24 - NÛR SÛRESİMedine'de nâzil olup, 64 âyet i kerîmedir Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle 1Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir suredir Biz onda açık seçik âyetler delâletleri net olan âyetler indirdik ki, beller, tutasınız, düşünüp öğüt alasınız diye. Âyet-i kerîme’de geçen “farednaha” lâfzışeddesiz ve sûre içindeki farzların çokluğuna binaen şeddeli olarak okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tezekkerune ” lâfzında, ikinci Ta Zal'e idlgam edilmiştir. 2Zina eden kadın ve zina eden erkekten evli olmayanlardan - çünkü evli olmaları durumunda recm olunacakları sünnetle sabittir- herbirine yüz celde değnek vurun. (Arapça'da) “ celedehü “ (onu celdeledi), “ darebe cildehü“ cildine sopa attı) mânâsında kullanılır. Buna ilaveten -sünnetle sabit olmak üzere- bir yılda sürgün edilirler. Köle durumunda olanlar da mezkûr hükümlerin yarısına tabidirler. Bunlara tatbik edeceğiniz haddin bir kısmını terk etmek suretiyle Allah'ın dini hükmü hususunda o ikisine karşı sizi sakın bir acıma duygusu kaplamasın! Eğer Allah'a ve âhiret gününe öldükten sonra tekrar diriliş gününe inanıyorsanız..... Bu cümle, şart edatının öncesindeki cümlenin ifade ettiği hükmü uygulamayı teşvik mahiyetindedir. Aynı zamanda o cümle şartın cevabı yahut cevabına delâlet eder durumundadır. Mü'minlerden bir taife de bunların cezasına onlara atılan sopaya şahit olsun. Taife, bir görüşe göre üç, bir görüşe göre de şahitler adedince; dört kişiden oluşur. Âyet-i kerîme’de geçen ”ez-Zaniyetü ve'z-Zani “ lâfızlarının başındaki “ el “ Takısı mevsûle olup, mübteda durumundadır. Şarta benzemesi dolayısıyla da, haberi durumundaki “ feclidü“ cümlesinin başına “ fa “ gelmiştir. 3Zina eden bir erkek, ancak zina eden bir kadınla veya müşrik bir kadınla nikâhlanabilir evlenebilir. Zina eden bir kadını da, ancak zina eden bir erkek veya müşrik nikâh edebilir. Yani her birine uygun olan bu zikredilendir. Seçkin mü'minlere bu zinakâr kadınlarla evlenmek haram kılınmıştır. Fakir durumunda olan muhacir erkekler, kendilerine infakta bulunurlar diye zengin durumundaki fahişe müşrik kadınlarla evlenmeye kalkışınca bu âyet-i ketime nâzil olmuştur. Bunu göz önünde bulunduran bir görüşe göre haramlılık onlara mahsustur. Diğer bir görüşe göre ise, âyet-i kerîme’nin ifade ettiği hüküm umumidir. Ancak Allahü teâlâ'nın: “ Bir de sizden bekâr olanları evlendirin mealindeki âyeti ile neshedilmiştir. (Nûr: 32) 4Namuslu iffetli kadınlara zina ile isnadda bulunup sonra, onları zina ederken gördüklerine dair dört şahit getirmeyenler olursa bunlara da bunlardan her birerlerine seksen değnek vurun! Ve hiç bir konuda şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin! Bunlar büyük bir günaha irtikap ettikleri için fâsıkların ta kendileridirler. 5Ancak bu iftiradan sonra tevbe edip amellerini düzeltenler müstesna! Çünkü Allah onların iftiralarını çok bağışlayıcı ve kendilerine tevbeyi ilham etmekle onlara karşı çok merhametlidir. Binaenaleyh böylece fasıklıkları sona erer ve şahitlikleri kabul edilir. Bir görüşe göre ise, şahitlikleri kabul edilmez. Çünkü istisna son cümleyi; “onlar fâsıkların ta kendisidir“ cümlesini bağlamaktadır. 6Eşlerine zina ile isnadda bulunup da bu konuda kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince -Bu hâl, bir grup sahâbinin başına gelmiştir- onlardan her birinin, kendisinin zevcesine isnad ettiği zina konusunda doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına şahadet etmesi. Âyet-i kerîme’de geçen “sehâdetü “ lâfzı mübteda, “ erbea şehadatin“ de masdariyyet üzere mansûbdur. 7Beşinci defasında da; eğer bu konuda yalancılardansa, Allah'ın lâneti kendi üzerinedir demesi, üzerinden iftira haddini kaldırır. Bir önceki âyette geçen mübtedanın haberi: “ Tedfeu an-hü hadde'l-Kazfidir “ 8Kadından cezayı erkeğin şehadetiyle sabit olan zina haddini dört defa kocasının, kendisine isnad ettiği zina konusunda yalancılardan olduğuna dair Allah adına yemin ile şahitlik etmesi kaldırır defeder. 9Beşincisinde ise eğer kocası bu konuda doğru söyleyenlerdense, Allah'ın gazâbının kendisi üzerine olmasını söylemesidir. 10Eğer Allah'ın bu konudaki suçunuzu örtmek suretiyle fazlu rahmeti üzerinize olmasaydı ve Allah gerek bu konuda ve gerekse diğer konularda tevbeyi kabul buyurmakla tevbeleri kabul eden ve (yine) hem bu hususta, hem de diğer hususlarda vermiş olduğu hükmünde hikmet sâhibi olmasaydı, bu konuda gerçeği ortaya koyar ve cezayı hemen müstahakkına verirdi. 11Mü'minlerin annesi Hazret-i Âişe (radıyallahü anha)'ya isnaden Bu ağır iftirayı: Bu en kötü yalan haberi uyduranlar, şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Mü'minlerden olan bir cemâattır. Hazret-i Âişe'nin ifadesiyle: “ hassan b sabit, Abdullah İbn Übeyy, Mistah ve Hamne bintu Cahş'dırlar ”ey bu iftirayı uyduran grubun dışında kalan mü'minler! Onu hakkınızda şer saymayın. bilâkis o hakkınızda bir hayırdır. Bu sayede Allah, sizlere bolca ecir bahşedecek, Âişe ve onunla birlikte gelenin itham edildikleri suçtan beraatlerini izhar edecektir. Hazret-i Âişe ile birlikte gelen Safvan idi. Nitekim Hazret-i Âişe validemiz anlatıyor: “Ben, örtü âyeti indirildikten sonra bir gazvede Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le beraberdim. Rasûlüllah gazvesini tamamlayıp geri döndü ve Medine'ye yaklaştı. Bir gece yola çıkılacağını duyurdu. Bunun üzerine ben de gidip ihtiyacımı giderdim ve kervanın konaklama yerine geri döndüm. Bir de gördüm ki, gerdanlığım kesilmiş. — “ikd“ aynin kesresi ile, “kılâd e “ (gerdanlık) demektir— Gerdanlığımı aramak üzere geri döndüm. Onlar, içinde olduğumu düşünerek, hevdecimi-Hevdec, içine binilen binektir— deveme yüklemişler. O sıralar kadınlar az yemek yediklerinden hafiftiler. - “ ulka “ Ayn'ın zammesi ve Lâm'ın sükunu ile, az yemek mânâsındadır- Gerdanlığımı buldum ve onlar hareket ettikten sonra ordunun bulunduğu yere geldim. Daha önce bulunduğum yere varıp oturdum. Yokluğumu hissedecek ve bana geri dönecekler, diye düşündüm. Ben böyle düşünürken üzerime uyku çöktü ve uyumuşum. Safvan da ordunun arkasında kalmış, gecenin son kısmında konaklamış ve sabaha doğru hareket etmişti. “ Arrese ”Ve “ iddelece ” kelimeleri, Ra'nın ve Dal'ın şeddesi ile, gecenin sonunda istirahata çekilmek ve hareket etmek manalarındadırlar — Ordunun konaklama yerine vardığında şafak sokmuştu. Derken oracıkta uyuyan bir insan karartısı -, şahsı- görmüş ve görünce beni tanımış. Hicab âyetinden önce de beni görürdü. O’nunbeni tanıyıp istirca1 etmesiyle- “İnna lillah ve inna ileyhi râciûn“ demesiyle — uyanıverdim ve derhal cilbabımla yüzümü örttüm. — çarşafımla yüzümü kapadım- Vallahi ne benimle bir kelime etti ne de ondan bir kelime duydum. Ancak devesini çökertince “înna lillah ve inna ilayhi raciûn“ dediğini işittim. Devenin ön ayağına bastı ve ben üzerine çıktım. Böylece bindiğim devenin yularını tutarak yoluna devam etti. Nihayet öğlen sıcaklığında konakladıktan sonra Kaylûle hâlinde iken orduya yetiştik —” mûğirine “if al babından olup, sıcak bir yerde durmuş olarak, mânâsındadır- işte tam bu sırada benim hakkımda helâke giden gitti. Onlar içinde günahın büyüğünü yüklenen ise Abdullah b Übeyy İbn Selül idi. “ hazret-i Âişe'nin sözü burada sona erdi. Allahü teâlâ buyuruyor ki, O iftiracılardan her birine boynuna bu hususta kazandığı vebal vardır. Günahın büyüğüne sahip olana ise vebalin büyüğünü yüklenip ilk önce içine dalan ve onu yayana ise —ki, o da Abdullah b Übeyy'dir— büyük bir azap vardır. O azap da âhiretteki cehennem ateşidir. 12Ne olurdu, onu işittiğiniz vakit erkek ve kadın mü'minler kendileri hakkında birbirleri hakkında hüsn-ü zanda bulunsalar ve “ Bu açık bir iftiradır, açık bir yalandır“ deselerdi! Burada muhataptan gaibe iltifat edilmiştir. Yani ey grup! Böyle zannetseydiniz ve böyle deseydiniz ya! 13 Onlar o grup buna onu bizzat müşahede eden dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahit getiremediler. O hâlde onlar Allah katında O’nun hükmüne göre, bu konuda yalancıların ta kendileridirler. 14Eğer dünya ve âhirette Allah'ın fazl-u rahmeti üzerinize olmasaydı, siz ey grup o akıp gittiğiniz daldığınız dedikodu sebebiyle size muhakkak âhirette büyük bir azap dokunurdu. 15O sırada ki, siz o iftirayı dillerinizle birbirinize anlatıyordunuz. Yani bazınız onu bazınızdan naklediyordu. Hakkında hiçbir bilgi sâhibi olmadığınız şeyi ağzınızla söylüyor ve bunu hiçbir günahı olmayan kolay bir şey sanıyordunuz. Hâlbuki o Allah katında günah olması noktasında çok büyüktür. Âyet-i kerîme’de geçen “ Telekkavnelhü“ fiilinden iki ta'dan bir tanesi hazfedilmiştir. Ayrıca Âyet-i kerîme’de geçen “ İz “ lâfzı, “messeküm“yahut, “ efadtüm“ fiiili ile mansubtur. 16O iftirayı işittiğiniz vakit“ Bunu söylemek bize düşmez bize yakışmaz. Hâşâ! - “sübhaneke “ Burda teaccüb içindir- Bu büyük bir iftiradır: yalandır“ deseydiniz! 17Eğer bununla öğütlenecek mü'minler iseniz, böyle bir şeye bir daha ebediyyen dönmenizi Allah size yasak ediyor. 18Allah size emir ve nehiy konularındaki âyetleri beyan ediyor. Allah, emrettiğini de yasak ettiğini de ziyadesiyle bilendir. Ve o konuda hikmet sâhibidir. 19Bu kötü haberin dilden dile îman edenler hakkında onu kendilerine nisbet etmek suretiyle yayılmasını arzu edenlere -ki, onlar da haberi getiren gruptur- dünyada iftira haddi uygulamakla, âhirette -Allah'ın hakkı olması hasebiyle- Cehennem ateşi ile acıklı bir azap vardır. Allah, o kötülüğün onlardan uzak olduğunu bilir. Siz ise ey o yalan haberi getiren grup! O kötülüğün onlarda mevcut olduğunu bilemezsiniz! 20Ve ey grup! Eğer üzerinizde Allah'ın fazl-u rahmeti olmasaydı ve Allah size karşı çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı, cezanızı çoktan verirdi. 21Ey îman edenler! Şeytanın adımlarına, yollarınaonun süslemesine tâbi olmayın. Kim şeytanın izlerine uyarsa o, şeytanın izine uyan kimse, o izlere tâbi olmak suretiyle fuhşuçirkini ve şer’an kötü olanı emreder. Ey grup, Eğer üzerinizde Allah'ın fazl-u rahmeti olmasaydı, uydurduğunuz iftira dolayısıyla içinizden hiçbiri ebediyyen temize çıkamazdı. Yani sâlih olmaz ve bu günaha tevbe etmekle ondan temizlenmiş olmazdı. Lakin Allah, dilediğini tevbesini ondan kabul buyurmakla günahından tezkiye eder, temizler. Allah, ziyadesiyle işiten, maksadınızı hakkıyla bilendir. 22Bir de içinizden fazilet ve servet sâhibi olanlar, zengin durumunda olanlar akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere bir şey vermeyeceklerine yemin etmesinler. Bu âyet-i kerîme; teyzesinin oğlu, yoksul, muhacir ve Bedir ashâbından olan Mıstah'a daha önceden infakta bulunan, ancak “İfk“ dedikodusunun içinde yer alınca ona bir daha infakta bulunmayacağına dair yemin eden Hazret-i Ebû Bekir ve yine “ifk” konusunda en ufak bir söz sarfetmiş olanlara tasaddukta bulunmayacaklarına dair yemin eden bir grup sahâbi-hakkında nâzil olmuştur. “ Onlardan bu konudaki kusurlarını affetsinler, bağışlasınlar. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah mü'min olanlar için çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. “ Bu âyet üzerine Hazret-i Ebû Bekir, “ hay hay! Ben, Allah'ın beni bağışlamasını isterim“ demiş ve Mıstah'a daha önce yaptığı yardıma devam etmiştir. 23Namuslu, iffetli, fenalıklara bulaşmayı gönüllerinden hiç geçirmeyecek kadar fenalıklardan habersiz, Allah'a ve Resûlüne inanan kadınlara zina ile iftira edenler, hakikaten dünyada ve âhirette lânete uğramışlardır. Onlara büyük bir azap vardır. 24Bir günde ki, onların aleyhine dilleri, elleri ve ayakları kavilen ve fiilen bütün yaptıklarına şahitlik edecektir. O gün de, Kıyâmet günüdür. Âyet-i kerîme’de geçen “yevme ” lâfzı, bir önceki âyette geçen “ Lehüm” zarfının müteallakı olan“İstikrar “mânâsındaki bir fiil tarafından nasbedilmiştir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Teşhedü “ lâfzı, ya'lı olarak da okunmuştur. 25O gün Allah, onlara gerçek cezalarını tastamam verecek: Onları kendilerine gerekli olan cezaya çarptıracak ve Allah'ın aşikâr hak olduğunu bileceklerdir. Çünkü onlara, şüpheyle baktıkları cezasının bir hakikat olduğunu isbat edecektir. Abdullah b Ubeyy de bunlardan biridir. Yukarıda zikredilen“Namuslu kadınlardan maksat, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevceleridir ve bunlara iftira etmenin tevbesinden söz edilmemiştir. Sûrenin başında kendilerine iftira etmenin tevbesinden söz edilen kadınlar, Hazret-i Peygamber'in zevcelerinin dışında kalan kadınlardır. 26 Kötü kadınlar veya sözler, insanlardan kötü erkeklere, insanlardan kötü erkekler de kötü kadınlara veya sözlere yaraşır. İyi kadınlar veya sözler, insanlardan iyi erkeklere, insanlardan iyi erkekler de iyi kadınlara veya sözlere yaraşır. Yani kötüye dengi, iyiye de dengi yaraşır. Bunlar: İyi erkekler ve iyi kadınlar ki, - Hazret-i Âişe ve Safvan da bunlar arasındadır- onlarınkötü erkeklerin ve kötü kadınların, haklarında söylediklerinden beridirler. Onlar için: İyi erkekler ve iyi kadınlar için mağfiret ve cennette cömertçe bir rızık vardır. Hazret-i Âişe bir kaç hususla iftihar etmiştir. İyi kadın olarak yaratılmış olması, kendisine mağfiret ve cömertçe bir rızık vaad olunması onun iftihar ettiği hususlardandır. 27Ey îman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip, izin alıp ev halkına selâm vermedikçe girmeyin! Buna göre eğer bir kişi ise - bir hadis-i şerifte de varid olduğu üzere - ”es-selâmü aleyküm girebilir miyim? ” der. Bu, sizin için izin istemeden girmenizden daha hayırlıdır. Bunun daha hayırlı olduğunu düşünesiniz de onu belleyesiniz diye. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tezzekkerune ” lâfzında, ikinci Ta, Zal'e idgam edilmiştir. 28Eğer evlerde size izin verecek kimse bulamazsanız, size izin verilmedikçe içeri girmeyin. Şayet size izin istedikten sonra “ geri dönün!“ denirse, hemen dönün! Bu, geri dönüşünüz, sizin için kapıda oturmanızdan daha temizdir, daha hayırlıdır. Allah bütün yaptıklarınızı izinli mi giriyorsunuz, izinsiz mi, hakkıyla bilendir. Şu hâlde size yaptıklarınızın karşılığını verecektir. 29Oturulmayan fakat yol kenarlarında bulunan ahırlar ve hanlar gibi içinde, girip korunmak ve sair ihtiyaçlarınızı görmek suretiyle sizin menfaatiniz bulunan evlere (izinsiz) girmenizde bir günah yoktur. Allah sizin olmayan evlere girmeniz konusunda niyetinizin iyi mi yahut kötü mü olduğu noktasında açıkladığınızı da; izhar ettiğinizi de sakladığınızı da; gizlediğinizi de bilir. Mü'minler kendi evlerine girdikleri zaman kendi kendilerine de selâm verecekleri hususundaki emr-i ilâhi (sûrenin sonunda) gelecektir. 30(Rasûlüm) Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini bakmaları helâl olmayan şeylere bakmaktan sakınsınlar ve ırzlarını kendileri için helâl olmayan bir yaklaşmadan korusunlar. Bu, kendileri için daha temizdir. Yani daha hayırlıdır. Şüphesiz ki, Allah, onların gerek gözleri ile ve gerekse ırzları ile bütün yaptıklarından haberdardır ve onlara yaptıklarının karşılığını verecektir. Âyet-i kerîme’de geçen “ min” lâfzı, zâidedir. 31Mü'min kadınlara da söyle; Gözlerini bakmaları helâl olmayan şeylere bakmaktan sakınsınlar ve ırzlarını kendileri için helâl olmayan bir yaklaşmadan korusunlar, ziynetlerini açmasınlar izhar etmesinler. Ancak bunlardan görünen kısımlar - ki, onlar da yüz ve ellerdir- müstesnadır. Şu hâlde (konuyla ilgili) iki görüşten birine göre, yabancı bir erkek, fitneden korkutmaması şartıyla yüz ve ellere bakabilir. İkinci görüşe göre ise, haramdır. Çünkü bu fitneye düşürme ihtimali taşımaktadır. Fitneye sebebiyet vermemek için ikinci görüş tercih edilmiştir. Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar. Yani başörtüleri ile başlarını, boyunlarını ve göğüslerini örtsünler. Gizli olan ziynetlerini - Burada kastedilen ziynet, yüz ve ellerin dışındakilerdir - açmasınlar. Ancak kendi kocaları eşleri yahut kendi babaları yahut kocalarının babaları yahut kendi oğulları yahut kocalarının (başka kadından olan) oğulları yahut kendi erkek kardeşleri yahut erkek kardeşlerinin oğulları yahut kız kardeşlerinin oğulları yahut müslüman kadınlar yahut ellerinin altında bulunanlar müstesna olup bunlar, göbekle diz kapağı arası dışındaki yerlere bakabilirler. Göbekle diz kapağı arasına, eşlerin dışındakilerin bakmaları haramdır” müslüman kadınlar” kaydıyla kâfir kadınlar çıkmış oldu. Şu hâlde müslüman kadınlar kendilerini kâfir kadınlara açamazlar. “ ellerinin altında bulunanlar” kaydı, kölelere de şamildir. Yahut -her biri cinsî güçten düşmek suretiyle - kadınlara ihtiyacı kalmamış, yemeğin kalanlarını toplamak için peşlerinde dolaşan erkekler yahut henüz cinsel ilişki için kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış çocuklar (da yine) müstesnadır. Kadınlar göbekle diz kapağı dışındaki ziynetlerini bunlara da açabilirler. Gizledikleri ziynetleri, ses çıkaran halhalleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Karşılaştığınız yasak olan bakıştan ve diğer günahlardan toptan Allah'a tevbe edin ey mü'minler! Ta ki, felâh bulasınız! Tevbenizin kabulü dolayısıyla bundan kurtulasınız! Âyet-i kerîme’de erkekler, kadınlara teğlib edilmişlerdir. Âyet-i kerîme’de geçen “ gayri “ lâfzı, sıfat olmak üzere mecrûr, müstesna olmak üzere Mensûb olarak okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “ Bu'uletihinne ” lâfzı, “zevcün“ mânâsında, “ Ba'lün” kelimesinin çoğuludur. 32Bir de sizden bekârları - Bu kelime, bakire olsun, dul olsun kocası olmayan kadınlara ve karısı olmayan erkeklere şamildir. Fakat hür olan kadınlar ve hür olan erkekler için söz konusudur - ve kölelerinizle cariyelerinizden iyi olanları müslüman olanları evlendirin! Eğer onlar hür olan erkekler fakir iseler, Allah, evlenmekle onları lütf-u kereminden zengin eder. Allah'ın ihsanı yaratıkları için geniştir, onları hakkıyla bilendir. Âyet-i kerîme’de yer aian ”eyâmâ” lâfzı, “ eyyımun” kelimesinin çoğuludur. 33Evlenme imkânı evlenmeleri için gerekli olan mehir ve nafaka bulamayanlar, Allah lütfundan onları zengin edinceye, varlıklı kılıncaya ve böylece nikâhlanıncaya kadar iffetlerini zinadan korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan, köle ve cariyelerden mükâtebe isteyenleri de eğer kendilerinde bir hayır kitabet bedelini ödeme konusunda güvenirlik ve çalışıp kazanma gücü biliyorsanız, hemen mükâtebe yapın! Mükâtebe yapmak meselâ bir kimsenin (köle veya cariyesine): “İki ayda iki bin dirhem karşılığında, her ay bin dirhem ödemen kaydıyla seni mükâteb kıldım. İki bin dirhemi ödeyince hürsün“ deyip köle veya cariyesinin, “kabul ettim“ demesidir. Onlara Allah'ın size verdiği maldan size karşı üstlendikleri borçlarını ödemede kendilerine katkı sağlayacak bir miktar verin. Bu, efendilere hitaben bir emirdir. Üstlendikleri miktarın bir kısmını indirmek de onlara vermek yerine geçer. Zor kullanarak dünya hayatının geçici menfaatini kazanacaksınız diye genç kadınlarınızı cariyelerinizi, eğer onlar zinaya karşı iffetli olmak isterlerse, kendilerini fuhşa zinaya zorlamayın. “ “ eğer onlar iffetli olmak İsterlerse “ cümlesi ikraha mahâldir. (Yani zorlama olabilmesi için gerekli olan noktadır). Şu hâlde şartın mefhum-ı muhalifi yoktur (Yani iffetli olmak istemezlerse zorlayabilirsiniz, hükmü çıkmaz.) Bu âyet, cariyelerini zina ile para kazanmaya zorlayan Abdullah b. Ubeyy hakkında nâzil olmuştur. Kim onları zinaya zorlarsa, muhakkak ki, Allah onların bu zorlanışlarından sonra kendileri için çok bağışlayıcı ve onlara karşı çok merhametlidir. Âyet-i kerîme’de geçen “ el-Kitâbe ” lâfzı, “mükâtebe ” manasındadır. 34Yemin olsun! Size bu sûrede, beyan edilmiş âyetler, sizden önce geçenlerden onların misallerinin, haberlerinin türünden Yusuf un haberi ve Meryem'in haberi gibi bir misal garip bir haber -ki, o da Hazret-i Âişe'nin haberidir- ve “ Allah'ın dininde bunlara bir acıyacağınız tutmasın““Ne olurdu onu işittiğiniz vakit, erkek ve kadın mü'minler, kendi vicdanlarında hüsn-ü zanda bulunsalar ve “ Bu açık bir iftiradır“ deselerdi ya!“ . “ O iftirayı işittiğiniz vakit, “ Bunu söylemek bize yakışmaz, Hâşâ! Bu, büyük bir iftiradır“ deseydiniz ya!“ “ eğer mü'minler iseniz, böyle bir şeyle bir daha ebediyyen dönmenizi Allah size yasaklıyor “mealindeki ferman-ı ilâhilerinde takva sahiplerine bir nasihat indirdik. Nasihatin takva sahiplerine mahsus kılınmış olması, ondan yalnızca bunların faydalanacak olmasına binaendir. Âyet-i kerîme’de geçen “ mübeyyenâtin” lâfzıya’nın fethası ve kesresi ile okunmuştur. Yani (birinci takdire göre) “sûrede zikredilenler beyan edilmiştir”yahut (ikinci takdire göre) açık açık bildiren âyetler… 35Allah, göklerin ve yerin nurudur. Yani güneş ve ay vasıtasıyla onların aydınlatıcısıdır. O’nun nurunun temsili mü'minin kalbindeki sıfatı, sanki bir mişkatdir ki, içinde bir misbah var. Misbah, cam bir muhafaza içindedir. “misbah”lâmba, tutuşturulmuş fitil demektir. “mişkat“ da, deliksiz fanus (oyuk) yahut (diğer bir görüşe göre), kandil içinde bulunan (ve içine fitil konan) boru mânâsındadır. O cam muhafaza, içindeki nurla birlikte sanki bertaraf eden aydınlatan bir yıldızdır. Bu misbah, mübarek bir ağacın yağından; zeytinden tutuşup yanmıştır. ki, bu ağacın doğuya da batıya da nisbeti yoktur. Aksine ikisinin arasında kalmıştır. Dolayısıyla ona zarar verebilecek ne sıcağın ne de soğuğun etkisinde kalmamıştır. Onun yağı, son derece berrak olması sebebiyle kendisine ateş değmese de neredeyse aydınlık verecek. Ateşle oluşan nûr üstüne, yağla oluşan nûr! Allah'ın nûru, mü'minlere hak yolu göstermesi, îmannûru üstünde bir nurdur. Allah, kimi dilerse onu nuruna İslâm dinine eriştirir. Allah insanlara zihinlerine yaklaştırmak için böyle misaller verir beyan eder ki, ibret alıp îman etsinler. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. Misalleri beyan etmesi de O’nun bildiği “ her şey” zümresindendir. Âyet-i kerîme’de geçen “ diriyyun” lâfzıdal’ın kesresi ve zammesi ile okunmuş olup“ def etmek” manasına gelen“ der “kökünden gelir. Karanlıkları def ettiği için (bu kelime istimal edilmiştir). Ayrıca “ inci ” manasına gelen ”ed- dürrü ” kelimesinin ism-imensubu olarak dal’ın zammesi ve ya’nın şeddesi ile de okunmuştur. Âyetin devamında yer alan”Tevekkade ” lâfzımazi sigasıyladır. Bir kırâatte ”evkade “ fiilinin muzari meçhûl sigasıyla ya’lı olarak (yukadü şeklinde), diğer bir kıratta da ta’lı olarak “ Tukadü“ şeklinde gelmiştir. Bu takdirde naib-i fail, “ ez-zücacetü“ nun zamiridir. 36Allah'ın yüceltilmesine: Tazim edilmesine ve adının O'nu tevhid ile oralarda anılmasına izin verdiği bir takım evlerde (evet) o evlerde sabahları gündüzün ilk saatlerinde ve akşamları: Zevalden sonra; gündüzün son saatlerinde hep O’nun için tesbih getirilir. Yani namaz kılınır. Âyet-i kerîme’de geçen “fi-Buyutin” lâfzıâyetin devamındaki “yusebbehu“ye taalluk etmektedir. Ayrıca Âyet-i kerîme’deki “ el-güdüvvi “ lâfzımasdar olup ”el-gadevati ” manasındadır. Âyet-i kerîme’de geçen “yüsebbehu” lâfzıba’nın fethası ve kesresi ile okunmuştur. 37Bir takım erkekler (Onun için tesbih getirmektedir) ki, ne ticaret alış, ne de satış, kendilerini Allah'ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar öyle bir günden korkarlar ki, o günde kalplerle gözler korkudan gidip gelir dalgalanıp durur. Kalbler kurtuluş ile helâk arasında, gözler de sağ tarafla sol taraf arasında gidip gelirler. O gün, Kıyâmet günüdür. Âyet-i kerîme’de geçen “Ricâlün” lâfzı, bir önceki âyette geçen ve Ba'nın kesresi ile okunan“yüsebbihü“ fiilinin faili durumundadır. Ba'nın fethası ile okunması durumunda; bu fiilin nâib-i faili, “ Lehü“ dür. “Ricâlün“ ise, mukadder bir sualin cevabında gelen, mukadder bir fiilin failidir. Yani sanki “men Yusebbihühü “ (Kim onu tesbih ediyor? ) diye sorulmuş da buna cevaben“yusebbihuhü “ (Onu) denilmiştir. Ayrıca âyetin devamında yer alan“İkâmi ” lâfzının Ha'sı, tahfif dolayısıyla hazfedilmiştir. 38Çünkü Allah kendilerine yaptıkları işin güzeli ile sevabı ile mükâfat verecek, -Buradaki “ Ahsen“ “ hasen” mânâsındadır. -Onlara fazlından ziyadesini de bahşedecektir. Allah, dilediğine rızkı hesapsız verir. “falanca hesapsız bir şekilde dağıtıyor“ denir. Bu cümle, “ dağıttığını hesaplamıyormuş gibi, bolca veriyor “mânâsındadır. 39İnkâr edenlere gelince, onların amelleri engin bir ovadaki çöldeki serap gibidir. Serap; gün ortası, aşırı sıcaklığın etkisiyle akar suya benzer bir parıltıdır. Susuzsusayan onu su zanneder. Nihayet ona vardığı vakit onu zannettiği türden bir şey bulmaz. Kâfir de böyledir. Meselâ sadaka gibi yapmış olduğu amelin kendisine fayda vereceğini zanneder. Nihayet ölüp Rabbinin huzuruna varınca amelini bulamaz. Yani ameli kendisine fayda vermez. Üstelik onun yanı başında amelinin yanı başında Allah'ı bulur. Allah ise onun hesabını tastamam vermiştir. Yani dünyada iken yaptığının karşılığını vermiştir. Allah, çok çabuk hesap görendir. Yani karşılık verendir. Âyet-i kerîme’de geçen “ ki, 'atin” lâfzı, “kâ'in” kelimesinin çoğuludur. 40Yahut o küfredenlerin kötü amelleri engin derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. O denizi bir dalga bürür. Onun o dalganın üstünden bir dalga daha. Onun ikinci dalganın üstünden bir sehab bulut. Bunlar birbiri üstüne yığılmış karanlıklardır. Denizin karanlığı, birinci dalganın karanlığı, ikinci dalganın karanlığı ve bulutun karanlığı. Öyle ki, bu karanlıklar içinde bakan bir kimse elini çıkarsa neredeyse onu dahi göremez. Yani elini görmeye bile yaklaşmaz! Her kime de Allah nûr vermemişse, artık onun içinde nûr yoktur. Yani her kime Allah hidâyet etmemişse, artık o kimse hak yolu bulamaz. 41Görmedin mi, gökte olanlar, yerdekiler, hep Allah'ı tesbih ediyorlar. Namaz kılmak da tesbihdendir. Gökle yer arasında kanat çırpıp süzülen, kanatlarını açıveren kuşlar da öyle! Her birinin namazını ve tesbihini Allahü teâlâ bilmiştir. Allah onların bütün yaptıklarını bilicidir. Âyet-i kerîme’de geçen ”et-T'ayrü “ lâfzı, “ Tâirün” kelimesinin çoğuludur. 42Göklerle yerin mülkü; yağmurun, rızkın ve bitkilerin hazineleri Allah'ındır. Dönüş de ancak Allah'adır. 43Görmedin mi ki, Allah bulutları sürüklüyor. Onları nâzikçe sürüyor, sonra aralarını telif edip topluyor. Onları birbirine katıp ayrı ayrı olan parçaları, tek parça hâline getiriyor. Sonra onu birbiri üstüne bir yığın hâline getiriyor da görüyorsun yağmur bunun arasından, çıkış noktalarından çıkıyor. Bir de gökten, ondaki gökteki dağ halinde birikintilerden dolu onun bir kısmını indiriyor da dilediği kimseye bununla musibet veriyor. Dilediğinden de onu bertaraf ediyor. Şimşeğinin ışığı parıltısı neredeyse az daha ona bakan gözleri götürecek onları alıverecek. Âyet-i keıitnede geçen “ cibâlin” lâfzıcelili üzerindeki “min“zâidedir. “min-cibalin“ harfi cerrin iadesi İle (makablinden) bedeldir. 44Allah gece ile gündüzü (arka arkaya) döndürüp duruyor. Yani onlardan birini diğerinin yerine getiriyor. Şüphesiz bu gece ile gündüzün döndürülmesinde akıl sahipleri için basiret sahipleri için bir ibret: Allahü teâlâ'nın kudretini gösteren bir delâlet vardır. 45Hem Allah her debeleyeni her canlıyı sudan meniden yarattı. Onlardan kimisi, karnı üstü yürüyor. Yılanlar ve yer haşereleri gibi. Kimisi iki ayak üstünde yürüyor. İnsan ve kuşlar gibi. Kimisi de dört ayak üstünde yürüyor. Hayvanlar ve davarlar gibi. Allah, dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye kadirdir. 46Yemin olsun ki, biz, cidden açıklayıcı, açık açık bildiren âyetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola İslâm dinine iletir. 47Bir de onlar münafıklar “ Allah'a: O’nun tevhid akidesine ve Resule Muhammed'e inandık ve hükmettikleri şeyde onlara itâat ettik“ diyorlar da, sonra bunun arkasından bir takımı o hükümden yüz çeviriyor. Bu yüz çeviren kimseler, kalbleri dillerine muvafık, bilinen mü'min değillerdir. 48Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve O’nun tebliğcisi olan Resûlüne çağrıldıkları vakit, bir de bakarsın onlardan bir fırka, ona gelmekten yüz çevirmişlerdir. 49Eğer hak kendilerinin olursa koşarak: Çabucak ve hükmünü kabul ederek peygambere gelirler. 50Bunların kalblerinde bir hastalık, bir küfür mü var? Yoksa tereddüde mi kapıldılar; O’nun peygamberliği konusunda şüpheye mi kapıldılar? Yoksa Allah ile peygamberinin kendilerine hüküm noktasında bir haksızlık edeceğinden böylece hükümde haksızlığa uğrayacaklarından mı korkuyorlar? Hayır! Aksine onlar ondan yüz çevirmekle zâlimlerin ta kendileridirler. 51Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve peygamberine çağrıldıkları vakit, mü'minlerin sözü ancak kendilerine yaraşır bir ifade ile: “ dinledik ve icabet ile itâat ettik“ demek olmalıdır. Ve işte bunlar bu takdirde felâh bulacakların kurtulacakların ta kendileridir. 52Her kim Allah'a ve peygamberine itâat eder; Allah'dan korkar, Ona itâat etmek sureti ile O'ndan sakınırsa, işte böyleleri de Cennete girmek sureti ile murada ereceklerin ta kendileridirler. Âyet-i kerîme’de geçen “yettakih” lâfzı, Ha'nın sükûnu ve kesresi ile okunmuştur. 53Bir de (münafıklar) var güçleriyle: Son gayretleri ile kendilerine cihadı emretsen, mutlaka çıkacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. Onlara de ki: “yemin etmeyin! Peygambere bilinen şekilde itâat etmeniz sadık olmadığınız yemininizden hayırlıdır. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan sözde itâat edip uygulamada muhalefet ettiğinizden haberdardır. “ 54De ki: “Allah'a itâat edin! Peygambere de itâat edin! Eğer O'na itâatten yüz çevirirseniz, -Bu da yine münafıklara hitaptır- şunu bilin ki, o peygambere düşen ancak ona yükletilen tebliğ size düşen de size yükletilen itâatdır. Eğer ona itâat ederseniz, hidâyete erersiniz. Peygambere düşen belağ-ı mübinden açık açık tebliğ etmekten başkası değildir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tevellev” lâfzı, iki Ta'dan birinin hazfı iledir. 55Sizden îman edip sâlih ameller işleyenlere Allah şöyle vaad buyurdu: “yemin olsun ki, İsrâîloğulları'ndan olup da onlardan evvel gelenleri nasıl kibirli zorbaların yerine sahip ve hâkim kıldıysa kendilerini de kâfirlerin yerine yeryüzünde öylece sahip ve hâkim kılacak. Ve onlara, kendileri için seçtiği dinlerini -ki, o da İslâm'dır- diğer bütün dinlere gâlip kılmak ve yeryüzü ülkelerini kendilerine açıp bu ülkelere sahip olmalarını sağlamak suretiyle, kuvvetle icra imkânı verecek. Onları kâfirlerden korkularının arkasından behemehâl huzura kavuşturacak. Nitekim Yüce Allah onlara yukarıda zikredilen vaadini aynen gerçekleştirmiş ve kendilerini şu kavl-i şerifi ile sena buyurmuştur: Çünkü onlar, bana kulluk ederler, hiç bir şeyi bana ortak koşmazlar. Bu cümle, yukarıdaki vaatlerin illetini beyan eder nitelikte yeni bir cümledir. “ onlardan kim de bu söz konusu edilen ihsandan sonra nankörlük ederse, artık onlar fâsıkların tâ kendileridirler. Bu ihsana ilk nankörlük edenler, Hazret-i Osman (radıyallahü anh)'nın kâtilleridirler. Böylece onlar, kardeş olmalarının ardından birbirleriyle savaş eder hâle geldiler. Âyet-i kerîme’de geçen “ istahlefe ” lâfzı, malum ve meçhûl sığaları ile okunmuştur. 56Namazı dosdoğru kılın! Zekâtı verin ve peygambere itâat edin ki, merhamet olunasınız! Yani rahmeti ümit etmekle… 57Sakın o kâfirleri yeryüzünde bizden kaçmak suretiyle bizi âciz bırakabilirler sanma! Onların varacakları yer, dönüp gelecekleri yer ateştir. O, ne fena yerdir: Varış yeridir, O. Âyet-i kerîme’de yer lan” Tahsebenne ” lâfzı, Ta ile ve ya ile okunmuştur. Ya ile okununca faili “Resül“ dür. 58Ey îman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar: Köle ve cariyeleriniz ve sizden hür olanlardan henüz bulûğa ermeyen, ancak kadınların hallerini bilebilen çocuklar, üç vakitte üç kere sizden izin istesinler: Sabah namazından evvel, öğle sıcağından öğle vakti elbisenizi çıkardığınız sırada; bir de yatsı namazından sonra ki, bunlar, sizin için üç çıplak vakittir. Bu vakitlere, çıplak vakitler denmiştir. Çünkü bu vakitlerde elbiseler çıkartılmakta ve avretler açılmaktadır. Bu vakitlerden sonra, bu üç vakitten sonra ne size, ne onlara ne kölelere ne de çocuklara, yanınıza izinsiz girmeleri konusunda bir günah yoktur. Bunlar, (size) hizmet için yanınızda dolaşırlar. Bazınız, bazınızın yanında dolaşır. Bu (son) cümle, bir öncekini tekid eder mahiyettedir. İşte Allah size âyetleri hükümleri böylece: Yukarıda zikredilenleri beyan ettiği gibi açıklıyor. Allah mahlûkatının işlerini ziyadesiyle bilendir ve onlar için tedbir buyurduğu işlerde de hikmet sâhibidir. İstizan (izin isteme) âyeti, müfessirlerin bir görüşüne göre neshedilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise neshedilmiş değildir. Fakat insanlar bu izin istemeği terk konusunda gevşek davranmaktadırlar. Âyet-i kerîme’de geçen “selasü “ lâfzımerfû’ ve Mensûb olarak okunmuştur. Şöyle ki, Merfu okununca, kendisinden sonra bir muzaf bulunan ve muzafın ileyh bu muzafın yerine geçen, mukadder bir mübtedaya haberdir. Bu durumda cümlenin takdirı “ hiye evkatü selasi avrâtin“ şeklindedir. Mensûb okununca ise, makablinin mahallinden bedel olmak üzere Mensûb bir ”evkatü “ Takdir edilir ve muzafun ileyhi onun yerine geçer. 59Ey hür durumunda olanlar! Sizden olan çocuklar da, bulûğa erdiklerinde, kendilerinden öncekilerin hür olan büyüklerin izin istedikleri gibi her vakit izin istesinler. Allah size âyetlerini böyle açıklıyor. Allah, her şeyi bilendir, hikmet sâhibidir. 60Kadınlardan, kesilmiş durumunda olanlar yaşlılıklarından ötürü âdetten ve çocuktan kesilmiş durumunda olan ve bu sebeple nikâh ümidi kalmamış olanlar var ya! Gerdanlık, bilezik ve halhal gibi, gizli olan ziynetlerini göstermemek, dışa vurmamak şartıyla, çarşaf, aba ve baş örtüsünün üstüne bağladıkları peştamaldan oluşan dış elbiselerini bırakmalarında, kendilerine bir günah yoktur. Bununla beraber dış elbiselerini bırakmamak suretiyle iffetli davranıp sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah söylediklerinizi ziyadesiyle işiten, kalplerinizde olanları hakkıyla bilendir. 61Mukabilleri ile karşılıklı yemek yeme hususunda, gözü görmeyene günah yok, topala günah yok, hastaya da günah yoktur. Sizin de kendi evlerinizden çocuklarınızın evlerinden yahut babalarınızın evlerinden yahut annelerinizin evlerinden yahut erkek kardeşlerinizin evlerinden yahut kız kardeşlerinizin evlerinden yahut amcalarınızın evlerinden yahut halalarınızın evlerinden yahut dayılarınızın evlerinden yahut teyzelerinizin evlerinden yahut anahtarlarını uhdenizde bulundurduğunuz başkalarına âit olup koruyuculuğunu yaptığınız yerlerden yahut sâd ığınızın evinden -sâdık: Dostluğunda size sadakat gösteren kimse demektir - yemenizde de üzerinizde bir günah yoktur. Yani söz konusu kişiler hazır bulunmasalar da, râzı oldukları bilinmek şartıyla evlerinden yemek caizdir. Sizin topluca bir arada yahut dağınık ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Bu âyet tek başına yemeyi sakıncalı bulan, beraberce yiyeceği birini bulamayınca da yemeyenler hakkında nâzil olmuştur. Kendinize âit olup içinde aile bulunmayan evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından mübarek ve hoş karşılığında sevap verilen bir tahiyye olmak üzere kendilerinize selâm verin! Yani “ es-selâmü aleyna ve ala ibâdillâhi's-salihîn“ (Selâm, bize ve Allah'ın sâlih kullarına olsun) deyin. Zira melekler, selamınıza karşılık verirler. Şayet evlerde aile varsa, bu takdirde onlara selâm verin! İşte böyle Allah size âyetlerini beyan ediyor. Dininizin bilgilerini detaylarıyla birlikte sizlere açıklıyor. Akıl edesiniz bu bilgileri kavrayasınız diye. Âyet-i kerîme’de geçen ”eştâten” lâfzı, “Şettun” kelimesinin çoğuludur. Ayrıca âyetin devamında yer alan” Tahiyyeten”lafz-ı celili, “ hayya “ fiilinin masdarıdır. 62Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve peygamberine îman ederler. Ve Cuma hutbesi gibi toplu bir işte, onunla, peygamberle beraber bulundukları vakit, bir mazeretleri olması durumunda ondan izin almadıkça bırakıp gitmezler. Doğrusu o senden izin isteyenler var ya! İşte Allah ve peygamberine îman edenler onlardır. Binaenaleyh bazı durumları, işleri için senden izin isterlerse, sen de hutbene ara verip onlardan dilediğine izin veriver. Onlar için Allah'dan mağfiret dile. Şüphe yok ki, Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. 63Peygamberi çağırmayı, aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi, “ ey Muhammed!“ diyerek çağırmayın! bilâkis, gayet yumuşak ve mütevazi bir eda ile ve de alçak sesle: “ ey Allah'ın peygamberi!“ “ ey Allah'ın Resûlü“ deyin. İçinizden birbirini siper ederek sıvışanları, hutbe esnasında, izin istemeden, gizlice ve bir şeyi kendine siper ederek mescidden çıkanları Allah pekâlâ bilmektedir. Onun için onun Allah ve Resûlü’nun emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir fitne, bela gelmesinden yahut âhirette kendilerine acıklı bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. Âyet-i kerîme’de geçen “ kad “ Tahkik içindir. 64Dikkat edin! Hiç şüphe yok ki, göklerde ve yerde ne varsa, mülk, yaratık ve kullar olarak hepsi Allah'ındır. Ey mükellefler! Sizin hangi hâl üzere bulunduğunuzu: İmân mıdır, nifak mıdır? O bilir. Kendisine döndürülecekleri Kıyâmet gününde O bilir. Burada muhatabdan (gaibe) iltifat edilmiştir. Yani bu günün ne zaman olacağını bilir. Allah o gün onlara yaptıklarını; hayır mıdır, şer midir haber verecektir. Allah, gerek onların yaptıklarından ve gerekse başka şeylerden oluşan her şeyi en iyi bilendir. |
﴾ 0 ﴿