27- NEML SÛRESİ

Mekke’de nâzil olup, 93 âyettir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

1

Ta, sîn. Bunlarla ne kastettiğini Allah en iyi bilendir. Bunlar bu âyetler Kur’ân’ın ve hak ile bâtılı açıklayan kitabın âyetleridir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Âyât'ül Kur’ân“ daki izafet nun (i-beyye) mânâsındadır. Yine Âyette geçen “ kitab” kelimesi sıfatın ilave edilmesi ile ” el- Kur’ân“ üzerine atfedilmiştir.

2

O, bir hidâyet sapıklıktan kurtaran ve Kur’ân’ı tasdik eden mü'minlere cenneti müjdecidir.

3

ki, onlar namazı en mükemmel bir şekilde dosdoğru kılarlar. Zekâtı verirler. Âhirete de yakinen inanırlar. Âhiretin varlığını delillere bakmak suretiyle bilirler

4

Şüphesiz biz, âhirete inanmayanların çirkin amellerini, kendilerine şehveti yüklemek suretiyle süslü gösterdik. Nihayet onları güzel gördüler. Bu yüzden onlar bize göre çirkin olan amellerinden dolayı bocalayıp dururlar.

5

Bunlar o kimselerdir ki, dünyada azâbın en kötüsü öldürülmek ve esir edilmek kendilerinindir. Âhirette en ziyade hüsrana uğrayacak olanlar bunların ta kendileridir. Çünkü onlar kendilerine ebedî kılınan cehenneme varacaklardır.

6

Muhakkak ki, bu Kur’ân sana Kur’ân’ın indirilmesi ve sana verilmesi hususunda hikmet sâhibi ve her şeyi bilen tarafından veriliyor. Yani Kur’ân sana zorluk üzere veriliyor. (Çünkü içindeki tekliflerde zorluk vardır) Buradaki hitap Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e aittir.

7

Hatırla ki, bir vakitler Mûsa Medyen'den Mısır'a giderken ailesine “Ben hakikaten uzakta bir ateş gördüm. Size ondan yol durumu hakkında -ki, Mûsa (aleyhisselâm) yolu kaybetmişti- ya bir haber getireceğim. Yahut size bir ateş koru bir fitil yahut odun tepesinde bir ateş parçası getireceğim. Umarım soğuktan ısınırsınız. “

Âyet-i kerîme’de geçen “ Şıhab-Kabes “ Terkibi beyan ifade etmek için izafet ile ve izafetsiz de okunmuştur. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Tesdalun” kelimesindeki “ Ti “ harfi iftial babındaki ta'nın yerine getirilmiş olup, lâm'ın kesre ve fethası ile okunabilen“saliye (Sala) bi'n-nari “ (ateşle ısındı) sözünden alınmıştır.

8

Ateşin yanına varınca kendisine şöyle nida olundu: “Ateşin bulunduğu yerdeki Mûsa ve çevresindekiler Melekler veya bunun aksi Mübarek kılınmıştır Allah mübarek (mukaddes) kılmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah eksikliklerden münezzehtir. Bu cümle de kendisine yapılan nida kısmındandır. Bundan maksat Allahü teâlâ her kusurdan münezzehtir.

“ Bareke “ fiili mef’ulunu bizzat veya harf-i cerle alır. Fi harf-i cerrinden sonra “ mekân” lâfzı takdir edilir.

9

Ya Mûsa! Durum şu ki, ben, mutlak gâlip ve hikmet sâhibi olan Allah'ım!

Âyet-i kerîme’de geçen “ hu” zamiri şandır, durum şu ki, demektir.

10

Asanı bırak!“ O da bıraktı derken onu hafif ve süratli yılan () çevik bir yılan gibi deprenir görüverince dönüp kaçtı ve geri dönmedi. Bunun üzerine

Allahü teâlâ “ya Mûsa! Ondan korkma! Çünkü benim huzurumda peygamberler yılan ve benzeri şeylerden korkmaz!

11

Fakat kim kendine haksızlık yapar, sonra kötülükten sonra iyilik yaparsa tevbe ederse, bilsin ki, tevbesini kabul eder ve onu bağışlarım. Çünkü ben çok bağışlayıcıyım, çok merhametliyim.

12

Elini koynuna elbisenin yakasından içeri sok da Fir’avun’a ve kavmine gönderilen dokuz mu'cize içinde onlardan biri olmak üzere; esmer renginin aksine göz alan parlar bir şekilde, bembeyaz olarak alaca hastalığı olmaksızın, kusursuz çıksın. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavimdirler.

13

Ne zamanki âyetlerimiz parlak olarak parlak ve açık olarak onlara geldi, “ Bu apaçık bir sihirdir“ dediler.

14

Vicdanları da bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde onların Allah katından olduğuna kalpleriyle kesin olarak inandılar. Sırf zulüm ve Mûsa'nın getirdiği şeylere îman etmeyi gururlarına yediremedikleri için, kibirden onları inkâr ettiler. Yani (dilleriyle) ikrarda bulunmadılar. Ey Resûlüm Muhammed! Bak fesatçıların bilmiş olduğun sonu ki, helâk edilmeleri nice oldu!

Âyet-i kerîme’de geçen “ zulüm ve ulüvv” kelimeleri “mef’ulu leh “olmak üzere cahd’e aittir.

15

Yemin olsun ki, biz Dâvud'a ve onun oğlu Süleyman'a insanlar arasında hüküm verme, kuşlarla konuşma ve daha başka ilim verdik. Allah'a şükretmek için onlar: “Bizi mü'min kullarının birçoğundan peygamberlik ile cinleri, insanları ve şeytanları emrimize amade kılmakla üstün kılan Allah'a hamd olsun“.

16

Peygamberlik ve ilimde diğer evlâtları değil sadece Süleyman Dâvud'a mirasçı olup dedi ki: “ ey insanlar! Bize kuş dili kuş seslerinin ne anlama geldiği öğretildi. Ve bize peygamberler ve hükümdarlara verilen her şeyden verildi. Şüphesiz ki, bu verilenler apaçık bir lütuftur!“

17

Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları yolculuğa çıkmak üzere huzurunda toplandı. Bütün bunlar önce toplanıp sonra sevk olunuyorlardı.

18

Nihayet karınca vadisine vardıkları zaman ki, bu vadi ya Taif, ya da Şam bölgesinde olup, karıncaları küçük veya çok büyük oldukları söylenmektedir. Karıncaların reisi -ki, Süleyman (aleyhisselâm)'ın ordularını görmüştü- bir karınca: “ ey karıncalar yuvalarınıza girin! Süleyman ve ordusu sizi farkına varmadan ezip geçmesin! Kırmasın“ dedi.

 Karıncalar, akıllılara yapılan hitap gibi kendilerine hitap edilerek, akıllılar yerine konuldular.

19

Süleyman karıncanın bu sözüne -ki, rüzgârın kendisine ulaştırdığı bu sözü üç mil mesafeden duymuştu- ilk başta tebessüm edip sonunda güldü. Ve yüksekten onların vadilerine göz gezdirdiğinde ordularını durdurdu. Nihayet yuvalarına girdiler. Bu yolculukta ordusu süvari ve piyadelerden müteşekkildi.

Ve: “ ey Rabbim! Bana ve ana-babama ihsan buyurduğun nimetine şükretmemi ve senin râzı olacağın iyi işler yapmamı bana ilham et. Beni rahmetinle sâlih kulların peygamberlerin ve dostlarının arasına sok. “ dedi.

20

Hüdhüd'ü görebilmek için kuşları teftiş etti. ki, Hüdhüd yerin altındaki suyu görüp, orayı gagasıyla gösterir ve akabinde Süleyman (aleyhisselâm)'ın namaz kılmak için suya olan ihtiyacını görmek için, şeytanlar o suyu çıkarırdı. Süleyman (aleyhisselâm) Hüdhüd'ü göremeyince “Acep neden Hüdhüd'ü göremiyorum? Yani onu görmemi engelleyen bir şey mi bana arız oldu? Yoksa o kayıplardan mı oldu? da bu sebeple onu göremedim. “ Buyurdu.

21

O'nu kontrolden geçirince şöyle buyurdu: “ya bana mazeretini gösteren apaçık bir delil getirecek, ya da tüyünü yolup, kuyruğunu koparmak, güneşe atıp böylece yer haşerelerinden kurtulamayacak şekilde mutlaka onu şiddetli bir azâba uğratacağım yahut boğazını kesmek suretiyle onu boğazlayacağım“ dedi.

25 Âyet-i kerîme’de geçen “ Le-ye’tiyenni “ fiili kendisini meksûr bir nun takip eden şeddeli meftuh bir nun ile de okunmuştur.

22

Derken çok geçmeden az bir zaman sonra kafasını kaldırıp, kuyruğunu ve kanatlarını yere doğru sarkıtarak kemali tazim üzere Süleyman (aleyhisselâm)'ın huzuruna varıp geldi, onu bağışladı. Ve kendisine görünürde yokken karşılaştığı şeyleri sordu. “ Ben senin bilmediğin bir şeyi öğrendim ben, senin muttali olamadığın (göremediğin) şeye vakıf oldum. Sana Sebe'den sağlam ve kesin bir haber getirdim.

Âyet-i kerîme’de geçen “ meküse “ fiili kefin fethası ile de okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “sebe ” kelimesi munsarif ve Yemen'de bir kabilenin ismi olmakla gayrı munsarif olarak da okunmuştur. Atalarının ismi olarak da kullanılıp, bu itibarla munsarif olmuştur.

23

Muhakkak ben, bir kadını onlara hükümdarlık eder buldum, Belkıs isimli bir kadın onların kraliçesi olup kendisine, hükümdarların muhtaç oldukları bütün malzeme ve mühimmat (denen) her şeyden verilmiştir. Onun bir de çok büyük bir tahtı var.

Uzunluğu seksen kulaç, genişliği kırk kulaç, yüksekliği ise otuz kulaç olan altın ve gümüşten yapılmış olup, zümrüt, yeşil zebercet, kırmızı yakut ve inci ile süslenmiş. Ayakları ise kırmızı yakut, yeşil zebercet ve zümrütten ma’mûldür. Altı odası bulunup her bir odada kapalı bir kapı bulunmaktadır.

24

 

Âyetin tefsiri için bak:25

25

O'nu ve kavmini, Allah'ı bırakıp, güneşe secde ediyorlarken buldum. Şeytan onlara yaptıklarını süslemiş de kendilerini hak yoldan alıkoymuş.

Artık onlar, göklerde ve yerde gizli olan yağmur ve nebat gibi şeyleri meydana çıkaran, kalplerinde gizledikleri ve dilleri ile açıkladıkları her şeyi bilen Allah'a secde etmeye yol bulamıyorlar.

Âyet-i kerîme’de geçen ”ella-yescüdü “ Terkibinde Lâm zait olarak getirilmiş olup, nun kendisine idgam edilmiştir. “ Li-ella ya'leme ehl'u-l- kitabil“ âyetinde Allahü teâlâ'nın buyurduğu gibi. Bu cümle “İla “ harf-i cerrinin düşürülmesi suretiyle “yehtedüne “ fiilinin mahallen mef’uludur. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ hab” kelimesi masdar olup el-mehbub şeklinde ismi mef ul'dür.

26

Allah, kendinden başka ilâh olmayan, yüce Arş'ın Rabbidir “

 Bu cümle istinaf cümlesidir ve aynı zamanda övgü ifade eden bu cümle Belkıs'ın tahtına mukabil olarak Arşu'r-Rahmân'ı ihtiva etmektedir. Aralarında ise çok büyük üstünlük ve meziyet vardır.

27

Süleyman Hüdhüd'e bize verdiğin bilgiler hususunda doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun? Yani bu sınıftan mı oldun. Bu söz, “yoksa sen bu konuda yalan mı söyledin“sözünden daha etkili ve tesirlidir. Sonra onlara suyu gösterip su çıkarıldı ve kana kana içtiler, abdest alıp namaz kıldılar. Daha sonra Süleyman (aleyhisselâm) şöyle bir mektup yazdı: “Allah'ın kulu, Dâvud oğlu Süleyman'dan Sebe Kraliçesi Belkis'e; Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismi ile.. Selâm, hidâyete tâbi olanlar üzerine olsun. İmdi, bana karşı başkaldırmayın. Ve müslüman olarak bana gelin!“ sonra onu misk ile damgalayıp mührüyle mühürledi. Sonra Hüdhüd'e şöyle dedi:

28

Şu mektubumu götür de onlara Belkıs ve kavmine bırak. Sonra onlardan biraz çekil onların yakınında dur da cevap olarak bak neye dönecekler, ne cevap verecekler. Hüdhüd mektubu alıp çevresinde ordusu olduğu hâlde Belkıs'ın yanına vardı ve mektubu Belkıs'ın kucağına bıraktı. Belkıs mektubu görünce korkudan titredi ve boynunu büktü. Daha sonra mektubun içindekini öğrendi ve sonra

29

Kavminin ileri gelenlerine ”ey ileri gelenler! Bana çok şerefli mühürlenmiş bir mektup bırakıldı.

Âyet-i kerîme’de geçen el-meleu-inni - terkibi iki hemzenin tahkiki ve ikinci hemzenin teshili () meksûr olarak vav'a kalb edilmesi ile okunmuştur.

30

O, Süleyman'dandır. Ve O, muhtevası Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.

31

Bana karşı baş kaldırmayın. Müslümanlar olarak bana gelin“ dedi.

32

 (sözüne devam ederek şöyle) dedi: “ ey ileri gelenler! Bana (bu) işim hakkında fetva verin bana görüşlerinizi söyleyin. Siz bulunmadan hiç bir işte katı hüküm vermiş değilim.

33

Onlar: “Biz güç, kuvvet sahipleri çetin savaş harbte çetin sâhibi kimseleriz. Emir senindir. Bak bize ne emir buyuracaksın. ki, sana itâat edelim. “ dediler.

34

 (Belkıs) “Şüphesiz ki, hükümdarlar bir memlekete girdikleri zaman orayı yakıp yıkmakla perişan ederler. Ahalisinin şerefli olanlarını hor ve hakir kılarlar. Bunlar da mektubu gönderenler de böyle yapacaklardır.

35

Ben onlara bir hediye göndereyim de resûller ne ile dönecek? Hediye kabul mü, yoksa red mi edilecek bakayım. Eğer o bir kral ise hediyeyi kabul edecek. Yoksa o bir peygamber ise kabul etmeyecek. Bunun üzerine Belkıs (Hazret-i Süleyman'a) yarı yarıya erkek ve kadın olarak bin tane hizmetçi, beş yüz tane altından kerpiç, mücevheratla süslenmiş bir taç, misk-i anber ve başka çeşit hediyeleri bir mektupla birlikte elçi ile gönderdi. Hüdhüd durumu haber vermek üzere çabucak Süleyman (aleyhisselâm)'a doğru koştu. Bunun üzerine Süleyman (aleyhisselâm) altından ve gümüşten kerpiçlerin dökülüp, kendi bulunduğu yerden dokuz fersah mesafeye kadar büyük bir alana serilmelerini, çevresinde cinlerin altın ve gümüşten yüksek bir duvar yapmalarını ve o alanın sağında ve solunda cinlerin çocukları ile birlikte kara ve deniz hayvanlarının en güzellerinin getirilmesini emreder.

36

Bunun üzerine beraberindeki heyetle birlikte hediye ile gönderilen elçi Süleyman'a gelince (Süleyman) dedi ki: “siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Bakın Allah'ın bana verdiği peygamberlik ve saltanat size verdiği dünya malından daha hayırlıdır. Doğrusu siz hediyenizle övünüyorsunuz. Çünkü siz dünya ziynetleri ile övünmektesiniz.

37

Getirmiş olduğun hediye ile birlikte onlara dön! Yemin olsun ki, karşı duramayacakları ordularla onlara varırız, onları hor ve hakir oldukları hâlde oradan, ülkeleri Sebe'den -Kabilelerinin atalarının ismi ile isimlendirilmişlerdir- çıkarırız. Yani müslüman olarak gelmedikleri takdirde.

Elçi hediye ile birlikte Belkıs'a dönünce, tahtını yedi sarayın içinde bulunan bir saray ve bu sarayın da içinde bulunan yedi evin içine sakladı. Kapılarını kilitleyip yanında bekçiler bıraktı ve kendisine ne buyuracağını bakıp görmesi için Süleyman (aleyhisselâm)'a doğru yola çıkmak üzere hazırlanmaya başladı. Bu sebeple her bir komutanın beraberinde binlerce kişi bulunan, on iki bin komutanla yola çıktı. Süleyman (aleyhisselâm)'a bir fersah mesafe kadar yaklaşınca Süleyman (aleyhisselâm) gelişini fark etti.

38

 (Süleyman) “ ey ileri gelenler! Kendileri bana müslüman olarak boyun eğip itâat ederek gelmeden önce -ki, gelmeden önce taht almak benim için câiz (çünkü harb ehildiler) geldikten sonra ise câiz değildir - hanginiz onun tahtını bana getirecek? ” dedi.

Âyet-i kerîme’de geçen ”el-mele'u-eyyüküm “ Terkibinde önceden de ifade edildiği gibi, iki hemzenin tahkiki ve ikinci hemzenin meksür olarak vav'a ibdali ile okunmuştur.

39

Cinlerden bir ifrit -ki, çok güçlü ve kuvvetli bir cindir dedi ki: “sen hüküm vermek için oturduğun makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Süleyman (aleyhisselâm) sabahtan gündüzün yarısına kadar hüküm vermek için otururdu. Gerçekten bu işe onu taşımaya güçlü ve içindeki cevher ve benzeri şeylere karşı emin birisiyim. “ Bunun üzerine Süleyman (aleyhisselâm): “Ben bundan da acele olmasını istiyorum“ deyince,

40

Yanında semavi kitaptan ilim bulunan zat -ki, bu zat Asıf b. Berhiya'dır. Sıddık birisi olup, dua edildiğinde kabul olunan ismi-i azam duasını bilirdi- ise “sen gözünle bir şeye baktığında gözünü açıp kapamadan önce ben onu sana getiririm“ dedi. Ve Süleyman (aleyhisselâm)'a “ göğe bak“ dedi. O da baktı. Sonra gözünü açıp kapayınca tahtı önünde konulmuş buldu. Süleyman (aleyhisselâm) göğe baktığında Asıf İsm i Azam duası ile dua ederek, Allahü teâlâ'dan Belkıs'ın tahtını getirmesini istedi. Ve oldu. Şöyle ki, taht yerin altından akıp gitti ve nihayet Süleyman (aleyhisselâm)'ın Kürsüsü altından ortaya çıktı, derken onun yanında duruyor, hareketsiz bir şekilde duruyor görünce “ Bu bunun bana getirilmesi Rabbimin fazlındandır. Şükür mü yoksa nimetine nankörlük mü edeceğim? Diye beni sınamak içindir. Kim şükür ederse, ancak kendi nefsi için şükür eder. Zira şükrünün sevabı kendisine aittir. Kim de nimete nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim onun şükrüne muhtaç değildir, nimetine nankörlük edenlere lütfetmede kerimdir“ cömerttir, dedi.

Âyet-i kerîme’de geçen ”e-eşkürü “ lâfzıiki hemzenin tahkiki, ikincisinin elife ibdali ve teshil edilenle diğeri arasına elifi getirmek ve terk etmekle birlikte ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur.

41

 “Onun tahtını değişikliğe uğratın. Yani tahtı öyle bir hâle getiriniz ki, gördüğünde onu tanıyamasın. Bakalım onu tanımaya muvaffak olacak mı? Yoksa kendilerine değiştirilen şeyi tanımaya muvaffak olamayanlardan mı olacak? ” dedi. Süleyman (aleyhisselâm)'a “O'nda bir şey (eksiklik) vardır“ denildiğinde bununla Belkıs'ın zekâ ve aklını denemek istedi. Onlar da, onda ilave yahut eksiltme veyahut daha başka bir değişiklik yaptılar.

42

 (Belkıs) geldiğinde O'na “senin tahtın böyle midir? Yani tahtın bu şekilde midir? Denildi. (Belkıs) “sanki bu odur. Yani derhal tanıdı, fakat onlar kendisine benzetme yaptıkları gibi, o da onlara benzetme yaptı. Çünkü Süleyman (aleyhisselâm): “ Bu mu senin tahtın? ” demedi. Şayet“ Bu mu“ denilseydi o da ”evet“ diyecekti. Süleyman (aleyhisselâm) onda marifet ve ilim görünce şöyle dedi: “ Bununla beraber bize ondan önce ilim verildi ve biz müslüman olduk “

43

 O’nun Allah'ı bırakıp ta Ondan başka tapmaya devam ettiği şeyler Allah'a ibâdet etmekten kendisine mani olmuştu. Çünkü o, kâfir bir kavimden idi.

44

Ona, “köşke gir“ denildi.

Şarih: O, Süleyman (aleyhisselâm)'ın yaptırmış olduğu, altından tatlı su akıp, içinde balıklar bulunan, beyaz şeffaf billûrdan oluşan bir yüzey (alan) dır. Çünkü Süleyman (aleyhisselâm)'a: “Belkıs'ın baldırı ve bacakları merkebin ayaklan gibidir“ denilmişti.

Onu görünce derin bir su sandı. Ve ona girmek için baldırlarından eteğini açtı. (eteğini yukarı çekti) Süleyman (aleyhisselâm) bu köşkün baş tarafında bulunan tahtının üstünde oturmakta idi. Onun baldır ve bacaklarının çok güzel olduğunu görünce Süleyman (aleyhisselâm) Ona: “o saf camdan yapılmış düz ve parlak camdan yapılmış bir köşktür. “ dedi. Ve onu İslâm'a davet etti. Belkıs: “ ey Rabbim! Ben hakikaten senden başkasına tapmakla kendime zulmetmişim. Şimdi Süleyman'ın beraberinde âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum. “ dedi. Süleyman (aleyhisselâm) kendisiyle evlenmeyi arzu etti. Fakat onun baldırındaki kıllardan hoşlanmamıştı. Bu yüzden şeytanlar Süleyman (aleyhisselâm)'a kıl döken bir ilaç yapmışlar, Belkıs da bacaklarındaki kılları bu ilaçla giderdikten sonra kendisiyle evlendi ve ondan hoşlanarak, saltanatına dokunmadı. Her ay kendisini ziyaret eder, üç gün yanında kalırdı. Süleyman (aleyhisselâm)'ın saltanatının sona ermesi ile onun da saltanatı sona ermiş oldu. Rivâyet edildiğine göre; Süleyman (aleyhisselâm) on üç yaşında iken hükümdar olmuş, elli üç yaşında ise vefat etmiştir. Saltanatı bitip tükenmeyen zatı, bütün noksanlıklardan tenzih ederiz.

 Bu gibi kıssaların İsrâîliyattan olduğu gözden kaçmamalıdır.

45

Yemin olsun ki, biz Semûd kavmine de, “Allah'a ibâdet edin“onu birleyin diye nesep kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Bir de baktı ki, onlar din hususunda iki fırka olmuş çekişiyorlar.

Bir fırka, Sâlih kendilerine gönderildiği andan itibaren îman etmişler, diğer bir fırka ise inkâr etmişlerdir.

46

 (Sâlih) Tekzib edenlere: “ Ey kavmim! Niçin iyilikten önce çabucak kötülüğü rahmetten önce azâbı istiyorsunuz? Çünkü sizler: “senin bize getirdiğin şey gerçekse bize azap getir“ demişsiniz. Allah'tan koştuğunuz şirkten dolayı mağfiret dilemeli değil miydiniz? Bu durumda rahmete kavuşursunuz ve azâba uğratılmazsınız dedi.

47

Onlar “Biz seninle ve beraberindekilerle mü'minlerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. “ dediler. Çünkü onlara yağmur yağmamış ve aç kalmışlardı.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İttayyerna “ fiilinin aslı Tetayyerna idi. “ Ta “ harfi “ dı “'ya idgam edildi ve hemzeyi vasıl getirildi. Yani uğursuzluğumuz.....

 (Sâlih) “sizin uğursuzluğunuz Allah katındandır. Onu size o getirmiştir. Doğrusu siz hayır ve şer ile imtihana çekilen bir kavimsiniz “ dedi.

48

Şehirde Semûd şehrinde dokuz kişi erkek vardı ki, bunlar yeryüzünde masiyetler işleyerek fesat çıkarıyorlar, -ki, bunlardan birisi de altın ve gümüş paraları kesme (kenarlarından kırpma) larıdır - itâat etmek suretiyle iyiliğe yanaşmıyorlardı.

49

Allah'a and içerek yemin ederek dediler ki birbirlerine dediler ki: “Ona ve ehline kendisine îman edenlere gece baskın yapalım geceleyin onları öldürelim. Sonra velisine onun kanını dava edecek velisine yemin ederek, Biz onun ehlinin öldürülmesinde bulunmadık. Yani onları kimin öldürdüğünü bilmiyoruz. Şüphesiz ki, doğru söylemekteyiz “ deriz.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Le-nübeyyitenne “ fiili ta ve ikinci ta'nın zammesiyle de okunmuştur. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Le-nekulenne “ fiili ta ve ikinci Lâm'ın zammesiyle de okunmuştur. Ve yine Âyet-i kerîme’de geçen “ muhlike ehlihi “ Terkibi mim'in fethasıyla da okunmuştur. Yani birinci kırâata göre onların helâk edilişleri, ikinci kırâata göre onların helâk olmalarında bulunmadık.

50

Onlar bu konuda böyle bir hile kurdular. Biz de, onlar farkında olmadan onların hilelerine mukabele ettik. Yani cezalarını çabuklaştırmak suretiyle onları cezalandırdık.

51

Şimdi bak! Onların hilelerinin âkıbeti nice oldu? Biz hem onları, hem de kavimlerini Cibrîl'in çığlık narası ile veya meleklerin taş atması ile -ki, onlar taşı görüyorlar fakat melekleri görmüyorlar- toptan tarumar ettik.

52

İşte zulümleri inkâr etmeleri yüzünden çökmüş bomboş kalan evleri. Şüphesiz kudretimizi bilen bir kavim için bunda büyük bir ibret vardır, kudretimizi bilirler de ders alırlar.

Âyet-i kerîme’de geçen “ haviyeten” kelimesi hâl olmak üzere mansubtur. Âmili ise işaret mânâsı (üşiru) dır.

53

Sâlih'e îman edip şirkten sakınanları kurtardık. Bunlar da dört bin kişiydi.

54

Lût'u da (Hatırla). Hani kavmine “ göz göre göre masiyete kendinizi kaptırarak birbirinize görerek hâlâ o fuhşu oğlancılık işini yapacak mısınız?

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lûten” kelimesi kendinden önce mukadder bir üzkur fiili ile mansubtur. Ve “ İz-ka'le “ondan bedeldir.

55

Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz, yaptığınız işin neticesini bilmeyen cahil bir kavimsiniz!“ dedi.

Âyet-i kerîme’de geçen ”e-inneküm” lâfzıiki hemzenin tahkiki ile aralarına elif getirmek ve terk etmekle birlikte her iki vecih üzere ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur.

56

Buna kavminin cevabı sadece şu olmuştu: “Çıkarın şu Lût ailesini memleketinizden. Çünkü onlar livata işinden temiz kalmak isteyen insanlardır “.

57

Bunun üzerine biz de onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı müstesna! Onu kaderimizle, azap içinde geride kalanlardan kıldık.

58

Kalanların üzerine bir yağmur yağdırdık ki, o da, onları yok eden pişmiş taştan ibaretti. O azap ile uyarılanların yağmuru ne kötüdür! Yağmurları.

59

Ey Resûlüm Muhammed! De ki: “ geçmişteki kâfir milletlerin helâk olması üzerine Allah'a hamd olsun. Ve O’nun kendilerini seçmiş olduğu kullarına selâm olsun. Kendisine ibâdet eden kimse için Allah mı daha hayırlıdır; yoksa onların Mekke halkının ortak koştukları o şeyler mi? Yani ilâhlar mı kendilerine tapan kimseler için daha hayırlıdır?

Âyet-i kerîme’de geçen ”e-Ellâhu” lâfzı, iki hemzenin tahkiki, ikincisinin elife ibdali ve teshil edilenle diğeri arasına bir elif getirmek ve terk etmekle birlikte ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur,

60

Yahut göklerle yeri yaratıp da, sizin için gökten su indiren mi ki, onunla sizin ağacını bitiremeyeceğiniz -çünkü buna gücünüz yetmez- güzel manzaralı bağ, bahçeler bitirdik. Allah'la beraber bu işte kendisine yardım eden bir ilâh mı var? Yani onunla beraber hiç bir ilâh yoktur. Doğrusu onlar Allah'a başkasını ortak koşan bir kavimdirler.

Âyet-i kerîme’de gaib'den mütekellime iltifat vardır. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ hedaik” kelimesi Hedike'nin çoğuludur. Hedike ise, etrafı çevrili bahçe demektir. Âyet-i kerîme’de geçen ”e-ilâhün” lâfzı, yedi yerde de, iki hemzenin tahkiki ve her iki vecih üzere aralarına elif getirmekle beraber ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur.

61

Yahut yeri üzerindekileri sarmayan bir karargâh yapıp arasından yerin ara yerlerinden ırmaklar akıtan, üzerinde yeryüzünü sabitleştiren sabit dağlar yaratan ve iki denizin arasına tatlı suyla tuzlu arasına, birbirlerine karışmalarını engelleyen perde koyan mı? Allah'la beraber bir ilâh mı var? Hayır, onların çoğu tevhidi bilmezler.

62

Yahut kendisine bir musibet gelip de sıkıntıya düşen başı sıkılan kendisine dua ettiği vakit, duasını kabul edip, ondan ve başkalarından sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünde halifeler her nesil, her toplum kendinden önceki nesle ve topluma halife yapan mı? Allah'la beraber bir ilâh mı var! Siz pek az öğüt alıyorsunuz.

Âyet-i kerîme’de geçen “ hulefâ-el'erd “ Terkibinde izafet zarf manasında kullanılmıştır. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tezekkerun“ fiili ya ile de okunmuştur. Ve ayrıca ta zal'a idgam edilmiştir. “mâ” lâfzıise zait olup azın, çok az olduğunu ifade etmektedir.

63

Yahut karanın ve denizin karanlıkları içinde size geceleyin yıldızlar ile, gündüzleyin de yerdeki işaretler ile varacağınız yere doğru yol gösteren (ve) sizi ulaştıran, rahmetinin önünde yağmurun önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Allah onların kendinden başka ortak koştukları şeylerden çok yücedir.

64

Yahut evvela halkı rahimlerde bir damla sudan yaratan, öldükten sonra da onu tekrar diriltecek olan -tekrar dirilmeyi itiraf etmeseler bile, çünkü buna dair kesin deliller ortadadır- ve size yağmur ile gökten ve bitki ile yerden rızık veren mi? Allah'la beraber bir ilâh mı var? Yani şu anlatılardan hiç birini Allah'tan başkası yapamaz ve onunla beraber hiç bir ilâh yoktur. De ki: “Şu anlatılan şeylerden birini yapmış olan, benimle birlikte bir ilâhın olduğuna dair eğer doğru söyleyenlerden iseniz, getirin delilinizi bakalım!“

65

Bu âyet, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Kıyâmetin ne zaman kopacağını soran müşrikler hakkında nâzil olmuştur. De ki: “ göklerde ve yerde Allah'tan başka ne melekler ve ne de insanlar gaybı kendilerine gözükmeyeni kimse bilemez “ Lakin Allah bilir. Onlar başkaları gibi Mekke kâfirleri de ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

66

Onların ilimleri âhirete ulaşır mı? Yani âhireti bilmeye ulaşır mı? ki, Kıyâmetin geliş vaktinden sormaktadırlar. Hayır iş böyle değildir, (onların ilmi âhirete ulaşamaz). Doğrusu onlar, bundan şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar, âhiretten yana kördürler.

Âyet-i kerîme’de geçen birinci “Bel” kelimesi soru ifade eden“ hel “ Takısı mânâsında kullanılmıştır. Âyet-i kerîme’de geçen ve Ekreme veznindeki “ edreke “ fiili diğer bir kırâatta dal'ın şeddesi ile “İddareke “ şeklinde okunmuş tur. Bu kelimenin aslı ise ” Tedareke “idi. Ta harfi dal'a ibdal edilip o da diğer dal'a idgam yapılarak hemzeyi vasıl getirilmişti. Yani (birinci kırâata göre mânâ) ulaştı, kavuştu (mu) veya (ikinci kırâata göre) “ Birbiri ardınca gelip birbirine katıldi “Ve yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Amun” kelimesi ” min amiye'l-Kalbu “ (Kalb (gözü) kör oldu) sözünden gelmektedir Bu söz önceki sözden daha tesirlidir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Amûn” kelimesinin aslı “Amiyune “idi zamme ya üzerine ağır geldiğinden mimin kesresi hazfedildikten sonra (zamme) mim'e nakledilmiştir.

67

Öldükten sonra dirilmeyi inkâr etme hususunda küfredenler de “Biz ve babalarımız toprak olduğumuz vakit mi, biz mi kabirlerden çıkarılacağız?

68

Yemin olsun! Bu dirilme işi bize de bizden önce atalarımıza da vaad olundu. Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir. “ dediler.

Âyet-i kerîme’de geçen ”esatir” kelimesi Ustüre'nin çoğuludur. Yani yalan yere yazılan şey demektir.

69

De ki: “yeryüzünde dolaşın da bir bakın, inkârları yüzünden mücrimlerin âkıbeti nice olmuş? “ O da (dünyada) azap ile helâk olmuşlardır.

70

Onlara karşı üzülme. Ve yaptıkları hilelerden dolayı sıkıntı da olma. Bu âyet Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'i teselli etmektedir. Yani onların sana karşı kurdukları tuzaktan dolayı canını sıkma. Çünkü onlara karşı yardımcın benim.

71

Bir de: “ eğer bu konuda doğru söyleyen kimselerseniz bu vaad edilen azâb ne zamandır“ diyorlar.

72

De ki: “Çabucak gelmesini istediğiniz azâbın bir kısmı belki de size yaklaşmıştır. Nitekim bu onlara, Bedir'de öldürülmeleri suretiyle oldu. Geri kalan azap da, onlara öldükten sonra gelecektir “.

73

Ve şüphesiz Rabbin, insanlara karşı ihsan sâhibidir. kâfirlerden azâbın gecikmesi de bundandır. Fakat onların çoğu şükretmezler. Nitekim kâfirler azâbın gecikmesinden dolayı şükretmezler. Çünkü onlar azâbın olacağını kabul etmemektedirler.

74

Halbûki Rabbin, onların göğüslerinin gizlediklerini de, dilleri ile açığa vurduklarını da pekâlâ biliyor.

75

Gökte ve yerde gizli hiç bir sır insanlar için son derece gizli bulunan hiç bir şey yoktur ki, açık bir kitap ta veya Allahü teâlâ'nın ilmi Levh-ı mahfuzda saklanmış olmasın. Bunlardan biri de kâfirlerin azâba uğratılmalarıdır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ gaibetin“ın” Ta “sı mübalağa içindir.

76

Gerçekten bu Kur’ân peygamberimiz zamanında bulunan İsrâîl oğullarına, hakkında ihtilâf edip durdukları aralarındaki ihtilâfı kaldıracak şekilde anlatılan şeylerin çoğunu açıklamak suretiyle anlatıyor. Şayet Kur’ân'a tutunsalar ve teslim olsalar.

77

Ve hakikaten O, mü'minler için sapıklıktan kurtaran bir hidâyet rehberi ve azaptan koruyan bir rahmettir.

78

Elbette Rabbin diğerleri gibi onların arasında Kıyâmet gününde adaletle hükmünü verecektir. O, güçlü gâlip ve hükmünü vermiş olduğu şeyi hakkıyla bilendir. Bu nedenle, kâfirler dünyada peygamberlerine muhalefet ettiği gibi, hiç kimsenin kendisine muhalefet etmesi mümkün değildir.

79

O hâlde, Allah'a tevekkül et! Ona güven. Şüphesiz sen apaçık bir hak apaçık bir din üzerindesin, kâfirlere karşı zafer kazanmak suretiyle güzel sonuç senin olacaktır.

80

Bundan sonra Allahü teâlâ İsrâîl oğullarını ölüler, sağırlar ve körlere benzeterek şöyle buyurdu: “Şüphesiz sen, ölülere işittiremezsin. Arkalarına dönmüş kaçarlarken, sağırlara da çağırmayı işittiremezsin.

Âyet-i kerîme’de geçen ”ed-dua-e'iza”Terkibi iki hemzenin tahkiki ve hemze ile ya arasında ikincisinin teshili ile okunmuştur.

81

Sen o körleri sapıklıklarından uzaklaştırıp hidâyete erdirecek de değilsin. Sen, kabul edip anlamalarını sağlayacak şekilde sadece bizim âyetlerimize Kur’ân'a îman edenlere işittirirsin. İşte Allah'ı birleyerek ihlâslı müslümanlar onlardır.

82

Tüm kâfirlerin başlarına inecek olan azap onlara vacip olduğu zaman, onlar için yerden bir dabbe çıkarırız. O, insanların Mekke kâfirlerinin âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını öldükten sonra dirilmeyi, hesap ve ceza görmeyi içine alan Kur’ân'a inanmadıklarını kendilerine söyler o hayvan çıktığında mevcut olan kimselerle Arapça olarak konuşup, sözlerinin tümü tarafımızdan nakil olmak üzere onlara şöyle diyecektir.....O’nun çıkışı ile birlikte, iyiliği emretmek, kötülükten vazgeçirmek son bulacak. Allahü teâlâ'nın Nûh (aleyhisselâm)'a “Îman etmiş kimselerden başka senin kavminden hiç kimse îman etmeyecektir“ Buyurduğu gibi, hiçbir kâfir de îman etmeyecektir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İnne ” maddesi bir kırâatte, “ Tükellimühüm“ fiilinden sonra ba takdir edilerek hemzenin fethası ile de okunmuştur.

83

Hatırla ki, o gün her ümmetten âyetlerimizi yalanlayanları bir cemâat halinde toplayacağız -ki, bunlar da peşlerinden gidilen önderlerdir- onlar toplu olarak evvelkiler sonrakiler üzerine sürülüp sonra sevk edilirler.

84

Nihayet hesap yerine geldikleri vakit, (Allahü teâlâ ) onlara “siz benim peygamberlerime (inen) âyetlerimi onları yalanlamanız bakımından ilmen kavramadığınız hâlde yalanladınız mı? Yoksa emr olunduğunuz şeye karşılık ne idi o yaptığınız? Buyurur.

Âyet-i kerîme’de geçen < (Emma”Terkibinde ”em” lâfzındaki mim, istifham ma'sına idgam edilmiştir. Ayrıca” za” lâfzıise mevsûl'dur Yani ne şeydir.

85

Yaptıkları zulüm koştukları şirk yüzünden, onlara azap hak olmuştur. Artık onlar konuşamazlar- Çünkü hiçbir delilleri kalmamıştır.

86

Görmediler mi? Biz başkaları gibi içinde istirahat etsinler diye geceyi yarattık. Gündüzü de görücü bundan maksat onda işlerini çevirsinler diye içinde işler görülen alan yaptık. Şüphesiz bunda îman eden bir kavim için Allahü teâlâ'nın kudretine delâlet eden ibretler vardır. kâfirlerin aksine bunlara inanma hususunda mü'minler ibret alıp, faydalandıkları için yalnızca onlar zikredilmişlerdir.

87

İsrafil tarafından birinci Sur'a boynuz'a üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri Cibrîl, Mikail, İsrafil ve ölüm meleği (Azrail) İbn Abbâs'dan rivâyet edildiğine göre bunlar şehitlerdir. Çünkü onlar Rablerinin huzurunda rızıklar içinde oldukları hâlde diridirler müstesna, göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılmıştır ölüme götürecek bir şekilde korkmuşlardır. Nitekim bu, başka bir âyette “ Bayılmıştır“ şeklinde ifade edilmiştir. Bu olayın gelecekte gerçekleşeceği kesin olduğundan mazi sigasıyla ifade edilmiştir. Her biriboyunlarını bükmüş olarak O'na gelirler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ küllün” kelimesindeki tenvin muzaafın iley'den ivezdir. Yani diriltilmelerinden sonra onların her biri Kıyâmet gününde… Âyet-i kerîme’de geçen ”eta “ fiili ism-i fail sigası ile de okunmuştur. Bu işin meydana gelmesi kesin olmasına binaen mazi sigasıyla ifade edilmiştir.

88

Bir de sen Sur'a üfürüldüğü vakit dağları görür dağları gözünle görür, onları yerinde hareketsiz duran sanırsın. Hâlbuki onlar rüzgâr kendisine çarptığı vakit yağmur (yüklü) bulut geçer gibi geçerler dağlar yürümeye devam eder. Nihayet yere düşerler ve yerler ufalanmış bir hâlde bulunan dağlarla eşit bir hâle gelir. Sonra pamuk gibi olup daha sonra da saçılmış toz zerreleri hâline gelirler.

Bu yapmış olduğu her şeyi muhkem yaratan Allah'ın işidir. Şüphesiz Ki o, onların düşmanlarının yaptıkları günah ve dostlarnın itâatinden haberdardır.

Âyet-i kerîme’de geçen “sun'ellah” lâfzı, kendinden önce geçen cümlenin ihtiva ettiği mânâyı pekiştiren bir masdar (mef’ulu mutlak) dır. Ve âmili hazfedildikten sonra failine izafe edilmiştir. Yani bu işleri Allahü teâlâ en güzel bir şekilde yapmıştır. Âyet-i kerîme’de geçen “yef elune “ fiili ta ile de okunmuştur.

89

Her kim iyilikle ” Lâ ilâhe illallah“ diyerek Kıyâmet gününde gelirse, bundan bunun sayesinde O'na sevap vardır. Onlar iyilikle gelen kimseler o günün korkusundan emin olurlar.

Âyet-i kerîme’de geçen “ hayr” kelimesi tafdil (üstünlük ifade) için değildir.

Çünkü kelime-i tevhitten daha hayırlı bir iş yoktur. Diğer bir âyette de iyiliğe on misli sevap verileceği vaat olunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “ min feze in’ yevme izin”Terkibi nin'in kesre ve fethasıyla izafetle ve feze'in kelimesi tenvinli olmakla birlikte mim'in de fethası ile okunmuştur.

90

Her kim de kötülükle şirkle gelirse, hemen yüzleri ateşe çevrilmek suretiyle yüzükoyun cehenneme atılırlar.

Bu âyette “yüzler “zikredildi. Çünkü azalar arasında en şerefli yer yüzlerdir. Hâl böyle iken yüzlerin dışındaki azalar cehennem ateşine sürtünmeye daha da evlâd ır.

Kınamak için onlara şöyle denilir: “siz, yaptığınız amellerin şirk ve günahların karşılığından başkasıyla mı ceza görmekle cezalandırılacaksınız!“ yani sadece yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız.

91

 

Âyetin tefsiri için bak:92

92

Onlara de ki: “Ben ancak Allah'ın haram kıldığı bu beldenin Mekke'nin Rabbine ibâdet etmekle emr olundum. Yani Allahü teâlâ Mekke-i Mükerreme'yi haram ve emin bir yer kılmıştır. Orada hiçbir insan kanı dökülmez. Hiç bir kimse zulüm görmez. Avı avlanmaz ve yaş bitkileri koparılmaz. Bu da, Allahü teâlâ'nın azâbı ve diğer Arap ülkelerinde yaygın olan fitneyi beldelerinden kaldırması hususunda oranın halkı Kureyş'e olan nimetlerinden bir kısmıdır. Her şey O’nundur. Allahü teâlâ'nındır, O her şeyin Rabbi, yaratıcısı ve sâhibidir. Ve bana müslümanlardan olmam Allah'ı birlemek suretiyle O'na teslim olmam ve imana davet tilavetiyle sizlere Kur’ân okumam emredildi. Artık kim îman etmek için hidâyeti kabul ederse, ancak kendisi için kabul etmiştir. Çünkü hidâyete ermesindeki sevabı kendine aittir. Kim de îman etmekten sapar hidâyet yolunu şaşırırsa, ona “Ben ancak uyarıcılardanım” korkutuculardanım. “ Benim görevim sadece tebliğ etmektir“ deyiver. Bu âyet kılıç âyeti ile neshedilmiştir.

93

Ve de ki: “Allah'a hamd olsun! O, size yakında âyetlerini gösterecek; siz de onları tanıyacaksınız “Nitekim Allahü teâlâ Bedir gününde onlara, öldürülmelerini, esir edilmelerini ve meleklerin, öldürülenlerin yüzlerine ve sırtlarına vurmalarını gösterdi ve Allahü teâlâ onları acele olarak cehenneme sevketti.

Senin Rabbin, onların yaptıklarından gafil değildir. Sadece vakitlerini doldurmaları için onları erteliyor.

0 ﴿