29-ANKEBÛT SÛRESİ

Mekke'de nâzil olup, 69 Âyet-i kerîmedir.

Rahmân ve Rahîm olan yüce Allah'ın ismiyle.

1

Elif, Lâm, Mim. Muradının ne olduğunu en iyi yüce Allah bilir.

2

İnsanlar sandı mı ki, “îman ettik“ demeleriyle bırakılacaklar da imtihana çekilmeyecekler. Îmanlarının hakikatini ortaya koyan şeylerle denenmeyecekler. Bu âyet-i kerîme, îman edip, müşriklerin eziyetlerine maruz kalan bir grup müslüman hakkında nâzil olmuştur.

Âyet-i kerîme’de geçen ”en yekûlü “ lâfzı üzerinden ” Ba “ harfi cerri mahzûf olup cümlesiyle ” Bi-kavlihim “ Tevilindedir.

3

Yemin olsun, biz onlardan öncekilerini de imtihan ettik. Elbette yüce Allah, îmanlarında doğru olanları müşahede ilmiyle bilecek, îmanlarında yalancıları da mutlaka bilecektir.

4

Yoksa o kötülükleri, şirk ve masiyetleri işleyenler, bizi geçeceklerini mi, bizden kaçacaklarını ve kendilerinden intikam alamayacağımızı mı sandılar? Hükmetmekte oldukları onların bu hükümleri ne de fena bir şeydir.

Âyet-i kerîme’de geçen “sâe ” lâfzı, “Bi'se “ mânâsında zem fiili, “ma “ da ”ellezi “mânâsında mevsûledir. Aid ise ”Vahkümü-ne “ fiilinin mef'ûl-ı olmak üzere mahzûf olan“ hû” zamiridir.

5

Kim yüce Allah'a kavuşmayı umuyorsa, bundan korkuyorsa bilsin ki, yüce Allah'ın tayin ettiği ecel kendisine mutlaka gelecektir. Şu hâlde onun için hazırlıklı olmaya baksın. Kullarının söylediklerini hakkıyla işiten, onların davranışlarını hakkıyla bilen O'dur.

6

Kim harb cihismiyle yahut nefis cihismiyle cihad ederse ancak kendi hesabına cihad etmiştir. Çünkü cihadının faydası kendinedir. Yüce Allah'a değil. Şüphesiz yüce Allah, âlemlerden, insanlardan, cinlerden, meleklerden ve onların ibâdetlerinden müstağnidir.

7

Îman edip sâlih ameller işleyenlere gelince; sâlih amelleri işlemeleri mukabilinde onların günahlarını mutlaka örteriz veyaptıkları işlerin -ki, onlar da sâlih amellerdir- en güzeliyle onları mutlaka mükâfatlandırırız.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Ahsene ” lâfzi “ hasen“ mânâsında olup ”Ba “ harf-i cerrinin çekilmesi ile mansûbdur.

8

Biz insana anne, babasıyla ilgili güzel tavsiyede bulunmuşuzdur. Yani onlara kaşı iyi davranması konusunda insana haddi zatında güzel olan bir tavsiyede bulunmuşuzdur. Bununla beraber eğer kendisi hakkında, ortak koşulması hususunda, gerçeğe uygun bir biçimde bilgin olmadığı -şu hâlde bu ifadenin mefhum-u muhalifi yoktur- bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa, o vakit ortak koşma konusunda onlara itâat etme. Dönüşünüz banadır, ben de o vakit size yaptıklarınızı haber vereceğim, size, yaptıklarınızın karşılığını vereceğim.

9

Îman edip sâlih ameller işleyenleri ise mutlaka salihler içine, peygamberler ve veliler içine katacağız. Yani onları bunlarla birlikte haşredeceğiz.

10

İnsanlardan öylesi vardır ki, “Allah'a îman ettik“ der. Ama yüce Allah uğrunda bir eziyete uğratılırsa, insanların mihnetini, kendisine olan eziyetlerini, kendisinden korkma konusunda yüce Allah'ın azâbı gibi tutar, böylece onlara itâat edip münafık olur. Yemin olsun! Rabbinden mü'minler lehine bir zafer gelirse ve ganimete mazhar olurlarsa “Biz, îman noktasında sizinle beraberdik. Şu hâlde bizi de ganimete ortak edin“ derler. Yüce Allah buyurdu ki: Allah, bütün âlemlerin sinelerinde olanı, gönüllerinde bulunan imanı da nifakı da en iyi bilen yegâne bilen değil midir? Evet, bilendir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lein” lâfzı üzerindeki lâm kasem içindir. Ayrıca”le yakûlünne ” lâfzından, üç tane Nun peş peşe geldiği için Ref âlemeti olan Nun, içtima-i sakineyn sebebiyle de cemilik zamiri olan vav hazfedilmiştir.

11

Elbette yüce Allah gönüllerinden îman edenleri bilecek ve elbette münafıkları bilecektir. Ve her iki fırkaya da yaptığının karşılığını verecektir.

Âyet-i kerîme’de geçen iki fiildeki lâm ” kasem Lâmı “ dır.

12

Bir de kâfirler îman edenlere, “Bizim yolumuza, dinimize uyun, bize uyma konusunda -eğer varsa- sizin günahlarınızı biz yüklenelim“ dediler. Yüce Allah buyurdu ki, Hâlbuki onlar, bunların günahlarındanhiçbir şey yüklenecek değillerdir. Onlar bu konuda muhakkak yalancılardır.

Âyet-i kerîme’de geçen “Ve'l-Nahmil”emri, haber mânâsındadır.

13

Onlar, muhakkak kendi yüklerini, günahlarını ve kendi yükleriyle birlikte mü'minlere ”Bizim yolumuza uyun“ demeleri ve kendilerini taklit edenleri hakdan uzaklaştırmaları ile oluşan daha birçok yükleri de elbette yüklenecekler ve yaptıkları iftiralardan, yüce Allah hakkında uydurdukları yalanlardan azarvâri bir sualle Kıyâmet günü mutlaka sorulacaktır.

Âyet-i kerîme’de geçen iki fiildeki lâm ” kasem la-mi “ dır, Bu fiillerin faili olan vav ve ref alameti olan Nun, hazfedilmiştir.

14

Yemin olsun! Biz Nûh'u -yaşı henüz kırk veya daha çok iken- kavmine gönderdik de, içlerinde, sürekli kendilerini yüce Allah'ı tevhide davet ederek elli yıl müstesna bin sene kaldı ve kavmi kendisini yalanladı, derken onları zulmettikleri hâlde, şirk koştukları tufan, çevrelerini saran ve seviyelerinin üzerine yükselen bol su yakalayıverdi ve (bu haldeyken) boğulup gittiler.

15

Biz de onu Nûh'u ve gemi ashâbını Hazret-i Nûh ile beraber gemide bulunanları kurtardık ve gemiyi âlemlere peygamberlerine âsi olmaları halinde kendilerinden sonra gelecek insanlara bir âyet, ibret yaptık. Hazret-i Nûh tufandan sonra altmış yıl yahut daha çok yaşadı. Nihayet insanlar yeniden çoğaldı.

16

İbrâhîm'i de hatırla! Hani kavmine şöyle demişti: “Allah'a ibâdet edin ve Ondan korkun, azâbından sakının. Eğer hayırlı olanı, olmayanından (ayırıp) bilirseniz, bu sizin için üzerinde bulunduğunuz; putlara tapma halinden daha hayırlıdır.

17

Siz yüce Allah'ı bırakıp, O'ndan başka ancak bir takım putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz, yalan yere “ Bu putlar yüce Allah'ın ortaklarıdır“ diyorsunuz. Şüphesiz yüce Allah'tan başka taptıklarınız, rızkınıza mâlik olamazlar. Sizi rızıklandırmaya güçleri yetmez. O hâlde rızkı yüce Allah katında arayın. Onu yüce Allah'tan isteyin. O'na döndürüleceksiniz. “

18

Eğer siz yalanlarsanız, ey Mekkeliler! Eğer siz beni yalanlarsanız, bilmiş olun ki, sizden önce de bir takım ümmetler benden önceki peygamberleri tekzip etmişlerdir. Bir peygambere düşen vazife ise, sadece belağ-ı mübin, açık açık tebliğ etmekdir. Bu iki kıssa da Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e teselli mahiyetindedir. Yüce Allah O’nun kavmi hakkında ise şöyle buyurmaktadır:

19

Onlar görmediler mi, bakmadılar mı, yüce Allah yaratmaya nasıl başlıyor? İlk önce onları nasıl yaratıyor? Sonra onu, yaratmayı tıpkı onları yaratmaya başladığı gibi yine Otekrar iade edecek. Şüphesiz bu zikredilen ilk ve ikinci yaratma, yüce Allah'a göre kolaydır. Peki nasıl olur da onlar ikinciyi inkâr ederler?

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lem yerev” lâfzı, ya’lı ve ta’li olarak okunmuştur. Ayrıca Âyette geçen “yübdiü“ fiili ilk harfin zammesiyledir. Aynı mânâd a olan ” Bede'e ”Ve ” ebde'e “ den olmak üzere ilk harfin fethası ile de okunmuştur.

20

De ki: “yeryüzünde dolaşın da bir bakın! Yüce Allah sizden evvelkileri ilk baştan nasıl yaratmıştır ve onları nasıl öldürmüştür. Sonra da yüce Allah yeni bir âhiret hayatını da tekrar yaratacaktır. Muhakkak Allah her şeye kadirdir. İnsanların ilk yaratılışları da tekrar yaratılmaları da “şey” mefhumuna dahildir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Neşete ” lâfzı, “medli “Ve şin“ in sükünüyle birlikte ” kısa” Lı olarak okunmuştur.

21

O, azâb etmeyi dilediği kimseye azâb eder, merhamet etmeyi dilediği kimseye de merhamet eder. Siz ancak O'naçevrilecek, döndürüleceksiniz.

22

Siz ne yerde ne de -şayet bulunmuş olsanız- gökte Rabbinizi size yetişmekten âciz bırakıcı değilsiniz. Yani O'ndan kaçamazsınız. Sizin yüce Allah'ın dışında O'ndan başka sizi O'ndan alıkoyacak bir veliniz ve O’nun azâbına karşı size yardım edecek bir yardımcınız da yoktur.

23

Allah'ın âyetlerini ve O'na kavuşmayı Kur’ân’ı ve öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenler yok mu? İşte onlar benim rahmetimden, Cennetimden ümitlerini kesmiş olanlardır. Ve işte onlar için elim, elem verici bir azap vardır. “

24

Allahü teâlâ Hazret-i İbrâhîm'in kıssasına devamla buyurdu ki: İbrâhîm'e kavminin cevabı ancak şöyle demeleri oldu: “Onu öldürün yahut cayır cayır yakın!“ yüce Allah da onu içine atmış oldukları ateşten kurtardı. Şöyle ki: Ateşi Hazret-i İbrâhîm'e karşı soğuk ve güvenli kıldı. Şüphesiz bunda İbrâhîm'i ateşten kurtarmasında îman eden, yüce Allah'ın vahdaniyetini ve kudretini tasdik eden bir kavim için -çünkü esas itibariyle istifade edecek olanlar bunlardır- ibretler vardır. Bu ibretler; ateşin olanca büyüklüğüne rağmen Hazret-i İbrâhîm'e tesir etmemesi, lavının dinmesi ve çok az bir zamanda yerine bir bahçenin yaratılması gibi sıralanabilir.

25

İbrâhîm, “sizin yüce Allah'ı bırakıp bir takım putlar edinmiş olmanızın sebebi) dünya hayatında aranızda var olan bir sevgiden ibarettir. Ama sonra Kıyâmet günü kiminiz kiminizi inkâr edecek, öncüler tabilerinden beri olmaya çalışacak; birbirinizi lânetleyeceksiniz, tâbiler öncülerini lânetleyecekler. Barınağınız, toptan varacağınız yer da ateş olacak ve sizin için hiç bir yardımcı, cehennemden alıkoyucu bulunmayacaktır. “ dedi.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İnnema” lâfzındaki “ ma “ masdariyyedir. “meveddetü “ lâfzı ise “İnne “ nin haberidir. Nasb kırâatına göre ise “ mef’ûl-ü leh “olup “ma” kâffedir. Buna göre mânâ: “Putlara tapmak üzere birbirlerinizi sevdiniz “ şeklinde olur.

26

Bunun üzerine kardeşi Haran'ın oğlu olan Lût ona îman etti, İbrâhîm'i tasdik etti. ve İbrâhîm “Şüphesiz ben kavmimden ayrılıp Rabbime, Rabbimin bana emrettiği yere hicret ediyorum. “ dedi. Ve kavmini terk edip Irak topraklarından Şam'a hicret etti. Hakikat O mülkünde azizdir, tasarrufunda hikmet sâhibidir.

27

Biz Ona İsmail'den sonra İshak'ı ve İshak'dan sonra Ya'kûb'u da ihsan ettik. Ve Peygamberliği O’nun nesline verdik. Nitekim Hazret-i İbrâhîm'den sonra gelen Peygamberlerin tamamı O’nun neslindendir. Kitabı da -kitaplar mânâsındadır. - Yani Tevrat'ı, İncîl'i, Zebur'u ve Kur’ân’ı da (Onun nesline verdik) kendisine dünyada mükâfatını verdik. O mükâfat; tüm hak din mensupları içinde güzel övgüyle yâd edilmesidir. Şüphesiz kî o, âhirette de mutlaka yüksek mertebelere sahip olan sâlih kimselerdendir.

28

Lût'u da hatırla! Hani o kavmine, “ gerçekten siz hâlâ o kötülüğe erkeklerin arka avretlerine yanaşıp duracak mısınız? Sizden önce âlemlerden, insanlardan ve cinlerden hiç biri bu hayâsızlığı işlememiştir.

Bu ve bir sonraki Âyet-i kerîme’de geçen ”einneküm” lâfzı, iki hemzenin tahkiki, ikincisinin teshili ve her iki durumda da aralarına elifin getirilmesi ile okunmuştur.

29

Hakikat siz erkeklere gidecek, yolu kesecek, size uğrayan kimselere bu ahlâksızlığı yapmakla onların size uğramayı terk etmelerine sebep olup yollarını kesecek ve meclisinizde, konuşma mahallinizde bu münkeri, birbirinize yaptığınız bu ahlâksızlığı yapıp duracak mısınız? ” demişti. Buna karşı kavminin cevabı ancak şu sözleri oldu: “ Bu davranışımızı çirkin kabul etmen konusunda doğru söyleyenlerden isen, çirkin işlerde bulunan kimselere de azap ineceğine göre haydi bize yüce Allah'ın azâbını getir “

30

Lût, Ey Rabbim? Bu müfsit, erkeklere yanaşmak suretiyle isyancı kavme karşı, azâbı indireceğine dair benim sözümü gerçekleştirerek bana yardım et“ dedi. Yüce Allah da duasını kabul buyurdu.

31

Ne zamanki resûllerimiz İbrâhîm'e İshak ve Ondan sonra Ya'kûb ile ilgili müjdeyi getirdiklerinde, “Biz bu memleketin Lût'un, memleketinin halkını helâk edeceğiz. Çünkü onun halkı, büsbütün zâlimler, kâfirler oldu “ dediler.

32

İbrâhîm, “Ama orada Lût var!“ dedi. Onlar elçiler, “Biz orada kimin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. O'nu ve ailesini mutlaka kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna! O azap içerisinde kalanlardan oldu. “ dediler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lenünciyennehü “ lâfzı, şeddesiz ve şeddeli (“ Lenünecciyennehü“ şeklinde) olarak okunmuştur.

33

Resûllerimiz Lût'a gelince, onların yüzünden tasalandı, onlar sebebiyle mahzun oldu. Ve onlardan sebep takati, göğsü daraldı. Çünkü onlar güzel yüzlü, misafir suretinde idiler. Bu sebeple onlara karşı kavminin bir ahlâksızlık yapacağından endişe etti. Bunun üzerine elçiler, kendilerinin Rabbisinin elçileri olduklarını ona bildirip” korkma ve tasalanma! Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Yalnız geride kalanlardan olan karın müstesna!

Âyet-i kerîme’de geçen “ müneccüke ” lâfzı, şeddeli ve şeddesiz olarak okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen ”ehleke ” lâfzı, kâfin mahalli üzere atfedilerek Mensûb olmuştur.

34

Doğrusu biz, bu belde halkının, öteden beri kendisi ile fasık oldukları şey, davranış dolayısıyla, fısk-ı fücurları sebebiyle üzerlerine gökten bir ızdırap, azap indireceğiz “ dediler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ münzilüne ” lâfzı, şeddesiz ve şeddeli olarak okunmuştur.

35

Yemin olsun biz, aklını kullanan bir toplum için ondan, harab ettiğimiz o ülkeden açık bir işaret bırakmışızdır. Ondan kalan harabeler, isyan eden milletleri nasıl mahvettiğimizi göstermektedir.

36

Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: “ ey kavmim! Yüce Allah'a ibâdet edin. Âhiret gününe ümit besleyin, o günden korkun -Maksat, Kıyâmet günüdür- Yeryüzünde fesatçılıkla bozgunculuk yapmayın!“

Âyet-i kerîme’de geçen “ müfsidine ” lâfzı, “ efsede “ mânâsındaki “ Asiye “-Sa'nın kesresi ile amilini tekid eder mahiyette hâldir.

37

Buna karşı, kavmi onuyalanladılar, derken onları osarsıntı, şiddetli zelzele yakalayıverdi de, diz üstü, çöke kaldılar. Ölü olarak dizleri üzerine yığılıverdiler.

38

âdile Semûd'u da helâk ettik. Helâk edildikleri, Hacer ve Yemen'de bulunan meskenlerinden size belli olmaktadır. Şeytan, onlara küfür ve masiyetlerden oluşan amellerini süslemiş; bu suretle onları yoldan, hak yoldan sapıtmıştır. Hâlbuki onlar, açıkgöz basiret sâhibi adamlardı.

Âyet-i kerîme’de geçen “semûd” lâfzı, mahalle ve kabile mânâlarından alınıp munsarif ve gayri munsarif olabilir.

39

Karun'u, Fir'avn'ı ve Haman’ı da helâk ettik. Yemin olsun! Daha önce onlara Mûsa beyyinelerle, açık delillerle gelmişti de, onlar yeryüzünde kibirlenip kafa tuttular. Halbuki geçebilecek, azâbımızın önünden kaçabilecek değillerdi.

40

Nitekim bu zikredilenlerden her birini günahı sebebiyle yakaladık. Kiminin üzerine taşlar gönderdik, içinde taşlar bulunan kasırga gönderdik. Hazret-i Lût kavmi gibi. Kimini korkunç bir ses yakaladı. Semûd kavmi gibi. Kimini yere batırdık. Karun gibi. Bazılarını da boğduk- Hazret-i Nûh'un kavmi, Fir'avn ve onun kavmi gibi. Yüce Allah onlara zulmedecek ve onlara suçsuz yere azâb edecek değildi. Lakin onlar, günah işlemek suretiyle kendilerine zulüm ediyorlardı.

41

Allah'dan başka, putları onlardan faydalanacakları ümidi ile dostlar edinenlerin hali, örümcek gibidir ki, o içinde barınak amacıyla kendine bir ev yapmıştır, ama evlerin en çürüğü, en zayıfı hiç şüphesiz örümcek yuvasıdır. Ne örümcekten sıcağı def edebilir, ne de soğuğu. Putlar da aynen böyledir; kendilerine tapanlara hiç bir faydaları dokunamaz. Bunu bir bilselerdi, onlara tapmazlardı.

42

Şüphe yok ki, yüce Allah, onların kendini bırakıp, kendinden başka neye yalvardıklarını, taptıklarını biliyor. O, mülkünde güçlü ve tasarrufunda hikmet sâhibidir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ ma “ “ ellezi “mânâsındadır.

Âyet-i kerîme’de geçen “yedûne “ya’lı ve Tâ’li olarak okunmuştur.

43

İşte Kur’ân da bulunan bu misaller var ya! Biz onları insanlar için misal veriyoruz, beyan ediyoruz. Ama onları âlimlerden, düşünebilenlerden başkaları akıl edemez, anlayamaz.

44

Allah, gökleri ve yeri hak olarak, hakkı hedefleyerek yarattı. (Yani boşu boşuna yaratmadı) Şüphesiz bunda mü'minler için bir âyet, Yüce Allah'nın kudretini gösteren bir delâlet vardır. Mü'minler bahusus zikredildiler. Çünkü söz konusu delâletten îman konusunda faydalanacak olanlar, yalnızca mü'minlerdir. kâfirlerin durumları ise farklıdır.

45

 (Resûlüm! ) Sana vahyolunan kitabı, Kur’ân’ı oku ve namazı dosdoğru kıl! Çünkü namaz, hayâsızlıktan ve şer'an münker olandan men eder. Yani kişi namazda bulunduğu sürece bunlar, namazın şanındandır. Yüce Allah'ı zikir ise, onun dışında kalan diğer ibâdetlerden daha büyüktür. Yüce Allah, ne yaparsanız bilir. Ve size yaptığınızın karşılığını verecektir.

46

Kitap ehli olanlarla, âyetleri ve delillerine karşı tenbihte bulunmakla yüce Allah'a davet etmek gibi en güzelinden en güzel mücadeleden başkasıyla mücadele etmeyin! Ancak onlardan zulmedenler, harple karşılık verip cizye vermemek için diretenler müstesna! Bunlarla müslüman oluncaya yahut cizye verinceye kadar kılıçla mücadele edin. Ve cizye vermeyi kabul edenlere -sizlere kendi kitaplarında bulunan herhangi bir hükümden haber verdikleri zaman- deyin ki, “Biz, hem bize indirilene, hem de size indirilene îman ettik! -Bu konuda onları tasdike de tekzibe de başvurmayın- Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir. Biz ancak O'na teslim oluruz, itâat ederiz.

47

İşte tıpkı onlara Tevrat'ı ve diğer kitapları indirdiğimiz gibi sana da kitabı, Kur’ân’ı indirdik. Onun için Abdullah b. Selâm ve benzerleri gibi kendilerine kitap, Tevrat verdiklerimiz ona, Kur’ân'a îman ederler. Bunlardan da Mekkeliler'den de ona îman edenler vardır. Bizim âyetlerimizi bu kadar netleştikten sonra kâfirlerden Yahûdilerden başka kimse inkâr etmez. Yahûdilerse, Kur’ân’ın hak olduğu, onu getirenin haklı olduğu kendilerine zâhir olduğu hâlde bunu inkâr ettiler.

48

Sen bundan, Kurandan önce kitap okur değildin. Onu elinle de yazmazdın, Öyle olsaydı, okur-yazar olsaydın, bâtılı savunanlar, Yahûdiler, hakkında şüpheye kapılırlardı, şüphe ederlerdi. Ve “ Tevrat’ta bize anlatılan Peygamber ümmî olup okuması ve yazması yoktur“ derlerdi.

49

Hayır! O, senin getirdiğin Kur’ân, kendilerine ilim verilenlerin, onu ezberleyen mü'minlerin göğüslerinde bulunan açık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi ancak zâlimler Yahûdiler inkâr edebilir. Onlarsa, kendilerine zâhir olmalarının ardından onları inkâr ettiler.

50

Ve onlar, Mekke kâfirleri, “ona Muhammed aleyhisselâma, Sâlih'in devesi, Mûsa'nın asâsı ve Îsa'nın sofrası gibi Rabbinden bir mu'cize indirilse ya!“ dediler. Onlara de ki: “mu'cizeler ancak yüce Allah'ın katındadır. Onları dilediği şekilde indirir. Ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım, masiyet ehlini açık açık cehennem ateşiyle uyarıcıyım. “

Âyet-i kerîme’de geçen “ Ayetün” lâfzı bir kırâatta “ Ayatün“ şeklinde okunmuştur.

51

Bizim sana bu kitabı, Kur’ân -ı indirmemiz, istedikleri noktada onlara yetmedi mi ki, karşılarında okunup duruyor? (İyi ya işte) hiç bitmek ve tükenmek bilmeyen sürekli bir mu'cizedir! Oysa yukarıda söz konusu edilen mu'cizeler böyle değildir. Şüphesiz ki, O kitapta îman edecek bir topluluk için rahmet ve öğüt vardır.

52

De ki: “Benimle sizin aranızda, benim doğruluğuma şahit olarak yüce Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa, hepsini bilir. Benim ve sizin haliniz de O’nun bilgisi dâhilindedir. İçinizden bâtıla -Bâtıl: yüce Allah'ı bırakıp da tapılan şeylerdir- inanıp yüce Allah'ı inkâr edenler yok mu? İşte onlar, alış-verişlerini bitirme noktasında zarar edenlerin ta kendileridirler. Çünkü onlar imanın karşısında küfrü satın almışlardır.

53

Senden acele azap istiyorlar. Eğer onun için tayin edilmiş bir müddet olmasaydı, o azap onlara acilen muhakkak gelmişti. O, elbet onlara ansızın gelecek fakat onlar geliş ânını bile anlayamayacaklar.

54

Senden dünyada acele azap istiyorlar. Hâlbuki cehennem, hiç şüphesiz kâfirleri kuşatacaktır.

55

O gün azap, onları hem üstlerinden, hem ayaklarının altından kaplayacak ve o gün biz, “ Tadın bakalım yaptıklarınızı. Yani yaptıklarınızın cezasını! Artık bizden kaçamazsınız “ diyeceğiz.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Nekûlü “ lâfzı, Nun ile -Yani,” denilmesini emredeceğiz “mânâsında- ve ya ile -Yani “ Azap ile görevli melek diyecek “mânâsında- okunmuştur.

56

Ey îman eden kullarım! Şüphesiz benim yeryüzüm geniştir. O hâlde kolayca ibâdet edemediğiniz bir yurttan hicret etmek -suretiyle, nerede kolayca ibâdet edebilirseniz orada yalnız bana ibâdet edin. Bu âyet, Mekke'de müslümanlıklarını açıktan söyleme noktasında darda bulunan Mekkeli zayıf müslümanlar hakkında nâzil olmuştur.

57

Her nefis, ölümü tadacaktır. Sonra tekrar dirilişin ardından bize döndürüleceksiniz.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Türce'ûne ” lâfzı, Tâ’li ve Ya’lı olarak okunmuştur.

58

Îman edip sâlih ameller işleyenler var ya! Onları mutlaka altlarından ırmaklar akan cennetin yüksek yerlerinde barındıracağız, onları (buralara) yerleştireceğiz. Öyle ki, orada ebedi kalıcıdırlar, ebedi kalacakları takdir edilmiştir. Amel edenlerin mükâfatı olan bu mükâfat ne güzeldir!..

Âyet-i kerîme’de geçen “ Le nübevviennehüm” lâfzı, bir kırâatta, ikâmet mânâsında olan ”seva” kökünden gelen —Nun'dan sonra sa' ile-”le nesviyenehüm“ şeklinde okunmuştur. Bu durumda bir “ fi “ harf-i cerrinin hazfı ile “ gurefen” kelimesine teaddi etmiştir.

59

Onlar ki, dinlerini açıktan yaşayabilmek için, müşriklerin işkencelerine ve hicrete sabretmişlerdir ve yalnız Rablerine tevekkül etmektedirler. Bundan dolayıdır ki, Rableri, hiç ummadıkları yerden kendilerini rızıklandırmaktadır.

60

Nice hayvanlar vardır ki, zayıf olduklarından dolayı rızkını taşıyamaz. Yüce Allah onlara da rızık veriyor. Size de ey muhacirler! Velev ki, beraberinizde azık ve nafaka bulunmamış olsun. Söylediklerinizi hakkıyla işiten ve gönüllerinizde bulunanı hakkıyla bilen O'dur.

Âyet-i kerîme’de geçen “ ke eyyin“ “kem “mânâsındadır.

61

Yemin olsun ki, onlara kâfirlere, “Şu gökleri ve yeri yaratıp güneşi ve ayı buyruğu altında kim tutuyor? ” diye sorsan, elbette, “Allah“ derler. O hâlde bunu kabullendikten sonra “ Allah birdir“ demekten nasıl da döndürülüyorlar, çevriliyorlar.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lâm” kasem içindir.

62

Yüce Allah, bir imtihan olsun diye kullarından kimi dilerse onun rızkını yayar, genişletir ve ona dilediğine, bir deneme olsun diye bu genişletmenin ardından (rızkını) kısar, daraltır. Şüphesiz ki, yüce Allah, her şeyi bilendir. Rızkı genişletmek de, daraltmak da onun bildiği şeyler dâhilindedir.

63

Yemin olsun ki, onlara, “ gökten su indirip de onunla yere, ölümünden sonra hayat veren kimdir? ” diye sorsan, mutlaka “ Allah“ derler. O hâlde O'na nasıl da ortak koşuyorlar? Onlara “ Aleyhinize hüccetin subûtü üzerine yüce Allah'a hamd olsun“ de. Fakat onların çoğu bu noktadaki çelişkilerine akıl erdiremezler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lâm” kasem içindir.

64

Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Fakat dünyada yapılan ibâdetler, semereleri âhirette ortaya çıkacağından, âhiret işlerinden sayılır. Âhiret yurdu ise, gerçek hayat odur. Bunun böyle olduğunu bir bilselerdi, dünyayı âhirete tercih etmezlerdi.

Âyet-i kerîme’de geçen “ hayevân” lâfzı, “ hayat “mânâsındadır.

65

Gemiye bindikleri vakit, diniduayı yalnız O’na has kılarak yüce Allah'a dua ederler. Yani içinde bulundukları güç durumu yalnızca O, ortadan kaldırabileceğinden onunla beraber başka ilâhlara dua etmezler. Fakat onları karaya çıkardı mı, bakarsın ki, O'na ortak koşmaktadırlar.

66

 (Akıbetinde) Verdiğimiz şeye, nimete nankörlük etsinlerve putlara tapmak üzere bir araya toplanmak suretiyle sefa sürsünler diye (bunu yapıyorlar) yakında bunun sonucunu bilecekler.

Âyet-i kerîme’de geçen “Veliyetemetteu“ fiili bir kırâatta Lâm'ın sükûnu ile okunmuştur. Bu takdirde tehdit mahiyetinde fi-il-i emir olur.

67

Onlar görmediler mi, bilmediler mi ki, biz onların şehri Mekke'yi emniyet içinde bir harem yapmışız. Hâlbuki çevrelerinden insanlar öldürülerek ya da esir edilerek kapıp götürülmektedir. Kendilerine ise hiç dokunulmamaktadır. Hâlâ bâtıla, puta inanıp şirk koşmaya devam etmeleri ile yüce Allah'ın nimetini inkâr mı edecekler?

68

Yüce Allah'a karşı, O'na şirk koşmak suretiyle bir yalanı iftira eden, yahut kendine gelince hakkı, peygamberi yahut kitabı yalanlayan kimseden daha zâlim kim olabilir? Yani ondan daha zâlim yoktur. Cehennemde kâfirlere kalacak yer, barınak mı bulunmaz? Cehennemde bu vardır ve söz konusu kimse de bunlardan biridir.

69

Bizim uğrumuzda, bizim hakkımızda cihad edenlere gelince; elbette biz onlara yollarımızı bize yürüyüş yollarını gösteririz. Ve şüphesiz ki, yüce Allah, nusret ve yardımıyla ihsan sahipleriyle, îman sahipleriyle beraberdir.

0 ﴿