parlayan bir şekilde bembeyaz çıksın. (Fir’avun ve adamlarına) göstermek için elinle bu işi yaptığın vakit,

23

Sana peygamberliğine delâlet eden en büyük mu'cizelerden birini daha gösterelim diye yaptık, (bu işi gösterdik) Elinin eski hâline dönmesini arzu ettiğinde yine önceki gibi elini koynuna sok ve çıkar.

 “Âyeten Uhrâ”Ve “ Beyzâ” kelimeleri “ Tahruc“ fiilinin tahtındaki zamirden hâl düşmektedirler.

24

Fir’avun'a ve beraberinde olanlara elçi olarak git. Çünkü o haddi aşarak azdı.

25

Mûsa dedi ki: “ ey Rabbim! Risalet görevini üstlenmek için göğsüme genişlik ver. Onu tebliği edebilmem için;

26

İşimi kolaylaştır.

27

Dilimdeki peltekliği çöz.

28

Sözümü iyice anlayabilsinler.

29

Ve bana ailemden bir vezir kıl.

30

Kardeşim Harun'u,

31

Onunla arkamı kuvvetlendir.

32

Ve onu işimde ortak kıl.

33

Ta ki, seni çokça tesbih edelim.

34

Ve seni çokça zikreyleyelim.

35

Şüphe yok ki, sen bizi bihakkın görücüsün.

36

Buyurdu ki: Ey Mûsa! Sana istediğin verilmiştir.

37

Ve andolsun ki, sana başka defa da ihsanda bulunmuşuzdur.

38

Hani annen seni doğurduğunda, doğan çocuklarla birlikte Fir’avun’un seni öldürmesinden korkmuştu da, uykuda veya (gönlüne) ilham ederek senin hakkında bir vakitte annene şu ilhamı vermiştik.

39

Onu tabutun içine koy da tabutla birlikte onu deryaya Nil nehrine bırak. Nehir de onu sahil kenarına atsın.

Ve onu, hem bana düşman, hem ona düşman biri- o da Fir’avun'dur- alsın! Bir de benim gözetimim ve korumam altında büyütülmen için üzerine tarafımdan bir sevgi koydum ki bütün insanlar tarafından sevilesin diye. Bu yüzden seni, Fir’avun ve gören herkes sevdi.

 “İkzı “ cümlesi “ma Yuha “ cümlesinden bedeldir. “ felyulkıhı “ emri haber manasındadır (yani atacak).

40

Hani sütanne getirmişlerdi de sen onlardan hiçbir kadının memesini almamıştın. İşte o vakitte kız kardeşin Meryem senin durumunu araştırmak için gidiyor da “ona iyi bakacak birini buluvereyim mi size? ” diyordu. Teklifi kabul edilince derhal çocuğun annesini (gidip) getirdi ve (annesi gelince) hemen onun memesini alıverdi. Böylece seni annene iade ettik ki, sana kavuşmakla gözü aydın olsun da o esnada üzülmesin. Hem Mısır'da (kazaen) bir Kıpti adam öldürmüştün. Fir’avun tarafından öldürülmekten tasâlanmışım da seni gamdan kurtardık. Ve bunlardan başka belalara düşürüp seni onlardan kurtarmakla çeşitli belalarla imtihan ettik. Bu sebeple on yıl Mısır'dan Medyen'e geldikten sonra seni kızıyla evlendirerek Şuayb peygamberin yanında olmak üzere Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da bir kader üstüne ezeli ilmimde takdir ettiğim peygamberlik ile ki (o zaman) kırk yaşında idin (buraya) geldin.

41

Ya Mûsa! Ben seni kendime risalet vazifesi ile seçtim.

42

Sen kardeşin, ile birlikte insanlara dokuz (tane olan) mu'cizelerimle git. Beni tesbih ve buna benzer şekilde anmakta gevşeklik usanıklık göstermeyin.

43

Fir’avun'a gidin. Çünkü o Rablık davasında bulunmakla azdı.

44

Bu iddiasından vazgeçme konusunda varın kendisine yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler. Yahut Allah'tan korkar da vazgeçer. Allahü teâlâ'nın, Fir’avun'un bu davasından vazgeçmeyeceğini bilmesi kesin olduğundan ” Belki nasihat dinler”sözü Mûsa ve Harun (aleyhime’s-selâm)'a göre kullanılmıştır.

45

 (Mûsa ile Harun): “ ey Rabbimiz, onun bize karşı aşırı davranmasından çabucak cezaya çarptırmasından yahut bize karşı azgınlaşmasından (baş kaldırmasından) muhakkak korkarız!“ dediler.

46

Allahü teâlâ buyurdu ki: “ korkmayın! Zira ben yardımımla sizinle beraberim. Onun ne diyeceğini işitirim ve ne yapacağını görürüm.

47

Hemen ona gidin deyin ki: ” Biz Rabbinin elçileriyiz Artık İsrâîl oğullarını bizimle Şam’a gönder. Onlara eziyet edip durma! Meselâ kuyu kazmak, inşaat işi ve ağır yük taşımak gibi çetin işlerde onları kullanmaktan vazgeç! Biz sana, Rabbinden Peygamberlik vazifemizin doğruluğuna dair bir mu'cize ile hüccetle geldik. Selâm da doğruya tâbi olanadır. Yani azaptan kurtuluş ona aittir.

48

Gerçekten bize vahyolundu ki, azap bizim getirdiklerimizi yalanlayanlara ve onlardan yüz çevirenleredir. Mûsa ile Harun (aleyhisselâm) Fir’avun'a giderek bütün bunları söylediler.

49

Bunun üzerine Fir’avun: “O hâlde sizin Rabbiniz kimdir Ya Mûsa? ” dedi. Mûsa (aleyhisselâm) (tebliğde) asıl olması ve de (çocukken) onu kendisinin büyüttüğünü ispatlamak için Fir’avun sadece Mûsa (aleyhisselâm)'ı zikretti.

50

Mûsa: ” Bizim Rabbimiz mahlûkattan her şeye onu diğerlerinden ayıran kendine özgü hilkatini veren, sonra da yarattığı bütün canlılara yemesini, içmesini, evlenmesini ve bunların dışındaki şeylerin yolunu gösterendir. “ dedi.

51

Fir’avun: “Putlara tapmaları hususunda meselâ Nuh, Hûd, Lût ve Sâlih peygamberlerin kavmi gibi geçmiş kuşakların hâli nedir? Dedi.

52

Mûsa (aleyhisselâm) şu cevabı verdi. “ Onların hallerinin ilmi Rabbimin katında saklı olan bir kitaptadır. O da Levh-ıMahfûz'dur ki Kıyâmet gününde durumlarına göre onları cezalandıracaktır. Rabbim şaşmaz, hiçbir şey O'na gizli kalmaz ve Rabbim hiçbir şeyi unutmaz.

53

O bütün mahlûkat arasından yeryüzünü sizin için döşek gibi bir beşik yapmıştır. Orada sizler için yollar açtı. Engebesiz dümdüz yaptı. Ve gökten yağmur su (yu) indirmiştir. Allahü teâlâ, Mûsa (aleyhisselâm)'nın kendisini tanımladığı şeyleri tamamlamak ve Mekke ehline hitap etmek üzere şöyle buyurdu, “İşte biz onunla çeşitli bitkilerden çiftler çıkarmaktayız. Yani renkleri, tadları ve bunlardan başka diğer şeyleri çeşit çeşittir.

54

Hem onlardan yiyin ve hem yeryüzünde hayvanlarınızı güdün. Yemeyi ve hayvanlarınızı otlatmayı mubah kılıcılar olduğumuz hâlde (sizler için çeşitli bitkilerden çiftler çıkarmaktayız). Muhakkak ki, burada anlatılan bu şeylerde akıl sahipleri için bir çok ibretler vardır.

 “Şetta” kelimesi ”ezvacen'in sıfatıdır, şetitin çoğuludur. Merizun-Merza gibı “Şetta” kelimesi Teferreke “ (dağıldı) manasına gelen Şette'l-Emru cümlesinden gelir.

“ en'am “Ne'am'ın çoğuludur. Onlar da deve, sığır ve koyundur. (Lazım ve muteaddi olmak üzere) “re'atil-îbilu“ “Reaytuha “ şeklinde kullanılır. Buradaki emir serbest bırakmayı (ibaheyı) ve (Allah'ın) nimeti (ni) hatırlatmayı ifade eder. Bu cümle “Ahrecna “ fiilinin zamirinden hâldir.

 “Nuha” kelimesi Nuhye'nin çoğuludur. Gurfetun Gurefu gibi Sâhibini çirkin işleri işlemekten alıkoyduğu için akıl'a “ nuha “ denilmiştir.

55

Babanız Âdem’i ondan yaratmakla sizi de ondan yani topraktan yarattık. Sizi yine öldükten sonra kabirlere gömerek ona iade edeceğiz. Başka bir defa daha sizi öldükten sonra dirilme vaktinde yine ondan çıkaracağız. Tıpkı ilk yaratıldığınızda sizi (ondan) çıkardığımız gibi.

56

Yemin olsun ki, biz Fir’avun'a mu'cizelerimizin hepsini dokuzunu da gösterdik. Böyleyken onları sihir zannederek hepsini de o, yine yalanladı ve Allahü teâlâ'yı birlemeyi kabul etmedi.

57

 (Fir’avun): 'Ya Mûsa; orada mülk (idare) senin olsun diye sen, sihrinle bizi yerimiz Mısır'dan çıkarmak için mi geldin bize?

58

O hâlde biz de sana mutlaka karşı koyacak senin sihrin gibi bir sihir yapacağız.

Şimdi sen, bizimle aranda bu iş için bir yer tayin et ki, ne senin, ne de bizim caymayacağımız orta bir yer olsun“ dedi. Yani öyle bir orta yer olsun ki, her iki taraftan gelen kimseye mesafesi eşit olsun.

 “mekân” kelimesi harf-i cerrin çekilmesiyle Mensûb olmuştur. “sıva” kelimesi ise ”sıva”Ve ”suva “ şeklinde okunmuştur.

59

 (Mûsa): ”sizinle karşılaşma zamanımız ziynet günü o günde ziynetlenip bir araya geldikleri onların bayram günü ve insanların Mısır halkının toplanacağı (Herkesin) olacak olan şeyi (hakkın ortaya çıkıp bâtılın yok oluşunu) görmesi için (güneşin tam yükselme vakti olan) kuşluk vaktidir.

60

Bunun üzerine Fir’avun akasını dönüp gitti ve bütün hilesini, hilekâr sihirbazlarını topladı. Sonra onları kararlaştırılan yere getirdi.

61

Mûsa onlara: ” Her birerinin yanında bir ip ve asâ bulunarak yetmiş iki kişiydiler 'Yazıklar olsun size! Yani Allah azâbı sizden kaldırmasın. O’na birini ortak koşmakla Allah'a yalan iftira etmeyin! Sonra tarafından bir azapla kökünüzü kazır. Yani sizi helâk eder. Gerçekten Allah’a karşı yalan iftira eden ziyana uğrar.

62

Sihirbazlar aralarında Mûsa ve kardeşi hakkındaki işlerini münakaşa ettiler ve gizlice onlar hakkında aralarında söz fısıldaştılar.

63

 (Gizlice) birbirlerine dediler ki: ” Bu iki (kardeş) muhakkak sihirbazdır. Büyüleriyle sizi hem yerinizden çıkarmak, hem de en üstün en şerefli olan dininizi galip gelmelerinden halkın onlara meyletmeleri sebebiyle yok etmek istiyorlar.

'Hazeyni' kelimesini İbn Amr ya İle okumuş, diğer imamlar ise elif ile 'Hazani “ şeklinde okumuşlardır. Bu da, tesniyenin üç halinde elif getirenin gramerine uygun düşmekledir. “müsla” kelimesi 'Emselü'nun müennesidir. En şerefli (en ideal) mânâsındadır.

64

Onun için bütün sihirli hilelerini toplayınız. Sonra saf hâline gelin yani saf saf olduğunuz hâlde geliniz. Bugün üstün gelen, muhakkak felah bulur kurtuluşa erer.

 Hemze-i vasl ile ve mim'in fethası ile okunur. Buna göre kelime 'Lâmme “ (topladı) fiilinden gelir. Hemze-i katı ile ve mim'in kesresi ile okunur. Buna göre ise kelime “Acme'a “ (sapasağlam yaptı) fiilinden gelir.

65

Sihirbazlar: “ya Mûsa! Tercihte bulun! Evvela asânı ya sen at! Yahut asâsını ilk atan biz olalım“ dediler.

66

Mûsa: “yok siz atın!“ dedi. Bunun üzerine onlar (asâlarını) attılar. Bir de ne görsün. Onların ipleri ve sopaları (yaptıkları) sihirden, yılanlar kendisine gerçekten karınları üzerine koşuyorlarmış hayalini veriyor.

67

Birden bire Mûsa, içinde bir korku duydu. Yani, onların sihri kendi mu'cizesinin tipinden olması bakımından işi insanların kafasını karıştırıp kendisine îman etmeyeceklerinden korktu.

 “isuyyun” kelimesinin aslı “ usuvun“ idi. Vavlar ya'ya dönüştürülüp (ya kendinden bir önceki harfi kesre istediğinden) ”sad” kesre kılındı (Ona bağlı olarak) ” ayn“ da kesrelendi.

68

Biz ona: “ korkma! Çünkü onları yenmekle galip gelecek sensin sen!

69

Sağ elindekini o asâyı bırakıver O, onların yaptıklarını yalar yutar. Zira onların yaptıkları sırf sihirbaz hilesidir. Yani sihir cinsindendir. Sihirbaz ise sihri yüzünden nerede olsa felah bulmaz “ dedik. Mûsa (aleyhisselâm) Bu emir üzerine asâsını bırakmış o, sihirbazların bütün yaptıklarını yuttu.

70

Sonunda bütün sihirbazlar Allah için secdeye kapandılar. Biz Harun'la Mûsa'nın Rabbine îman ettik“ dediler.

71

Fir’avun: Bizzat ben size izin vermeden ona îman ettiniz ha? O, muhakkak size sihri öğreten büyüğünüzdür (hocanızdır). O hâlde ahdim olsun, ben de mutlaka sizin ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama yani sağ elle sol ayağı (nızı) keseceğim. Ve sizi mutlaka hurma dallarına yani dalları üzerine asacağım.

“ e-emintüm “iki hamzenin okunuşu ile ikincisini elife dönüştürmekle okunmuştur. “min hilafın“ (câr-mecrûru”Eydiyeküm ve Ercüleküm” kelimelerinden mahallen Mensûb olmak üzere) hâldir.

Böylece hangimizin bu sözüyle kendini ve Mûsa (aleyhisselâm)'ın Rabbini kastediyor azâbı kendine muhalefet edene karşı daha şiddetli ve daha devamlıymış bileceksiniz. “ dedi.

72

Sihirbazlar: “İmkânı yok, bize gelen ve Mûsa'nın doğruluğunu gösteren bu açık mu'cizelere ve bizi yaratana karşı, seni asla tercih edemeyiz!

[1] “Vellezi “ deki vav ya kasem vavıdır veya “ ma” lâfzı üzerine atıftır.

Artık hükmün neye geçiyorsa hükmünü ver! Yani dediğin şeyi yap. Senin hükmün ancak bu dünya hayatında geçer. Âhirette ise cezasını görürsün.

“ el’Hayat ed-dünya “ nın nasbı harf-i cerrin çekilmesiyledir. Yani ”fi hazihil-Hayati'd-dünya… “

73

Doğrusu biz şirk koşmak ve diğer günahlarımızı ve Mûsa'ya karşı koymak için öğrenimine ve yapımına bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye Rabbimize îman ettik. Allah hem kendine itâat edildiğinde sevapça senden daha hayırlı, kendine isyan edildiğinde hem azâba senden daha devamlıdır.

74

Allahü teâlâ: Şüphesiz her kim Fir’avun gibi mücrim kâfir olarak varırsa, ona muhakkak cehennem vardır. Orada ne ölür ki rahat edebilsin, ne de kendisine fayda verecek bir yaşamla dirilir.

75

Her kim de O'na mü'min olarak farzlar ve nafileler gibi yararlı işler yapmış olduğu hâlde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler vardır.

76

Adn yaniikamet cennetleri ki, altlarından ırmaklar akar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte günahlardan temizlenen kimsenin mükâfatı budur. buyurdu.

 “ ula” kelimesi “ A'la “ nın müennesi olan“Ülya “ nın çoğuludur. “ cennatu Adn“ “ ed'derecatül-Ula “yı izah etmektedir, (yani atf-ı beyandır).

77

Ve hakikaten Mûsa'ya şöyle vahy ettik: ” geceleyin kullarımı Mısır topraklarından götür de, asânı vurarak onlara denizde kuru bir yol aç. Mûsa (aleyhisselâm) kendisine emredileni getirdi ve Allahü teâlâ o yerini kupkuru yaptı. İsrâîl oğulları oraya vardılar. Bu suretle yetişilmekten yani Fir’avun'un sana yetişmesinden korkmazsın, boğulmaktan da endişe etmezsin.

78

Derken Fir’avun orduları ile beraber iken onları takip etti. Denizde onları kaplayan kapladı. Neticede deniz onları boğdu.

79

Hâsılı Fir’avun kavmini kendine tapmaya davet etmekle dalâlete sürükledi. Hidâyete erdiremedi. bilâkis onları, “Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum“ şeklindeki sözünün tam tersi helake düşürdü.

 Âyette geçen ”esrı “kelimesi hamze-i katı olarak ”esra “ fiilinden gelir. Hemze-i vasıl ve onun kesresi ile okunursa “sera “ fiilinden gelir. Burada iki kırâat vardır.

80

Ey İsrâîl oğulları! Sizi düşmanınız Fir’avun'u boğmakla ondan kurtardık. Ve onunla amel etmesi için Mûsa'ya Tevrat’ı verelim diye size Tur'un sağ tarafını (oraya gelmenizi) va'dettik. Üzerinize de kudret helvası ile bıldırcın indirdik, onlar da (gökten inen) kudret helvası ile bıldırcın kuşudur. Burada peygamberimizin zamanında bulunan Yahûdilere seslenildi ve Mûsa peygamberin zamanındaki atalarına Allahü teâlâ'nın ihsan ettiği şeyler ile muhatap kılındılar, ki Allahü teâlâ'nın şu sözüne onları hazırlamak ve ona göre hareket etmelerini sağlamak için,

81

Size verdiğimiz ihsan ettiğimiz rızıkların temizlerinden yeyin ve o nimetlere nankörlük etmekle onlar hakkında taşkınlık etmeyin ki sonra üzerinize gazâbım vâcip olur.- gazâbım iner- Benim gazâbım da kimin üzerine vâcip (iner) olursa muhakkak ki o, cehenneme düşüp helâk oldu demektir.

 Her iki yerdegeçen “yehillu” kelimesi Ha'nın kesresi ve zammesi ile de okunmuştur. Kesre ile okunursa”Vacib olur” zamme ile okunursa “ iner “manasını ifade eder. “yahlil” kelimesindeki lâm da kesre ve zamme ile okunmuştur.

82

Bununla beraber, hiç şüphe yok ki, ben şirkten tevbekar olan ve îman edip Allah'ı birleyip farz ve nafileyi içine alan yararlı iş gören, sonra da ölene kadar anlatılan şeyleri yapmaya devam etmek suretiyle sebat gösteren kimse için çok bağışlayıcıyım.

83

Tevrat’ı alma yerine gelişinde seni acele ile kavminden ileri geçiren nedir Ya Mûsa!

84

Mûsa dedi ki: “Onlar, işte onlar benim izimdedirler.

Yani bana yakın bir şekilde geliyorlar. Ben sana acele ettim ki, Rabbim benden hoşnutluğun daha fazla hoşnut olasın! Mûsa (aleyhisselâm) cevaptan önce tahminine göre özrünü beyan eti ve Allahü teâlâ (nın) buyurdu (ğugibi) tahmin edilenler geri kaldı.

85

“Biz senin ardından yani sen onlardan ayrıldıktan sonra kavmini imtihan ettik. Onlar buzağıya tapmakla Sâmirî, onları şaşırttı. “

86

Bunun üzerine Mûsa, yaptıkları hareketten dolayı öfkeyle çok üzgün müteessir bir şekilde derhal kavmine döndü: “ ey kavmim! Rabbiniz size Tevrat'ı vereceğine dair güzel doğru bir vaatte bulunmamış mı idi? Üzerinize benim sizden ayrılma müddeti mi uzadı; Yoksa buzağıya tapmanızla Rabbinizden size bir gadabın vacib olmasını arzu ettiniz de mi bana olan vaadinizden caydınız? da benim ardımdan gelmeyi terk ettiniz. Dedi.

87

Onlar şu cevabı verdiler: ” Biz sana verdiğimiz sözden kendi gücümüz ile veya kendiliğimizden caymadık. Lakin biz o kavmin ziynetinden yani Fir’avun'un kavminin ziynetlerinden ki, İsrâîl oğulları o ziynetleri onlardan düğün gerekçesiyle emanet almışlardı. Sonra da onlar yanlarında kaldı, birtakım ağırlıklar yüklenmiştik veya bize bir takım ağırlık yüklenmişti. Sâmirî’nin emri ile onları ateşe attık. Sâmirî de yanında bulunan süs eşyalarını ve (ilerdeki âyette geleceği üzere) Cebrâîl'in atının tırnağının izinden almış olduğu toprağı da attı.

 “melkina” lâfzı mim'in üç harekesiyle de okunur. “ hamelna “ şeddesiz olarak ” hummilna “ mim'in kesresi ile şeddeli olarak da okunmuştur.

88

Derken Sâmirî onlara eritmiş olduğu ziynet madenlerinden et ve cesetten oluşan (ruhsuz) bir buzağı cesedi (heykeli) çıkardı ki, böğürmesi vardı duyulabilen bir sesi vardı. Yani konulduğu yere neticede hayat veren toprak ve o toprağı buzağı kalıbını döktükten sonra onun ağzına koyması sebebi ile bu şekle dönüştü. Bunun üzerine Sâmirî ve ona uyanlar ” İşte sizin de ilâhınız, Mûsa'nın da ilâhı budur“ fakat Mûsa Rabbini burada unuttu da onu aramaya gitti, dediler.

89

Allahü teâlâ şöyle buyurdu: ” Görmüyorlar mı idi ki, o buzağı kendilerine hiçbir söz iade edemiyor yani onlara cevap veremiyor ne bir zarar gidermeye ne de fayda sağlamaya malik olamıyordu? Peki, böyle bir şey nasıl ilâh kabul edilir?

“ en”lazfı şeddeden tahfiflenip sakin kılınmıştır, ismi ise mahzûf olup ”ennehu “ Takdirindedir.

90

Yemin olsun ki, Mûsa onların yanına dönmeden önce Harun onlara: “ ey kavmim! Siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah'tır. Şu hâlde Allah’a ibâdet etme hususunda (gelin) bana uyunuz ve bu konuda emrime itâat ediniz “ demişti.

91

Onlar: “ mûsa bize dönünceye kadar biz, bu buzağıya tapmakta devam etmekten asla ayrılmayacağız. “ dediler.

92

 

Âyetin tefsiri için bak:93

93

Mûsa dönüşünden sonra” ey Harun! Sana ne mani oldu ki, bunların buzağıya tapmaları yüzünden dalâlete düştüklerini gördüğün vakit peşimden gelmedin? Yoksa Allah'tan gayrı şeye tapanların arasında kalmakla emrime isyan mı ettin? Dedi.

94

Harun: Ey anam oğlu! Annemin oğlu demek istedi (ana-baba bir kardeş olduğu hâlde) annesini zikrederek onun kalbini yumuşatmak istedi. Benim sakalımı ve başımı tutma! Şiddetli öfkesinden dolayı sol eliyle sakalından, sağ eliyle de başının saçlarından tutmuştu (ileri giderek onlara zorla engel olmaya çalışarak) şayet sana uysaydım ki, (bu durumda) buzağıya tapmayanlardan bir grubun bana uyması gerekirdi. (bu takdirde) Ben, senin“İsrâîl oğulları arasında ayrılık çıkardın ve bana kızarak onlar hakkındaki görüşün hususunda benim sözüme bakmadın! Diyeceğinden korktum dedi.

95

Mûsa (Sâmirî’ye hitaben) “ya senin derdin neydi, ey Sâmirî? ”seni böyle yapmaya sevk eden nedir? Dedi.

96

O da: ” Ben onların görmediklerini gördüm yani ben onların bilmedikleri şeyi bildim de, Resûlün Cibrîl'in atının tırnağının izinden bir avuç toprak aldım, onu erimiş mücevherlerden yapılmış buzağı suretinin içine (ağzına) attım. Böylece nefsim bunu bana bahsedilen topraktan bir avuç alıp atmayı hoş gösterdi. Ben onu kendisinde can olmayan her ne şeye atıyorsam onda bir canlılık meydana geldi ve kavmimin kendilerine bir ilah etmeni senden istediklerini gördüm. Bu yüzden bu buzağının onların ilahı olması fikrine kapıldım.

97

Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselâm) ona “ haydi defol! Aramızdan hayatın boyunca (nasibin, cezan) gördüğün herkese ” Benimle temas yok! Yani ”Bana yaklaşma!“ demendir. Artık o çöllerde (vahşi hayvanlar arasında) sersem sersem dolaşır oldu. Birine dokunduğu veya biri ona dokunduğunda ikisi birden sıtmaya tutulurdu. Hem sana bir de azap göreceğin zaman var ki, asla ondan ayrılamayacaksın. Yani ondan kaçamayacaksın veya ondan cayılmayacak. bilâkis o azâba sevk edileceksin. O başında kendisine taparak bekleyip durduğun ilâhına da bak! Biz onu ateşte cayır cayır yakacağız sonra da onu parça parça edip denize ” denizin rüzgârına- savuracağız. Mûsa (aleyhisselâm) buzağıyı kestikten sonra bahsetmiş olduğu şeyleri yaptı.

98

Sizin ilâhınız, ancak ve ancak kendinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'dır. O ilmi ile her şeyi kuşatmıştır.

“yabsuru” kelimesi ”ya ile ve ta “ ile de okunmuştur. “ Tühlife ” lâfzı lamın kesresi ve fethası ile okunmuştur. “zalte ” kelimesi aslında birincisi kesra olan iki lâm ile “zalılte “ şeklinde idi. Kelimede hafiflik olması için birinci lâm hazfedildi. “ İlmen” lâfzı temyizdir. Failden tahvil edilmiştir, (aslında fail idi) yani onun ilmi her şeyi kuşatmıştır, demektir.

99

Ey Muhammed sana bu kıssayı anlattığımız gibi işte sana geçmiş nesillerin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Muhakkak ki sana tarafımızdan bir zikir Kuran verdik.

100

Kim ondan yüz çevirir ona îman etmezse, şüphesiz ki, Kıyâmet günü ağır bir günah yükünü yüklenecektir.

101

Bu kimseler o azap içinde ebedî kalırlar. Onlar için Kıyâmet gününde bu ne kötü bir yüktür.

 “ himlen” lâfzı temyizdir. “sae ” kelimesinin tahtında müstesir olan zamiri açıklamaktadır. Mahsusun biz’zem ise hazfedilmiştir. Takdiri ise “sae vizruhum“ şeklindedir. “ Lehum“ deki lâm beyân içindir. “yevme Yunfahu“yevme’l Kıyâmeti’den bedeldir.

102

O günde Sûr'a boynuza ikinci üfürüşle üflenir ve biz o zaman mücrimleri, kâfirleri yüzleri siyah olmakla birlikte gözleri gömgök bir hâlde mahşerde toplayacağız.

103

Aralarında birbirlerine gizlice seslerini kısarak şöyle konuşurlar: ” dünyada, gündüzleri ile beraber on geceden fazla kalmadınız “.

104

Aralarında konuştukları konuyu biz daha iyi biliriz. Yani onların dedikleri gibi değil. O zaman onların görüş bakımından en dengeli, en akıllısı: ” Bir günden fazla durmadınız “ der. Âhiretin dehşetlerini gözleri ile gördüklerinden dolayı dünyada kalışlarını son derece azımsayacaklar.

105

Bir de sana dağlardan Kıyâmet gününde nasıl olacaklarını soruyorlar.. Onlara de ki; Rabbim onları akan kum gibi ufalayıp, sonra da rüzgârlar gönderip onları uçurmak suretiyle ufalayıp savuracak.

106

Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.

107

Orada ne bir çukur ne de bir tümsek görebileceksin.

108

O gün dağların savrulduğu gün insanlar kabirlerinden kalktıktan sonra kendilerini sesi ile mahşer yerine çağıran İsrafil (aleyhisselâm)'a tabî olurlar. İsrafil şöyle seslenir: ” Haydi Rahmân'a arz olunmaya gidiniz. “ Onların tâbi olmasında ona karşı yan çizmek yoktur. Yani tâbi olmamaya takatleri olamayacaktır. Öyle ki Rablerinin heybetinden sesler kısılır. Susar. Artık yürürken devenin ayaklarının çıkardığı bir sese benzer, mahşer yerine doğru yürürken ayakların basarken çıkardığı bir ses, bir hışırtıdan başka bir şey işitmezsin.

109

O gün, Rahmân'ın şefâat etmesine izin verdiği ve “ lâ ilâhe illallah“ diyerek konuşmasına râzı olduğu kimselerden başkasının şefaati hiç kimseye fayda vermez.

110

Allah, onların önlerindeki âhiret işlerini ve arkalarındaki dünya işlerini bilir. Onlarsa onu ilmen kavrayamazlar. Bu işleri bilemezler.

111

Ve bütün yüzler, o Hayy-ı Kayyûm'a yani Allah'a boyun bükmüştür. Zulüm yani şirk yüklenen ise gerçekten hüsrana uğramıştır.

112

Her kim de mü'min olarak sâlih ameller Tâatlar işlerse artık o, ne günahlarına ilave edilmekle zulme uğramaktan ve ne de sevaplarından eksiltmekle hakkının çiğnenmesinden korkar.

W***

113

Anlattığımız şeyleri inzal ettiğimiz gibi işte böylece biz onu Kur’ân’ı Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Ve onda her türlü va’îdi azabı, tehlikeleri tekrar ettik ki, onlar şirkten korunurlar diye. Yahut o Kur’ân, kendilerinden önce geçen milletlerin helâk olması sebebiyle kendileri için bir ibret olur ibret alırlar diye.

114

Gerçek hükümdar olan Allah, müşriklerin kendisini nitelediği vasıflardan yücedir. Sana onun vahyi tamamlanmadan yani Cibrîl onun tebliğini bitirmeden önce, Kur’ân’ı okumakta acele etme! Ve ”Rabbim benim ilmimi Kur’ân ile artır“ de. Nitekim Kur’ân dan ona her ne zaman bir şey indirildiyse onunla ilmi artmıştır. Yemin olsun ki, bundan yani o ağaçtan yemesinden önce

115

Âdem’e ahit vermiştik. (o) ağaçtan yememesini ona tavsiyede bulunmuştuk. Fakat o unuttu da bizim ahdimizi terk etti. Biz onda, azim, kararlılık ve kendisine yasakladığımız şeye karşı sabır bulamadık.

116

Hatırla ki, bir vakitler meleklere: “Âdem'e secde edin!“ demiştik. Onlar hemen secde ettiler, yalnız İblis hariç. O, Âdem’e secde etmemek hususunda diretti. “ Ben ondan daha hayırlıyım“ dedi. İblis cinlerin atasıdır. Meleklerle beraber bulunup, onlarla beraber Allah'a İbadet ederdi.

117

Bunun üzerine biz de 'Ya Âdem! Muhakkak bu, sana ve zevcen Havva'ya-med ile- düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra (yeryüzüne inerek) tarla kazmak, ekin ekmek, devşirmek, öğütmek, ekmek yapmak ve bunlara benzer işleri yapmak suretiyle yorulur meşakkate düşer bedbaht olursun. Erkek hanımı için çalışıp yorulduğundan dolayı âyette sadece Âdemin bedbaht olacağını bildiren tekil (müfred) kelime ile yetinilmiştir.

118

Çünkü senin için orada (cennette) acıkmamak ve çıplak kalmamak vardır.

119

Ve sen orada susamazsın ve cennette güneş bulunmadığından güneşin sıcaklığını hissetmeyeceksin.

120

Derken ona şeytan vesvese verdi. Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını yani ondan her kim yerse ebedî kalacak ve bir de ebedî kalmanın gereği olan tükenmez mülkü göstereyim mi? dedi.

121

Bunun üzerine Âdemle Havva o ağaçtan yediler ve derhal ayıp yerleri açılıverdi. Yani onlardan her birinin ön ve arka avret yerleri gözüktü. Avret yerinin açılması sâhibini üzeceğinden ön ve arka avret yerlerinden her birine üzmek manasına gelen ”sev'e “ismi kullanılmıştır. Onunla örtünmeleri için üzerlerine cennet yapraklarından yapıştırmaya başladılar. (Yasak) ağaçtan yemek suretiyle Âdem Rabbine âsi oldu da (zelle işledi de) şaşırdı.

122

Sonra Rabbi, onu seçti manevî yakınlığına mazhar kıldı tevbesini kabul buyurdu. Ve ona yol gösterdi. Yani tevbesine devam etme yolunu ona gösterdi.

123

Ey Âdem ve Havva müştemil olduğunuz zürriyetinizle beraber, zürriyetinizin bir kısmı diğer bir kısmına, birbirlerine haksızlık yapmalarından dolayı birbirinize düşman olarak, hepiniz oradan cennetten inin! Şayet benden size bir hidâyet geldiğinde, kim benim hidÂyet-ime yani Kur’ân'a uyarsa o kimse dünyada sapmaz ve âhirette de bedbaht olmaz.

 “Âyette geçen “ Enneke “ “înne “ nin ismine atfen fetha ile, “înne “ cümlesine atfen ise kesra ile okunmuştur. “ İmma “ Burada in'i şartiyyenin nun'u zaid olan ma lafzına idgam edilmiştir.

124

Her kim de benim zikrimden yani Kur’ân’ıma îman etmekten yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır. Bu dar geçim, bir hadisi şerifte, kafirin kabrinde azap görmesi şeklinde yorumlanmıştır. Onu yani Kur’ân'dan yüz çevireni Kıyâmet gününde gözü kör olarak haşredeceğiz.

125

O, “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, dünyada ve dirilirken hakikaten görür idim!“ der.

 Âyette geçen “ danken” lâfzı tenvinli olarak ”diketen“ (darlık) manasında masdardır.

126

Rabbi, “İşte öyledir, sana âyetlerimiz geldi de onları unuttun, âyetlerimizi terk ettinve onlara îman etmedin. Âyetlerimizi unuttuğun gibi bugün de öylece unutulacak ateşte bırakılacaksın.

127

Ve işte Kur’ân'dan yüz çevirenleri cezalandırdığımız gibi, Rabbinin âyetlerine inanmayıp israf edenleri şirk koşanları böylece cezalandırırız. Muhakkak ki âhiretazâbı dünya ve kabir azâbından daha şiddetli ve daha devamlıdır.

128

Biz onlardan evvel nice asırları yani geçmiş nesilleri, elçilerini tekzip etmeleri yüzünden helâk etmişizdir helâk edişimiz çok olmuştur. Bu (helâk edişimiz) onlara Mekke halkına aşikâre olmadı mı? Hâlbuki kendileri onların yurtlarında Şam ve diğer yerlere sefer ederken yürüyüp duruyorlar. Şüphesiz ki bunda, akıl sahipleri için birçok ibretler vardır.

Âyette geçen “yamşune “ cümlesi “ Lehum” zamirinden hâl'dir. Manayı dikkate alarak masdar harf-i olmadan (Ehlekna) fiilinden“îhlak” masdarını almada bir manilik yoktur. (Yani mananın sahih olması için fiilden masdar almak, masdar harfine bağlı değildir. bilâkis mana masdara bağlı kılınmışsa, fiili masdara tevil eden bir şey olmadan o fiilden masdar tevil edilebilir.)

129

Eğer onlardan azâbın âhirete bırakılması hususunda Rablerinden geçmiş bulunan bir söz ve onlar için belirtilmiş bir müddet olmasaydı, elbette helâk edilmeleri dünyada kaçınılmaz olurdu.

Âyette geçen ”ecelun musemme “ “kane “ fiilinde mustetir olan zamir üzerine atfedilmiştir. (Atfın geçerli olabilmesi için munfasıl zamirle tekidlenmesi gerekeceğinden) Kane'nin haberi ile olan fasıla tekid yerine geçmektedir.

W***

130

O hâlde onların dediklerine sabret! Bu hüküm kılıç (harbe izin veren) Âyet-i ile neshedilmiştir. Rabbine hamd ederek, güneş doğmadan önce sabah namazını, batmadan önceden de ikindi namazını kıl. Gece saatlerinde akşam ve yatsı namazlarını, gündüzün etrafında da öğle namazını kıl ki, sana verilecek sevap ile hoşnut olasın (Allah’ın rızasına kavuşasın). Gündüzün etrafından maksat öğle namazıdır. Çünkü öğle vakti güneşin batıya doğru meyli ile başlar. Bu da gündüzün ilk kısmını ve son kısmının tarafıdır.

 Âyette geçen “ Etrafen-nehar“ “min ânâi“nin mahalli üzerine Mensûb olarak atfedilmiştir.

131

Sırf kendilerini azgınlık etmeleri yüzünden imtihan için, onlardan bazı kesimlere gruplara dünya hayatının ziyneti ve şaşaası olarak (verdiğimiz ve) faydalandırdığımız şeylere sakın göz dikme! Cennette Rabbinin rızkı dünyada onlara verilen şeylerden daha hayırlı, daha devamlıdır.

132

Hem ailene namazı emret! Kendin de ona devam eyle! Biz senden rızık istemiyoruz. Senin ve senden başkasının rızkını sana teklif etmiyoruz, (o bizim üzerimizdedir. Sen bizim üzerimizde olan şeyle meşgul olma) Biz senin rızkını veririz. Akıbet cennet takva ehli olanındır.

133

Bir de müşrikler O Muhammed bize Rabbinden kendilerinin ilk kez ortaya atıp önerdikleri bir mu'cize getirse ya! Dediler. Acaba bunlara evvelki kitaplarda bulunan ve Kur’ân’ın da kapsamına aldığı geçmiş nesillerin haberleri ve elçileri tekzib etmeleri yüzünden onların helâk edilmeleri beyanı gelmedi mi ki?

 Âyette geçen “ Evelem te'tihim “ Ta ve ya ile de okunmuştur.

134

Eğer biz onları bundan önce Muhammed peygamber olarak gönderilmeden önce, azapla helâk etmiş olsaydık, Kıyâmet gününde: Ey Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir peygamber gönderseydin de Kıyâmette cehennemde rezil rüsva olmadan (bize) gönderilmiş olan âyetlerine uysaydık! Derlerdi.

135

Onlara de ki: ” Bizden ve sizden herkes işin nereye varacağını gözetlemekte, siz de gözetleyin bakalım. Doğru yolun sahipleri kimlermiş, dalâletten hidâyete erenler kimlermiş. Biz mi, yoksa siz mi, yakında Kıyâmette bileceksiniz.

0 ﴿