23- MÜ’MİNÛN SÛRESİMekke'de nâzil olup, 118 Âyet-i kerîmedir Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismi ile. 1Mü'minler muhakkak felâhbulmuşlar korktuklarından emin, umduklarına nail olmuşlardır. Âyet-i kerîme’de geçen “ kad ”edatı olayın gerçekleşeceğini ifade etmek içindir. 2Onlar ki, namazlarında huşu tevazu sâhibidirler. 3Onlar ki, boş söz ve diğer faydasız şeylerden yüz çevirirler. 4Onlar ki, zekâtlarını verirler. 5Onlar ki, ırzlarını haramdan korurlar. 6Ancak zevcelerine yahut sağ ellerinin malik olduklarına cariyelerine karşı (olan münasebetleri) müstesna, eşlerinden yahut cariyelerinden başka ırzlarını haramdan korurlar. Çünkü onlar bunlarla ilişkilerinde kınanmış değillerdir. 7Artık kimde bunların eşleri yahut cariyeleri ile münasebette bulunmaya karşılık el ile şehvetini yerine getirmek gibi eş ve cariyelerinden ötesini ararsa, işte onlar kendilerine helâl olmayan şeye uzanan mütecavizlerin ta kendileridir. 8Onlar ki, emanetlerine ve kendi aralarında veya kendileri ile Allah arasındaki namaz ve benzeri konularda verdikleri söze riâyet ederler. Korurlar. Âyet-i kerîme’de geçen ”emanat” kelimesi müfred olarak da okunmuştur. 9Onlar ki, namazlarına devam ederler. Namazlarını vaktinde kılarlar. Yine bu âyette geçen “salavat” kelimesi müfred olarak da okunmuştur. 10İşte onlardan başkası değil sadece onlar varislerin ta kendileridir. 11ki, onlar Firdevs'e -ki, cennetlerin en yüksek cennetidir- varis olacaklardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Bu âyetlerde dönüşe (âhirete) işaret vardır. Bundan sonra başlangıcın zikredilmesi buna münasip düşmektedir. 12Yemin olsun! Biz insanı Âdem’i çamurdan (süzülmüş) bir hulasadan yarattık. “sülale “ “selel-tu'ş-şey'min'e-şşeyi “ Bir şeyi bit şeyden çıkardım, sözünden gelmektedir ki, o çıkan şeyde onun özüdür, hulasasıdır (Yani çamurun süzülmüş olan özünden demektir) Âyet-i kerîme’de geçen “ mîn-tının“ deki min harf-i cerri sülaleye taalluk etmektedir. 13Sonra onu Âdem’in nesli olan insanı emin ve sağlam bir yerde -ki, o da Rahîm'dir- bir nutfe meni yaptık 14Sonra o nutfeyi kan pıhtısı donuk kan hâline getirdik. Sonra kan pıhtısını bir çiğnemlik kadar bir parça et yaptık. O et parçasını da bir takım kemikler hâline getirdik. Derken kemiklere et giydirdik. Âyet-i kerîme’de geçen “ îzamen” kelimesi her iki yerde de bir kırâate göre “Azmen“olarak okunmuştur. Üç yerde zikri geçen “ halakna” kelimesi “sayyerna “ mânâsındadır. Sonra ona ruh üfleyerek başka bir yaratılış verdik. Yaratanların suret yapanların en güzeli olan Allah'ın şanı (bak) ne yücedir. “Ahsenu” kelimesinin mümeyyizi malum olduğu için hazfedilmiştir. Yani yaratma, suret yapma bakımından demektir. 15Sonra siz, bunun arkasından muhakkak öleceksiniz. 16Sonra siz Kıyâmet günü hesap vermek ve amellerin karşılığını almak için diriltileceksiniz. 17Yemin olsun ki, biz, sizin üstünüzde yedi yol yedi kat gök yarattık. Zira gökler meleklerin yollarıdır. Âyet-i kerîme’de geçen “ Teraik “ Tarikat'ın çoğuludur. Ve biz altındaki mahlukattan üzerlerine düşüp te onları helâk etmesinden gafiller değiliz. bilâkis göğü tutmaktayız “semayı da yere düşmekten o tutuyor. “ Hac-65 ayetinde olduğu gibi. 18Gökten de onlara yetecek kadar su indirdik de onu yerde iskân etik. Şüphesiz biz, onu gidermeye de kadiriz. Bu durumda insanlar hayvanları ile birlikte susuzluktan ölürler. 19İşte onunla sizin için hurmalıklardan, üzümlüklerden -ki, Araplar'ın meyvelerinin en çoğu bu ikisidir- nice bahçeler, bağlar yaptık ki, içlerinde sizin için bir çok yemişler var. Yaz ve kış onlardan yersiniz. 20Tur-i Sina dağından çıkan bir ağaç da yarattık ki, hem yağ bitirir. Hem de yiyenlere katık olur -ki, bu da zeytin ağacıdır - Âyet-i kerîme’de geçen “sina” kelimesi, bir yer ismi olduğu için alemiyet ve tenislikten dolayı gayrı munsarif olarak sin'in fethası ile de okunmuştur. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Tunbitu“ fiili sülasi olarak da okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen ”ed-duhn” kelimesinin başında bulunan“ Ba harf-i cerri bilinci kırâata göre zait, ikinci kırâata göre ise muteaddi içindir. Bu da zeytin ağacıdır. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “sibğın” kelimesi ”ed-dühn“ üzerine atıftır. Yani içine batırıldığında lokmaya renk veren bir katıktır -ki, o da zeytin yağıdır - 21Davarlarda deve, inek ve koyunlarda sizin için gerçekten kendisiyle ibret alacağınız bir ibret (ve) öğüt vardır, karınlarındaki şeyden sütlerinden size içiririz. Sizin için onlar da yünlerinden, tüylerinden, kıllarından ve bunlardan başka olan daha birçok faydalar vardır. Onlardan yersiniz de. 22Hem onların develerin hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız. 23Yemin olsun ki, biz Nûh'u kavmine (Peygamber) gönderdik de (onlara) şöyle dedi: “ ey kavmim! Allah'a ibâdet edin. O'na itâat edin. Onu birleyiniz. Sizin O'ndan başka hiç bir ilahınız yoktur. Allah'tan başkasına ibâdet etmenizle onun azâbından Hâlâ sakınmayacak mısınız? “ Âyet-i kerîme’de geçen “ min-ilahin“ ma'nın ismi, makablindeki câr-mecrûr da haberi, min harfi cerri ise zâittir. 24Bunun üzerine kavminden ileri gelen kâfir bir güruh kendilerine uyanlara şöyle dedi: “ Bu sizin gibi bir insandan başkası değildir. Kendisi başkan olmak ve siz de onun peşinden gidenler olmakla size karşı şereflenmek, üstünlük (sağlamak) istiyor. Eğer Allah kendinden başkasına ibâdet edilmemesini dileseydi, elbet bu hususta insan değil de melekler indirirdi. Biz evvelki atalarımızdan geçmiş ümmetlerden bunu Nûh'un davet etmiş olduğu tevhidi işitmedik. 25O, Nûh, kendisinde delilik hali bulunan bir adamdan başkası değildir. Onun için bir zamana ölme zamanına kadar onu gözetleyin!“ 26Nûh ”ey Rabbim! Onların beni yalanlamaları nedeniyle onları helâk etmen suretiyle onlara karşı bana yardım et!“ dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ onun duasını kabul ederek şöyle buyurdu. 27Biz de ona vahyettik ki: “Bizim gözetimimiz ve korumamız altında ve bizim emrimizle gemi yap. Sonra helâk etme emrimiz gelip fırıncıya âit fırın (ın) suyu kaynayınca -ki, bu Nûh (aleyhisselâm) için bir işaret (parola) idi- hemen ona gemiye (hayvanatın) her bir sınıftan erkek ve dişinin her bir sınıfından iki tane bir erkek ve bir dişi koy. “ Ve içlerinden helâk edileceklerine dair aleyhlerine söz geçmiş olanlar - ki, onlar da (kafir olan) hanımı ile Sam, Ham ve Yafes'in aksine oğlu Kenan'dı - dan başka ehlini de (îman eden) hanımını ve çocuklarını da (yükle). Bunun üzerine Nûh (aleyhisselâm) üç oğlunun hanımları ile birlikte ehlini gemiye bindirdi - Hûdsûresinde ise “îman edenleri de (yükle) zaten onun beraberinde bulunan az kimseden başkası da îman etmemişti “ (Hûd-40) buyrularak îman edenlerin azlığına dikkat çekilmiştir. Hanımları ile birlikte altı kişi oldukları rivâyet edilmiştir. Yine rivâyet edildiğine göre gemide olanların tümü yetmiş sekiz kişiden ibaretti. Bunların yarısı erkek, yarısı ise kadındı. O zulmedenler küfredenler hakkında bana helâk edilmemeleri için niyazda bulunma! Çünkü onlar boğulacaklardır. Âyet-i kerîme’de geçen “ isneyni “kelimesi “ üslük“ fiilinin mef'ûl-ı olup (min“ harf-i cerri ise “üslük“ fiiline taalluk etmektedir. (Biz de meali buna göre verdik - Doğrusunu Allah bilir) Hadîs-i şerifle bildirildiğine göre: Allahü teâlâ Nûh (aleyhisselâm) için yırtıcı hayvan ile kuşları ve bunlardan başka diğer hayvanları bir araya getirip, iki elini de her bir sınıf hayvanın üzerine gezdirmeye başladı. Bunun üzerine sağ eli erkek, sol eli ise dişi üzerine temas ederek bu şekilde onları gemiye yükledi. Âyet-i kerîme’de geçen “ külli “kelimesi bir kırâata göre tenvinli olarak okunmuştur. Buna göre “zevceyni “kelimesi “ Üslük“ fiilinin mef’ûlü. “isneyni “kelimesi de onu fekit etmektedir. 28Artık sen ve beraberindekiler geminin üstüne doğrulunca hemen (şöyle) de: “Bizi o kâfirler güruhundan ve onların helâk edilmesinden bizi kurtaran (selamete erdiren) Allah'a hamd olsun. “ 29Gemiden ineceğin esnada (şöyle) de: “ ey Rabbim! Beni indirilişi yahut yeri bereketli (olan) bir yere indir, sen bahsi geçen şeye konuklayanların en hayırlısısın!“ Âyet-i kerîme’de geçen “ münzelen” kelimesi masdar yahut ism-i mekandır ve Za'nın kesresi ile birlikte mim'in fethası ve kesresi ile de okunmuştur. Konaklama yeri demektir. 30Şüphe yok ki, bunda anlatılan Nûh'un ve geminin kıssasında ve kâfirlerin helâk edilmeleri meselesinde Allahü teâlâ'nın kudretine delâlet eden birçok ibretler alametler vardır. Doğrusu durum şu ki, Nûh'u onlara göndermek ve onun (onlara) nasihati ile Nûh'un kavmini imtihan edenleriz. Âyet-i kerîme’de geçen “ in“ şeddeden tahfiflenmiştir. İsmi ise zamir-i şandır. 31Sonra arkalarından başka bir nesil kavim yarattık. Onlar da Âd kavmidir. 32Onlara da kendilerinden bir peygamber (olarak) Hûd'u gönderdik. “ Allah'a kulluk edin! Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. Azabından korkmuyor musunuz “ da îman etmiyorsunuz (dedi). 33Onun kavminden - dünya hayatında kendilerine nimet verdiğimiz hâlde küfredip âhirete kavuşmayıâhirete varılacağını yalanlayan - bir güruh dedi ki: “ Bu sizin gibi insandan başka bir şey değildir. Sizin yediğinizden yiyor; içtiğinizden içiyor!“ 34Vallahi, eğer kendiniz gibi bir beşere itâat ederseniz, bu takdirde ona itâat ettiğiniz vakit muhakkak siz ziyan etmiş aldanmış olursunuz. Âyet-i kerîme’de hem kasem, hem de şart yer almaktadır. Cevap cümlesi ise onlardan birincisine aittir. Bu cevap ta ikincisinin cevabına gerek bırakmamaktadır. 35Size, öldüğünüz, bir toprak ve bir yığın kemik olduğunuz vakit (diriltilip) çıkarılmış olacağınızı mı vaad ediyor? Âyet-i kerîme’de geçen “ muhrecun” kelimesi birinci ”enne “ nin haberidir, ikinci “ Enne “ise birincisini te'kid etmektedir. Çünkü (âmil ile ma’mûl arasındaki) fâsıla uzamıştır. 36O size vaat olunan kabirlerden çıkarılmak ne kadar uzak! Ne kadar uzak!“ Lima-tuadune “ deki ”Lâm “ise zaid olup beyan içindir. Âyet-i kerîme’de geçen “ heyhate ” kelimesi mazi isim fiildir. Masdar mânâsındadır. Yani uzak oldu, uzak oldu (uzak, uzak mânâsındadır) 370hayat bizim dünya hayatımızdan başkası değildir! Biz ölürüz, oğullarımızın yaşamasıyla yaşarız (neslimiz devam eder). Ama öldükten sonra diriltilmeyiz. 38O, peygamber Allah'a karşı yalan iftira eden bir adamdan başkası değildir. Biz ona inanıcılar değiliz. “yani öldükten sonra dirilmeyi tasdik ediciler değiliz. 39(O peygamber) “Rabbim beni yalanlamalarına karşı sen bana yardım et“ dedi. 40(Allahü teâlâ ) “Az bir zaman (sonra) mutlaka inkârlarına ve yalanlamalarına pişman olacaklar. “ Buyurdu. Âyet-i kerîme’de geçen “ min“ harf-i cerri zâittir. 41Nihayet onları adaletli olan azap ve helâksayha (sı) yakalayıverdi de öldüler de kendilerini çörçöp hâline getirdik Güsa: Kuruyan bitki demektironları kurumuş ot gibi hâle getirdik. Rahmetten ırak olsun zâlim, yalanlayan kavim! 42Sonra onların arkasında başka nesiller, kavimler yarattık. 43Hiçbir ümmet, ecelinden önce ölmek suretiyle ecelini ne geçebilir, ne de ecelini geriletebilir. Mana dikkate alınarak, zamir müennes olarak getirildikten sonar müzekker getirildi. 44Sonra biz her ikisi arasında uzun bir zaman bulunarak peyderpey peş peşe peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete peygamberi geldikçe, onu yalanladılar. Biz de onlardan kimini helâk etmek üzere kiminin arkasına kattık. Ve onları dillere destan ettik. Artık uzak olsun inanmayan kavim! Âyet-i kerîme’de geçen “ cae-ümmeten” kelimeleri iki hemzenin tahkiki ve hemze ile vav arasında ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur. 45
Âyetin tefsiri için bak:46 46Sonra Mûsa ile kardeşi Harun'u mu'cizelerimizle ve apaçık hüccetimizle -ki, onlar da (beyaz) el, asa ve bunlardan başka diğer mu'cizelerdir- Fir’avun ve onun ileri gelenlerine gönderdik de mu'cizelere ve Allah'a îman etmeyi kibirlerine yediremediler. Onlar zulüm ile İsrâîloğulları'na büyüklük taslayan zorba (ve müstebit) bir kavim idiler. 47Onun için dediler ki: “kavimleri bize boyun büküp itâat' ederlerken bizim gibi iki beşere îman mı edecekmişiz? “ 48Böylece onları yalanladılar. Ve ardından helâk edilenlerden oldular. 49Yemin olsun! ki, biz Mûsa'ya kavmi beni İsrâilbelki Tevrat sayesinde delâletten hidâyete kavuşurlar diye, o kitabı Tevrat'ı verdik. Fir’avun ve kavmi helâk olduktan sonra Tevrat toptan kendisine verildi. 50Meryemin oğlu Îsa'yı da, anasını da bir mu'cize kıldık. Allahü teâlâ iki mu'cize buyurmadı. Zira her ikisi hakkındaki mu'cize tektir. O da Îsa (aleyhisselâm)'ın babasız olarak doğmasıdır. Her ikisini de düz orada oturanların üzerinde oturabileceği sebilde dümdüz ve suyu gözlerin göreceği şekilde açık akar suyu bulunan yüksek bir yerde barındırdık. Buranın Beyt-i Makdis veya Dımışk veya Filistin olduğu yönünde görüşler vardır. 51Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yeyin. Ve farz ve nafile olarak güzel amel işleyin. Zira ben yaptıklarınızı hakkıyla bilenim. Buna göre size mükâfat vereceğim. 52Ey Muhataplar biliniz ki, şu İslâm dini bir tek din olarak sizin dininizdir. Yani bu tek din üzerine olmanız gerekir. Ben de sizin Rabbinizim. Benden sakının. Âyet-i kerîme’de geçen “ ummeten vahideten” kelimesi hâl-i lazımedir. Âyet-i kerîme’deki “ Enne “ Bir kırâatte nun'un sükunu ile, başka bir kırâatte de başlangıç cümlesi olarak, şeddeli olarak kesre ile de okunmuştur. 53Fakat peygamberlere uyanlar dinlerinde Yahûdilik, hıristiyanlık ve bunlardan başka diğer bâtıl dinler gibi muhtelif fırkalara gruplara ayrılmak, her fırka kendi yanındaki din ile böbürlenmek suretiyle parça parça oldular. Âyet-i kerîme’de geçen “ zubur” kelimesi “ Tekatte'u“ fiilindeki fail olan zamirden hâldir. 54Şimdi sen onları Mekke kâfirlerini bir zamana ölüp gidecekleri bir zamana kadar sapıklıkları içinde bırak. 55
Âyetin tefsiri için bak:56 56Dünyada Kendilerine verdiğimiz mal ve çoluk çocukla, biz onların hayırlarına acele ettiğimizi mi sanıyorlar? Hayır, bilâkis onlar bunun kendileri için bir istidrac olduğunun farkına varmıyorlar. 57Gerçekten Rablerinden hayâ ederek azâbından korkanlar 58Ve Rablerinin âyetlerine Kur’ân’a îman edenler, tasdik edenler 59Rablerine başkasını ortak koşmayanlar! 60Rablerinin huzuruna döneceklerinden kendilerinden kabul edilmeyeceğinden yürekleri korku ile titreyerek verdiklerini zekat ve yaptıkları sâlih amelleri (ona göre) verirler (ve işlerler). Âyet-i kerîme’de geçen ”enne “ den önce mukadder bir harfi cer lâmı vardır. 61İşte bunlar hayırlarda sürat yarışı yaparlar. Ve bunlar Allah'ın ezelî ilminde hayırlar için önde gidenlerdir. 62Biz hiç bir kimseye gücünün takatinin yeteceğinden başkasını teklif etmeyiz. Mesela ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyen kimse, oturarak kılsın. Oruç tutmaya gücü yetmeyen kimse, yesin. Nezdimizde hakkı söyleyen kişinin yaptıklarını söyleyen bir kitap -ki, o da amellerin kendisinde yazıldığı Levh-ı mahfuzdur - Onlar amelde bulunan kişiler asla hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmazlar iyi amellerin sevabından eksiltilmez. Günahlara da ilave de bulunulmaz. 63Fakat onların kâfirlerin kalpleri bu Kur’ân dan (tam bir) cehalet içindedirler. Hem onların bundan mü'minler için anlatılan şeylerden başka bir takım (kötü) işleri vardır ki, onlar için çalışıp dururlar. Bu nedenle yaptıklarına karşı azap göreceklerdir. 64Nihayet refah içinde olan zengin ve reislerini azap ile Bedir gününde kılıç ile yakaladığımız vakit, hemen feryada başlayacaklardır. 65Kendilerine şöyle denilir: “Bugün feryat etmeyin. Çünkü bizden kurtulamayacaksınız. 66Karşınızda Kur’ân âyetlerimiz okunuyordu da siz gerisin geri dönüyordunuz. 67Ona Kâbe ye yahut Harem-i şerife, biz onun ehliyiz, emniyet içindeyiz. Diğer insanlar yurtlarında böyle değildir bahanesiyle inanmayı kibrinize yediremiyor, müsamereler yaparak geceleyin cemâat halinde Beytullah’ın etrafında sohbetler yaparak Kur’ân’ı terk ediyordunuz. Âyet-i kerîme’de geçen “samiren” kelimesi hâl'dir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tehcurun“ Bu şekilde sülasi babından okunduğunda Kur’ân’ı terk ediyorsunuz. Rubaiden okunduğunda peygamber ve Kur’ân hakkında hezeyanda bulunuyorsunuz manasını ifade etmektedir. 68Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “ Bu kelâmı peygamberin doğruluğunu gösteren Kur’ân’ı iyice düşünmediler mi? Yoksa onlara evvelki atalarına gelmemiş bir şey mi (Peygamber mi) geldi? “yeddebberu” kelimesinin aslı Yetedebberu idi. Ta dal'a idgam yapılmıştır. 69Yoksa Peygamberlerini tanımadılar da, onun için mi onu inkâr ediyorlar? 70Yoksa “onda bir delilik var” mı diyorlar? Bu dört yerdeki istifham muhataba, peygamberin doğruluğunu, evvelki ümmetlere peygamberlerin geldiğini, peygamberlerinin doğruluğunu ve emanetini bildiklerini ve peygamberde asla deliliğin bulunmadığı gerçeğini ikrar ettirmektedir. bilâkis O, onlara hakkı tevhid esasını ve İslâm kanunlanını içine alan Kur’ân’ı getirmiştir. Fakat onların çoğu haktan hoşlanmıyorlar. Âyet-i kerîme’de geçen “ Bel “intikal içindir. 71Eğer hak Kur’ân onların istediği Allah'ın ortağı ve çocuğu -ki, Allah bunlardan münezzehtir, Yücedir- gibi şeyleri getirmek suretiyle keyiflerine tâbi olsaydı, göklerle yer ve bunların içinde bulunanlar muhakkak fesada uğrardı. Yani Hâkim birden fazla olunca adeten (ve aklen) bir konuda aralarında çekişeceklerinden dolayı gökler ve yerler görülen şu nizam ve intizamdan çıkardı. Hayır! Biz onlara şereflerini şerefleri onda olan Kur’ân’ı getirdik. Ama onlar şereflerinden yüz çeviriyorlar. 72Yoksa sen onlardan kendilerine getirmiş olduğun îman etmeye karşı bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin mükâfatı sevabı, rızkı daha hayırlıdır. Hem O, rızık verenlerin ve mükâfat verenlerin en iyisidir. Âyet-i kerîme’de geçen “ hare “ile ” haraç” kelimeleri bir kırâatte her iki yerde de Harcen, diğer bir kırâatta da iki yerde de Haracen şeklinde okunmuştur. 73Şüphesiz sen, onları dosdoğru bir yola İslâm dinine çağırıyorsun. 74Fakat âhirete öldükten sonra dirilmeye, sevaba, cezaya inanmayanlar bu yoldan sapmaktadırlar. 75Şayet biz, onlara acıyıp da içinde bulundukları zararı Mekke'de yedi yıl kendilerine dokunan açlığı, (kıtlığı) giderseydik, mutlaka yine şaşkın şaşkın sapkınlıklarında ısrarla devam edeceklerdir. 76Yemin olsun ki, biz onları açlık azâb (ı) ile yakaladık da yine Rablerine baş eğmediler. Onlar dua ederek (el açarak) Allah'a yalvarmazlar. 77Nihayet üzerlerine azâbı çetin olan bir kapı açtığımız vakit bakarsın onlar onun içinde her türlü hayırdan ümitlerini yitirmişlerdir. Bu da Bedir gününde öldürülmeleri ile gerçekleşmiştir. Âyet-i kerîme’de geçen “ hatta “ ibtida içindir. 78 Hâlbuki sizin için kulakları, gözleri, kalpleri yaratan O'dur. Ne az şükrediyorsunuz. Âyet-i kerîme’de geçen “ ma “ azlığı kuvvetleştirmektedir. 79Yeryüzünde sizi yaratan O'dur. Hepiniz ancak O'na döndürüleceksiniz. 80O, bir çiğnemlik et parçasına ruh üfleyerek dirilten ve öldürendir. Geceyle gündüzün karanlığı, aydınlığı, uzaması, kısalması ile değişmesi de hep ona aittir. Hâlâ O yüce yaratıcının yaptıklarını düşünmez misiniz de ibret almıyorsunuz? 81Hayır! Onlar evvelkilerin dediği gibi dediler. 82Onlar evvelkiler, “öldüğümüz ve bir toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Hakikaten biz mi diriltileceğiz? Hayır! Demişlerdir. Hemze her iki yerde de tahkik ve aralarında elif getirmek ve elifi terk etmekle birlikte iki vecih üzere ikinci hemzenin teshili ile de okunmuştur. 83Yemin ederiz ki, bize de atalarımıza da daha önce bu öldükten sonra dirilmek vaat olunmuştur. Bu evvelkilerin gülünç ve şaşılacak şeyler gibi uydurmalarından başka bir şey değildir. Demişlerdir. Âyet-i kerîme’de geçen ”esatir” kelimesi Usture'nin çoğuludur. 84Onlara de ki: “kimindir o yer ve ondaki bütün mahlukat, onların yaratıcısını ve sâhibini biliyor musunuz? 85“Allahü teâlâ'nındır“ diyecekler, onlara “o hâlde hiç öğüt almaz mısınız? Siz ki, bilesiniz ilk defa yaratmaya kadir olan öldükten sonra tekrar yaratmaya da kadirdir“ de. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tezekkerun” kelimesi ikinci Fa'nın Zal'a idgam edilmesiyle de okunmuştur. 86(Yine) De ki: “kim o yedi göğün rabbi ve O büyük arşın, Kürs'ün sâhibi? “ 87“Allah“ diyecekler. “ O hâlde ondan başkasına tapmaktan sakınmaz mısınız “ de. 88De ki: “ her şeyin mülkü elinde olan kimdir ki, O himaye ediyor. Asla himaye edilmiyor? Biliyorsanız “ (Haydi söyleyin). “melekut” kelimesindeki ta mübalağa ifade etmek içindir. 89(Yine) “Allah“ diyecekler. De ki: “O hâlde nasıl aldanıyor haktan, bir olan Allah'a ibâdetten döndürülüyorsunuz? Yani nasıl, bâtılmış izlenimini size veriyor? Âyet-i kerîmelerde geçen Allah lafz-ı celili iki yerde de bahsedilen şeyler kime aittir, manasına binaen, lâm harf-i cerri ile de okunmuştur. 90Hayır! Biz onlara hakkı doğruyu getirdik. Ama onlar onu reddetmede kesinlikle yalancıdırlar. 91O hak şudur Allah, hiç evlât edinmiş değildir, onunla birlikte hiç bir ilah da yoktur. O takdirde onunla birlikte bir ilah olsaydı her ilah kendi yarattığını götürür. Yani onda münferit kalır, diğer ilahın kendi yarattığına hakimiyetini men etmeye çalışır ve (böylece) elbette gâlip gelmek için dünya krallarının durumu gibi onlardan kimi kimine üstün olmaya çalışırdı. Onların vasf (u- isnad) ettikleri bu gibi şeylerden Onu tamamen tenzih ederiz. 92Gizliyi de aşikârı da görünmeyeni de görüneni de bilendir. O, onların kendisine ortak koştukları o gibi şeylerden yücedir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Âlimi'l-gayb“ cer ile okunduğunda sıfat, ref okunduğunda ise mukadder Hüve'nin haberi olur. 93De ki: “ ey Rabbim! Eğer onlara vaad edilen Bedir’de öldürülmeleri ile gerçekleşecek olan azâbımutlaka (bilfiil) bana göstereceksen; Bu âyette geçen “ îmma” kelimelerinde şart edatı olan în harfinin nun'u zait olan ma harfine idgam yapılmıştır. 94O hâlde, Rabbim, beni zâlimler güruhunun içinde bırakma ki, onlarla birlikte helâk olmayayım. “ 95Onlara vaad ettiğimiz şeyi sana göstermeye elbette kaadiriz. 96Sen kötülüğü onların sana yaptıkları eziyeti en güzel haslet olan aldırış etmemek ve onlardan yüz çevirmekle bertaraf et. Bu emir, kılıç âyeti ile neshedilmiştir. Biz onların neler vasfetmekte olduklarını çok iyi bileniz onların yalanlarını ve dedikleri şeyleri çok iyi bileniz. Ve yaptıklarının karşılığını vereceğiz. 97De ki: “ ey Rabbim! Şeytanların vesvese vererek dürtüklemelerinden (tahriklerinden) sana sığınırım. 98Ey Rabbim! Onların işlerimde huzurumda (yanımda) bulunmalarından sana sığınırım. Zira onlar ancak kötülükle gelirler. 99Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, cehennemdeki yerini ve îman etseydi (gireceği) cennetteki yerini görünce (şöyle) diyecektir: “Rabbim, beni (dünyaya) geri çeviriniz! Âyetin“Beni çeviriniz “ şeklinde çoğul gelmesi saygı ifade eder. 100Ta ki, ben zayi ettiğim ömür (denen) şeyde, ömrümün mukabilinde olacak “ Allah'tan başka hiçbir ilâhın olmadığına şehadet ederek “iyi amelde bulunayım. “ Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyuracak: Hayır! Yani asla geri dönüş yok. Bu, Rabbim“Beni geri çevir “sözü sadece onun söylediği bir kelimedir. Yani boş bir laftan ibaretti. Önlerinde ise diriltilecekleri güne kadar -ki, o günden sonra zaten dönüş yok, geri dönmekten onları engelleyen-bir perde vardır. 101Birinci ve ikinci Sûr’a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında övünecekleri ne bir nesepleri vardır. Dünyadaki durumlarının aksine ne de neseplerinden birbirlerine soruşurlar. Çünkü Kıyâmetin bazı duraklarında kendilerini meşgul eden çok büyük bir iş, neseplerini soruşturmaktan alıkoyacaktır. Bazı durak yerlerinde ise ayılacaklar (kendilerine gelip soruşacaklar). Âyette “onlar birbirlerine dönerek durumlarını sorarlar“ Buyrulmuştur. (Demek ki, bu iki âyet arasında çelişme yoktur.) (Saffat: 27) 102Kimin tartıları iyilikleri ağır gelirse, işte onlar felâhbulanların umduklarına nail olanların ta kendileridir. 103Kimin de tartıları kötülükleri yüzünden hafif gelirse, onlar da kendilerine yazık edenlerin ta kendileri olup, onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. 104Ateş yüzlerini yakar, orada onlar üst ve alt dudakları açılıp dişleri sırıtıp kalacaktır. 105Onlara şöyle denilecektir“Benim Kur’ân âyetlerim size okunurken onlarla korkutulurken, onları yalanlayanlar siz değil miydiniz? “ 106“ ey Rabbimiz! Bedbahtlığımız bize galebe etmişti. Ve bizler hidâyetten sapanlar güruhu idik “ Âyet-i kerîme’de geçen “ Şikvetuna” kelimesi “ Şekavetuna “ şeklinde de okunmuştur. Her ikisi de aynı manada olan İki masdardırlar (kötü âkıbet). 107Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar! Eğer yine muhalefet yapmaya dönersek, o takdirde zâlimler biziz!“ derler. 108Allahü teâlâ (aradan) dünya sûresinin iki katı kadar geçtikten sonra (cehennem bekçisi) Malik'in lisanı ile onlara “sinin orada, cehennemin içinde zelil ve hakir olduğunuz hâlde (benden) uzak olun! Azabın sizden kaldırılması hususunda Benimle konuşmayın! Bunun üzerine ümitleri kesilir. 109Çünkü kullarımdan bir fırka vardır ki, -ki, onlar da muhacirlerdi- ”ey Rabbimiz! Biz îman ettik; bizi bağışla, bizi esirge. Sen esirgeyenlerin en hayırlısısın“ derlerken 110Siz onları eğlenceye aldınız -Bilal, Suheyb, Ammar ve Selman bunlardan bir kısmıydı- Hatta bu, beni hatırlamayı size unutturdu. Nihayet onlarla meşgul olup alay etmeniz sebebiyle beni anmayı terk ettiniz. Unutturma sebebi fakir muhacirler olduğundan unutturma işi bunlara isnad edilmiştir. Siz onlara gülüyordunuz. Selman yerine Habbab denilseydi dahadoğru olurdu. Zira Selman muhacirlerden değildi Râvi) Âyet-i kerîme’de geçen “suhriyyen” kelimesi Sin'inkesresi ile de okunmuştur, masdar olup eğlenmek manasmdadır. 492 Âyet-i kerîme’de geçen “ înne “istinaf cümlesidir. Fetha okunduğunda “ ceza “ fiilinin ikinci mef’ûlü olur. 111Ben sizin onlarla alay edip, eziyet etmenize karşı sabretmelerine mukabil bugün onları devamlı nimetlerle mükâfatlandırdım. Şüphesiz ki, onlar muradlarına erenlerin ta kendileridir. “ Buyurdu. 112Allahü teâlâ Malik'in lisanı ile yine şöyle buyurur: “yerde dünyada ve kabirlerinizde kaç yıl kaldınız? “ Âyet-i kerîme’de geçen “ kale “ fiili “kul “olarak ta Okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “sinine ” kelimesi temyizdir. 113Onlar: “Bir gün yahut bir günden daha az kaldık içinde bulundukları azâbın büyüklüğünden dolayı bu sureyi küçük görüp bu konuda şüpheye düşmüşlerdir. Sayanlara halkın amellerini sayan meleklere soruver!“ derler. 114Allahü teâlâ Malik'in lisanı ile buyurur: “siz ancak pek az kaldınız. Şayet kaldığınız sürenin uzunluğunu bilseydiniz. Cehennemde kalmanıza nisbetle bu süre pek az olurdu. Âyet-i kerîme’de geçen “ kale “kelimesi önce geçen âyette olduğu gibi ” kul “olarak ta okunmuştur. 115“ya sizi bir hikmet için değil de ancak boş yere yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi sandınız? ” hayır! Mesele sizin sandığınız gibi değildir. bilâkis biz, sizi emir ve yasakla mükellef kılmak, sonra da bize dönesiniz ve biz de, mükellefiyeti yerine getirmeye karşılık mükafatlandıralım diye sizi yarattık. “ Ben insanları ve cinleri ancak (beni bilsinler ve) bana ibâdet etsinler diye yarattım “ (Zariyet: 56) Âyet-i kerîme’de geçen ”lâ terci'un” kelimesi meçhûl sigasıyla da okunmuştur. 116(Kayıtsız şartsız) Hâkim ve Hak olan Allah abes ve buna benzer zatına yakışmayacak şeylerden çok yücedir. O'ndan başka ilah yoktur. Kerim olan arş ve kürsün sâhibidir. Arş, çok güzel taht demektir. 117Her kim Allah ile beraber hakkında hiçbir delili bulunmayan başka bir ilaha taparsa onun hesabı, cezası ancak Rabbinin nezdindedir. Durum şu ki, kâfirler felâha saadete kavuşamazlar. Âyet-i kerîme’de geçen “ Lâ-burhane-lehu bihi “ cümlesi (ilah'ın) sıfat-t kaşifedir bu sözün mefhumu muhalifi yoktur. 118De ki: “ ey Rabbim! Mü'minleri bağışla! Ve merhamet et! Rahmette mağfiret üzerinde ziyadelik vardır. Sen merhametlilerin en hayırlısısın. Sen en güzel acıyansın. |
﴾ 0 ﴿