21-ENBİYÂ' SÛRESİ

Mekke’de nâzil olup, 112 âyettir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle başlarım.

1

 Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden Mekke halkı insanlara hesapları Kıyâmetgünü yaklaştı. Onlarsa, hâlâ bundan gaflette îman etmek suretiyle o güne hazırlık yapmaktan yan çizip duruyorlar.

2

 Rablerinden kendilerine azar azar gelen her yeni ihtarı Kur’ân lâfzını hep alaya alarak dinliyorlar.

3

 Kalpleri Kur’ân’ın manasından hep gaflette. O zulmedenler aralarında gizlice şöyle fısıldaştılar konuştular“ Bu Muhammed ancak sizin gibi bir insan, getirdiği şey ise sihirdir. Artık görüp durduğunuz onun sihir olduğunu bildiğiniz hâlde şimdi kalkıp sihre mi uyacaksınız?

Âyette geçen ”ellezîne Zalemu“ “ eserru’n-Necva “ daki vav (zamirin) den bedeldir.

4

 Onlara söyle: “Rabbim gökte ve yerde olan her sözü bilir. O, onların gizlediklerini hakkıyla işiten, onu hakkıyla bilendir. “

5

 Onlar, peygamberin Kur’ân dan getirdiği şey hakkında “ hayır! o rüyasında görmüş olduğu karma karışık rüyalardır. Yok onu kendisi uydurdu, yok o bir şairdir. Getirdiği şey ise şiirdir. Yoksa bize evvelkilere gönderildiği deve, asa ve el gibi bir mu'cize getirsin! Dediler.

Âyette geçen “ Bel “üç yerde de bir maksattan diğerine intikal etmek içindir. Bunun üzerine Allahü teâlâ :

6

 “Onlardan önce peygamberlerinin getirmiş olduğu mu'cizeleri yalanlamaları suretiyle helâk ettiğimiz hiçbir belde halkı îman etmedi. Şimdi onlar mı îman edecekler? Hayır.

7

 Biz, senden önce de ancak kendilerine vahyedilen melekler değil bir takım adamlar gönderdik. Eğer bunu bilmiyorsanız kitap ehline Tevrat ve İncîl'i bilen âlimlere sorun. Çünkü onlar bunu biliyorlar ve siz onları tasdik etmeye, mü'minlerin Muhammed’i tasdik etmesinden daha yakınsınız.

“yuha “ Bir kırâatte nun ile ve ha'nın kesresi ile okunmuştur.

8

 Biz, onları peygamberleri yemek yemez bir ceset bundan maksat cesetler yaratmadık. bilâkis onlar yemek yerler. Dünyada ebedi kalıcı da değillerdi.

9

 Sonra biz onlara verdiğimiz kendilerini kurtaracağımıza dair sözü yerine getirdik. Hem onları, hem de dilediğimiz kimseleri peygamberleri tasdik edenleri kurtardık. Müsrifleri onları yalanlayanları da helâk ettik.

10

 Ey Kureyş topluluğu! Yemin olsun size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Çünkü O, sizin dilinizle inmiştir. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? ki, bu Kur’ân'a iman etmiyorsunuz.

11

Biz, zâlim olan kâfir olan nice memleketleri halkını kırıp geçirdik. Helâk ettik. Ve onlardan sonra başka milletler yarattık.

12

 Azabımızı sezdikleri vakit o memleket halkı helâkimizi sezdikleri vakit oradan hızla kaçmaya başladılar. Melekler alay ederek onlara dediler ki:

13

“Koşup kaçmayın; size nimet verilen yere ve yurtlarınıza dönün ki, dünyalığınızdan sorguya çekileceksiniz, dedik.

14

Onlar: “Vay bize, vah helâkimiz. Biz gerçekten inkâr etmekle zâlimler idik“ derler.

“ya” uyarı içindir.

15

 Artık feryatları bu sözler olmuştur. Öyle ki, bu sözleri tekrar tekrar söyleyip durdular. Nihayet onları kılıçla öldürülmeleri suretiyle tırpanla biçilmiş ekin gibi ve ateş söndüğünde onun külü gibi sönmüş ölüler hâline getirdik.

16

 Biz, o gökle yeri ve aralarındaki şeyleri oyuncular abes olarak yaratmadık. bilâkis (biz onları) kudretimizi gösterici ve kullarımıza fayda verici olarak yarattık.

17

Eğer bir eğlence yapmak isteseydik; onu kendi tarafımızdan kullarımız olan iri gözlü hurilerden ve meleklerden edinirdik. Şayet biz bunu yapacak olsaydık lâkin biz bunu yapmadık ve de dilemedik. Lehv: Kendisiyle eğlenilen hanım veya çocuk demektir.

18

 Hayır! Biz hakkı îmânı bâtılın, küfrün tepesine atarız da beynini parçalar, onu yok eder. Bir de bakarsın ki, o yok olup gitmiştir. “ Onun beynini parçaladi “sözünün aslı Hak, bir darbeyle bâtılın beynini parçaladı. Hak öldürücü bir âlettir. Ey Mekke kâfirleri! Allah'a isnat ettiğiniz eş ve çocuk (gibi) o şeylerden dolayı sizlere yazıklar olsun, şiddetli azap olsun!

19

 Göklerde ve yerde mülkiyet bakımından kim varsa O’nundur. Onun huzurundakilermelekler kendisine ibâdet etmekten kibretmezler ve yorulmazlar da.

 “men“ mubteda. “ Lâ-yeslekbirune “ cümlesi haberidir.

20

Gece gündüz tesbih ederler; tesbih etmekten usanmazlar.

Meleklerin tesbihi bizim nefesimiz gibidir. Hiçbir meşgale nefes almaktan bizi alıkoymaz.

21

 Yoksa yerden olan taş, altın, gümüş gibi bir takım ilâhlar edindiler de onlar ilâhlar mı diriltecekler? Yani ölüleri onlar mı diriltecekler? Hayır. Ölüleri diriltenden başkası ilâh olamaz.

 Buradaki “ em “intikali ifade eden bilâkis mânâsındadır. Ve hemze de inkâr ifade etmektedir.

22

 Eğer her ikisinde göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de mutlaka fesada uğrardı. Hakim birden fazla olunca adet üzere bir şey hakkında çekişerek o konuda ittifak etmemeleri şeklinde aralarında meydana gelecek ihtilâf ve çekişme yüzünden gökler ve yerler görüldüğü şu nizam ve intizamdan çıkar (harap olur) lardı.

Arşın Rabbi Kürs'ün yaratıcısı olan Allah, onların kâfirlerin vasfettikleri kendisinin ortağı ve benzer şeylerden münezzehtir.

23

 O, yaptığından mesul olmaz. Ama onlar yaptıklarından sorumludurlar.

 24

 Yoksa Allahü teâlâd an başka ilâhlar mı edindiler?

De ki: “ Buna dair delilinizi getirin. Delil (getirmey) e hiçbir yol yoktur (ne aklen ne de naklen).

İşte benimle beraber olanların ümmetimin kitabı Kur’ân ve benden önceki ümmetlerin kitabı Tevrat, İncîl ve Allah'ın indirdiği diğer kitaplar. Onların dedikleri “ Allah'ın şeriki vardır “sözü bu kitapların hiçbirinde yoktur. Allahü teâlâ bundan berîdir. Hayır, onların çoğu hakkıAllah'ı birlemeyi bilmezler de bunun için ona ulaştıracak şeye bakmaktan onlar yüz çeviricidirler.

Yoksa Allahü teâlâd an başka ilâhlar mı edindiler? Buradaki istifham kınama ifade etmektedir.

 25

Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona “Benden başka ilâh yoktur. Onun için bana ibâdet edin!“ Beni birleyin diye vahyedilmiş olmasın.

“yuha “-kelimesi bir kırâata göre nun ile ve ha'nın kesresi ile okunmuştur.

 26

 Böyle iken, “Rahmân meleklerden çocuk edindi “ dediler. O, bundan münezzehtir. Aksine onlar Allah katında ikrama mazhar olmuş kullardır. Ubudiyyet (kulluk) evlatlığa zıttır.

 27

 Bunlar (melekler) sözle asla O’nun önüne geçmezler. Sözlerini ancak onun sözünden sonra zikrederler. Hep onun emriyle onun emrinden sonra hareket ederler.

 28

Allah, onların önlerindekini ve arkalarındakini yaptıklarını da yapacaklarını da bilir. Onlar ancak Allahü teâlâ'nın kendisine şefâat edilmesine rıza gösterdiği kimseye şefâat ederler. Ve hepsi yüce Allah'ın korkusundan titrerler, çekinirler.

29

 İçlerinden kim: “Ben, ondan başka Allah'tan başka bir ilâhım“ derse ki, bu İblis'tir. Kendisine ibâdeti davet ederek kendine itâat edilmesini emretmiştir, böylesini cehennemle cezalandırırız, onu cezalandırdığımız gibi zâlimleri müşrikleri biz böyle cezalandırırız.

30

 Küfredenler, bilmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir hâlde iken (araları) kapalı iken biz onları ayırdık gökleri yedi, yerleri de yedi kat yaptık. Göklerin bitişik olması, yağmur yağdırmazken, sonradan yağdırması, yerlerin bitişik olması ise bitki bitirmezken sonradan bitki vermeye başlamış olmasıdır.

Ve her canlıyı bitki ve diğer canlıları da gökten yağan ve yerden çıkan sudan yarattık. Su, her canlının hayat sebebidir.

Benim bir olduğuma hâlâ inanmıyorlar mı?

31

Yeryüzünde onları sallamasın diye sabit dağlar yarattık. Hem oralardadağlarda geniş yollar ve geçitler yaptık. Ta ki, seyahatlerde maksatlarına ulaşsınlar!

“ eve-lem”Vav'sız (elem) olarak ta okunmuştur.

 “subulen“Bedeldir Yani geniş geçitler ve yollar…

32

Gökyüzünü de düşmekten korunmuş evin tavanı gibi, yeryüzü için bir tavan yaptık. Onlarsa, bunun güneş, ay ve yıldızlar gibi alâmetlerinden yüz çeviricidirler. Bunlar hakkında düşünmüyorlar ki, (düşünseler) bilecekler. Bütün bunları yaratanın asla bir ortağı yoktur.

33

O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Onlarıngüneş, ay ve yıldızların her biri bir yörüngede sema da, değirmen gibi yuvarlak bir dairede, suda yüzen bir kimse gibi hızla dolaşıp durmaktadırlar.

Allahü teâlâ, güneş ve ayın hareketini yüzen bir kimseye benzettiği için, akıl sâhibi varlıklara mahsus çoğul zamirini (yesbehun fiilini çoğul olarak) getirmiştir.

“küllün” kelimesindeki tenvin muzafun-ileyh'den ivazdır. Yani güneş ay ve ona tâbi olan yıldızlardan her biri demektir.

34

Kâfirler: “ hiç şüphe yok Muhammed yakında ölecektir“ deyince, bu âyet nâzil oldu:

Biz, senden önce de hiçbir insana ebedîlik devamlı dünyada kalma vermedik. Şimdi sen vefat edersen, onlar dünyada ebedî mi kalacaklar? Hayır!

İnkâr sorusu yeri son cümledir (onlar mı ebedî kalacaklar)

 35

Her canlı dünyada ölümü tadacaktır. Sizi imtihan etmek için fakirlik, zenginlik, hastalık, sıhhat gibi kötülükle ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz. Biz de yaptıklarınızın karşılığını vereceğiz.

 “fitneten” kelimesi mef'ûl-ı lehdir. Yani bakalım sabredip şükür mü edeceksiniz yoksa etmeyecek misiniz? Diye sizi deneyeceğiz.

 36

O küfredenler, seni gördükleri vakit ancak seni alay kendisiyle alay edilen kimse ediniyorlar, diyorlar ki: “ Bu mu, ilâhlarınızın lâfını eden? Yani onları ayıplayan? ” hâlbuki onlar, Rahmân'ın onları (Peygamberler ve Kur’ân ile kullarını irşadını) zikrini inkâr ediyorlar. Çünkü: “Biz Rahman'ı tanımıyoruz “ dediler.

Âyetteki ikinci “ hum” zamiri tekid ifade etmektedir.

 37

Onların, azâbı acele olarak istemelerinden dolayı bu âyetnâzil oldu. İnsan aceleden yaratıldı, insan bütün hâl ve hareketlerinde çok aceleci olduğu için, sanki aceleden yaratılmıştır. Ben, size âyetlerimi azap (la alakalı) vaatlerimi göstereceğim.. Bunda acele etmeyin. Ve Bedir'de öldürülmeyi onlara gösterdi.

 38

 Bir de, bu hususta “ doğru söylüyorsanız. Kıyâmet hakkındaki bu tehdit ne zaman (tahakkuk edecek) “ diyorlar.

 39

 Bunun üzerine Allahü teâlâ, “küfredenler Kıyâmet gününde ne yüzlerinden, ne arkalarından ateşi men edemeyecekleri ve yardım göremeyecekleri ondan kurtulamayacakları zamanı bilseler.

Şart edatı “ Lev'in“ cevabı hazfedilmiştir. Yani Bunu söylemezlerdi.

 40

 Doğrusu Kıyâmet onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır, onları hayrete düşürecektir. Artık onu ne geri çevirmeye güçleri yetecek, ne de tevbe etmek veya mazeret göstermek için kendilerine mühlet verilecektir “. Buyurdu.

 41

 Yemin olsun ki, senden önce de birçok peygamberlerle alay edildi. Burada peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) için teselli söz konusudur. Ama alay edenleri, o alaya aldıkları şey kuşatıverdi. Başlarına alay ettikleri o azap iniverdi. Aynı şekilde seninle alay eden kimselere de iniverecektir.

 42

 De ki: “sizi gece ve gündüz şayet başınıza inecek olsa Rahmân'ın azâbından kim koruyabilir? Yani bunu yapacak hiç kimse yoktur. Buradaki muhataplar Allah'ın azâbından korkmayanlardır. Çünkü Allah'ın azâbını inkâr eden onlardır. Ne var ki, onlar Rablerinin zikrinden Kur’ân'dan yüz çeviricidirler. Onun içindeki şeyleri düşünmezler.

 43

 Yoksa onları kötü duruma düşmekten koruyacak bizden başka ilâhları mı var?

Buradaki hemze inkâr mânâsındadır. Yani bizden başka, onları azaptan koruyacak kimseler mi var? (Hayır yoktur)

Onlar ilâhlar kendi nefislerini bile kurtarmaya güç yetiremezler. Neticede onlara yardım edemezler, onlar kâfirler bizim azâbımızdan korunamazlar da.

 “Sahebekellahu“ da denilir. Yani Allah seni muhafaza etsin, seni korusun demektir.

 44

 Doğrusu biz, onları ve atalarını kendilerine verdiğimiz nimetlerle yaşattık. Hatta o ömür kendilerine uzun geldi. Buna aldandılar (Devam edeceğini sandılar). Fakat şimdi görmüyorlar mı ki, biz o yere gelip, kâfirlerin yurtlarına yönelerek peygambere fetih nasip edip, etrafından azaltıyoruz. O hâlde gâlip olanlar onlar mı? Hayır! bilâkis gâlip gelen Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbıdır (radıyallahü anhüm).

 45

Onlara De ki: “Ben sizi ancak kendiliğimden değil Allah'tan gelen vahiy ile uyarıyorum. Fakat sağır olanlar, uyarıldıkları zaman bu çağrıyı duymazlar, onlar duydukları uyarının gereği ile amel etmeyi terk ettiklerinden dolayı sağırlar gibidirler.

İki hemzenin tahkiki ve hemze ile ya arasında ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur.

 46

 Yemin olsun ki, onlara Rabbinin azâbından bir soluk hafif bir vakıa dokunsa muhakkak, “Vay başımıza gelenler! Vay helâkimiz! Bizler cidden Allah'a eş koşmak ve Muhammed’i yalanlamak suretiyle zâlimlermişiz “ diyecekler. Buradaki ya sesleniş için değil, görülen hatanın fark edildiğine dikkati çekmek içindir.

 47

 Biz, Kıyâmet günü için Kıyâmet gününde adalet adil olan terazileri koyarız da hiçbir kimse iyiliği eksiltmek, kötülüğü artırmak gibi en küçük bir şeyle haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, hardal tanesi ağırlığında bile olsa, onu getirir onu da teraziye koyarız. Hesapçı olarak da, sayıcı olarak da her şeyde biz yeteriz.

48

Yemin olsun ki, biz Mûsa ile Harun'a bir ziya, takva sahipleri için bir nasihat olan Furkân'ı hakla bâtılı, helâlle haramı ayıran Tevrat'ı bir ışık ve bir öğüt olarak vermiştik.

 49

ki, onlar insanlardan ayrı olarak yalnızken onlar yokken de Rablerinden korkarlar. Kıyâmetten de Kıyâmetin şiddet ve sıkıntılarından titrerler. Yani korkarlar.

 50

 Bu Kur’ân da, bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şimdi siz, bunu mu inkâr ediyorsunuz? Buradaki istifham kınama içindir.

 51

Yemin olsun, biz daha evvel İbrâhîm'e de hidayetini vermiştik, bulûğundan evvel hidÂyet-ini verdik ve onun buna ehil olduğunu biliyorduk.

 52

 O zaman, babasına ve kavmine, “sizin bu taptığınız tapmaya devam ettiğiniz heykeller putlar nedir? Demişti.

 53

 Onlar, “Biz, atalarımızı bunlara ibâdet eder bulduk. Biz de onlara uyduk“ dediler.

 54

İbrâhîm onlara “yemin ederim ki, siz de, atalarınız da onlara tapmakla açık sapıklık içindesiniz “ dedi.

 55

 “Sen bu sözünde bize ciddi olarak hakikat mi getirdin yoksa sözünde şakacılardan mısın? ” dediler.

 56

İbrâhîm: “ doğrusu sizin ibâdete lâyık olan Rabbiniz göklerle yerin Rabbi sâhibidirki, önceden hiç bir örneği olmadan onları hep O yaratmıştır. Ben de buna söylediğim şeye şahit olanlardanım.

 57

Allah’a yemin ederim ki, siz dönüp gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım. “ dedi.

 58

Onlar kendilerine âit olan bayram gününde toplanma yellerine gittikten sonra Derken O, bunları balta ile paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü baltayı onun boynuna asarak bıraktı. Belki ona büyüğüne başvururlar da diğerlerine yaptığı şeyi görürler diye.

 59

 Bayram yerinden dönüp yapılanı gördükten sonra “Bunu bizim tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o bu işte zâlim olanlardan biridir. “ dediler.

 60

 Onlardan bir kısmı diğerlerine “ Bir delikanlı işittik onları anıyordu, onları ayıplıyordu. Kendisine İbrâhîm denilirmiş!“ dediler.

 61

 “Öyleyse onu herkesin gözleri önüne (herkesçe) görünecek şekilde getirin, belki işi yapan o'dur diye aleyhinde şahitlik ederler. “ dediler.

62

İbrâhîm getirildikten sonra kendisine “ (Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhîm? ” dediler.

Âyet-i kerîme’de geçen ”e, ente ” lâfzıcelili iki hemzenin tahkiki, ikincisinin elife ibdali, teshil edilen (ikinci hemze) ile diğeri (birincisi) arasında elifin getirilmesi ve getirilmemesi şeklinde ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur.

63

İbrâhîm yaptığını söylemeyerek “Onu belki şu büyükleri yapmıştır. O hâlde bu işi kimin yaptığını onlara sorun, eğer söylerlerse? ” dedi.

Bu Âyet-i celilede şart cümlesinin cevabı önce zikredilmiştir.

Bundan bir önceki sözde (onu belki bu büyükler yapmıştır) sözünde bu işi yapmaktan acziyeti olan bir put ilâh olamaz, şeklinde onlara bir tariz vardır.

64

Bunun üzerine düşünerek kendilerine döndüler de kendilerine “doğrusu siz konuşamayan varlıklara tapmanız sebebiyle hakikaten zâlimlerin ta kendilerisiniz“ dediler.

65

 Sonra yine Allahtan (eski) kafalarına döndürüldüler. Yine inkârlarına döndürüldüler ve “ Allah'a yemin ederiz ki, bunların söz söyleyemeyeceğini sen de pekâlâ bilirsin“ Böyle iken onlara sormamızı bize nasıl emrediyorsun? Dediler.

66

İbrâhîm: “O hâlde Allah'ı bırakıp da onun yerine size rızık ve başka bir şeyle fayda veremeyen ona tapmadığınızda hiç bir şeyle size eremeyecek olan şeylere mi tapıyorsunuz?

67

Yuh olsun size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Bu putların ibâdete lâyık ve münasip olmadığını ve ibâdete ancak Allahü teâlâ'nın lâyık olduğunu hâlâ anlamayacak mısınız? ” dedi.

Âyet-i kerîme’de geçen “ uffın” kelimesi Fa harfinin kesresi ve (tenvinsiz olarak da) fethası ile de okunmuştur. Masdar mânâsındadır. Yani pislik ve çirkinlik size ve taptıklarınıza olsun.

68

Onlar: “ eğer putlarımıza yardım yapanlarsanız onu, İbrâhîm’i yakın! Ve (böylece) İlâhlarınıza yardım edin.“ dediler.

Bunun üzerine İbrâhîm (aleyhisselâm) için büyük bir odun yığını oluşturdular ve o yığının etrafında ateş tutuşturarak İbrâhîm (aleyhisselâm)'ı bağladılar ve bir mancınığa koyup ateşe attılar.

69

 Bunun üzerine Allahü teâlâ Biz “ ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve selamet ol!“ dedik. Ateş İbrâhîm'in bağın (bağlanan ipleri) dan başka bir şeyini yakmadı. Harareti gidip aydınlatması kaldı. Allahü teâlâ'nın“selamet ol!”sözüyle de ateşin soğukluğu yüzünden ölümden kurtuldu.

70

 Onlar İbrâhîm'e tuzak kurmak istediler, ki, o da yakmaktır. Fakat biz, kendilerini maksatlarına ulaşmada daha ziyade hüsrana düşenler (den) kıldık.

71

 Böylece İbrâhîm'i ve kardeşi Haranın oğlu Lût'u Iraktan (çıkarıp Şam'a hicret etmekle) kurtarıp, birçok nehir ve ağaçlarla içinde âlemlere bereketler verdiğimiz yere Şam diyarına çıkardık.

İbrâhîm (aleyhisselâm) Filistin'e, Lût (aleyhisselâm) ise “ mü'tefike “ye yerleşmiştir. İki yerin arasında bir günlük mesafe vardır.

72

Ona İbrâhîm'e İshak'ı, Saffat sûresinde zikredildiği üzere, bir erkek çocuk istemişti. Fazla olarak daistemiş olduğu şeye ilaveten de Ya'kûb'u ihsan ettik. Veya Yakup oğlunun oğludur. Ve her birini onu ve iki oğlunu sâlih kimseler peygamberler yaptık.

73

Hepsini de emrimizle insanlara dinimize giden yolu gösteren, hayırda kendilerine uyulan imamlar yaptık.

Âyet-i kerîme’de geçen ”eimmeten“ iki hemzenin tahkiki ve ikinci hemzenin ya harfine ibdal edilmesi ile de okunmuştur.

Kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı ve zekâtı vermeyi vah yettik. Yani hem onlar hem de onların peşinden gidenler tarafından hayırların yapılması, namazın kılınması ve zekâtın verilmesini vahyettik.

Onlar bize ibâdet edicilerdi.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İkame ” kelimesinden tahfiflik için ta hazfedilmiştir.

74

Lût'a da bir hüküm hasımlar arasını hak üzere ayıracak hâkimlik ve ilim verdik. Kendisini livata, (yoldan geçen e) fındık atma, kuşlarla oynama ve bunlara benzer kötülükler işleyen o beldeden halkı pis işler işleyen o beldeden kurtardık. Gerçekten onlar kötü bir kavim idiler. Fâsıktılar.

Âyet-i kerîme’de geçen “sev” kelimesi “serrehu “ (onu sevindirdi) sözünün zıddı olan“saehu “ (onu üzdü) fiilinin mastarıdır. (Zamirle getirilmesi müteaddi olduğuna işarettir.)

75

 Kendisini kavminden kurtarmamız suretiyle onu rahmetimizin içine koyduk. Çünkü o salihlerdendi.

76

Nûh'u da hatırla çünkü o, daha evvel İbrâhîm ve Lût'dan evvel kavmine: “ ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimse bırakma “ diyerek beddua etmiş; biz de onu kabul buyurmuştuk. Kendisini ve gemisinde bulunan ehlini o büyük sıkıntıdan boğulmaktan ve kavminin kendisini yalanlamasından bedeldir.

Nûh sûresi, 26

77

 Onun peygamberliğine delâlet eden âyetlerimizi yalanlayan kavminden kendisine bir kötülükle ulaşmamaları için onu koruduk. Hakikaten onlar kötü bir kavim idiler. Biz onları toptan boğduk.

78

Dâvud'u ve Süleyman’ı da hatırla! Yani onların kıssasını hatırla! Yani ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Bu ekin ya tarla idi ya da bağ idi. Hani kavmin davarı içinde yayılmışlardı geceleyin çobansız olarak başıboş kalmak suretiyle ekini otladılar. Biz de onların verdiği hükme şahit idik.

Hazret-i Dâvud (aleyhisselâm) koyunların tarla sâhibine verilmesine hüküm vermişti. Süleyman (aleyhisselâm) ise davar sâhibinin tarlayı, düzeltip sonra da sâhibine geri vermekle ekin tarlası eski hâline gelinceye kadar ekin sâhibinin koyunların sütünden, yavrularından ve tüylerinden faydalanacaktır, diye hüküm vermişti.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İz “ dâvud ve Süleyman'dan bedeldir. Ayrıca, Âyet-i kerîme’de iki kişi için çoğul zamiri kullanılmıştır (li-hükmihim)

79

 Biz onu meselenin hükmünü Süleyman’a bildirdik. İkisi de içtihat ederek hüküm vermişlerdir ve Dâvud (aleyhisselâm) (kendi hükmünden vazgeçerek) Süleyman (aleyhisselâm)'ın hükmüne döndü. Verdikleri hükmün vahiyle olduğu ve ikinci görüşün birincisini nesh ettiği (hükmünü kaldırdığı) da söylenmiştir. Onlardan her birine hüküm peygamberlik ve din işlerine dair ilim verdik. Dâvud’la birlikte tesbih etmek üzere dağları onun emrine verdik. Bir durgunluk hissettiğinde tesbihte bulunmaya şevklenmek için aynı şekilde kuşlar da kendisiyle birlikte tesbih etmek için. Teşbihle ilgili emrine musahhar kılınmıştır. Kendisiyle birlikte dağların ve kuşların tesbihini, musahhar kılma işini yapanlar bizdik. Her ne kadar size göre çok tuhaf da olsa kuşların tesbihini dağların Dâvud peygamber'e aksettirmesi.

80

Biz ona insanlar zümresi ile birlikte (ey Mekke halkı! ) sizin için, düşmanlarınızla beraber muharebenizin şiddetinden sizi korumamız için, giyecek- ki, o da zırhtır. Zırh giyilir. Zırhı ilk icat eden Dâvud (aleyhisselâm) dır. Ondan önce halkalar vardı- sanatını öğrettik. Ey Mekke halkı! Şimdi siz peygamberi tasdik etmek suretiyle nimetlerime şükreder misiniz? Yani bunlardan dolayı bana şükrediniz! (Buradaki istifham emir manasındadır)

Âyet-i kerîme’de geçen “ Li-nuhsineküm“ fiili “ nun“ ile okunduğunda zamir Allah celle celalühu’ye, “ya “ ile okunduğunda Dâvud (aleyhisselâm)'a ve “ Ta “ ile okunduğunda ise giyeceğe âit olmuş olur.

81

Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı musahhar kıldık. Diğer bir âyette ” hafif“ Bir rüzgarı. Yani isteğine göre şiddetlice ve hafifçe esen rüzgarı emrine verdik ki, bu onun emriyle içinde bereketler verdiğimiz yere- ki, bu yer de Şam’dır- akar götürürdü. Biz her şeyi bilenleriz. Süleyman (aleyhisselâm)'averdiği şeyin kendisini Rabbine boyun eğmeye sevk eder olduğunu Allahü teâlâ nın bilmeyi onun ilmindendir. Allahü teâlâ'nın işi ise icabına göredir.

Sad sûresi, 36

82

Şeytanlardan onun için denize dalacak denize dalıp Süleyman (aleyhisselâm) için denizden cevherler çıkaracak olan ve bundan başka denize dalmaktan başka bina yapmak ve buna benzer işler yapacak kimseleri de musahhar kıldık. Biz onları, yaptıklarını ifsat etmekten gözetim altında tutuyorduk. Zira onlar geceden önce işi bitirdikleri vakit, şayet başka bir işte çalışmayacak olsalar (gündüzleri) yaptıkları işi bozarlardı.

83

 Eyyûb'u da hatırla! Hani o, bütün malını ve çocuğunu kaybetmek, vücudunun parçalara ayrılması ve hanımından başka bütün insanların kendisini terk etmesi ile üç sene veya yedi veya on sekiz sene imtihana tâbi tutulup geçimi zorlaşınca Rabbine dua ederek“ Bana (bu) dert (bu) sıkıntı (gelip) çattı. Sen merhametlilerin merhametlisisin!“ diye niyaz etmişti.

Âyet-i kerîme’de geçen “ îz Eyyub” kelimesinden bedeldir.

84

Biz de onun niyazını kabul ederek o zarar ı hemen gidermiştik. Ve tarafımızdan bir rahmet, onlar da sabredip mükâfata kavuşsunlar diye ibâdet edenlere de bir hatıra olmak üzere, (ölen) erkek ve kız çocuklarının diriltilmeleri suretiyle her bir cinsiyetten üç ya da yedi tane olmak üzere ona hem ailesini, hem de onlarla beraber eşinden de daha bir mislini verdik. Çocukların gençlikleri de artırıldı.

Kendisine âit buğday harman yeri ile arpa harman yeri vardı. Allahü teâlâ iki tane bulut gönderip bunlardan biri, buğday harman yerine altın, diğeri ise arpa harman yerine gümüş yağdırdı. Nihayet (ikisi de) doldu taştı.

Âyet-i kerîme’de geçen “Rahmeten” kelimesi mef'ûl-ı lehdir” min-indina “ ise sıfatıdır.

85

 İsmail'i, İdris’i, Zülkifl’i de hatırla! (Bunların) her biri Allah'a itâat eden ve onun günahlarından sabredenlerdendi.

86

Onları da peygamberlikten müteşekkil olan rahmetimizin içine aldık. Hakîkaten onlar salihlerdendi. Rahmetimize elverişli olanlardı.

Bütün gündüzlerini oruçla, gecesinin de tamamını ibâdetle geçireceğini ve kızmadan insanlar arasında hüküm vereceğini, üzerine alıp bunda başarılı olunca kendisine (sözünün sâhibi manasında) Zelkifl ismi verilmiştir. Peygamber olmadığı rivâyet edilmiştir.

87

Balık sâhibini de ki, o da Yûnus bin Metta'dır. Hatırla! Hani kavminin merhametsizliğinden onlara karşı kızarak ve bu hususta kendisine de izin verilmemişken gitmişti de. Bizim kendisini hiç sıkıştırmayacağımızıonu balığın karnında tutma hükmümüz ile aleyhinde hüküm vermeyeceğimizi yahut da bundan dolayı kendisini sıkıştırmayacağımızı sanmıştı.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İz “ “zennuni “kelimesinden bedeldir.

Derken gecenin karanlığı, denizin karanlığı ile balığın karnının karanlığından oluşan) karanlıklar içinde, “senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Ben gerçekten kavmimin arasından izinsiz olarak çekip gitmemde haksızlık edenlerden oldum“ diye niyaz etmişti.

Âyet-i kerîme’de geçen ”en” kelimesinin başından harf-i cer hazfedilmiştir. Yani “ Bi-en“ demektir

88

Biz de duasını kabul ile kendisini bu sözleri sayesinde kederden, kurtardık işte biz onu nasıl kurtardıysak mü'minleri de dua ve niyazda bulunarak bizden yardım istediklerinde kederlerinden böyle kurtarırız.

89

Zekeriyya'yı da hatırla! Hani Rabbine ” ey Rabbim! Beni yalnız bırakma! Yani bana varis olacak çocuksuz bırakma! Sen varislerin en hayırlısısın“yarattıkların yok olduktan sonra baki kalacak olan sensin“ diyerek niyaz etmişti.

90

Bunun üzerine biz de niyazını kabul ettik ve kendisine evlât olarak Yahya'yı verdik. Zevcesini de (doğum yapmaya) elverişli kıldık. Bu yüzden kısırlıktan sonra çocuk doğurdu.

Âyet-i kerîme’de geçen “ iz “zekeriyya'dan bedeldir.

Gerçekten bunlar bahsi geçen peygamberler, hayır işlerinde ibâdet konularında yarışırlar, rahmetimizi umarak ve azâbımızdan korkarak bize dua ederlerdi. Onlar ibâdetlerinde bize derin saygı gösterenlerdi.

91

Irzını lekelenmekten koruyan o kızı Meryem'i de hatırla ki, biz ona ruhumuzdan üflemiş, Cibrîl'e emrettik. Şöyle ki, entarisinin yakasından üfleyip Hazret-i Îsa'ya hâmile kaldı, kendisini de, oğlunu da âlemlere insan, cin ve melekler âlemine ibret kıldık. Çünkü annesi onu kocasız doğurdu.

92

 Ey muhataplar! İşte bu İslâm dini tek ümmet olarak sizin dininizdir. Yani bu tek din üzerine olmanız gerekir.

Ben de Rabbinizim. O hâlde yalnız bana ibâdet edin. Beni birleyin!

Âyet-i kerîme’de geçen “ Ümmeten vahideten“ hâli lazimedir (tek dinli olmak bütün peygamberler ve onlara uyanlar için lazım olan bir hâldir)

93

 Onlarmuhataplardan bazıları aralarında işlerinde bölük bölük oldular. Yani dinde ihtilâfa düşerek din işlerinde fırka fırka oldular. Bunlar da Yahûdi ve Hıristiyan gruplarıdır. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “ hepsi bize döneceklerdir, amellerine göre karşılıklarını vereceğiz.

94

 O hâlde kim mü'min olarak iyi amellerden bir şey yaparsa, onun çabası inkâr edilmez. Muhakkak biz hafaza meleklerine amelini yazmayı emretmemiz suretiyle onun amelini yazarız. Ve ameline karşılık kendisine karşılığını veririz.

95

 Helâk ettiğimiz bir memleket (halkın)in dönmeleri haramdır, dünyaya tekrar dönüşleri mümkün değildir.

Âyet-i kerîme’de “ memleket” zikredilip halkı kastedildi.

Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Lâ” kelimesi zâittir

96

 

Âyetin tefsiri için bak:97

97

Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc açılıp ta yerden yüksek her tepeden hızla inecekleri ve gerçek vaat olan Kıyâmet günü yaklaştığı vakit, işte o zaman durum şu ki, o günün şiddetinden dolayı o günde kâfirlerin gözleri donakalmıştır. “Vay bize vay bizim helâkimiz Doğrusu biz bundan bu günden dünyada gafil idik. Hayır biz peygamberleri yalanlamamız suretiyle kendimize zulmeden kimseler olduk“ diyecekler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ hatta “onların dönmelerinin mümkün olmadığına gayedir. Âyet-i kerîme’de geçen “futihet” kelimesi şeddeli olarak da okunmuştur. “yine Âyet-i kerîme’de geçen “ye'cüc ve Me'cüc” kelimeleri de hemzesiz de okunmuştur. Bunlar iki kabilenin adıdır ve yabancı (Arap olmayan) kelimelerdir. Ye'cüc ve Me'cüc kelimelerinden önce muzaaf takdir edilir. Yani Ye'cüc ve Me'cüc'ün Seddi. Bu da Kıyâmetin yaklaşması demektir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ hiye “zamiri kıssadır. (Herhangi bir ismin yerini tutmaz) Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ya”Tenbih içindir.

98

Muhakkak siz Ey Mekkeliler ve Allah'ı bırakıp taptıklarınız ondan başka taptığınız putlar hep cehennem odunusunuz, yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Leha” kelimesindeki lâm harfi “ fi “mânâsındadır.

99

Eğer bunlar bu putlar sizin zannettiğiniz gibi ilâh olsalardı, cehenneme girmezlerdi. Hâlbuki tapanlarla tapılanların hepsi, orada ebedi kalacaklardır.

100

Orada onlar tapanlar için inim inim inlemek vardır. Cehennemin aşırı derecede kaynamasından dolayı onlar orada hiçbir şey işitmezler.

101

 İbn Zibara (Hazret-i Peygamber'e gelerek) “ uzeyr, Îsa ve melekler de ibâdet olunmuştur. O hâlde yukarıdaki âyete göre onlar da cehennemdedir“ deyince bu âyet nâzil oldu. Şüphe yok ki, kendileri için bizden en güzel makam takdir edilmiş olanlar var ya ki, ismi geçen ler de onlardan bir kısmıdır- işte onlar, oradan uzaklaştırılmışlardır.

102

Onlar cehennemin sesini bile işitmezler. Gönüllerinin dilediği şeyler, nimetler içinde ebedi kalırlar.

103

 En büyük korku- ki, o da kulun cehenneme atılma emridir- bunları mahzun etmeyecek ve kabirlerinden çıkarlarken kendilerini melekler karşılayarak onlara “ işte bu, size dünyada vaat olunduğunuz (mutlu) gününüzdür“ diyeceklerdir.

104

 Hatırla o günü ki, biz gökyüzünü Sicil adındaki melek, öldüğünde insanoğlunun sahifesini dürdüğü gibi düreceğiz. Hiç yokken ilk yaratışa nasıl başladıksa, üzerimizde bir vaad olarak, yine onu yok olduktan sonra iade edeceğiz. Şüphesiz biz vaad ettiğimiz şeyi yapanlarız.

Âyet-i kerîme’de geçen “yevm” kelimesi kendinden önce mukadder olan“ üzkür“ fiili İle mansuptur. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Lil-Kitabı “ daki lâmzâittir. Sahife mânâsındadır. Sicil ise meleğin ismidir Yahut ta “sicil “sahife, el-kitap. (ism-imef’ûl olarak) yazılış manasında, “ Lâm “ise “ ala “ harf-icerr anlamındadır. (Mana: sahifeleri, yazılan kısmın üzerine dürer gibi) Âyet-i kerîme’de geçen ”el-Kîtap“ Bir kırâatte de çoğul olarak lil-kutup olarak okunmuştur. Yine aynı Âyet-i kerîme’de geçen “ kema bede'na “ cümlesindeki kaf “Nu'idu “ fiiline taalluk etmektedir. “ Nu'iduhu“ fiilindeki zamir ”evvele “kelimesine aittir. “kema bede'na “ daki “ma “ masdar ma'sıdır. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “Va'den” kelimesi kendinden önce mukadder olan“Va'adna “ fiili ile mansuptur (mef’ûl-ı mutlaktır) kendinden önceki cümlenin manasını kuvvetleştirmektedir.

105

 Yemin olsun! Biz Allah katındaki ana kitaptan (Levh-ı Mahfûz'da) sonra Zeburda- Zebur burada kitap mânâsındadır-indirilmiş olan Allah'ın kitaplarında “ arza cennet arazisine benim sâlih kullarım varis olacaktır. “ diye yazdık. Buradaki hüküm her mü'min, kulu kapsamaktadır.

106

 Muhakkak bu Kur’ân da onunla amel eden bir kavim için cennete girmede tam bir yeterlilik vardır.

107

Ey Resûlüm Muhammed! Biz seni âlemlere insanlara ve cinlere rahmet olarak seninle rahmet etmek için gönderdik.

108

De ki: “ Bana, ancak sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Yani bana ilâh konusunda ancak onun birliği vahyedilmektedir. Şimdi siz bana vahyedilen bir tek ilâh prensibine boyun eğiyor musunuz? ” Buradaki istifham emir mânâsındadır. Yanı boyun eğiniz. Teslimiyet gösteriniz.

109

Bunun üzerine onlar bu tekliften yüz çevirirlerse de ki: ” Ben size harbi düpedüz ilan ettim.

Âyet-i kerîme’de geçen “ alâ seva” kelimesi Fail ve mefülden hâldir. Yani bunu bilmede eşit olduğumuzu size bildirdim ki, hazırlanasınız. Sizi bırakıp ta bu konuda diktatör (despot) davranmıyorum (Kendi bildiğimi yapmıyorum) Size vaad edilen azap veya azâbı içine alan Kıyâmet yakın mı, yoksa uzak mı bilemem!“ onu ancak Allah bilir.

110

 Şüphesiz Allahü teâlâ, sizden ve başkasından sudur eden iş ve sözün açığını da o biliyor siz ve başkasını gizlemekte olduğunuz şeyi sırrı de o biliyor.

111

 Bilmiyorum! Belki bu vaktin bilinmeyişi de size ne yaptığınızı görmeniz için sizin için bir imtihan, bir vakte kadar ecellerinizin bitimine kadar bir faydalanmadır.

Bu (met'aun ila-hin) “ Le'alle “ ile umulan evvelkisine (fîtnetun leküm) mukabildir, (zıttır) Çünkü ikincisinde ummak söz konusu değildir. (Kesindir.)

112

“ ey Rabbim! Benimle beni yalanlayanlar arasında onlara azap etmek veya onlara karşı zafer vermek suretiyle hak ile hüküm ver.

Ve Nitekim Bedir'de, Uhud'da, Ahzap savaşında, Huneyn'de ve Hendek'te (Hendeğin zikredilmemesi münasip olurdu. Zira Hendek savaşı ile Ahzap aynıdır) azâba uğradılar ve Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara karşı zafer elde etti.

Bizim rabbimiz O Rahmândır ki, sizin isnat ettiğiniz vasıflara karşı Allah çocuk edindi sözünüzle Allah'a, O bir sihirbazdır sözünüzle bana, o şiirdir sözünüzle de Kur’ân'a karşı yalanlarımızdan yardımına sığınılacak ancak O'dur.

Âyet-i kerîme’de geçen “ kul” kelimesi bir kırâatte ” ka'le “ diye okunmuştur.

0 ﴿