30- RÛM SURESİMekke'de nâzil olup, 60 Âyet-i kerîmedir. Rahmân ve Rahîm olan yüce Allah'ın ismi ile başlarım. 1Elif, Lâm, Mim. Bunlarla neyi murad ettiğini yüce Allah en iyi bilir. 2Rumlar mağlup oldu. Rumlar ehl-i kitap idiler. Ehl-i kitap olmayıp bilâkis putlara tapan İranlılar bunlara gâlip geldi. Mekke kâfirleri de buna sevinerek Müslümanlara: “İranlılar Rumlar'ı yendiği gibi biz de sizi yeneceğiz “ dediler. 3En yakın yerde. Yani Romalılar'ın Farslılar'a en yakın olan Cezire'de iki ordu karşılaşmışlardı. Savaşa başlayan taraf İranlılar olmuştur. Ama onlar Romalılar bu yenilgilerinden sonra İranlılara gâlip geleceklerdir. Âyet-i kerîme’de masdar mef'ûlüne izafe edilmiştir, İranlıların kendilerine gâlip gelmesinden sonra. 4Bir kaç yıl içinde olacaktır. Âyetteki ” Bid'i ” kelimesi üç ilâ dokuz veya on arasında bir sayı için kullanılır. Birinci karşılaşmadan yedi yıl sonra, iki ordu tekrar karşılaştı. Bu sefer Romalılar İranlılar'ı yendi. Önceden de sonradan da emir yüce Allah'ındır, Romalılar'ın galibiyetinden önce de sonra da. Buradan kastedilen şudur: Birincide İranlıların, ikincide Romalıların gâlip gelmesi yüce Allah'ın emriyle olmuştur. Yani onun iradesiyle olmuştur. O günRomalıların üstün geldiği gün yüce Allah'ın, İranlılara karşı Romalılara zafer vermesiyle mü'minler sevinecektir. Gerçekten de mü'minler buna, Bedir'de müşriklere karşı zafer kazanmalarına sevinmeleriyle birlikte (iki sevinci yaşayarak) sevindiler. Ki, bunu, vuku bulduğu Bedir gününde, Cibrîl'in, Romalıların İranlılara gâlip geldiği o gün (Efendimiz'e) haber vermesiyle öğrenmişlerdi. 5O dilediğine zafer verir. Gâlip güçlü ve mü'minleri rahmete kavuşturucu O'dur. 6Allah'ın Vaadidir. Yüce Allah zafer vadinden caymaz. Lakin insanların çoğu Mekke kâfirleri Yüce Allah'nın mü'minlere zafer vaadini bilmezler. Âyet-i kerîme’de geçen “Va'dellah” kelimesi mef'ûl-ı mutlak olup aynı telaffuzdaki fiiline karşılık ivez olarak gelmiştir. Bunun asli “Va'ede humullahu'n-nesre “ (Allah onlarca zafer sözü vermiştir) idi. 7Onlar dünya hayatından dış görünüşü bilirler. Yani onlar geçimleriyle ilgili ticareti, ziraatı, inşaat yapmayı, ağaç dikmeyi ve buna benzer şeyleri bilirler. Âhirette ise, onlar gafil olanların ta kendileridir. Âyet-i kerîme’de geçen “ hum” zamirinin tekrarlanması tekid ifade etmektedir. 8Gafletlerinden dönmeleri için kendi kendilerine hiç düşünmediler mi? yüce Allah göklerle yeri ve aralarındaki şeyleri ancak hak ile ve muayyen bir vakitle yaratmıştır. Bu nedenle mezkûr şeyler bu müddetin bitiminde yok olacaklar. Ve bundan sonra tekrar dirilme meydana gelecektir. Bununla beraber insanların birçoğu Mekke kâfirleri Rablerine kavuşacaklarını inkâr ederler, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmazlar. 9Onlar, yeryüzünde dolaşıp bir bakmadılar mı? Kendilerinden önceki ümmetlerin âkıbeti nice olmuş? O da peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle helâk edilmeleridir. Onlar, meselâ Âd ve Semûd kavmi kuvvetçe kendilerinden daha şiddetliydiler. Toprağı ziraat yapmak ve ağaç dikmek için aktarmışlar. Ve onu bunların Mekke kâfirlerinin imarından daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri de onlara nice açık deliller getirmişlerdi. Demek yüce Allah suçsuz yere onları helâk ederek onlara zulüm etmiyordu. Lakin onlar peygamberlerini tekzib etmeleri sebebiyle kendilerine zulüm ediyorlardı. 10Sonra kötülük edenlerin âkıbeti en kötüsü en çirkini oldu. Çünkü onların kötülükleri şuydu. Yüce Allah'ın âyetlerini Kur’ân’ı yalanladılar ve onlarla eğleniyorlardı. Âyet-i kerîme’de geçen ”es-sua” kelimesi el-esveu'nun müennesi olup “Akıbet” kelimesinin merfû’ okunmasına göre ” kane “ fiilinin haberi, Akibet'in mansup okunması halinde ise Kane'nin ismi olur. Bundan maksat cehennemdir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen ”en” kelimesinin başından harf-i cer hazfedilmiştir. Yani ”Bien“ demektir. 11Allah ilkin mahlûkunu yaratır. Yani insanları önce yaratır. Sonra onu tekrarlar. Yani ölümlerinin ardından tekrar onları yaratır. Sonra yalnızca ona döndürülürler. Âyet-i kerîme’de geçen “yurce'un“ fiili ”ta “ ile de okunmuştur. 12O gün Kıyâmet kopar; müşrikler delillerinden ümitlerini kestikleri için susacaktır. 13Kendilerine şefâat etmeleri için, kendilerini yüce Allah'a ortak koştukları şeriklerinden -ki, bunlar da putlardır- şefaatçiler olmamıştır, olmayacaktır. Şeriklerini de inkâr ettiler inkâr edecektir. Yani onlardan uzak olacaklardır. 14O gün Kıyâmet kopacaktır. O gün ayrılırlar. Yani mü'minlerle kâfirler ayrılırlar. Âyet-i kerîme’de geçen “yevmeiz “kelimesi te'kid ifade etmektedir. 15Îman edip de güzel amellerde bulunanlara gelince; onlar bir bahçede cennette mesrur olurlar. 16İnkâr edip âyetlerimizi ve öldükten sonra dirilmeyi ve diğer âhiret ötesi şeylere kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azap içinde hazır bulundurulacaklardır. 17O hâlde akşamladığınız akşama girdiğinizde -Bu vakitte iki namaz vardır. Akşam ve yatsı- ve sabahladığınız vakit, sabaha girdiğinizde -Bu vakitte ise sadece sabah namazı vardır- yüce Allah'ı tesbih edin. Yani namaz kılınız. 18Göklerde ve yerde hamd O'nadır! Bundan maksat göktekiler de yerdekiler de yüce Allah'ı över. İkindileyin -Bu vakitte ikindi namazı vardır- ve öğle zamanında da öğle vaktine eriştiğinizde, bu vakitte de öğle namazı vardır. “Velehu'l-hamd'ü fis'semavatı vel-erdi “ âyeti cümle-i muterizedir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Asiyyen” kalimesi “ hine “ üzerine atfedilmiştir. 19O, ölüden diriyi meselâ bir damla sudan insanı, yumurtadan kuşu ve diriden ölüyü meniyi ve yumurtayı çıkarır. Yeryüzünü de ölümünün kupkuru olmasının ardından bitkilerle o canlandırıyor. İşte bunları çıkardığı gibi siz de kabirlerinizden böyle çıkacaksınız. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tehrucu“ fiili meçhûl olarak da okunmuştur. 20Siziaslınız olan Âdem'i topraktan yaratmış olması onun Yüce Allah'ın kudretini gösteren delillerdendir. Sonra siz kan ve etten oluşan insan oluvermiş yeryüzüne yayılmışsınızdır. 21O’nunâyetlerinden biri de, onlara gönül veresiniz ve onlara ısınasınız diye, sizin için kendinizden zevceler yaratmışolması. İşte Havva, Âdem’in sol kaburga kemiğinden ve diğer kadınlar da erkek ve kadınların menilerinden yaratılmıştır ve topluca aranızda bir sevgi ve merhamet yapmasıdır. Şüphesiz bunda bu anlatılan şeylerde yüce Allah'ın sanatı hususunda düşünecek bir kavim için ibretler vardır. 22O’nunâyetlerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin dillerinizin Arapça, Acemce ve bunlardan başka şekilde ve renklerinizin beyaz, siyah ve bunların dışında başka başka olmasıdır. Oysa sizler tek bir erkek ve kadının çocuklarısınız. Şüphesiz bunlarda âlemler akıl sâhibi kimseler için Allahü teâlâ'nın kudretini gösteren ibretler vardır. Âyet-i kerîme’de geçen “ Âlemin” kelimesi ”lâm “ın kesresi ile de okunmuştur. Yani ilim sâhibi kimseler için..... 23Onun âyetlerinden biri de gecede, gündüzde onun sizlere huzur ve rahatı dilemesiyle uyumanız ve O’nun fazlından gündüzleyin (rızık) aramanızdır. Yani geçiminizi temin etmede tasarrufta bulunmanız O’nun izniyle olmaktadır. Şüphesiz bunda da anlayacak ve ibret alacak şekilde işiten bir kavim için ibretler vardır. 24Yine O’nunâyetlerinden biri de yıldırım isabet etmesinden yolculara korku ve yağmuru beklemede mukim olanlara ümit (vermek) için size şimşeği gösteriyor. Yani size göstermesidir. Gökten bir su indiriyor da onunla yere ölümünden sonra kupkuru olduktan sonra bitkiler bitirmesiyle can veriyor. Şüphesiz bunda, anlatılan şeyde aklını kullanan iyice düşünen bir kavim için ibretler vardır. 25O’nunâyetlerinden biri de göğün ve yerin direksiz olarak O’nuniradesiyle durmasıdır. Sonra İsrafil'in kabirlerinden kalkmak üzere Sur'a üfürmesiyle sizi bir tek davetle çağırdığa zaman hemen diriler olarak kabirden çıkacaksınız. İşte bir tek davetle kabirlerden çıkışınız Yüce Allah'nın nişanelerindendir. 26Göklerde ve yerde ne varsa mülk, yaratma ve kul olma bakımından Onundur. Hepsi de O'na itâatedicidir. 27İlkin insanı yaratmaya başlayan, sonra yok olmalarının ardından tekrar diriltecek olan O'dur. Bu O'na muhatapların nazarında bir şeyin tekrar diriltilmesi, ilk başta yaratılmasından daha kolay olmasına itibarla, ilk başta yaratmaktan dahakolaydır. Yoksa Yüce Allah'ya göre ikisi de kolaylıkta müsavidir. Göklerde ve yerde en yüce sıfat ki, o da “ Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur “ O’nundur. O, mülkünde güçlü ve yarattığı şeylerde hikmet sâhibidir. 28Ey müşrikler! Size kendinizden olan bir temsil yaptı. O da şudur: Sizi rızıklandırdığımız mal ve benzeri şeylerde sağ ellerinizin malik olduğu kölelerinizden ortaklarınız var mıdır ki, onda siz ve onlar müsavi olup kendinizden emsaliniz olan hür kimselerden korktuğunuz gibi, onlardan da korkasınız? Buradaki soru olumsuzluk ifade etmektedir, sizin nazarınızda köleleriniz size ortak olamaz. Ve kendi emsaliniz olan hürlerden (ortaklık hususunda) korktuğunuz gibi kölelerinizden korkmazsınız o hâlde nasıl oluyor da Yüce Allah'ın bazı kullarını O'na ortaklar koşuyorsunuz. İşte biz, iyice düşünüp aklını kullanacakbir kavim için âyetlerimizi böylece tafsilatlı bir şekilde açıklıyoruz. 29Fakat şirk koşarak zulmedenler hiç bir bilgisi olmaksızın hevalarınauydular. Artık, yüce Allah'ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Yani onu yola getirecek yoktur, onlara yüce Allah'ın azâbından kurtaracak hiç bir yardımca da yoktur. 30Ey Resûlüm Muhammed “Aleyhisselâm“! Ohalde,sen yüzünü meylederek dine, sen ve sana uyanlar dini sırf yüce Allah için kılınız) yüce Allah'ın fıtratına yaratmasına çevir Ki o, insanları ofıtrat üzerine yaratmıştır. Yüce Allah'ın fıtratı O’nun dini (İslâm) dır. Yani bu fıtrattan ayrılmayınız. Buna (ve gereğine) devam ediniz. Yüce Allah'ın yarattığı dini için değişiklik yoktur. Yani şirk koşarak yüce Allah'ın yarattığını değiştirmeyiniz..... İşte yüce Allah'ı birlemek doğru din budur. Fakat insanlardan çoğu Mekke kâfirleri yüce Allah'ı birlemeyi bilmezler. 31Emrettiği ve yasakladığı şeylerde hepiniz O'na Yüce Allah'ya dönün. O'ndan korkun. Namazı dosdoğru kılın. Müşriklerden olmayın. Âyet-i kerîme’de geçen “ münibin” kelimesi ”ekim”Ve ondan kastedilen fiilin failinden hâldir. Yani. “ ekımu “ 32(O müşriklerden) ki, onlar taptıkları şeyler de ihtilâf etmeleriyle dinlerini darma dağınık etmişler. Bu konuda fırka fırka olmuşlardır. Onlardan her fırka nezdinde olan ile sevinmektedir. Âyet-i kerîme’de geçen “ferreku“ fiili bir kırâatte “farekû“ şeklinde okunmuştur. Yani emrolundukları dinlerini terk ettiler. 33İnsanlara Mekke kâfirlerine bir zarar dokunduğu vakit, Rablerine, ondan başkasına değil (yalnızca) ona dönerek, dua ederler. Sonra onlara yağmur vererek tarafından bir rahmet tattırdı mı, bakarsın onlardan bir kısmı Rablerine ortak koşup durmaktadırlar. 34Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi sefa sürün; ama yakında bileceksiniz! 35Yoksa onlara bir hüccet bir kitap indirdik de Ona şirk koşmalarını o mu gösterme yoluyla söylüyor? Âyet-i kerîme’de geçen ”em “inkâr hemzesi mânâsındadır. Yani şirk koşmayı onlara o mu emrediyor? Hayır! Böyle bir şey yoktur. 36Bir de insanlara Mekke kâfirlerine ve diğerlerine bir nimet tattırdığımızda şımararak ona sevinirler. Ama kendi elleriyle işledikleri (günahlar) yüzünden başlarına bir fenalık sıkıntı gelirse, hemen yüce Allah'ın rahmetinden ümit keserler. Mü'minin şanı nimet zamanında şükretmek, sıkıntı zamanında da Rabbine ümit beslemektir. 37Bilmediler mi ki, imtihan etmek ve sınamak için yüce Allah dilediğine rızkı genişletir, dilediğine de daraltır. Şüphesiz bunda, bunlara îman edecek bir kavim için elbette ibretler vardır. 38Öyleyse akrabaya, iyilik ve sıla-i rahim yapmak yoksula ve yolcuya sadaka vermek suretiyle hakkını ver. Peygamberimizin ümmeti bu konuda kendisine tabidir, Bu, yüce Allah'ın rızasını yaptıklarına karşılık onun mükâfatını dileyenler için daha hayırlıdır. Ve böyleleri felâha kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 39Alıcı insanların mallarında artış olsun diye bir şeyi bağış veya hibe olarak verip ondan daha fazlasını talep etmek suretiyle verdiğiniz faiz, yüce Allah katında artmaz. Yani veren kimseler için bunda hiç bir sevap yoktur. Verilen (hibe, bağış gibi) şey yapılan muamelede talep edilen fazlalığın ismiyle (faiz diye) adlandırılmıştır. Ama onunla yüce Allah'ın rızasın dileyerek verdiğiniz zekât, sadaka ise niyetlerine göre sevaplarını kat kat artıranlar bunlardır. Âyet-i kerîme’de muhatabdan gaibe iltifat vardır. 40Allah sizi yaratan, sonra rızkınızı veren, sonra sizi öldürüp, sonra diriltecek olandır. Sizin yüce Allah'a eş koştuğunuz ortaklarınızdan, bunlardan birini yapacak var mı? Hayır! Yoktur. Allah, onların işledikleri şirkten münezzehtir ve yücedir. 41İnsanların elleriyle işledikleri günahlar sebebiyle, karada çöllerde yağmurun kesilmesi, nebatatın kıtlığı ve denizde nehirler (ve denizler) kenarındaki beldelerde suyun azalması sebebiyle fesat meydana çıktı ki, yaptıklarının bir kısmını cezasını tadansın. Olur ki, tevbe edip dönerler. Âyet-i kerîme’de geçen “ li Yuzike “ fiili “ Nûn“ ile de okunmuştur. 42Mekke kâfirlerine de ki: “yeryüzünde dolaşın da bir bakın, bundan öncekilerin âkıbeti nice olmuş? .. Onların çoğu müşrik idiler. Dolayısıyla şirk koştukları için yok edildiler. Meskenleri ve barınakları ise bomboştur. 43Allah tarafından geri çevrilmesi asla bulunmayan o gün gelmezden evvel -ki, bu Kıyâmet günüdür- Yüzünü dosdoğru dine İslâm dinine çevir. Ki, o gün hesaptan sonra cennet ve cehenneme ayrılacaklardır. Âyet-i kerîme’de geçen “yessedde'un“ fiilinde Babın aslındaki ” ta “ “safa idgam edilmiştir. 44Her kim kâfir olursa, kâfirliğinin vebali kendi aleyhinedir. O da cehennem ateşidir. Kim de iyi amel işlerse cennetteki konaklarını kendileri için hazırlamış olurlar. 45Allah, îman edip güzel amellerde bulunanları fazlından mükâfatlandırması için ayrılacaklardır. Elbette O, kâfirleri sevmez, onları cezalandıracaktır. Âyet-i kerîme’de geçen “ Liyecziye “ fiili ”yessedde'une ” Taalluk etmektedir. 46Onun âyetlerinden biri de rüzgârları müjdeciler olarak rüzgârları sizi yağmurla müjdelemek için göndermesidir. Hem bununla yağmur ve bolluk rahmetinden tattırmak, hem iradesiyle gemilerin yüzmesi için, hem de O’nun fazlından denizde ticaret yaparak rızık arayasınız diyedir. Ey Mekke halkı, bu nimetlere şükredesiniz O'nu birleyesiniz diye. 47Yemin olsun, biz senden önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de onlara, kendilerine elçiler olarak görevlendirildiklerine dair doğruluklarını gösteren apaçık delillerle vardılar. Fakat onlar peygamberlerini yalanladılar. Onun üzerine günah işleyenlerden intikam aldık. Peygamberleri yalanlayanları helâk ettik. Mü'minleri kurtarıp, onları helâk etmek suretiyle kâfirlere karşı mü'minlere yardım etmek ise, üzerimize bir hak oldu. 48Allah O'dur ki, rüzgârları gönderir de bulutları harekete geçirir. Sonra onu gökte bazen yavaş, bazen de süratli olarak dilediği gibi yayar. Ve parça parça yapar. Derken yağmuru görürsün ki, (bulutların) arasından çıkmaktadır. Nihayet onu yağmuru kullarından dilediğine indirdiğinde, bir de bakarsın ki, onlar yağmur sebebiyle sevinirler ve neşelenirler. Âyet-i kerîme’de geçen “ kisefen” kelimesi ”sin“ harfinin sükûnu ile de okunmuştur. 49Hâlbuki bunlar, üzerlerine yağmur indirilmeden önce yağacağından ümitlerini kesmişlerdi. Âyette ikinci kez yer alan“ min kabl “ Tekid ifade etmektedir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ İn”Tahfiflenmiş olup, tahkik mânâsını ifade etmektedir. 50Allah'ın rahmet eserine yağmur sebebiyle ortaya çıkan nimetine bir baksana! Yeryüzünü ölümünden sonra kupkuruluğundan sonra bitki bitirmekle nasıl diriltiyor? Şüphesiz Ki o, yeryüzünü dirilten ölüleri de diriltir. O her şeye kadirdir. 51Yemin olsun ki, biz, bitkiye zarar veren bir rüzgâr göndersek de, onu (nebatı) sararmış görseler, mutlaka arkasından sararmasının ardından yağmurla gelen nimeti inkâr eder olurlar. Âyet-i kerîme’de geçen “ Le-in”Terkibindeki ”Lâm” kasem lamı olup “ Le-zellu “ise cevabıdır. 52Çünkü sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönmüş giderken, daveti sağırlara da duyuramazsın. Âyet-i kerîme’de geçen ”ed-dua-e-iza”Terkibi iki hemzenin tahkiki ve hemze ile ya arasında ikincisinin teshili ile okunmuştur. 53Sen, körleri de sapıklıklarından ayırıp doğruyola iletici değilsin, sen ancak bizim Kur’ân âyetlerimize îman edip de yüce Allah'ı birleyen ihlâslı müslüman olanlara anlayıp kabul edecek şekilde duyurabilirsin. 54Allah O dur ki, sizi zayıf bir sudan yaratmış, sonra diğer bir za'fın çocukluk za'fiyetinin ardından bir kuvvet gençlik kuvveti vermiş. Sonra kuvvetin arkasından bir za'f ve ihtiyarlık yaşlılık za'fı ile yaşlılıkta saç ağarması meydana getirmiştir. O, zayıflık, kuvvet, gençlik ve ihtiyarlıktan dilediğini yaratır. O, mahlûkatı idare etmeyi ziyade bilen, dilediğini yaratmaya kemaliyle kadirdir. Âyet-i kerîme’de geçen “ zaif kelimesi üç yerde birinci harfin zammesiyle de okunmuştur. 55O gün, Kıyâmet kopar, kâfirler kabirlerinde bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurur: “İşte onlar, kabirlerinde kalma süresindeki haktan, gerçekten döndürüldükleri gibi, öldükten sonra dirilmeyi ikrar etmekten de böyle döndürülüyorlardı. “ 56Kendilerine ilim ve îman verilen melekler ve diğer kimseler ise: “Yemin olsun ki, siz yüce Allah'ın ezeli ilmindeki yazısında yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte inkâr etmiş olduğunuz diriliş günü budur. Lakin siz bunun vuku bulacağını bilmiyordunuz “ diyeceklerdir. 57Artık o gün, zulmedenlere tekrar dirilmeyi inkâr etmelerine dair mazeretleri fayda vermez. Onlardan hoşnutedilecek şeye dönmeleri de istenmez. Yani yüce Allah'ı hoşnut edecek şeye dönüş yapmaları kendilerinden istenmez. (Dünyaya geri dönüp iyi amel edeceklerine dair istekleri kabul edilmez) Âyet-i kerîme’de geçen “ Lâ-yenfe'u“ fiili ”ta “ ile de okunmuştur. 58Yemin olsun ki, biz bu Kur’ân da insanlara kendilerini ikaz etmek için her türlü meselden temsil kıldık. Yine yemin olsun ki, Ey Resûlüm Muhammed“ aleyhisselâm “sen onlara Mûsa'ya verilen asa ve el gibi bir mu'cize de getirsen, onlardan küfredenler mutlaka “siz Ey Resûlüm Muhammed“ aleyhisselâm”Ve ashâbı bâtıl şeyler ortaya atan kimselerden başkası değilsiniz “ diyeceklerdir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Le-yekulenne “ fiilinden ” nun”lar peşpeşe geldiği için ref (İ’rab) nun'u ile iki sakin bir araya geldiğinden dolayı da çoğun zamiri olan vav hazfedilmişiir. 59İşte böylelerinin kalplerini mühürlediği gibi tevhidi bilmeyenlerin kalplerini (de) yüce Allah böyle mühürler. 60Sen sabret, zira onlara karşı sana zafer nasip edeceğine dair yüce Allah'ın vaadi haktır. Tekrar dirilmeye kesin îman etmeyenler sakın seni hafifliğe sevk etmesinler. Yani sabrı terk ederek sakın seni hafifliğe ve tutarsızlığa sevk etmesinler. Yani sakın sabrı elden bırakma! |
﴾ 0 ﴿