22-HAC SÛRESİ

78 âyettir. Altı âyet müstesna, diğerleri Mekke devrinde inmiştir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.

1

Ey insanlar! Yani ey Mekkeli ve diğer insanlar Rabbinizden korkun. Yani O’na itâat etmek suretiyle azâbından sakının. Çünkü Kıyâmetin sarsıntısı akabinde-Kıyâmetin pek yakın olduğunun belirtisi sayılan-güneşin batıdan doğacağı yer yüzünün şiddetle sarsılması, bir tür azap sayılan; insanların yüreklerini hoplatmada, pek müthiş bir şeydir.

2

Onu göreceğiniz gün, onun sebebiyle her emzikli kadın bil-fiil emzirdiğinden vazgeçecek (korkuya kapılarak) onu unutacak. Ve her yüklü gebe çocuğunu düşürecek. Sen korkunun şiddetinden insanları hep sarhoş göreceksin. Hâlbuki onlar şarap içerek sarhoş olmuş değillerdir. Lakin Allah'ın azâbı çok şiddetlidir de onlar bundan korkuyorlar.

3

Bu Âyet-i kerîme. Nadr bin el-Hars ve bir gurup hakkında nâzil olmuştur: İnsanlardan bir takım kimseler vardır ki, Allah hakkında bir bilgileri olmadığı hâlde mücadele ederler. “melekler Allah'ın kızlarıdır, Kur’ân öncekilerin masallarıdır“ derler. Öldükten sonra tekrar dirilişi, toprak olan kimsenin ihya edilmesini inkâr ederler Ve mücadelelerinde her inatçı azgın şeytanın ardına düşerler.

4

Onun hakkında şöyle yazılmıştır şeytan hakkında şöyle hükmedilmiştir: Kim bunu dost edinirse ona uyarsa muhakkak bu, o kimseyi saptırır ve doğru cehennem azâbına ateşe götürür davet eder.

5

Ey insanlar! Yani ey Mekkeliler! Eğer öldükten sonra dirilmekten tereddütte şüphede iseniz, düşünün ki, biz sizi aslınız olan Âdemi topraktan yarattık. Sonra onun zürriyetini bir nutfeden, meniden sonra bir alakadan- Alaka, pıhtılaşmış kandır- sonra şekli belirli tasvir edilmiş ve hilkati tamamlanmamış bir mudğadan- Mudğa, lokma olacak kadar bir et parçasıdır-yarattık. Size kudretimizin kemalini beyan edelim diye ki, siz bununla ilk yaratılıştan tekrar yaratabileceğimize delil getiresiniz. Biz dilediğimiz bir süreye kadar, çıkış vaktine kadar rahimlerde bekletiriz. Sonra sizi bir bebek olarak bebekler olarak annelerinizin karınlarından çıkarırız. Sonra da olgunluk çağına kemale ve kuvvete-Bu çağ otuzla kırk yaş arasıdır- erişesiniz diye sizlere ömür veriyoruz, içinizden kimi vefat eder olgunluk çağına erişmeden ölür. Yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz en hasis-ki, o da aşırı derecede yaşlılık ve aklın sulanmasıdır- çağına kadar götürülür. ki, biraz ilimden başka sonra hiç bir şey bilmez olsun İkrime der ki: “kim Kur’ân okumayı alışkanlık hâline getirirse bu duruma düşmez “. Sen yeryüzünü de kupkuru ölü bir hâlde görürsün. Ama biz onun üzerine suyu indirdiğimiz vakit kıpırdanır, harekete geçer kabarır, şişer ve artar da her dilber güzel çiftten türden nebatlar bitirir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ nukirru” lâfzı cümle-i müste’nifedir. Ayrıca “ min külli…” lâfzı celilindeki “min“zâidedir.

6

İşte bu insanın yaratılışının başlangıcından yerin canlandırılmasının sonuna kadar zikredilenler şundandır şu sebeple (zikredilmiştir) ki, Allah hiç şüphesiz haktır. Vardır ve daimdir. Ölüleri O diriltir; O her şeye kadirdir.

7

Kıyâmet gelecektir. Onda hiç tereddüt, şüphe yoktur. Allah kabirlerdeki insanları muhakkak diriltecektir.

8

 

Âyetin tefsiri için bak:9

9

Bu Âyet-i kerîme Ebû cehil hakkında nâzil olmuştur: İnsanların öylesi de vardır ki, hiç bir bilgiye, beraberinde hiç bir rehbere ve yanında hiçbir aydınlatıcı nûru bulunan kitaba dayanmaksızın, sırf Allah'ın yolundandininden şaşmak için yanını eğip bükerek kendini büyük görüp boynunu imandan çevirerek-ıtf, sağ yahut sol yan demektir- Allah hakkında tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezillik azap vardır. Nitekim Bedir’de katledilmiştir. Kıyâmet günü ise ona yangın azâbını ateşle yakma azâbını tattıracağız.

Âyet-i kerîme’de geçen “saniye ” hâldir. Âyet-i kerîme’deki ”liyadille ” lâfzıya'nın fethası ve zammesi ile okunmuştur.

10

Ve ona şöyle denilecek: “ Bunlar senin ellerinin yapıp gönderdiği günahlardan dolayıdır. Yani senin yapıp gönderdiğin günahlardan dolayıdır, işlerin geneli eller kullanılarak görüldüğü için, şahıs yerine-ellerin dışında başka uzuvlar değil de-bilhassa eller zikredilerek tabir olunmuştur. Ayrıca Allah kullarına zulümkâr zulüm sâhibi değildir” ki, suçsuz yere onları azaplandırsın.

11

İnsanlardan kimi de Allah'a uçtan uca ibâdet eder. Yani ibâdetinde şüphe içerisindedir. Sebat ve istikrarsızlığı bakımından dağın ucunda durmakta olan adama benzetilmiştir. Şöyle ki, kendisine bir hayır şahsında ve malında sıhhat ve selamet dokunursa ona gönlü yatışır. Ama bir belâ şahsında ve malında bir zorluk ve hastalık gelirse yüzü üstü dönüverir. Yani küfre geri döner. Umduklarını kaçırmakla dünyada ve küfre geri dönmekle âhirette hüsrana uğramıştır. İşte apaçık ziyan budur.

12

Allah'ı bırakır da ibâdet etmediği takdirde kendisine zarar ı, ibâdet ettiği takdirde de faydası olmayan şeye puta yalvarır tapar. İşte bu yalvarış haktan büsbütün uzak olan sapıklığın ta kendisidir.

13

O kendisine tapmakla zararı aklı sıra fayda vermiş olsa faydalanmasından daha yakın (daha çok) olan bir varlığa tapar. Ne fena bir Mevla –dost, yardımcı- dır O. Ve ne kötü bir yâran arkadaş tır O.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lemen” lâfzı üzerindeki ”lâm” zâidedir.

14

Allahü teâlâ şüphe içerisinde olanın hüsranda olduğunu ferman buyurmasının hemen ardından bu Âyet-i kerîme’de mü'minleri sevap ile yad ediyor: Şüphe yok ki, Allah îman edip farz ve nafile ibâdetlerden oluşan sâlih ameller işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Şüphe yok ki, Allah dilediğini yapar; kendisine itâat edene ikram eder, isyan edeni alçaltır.

15

Herkim dünyada ve âhirette ona peygamberi Muhammed'e yardım etmeyeceğini zannediyorsa, hemen göğe doğru evinin tavanına bir vasıta ip uzatsın! İpin bir ucunu tavana, diğer ucunu da boynuna bağlasın, sonra da kessin! Yani kendini yerden kesmek suretiyle onunla intihar etsin!“ sahhah“ adlı lügat kitabında da bu şekil tefsir edilmiştir. Şimdi bu kimse baksın! Acaba peygambere yardım edilmemesi konusundaki hilesi o konudaki öfkesini giderecek mi? İfade edilmek istenen mânâ şudur: Peygambere yardım ettiğimizden ötürü öfkesinden kendini boğup intihar etsin. Zira yardımdan geri dönüş yoktur.

16

İşte biz onu Kur’ân’ın kalan kısmını böyle tıpkı bundan önceki âyetleri indirdiğimiz gibi apaçık âyetler halinde indirdik. Ve şüphesiz ki, Allah hak yola varmasını dilediği kimseye hidâyet verir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Beyyinatin“ “zâhiratin“ mânâsında hâldir. Aynca Âyet-in devamındaki “Ve ennellahe ” lâfzi “ enzelnahü“ nun“ ha “sı üzerine atfedilmiştir.

17

O îman edenler, o Yahûdi olanlar, o Sabiiler- Bunlar Yahûdilerden bir taifedirler- O Hıristiyanlar, o ateşe tapanlar ve Allah'a ortak koşanlar var ya! Muhakkak Allah Kıyâmet günü aralarında îman edenleri cennete koymak, onların dışındakileri cehenneme atmak suretiyle hükmünü verecektir. Çünkü Allah onların yaptıklarından her şeye şahittir. Müşahede ilmiyle onu bilmektedir.

18

Görmedin mi bilmedin mi ki, göklerde ve yerde olan herkes güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, O hayvanlar hep Allah'a secde ediyor kendisinden istenen vazifeyi eda etmekte, O'na boyun eğmekte, insanların birçoğu da- Bunlar mü'min olanlardır-boyun eğmeye ilâveten îman esasına dayalı olan secdeden imtina etmişlerdir. Allah kimi hor bırakırsa; bedbaht ederse artık ona ikram edecek onu bahtiyar kılacak yoktur. Şüphesiz Allah hor bırakmak ve ikram etmek ikilisinden dilediğini yapar.

19

Bu iki sınıf, Rableri hakkında O’nun dini hakkında birbirleriyle davaya kalkışan iki hasımdır. Yani mü'minler bir hasım, yukarıda zikredilen beş kâfir de bir hasımdır. Bu kelime müfrede de cemiye de şamildir. Küfredenler için giyecekleri ateşten elbiseler biçilmiştir. Yani ateşle her taraftan kuşatılmışlardır. Başlarının üstünden hamim hararetin son haddine ulaşmış kaynar su dökülür.

20

Bununla karınlarının içindeki yağlar ve diğer muhteviyat eritilir. Derileri de bununla kızartılır.

21

Bir de bunlara kafalarını tokmaklamak için demirden kamçılar vardır.

22

Her ne zaman oradan ateşten orada kendilerine isabet eden bir ıstıraptan ötürü çıkmak isteseler tekrar oraya iade edilirler. Kamçılarla oraya geri döndürülürler. Ve kendilerine: “ Tadın bakalım yangın azâbını “yakıcılığın son haddine ulaşmış azâbı, denilir. Allahü teâlâ mü'minler hakkında ise şöyle buyuruyor:

23

Şüphe yok ki, Allah îman edip sâlih ameller işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada altın ve inciden bileziklerle altının inciyle işlenmesi suretiyle altın ve inciden yapılmış bileziklerle süsleneceklerdir.

Orada elbiseleri de ipek olacaktır. O da dünyada erkeklere giyilmesi haram olan elbisedir.

Âyette geçen “ Lülü “ lâfzımecrûr olarak mahalline atfen mansup olarak okunmuştur. (İkinci kırâata göre mânâ: “Altun bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir“ şeklinde değişir. Çeviren)

24

Onlar sözün en güzeline hidâyet edilmişlerdir. Sözün en güzeli “ lâ ilâhe illallah“ dır. Evet onlar Hamîd'in yoluna övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna ve O’nun dinine hidâyet edilmişlerdir.

25

 kâfirlere, Allah'ın yolundan O'na itâatten ve Mescid-i Harâmdan-ki, biz onu yerli mukim, taşralı yabancı müsavi olmak üzere bütün insanlar için kurban kesme mahalli ve ibâdethane yapmışızdır-men edenlere gelince: Her kim orada zulüm ile bu sebeple haktan sapmak isterse, meselâ yasak olan bir davranışta bulunsa-velev ki, hizmetçiye sövmüş ola- biz ona acıklı elem verici azaptan bir kısmını tattırırız.

Âyet-i kerîme’de geçen “ ilhadin” lâfzıüzerindeki “Ba” zâidedir. Ayrıca “ men-i şartıyye “ nin cevabından“înne “ nin haberi de anlatılmaktadır. Yani “ Nüzikuhüm“ cümlesidir.

26

Hatırla ki, bir zamanlar biz İbrâhîm'e inşa etmesi için Kabe'nin yerini açıklamış- Kabe Tufan zamanı kaldırılmıştı- ve ona şöyle emretmiştik: Bana hiç bir şeyi ortak koşma! Beytimi tavaf edecekler için orada oturanlar ikamet edecekler için, rüku ve secde edenler, namaz kılanlar için putlardan güzelce temizle.

Âyet-i kerîme’de geçen , “ er-Rükke'i “Ve ”es-Süccedı “ Lafz-ı celilleri, “Râki'in”Ve ”sâcidin” kelimelerinin çoğuludurlar.

27

Onlara haccı ilân et (onları hacca) çağır! Bu ferman üzerine İbrâhîm (aleyhisselâm) Ebû Kubeys dağı üzerinden yüzünü sağa, sola, doğuya ve batıya çevirerek: “ ey insanlar! Rabbiniz sizin için bir ev inşa etti ve üzerlerinize haccı farz kıldı. Şu hâlde Rabbinize icabet edin!“ diye seslendi. Bunun üzerine haccedecekleri takdir edilmiş olan herkes, babalarının sulplerinden ve analarının rahimlerinden İbrâhîm (aleyhisselâm)'ın bu nidasına: “ Lebbeyk, Allahümme lebbeyk“ Buyur Allah'ım, buyur emrine amadeyim) diyerek icabet etti. Gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın binekler üzerinde (yolun etkisiyle) zayıflamış develer üzerinde, biniciler olarak sana gelsinler!

Âyet-i kerîme’de geçen “ye'lüke ” lâfzı, emrin cevabıdır. “Ricalen” lâfzi “ kaimun-Kıyamün“ gibi “Racilün” kelimesinin çoğulu olup” müşaten“ mânâsındadır. “ damirin” lâfzı, erkeğe de dişiye de şamildir. “ye'tiyne ” lâfzı celilinin nun’u “davamirü“ye râci olup mânâya hamlen cemi olarak zikredilmiştir.

28

Gelsinler de kendilerine âit dünyevî menfaatlere ticaret ile yahut uhrevî menfaatlere yahut hem dünyevî hem de uhrevî menfaatlere-Bu hususta müfessirlerin üç görüşü bulunmaktadır.- şahid olsunlar hazır bulunsunlar ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği dört ayaklı hayvanlardan: Hac için sevk edilenlerden ve (kurban için ayrılan) kurbanlıklardan olmak üzere, bayram günü ve sonrası boğazlanan deve, sığır ve koyundan olanlar üzerine belirli günlerde Zilhicce'nin onuncu gününde, yahut Arefe gününden veya Kurbanın birinci gününden itibaren teşrik günlerinin sonuna kadar olan günlerde-Bu konuda üç ayrı görüş mevcuttur- Allah'ın adını ansınlar. Müstehab kurban oldukları takdirde siz de bu hayvanlardan hem yiyin hem de darda olanı, fakiri aşırı derecede muhtaç olanı doyurun.

29

Sonra kirlerini atsınlar tırnak uzunluğu gibi uzun zaman temizlik yapmamanın etkisiyle oluşabilecek kirlerini ve aynı sebeple keçeleşmiş saç ve kıllarını gidersinler. Ve hac için sevk edilen ve kurban için ayrılan hayvanlardan olan adaklarını ifa etsinler de o atik yanı eski-Çünkü o yeryüzünde tesis edilen ilk evdir- olan evi ifada niyyetiyle tavaf etsinler.

Âyet-i kerîme’de geçen “Vel-yûfû” lâfzı şeddesiz ve şeddeli olarak okunmuştur.

30

Durum böyle emir yahut durum yukarıda zikredildiği gibidir. Her kim de Allah'ın hürmetlerine tazim ederse- Allah'ın hürmetleri, saygısızlık yapılması helâl olmayan şeylerdir- bu, onlara tazimde bulunmak, âhirette Rabbi katında kendisi için daha hayırlıdır. Size, “size ölü hayvan, (akar) kan, domuz eti, Allah'dan başkası namına kesilen hayvan, boğulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, süsülmüş, canavar yiyip de ölmüş bulunan hayvanlar haram kılındı. Mealindeki Âyet-i kerîme’de haram kılındıkları okunanlar müstesna olmak üzere bütün hayvanlar helâl kılındı. Şu hâlde Âyet-i kerîme’deki istisna, munkatı'dır. Harâmlığın, ölüm vs. arızî sebeplerden ötürü dört ayaklı davarlar üzerinde söz konusu olması durumunda istisnanın muttasıl olması da caizdir. O hâlde pislikten, putlardan kaçının. Yalan sözden putlara telbiye edip Allah'a şirk koşmaktan yahut yalan yere şahitlik etmekten kaçının.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Zâlike ” mukadder bir mübtedanın ”el-Emrü“yahut ”eş-Şa'nü“ nun haberidir. Ayrıca Âyet-in devamındaki “ el-Evsani “ lâfzıüzerinde bulunan“ min“Beyan için olup cümle ” ellezi hüve'l-Evsanü “putlardan ibaret olan pislikten takdirindedir.

31

Allah için hanifler bütün dinleri birtarafa bırakarak yalnızca O’nun dinini benimseyen müslümanlar olarak O'na şirk koşmayanlar olarak.....-makablinin mânâsını tekid mahiyetindedir-(böyle yapın) ! Her kim Allah'a şirk koşarsa, sanki o, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapmış çabucak yakalayıvermiş yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş alıvermiş gibidir. Yani netice itibariyle böyle bir kimsenin kurtulmasının umulacak bir yönü yoktur.

Âyet-i kerîme’de geçen “ hünefae ”Ve “ ğayre ”lafz-ı celilleri “ İctenibü“ fiilinin vav'ından hâldirler.

32

Durum böyledir. Her kim Allah'ın şeairine tazimde bulunursa, şüphesiz bu o şeaire-sedir: Kurbanlık için Harem-i şerife sevk edilen develerdir-güzel yetiştirmek ve semizleştirmek suretiyle tazimde bulunmak, onların kalblerinin takvasındandır. Bu hayvanlar, kurbanlık oldukları anlaşılacak bir şeyle işaretlendikleri için“Şeair“ diye isimlendirilmişlerdir. Meselâ develeri hörgüçlerinden bir demirle işaretlemek gibi.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Zâlike ”lafz-ı celilinden önce mübteda olmak üzere bir, “ el-Emrü ” kelimesi mukadderdir.

33

Sizin için onlarda muayyen bir vakte kadar boğazlama vaktine kadar, onlara binmek ve onlara, zarar sız şeyleri yüklemek gibi bir takım menfaatler vardır. Sonra da helâllik yerleri boğazlanmaları helâl olan mekan, Beyt-i atik'edir. Yani onun yanıdır. Maksat; Harem sınırlarının tamamıdır.

34

Her ümmet için, sizden önce geçmiş her müslüman cemâat için Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği davarların üzerine onları boğazlarken Allah'ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. O hâlde yalnız O'na teslim olun, inkıyad eyleyin! O ihlaslı itâatkâr ve mütevazi mü'minleri müjdele!

Âyet-i kerîme’de geçen “ menseken” lâfzi “ kurban kesmeyi “mânâsında, sin'in fethası ile masde ” kurban yeri “mânâsında; sin'in kesresi ile ism-i nekir okunmuştur.

35

Onlar ki, Allah anıldığı vakit kalpleri titrer korkuya kapılır. Belalardan başlarına gelene sabrederler. Namazı vakitlerinde dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bîir kısmını infak ederler- tasadduk ederler-

36

Biz o kurbanlık develeri sizin için Allah'ın şeairinden dininin nişanelerinden yaptık. Sizin için onlarda geride zikredildiği gibidünyada gerçekleşen hayır vardır. Ayrıca bir hayır da âhirette vardır. Şu hâlde onlar ayakları üzerinde dururken sol ayağı bağlı olarak üçayağı üzere dururken, boğazlama sırasında üzerlerine Allah'ın ismini anınız. Kesildikten sonra yan üstü yere düştüklerinde ise- ki, bu an onlardan yeme anıdır-dilerseniz onlardan yeyin. Verilenle yetinen, istemeyen ve kendini göstermeyen kanaatkâra ve ihtiyacını gizlemeyene isteyene yahut kendini gösterene yedirin. İşte böyle bu şekil emrinize verdiğimiz gibi, kesilmeye ve binilmeye de onları sizin emrinize verdik. Aksi takdirde onlara takat vermezdik. Tâ ki, sizlere olan in'am ve ihsanıma şükredesiniz.

37

Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. Yani etler ve kanlar Allah'a yükseltilmez. Lakin O'na sizin takvanız ulaşır. Yani O'na yalnızca imanla birlikte sırf O’nun için işlediğiniz sbalih ameliniz yükseltilir. O, kurbanlıkları böylece sizin emrinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı sizi dinin bilgilerine ve haccın menasikine ulaştırdığından dolayı Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz. Güzel iş yapanları tevhid düsturuna sahip olanları müjdele!

38

Muhakkak ki, Allah îman edenlerden müşriklerin kötü emellerini bertaraf edecektir. Çünkü Allah hiç bir emanetine hıyanet edeni ve nimetine nankörlük yapanı sevmez. Bunlar da müşriklerdir. Yani şüphesiz Allah böyle yapanları cezalandırır.

39

Kendilerine savaş açılanlara mü'minlere zulme uğramış olmaları sebebiyle kâfirlerin kendilerine zulmetmesi dolayısıyla, savaşmaya izin verildi. Bu, cihad hakkında inen ilk âyettir. Şüphesiz Allah, mü'minlere zafer vermeye kadirdir.

Âyet-i kerîme’de geçen : “Biennehüm”lafz-ı celalindeki “Ba “sebebiyyedir.

40

Onlar öyleleridir ki, başka bit sebeple değil, sırf, “Rabbimiz bir Allah'dır“ dedikleri için yurtlarından, ihraç edilmeleri konusunda haksızlığa uğrayarak çıkarıldılar. Oysa bu söz hakdır. Bu sözü sebep göstererek çıkarmak ise, haksız yere çıkarmaktır. Eğer Allah, insanları bazısını bazısıyla def etmeseydi, rahiplere âit manastırlar, Hıristiyanlara âit kiliseler, yahudîlere âit havralar- salavat: ibranice bir kelimedir- ve müslümanlara âit mescidler çoktan yıkılırdı. ki, buralarda bu zikredilen yerlerde Allah'ın ismi çokça anılmaktadır. Hâlbuki buraların harap olmasıyla ibâdetler de kesilmiş olurdu. Elbette Allah kendine dinine yardım edeni muzaffer kılacaktır. Şüphesiz Allah, yarattıkları üzerine çok kuvvetli, çok güçlüdür. Saltanatında ve kudretinde daima öndedir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Ba'zehum” lâfzı,. “ en-Nase “ den bedel-i ba’zdır. Âyet-i kerîme’de geçen “ hüddimet” lâfzıteksir ifade etmek için şeddeli olarak ve şeddesiz olarak okunmuştur.

41

Onlar, o mü'minlerdir ki, kendilerini düşmanlarına karşı onlara yardım etmek suretiyle iktidar mevkiine getirsek, namazı dosdoğru kılarlar; zekâtı verirler, iyiliği emir, kötülüğü yasak ederler. Bütün işlerin sonu Allah'a dönecektir. Yani âhirette bütün işlerin dönüşü yalnızca Allah'a olacaktır.

Âyet-i kerîme’de geçen ”ekamü's-salate ”Ve bu cümle üzerine mâtuf cümleler şartın cevabı, şart cümlesi cevabıyla birlikte de mevsûlun sılasıdır. Mevsûlden önce mübteda olmak üzere bir “ hum” kelimesi takdir edilir.

42

Bu Âyet-i kerîme Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e teselli mahiyetindedir: (Habîbim) Eğer (müşrikler) seni yalanlıyorlarsa, onlardan önce Nûh'un kavmi, Âd Hûd'un kavmi ve Semûd, Sâlih'in kavmi de (peygamberlerini) yalanlamışlardı.

Âyet-i kerîme’de geçen “ kavmü ”lafz-ı celilinin müennes oluşu mânâya itibarladır.

43

İbrâhîm'in kavmi de Lût'un kavmi de (tekzip etmişlerdi)

44

Ashâb-ı Medyen Şuayb'ın kavmi de öyle! Mûsa da yalanlandı. Onu Kıbtiler yalanladı. Kavmi İsrâîloğulları değil. Yani bunların hepsi peygamberlerini yalanlamıştır. Şu hâlde sana düşen onları örnek almandır. Ben de o kâfirlere zaman tanıdım. Kendilerinden azâbı tehir etmekle onlara mühlet verdim. Sonra onları azapla yakalayıverdim. Nasıl da oldu benim onları reddim. Yani, peygamberlerini tekzip ettikleri için, kendilerini helâk etmek suretiyle onları inkâr edişim? Buradaki istifham, takrîr içindir Yani O, tam yerine varmıştır.

45

Nitekim nice memleket vardı ki, ben onu küfürleri sebebiyle halkını zulüm yaparken helâk ettim. Şimdi o memleketlerde duvarlar tavanları üzerine yıkılmış düşüvermiştir.

Ve nice kullanılmaz hâle gelmiş halkının ölümüyle terk edilmiş kuyu (lar), yine ehlinin ölümüyle ıssız kalmış ulu yüksek saray (lar).

Âyet-i kerîme’de geçen “ keeyyin” lâfzi “ kem “mânâsındadır. Âyet-i kerîme’de geçen ”ehlektüha” lâfzı, bir kırâat da…….

46

Onlar Mekkeli kâfirler yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, bu sebeple kendilerinden önceki tekzib edenlerin başlarına gelenleri düşünecek kalplere, onların helâk edilmelerine ve yurtlarının harabeye dönmesine ilişkin haberleri işitecek kulaklara sahip olsunlar da, bunlarla ibret alsınlar. Gerçek hadise şu ki, gözler kör olmaz; lakin sinelerdeki kalpler kör olur. Bu ifade tekid mesabesindedir.

47

Bir de senden açık azap istiyorlar. Elbette Allah azap indireceğine ilişkin vaadinden caymaz. Nitekim Bedir günü vaadini yerine getirmiştir. Bununla beraber

Rabbin ındinde azapla geçen âhiret günlerinden bir gün, sizin dünyada saydıklarınızdan bin yıl gibidir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Teuddüne ” lâfzıTa’lı ve Ya'lı olarak okunmuştur.

48

Nice memleketler vardır ki, zulmederlerken ben onlara mühlet vermiş, sonra onları-Maksad halklarıdır-yakalayıvermişimdir. Sonunda varış dönüş ancak banadır.

49

De ki: “ ey insanlar! Ey Mekkeliler! Ben ancak sizi apaçık uyaran uyarısı apaçık olan bir kimseyim ve ben mü’minler için bir müjdeleyiciyim “.

50

Şu hâlde îman edip sâlih ameller işleyenler var ya! Onlar için günahlardan mağfiret ve bol rızık vardır. O da cennettir.

51

Âyetlerimiz: Kur’ân hakkında onları tesirsiz kılmak gayreti içinde, Hazret-i Peygamber'e tâbi olanları acizler addederek onlara acizliği yakıştırıp, îman etmelerinin önüne geçmeye kalkışarak yahut bizim kendilerinden âciz olduğumuzu düşünerek-Bir kırâatta ise “ muacizine “ şeklindedir. Yani öldükten sonra tekrar dirilmeyi ve azâbıinkâr etmekle, bizi geçeceklerini zannedip bizimle yarışmaya kalkışarak- koşuşturanlar ise, cehennemliklerin ta kendileridirler.

52

Biz, senden önce hiç bir Resul- Resul; tebliğe memur olan nebidir- ve hiç bir nebi- Nebi; tebliğe memur olmayan peygamberdir- göndermedik ki o, bir şey temenni ettiği okuduğu vakit, şeytan O’nun temennisine: Okuduğu şeye okuduğunun aslından olmayan ve o peygamberin kendilerine gönderildiği insanların hoşlarına gideceği türden olan bir şey katmaya kalkışmasın. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş'in hazır bulunduğu bir mecliste, Necm Sûresi'ndeki, “ gördünüz mü o Lat ve Uzza'yı ve üçüncüleri olan o Menatı? “ (19 ve 20 Âyet-i kerîmeler) mealindeki Âyet-i kerîmelerden sonra kendi bilgisi ve iradesi olmaksızın, sadece şeytanın diline katmasıyla, “işte onlar bu yüce kullardır. Şüphe yok ki, onların şefaatleri umulmaktadır. “ diye okudu. Ve onlar buna çok sevindiler. Sonra Cibrîl gelip şeytanın diline Kur’ân'dan olmayan bu sözleri kattığını kendisine haber verdi ve Hazret-i Peygamber bundan dolayı üzüldü. Bunun üzerine gönlü rahat olsun diye bu Âyet-i kerîme ile teselli edildi. Ama Allah, derhal şeytanın kattığını giderir iptal eder. Sonra âyetlerini muhkemleştirir. Onları ispat eder. Allah şeytanın yukarıda zikredilenleri (Rasulünün diline) kattığını, ziyadesiyle bilendir, ona bu konuda imkân vermesi hususunda da, hikmet sâhibidir. Çünkü O, dilediğini yapar.

 Müfessirin burada naklettiği ve diğer bazı müfessirlerin de naklettikleri “ garanik “ hadisesi, İmam Fahreddin er-Razi başta olmak üzere birçok tefsir ve hadis uleması tarafından uydurma kabul edilmiş ve “ Tevhidi isbat“ düsturunun yanı sıra “O, hevasına göre konuşmaz, O’nun konuşması, kendisine vahyedilenden başkası değildir “ (en-Mecm: 3, 4} mealindeki Âyet-i kerîmelerin ruhuna da aykırı bulunarak reddedilmiştir. Geniş açıklama için bak: el-Cemel ale'l-Celaleyn C 3, s. 173-174.

53

Şunun için ki, şeytanın kattığı şeyi kalblerinde maraz: Şüphe ve nifak bulunanlar ve kalbleri gerçeği kabul etmekten katı olanlar müşrikler için bir fitne deneme yapacaktır. Zalimler: kâfirler gerçekten uzak bir ayrılık içindedirler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve mü'minlerle uzun bir görüş farklılığı içindedirler. Çünkü ilahlarından bahsedilirken dil, onları râzı edecek bir ifadeye varmış, daha sonra ise bu, iptal edilmiştir.

54

Bir de kendilerine ilim: Tevhid ve Kur’ân verilmiş olanlar, onun Kur’ân’ın Rabbinden gelen bir hak olduğunu bilsinler ve O'na îman etsinler de kalbleri ona saygı duysun rahat etsin. Çünkü Allah, îman edenleri doğru bir yola İslâm dinîne hidâyet eder.

55

O küfredenler de o an kendilerine ansızın ölüm ânı yahut Kıyâmet kendilerine hiç beklemedik bir anda gelinceye kadar veya kısır bir günün- kısır gün: içinde kâfirler için hayra yer olmayan Bedir günüdür. Tıpkı hayır getirmeyen kısır rüzgar gibi. Ya da içinde gece olmayan Kıyâmet günüdür- azâbı çatıncaya kadar, ondan Kur’ân'dan yana şeytanın Hazret-i Peygamberin diline kattığı ve sonradan iptal edilen şey dolayısıyla bir şüphe içinde sürüp giderler.

56

O gün, Kıyâmet günü mülk yalnız Allah'ındır. Aralarında: Mü'minlerle kâfirler arasında, şimdi beyan edeceği şekilde hükmünü verir. Artık îman edip sâlih ameller işleyenler, Allahü teâlâ'nın bir lütfuyla Naim Cennetlerindedirler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lillâhi ”lafz-ı celilinin tazammum ettiğı “istikrar” zaili ”yevme “yi nasbetmiştir.

57

Küfredip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar için küfürleri dolayısıyla alçaltıcı: Şiddetli bir azap vardır.

58

Allah yolunda O'na itâat uğrunda, Mekke'den Medine'ye hicret edip de, sonra öldürülmüş veya ölmüş olanları, hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla- ki, o da Cennet rızkıdır- rızık verenlerin en hayırlısıdır, verenlerin en üstünüdür.

59

Onları, elbette hoşnut olacakları bir yere koyacaktır. O yer de cennettir. Çünkü Allah, onların niyetlerini ziyadesiyle bilendir, onları cezalandırmaktan da gayet halimdir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ müdhalen” lâfzı, Mim'in zammesi ve fethası ile; masdar ve ism-i mekan olarak okunmuştur.

60

Hadise, işte böyle sana anlattığımızdan ibarettir. Bir de mü'minlerden her kim, müşrikler tarafından zulmen kendine yapılan cezaya misliyle mukabele edip muakebe eder de: Cezalandırır da;müşriklerin yaptıkları gibi haram ayda onlarla çarpışır da; sonra yine müşrikler tarafından üzerine tecavüz edilirse, evinden çıkartılmak suretiyle zulme maruz kalırsa, Allah ona mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah mü'minlerden çok affedendir; haram ayda çarpışmalarına rağmen onları çok bağışlayandır.

61

Bu, yardım şundandır: Çünkü Allah, geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar. Yani onlardan her birini-onunla artması suretiyle-diğerinin içine sokar. İşte bu hadise, yardımın menşei olan Allah'ın kudretinin eserinden bir parçadır. Gerçekten Allah, mü'minlerin dualarını ziyadesiyle işiten ve onları hakkıyla görendir. Zira imanı gönüllerine yerleştiren O'dur. Buna bağlı olarak da dualarına icabet etmiştir.

62

Yine bu yardım şundandır: Çünkü Allah Hakkın, kalıcı olanın ta kendisidir. Müşriklerin Allah'ı bırakıp yalvardıkları taptıkları şeylerse- ki, onlar da putlardır- bâtılın; yok olmaya mahkum olanın ta kendisidir. Ve gerçek şu ki, Allah yegâne yücedir: Yani kudretiyle her şeyin üzerindedir, büyüktür. O kadar ki, O’nun dışındaki her şey ( O’nun azameti yanında) küçük kalmaktadır.

Âyet-i kerîme’de geçen “yedüne ” lâfzı, Ya'lı ve Ta'lı olarak okunmuştur.

63

Görmedin mi, bilmedin mi ki, Allah gökten bir su yağmur indirdi de, bu sayede yer yüzü bitkilerle yemyeşil oluveriyor. İşte bu da O’nun kudretinin eserindendir. Gerçekten Allah, yağmurla yeryüzünden bitkiler çıkarmada, kullarına karşı çok lütufkârdır. Yağmuru geciktirmesi hâlinde onların kalblerinde oluşanlardan da ziyadesiyle haberdardır.

64

Göklerde ve yerde ne varsa mülk bakımından hepsi O’nundur. Hakikaten Allah, yalnız O, kullarına muhtaç olmayacak kadar zengindir, dostları için çok övülendir.

65

Görmedin mi ki, Allah yerde bulunan hayvanları ve emriyle: İzniyle, yolculuk ve yük taşımak için denizde akıp giden gemileri hep sizin emrinize vermiştir. Göğü de kendi izni olmadıkça yere düşmekten ve böylece helâk olmanızdan-yahut yere düşüp helâk olmamanız için- O tutuyor. Doğrusu Allah gerek emrinize vermek ve gerekse semâyı tutma konularında insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir.

66

O, yoktan var etmekle size hayat veren, sonra hayat süreleriniz sona erdiğinde sizi öldürecek, sonra tekrar diriliş sırasında yine diriltecek olandır. Gerçekten insan, müşrik, Allah'ı tevhidi terk etmekle O’nun nimetlerine karşı çok nankördür.

67

Biz her ümmet için bir ibâdet tarzı, bir şeriat tayin etmişizdir ki, onlar bunun tatbikçileridirler. Onunla amel etmektedirler. Öyle ise onlar bu işte, hayvan kesme işinde-çünkü onlar, “Allah'ın öldürdüğü hayvanı yemeniz, sizin öldürdüğünüzden daha lâyıktır“ demişlerdi- seninle çekişmesinler. Bu cümleden: “sen onlarla çekişme “ mânâsı maksuttur. Sen Rabbine O’nun dinine davet et! Çünkü sen, gerçekten doğru bir hidâyet, din üzeresin.

Âyet-i kerîme’de geçen “ menseken” lâfzı, sin'in fethası ve kesresi ile okunmuştur.

68

Eğer seninle din konusunda mücadele ederlerse, “Allah sizin yaptıklarınızı pekala bilir ve yaptıklarınızın cezasını verecektir“ deyiver. Bu, savaşla emrolunmadan önceydi.

69

Ve ey mü'minlerle kâfirler! Birbirinize muhalefet edip durduğunuz meselâ iki fırkadan her birinin, diğerinin aksini söylediği şeyler hakkında Kıyâmet günü Allah, aranızda hükmünü verecektir.

70

Bilmez misin ki,- Buradaki istifham takrîr içindir- Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Onlar gökte ve yerde bulunan her şey muhakkak bir kitaptadır. Kastedilen kitap Levh'i mahfuzdur. Şüphesiz ki, bu zikredilenleri bilmek Allah'a göre kolaydır.

71

Onlar müşrikler Allah'ı bırakıp Allah'ın kendisine bir delil hüccet ve dayanak bilgileri olmayan şeylere- ki, onlar da putlardır- ibâdet ediyorlar. Ama o şirk koşmak suretiyle zulmedenler için Allah'ın azâbını kendilerinden def edecek hiç bir yardımcı yoktur.

72

Kendilerine karşı Kur’ân dan olan âyetlerimiz açık açık zâhir olarak okunduğu vakit, küfredenlerin yüzlerinde münkeri o âyetleri inkârıinkârın belirtisi olan hoşnutsuzluğu ve asık çehreliği sezersin. Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracak gibi olurlar. Yani saldırarak içlerine düşüverecekler. De ki: “Ben size bundan daha kötüsünü size üzerinize okunan Kur’ân dan daha kerih gelecek bir şeyi haber vereyim mi? O, ateştir. Allah onu küfredenlere, “onların varışı orayadır“ diye vaat buyurdu. O ne kötü varış yeridir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Beyyinâtin” lâfzıhâldir.

73

Ey insanlar! Ey Mekkeliler! Bir misal verilmektedir. Şimdi onu dinleyin! Misal de şudur: Şüphe yok ki, sizin Allah'ı bırakıp O'ndan başka yalvarıp durduklarınız, taptıklarınız-ki, onlar da putlardır- bir sinek bile yaratamazlar. Velev ki, hepsi bunun için, sineği yaratmak için toplanmış olsunlar. Şayet sinek onlardan üzerlerinde bulunan ve onlara sürülmüş olan koku ve za'ferandan bir şey kapsa, putlar âciz oldukları için onu sinekten kurtaramazlar, geri alamazlar. Peki ya nasıl olur da (bu kadar âciz olan putlar) Allahü teâlâ'ya ortaklar addedilerek tapılabilirler! Bu hadise hayretengiz bir husus olması bakımından“ darb-ı mesel “ (misal vermek) diye tabir edilmiştir. Talip de tapan da zayıf, matlup da, tapılan da!

Âyet-i kerîme’de geçen “ zübab” lâfzı, cins isim olup müfredi “ zübaberün“ dur. Zübab lâfzı müzekkere de müennese de şamildir.

74

Onlar Allah'ın kadrini hakkıyla bilemediler. O'na gereği gibi tazimde bulunamadılar. Çünkü onlar, bir sinekten kendini koruyamayan ve ondan hakkını alamayan putları O'na ortak koştular. Muhakkak ki, Allah, çok kuvvetlidir, azizdir, gâliptir.

75

Allah, meleklerden resüller seçer. İnsanlardan da elçiler seçer. Müşrikler, “içimizden Kur’ân kala kala ona mı indirildi? ” deyince, bu Âyet-i kerîme nâzil olmuştur. Gerçekten Allah, onların söylediklerini ziyadesiyle işiten, kimi resûl tayin edeceğini de hakkıyla görendir.

Meselâ Cibrîl, Mikâil, İbrâhîm, Muhammed ve diğer peygamberler-Allah cümlesine salat ve selâm etsin-gibi.

76

Onların önlerindekini de, arkalarındakini de önceden gönderdiklerini de, geride bıraktıklarını da, geçmişte yaptıklarını da bundan sonra yapacaklarını da bilir. Bütün işler, ancak Allah'a döndürülür.

77

Ey îman edenler! Rükû edin, secde edin! Yani namaz kılın, Rabbinize ibâdet edin: O'nu birleyin ve sıla-i rahimde bulunmak, ahlakın en güzellerine sahip olmak gibi hayır işleyin ki, felâh bulasınız: Cennette ebedî kalmakla kurtuluşa eresiniz.

78

Hem Allah uğrunda gerektiği gibi: Bu uğurda bütün gücünüzü seferber ederek cihad edin! Sizi O seçti: Dini için o tercih etti. Zaruret hallerinde dini kolaylaştırmak suretiyle üzerinize dinde bir güçlük de zorluk da yüklemedi. Namazları kısaltmak, teyemmüm, ölmüş hayvan eti yemek, hastalık ve yolculuk durumlarında oruç tutmamak bunun örnekleridir. Babanız İbrâhîm'in dini gibi. Bundan önce de bu kitaptan önce de bu kitapta da Kur’ân da da size müslüman adını O, Allah taktı ki, peygamber Kıyâmet günü size tebliğde bulunduğuna dair size karşı şahit olsun. Siz de evet siz de bütün insanlara karşı peygamberleri onlara tebliğde bulunduklarına dair şahitler olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın. Onu kılmaya devam edin! Zekâtı verin! Ve Allah'a sarılın: O'na güvenin ki, mevlanız, yardımcınız ve işlerinizi omuzlayan ancak O'dur. Ne güzel Mevla O! Ve ne güzel yardımcıdır size yardım edendir O.

Âyet-i kerîme’de geçen “ hakke ” lâfzımastariyet üzere mansûbdur. Âyet-in devamındaki “millete ” kaf harf-i cerrinin çekilmesiyle Mensûb olmuştur. “ İbrâhîm'e “ de atf-ı beyandır.

0 ﴿