28 - KASAS SÛRESİMekke'de nâzil olup, 88 Âyet-i kerîmedir. Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle 1Tâ. Sîn. Mîm. Bunlarla neyi kastettiğini en iyi Allah bilir. 2Bunlar bu âyetler hak ile bâtılı açıklayıcı kitabın âyetleridir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Âyât’ül - kitab “ Terkibindeki izafet “min“ mânâsındadır. 3Biz, sana Mûsa ile Fir’avun haberinden bir kısmını, îman edecek bir kavim için hak ve doğru olarak sana okuyacağız, (evet) onlar için. Çünkü bu âyetlerle faydalanacak olanlar onlardır. 4Çünkü Fir’avun, o yerde Mısır memleketinde baş kaldırmış büyüklük taslamaya kalkışmış ve ahalisini hizmetinde kullanarak fırkalar hâline getirdi. Onlardan bir taifeyi -ki, onlar da İsrâîloğullarıdır- zaafa uğratıyor, dünyaya gelmiş olan erkek çocuklarını boğazlıyor. Kızlarını diri olarak sağ bırakıyordu. Çünkü kâhinlerden birisi ona: “İsrâîloğullarından erkek bir çocuk dünyaya gelecek, senin saltanatının yok olmasına sebep olacaktır“ demişti. Şüphesiz o öldürme ve buna benzer işler yaparak fesat çıkaranlardandı. 5Biz ise istiyorduk ki, o yerde ezilmekte olanlara lütfedelim. Onları hayırda kendilerine uyulan önderler yapalım. Kendilerini Fir’avun’un mülküne vârisler kılalım. Âyet-i kerîme’de geçen ”eimmeten” kelimesi iki hemzenin tahkiki ve ikincisinin“ya “ harfine ibdal edilmesiyle okunmuştur. 6Ve onlara o yerde Mısır ve Şam diyarında kudret (ve hâkimiyet) verelim de, Fir’avun'a, Hamân'a ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim. Onlar elleriyle saltanatlarını ortadan kaldıracak olan doğacak bir çocuktan korkuyorlardı. Âyet-i kerîme’de geçen “ Nuriye “ fiili bir kırâatte ya ve ra harflerinin fethası ve üç tane ismin de zammesiyle okunmuştur. 7Mûsa'nın annesine de ilham yoluyla veya rüyada şöyle ilham ettik: -ki, bahsedilen çocuk buydu ve dünyaya gelişine kız kardeşinden başkası vakıf olmamıştı- “onu emzir, ona karşı (bir tehlikeden) korkarsan, onu denize Nil'e bırakıver. Boğulacağından korkma, ayrılığına da üzülme. Çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız. Bunun üzerine annesi onu üç ay emzirdi. Hiç de ağlamıyordu. Fakat hayatını tehlikede görünce, onu iç kısmı zift ile boyanmış, Mûsa (aleyhisselâm) için içine döşek konulmuş bir sandığa koyarak, kapayıp geceleyin Nil nehrine bıraktı. 8Derken Fir’avun’un adamları onu o gecenin sabahında tabutla birlikte bulup aldı. Ve Fir’avun'un önüne koydular. Sandık açıldı ve ondan başparmağından süt emer bir vaziyette Mûsa (aleyhisselâm) çıkarılıverdi. Çünkü o, işin neticesinde kendilerine erkeklerini öldüren bir düşman ve kadınlarını köle eden (zelil kılan) bir üzüntü olacaktı. Doğrusu Fir’avun, veziri Haman ve askerleri kasten hatagünah işleyicilerdi. Sonuçta Mûsa (aleyhisselâm)'ın elleriyle cezalarını buldular. Âyet-i kerîme’de geçen “ hezen” kelimesi bir kırâatte ” ha “ nın zammesi ve “ za “ nın sükunu ile okunmuştur ve her iki lugatta masdar olarak kullanılmıştır. Masdar olan bu kelime burada ismi fail mânâsında olup ”eHazret-i enehu“ gibi ”hezenehu“ den (müteaddi olarak) gelmektedir. Ayrıca Âyet-i kerîme’de geçen : ” Hâtıîn” kelimesi “ hata “ dan değil” hâtıe “ dendir. Çünkü kelime ” hata “ dan olsaydi ” muhtiîn“ denilirdi. 9Fir’avun ve adamları Mûsa'yı öldürmeye yeltenmişlerken Fir’avun'ın karısı dedi ki: “O Benim için de, senin için de bir göz bebeğidir. Onu Öldürmeyin. Belki bize faydası olur. Yahut onu evlât ediniriz. “ Nihayet onlar da kendisine itiraz etmediler. Hâlbuki onlar Mûsa ile olacak işlerinin âkıbetinin farkında değildi. 10Mûsa’nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı. Eğer biz (vadimize) mü’minlerden olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık neredeyse işi meydana çıkaracaktı. 11Annesi Mûsa’nın ablasına: Onun izini takip et dedi. O da onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi. 12Biz daha önceden annesine geri vermeden önce ona sütanaları haram etmiştik. Yani annesinden başka süt emziren kadının memesini almaktan onu menettik. Bu yüzden getirilen sütanalardan hiçbirinin sütünü kabul etmedi. Bunun üzerine kız kardeşi, onların Mûsa'ya şefkatli davrandıklarını görünce “sizin hesabınıza süt emzirmek ve buna benzer işlerle bakımını yapacak bir ev halkı göstereyim mi? ki, onlar buna hayırhah olacak kimselerdir, dedi. (Onlar: “Çocuğa iyi bakacak ve ona iyi davranacaklarını nereden biliyorsun? Demek ki, sen onu tanıyorsun dediklerinde) kız kardeşi onlara cevaben”lehu“ deki zamir ile hükümdarı kasd ettiğini açıkladı. Bunun üzerine teklifi kabul edilir ve hemen gidip çocuğun annesini getirir. Annesi gelir gelmez annesinin sütünü kabul eder. (Fir’avun ve adamlarının“ Başkasının sütünü kabul etmedi, seninkini kabul etti. Sen neyi oluyorsun? ”sorusuna) “Ben kokusu hoş, sütü güzel bir kadınım“ diyerek onlara neden memesini kabul ettiğinden dolayı sordukları soruya cevap vermiş oldu. Bunun üzerine Fir’avun kendi evinde çocuğunu emzirmesine müsaade etti ve Allahü teâlâ'nın da buyurduğu şekilde, çocuğu ile birlikte (evine) geri döndü. 13Bu suretle onu annesine iade ettik ki, çocuğuna kavuşmakla gözü aydın olsun da o esnada üzülmesin. Ve bilsin ki, çocuğunu kendisine geri vermekle ilgili Allah'ın vaadi haktır. Fakat onların insanların çoğu Allah'ın bu vaadini bilmezler. Ve yine bu Mûsa'nın kız kardeşidir, bu da annesidir diye bilmezler. Mûsa (aleyhisselâm) memeden kesilinceye kadar annesinin yanında kaldı ve kendisine emzirme ücreti olarak her gün için bir dinar verildi. O da bunu aldı. Çünkü bu para düşmanın malıdır. Daha sonra çocuğu Fir’avun'a getirerek, Allahü teâlâ'nın da “Şuara “sûresinde bundan bahsederek: “Biz seni yeni doğmuş iken aramızda büyütmedik mi? Sen ömründen hayli seneler aramızda kalmadın mı? ” Buyurduğu gibi, Fir’avun'un yanında büyütüldü. 14Ne zamanki Mûsa tam kemal çağına ulaştı otuz yahut otuz üç yaşındaydı ve olgunlaştı, kırk yaşına geldi. Biz ona peygamber olarak gönderilmeden önce hikmet ve ilim, dinde derin bilgi verdik. İşte onu mükâfatlandırdığımız gibi iyilik edenlere biz böyle mükâfat veririz. 15Mûsa, bir müddet Fir’avun’un gözünden kaybolduktan sonra halkının meşgul olduğu bir zamanda öğle uykusu zamanında Fir’avun'un şehrine girdi. Bu Şehrin“ münf olduğu söylenmektedir. Ve orada döğüşen iki adam buldu. Şu, kendi taraftarlarından İsrâîloğullarından diğeri düşmanından idi. Yani Fir’avun mutfağında odun taşımak için İsrâîlli kişiyi çalıştıran bir kipti. Kendi taraftarlarından olan, düşmanına karşı yardım istedi. Mûsa da ona: “Onu serbest bırak“ dedi. Adamın Mûsa (aleyhisselâm)'a “Vallahi odunları senin sırtına yüklemeye karar verdim. “ dediği rivâyet edilmiştir. Bunun üzerine Mûsa da ona bir yumruk vurarak elinin iç kısmıyla bir yumruk vurdu -ki, Mûsa (aleyhisselâm) çok güçlü ve kuvvetli bir adamdı- onun işini bitirdi, onu öldürdü. Oysa onu öldürmeyi kastetmemişti. Ölüsünü ise kuma gömdü. “ Bu, onu öldürmek benim öfkemi kabartan şeytanın işindendir. O, gerçekten insanoğlunu şaşırtıcı, ona karşı sapıtması apaçık olan bir düşmandır. “ dedi. 16Mûsa yaptığına pişman olarak ”ey Rabbim! Onu öldürmekle doğrusu ben kendime yazık ettim. Beni bağışla “ dedi. Bunun üzerine (Allah da) Onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. O, ezelî ve ebedî olarak bu iki sıfatla muttasıftır. 17(Mûsa) ”ya Rabbi! Bağışlamak suretiyle bana olan bu in’amın hakkı için beni koru ki, artık kâfirlere şayet beni korursan bundan sonra hiç bir zaman yardımcı olmayacağım. “ dedi. 18Böylece şehirde korkarak ve öldürmüş olduğu adamdan dolayı başına neler geleceğini gözetleyerek sabahladı. Bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen adam başka bir kıptiye karşı yine kendisinden yardım isteyerek ona feryad ediyor. Mûsa ona: “ dün ve bugün yaptığın işten dolayı sen muhakkak azgınlığı apaşikâr bir azgınsın“ dedi. 19Derken (Mûsa) ikisinin de kendisinin de, yardım dileyen adamın da düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, yardım isteyen adam, Mûsa (aleyhisselâm)'ın kendisine söylediği sözden dolayı kendisini yakalayacak zannederek “ya Mûsa, dün bir adam öldürdüğün gibi, beni de mi öldürmek istiyorsun! Sen ancak bu yerde bir zorba olmak istiyorsun da, ara buluculardan olmak istemiyorsun“ dedi. Kıbti bunu duyunca, katilin Hazret-i Mûsa olduğunu anlamış ve derhal Fir’avun'a giderek durumu ona haber vermiş. Fir’avun da Hazret-i Mûsa'nın öldürülmesi için cellâtlarına emir vermiş. Bunun üzerine Fir’avun’un adamları Hazret-i Mûsa'nın geçeceği yolu tuttular. 20Derken şehrin öbür ucundan uzak tarafından Fir’avun’un adamlarının geldikleri yoldan daha yakın bir yoldan koşarak bir adam geldi. Bu kişi Fir’avun’un hanedanından mü'min birisiydi. “ya Mûsa! Fir’avun kavminden ileri gelenler seni öldürmek için senin hakkında meşveret ediyorlar. Hemen bu şehirden çık (git). Ben cidden şehirden çıkmanı tavsiye etmede senin iyiliğini isteyenlerdenim. “ dedi. 21Bunun üzerine Mûsa korkarak ve arayan kişinin kavuşmasını veya Allahü teâlâ'nın kendine yardımını gözetleyerek oradan çıktı. “ya Rabbi! Beni bu zâlim kavimden Fir’avun’un kavminden kurtar“ dedi. 22Medyen tarafına yönelince -ki, burası Şuayb (aleyhisselâm)'ın köyü olup, Mısır'la arası sekiz günlük bir yoldu. (Medyen İbrâhîm (aleyhisselâm)'ın bir oğlunun ismi idi). Bu şehre İbrâhîm (aleyhisselâm)'ın oğlu Medyen'in ismi verildi. Mûsa (aleyhisselâm) ise yolu bilmiyordu. “ Ola ki, Rabbim beni doğru yola iletir. Yani oraya ulaştıracak vasat bir yola kavuşTûrur. “ dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ ona elinde değnek bulunan bir melek göndererek onunla birlikte Medyen'e doğru yürüdü. 23Medyen suyuna varınca (bu) Medyen'de bir kuyudur. Yani o kuyuya varınca, suyun başında hayvanlarını sulayan insanlardan bir topluluk buldu. Onların ötesinde onlardan başka da koyunlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Mûsa onlara: “sizin haliniz nedir? Yani Durumunuz nedir? Niçin hayvanlarınızı sulamıyorsunuz? ” dedi. “Biz çobanlar suvarıp gitmeyince sulamayız. Babamız ise suvarmaya gücü yetmeyen büyük bir ihtiyardır“ dediler. Âyet-i kerîme’de geçen “Ria “Rai'nin çoğuludur. Yani izdiham endîşesinden dolayı çobanlar suvarmadan dönecekler, peşinden bizler suvaracağız. Âyet-i kerîme’de geçen “yezdure “ fiili bir kırâatte rubai olarak ”yusdıru“ şeklinde okunmuştur, çobanlar hayvanlarını sudan çekip götürecekler. 24Bunun üzerine Mûsa onlarınkini o kuyunun yakınında bulunan başka bir kuyudan, on kişinin kaldıramayacağı taşı üzerinden kaldırarak suladı. Sonra acıkmış bir vaziyette güneşin aşırı hararetinden, samur ağacına âit gölgeye çekilerek, Ey Rabbim! Gerçekten ben, bana indireceğin hayra yemeğe muhtacım“ dedi. Kadınlar, önceden döndüklerinden daha az bir zamanda babalarının yanına döndüler. Babaları bunun sebebini kendilerinden sorunca, kendilerini sulayan adamın durumunu ona anlattılar. Bunun üzerine, kadınlardan birine Mûsa'yı çağırmasını emretti. 25Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu. “ derken, o iki kadından biri utana utana ondan utanarak elbisesinin yenini yüzüne örtüp yürüyerek yanına geldi. “ Bize çektiğin suyun ücretini sana ödemek için babam seni çağırıyor“ dedi. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselâm) içinden, ücreti almayı kabul etmeyerek kadının bu davetini kabul etti. Kadın da sanki mükâfatı kafasına koymuştu. Şayet o, yaptığına karşılık mükâfat isteyen kimselerden olsa. Derken, kadın Mûsa (aleyhisselâm,)'ın önünden yürüyünce rüzgâr elbisesini sallamaya başladı. Bu yüzden etekleri açılıverdi. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselâm) kadına, arkasından yürüyüp yolu bu şekilde kendisine göstermesini emretti. 0 da babası Şuayb (aleyhisselâm)'a gelinceye kadar böyle yaptı. Yanında akşam yemeği vardı, Mûsa (aleyhisselâm)'a oTûrup aksam yemeğini yemesini teklif edince, Mûsa (aleyhisselâm) “O iki kadına su çekmeme karşılık olacağından korkarım. Biz ise ehli beytteniz. Hayırlı bir işten dolayı karşılık istemeyiz “ Buyurdu. Bunun üzerine Şuayb (aleyhisselâm): “ hayır! Benim ve babalarımın âdeti misafiri ağırlar, yemek yediririz “ deyince, Mûsa (aleyhisselâm) yemekten yedi ve başından geçen leri kendisine haber verdi. Allahü teâlâ buyuruyor: Bunun üzerine Mûsa ona varıp kıptiyi öldürmesi, onların da kendisini öldürmeye kastetmeleri ve Fir’avun'dan korkmasından ibaret olan, başından geçen kıssayı anlatınca, “korkma! O, zâlim kavimden kurtuldun! Çünkü Fir’avun’un Medyen üzerinde hâkimiyeti yuktur. “ dedi. Âyet-i kerîme’de geçen “ kasas” kelimesi masdar olup, meksus manasında (ism-i mef’ul) dür. 26İki kadından biri Mûsa (aleyhisselâm)'a gönderilen büyüğü veya küçüğü idi. “ Babacığım onu ücretle tut. Bu adamı, koyunlarımızı otlatması için ücretli çoban tut. Yani yerimize çoban olarak bunu tut. Çünkü tuttuğun ücretlilerin en hayırlısı şüphesiz ki, o kuvvetli, emin (adamdır) kuvvetinden ve güvenilirliğinden ötürü bunu ücretle tut. “ dedi. Bunun üzerine Şuayb (aleyhisselâm) kızına, Onun güçlü ve güvenilir olduğunu nereden anladığını sordu. Kızı, önceden de geçtiği üzere kuyunun taşını kaldırdığını, (onunla beraber gelirken) kendisine “ arkamdan gel“ dediğini ve ayrıca ilâveten yanına vardığında kendisini bilip başını eğdi ve kaldırıp bakmadığını babasına haber verdi. Bunun üzerine Şuayb (aleyhisselâm) onu (kızlarından biri ile) evlendirmek istedi. 27Şuayb “Bana sekiz sene koyunlarıma çobanlık ederek ücretle çalışman şartıyla, şu iki kızımın birini büyüğünü veya küçüğünü sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on seneyi çobanlık yapmayı on seneye tamamlarsan o da bu tamamlamak sendendir. Bununla beraber on yıl şartını koyarak seni zorlamak istemem. İnşaallah beni sözünde duran iyi kimselerden bulacaksın!“ dedi. Şuayb (aleyhisselâm) “İnşaallah “sözüyle teberrükü kastetmiştir. 28Mûsa, Bu söylediğin seninle benim aramdadır. Bu iki müddetin sekiz yahut on yılınçobanlığın hangisini ödersem o müddeti tamamlarsam, demek bundan daha fazlasını istemekle aleyhime dava yok. Allah, senin ve benim dediğimiz şeye vekildir veya şahittir“ dedi. Mûsa (aleyhisselâm) anlaşmış oldukları süreyi tamamladı. Şuayb (aleyhisselâm) kızına, onunla koyunlarından yırtıcı hayvanları kovacağı asayı Mûsa'ya vermesini emretti, ki, Peygamberlerin asası Şuayb (aleyhisselâm)'ın yanında bulunuyordu. Derken kızının eline, cennet ağacından olan Âdem (aleyhisselâm)'ın asası rast geldi. Mûsa (aleyhisselâm) da bu asayı Şuayb (aleyhisselâm)'ın bilgisi dâhilinde aldı. 29Mûsa, müddetini sekiz yıl yahut on yıl olan -ki, onun hakkında tahmin edilen de bu on yıldır- çobanlık müddetini bitirip kayınpederinin müsaadesiyle Mısır'a doğru ailesi ile birlikte yola çıktığında, Tûr tarafından uzaktan bir ateş gördü. Tûr, dağın adıdır. Ailesine, “siz burada durun! Ben bir ateş gördüm. Umarım ki, oradan yol durumu hakkında size bir haber çünkü yolu kaybetmişti yahut ısınmanız için, o ateşten bir ateş parçası getiririm“ dedi. Âyet-i kerîme’de geçen “ cezve ” kelimesi cim'in üç harekesi ile de okunmuştur. Ateşten bir parça ve kıvılcım demektir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Tesdekun“ fiilinde ” ti “ harfi iftial babındaki ” ta “ nın yerine getirilmiştir. “ Lâm “ın kesre ve fethası ile okunan ”seliye-sela bi'n-nari “ (ateşle ısındı) sözünden alınmıştır. 30Oraya varınca, Mûsa (aleyhisselâm) Allah'ın kelâmını orada işittiği kendisine mübarek (kılınan) yerdeki vadinin Mûsa'ya göre sağ tarafındaki ağaçtan -ki, bu ağacın misvak ağacı, yahut böğürtlen (sarmaşık), yahut da sakız ağacı olduğu söylenmiştir- “ya Mûsa! Gerçekten ben, evet ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'ım! Âyet-i kerîme’de geçen “seçer “kelimesi harf-i cerrin iade edilmesiyle birlikte, bu ağacın vadinin yakasında yetişmesi münasebetiyle “Şati'ı'den bedel (i istimal) kılınmıştır. 31Asanı bırak!“ diye nida olundu. Derhal asayı atıverdi. Mûsa onu çevik bir yılan gibi hareket ediyor görünce, ondan korkarak öyle bir dönüp kaçtı ki, arkasına bile dönüp bakmadı, geri dönmedi. “ cann” küçük yılan demektir. Asa, çok hızlı hareket etmesinden dolayı küçük yılana benzetilmiştir. “ya Mûsa! Beri gel. Korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın“ diye nida olundu. Âyet-i kerîme’de geçen ”en“ muhaffefe değil, müfessiredir. 32“sağ Elini elden maksat elinin içini yakanın içine sok ve çıkar. Ceyb, gömleğin yakası demektir. Hiç kusursuz alaca hastalığı olmaksızın önceki esmer halinin aksine, bembeyaz çıkacaktır. Bunun üzerine o elini koynuna soktu ve çıkardı ki, gözleri kamaştıran bir güneş ışığı gibi parlıyor. Korkudan elinin parıldamasından meydana gelen korkudan ellerini kendine kavuştur. Şöyle ki, ellerini koynuna sokacaksın tekrar eski hâline dönecekler, (korkun gidecek). İşte bu ikisi “ asa”ile ” el” Fir’avun'a ve kavmine Rabbin tarafından gönderilen iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkmış bir kavimdir “ Âyet-i kerîme’de geçen “Reheb” kelimesi birinci harfin fethası ve zammesi ile birlikte ikinci harfin sükunuyle de okunmuştur. Ve yine Âyet-i kerîme’de geçen “ zannike ” kelimesi şeddesiz de okunmuştur. Âyet-i kerîme’de el kelimesi kanat ile tabir edilmiştir. Çünkü insanın iki eli, kuşun kanatları yerindedir. Asa ile el kelimeleri müennes iki isimdir. Ancak haberi müzekker olduğu için ikisini gösteren mübteda olan isim müzekker kılınmıştır. 33Mûsa dedi ki: “ ey Rabbim! Ben onlardan bir adam öldürdüm. Bu kişi önceden bahsi geçen kıbtidir. Onun için beni öldüreceklerinden korkarım. 34Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha açık (ve) düzgündür. Binaenaleyh onu da benimle beraber yardımcı olarak gönder ki, beni tasdik etsin. Çünkü ben, beni tekzip edeceklerinden endişe ediyorum. Âyet-i kerîme’de geçen 'Yusaddikni “ fiili dua cümlesine cevaben meczum okunmuş. Diğer bir kırâatte bu cümle “Rid'en“'in sıfatı olmak üzere merfû’ okunmuştur. 35(Allahü teâlâ ) buyurdu, “senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir kudret ve galibiyet vereceğiz ki, onlar hiç bir kötülükle size erişemeyecekler. Mu'cizelerimizle gidin siz ve size tâbi olanlar onlara gâlip geleceksiniz. “ 36Mûsa, açık mu'cizelerimizle onlara varınca, “Bu, uydurulmuş sihirden başka bir şey değildir. Biz evvelki atalarımızdan bunu onların günlerinde olan böyle bir şeyi işitmedik“ dediler. Âyet-i kerîme’de geçen “ Beyyinat” kelimesi hâl'dir 37Mûsa, “Rabbim, kendi katından kimin hidayet getirdiğini ve yurdun âkıbeti âhiret yurdunda güzel neticenin kimin olacağını en iyi bilen (sadece) bilen O'dur. Yani her iki şıkta da o benim. Çünkü getirdiğim şeye ben daha çok layığım. Muhakkak ki, zâlimler kâfirler felâh bulmazlar“ dedi. Âyet-i kerîme’de geçen “ kale “ fiili vavlı ve vavsız olarak okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “ min indihı “ deki zamir“Rab” kelimesine aittir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ men“ makabline atfedilmiştir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tekunu“ fiili ya ile de okunmuştur. 38Fir’avun, “ ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmiyorum. Haydi, ey Haman! Benim için çamur üzerinde ateş yak, benim için tuğla pişir de, bana yüksek bir köşk kule yap. Ola ki, Mûsa'nın ilâhını görür ve ona vakıf olurum. Doğrusu ben, onun başka bir ilâh iddia etmesinde ve onun elçisi olduğu konusunda yalancılardan olduğunu sanıyorum. “ dedi. 39Böylece o ve askerleri, o yerde Mısır'da haksız olarak büyüklendiler ve zannettiler ki, bize dönmeyecekler. Âyet-i kerîme’de geçen “ Lâ-yerci'un“ fiili malum ve meçhûl olarak da okunmuştur. 40Biz de onu, askerleriyle beraber yakalayarak tuzlu denize atıverdik. Nihayet hepsi boğulup gittiler. Helâka kavuştuklarında bak, zâlimlerin sonu nice olmuş! 41Biz onları, dünyada şirke davet etmeleri suretiyle ateşe çağıran öncüler, şirk önderleri yaptık. Kıyâmet gününde de kendilerinden azâbın kaldırılması ile ilgili olarak yardım olunmayacaklardır. Âyet-i kerîme’de geçen ”eimmeten” kelimesi iki hemzenin tahkiki ve ikincisinin“ya “ harfine ibdal edilmesiyle okunmuştur. 42Bununla beraber, biz bu dünyada onların arkalarına lânet ve rüsvaylık taktık. Kıyâmet gününde ise onlar nefret edilmiş ve (Allah'ın rahmetinden) uzaklaştırılanlardır. 43Yemin olsun! Biz evvelki Nûh, Âd, Semûd kavmi ve diğer nesilleri helâk ettikten sonra, insanların kalblerine nurlar, onunla amel eden kimseleri sapıklıktan kurtaran bir hidayet ve ona îman edecek kimse için de bir rahmet olmak üzere, Mûsa'ya o kitabı Tevrat'ı verdik. Olur ki, ibret alırlar, onda bulunan nasihatlerden öğüt alırlar. Âyet-i kerîme’de geçen “ Besaire ” kelimesi ”el-kitap” kelimesinden hâl'dir ve “ Basret’in çoğuludur“ Basiret ise kalp nûru demektir. Yani kalplere âit nurlar olarak, demektir. 44Ey Resûlüm! Biz Mûsa'ya Fir’avun ve kavmine gitmek üzere peygamberlikle ilgili emri münacaat esnasında verdiğimiz zaman sen Tûr dağının veya vadinin veya mübarek mekânın Mûsa'ya göre batı yakasında değildin. Bu işe şahit olanlardan da değildin ki, bunu bilip de haber veresin. 45Lakin biz Mûsa'dan sonra birçok ümmetler yarattık da, onların üzerinden uzun ömür geçti, ömürleri uzun oldu da, vazifelerini unuttular. İlimler kayboldu. Vahiy kesildi. Bunun üzerine seni peygamber olarak gönderdik. Ve sana Mûsa'nın ve diğerlerinin haberini vahyettik. Sen Medyen halkı içinde kalmış ve âyetlerimizi onlardan okumuş da değilsin ki, onların haberlerini bilip de onları haber veresin. Lakin (Peygamber olarak) seni ve geçmişlerin haberlerini sana gönderen biziz. 46Mûsa'ya” kitabı kuvvetle tut“ diye nida ettiğimiz vakitte Tûr dağı tarafında değildin. Lakin Rabbinden bir rahmet olarak seni gönderdik. Ta ki, senden evvel kendilerine uyarıcı (bir Peygamber) gelmemiş olan bir kavmi -ki, onlar da Mekke halkıdır- sen uyarasın. Olur ki, onlar iyice düşünüp, nasihat kabul ederler. 47Kendi elleri ile öne sürdükleri küfür ve benzeri şeyler yüzünden onlara herhangi bir musibet ceza geldiği zaman: “ ey Rabbimiz, bize bir Peygamber gönderseydin de, biz de gönderilen âyetlerine uyup mü'minlerden olsaydık!“ diyecek olmasalardı, (onlara Peygamber göndermezdik). Âyet-i kerîme’de geçen “ Levla “ nın cevabı mahzûf olup kendinden sonra gelen ise mübtedadır. Yani: Sözlerine sebep teşkil eden isabet olmasaydı, veya musibetin gelmesinden kaynaklanan sözleri olmasaydı, elbette onların cezalarını acele verirdik ve onlara peygamber göndermezdik. 48Fakat şimdi onlara tarafımızdan hak resûlüm Muhammed gelince, “mûsa'ya verilen bembeyaz el, asa vesaire gibi mu'cizeler veya toptan verilen Tevrat gibi ona da verilmeli değil miydi? ” dediler. Onlar daha evvel Mûsa'ya verileni inkâr etmediler mi? Çünkü onlar Mûsa ve Muhammed hakkında; “İki sihirbaz birbirine destek oldu “ dediler. Doğrusu biz hepsini de her iki peygamberi ve kitabı da inkâr edicileriz “ dediler. Âyet-i kerîme’de geçen “sahirani “Bir kırâatte ”sıhranı “ şeklinde okunmuştur. Yani Kur’ân ve Tevrat. 49Onlara de ki: “ eğer sözünüzde sadıklarsanız Allah tarafından bu ikisinden bu iki kitapdan daha doğru bir kitap getirin de, ben ona uyayım!“ 50Kitap getirme davetinde eğer sana icabet etmezlerse bil ki, onlar inkâr etmelerinde sırf hevalarının peşinden gidiyorlar. Halbuki Allah'tan dosdoğru bir delil olmaksızın sırf kendi hevasına uyandan daha sapık kim olabilir? Yani ondan daha sapık kimse yoktur. Şüphesiz ki, Allah, zâlim, kâfir bir kavme hidayet vermez. 51Yemin olsun! Onlar için sözü Kur’ân’ı açıkladı ki, düşünüp nasihat tutsunlar, daima da îman etsinler. 52Bundan önce Kur’ân dan önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler var ya, onlar, buna da îman ediyorlar. Bu âyet, Yahûdilerden Abdullah b Selâm ve arkadaşları gibi zâtlar ile Habeşistan ve Şam'dan gelip de müslüman olan bir grup insan hakkında nâzil olmuştur. 53Onlara Kur’ân okununca “Biz buna îman ettik. Şüphesiz bu, Rabbimiz tarafından (gelen) bir haktır. Doğrusu biz, bundan evvel de İslâmı kabul etmiş muvahhid kimselerdik“ dediler. 54İşte bunlara, her iki kitapla amel etmelerine karşı sabırlarından dolayı ecirleri iki kitaba îman ettiklerinden iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğü kendilerinden iyilikle savarlar. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan tasadduk ederler. 55O kâfirlerden sövme ve rahatsız edici çirkin bir söz işittiler mi, ondan yüz çevirirler. Ve “ Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz sizedir. “size selâm olsun. Ayrışma ve uzaklaşma selamı size olsun. Yani sövmek ve buna benzer sözlerden bizim tarafımızdan eminsiniz. Biz cahilleri aramayız. Onlarla arkadaşlık etmeyiz “ derler. 56Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, amcası Ebû Talib'in îman etmesini çok arzu etmesi üzerine bu âyetnâzil oldu. Şüphesiz sen, hidayetini istediğine hidayet veremezsin. Lakin Allah, dilediğine hidayet verir. O, hidayete lâyık olanları daha iyi bilir. Yani hidayete lâyık olanları 0 bilir. 57Peygamberimizin kavmi dediler ki, “Biz, eğer senin maiyetinde doğru yola uyarsak derhal yerimizden yurdumuzdan kapılıp götürülürüz, derhal yurdumuzdan çıkarılırız “ dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ “Biz onları tarafımızdan kendilerine bir rızık olarak her taraftan her şeyin mahsullerinin gelip toplanacağı, Araplar arasında meydana gelen öldürme ve baskınlardan o yerde emin oldukları hâlde korkusuz bir haremde yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu söylediğimiz şeyin hak olduğunu bilmezler. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tucba “ fiili ya ile de okunmuştur. 58Bununla beraber biz, geçimi ile yaşamı ile şımarmış nice memleket (ler) helâk ettik. Memleket sözüyle, halkı kastedilmiştir. İşte oturdukları yerler ki, kendilerinden sonra oralarda gelip geçen kimse bir gün veya daha az olmak üzere oturulabilmiştir. Onların mirasçıları biz olduk. 59Hem Rabbin memleketlerin ana merkezine şehirlerin en büyüğüne, kendilerine âyetlerimizi okur bir Peygamber göndermedikçe haksızca memleketleri helâk etmiş değildir. Biz, peygamberleri tekzip etmeleri sebebiyle ahalisi zâlim olan memleketlerden başkasını helâk etmeyiz “ 60Size ne şey verilmişse, sırf dünya hayatının geçici bir istifadesi ve süsüdür. Yani ondan, yaşadığınız sürece yararlanır ve süslenirsiniz. Sonra yok olup gider. Allah katındaki sevap ise, hem daha hayırlı, hem daha devamlıdır. Hâlâ ebedî olanın geçici olandan daha hayırlı olduğunu anlamayacak mısınız? Âyet-i kerîme’de geçen “ Ta'kılun“ fiili ”ya “ ile de okunmuştur. 61Şu hâlde kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz -ki, o da cennettir- ve ona kavuşacak nail olacak kimse, kendisine dünya hayatının geçici zevkini yaşattığımız ki, yakından yok olup gidecek sonra Kıyâmet gününde cehenneme getirilmişlerden olan kimse gibi olur mu? Birincisi mü'min, ikincisi kâfirdir. Yani aralarında hiç bir eşitlik yoktur. 62Hatırla ki, o gün Allahü teâlâ onlara nida ederek, “ Bâtıl bir zan ile onları benim ortaklarım diye iddia edip durduğunuz benim ortaklarım nerede? ” diyecektir. 63Cehenneme girmekle ilgili üzerlerine söz hak olanlar, - Bunlar da dalâlet reisleridir - “ ey Rabbimiz! İşte bizim azdırdığımız bu kimseler (var ya) biz nasıl azdıysak onları da öyle azdırdık. Onlar da azdılar. Biz onları azgınlığa zorlamış değiliz. Onlardan berî olduğumuzu sana arzederiz. (Zaten) onlar bize tapmıyorlardi “ diyeceklerdir. Âyet-i kerîme’de geçen “ ha ulâillezine eğveyna “ mübteda ve sıfat olup ”eğveynahum “ise haberidir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen ma “ ise olumsuzluk ifade eden bir edattır. Âyet sonlarının uyumu için (“ya'budu “ fiilinin) mef’ul (u) önce zikredilmiştir. 64(O gün onlara) “yalvarın bakalım ortaklarınıza” kendilerini, Allah'ın ortakları zan edip durduğunuz putları (çağırın) “ denilecek. Onlar da yalvaracaklar. Fakat onların yalvarmalarına karşılık vermeyecekler. Ve onların uğradıkları azâbı göreceklerdir. Dünyada hidayeti kabul etmiş olsalardı, âhiretteazâbı görmezlerdi. 65Ve yine hatırla o gün (Cenab-ı Hak) onlara nida edip “size gönderilen Peygamberlere ne cevap verdiniz? ” diye soracaktır. 66Artık o gün onlara kendilerini kurtaracak cevap haberleri kapanmıştır. Yani kendileri için kurtuluştan bahseden hiç bir haber bulamayacaklardır. Birbirlerine de bu haberden soramazlar. Öylece susarlar. 67Amma şirk koşmaktan tevbe edip Allah'ın birliğini tasdik ederek Îmana gelen ve farzları yerine getirerek iyi amelde bulunan kimse Allah'ın vaadi gereği felâhbulan kurtulanlardan olması umulur. (Allah tarafından kesin, tarafımızdan ise umulur.) 68Rabbin dilediğini yaratır ve dilediğini seçer. Onlar o müşrikler için hiçbir konuda tercih hakkı muhayyerlik hakkı yoktur. Allah, onların şirk koşmalarından münezzeh ve yücedir. 69Hem Rabbin kalplerinin sakladığı küfür ve buna benzer şeyleri ve bunlardan dilleri ile açığa vurdukları şeyleri bilir. 70O, Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Dünyada ve âhirette bütün hamd O'na aittir. Hüküm O'na aittir. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz. 71Mekke halkına de ki: “ Bana haber veriniz! Eğer Allah, üzerinizde geceyi Kıyâmet gününe kadar devam ettirse, sizin bâtıl inancınıza göre Allah'dan başka hangi ilâh size kendisinde geçiminizi temin edecek gündüz (ve) aydınlık getirebilir? Hâlâ anlayacak şekilde bunları dinlemeyecek inisiniz? Ve hâlâ şirkten vazgeçmeyecek misiniz? 72Onlara de ki: “ Bana haber verin! Eğer Allah, üzerinize gündüzü Kıyâmet gününe kadar devam ettirirse, inancınıza göre hangi ilâh size içinde yorgunluktan istirahat edeceğiniz geceyi getirebilir? Hâlâ içinde bulunduğunuz şirk koşma hususundaki hatayı görmeyecek ve ondan dönmeyecek misiniz? 73Onun rahmetindendir, sizin için geceyi, gündüzü yaratmış ki, hem içinde gecede dinlenesiniz, hem gündüz çalışıp onun fazlından isteyesiniz. Ta ki, ikisindeki nimete şükredesiniz. 74Hatırla o gün onlara nida edip, “fasit bir itikatla iddia ettiğiniz ortaklarım nerede? ” diyecek. Bir sonraki âyeti üzerine getirmek (ve alâkayı kurmak) için âyet ikinci kez tekrarlanmıştır. 75(o gün) Her ümmetten bir şahit çıkaracağız. Bu şahit, onların peygamberidir ki, söyledikleriyle ilgili olarak onların aleyhine şahitlik yapacaktır. Ve onlara “söylemiş olduğunuz şirk koşmaya dair delilinizi getirin“ diyeceğiz, (o vakit) anlayacaklar ki, ilâhlık konusunda hak Allah'ındır. Bu konuda hiç kimse ona ortak değildir. Onun ortağı vardır diye dünyada uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolacaklardır. Allahü teâlâ bu gibi şeylerden yücedir. 76Gerçekten Karun, Mûsa'nın kavminden idi. Amcası oğlu ve dayı oğlu olup, kendisine îman etmiş bir kişiydi. Ve onlara karşı kibirlenerek, büyüklük taslayarak ve mal çokluğu ile şımararak azıttı. Ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir cemâate ağır geliyordu. Yani onlara ağır gelmekteydi. Usbe sayısı bir görüşe göre yetmiş, bir görüşe göre kırk, bir görüşe göre ondur. Bundan başka görüş belirten vardır. Hatırla, o vakit İsrâîloğullarından mü'min olan kavmi ona şöyle demişti: “mal çokluğu yüzünden şımarıklık sevinciyle sevinme. Çünkü Allah bu şekilde sevinenleri sevmez. “ 77Allah'ın sana verdiği mal ile onu Allah'a itâat uğrunda harcayarak âhiret yurdunu iste. Dünyadan da dünyada, âhiret hayatını kazanmak için amel ederek nasibini unutma, terk etme. Allah, sana nasıl ihsan buyurmuşsa sen de insanlara sadaka vererek öyle iyilik et. Yeryüzünde günahlar işleyerek fesat çıkarma, fesat peşinde koşma. Çünkü Allah fesat çıkaranları sevmez. Bundan maksat, onları cezalandırır. 78(Karun) “Ben buna bu servete, sırf bendeki ilim sayesinde nail oldum“ Bana ancak ilmim sayesinde verilmiştir, dedi. -Mûsa ve Harun (aleyhisselâm)'dan sonra İsrâîl oğulları içinde Tevrat'ı en iyi bilen o idi- Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “Bilmiyor muydu ki, Allah ondan önceki nesiller içinden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal toplayan nice kimseleri helâk etmiştir. Yani o bunları biliyor. Onları da helâk edecektir. Mücrimler günahlarından sorulmaz. Çünkü Allahü teâlâ onların günahlarını biliyor. Böylece hesapsız olarak Cehenneme gireceklerdir. 79Derken Karun, birçok adamları ile birlikte ipek ve altınla süslü elbiseler giymiş ve ziynettenmiş at ve katırlara binerek ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler, “keşke dünyada Karun'a verilenin benzeri bizim de olsa. O, gerçekten dünyalıktan büyük (ve) bol bir nasip sâhibidir. “ dediler. 80Allahü teâlâ'nın âhirette vaad ettiği şeylere dair kendilerine ilim verilenler ise onlara: “yazıklar olsun size. Îman edip, iyi amel eden kimseler için, Allah'ın âhiretteki cennet mükâfatı sevabı dünyada Karun'a verilenden daha hayırlıdır. Ona mükâfat olarak verilen cennete ise ancak itâat etmeye ve günahtan kaçınmaya sabreden kimseler kavuşturulur. “ dediler. Âyet-i kerîme’de geçen “Veyl” kelimesi sakındırma ifade eden bir kelimedir. 81Nihayet biz, onu (Karun’u) da sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı Allah'tan başka ondan helâk olmayı savacak şekilde kendisine yardım edecek hiçbir cemâat da yoktur. Kendini azaptan kurtaranlardan da değildi. 82Dün az önce onun yerinde olmak isteyenler, “Vay! Demek ki, Allah, kullarından dilediğine rızkı bol verir genişletir ve dilediğine daraltır. Eğer Allah bize lütfetmeseydi, mutlaka bizi de batırırdı. Vay! Demek ki, Allah'ın nimetini inkâr eden Karun gibi kimseler iflah olmazmış“ demeye başladılar. Âyet-i kerîme’de geçen “Vey” kelimesi şaşarım mânâsında fiil ismidir. Yani ben şaşarım. “Ref “ harfi de lâm mânâsındadır. Âyet-i kerîme’de geçen “ hesefe “ fiili malum ve meçhûl olarak da okunmuştur. 83İşte âhiret cennet yurdu! Biz onu yeryüzünde azgınlık yaparak büyüklük taslamak ve günahlar işleyerek fesat çıkarmak arzusunda olmayan kimselere veririz. Güzel sonuç ibâdetleri yerine getirerek Allah'ın azâbından sakınan kimseler içindir. 84Her kim de bir iyilikle gelirse, ona iyiliği sayesinde bundan daha hayırlısı vardır. Mükâfat vardır. O da yaptığının on mislidir. Kim de bir kötülükle gelirse, kötülükleri işleyenler sadece yaptıklarıyla cezalanırlar, misliyle cezalanırlar. 85Şüphesiz o Kur’ân’ı senin üzerine indiren, seni dönülecek yere Mekke'ye döndürecektir. -ki, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi çok özlemişti. De ki: “kimin hidayetle geldiğini ve kimin açık bir sapıklık içinde olduğunu Rabbim bilir. Bu âyet (in son kısmı) Mekke kâfirlerinin Peygamber Efendimize “sen sapıklık içindesin“sözlerine cevap olarak inmiştir. Yani hidayetle gelen O'dur. Onlarsa sapıklık içindedir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Alemu” kelimesi “ Âlimun“ (bilen) mânâsındadır. 86Sen kitabın Kur’ân’ın sana verileceğini ummuyordun. Fakat bu Rabbinden bir rahmet olarak sana verilmiştir. O hâlde sakın kâfirlere seni, kendisine davet ettikleri dinleri hususunda destekçi olma. 87Sana indirildikten sonra, sakın Allah'ın âyetlerinden seni çevirmesinler, (meyletme) sen insanları Rabbine rabbini birlemeye ve O'na ibâdet etmeye çağır. Onlara yardım etmek suretiyle sakın müşriklerden olma. Âyet-i kerîme’de geçen “yesuddunneke “ fiilinin aslı ”yesuddu nenneke “idi. Cezmedici edattan dolayı ref (İ’rab) nun'u ve sakin nun ile birlikte yan yana geldiği için de fail olan vav hazfedilmiştir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Lâ-Tekunenne “ fiiline cezmedici edat tesir etmedi. Çünkü mebnidir. 88Allah ile beraber başka bir ilâha ibâdet etme. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O’nun zatından başka her şey helâk olucudur. Geçerli hüküm O’nundur. Siz ancak kabirlerinizden kalkıp O'na döndürüleceksiniz. 78Hem Allah uğrunda gerektiği gibi: Bu uğurda bütün gücünüzü seferber ederek cihad edin! Sizi O seçti: Dini için o tercih etti. Zaruret hallerinde dini kolaylaştırmak suretiyle üzerinize dinde bir güçlük de zorluk da yüklemedi. Namazları kısaltmak, teyemmüm, ölmüş hayvan eti yemek, hastalık ve yolculuk durumlarında oruç tutmamak bunun örnekleridir. Babanız İbrâhîm'in dini gibi. Bundan önce de bu kitaptan önce de bu kitapta da Kur’ân da da size müslüman adını O, Allah taktı ki, peygamber Kıyâmet günü size tebliğde bulunduğuna dair size karşı şahit olsun. Siz de evet siz de bütün insanlara karşı peygamberleri onlara tebliğde bulunduklarına dair şahitler olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın. Onu kılmaya devam edin! Zekâtı verin! Ve Allah'a sarılın: O'na güvenin ki, mevlanız, yardımcınız ve işlerinizi omuzlayan ancak O'dur. Ne güzel Mevla O. Ve ne güzel yardımcıdır size yardım edendir O. Âyet-i kerîme’de geçen “ hakke ” lâfzı mastariyet üzere mansûbdur. Âyetin devamındaki “millete ” kaf harf-i cerrinin çekilmesiyle Mensûb olmuştur. “ İbrâhîm'e “ de atf-ı beyandır. |
﴾ 0 ﴿