25 - FURKÂN SÛRESİ

Medine’de nâzil olup, 77 Âyet-i kerîmedir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

1 

Âyetin tefsiri için bak:2

2

Âlemlere Meleklerden başka insanlara ve cinlere uyarıcı, Allah'ın azâbından korkutucu olsun diye kuluna Muhammed'e Furkân'ı Kur’ân’ı - Çünkü Kur’ân hak ile bâtıl arasını ayırmıştır - indiren, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine âit olan, hiç çocuk edinmeyen, mülkünde ortağı bulunmayan ve yaratılma niteliğinde olan her şeyi yaratıp onu dümdüz yapan ne yücedir.

3

Onlar kâfirler ondan Allah'tan başka, hiçbir şey yaratamayan (bilâkis) kendileri yaratılmış olan, kendilerine ne zarar zararı ne defedebilen ne de fayda verebilen ne de fayda getirebilen öldürmeye, hayat vermeye ne bir kimseyi öldürmeye ne de bir kimseyi diriltmeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen bir takım ilâhlar edindiler ki, onlar da putlardır.

4

Kâfirler: “Bu Kur’ân onun Muhammed'in uydurduğu yalandan başka (bir şey) değildir. Bu hususta ona başka bir cemâat de yardım etmiştir “ onlar da ehli kitaptan bir gruptur dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: Böylece onlar, küfür ve yalan bu ikisini getirdiler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ zulmen ve zuren kelimeleri harf-i cerrin başlarından alınmasıyla mansup olmuşlardır. Şârih açıklaması ile buna işarette bulunmuştur.

5

Şöyle de dediler: “O eskilerin masallarıdır: Başkasına emrederek şu kavimden onların yazılmasını istemiştir de onları ezberlemesi için sabah-akşam kendisine okunuyor “

Âyet-i kerîme’de geçen ”esatir” kelimesi Usture'nin çoğuludur.

6

Onları reddetmek için Allahü teâlâ şöyle buyurdu? “ de ki: “O'nu göklerde ve yerdeki gaybı bilen indirdi, gerçekten O, mü'minleri çok bağışlayıcı, onları çok mehametlidir. “

7

 (Yine) Dediler: “ Bu ne biçim peygamber ki, yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli değil miydi ki, beraberinde onu tasdik eden, bir korkutucu olsa idi.

8

Yahut ona gökten bir hazine indirilmeli değil mi idi ki, onu harcar, geçim talebiyle çarşılarda dolaşmaya ihtiyaç duymaz. Yahut ondan meyvesinden yiyeceği ve onunla yetineceği bir bostanı bulunmalı değil miydi? ” ki, böylece bu sayede onun bize karşı bir üstünlüğü olmuş olurdu.

Âyet-i kerîme’de geçen “ye'külü“ Bir kırâatte Ne'külü okunmuştur. Yani biz yerdik.

O zâlimler kâfirler, mü'minlere “siz, ancak büyülenmiş, aldanıp aklını kaybetmiş bir adama tâbi oluyorsunuz. “ dediler.

9

Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “Bak senin hakkında büyülenmiş, nafakasını temin edecek şeylere ve beraberde nübüvvet görevini icra edecek bir meleğe muhtaçtır sözleriyle ne temsiller yaptılar da bu temsilleri yüzünden hidâyetten saptılar. Artık onlar hidâyete hiç bir yol bulamazlar.

10

Hayır ve nimeti pek ziyade ve yüce olan O zat ki, eğer dilerse sana bunlardan kâfirlerin öne sürdükleri hazine ve bostandan daha hayırlısını, altından ırmaklar akan cennetler verir. Yani bu dünyada bile verir. Zira bunları âhirette kendisine vereceğini zaten (ezeli ilminde) dilemiştir. Senin için aynı şekilde dünyada köşkler yapar.

Âyet-i kerîme’de geçen “yec'al” kelimesi bir kırâatte istinaf (başlangıç) cümlesi olarak merfû’ okunmuştur.

11

Fakat onlar Kıyâmeti yalan saydılar. Biz ise, Kıyâmeti yalanlayan kimseler için kızıştırılmış çok dehşetli bir ateş hazırladık.

12

Onları uzak bir yerden gördüğü zaman, onlar onun öfkesinden kalbi galeyana gelince öfkelenen adam gibi, fokurtusunu ve uğultusunu, şiddetli sesini işiteceklerdir. Veya gayzını duymakla; görüp bilmekle idrak edeceklerdir.

13

Ve elleri boyunlarına bağlı olarak götürülmüş elleri boyunları ile birlikte zincirlere vurulmuş olarak ona sıkıştırılmak suretiyle onun dar bir yerine atıldıkları vakit de orada, “ helâk“ diye haykırırlar.

Âyet-i kerîme’de geçen “ dayyik” kelimesi şeddesiz olarak da okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “ minha “ cârmecrûru “mekân” kelimesinden hâldir. Çünkü aslında “ mekân“ın sıfatıdır. (Takaddüm edince hâl olarak İ’rablanmıştır) Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ mukarranin” kelimesi çokluk ifade etmesi için şeddelenmiştir.

14

Onlara şöyle denilir: “ Bugün bir helâk değil, azâbınız gibi birçok helâk çağırın.

15

De ki: “ Bu mu bahsedilen bu tehdit ve cehennemin durumu mu daha hayırlıdır, yoksa takva sahiplerine vaad olunan ebedîlik cenneti mi? ki, orası Allahü teâlâ'nın ezeli ilminde onlar için bir mükâfat, bir mercidir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ hâlidine ” kelimesi hâl-i lâzimedir.

16

Onlar için orada ebedi olarak diledikleri her şey vardır. İşte bu, bahsedilen şeylerin onlara vaad edilmesi Rabbinin üzerinde istenen bir vaaddir. Bununla vaad olunan kimseler “ ey Rabbimiz! Bize peygamberlerinin dilinden vaad buyurduklarını ver “ (Al-i İmran: 194) Duaları ile bunu isterler. Veya bunu melekler “ ey Rabbimiz! Onları kendilerine vaad buyurduğun Adn cennetlerine koy!“ (el-Mu'min: 8) Duaları ile onlar adına isterler.

17

O gün onları da, Allah'tan başka taptıkları; melekleri, Îsa, Uzeyr ve cinleri bir araya toplayıp da: Allahü teâlâ tapanlara delili ispat etmek için kendilerine tapılanlara “siz mi şu kullarımı sizlere tapmayı onlara emretmeniz sebebiyle kendilerini dalâlete düşürdünüz, yoksa kendileri mi hak yolu kendilerinden sapıttılar? ” diyecektir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Nehşuru” kelimesi ya ile de okunmuştur.

Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ye'külü ” kelimesi nun ile de okunmuştur.

Ve yine Âyet-i kerîme’de yer lan ”e-entum” kelimesi iki hemzenin tahkiki, ikincisinin elife ibdali ve teshil edilen ile diğeri arasında elif getirmek ve terk etmekle birlikte ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur.

18

Onlar (da şöyle) demişlerdir: “Senin zatına yakışmayan şeylerden seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da senden gayrı başka dostlar edinmemiz bizim için doğru olmaz. (Böyle iken) Bize tapılmasını nasıl emrederiz.

Lâkin sen onları ve kendilerinden önceki atalarını uzun ömür ve bol rızık vermekle varlığa daldırdın. Nihayet zikri nasihati Kur’ân'a îman etmeyi terk ettiler. Ve helâk olan bir kavim oldular. “

Âyet-i kerîme’de geçen ”evliya” kelimesi birinci mef’ûl min ise zait olup, menfiliği kuvvetlendirmektedir. Bundan önce geçen “ min dunike “ de ikinci mef’ûldür.

19

Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: İşte “onlar ilâhlardır“ şeklindeki sözlerinizde sizi yalancı çıkardılar. Yani ma'budlar tapanları tekzip etti. Artık sizden azâbı ne savmaya, ne de size karşı azâba mani olmak için bir yardım etmeye muktedir olamayacaklar.

Âyet-i kerîme’de geçen “yestedi'une ” kelimesi ta ile de okunmuştur. Yani ne onlar, ne de sizler (muktedir olamayacaksınız.)

Ve sizden kim şirk koşarsa, âhirette ona çok şiddetli büyük bir azap tattıracağız.

20

Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de, hiç şüphesiz yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı. Sen de bu hususta onlar gibisin. Senin hakkında söylenen şeylerin benzeri onlar için de söylenmiştir. Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan (vesilesi) yaptık. Zengin fakirle, sıhhatli hasta ile, şerefli adi kişi ile imtihan edildi. Bunların her birinden olan ikinci şahıs“ Bana ne oluyor ki, tüm kısımlardaki birinci şahıs gibi olmayayım!“ kendileri ile imtihan edildiğiniz kişilerden duyduklarınıza (bakalım) sabredecek misiniz? Âyetteki istifham emir mânâsındadır. Yani sabrediniz! Senin rabbin sabreden ile sabırsızlık göstereni hakkıyla görendir.

21

Bize kavuşmayı ummayanlar, tekrar dirilmekten korkmayanlar “Bizim üzerimize melekler indirilmeli değil miydi ki, bize gönderilmiş resûller olurlardı. Yahut Rabbimizi görmeli (değil mi) idik? ” ki, Muhammed onun resûlü olduğuna dair haberdar edilirdik“ dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “Yemin olsun ki, onlar kendileri hakkında kibire kapılmışlar ve dünyada Allahü teâlâ'yı görmeyi istemeleri sebebiyle de büyük bir azgınlık gösterdiler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ utuvven“ aslına binaen (ibdalsiz) vav ile, Meryem sûresinde geçen “ İtiyyen“ ise aksine ibdal ile okunmuştur.

22

Kıyâmet gününde tüm halkın arasında melekleri görecekleri gün, o gün mücrimlere kâfirlere hiç bir sevinç haberi yoktur. Aksine mü'minlere cennet müjdesi vardır. (Meleklere) dünyadaki eski alışkanlıkları üzerine, başlarına bir musibet geldiğinde (dedikleri) yasak yasak dokunma diyeceklerdir. Yani sığınırım sığınırım deyip. Meleklerden (onların korkusundan) sığınma isteyeceklerdir.

Âyet-i kerîme’de geçen “yevm” kelimesi mukadder bir “ uzkür“ fiili ile mansuptur.

23

Hem onların sadaka, yakın akrabayı gözetmek, misafiri ağırlamak, sıkıntılı olana yardım etmek gibi hayır namına dünyada yaptıklarına irademizle kastedip onu saçılmış tozlar hâline getiririz.

Heba: Üzerinde güneş ışığı bulunan duvardaki delikte saçılmış toz gibi görünen şeydir, yaptıkları şeylerden faydalanmama yönünde buna benzemektedir. Çünkü şartı yerine getirilmediğinden dolayı bunda hiçbir sevap yoktur. Fakat dünyada bunların karşılığını görürler.

24

O gün Kıyâmet gününde cennetliklerin kalacakları yer kâfirlerin dünyadaki yerinden daha hayırlı ve dinlenecekleri yer cennetteki kaylûle yeri onlarınkinden daha güzeldir.

Kaylule; sıcağın şiddetliğinde gün ortasında istirahat etmek demektir. Günün ortasında hesap görme işinin sona ereceği bu âyetten alınmıştır. Hadis-i şerifte de bu şekilde belirtilmiştir.

25

O gün gökyüzü bütün sema bulutla bulutla birlikte -ki, bu da bembeyaz bir buluttur- yarılacak, melekler de her semadan peyderpey indirileceklerdir. Bu da Kıyâmet günüdür.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Teşekkaku“ fiili bir kırâatta aslındaki ikinci ta'nın (şine) idgam edilmesiyle şın'ın şeddesiyle okunmuştur. “ Nüzzile “kelimesi bir diğer kırâatta ikincisi sakin olan iki nun ile lâm'ın zammesi ve “ melaike ” kelimesinin nasbi ile okunmuştur.

26

O gün, hak mülk Rahmân'ındır. O günde hiç kimse ona ortak olamaz. kâfirlere ise o gün mü'minlerin aksine çok çetin bir gün olacaktır.

27

Hem o gün zâlim müşrik Ukbe b Ebi Muayt Kıyâmet gününde pişmanlığından ve üzüntüsünden ellerini ısıracak kelime-i şehadeti getirmişken sonradan Ubeyy bin Halefi memnun etmek için vazgeçmişti “ Ah keşke ben peygamber Muhammed’le beraber hidâyete doğru yol tutsaydım!

28

Vay başıma gelenler! Keşke falanı Ubeyy'i (Ubey b Halefi) dost edinmeyeydim!

Âyet-i kerîme’de geçen “Veyleta” kelimesinin elifi izafet ya'sından ivazdır. Yani Veyleti elemektir. Bunun mânâsı; Vay helâkim, mahvoldum demektir.

29

Yemin olsun bana gelmişken ona îman etmekten beni vazgeçirmekle beni zikirden Kur’ân dan saptırdı. “ diyecektir. Bunun üzerine Allahü teâlâ “Şeytan insanı kâfiri belâ anında ondan uzaklaşıp, kendisini terk etmek suretiyle yardımsız yüzüstü bırakır“ Buyurmaktadır.

30

Peygamber Muhammed de: “ ey Rabbim! Kavmim Kureyş bu Kur’ân’ı terk edilmiş (bir şey gibi) tuttular“ der.

31

Allahü teâlâ : İşte böyle senin kavminin müşriklerinden sana düşman kıldığımız gibi, biz senden önce geçen her peygambere müşriklerden bir düşman yaptık. O hâlde onlar gibi sen de sabret! Sana hidâyet verici ve düşmanlarına karşı sana yardım edici olarak Rabbin Yeter!

32

İnkâr edenler: “ Bu Kur’ân ona Tevrat, İncîl, Zebur gibi toptan indirilseydi ya! Dediler.

Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek, kalbini kuvvetlendirmek için böyle parça parça indirdik. Ve onu tane tane ayırdık. Yani biz onu azar azar, kademe kademe yavaşça getirdik ki, kolay anlaşılsın ve ezberlensin.

33

Hem onlar senin davanı (nübüvvetini) iptal etme konusunda sana hiçbir mesel (şüphe) getirmezler ki, biz o misali ortadan kaldıran hakkı ve daha güzel tefsirini ve beyanını getirmiş olmayalım.

34

Onlar yüz üstü cehenneme sevk edilecek olan kimselerdir. İşte onlar, mevkice -ki, o da cehennemdir- en fena, yolca da başkalarından en sapıktırlar, en yanlış yoldadırlar. Bu yol da onların küfrüdür.

35

Yemin olsun ki, biz Mûsa'ya kitabı Tevrat'ı verdik. Kardeşi Harun'u da beraberinde vezir yardımcı yaptık.

36

Ve dedik ki: “Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin!”yani Kıpti Fir’avun ve kavmine gidin“onlar da risalet görevi ile onlara gittiler. Fakat onları yalanladılar. Sonunda onları tamamen helâk ettik.

37

Nûh kavmini hatırla! Peygamberleri Nûh'u yalanladıklarında onları boğduk. Ve onları kendilerinden sonra insanlara bir ibret yaptık. (Nûh'un (aleyhisselâm) kavmi, sadece Nûh (aleyhisselâm)'ıyalanlamalarına rağmen, burada çoğul olan ”er-Rüsul “peygamberler denilmiştir. Bu soruya şârih iki şekilde cevap veriyor) Nûh (aleyhisselâm) kavmi arasında uzun bir müddet kaldığı için, sanki o bir çok peygamber idi. Veya Allah'ın birliğini getirmiş olmaları noktasında hepsi müşterek olduğu için, Nûh'u yalanlamak bütün peygamberleri yalanlamak demektir. Biz, zâlimler kâfirler için dünyada başlarına gelecek şeyden başka âhirette elem verici acıklı bir azap hazırladık.

38

Hûd'un kavmi Âd 'ı, Sâlih'in kavmi Semûd'u, Ashâb-ı Ress'i (Ress bir kuyunun ismidir) Peygamberlerinin Şuayb (aleyhisselâm) olduğu rivâyet edilmiştir. Şuayb (aleyhisselâm)'dan başka birinin olduğu da söylenmiştir. Onlar kuyunun etrafında otururlarken kuyu çöküp onlarla birlikte yurtlarını da yere batırdı. Ve bunların arasında Ad ve Ashâb-ı Ress arasında geçen bir çok kavimleri de hatırla!

39

Üzerlerine delili (mizi) ispatlama noktasında onların her birine misaller getirdik de onları ancak korkuttuktan sonra helâk etmişiz. Peygamberlerini yalanlamaları nedeniyle hepsini tamamen yok ettik.

40

Yemin olsun ki, onlar Mekke kâfirleri fenalık yağmuruna taş yağmuruna tutulan o beldeye vardılar, uğramışlardır. Burası Lût kavmi şehirlerinin en büyüğüdür. O pis işi yaptıklarından dolayı Allah (celle celâlühü.) oranın halkını helâk etmiştir.

Âyet-i kerîme’de geçen “sev” kelimesi “sae “ fiilinin masdarıdır.

Onlar Şam'a doğru yolculuk yaptıklarında peki onu görmüyorlar mıydı? da ibret almadılar? Buradaki istifham takrîri ifade etmektedir. Hayır, onlar öldükten sonra dirilmekten korkmuyorlardı da bu yüzden îman etmiyorlardı.

41

Onlar seni gördükleri zaman Peygamberlik vazifesinden kendisini küçümseyerek“ Bu mu iddiasına göre Allah'ın peygamber olarak gönderdiği “ diyerek seni ancak alaya alıyorlar.

42

Az kaldı o, bizi ilâhlarımızdan alıkoyacaktı. Eğer üzerlerine sebat göstermeseydik. Mutlaka bizi onlardan ayıracaktı. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: Onlar âhirette azâbı apaçık görecekleri vakit kim yolca daha sapıktır, daha yanlıştır, onlar mı yoksa mü'minler mi? Yakında bileceklerdir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İn“ şeddeli iken tahfiflenmiştir. İsmi ise mahzûftur “ İn hu“ demektir.

43

Gördün mü, o hevasını sevmiş olduğu şeyi ilah edinen kimseyi? Artık ona vekil sen mi olacaksın? Heva ve hevesine uymaktan koruyacak olan koruyucu sen mi olacaksın? Hayır. Bu iş sana âit değildir.

 Önemine binaen ikinci mef’ul önce zikredilmiştir, menitteheze cümlesi ”ere-eyte “ fiilinin birinci mef’ulu, “ efe-ente “ cümlesi de ikinci mef’uludur.

44

Yoksa sen onların çoğunu anlama kulağı ile dinliyorlar veya kendilerine dediğin şeyleri anlıyorlar mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler. Hattâ onlar yolca hayvanlardan daha sapıktırlar, daha yanlıştırlar. Çünkü hayvanlar sahiplerine (bakımını yapan kimselere) boyun eğerler. kâfirler ise kendilerine nimet veren Allah'a itâat etmiyorlar.

45

Rabbinin işine bakmaz mısın? Fecirle güneşin doğuşu arasında gölgeyi nasıl yaymıştır? Dileseydi onu sabit yapar, güneşin doğuşu ile birlikte devam ederdi. Sonra biz güneşi onun üzerine gölge üzerine bir delil yaptık. Güneş olmasa gölge bilinmez.

46

Sonra onu uzayan gölgeyi güneşin doğuşuyla gizli gizli (Bazı nüshada hafif hafif) azar azar kendimize doğru çektik.

47

O, geceyi sizin için elbise gibi örten bir libas, işlerinize ara vermekle uykuyu bedenleriniz için bir dinlenme, gündüzü de rızık vesaireyi temin etmek için yayılma, içinde yayılan şey, zaman (faaliyet alanı) yapandır.

48

Yağmurun önünde rüzgârları yayıcılar olarak yağmurun önünde rüzgârları ayrı ayrı olarak gönderen O'dur. Biz gökten de çok temiz (ve) temizleyici bir su indirdik.

Âyet-i kerîme’de geçen “ er-rıyah” kelimesi bir kırâatta ”er’rih“ şeklinde okunmuştur. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Nüşûr” kelimesi bir kırâatta hafiflik için Sin harfinin sükûnu ile, diğer bir kırâatta masdar olarak şin'in sükûnu ve nun'un fethası ile, diğer bir kırâatte ise Nun'un yerine ba'nın zammesi ve şin'in sükûnu ile okunmuştur, müjdeciler olarak gönderdik. Birincinin müfredi Neşur gelir. Resul gibi. Sonuncunun müfredi ise Beşir'dir.

49

ki, onunla, ölü bir yeri diriltelim. Ve yarattıklarımız deve inek ve koyunlardan nice hayvan sürülerini ve bir çok insanları onunla su ile sulayalım!

Âyet-i kerîme’de geçen “ meyten” kelimesinin müzekker ve müennesi aynıdır (veya) Allah (c c) mekân mânâsına itibarla bunu müzekker getirmiştir.

Yine Âyet-i kerîme’de geçen ”enasiyy” kelimesi insanın çoğuludur. Asli “ enasine “idi. Nun ya'ya ibdal edilmiş ya da o ya'ya idgam edilmiştir. Veya “İnsiyyin“çoğuludur.

50

Yemin olsun! Biz onu suyu aralarında evirip çevirdik ki, düşünsünler, ibret alsınlar. Fakat insanların çoğu dayatmakta, nimete nankörlük (ve) inkâr etmekten başka bir şeye yanaşmamaktadırlar. Çünkü onlar: “falan yıldızın düşmesi sayesinde bize yağmur yağdırıldı “ dediler.

Âyet-i kerîme’de geçen “yezzekkerı “ fiilinin aslı “yetezekkerü “idi. Dal zal'a idgam edilmiştir. Başka bir kırâatte zal’ın sükûnu ve kef’in zammesi ile ” Liyezkurû“ şeklinde okunmuştur. Yani Allah'ın bu nimetini hatırlamaları için.

51

Biz dileseydik her bir beldeye oranın halkını korkutan bir uyarıcı gönderirdik. Fakat seni bütün memleketler halkına uyarıcı olarak gönderdik ki, ecrin büyük olsun.

52

O hâlde kâfirlere isteklerinde boyun eğme! Onlara karşı bununla Kur’ân la büyük bir cihad yap.

53

O, iki denizi birbirine komşu olarak bitişik bir şekilde salıverendir. Bu su çok tatlıdır. Susuzluğu giderir. Bu çok tuzludur. Acıdır. Biri ötekine karışmayacak şekilde aralarına bir engel ve perde birbirlerine karışmayı önleyen bir perde koymuştur.

54

 (Yine) sudan meniden bir insan yaratıp onu nesep sâhibi ve ister erkek olsun, ister kadın neslin devamını temin etmek için evlenmek suretiyle sihriyyet (soy-sop) sâhibi yapan O'dur. Rabbin dilediği şeyi yapmaya kadirdir.

55

 kâfirler Allah'ı bırakıp da itâat etmesi sebebiyle kendilerine faydası ve itâati terk etmesiyle zarar ı olmayan şeylere tapıyorlar. Bu da taptıkları putlardır, o kâfir de Rabbinin aleyhine şeytana itâat etmekle yardımcı olmaktadır.

56

Biz seni ancak cennet ile müjdeleyici ve cehennem azâbından uyarıcı olarak gönderdik.

57

De ki: “Ben buna karşı gönderildiğim şeyi tebliğ etmeye karşı sizden bir ücret istemiyorum. Fakat malını Allahü teâlâ'nın râzı olduğu yerlere harcaması suretiyle Rabbine bir yol tutmayı dileyen kimse hariç. Ben onu bundan men etmiyorum.

58

Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et”sübhanallahi vel-hamdülillah“ de. Kullarının günahlarını O’nun bilmesi yeter.

Âyet-i kerîme’de geçen bi-zunub, cârmecrûru Habir'e tealluk etmektedir.

59

Gökleri, yeri ve aralarında bulunanları dünya günlerinden altı günde yaratan O'dur. Yani altı gün kadar bir zamanda yaratan O' dur. Zira o zaman güneş yoktu. Allahü teâlâd ileseydi onları bir anda da yaratabilirdi. Kullarına temkinli olmayı ve aceleci davranmamayı öğretmek için bundan vazgeçilmiştir.

Sonra Arşın üzerine istiva buyurdu. Yani zatına yakışır bir istiva ile istiva etmiştir. O Rahmândır. Arş Lügatçe: Kralın tahtı demektir.

Âyet-i kerîme’de geçen “Rahmân” kelimesi isteva fiilinin tahtındaki müstetir zamirden bedeldir.

Ey insan bunu Rahmân’ı Her şeyden haberdar olana sor! ki, sana sıfatlarını haber versin.

60

Onlara Mekke kâfirlerine: “Rahmân’a secde edin! Denildiği vakit, “Rahmân da neymiş? Bize emrettiğin şeye secde eder miyiz? ” hâlbuki biz onu tanımıyoruz. Hayır! Tanımadığımız şeye secde etmeyiz! Dediler “ Onlar söylenen bu söz onların imandan nefretini artırdı.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Te'muru“ fiili ya ile de okunmuştur. Her iki kırâata göre de amir Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir.

61

Gökte on iki tane burçlar yaratan ki, bunlar da koç, öküz, ikizler, yengeç, aslan, başak, terazi, akrep, yay, oğlak, kova ve balık burçlarıdır. Bunlar da yedi gezegen yıldızların köşkleridir, (yörüngeleridir). Koç ile Akrep Merih yıldızının menzilleridir. Öküz ile Terazi Zühre yıldızının menzilleridir. İkizler ile Başak Utarid yıldızının menzilleridir. Yengeç Ay'ın menzilidir. Aslan Güneş'in menzilidir. Yay ile Balık Müşteri yıldızının menzilleridir. Oğlak ile Kova da Zühal yıldızının menzilleridir.

Ve yine orada (semada) bir kandil -ki, o da Güneş'tir- ve nurlu bir ay yaratan O zat ne yücedir.

Âyet-i kerîme’de geçen “sirac” kelimesi bir kırâatte çoğul olarak “suruç“ şeklinde okunmuştur, nurlandıran yıldızlar yarattı. Bunlar arasından özellikle ay'ın zikredilmiş olması üstün bir tür olmasından ötürüdür.

62

Gece ile gündüzün birinde kaçırmış olduğu bir ameli iyice düşünüp hatırlamak ve onu öbüründe tedarik etmek isteyen kimseler, yahut gece ve gündüz içinde Rabbinin kendisine vermiş olduğu nimete şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir. Yani onlardan her biri diğerini takip eder.

Âyet-i kerîme’de geçen “yezzekkere “ fiili önceden de ifade edildiği gibi şeddesiz olarak da okunmuştur.

63

Rahmân'ın kulları ki, onlar yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Cahiller (Beyinsizler) kendilerine hoşlarına gitmeyecek bir lâf attıkları zaman“selâm“ derler. Yani kendilerini günaha sokmayacak söz söylerler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İbadurrahman”Terkibi mübteda, aradaki muteriza cümleleri hariç ta “İşte bu kimseler yüksek derecelerle mükâfatlanırlar“ âyetine kadar olan kısım bu mübtedanın sıfatlarıdır.

64

Onlar ki, Rableri için secde ederek ve ayakta durarak gecelerini geçirirler. Yani geceleyin namaz kılarlar.

Âyet-i kerîme’de geçen “succeden“sacid'in çoğuludur. Yine Âyette geçen “ kıyam” kelimesi ismi fail manasında kullanılmıştır.

65

Onlar ki, “ ey Rabbimiz derler, bizden cehennem azâbını ! Çünkü onun azâbı gelip geçici değil, daimidir” kaçınılmazdır.

66

Gerçekten o, ne kötü bir karargâh! Ve ikametgâhtır. O cehennemne kötü yerleşme ve ikâmet etme yeridir.

67

Onlar ki, bakmakla yükümlü olduklarına harcama yaptıkları vakit israf etmezler, cimrilik de etmezler, sıkılık yapmazlar. Harcamaları ikisi arası israf ile sıkılık arası ortalama olur.

Âyet-i kerîme’de geçen “yakturu” kelimesi ya'nın fethası ve zammesi ile de okunmuştur.

68

Onlar ki, Allah'la beraber başka bir ilâha ibâdet etmezler. Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina da yapmazlar. Her kim de bunları bu üç şeyden birini yaparsa günah bulur cezaya çarpar.

69

Kıyâmet gününde azâbı katlanır ve (azâbın) içinde hor ve hakir olarak ebedi kalır.

Âyet-i kerîme’de geçen “yuda'ef“ fiili bir kırâatta şeddeli olarak“yude'ef“ şeklinde okunmuştur.

Yine Âyet-i kerîme’de geçen “yuda'ef “ile “yehlud“ fiilleri bedel olarak meczum, istinaf olarak ta merfû’ okunmuşlardır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ muhan” kelimesi hâldir.

70

Ancak onlardan tevbe ve îman edip iyi amelde bulunanlar müstesna, işte Allah bunların bahsedilen kötülüklerini âhirette iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcı, çok mehametlidir daima bu sıfatlarla muttasıftır.

71

Ve bahsedilen kimselerin dışında her kim günahlarından tevbe eder de iyi iş yaparsa, muhakkak o, tevbesi makbul olarak Allah'a döner, tamamen O'na yönelmiş olur. O da kendisini hayırla mükâfatlandırır.

72

Onlar ki, günaha yalana ve bâtıla şahitlik etmezler. Ve çirkin ve buna benzer boş söze rastladıkları zaman ondan yüz çevirip efendice geçip giderler.

73

Onlar ki, Rablerinin âyetleri Kur’ân ile va’az-u nasihat edildikleri vakit, onlara karşı kör ve sağır düşmezler bilâkis dinleyerek, görerek, istifade ederek üşüşürler.

74

Onlar ki, Ey Rabbimiz! Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden onları sana itâat edenler olarak görmemiz suretiyle gözlerimizi aydınlatacak (iyi kimseler) ihsan et! Ve bizi takva sahiplerine hayırda (kendisine uyulan) önder yap. “

Âyet-i kerîme’de geçen “ zürriyyat” kelimesi müfred olarak da okunmuştur.

75

İşte Allahü teâlâ'yaitâat etme hususunda sabretmeleri sebebiyle cennette en yüksek dereceyle mükâfatlandırılacak olanlar bunlardır. Ve orada o makamda melekler tarafından sağlık ve selamla karşılanacaklardır.

Âyet-i kerîme’de geçen “yulekkavne ” kelimesi ya'nın fethası ile birlikte şeddesiz olarak da okunmuştur

76

Orada ebedi kalacaklardır. Orası ne güzel bir karargâh ve onlar için ikametgahtır.

 Ulâike ve onun peşi (cümle olarak) mübteda olan“ iba-di'r-Rahmân'ın haberidir “

77

Ey Resûlüm Muhammed! Mekke kâfirlerine De ki: “sıkıntılı anlarda kendisine duanız olmasa, Rabbim size değer vermez. Ve sıkıntılarımızı gidermez. Fakat şimdi şimdi size nasıl değer versin ki, peygamberi ve Kur’ân’ı muhakkak surette tekzip ettiniz. O hâlde dünyada başınıza gelen şeyden sonra da âhirette azap, sizin yakanızı bırakmayacaktır. Nitekim Bedir günü onlardan yetmiş kişi öldürüldü.

Âyette geçen “ Levla “ nın cevabına mâ-kabli (size değer vermez) delâlet etmektedir.

0 ﴿