31- LOKMÂN SURESİRahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismi ile başlarım. 1 Elif, Lâm, Mim. Bununla muradının ne olduğunu en iyi yüce Allah bilir. 2Bunlar, bu âyetler hakîm, hikmet sâhibi kitabın, Kur’ân’ın âyetleridir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Ayâtü “ile ” el-kitabi “ arasındaki izafet, “min“ mânâsındadır. 3O, ihsan sahipleri için bir hidâyet ve rahmet vesilesidir. Âyet-i kerîme’de geçen “ hüden”Ve ”Rahmettin”lâfızları ref iledir. Fakat kırâat ulemasının büyük çoğunluğunun kırâatına göre ” ayâtü“ den hâl olmak üzere Mensûb okunmuştur. Bu durumda halin âmili, “ Tilke “ de bulunan işaret mânâsıdır. 4(Bunlar) o kimselerdir ki, -ihsan sahiplerinin beyanıdır- namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Onlar, âhirete de kesin olarak inanırlar. Âyet-i kerîme’de geçen ikinci ”hum “ Tekid mahiyetindedir. 5İşte onlar, Rablerinden bir hidâyet üzeredirler ve işte onlar felâhbulanların, kurtulanların ta kendileridir. 6İnsanlardan öylesi vardır ki, yüce Allah yolundan, İslâm yolundan hiç bir ilmî delile dayanmadan, sapmak ve onu eğlence ittihaz etmek için, onunla dalga geçmek için lâf eğlencesi, önemli şeylerden meşgul eden şeyler satın alır. İşte bunlara mühim, alçaltıcı bir azap vardır. Âyet-i kerîme’de geçen “yadille ” lâfzı, ya'nın fethası ve zammesi ile okunmuştur. Ayrıca “yettahize ” lâfzı da, “yadille “ üzerine atfedilerek mensub, “yeşteri “ üzerine atfedilerek merfü okunmuştur. 7Ona, âyetlerimiz Kur’ân okunduğu vakit, büyüklük taslayarak, kibirlenerek, sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık, sağırlık varmış gibi sırt çevirir. Sen de ona elim, elem verici bir azâbı müjdele, ona bildir. Müjdenin zikredilmesi, kendisine tahakküm içindir. Âyette sözü geçen, Nadr b. el-Hars'dır. Bu şahıs, ticaret için gittiği Hire'den Acemlere âit hikâye kitapları satın alıp, onları Mekkelilere anlatır ve “ muhammed ”aleyhisselâm“size Âd ve Semûd kavimlerinin hikâyelerini anlatıyor, işte ben de size İranlıların ve Rumların hikâyelerini anlatıyorum“ derdi. Bunu duyan Mekkeliler de, Kur’ân dinlemeyi bırakıp, onun anlattıklarını daha çekici kabul ederlerdi. Âyet-i kerîme’de geçen iki teşbih cümlesi, “Vella “ fiilinin zamirinden hâldir. Yahut ikinci teşbih cümlesi birincisine tekid mahiyetindedir. 8Fakat îmanedip sâlihameller işleyenler var ya! Onlara Naim cennetleri vardır. 9Orada ebedî kalıcıdırlar. Yani oraya girdikleri vakit ebedî kalacakları takdir buyurulmuştur. Yüce Allah'ın hak vaadi budur. Yani yüce Allah bunu kendilerine vaad buyurmuş ve onu mutlaka gerçekleştireceği bir hakikat kılmıştır. O, kendisine hiç bir şeyin gâlip gelip, onun ne vaadini ne de tehdidini gerçekleştirmesine mani olamayacak kadar güçlüdür. Ve her koyduğunu ancak olması gereken yere koyacak kadar da hikmet sâhibidir. Âyet-i kerîme’de geçen “ hâlidine ” lâfzıhâl-i mukadderedir. 10Gökleri, onları direkleri görebileceğiniz direkler olmadan yarattı. Bu ifade, asla direğin bulunmadığını ortaya koymaktadır. Yere de sizi sarsmasın, sallamasın diye ağır baskılar, yüksek dağlar koydu. Orada her türlü canlıyı yaydı. Hem biz-buradagaipten mütekellime iltifat edilmiştir- gökten suindirerek yeryüzünde her hikmetli çiftten, güzel çeşitten bitkiler yeşerttik. Âyet-i kerîme’de geçen “ umudın” lâfzı direk mânâsında olan“İmâd ün” kelimesinin çoğuludur. 11İşte yüce Allah'ın halkı yarattığı bu. Gösterin bana, haber verin bana ey Mekkeliler! O’nun dışındakiler, O'ndan başkalarısizin ilâhlarınız ne yaratmış ki, onları Yüce Allah'ya eş tutuyorsunuz? Hayır, aksine o zâlimler, ortak koşmakla açık bir sapıklık içindedirler. Sizler de bu güruha mensupsunuz. Âyet-i kerîme’de geçen “ ma “ istifham-ı inkâri olup mübteda, “za “ “ ellezi “mânâsında sılasıyla birlikte haberidir. “ erûni “ fiili amelden ta'lik edilmiş olup, Mâ-ba’di, iki mef’ulu yerine kâimdir. 12Yemin olsun ki, biz Lokman'a hikmeti verdik. Bilgisi, dindarlığı ve sözünde isabetli oluşu o hikmetin başında gelir. Hazret-i Lokman'ın birçok hikmeti olduğu nakledilir. O, Hazret-i Dâvud Peygamber olmadan evvel, hikmetleriyle fetva verirdi. Hazret-i Dâvud'un Peygamberliğine yetişmiş, ondan ilim alıp önceki fetvalarından vazgeçmiş ve bu hususta, “ dinlendirilmem söz konusu olunca, istirahat etmeyeyim mi? ” demiştir. Kendisine: “İnsanların hangisi en şerlidir? ” diye sorulduğunda: “İnsanlar kendisini kötülük halinde gördüklerinde aldırış etmeyen kimsedir. “ cevabını vermiş. Ve biz kendisine, “sana verdiği hikmete mukabil yüce Allah'a şükret!“ buyurduk. Kim şükrederse, ancak kendi lehine şükreder. Çünkü şükrünün sevabı kendisi içindir. Kim de nimete nankörlük ederse, bilmelidir ki, yüce Allah yarattıklarından ganidir, Hamîd’dir, tasarrufunda daima övülmüştür. 13Ve hatırla ki, bir vakitler, Lokman oğluna nasihat ederken, “yavrucuğum -şefkat ifade etmek için tasgir edilmiştir- yüce Allah'a şirk koşma! Çünkü yüce Allah'a şirk, çok büyük bir zulümdür. “ demişti de oğlu onun dinine dönüp müslüman olmuştu. 14Biz insana ana-babasını tavsiye ettik, ona ana-babasına iyi davranmasını emrettik. Çünkü anası onu taşıdı ve za'f üzerine za’fla zayıf düştü. Yani önce gebeliği sebebiyle zayıf düştü. Ardından doğum sancısı çektiği için zayıf düştü. Ardından da doğumu için zayıf düştü. Ayrılması da ayni sütten kesilmesi de iki senededir. Ve biz insana dedik ki: “ Bana ve ana-babana şükret. Varışın dönüşün ancak banadır. 15Bununla beraber onlar, gerçeğe uygun bir biçimde bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itâat etme. Ama onlarla dünyada iyi iyilikle; onlara iyi davranmakla ve sılada bulunmakla geçin. İtâatle bana yönelenlerin, dönenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz yalnız banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. Ve size bunun karşılığını vereceğim. “ Tavsiye cümlesinden buraya kadar, muterize cümledir. 16Yavrucuğum! Şüphesiz yaptığın kötü haslet, bir hardal tanesi ağırlığında olsa da bir kaya içinde veya göklerde yahut yerin içinde bundan daha gizli bir mekânda olsa, yüce Allah onu yine getirir ve hesabını sorar. Çünkü yüce Allah onu ortaya çıkarmak suretiyle latiftir, yerinden haberdardır. 17Ey yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülüğü yasakla. İyiliği emretmen ve kötülüğü yasaklaman sebebiyle başına gelen belaya sabret. Çünkü bunlar azmedilmeye değer işlerdendir. Yani gerekli olmaları sebebiyle kararlılıkla ifa edilecek âl-i himmet işlerdendir. 18Hem insanlardan yanağını çevirme, kibirlenip onlardan yüzünü dönme. Ve yeryüzünde böbürlenerek, çalımlanarak yürüme. Çünkü yüce Allah her kendini beğenmiş, yürüyüşünde gururlui bir edaya bürünmüş ve insanlara karşı övüneni sevmez. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tusa'iir” lâfzı, bir kırâatda” Tusâir“ şeklinde okunmuştur. 19Yürüyüşünde tabiî ol, sessiz ve yumuşak yürümek ile koşmak arasında orta bir yol tut, sekinet ve vakardan ayrılma. Sesini kıs, alçalt. Çünkü seslerin en hoş olmayanı en çirkini elbette kieşeklerin sesidir. Başlangıcı gürdür, sonu ise cılızdır. 20Ey Muhataplar! Görmez misiniz, bilmez misiniz ki, yüce Allahgöklerde bulunanları: Güneşi, ayı ve yıldızları ve yerde bulunanları: Meyveleri, ırmakları ve hayvanları onlardan faydalanasınız diye sizin emrinize vermiş; nimetlerini açık olarak -ki, suret güzelliği, uzuvların düzgün oluşu ve benzeri nimetlerdir- ve gizli olarak -ki, marifet ve benzeri nimetlerdir- üzerinize yığmıştır. Bolca vermiş ve tamam etmiştir. Böyle iken, insanlardan Mekkelilerden bazısı hiç bir bilgiye, delile, elçiye ve yüce Allah'ın indirdiği aydınlatıcı kitaba dayanmaksızın, aksine kuru bir taklide dayanarak yüce Allah hakkında mücadele eder. 21- Onlara “ Allah'ın indirdiğine tâbi olun!“ denildiği vakit, “ hayır! Biz atalarımızı neyin üzerinde buldu isek, ona tâbi oluruz!“ derler. Allahü teâlâ buyurdu ki, ya şeytan onları alevli ateşin azâbına, onun gereklerine çağırıyor idiyse yine de ona tâbi olacak mıydılar? Hayır! (Bu, kendilerinden beklenecek iş değil) 22Her kim iyilik edici, muvahhid olarak yüzünü yüce Allah'a tutarsa, O'na itâate yönelirse O, muhakkak en sağlam kulpa, kopacağından endişe edilmeyen sağlam uca tutunmuştur. Bütün işlerin sonu dönüşleri yüce Allah'adır. 23Kim de küfrederse, Ey Resûlüm Muhammed “Aleyhisselâm“ artık onun küfrü seni üzmesin, küfrünü dert edinme. Onların dönüşü, ancak bizedir, biz onlara bütün yaptıklarını haber vereceğiz. Çünkü yüce Allah, kalpleri, -tıpkı başka şeyleri bildiği gibi- kalplerde olanları da hakkıyla bilendir. Dolayısıyla onların karşılığını verecektir. 24Biz onları dünyada biraz, hayatları süresince zevk ettiririz de, sonra kendilerini âhirette ağır bir azâba duçar ederiz. O azap da kaçıp kurtulacak bir yer bulamayacakları, cehennem azâbıdır. 25Yemin olsun! Onlara, “ gökleri ve yeri kim yarattı? ” diye sorsan mutlaka “ Allah“ diyecekler “ Tevhid noktasında aleyhlerine hüccetin ortaya çıkması üzerine yüce Allah'a hamdolsun“ de. Fakat onların çoğu tevhidin kendilerine gerekli olduğunu bilmezler. Âyet-i kerîme’de geçen “ Le yekülünne ” lâfzından, bir kaç tane Nun'un peşpeşe gelmesi dolayısıyla Ref alâmeti olan Nun, içtima-i sakineyn dolayısıyla da zamir olan Vav hazfedilmiştir. 26Göklerde ve yerde ne varsa gerek mülk bakımından, gerek yaratık bakımından ve gerekse kullar bakımından hepsi yüce Allah'ındır. Binaen aleyh; göklerde ve yerde O'ndan başka ibâdete lâyık olan yoktur. Şüphesiz yüce Allah yarattıklarından ganîdir ve hamîddir, tasarrufunda övülendir. 27Yerdeki her bir ağaç kâlemler, deniz de, arkasından ona yedi deniz daha katılarak mürekkep olsa, yine yüce Allah'ın malumatının ifadesi olan kelimeleri, bu kâlemler ve bu mürekkeplerle yazılarak bitmez. Bundan daha çoğu ilâve edilse de bitmez. Çünkü Allahü teâlâ'nın bilgileri sonsuzdur. Muhakkak yüce Allah, güçlüdür, O'nu hiç bir şey âciz bırakamaz, hikmet sâhibidir, hiç bir şey O’nun ilmi ve hikmeti dışında kalamaz. 28Sizin yaratılmanız da öldükten sonra diriltilmeniz de yaratılış ve diriltiliş itibariyle ancak bir kişi gibidir. Çünkü ” kün feyekün“ ifadesine bakmaktadır. Şüphesiz yüce Allah semîdir, her işitileni işitir. Basîrdir, her görüleni görür. Hiçbir şey O’nu bir şeyden alıkoyamaz. 29Görmedin mi ey muhatap! Yüce Allah geceyi gündüze katıyor, sokuyor, gündüzü de geceye katıyor, sokuyor. Böylelikle her biri diğerinden eksildiği kadar artıyor. Güneşi ve ayı emrinize vermiş. Onlardan her biri muayyen bir vakte kadar -muayyen vakit, Kıyâmet günüdür- yörüngesinde akıp gidiyor. Şüphesiz yüce Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. 30Bu zikredilenler şunlardır: Çünkü Allah hakkın, varlığı tartışılmaz olanın ta kendisidir. Ondan başka yalvardıkları şeyler taptıkları şeyler ise hep bâtıldır, yok olmaya mahkûmdur. Gerçekten yüce Allah, Kahhâr sıfatıyla mahlûkatı üzerinde yegâne yüce, yegâne büyük, azamet sâhibi O'dur. Âyet-i kerîme’de geçen “yedûne ” lâfzı, Ya’lı ve Tâl’i olarak okunmuştur. 31Gemilerin denizde yüce Allah'ın lütfüyle yüzdüğünü görmedin mi? Ey muhataplar! Bununla size varlığının delillerinden bir kısmını göstermek için.....(onları yüzdürüyor) Şüphesiz bunda yüce Allah'ın mâsiyetlerinden geri durup çok sabreden, O’nun nimetleri için çok şükreden herkes için birçok âyetler, ibretler vardır. 32Gölgeler gibi, altlarında gölgelenilen dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman kâfirlerin üzerine yükseldiği zaman dini kendilerini kurtarması yolundaki dualarını tamamen yüce Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Yani O’nunla birlikte başka şeylere yalvarmazlar. Yüce Allah onları kurtararak karaya çıkardığı zaman içlerinden bir kısmı iktisad yolunu, küfürle îman arasında orta yolu tutar. Bir kısmı da küfrü üzere devam eder. Bizim âyetlerimizi -ki, dalgalardan kurtulmak da bu âyetler arasındadır-ancak her katı yürekli, gaddar ve yüce Allah'ın nimetlerine karşı çok nankör olanlar inkâr eder. 33Ey insanlar Ey Mekkeliler! Rabbinizden korkun. Ve öyle bir günden çekinin ki, o günde hiç bir baba çocuğundan bir şey gideremeyecek ve hiç bir çocuk da o gün babasından bir şey gideremeyecektir. Hiç şüphe yok ki, öldükten sonra tekrar dirilme konusunda yüce Allah'ın vaadi hakdır. O hâlde sakın dünya hayatı sizi müslümanlıktan aldatmasın. Ve o çok aldatıcı, şeytan sizi yüce Allah’ın hilmi sebebiyle O’nun hükmü ve zaman tanıması konusunda aldatmasın. 34Hiç şüphe yok ki, Kıyâmetin ne zaman kopacağı konusundaki ilmi yüce Allah katandadır. Yağmuru, bildiği bir vakitte O indirir. Rahîmlerdekini (daha nutfe halindeyken) erkek midir, dişi midir O bilir. Bu üç husustan hiç birini Yüce Allah'dan başkası bilemez. Hiç bir nefis yarın ne kazanacağını: Hayır mı kazanacak yoksa şer mi bilemez. Ama yüce Allah bunu bilir. Hiç bir nefis nerede öleceğini de bilemez. Allahü teâlâ bunu da bilir. Hakikat yüce Allah her şeyi hakkıyla bilendir, zâhirinden olduğu gibi, iç yüzünden de haberdar. Buhârî İbn Ömer'den naklen şu hadis-i şerifi rivâyet etmiştir: “ gaybın anahtarları beştir: Hiç şüphesiz Kıyâmetin ilmi yüce Allah'ın katındadır.....“sürenin sonuna kadar. |
﴾ 0 ﴿