33- AHZÂB SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm olan yüce Allah'ın ismi ile başlarım.

1

Ey Peygamber! Yüce Allah'dan kork! O'ndan korkmaya devam et! Şeriatına muhalif olan işlerde kâfirlere ve münafıklara itâat etme. Şüphesiz yüce Allah var olan her şeyi var olmadan önce hakkıyla bilendir. Yaratmakta olduğu şeylerde hikmet sâhibidir.

2

Rabbinden sana vahy olunana Kur’ân'a uy. Muhakkak ki, yüce Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ya'melüne ” lâfzı, bir kırâatta” Ta'melüne “ şeklinde okunmuştur.

3

Bütün işlerinde yüce Allah'a tevekkül et. Vekil olarak, koruyucu olarak sana yüce Allah yeter. Tüm bu hitaplarda ümmeti de ona tâbidir.

4

Yüce Allah, bir insanın içinde iki kalb yaratmamıştır. Müşriklerden: Muhammed ”aleyhisselâm“'ın aklından fazla olarak iki kalbe sahip olduğunu ve her biriyle idrak edebildiğini savunan kişiye (Ebû Muammer'e) reddiye olarak nâzil olmuştur. Kendilerine zıhar yaptığınız -Zıhar: Meselâ bir kocanın karısına “sen bana annemin sırtı gibisin“ demesi ile olur. Karılarınızı daanalarınız yapmamıştır. Yani cahiliyye de boşama sayılan bu sözle, haramlık noktasında onları analarınız gibi yapmadı. Ancak Mücadele sûresinde de zikredildiği üzere, geri dönmek şartıyla, bu sözü söylemekle keffâret gerekir. Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bu, sizin Yani Yahûdilerin ve münafıkların- ağzınızla söylediğiniz bir sözünüzdür. Hazret-i Peygamber (aleyhi's salâtü ve's-selâm)'in evlât edindiği Zeyd b. Harise'den boşanan, Zeyneb bint-ü Cahş'la Hazret-i Peygamber evlenince bunu söylemişlerdi. Onların söylediği şuydu: “muhammed ”aleyhisselâm“oğlunun hanımıyla evlendi. “ fakat Allahü teâlâ bu konuda kendilerini tekzip etti. Yüce Allah ise bu noktada gerçeği söylüyor ve o yolu, hak yolu gösteriyor.

Âyet-i kerîme’de geçen ”ellâi ” lâfzı hemzeli, ya’lı ve ya’sız olarak okunmuştur. Ayrıca Âyette geçen “ Tezzahharûne ” lâfzı, Ha'dan önce Elifli ve elifsiz, siganın aslında bulunan ikinci Ta, Zı'ya idgam edilmiş olarak okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen ”ed'iya” lâfzı, “ deiyyün” kelimesinin çoğuludur. De'iyy; aslen babası olmayan kimse için, “Onun oğlu“ diye çağrılan kişiye denir.

5

Fakat onları babalarının ismiyle çağırın. Yüce Allah katında bu, daha doğrudur, daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, dinde kardeşleriniz ve mevlâlarınız amcaoğullarınızdırlar. Bununla beraber bu konuda hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin bile bile yöneldiği şeyde günah vardır. Bu da yasaklandıktan sonrası için söz konusudur. Yüce Allah, söz konusu yasaklamadan önce sudur eden sözleriniz için çok bağışlayıcı, size karşı bu konuda çok merhametlidir.

6

Peygamber, mü'minleri bir şeye davet ediyor, nefisleri de bunun tersine davet ediyorsa O, mü'minlere kendi nefislerinden evlâdır. Zevceleri de onlarla nikâhlanmak mü'minlere haram olması bakımından onların anneleridir. Neseben yakın hısım olanlar, akraba olanlar da yüce Allah'ın kitabında, birbirlerine miras hususunda diğer mü'minlerden ve muhacirlerden İslâm'ın ilk yıllarında geçerli olup, sonradan neshedilen; îman ve hicret sebebiyle mirasçı olmaktan daha evlâdır. Ancak, lâkin dostlarınıza vasiyyet bırakmak suretiyle bir iyilik yapmış olmanız ayrı. Bu, caizdir. Bu, îman ve hicret sebebiyle mirasçı olmakla neshedileceği kitapta yazılıdır. Bu iki yerde zikredilen ” kitap “ Tan, Levh-ı Mahfûz kastedilmiştir.

7

 (Rasûlüm), hatırla ki, bir zamanlar, Âdem'in sulbünden zerreler -” zerretün” kelimesinin çoğuludur. Zerre; karıncaların en küçüğüdür- misâli çıkartıldıkları zaman peygamberlerden yalnız yüce Allah'a ibâdet edecekleri ve insanları O'na ibâdete davet edecekleri hususunda söz almıştık; senden, Nûh'tan, İbrâhîm'den, Mûsa'dan ve Meryem oğlu Îsa'dan da. (Evet) biz onlardan yüklendikleri görevi yerine getireceklerine dair ağır, pek sağlam bir söz aldık. O da Allahü teâlâ adına yemin etmeleridir.

Âyet-i kerîme’de hassaten beş peygamberin zikredilmesi. “ haass'ın, “Aamm“ üzerine atfı kabilindendir.

8

Sonra onlardan söz aldık ki, Allahü teâlâ doğrulara, onları inkâr edenlerin çenelerini kapamak için, risaleti tebliğ hususundaki doğruluklarından sual etsin, O peygamberleri inkâr edenler için de elim, elem verici bir azap hazırladı.

Âyet-i kerîme’de geçen ”eâdde.....“ cümlesi, “ eheznâ“ cümlesi üzerine atfedilmiştir.

9

Ey îman edenler! Yüce Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani Hendek kazdığınız günlerde size kâfirlerden toplanıp bir araya gelmiş ordular gelmişti. Biz de onların üzerine bir rüzgâr ve meleklerden sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Yüce Allah, sizin ne yaptığınızı kemâliyle görendir.

Âyette geçen “ Ta'melüne ” lâfzı, ta'lı ve ya'lı olarak okunmuştur. Tâ’li okununca “sizin hendek kazıcınızı “mânâsında, Ya’lı okununca da, “müşriklerin ordular teşkil etmelerini “mânâsındadır.

10

O vakit kâfirler, hem üstünüzden hem alt tarafınızdan, vadinin üst tarafından ve alt tarafından, doğudan ve batıdan size gelmişlerdi. Ve o vakit gözler kaymış, her şeyi bırakıp, her taraftan etraflarını kuşatan düşmana meyletmiş; yürekler korkunun şiddetinden gırtlaklara dayanmıştı. Siz, yüce Allah'a türlü türlü zafer ile ümitsizlik arasında değişen zanlarda bulunuyordunuz.

Âyette geçen “ henacire ” lâfzı. “ henceretün” kelimesinin çoğuludur. Hencere, boğazın uç noktası (gırtlak) demektir.

11

İşte burada mü'minler samimi olanlar, olmayanlardan ayrılsın diye imtihan olunmuş, denenmiş ve korkunun şiddetinden şiddetli bir surette zelzeleye tutulmuşlardı, sarsılmışlardı.

12

Hatırla (Rasûlüm)! O vakit münafıklarla kaplerinde hastalık, inanç zayıflığı bulunanlar, “Allah ve Rasûlü bize zafer namına ancak kuru, boş vaadde bulunmuş“ diyorlardı.

13

Ve yine ovakit onlardan münafıklardan bir grup ”ey Yesrib -Yesrib Medine topraklarıdır- halkı? Artık sizin için durmanın sırası değil. Haydi, dönün Medine'deki evlerinize!“ diyorlardı. Bunlar, savaşa katılmak gayesi ile Sel'a -Medine dışında bir dağın ismidir- kadar Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile birlikte çıkmışlardı. Onlardan bir fırka da geri dönmek için peygamberden izin istiyor, “ hakikaten evlerimiz açıktır, emniyette değildir. (Bu sebeple) hırsızlara karşı tehlikededir“ diyorlardı. Allahü teâlâ buyuruyor ki, Hâlbuki evleri açık değildi. Onlar ancak savaştan kaçmak istiyorlardı.

Âyet-i kerîme’de geçen “yesrib” lâfzı, alemiyyet vezn-i fiilden dolayı gayri munsariftir. Âyet-i kerîme’de geçen “ mukâme ” lâfzı, ikâmet mânasında Mim'in zammesi ile ism-i mekân olarak Mim'in fethası ile okunmuştur.

14

Eğer oraya Medine'ye tarafından, her yanından üzerlerine gidilse de sonra kendilerinden fitne, eş koşmaları islenilse, derhal onu vereceklerdi. Ve burada pek az duraklayacaklardı.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Atevha” lâfzı Medli - “Vereceklerdi “mânâsında- ve kısa medsiz ”yapacaklardi “mânâsında- olarak okunmuştur.

15

And olsun ki, bundan evvel, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair yüce Allah'a'söz vermişlerdi. Hâlbuki yüce Allah'a verilen sözün sâhibi, sözünde vefa göstermekten mesuldür.

16

De ki, “ eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, firar size asla fayda vermez. Hem o takdirde, eğer kaçmış olsanız, kaçtıktan sonra dünyada ancak pek az, hayat sürelerinizden kaldığı kadar istifade ettirilirsiniz.

17

De ki, “ eğer size bir fenalık, helâk ve hezimet dilerse sizi Allah'dan kim masum kılabilir, koruyabilir? Yahut eğer yüce Allah size bir rahmet hayır murad etse size kim bir kötülük yapabilir? Onlar, kendilerine yüce Allah'ın dışında O'ndan başka, kendilerine fayda verebilecek hiç bir dost ve kendilerinden zararı def edebilecek hiç bir yardımcı bulamazlar.

18

Yüce Allah içinizden alıkoyanları, geri bırakanları ve kardeşlerine, “Bize gelin“ diyenleri pekâlâ biliyor. Bunlardan ancak pek azı riya ve desinler diye harbe, savaşa geliyorlardı.

Âyet-i kerîme’de geçen “ helümme ” lâfzı, “ Teâlev “mânâsında (ism-i fiil) dir.

19

 (Gelseler de) size karşı yardımlaşma konusunda çok cimri ve hasistirler. Derken korku hali gelince, onları gördün ki, üzerine ölüm baygınlığı ölüm sarhoşlukları çöken kimsenin bakışı yahut gözlerinin deveran etmesi gibi gözleri deveran ederek sana bakıyorlardı. Nihayet korku gidip ganimetler taksim edilince hayra ganimete düşkünlük göstererek ve onu elde etme arzusuyla keskin dilleriyle sizi üzdüler. Size eziyet etiler yahut sizi dövdüler. İşte bunlar gerçekten îman etmediler. Yüce Allah da amellerini boşa çıkardı. Bu amellerini boşa çıkarma işi yüce Allah'a göre kolaydır.

20

 Kâfirlerden oluşan birliklerin, onlardan çok korktukları için, Mekke'ye geri gitmediklerini sanıyorlardı. Eğer o birlikler, bir daha geri gelecek olsa, severlerdi ki, arzu ederlerdi ki, bedeviler içinde bulunsalardı, çölde olsalardı da, kâfirlerle beraber sizin haberlerinizi sorsalardı. Bu defa içinizde kalacak olsalar da riya amacıyla ve ayıplanmak korkusuyla pek azı harp ederlerdi.

21

Yemin olsun! Sizin için: yüce Allah'ı ve âhiret gününü reca (ümit) edenler, korkanlar ve yüce Allah'ı çok zikredenler için -Bu vasıflara sahip olmayanlar için değil- yüce Allah'ın peygamberinde pek güzel bir örnek, savaşmak ve bulunduğu noktada sebat etme konusunda ona uymak vardır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İsvetün” lâfzı, hemzenin kesresi ile de, zammesi ile de okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “ Liman” lâfzı, “ Leküm“ den bedeldir.

22

Mü'minler kâfirlerden oluşan birlikleri gördükleri zaman, “işte yüce Allah ve Rasûlü'nun bize vaad ettiği zafer ve imtihan budur. Yüce Allah ve Rasûlü vaadinde sadakat gösterdi “ dediler. Bu; ancak onların îmanlarını, yüce Allah'ın vaadini tasdik etmelerini ve O’nun emrine teslimiyetlerini artırdı.

23

Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile birlikte sebat edeceklerine dair yüce Allah'a verdikleri sözde doğru çıktılar. Kimi adağını ödemiş, yüce Allah yolunda ölmüş veya öldürülmüş kimi de bunu bekliyor. Onlar, verdikleri sözde hiç bir surette değişiklik yapmadılar. Bunlar, münafıkların sergiledikleri tavrın tam tersi bir tavra sahiptirler.

24

Çünkü yüce Allah doğruları, doğrulukları sebebiyle mükâfatlandıracak; münafıklara da dilerse kendilerini münafıklıkları üzerinde öldürmek suretiyle azâb edecek yahut tevbelerini kabul buyuracaktır. Muhakkak ki, yüce Allah, tevbe edenlerin günahlarını çok bağışlayıcı, onlara karşı çok merhametlidir.

25

Yüce Allah o kâfirleri, düşman birliklerini hiç bir hayra muradları olan mü'minlere karşı zafer kazanmaya elleri ermeden, öfkeleriyle geri def etti.....Ve böylece yüce Allah, gönderdiği rüzgâr ve meleklerin yardımıyla mü'minlere harpte kâfi geldi. Yüce Allah muradını gerçekleştirecek kadar kavidir, azizdir, kararında gâliptir.

26

Kitap ehlinden olup onlara yardım edenleri Beni Kurayza'yı yüce Allah kalelerinden indirdi ve kalplerine ru'b, korku ilka eyledi. Onlardan bir kısmını -Bunlar savaşanlarıdır- öldürüyordunuz, onlardan bir kısmını da kadınlarını da esir alıyordunuz.

Âyet-i kerîme’de geçen “sayasi “ lâfzı, “saysayatün” kelimesinin çoğuludur. “saysaya” kendisiyle korunulan şey demek olup, burada kale mânâsındadır.

27

Onların yerlerini, yurtlarını ve mallarını, bir de henüz ayak basmadığınız diğer yeri -Bu yer Hayber'dir. Hayber, Kurayza'dan sonra fethedilmiştir- size miras verdi. Yüce Allah her şeye kadirdir.

28

Ey Peygamber! Kadınlarına de ki, -Bunlar, dokuz tane olup Hazret-i Peygamberden; yanında bulunmayan dünyevî ziynet taleb etmişlerdi- ”eğer siz, dünya hayatını ve ziynetini arzu ediyorsanız, haydi gelin size mut'a boşama bedeli vereyim. Ve sizi güzellikle salıvereyim, hiç bir zarar vermeden sizi boşayayım.

29

Yok eğer yüce Allah'ı, Peygamberini ve âhiret yurdunu Cenneti istiyorsanız, bilin ki, yüce Allah, âhireti istemek suretiyle içinizden iyilik edenlere pek büyük bir ecir Cennet hazırlamıştır. “ Bunun üzerine zevcat-ı tâhirât, âhireti dünyaya tercih ettiler.

30

Ey Peygamber hanımları! Sizden kim belgelenmiş bir hayâsızlık yaparsa onun azâbı iki kat, onların dışındaki kadınların azâbının iki katıiki misli artırılır. Bu, yüce Allah'a göre kolaydır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ mübeyyenetin” lâfzı, Ya'nın fethası ve kesresi ile -“Beyan edilmiş, belgelenmiş “yahut” kendiliğinden açık olan“ mânâlarında - okunmuştur. Ayrıca Âyet-i kerîme’de geçen “yudâ'af lâfzı da bir kırâatta “yudaaf şeklinde -şeddeli olarak- diğer bir kırâatta da “Nudaif şeklinde - şeddeyle birlikte Nun ile beraber - ve ” el-Azâbü “ lâfzının nasbi ile- okunmuştur.

31

Sizden kim yüce Allah'a ve peygamberine kunut eder itâat eder ve amel-i salihde bulunursa, ona da mükâfatını iki kat, onların dışındaki kadınların sevabının iki misli olarak veririz. Hem buna ilâveten ona cennette cömertçe bir rızık hazırlamışızdır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Ta'mel”Ve “ Nü'ti “ lâfızları bir kırâatte “ya'mel”Ve “ yü'ti “ şeklinde okunmuştur.

32

Ey Peygamber hanımları! Siz diğer kadınlardan herhangi biri, bir topluluk gibi değilsiniz. Eğer yüce Allah'dan korkarsanız şüphesiz (ecir bakımından) daha büyük olursunuz. Şu hâlde sözü yabancı erkeklere karşı yumuşak söylemeyin ki, kalbinde hastalık, nifak bulunan kimse kötü bir ümide kapılmasın. Sözü maruf ölçüde, yumuşatmadan söyleyin.

33

Hem evlerinizde oturun ve evvelki İslâm öncesi cahiliyye de olduğu gibi açılıp saçılmayın. Cahiliyye açılıp saçılması, kadınların zinetlerini erkeklere göstermeleridir. İslâm sonrası göstermenin hükmü ise, “zinetlerini açmasınlar! Ancak bunlardan görünen kısımlar (yüzler ve eller) müstesnadır.....“ (Nûr, 31) mealindeki Âyet-i kerîme’de zikredilmiştir. Namazı dosdoğru kılın. Zekâtı verin. Yüce Allah'a ve Peygamberine itâat edin. Ey ehl-i beyt! Yani Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hanımları! yüce Allah, sizden sadece kiri, günahı gidermek ve sizi günahtan tertemiz yapmak istiyor.

Âyet-i kerîme’de geçen “ karne ” lâfzı, Kaf’in fethası ve kesresi ile okunmuştur. Bu lâfız “karar” kökünden gelir. Aslı;”ikrirne “-Ra'nın kesresi ve fethası ile, “karirtü“ fiilinden gelir ki, burada da Ra'nın kesresi ve fethası ile okunabilir- idi. Ra'nın harekesi Kaf’a nakledil- miş ve Ra, hemze-i vasıl ile birlikte hazf edilmiştir. Ayrıca Âyet-i kerîme’de geçen “ Teberracne ” lâfzı, siganın aslında bulunan iki Ta'dan birinin terki ile okunur.

34

Evlerinizde okunan yüce Allah'ın âyetlerini, Kur’ân’ı ve hikmeti, sünneti düşünün. Hiç şüphe yok ki, yüce Allah dostlarına karşı latiftir, mahlûkatının tümünden haberdardır.

35

Gerçekten müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, tâata devam eden erkekler ve tâata devam eden kadınlar, itâatkâr kadınlar, îmanlarında doğru erkekler ve doğru kadınlar, ibâdetlere karşı sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşu içinde bulunan erkekler, mütevazı erkekler ve huşu içinde bulunan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını haramdan koruyan erkekler ve koruyan kadınlar, yüce Allah'ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar (işte) yüce Allah, bunlar için günahlarına bir mağfiret ve Tâatlarına büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

36

Yüce Allah ve Peygamberi bir işe hüküm verdiği zaman erkek-kadın hiç bir mü'min için kendiişlerinde yüce Allah ve Peygamberinin emirlerinin hilafına, seçme hakkı muhayyerlikleri yoktur. Bu âyet-i kerîme Abdullah b. Cahş ve kız kardeşi Zeyneb hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki: Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Zeyneb'e, Zeyd b. Harise adına dünür gitmişti. Ancak bu iki sahâbi o ana kadar Hazret-i Peygamber'in kendi adına Zeyneb'e talip olduğunu zannetmişlerdi. Bu sebeple dünürlüğün Zeyd adına olduğunu öğrendiklerinde hadiseyi hoş karşılamadılar. Ancak daha sonra bu âyet-i kerîmenâzil olunca rıza göstermişlerdir. Kim yüce Allah'a ve Peygamberine isyan ederse, muhakkak mübin, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. Ve Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Zeyneb'i Zeyd ile evlendirdi. Ne var ki, bir zaman sonra Hazret-i Peygamber'in gözü Zeyneb'e ilişti. Ve Hazret-i Peygamber'in içine Zeyneb'in sevgisi, Zeyd'in içine ona karşı bir isteksizlik geldi. Bir zaman sonra Zeyd Hazret-i Peygamber'e: “zeyneb'den ayrılmak istiyorum“ dedi. Onun bu isteğine karşı Peygamber'in cevabı ise “zevceni nikâhında tut“ şeklinde oldu. Allahü teâlâ'nın ifade buyurduğu gibi. (Bu uydurma izahatından dolayı yüce Allah müfessiri affetsin. M. Talû) (Konuyla ilgili geniş bilgiyi tefsirin sonunda bulabilirsiniz.)

37

Hatırla ki, kendisine hem yüce Allah'ın İslâm'ı nasib etmekle nimet verdiği hem de senin azad etmekle nimet verdiğin zata, bu zat Zeyd b. Harise'dir. Cahiliyye esirlerindendi. Rasûlüllah (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Peygamberliğinden önce kendisini satın alarak hürriyetine kavuşturmuş ve onu oğul edinmişti. -” zevceni nikâhında tut, onu boşaman hususunda yüce Allah'dan kork!“ diyordun. İçinden ise, yüce Allah'ın ibda edeceği, açığa vuracağı şeyi: Ona karşı sevgini ve şayet Zeyd ondan ayrılırsa onunla evleneceğine dair fikrini gizliyordun. Ve insanların, “Oğlunun zevcesi ile evlendi. “ dedikodusunu yapmalarından korkuyordun. Hâlbuki yüce Allah, her konuda kendisinden korkmana daha lâyıktır. Onunla evlen! Bu konuda aleyhine söylenecek hiç bir söz yoktur. Sonra Zeyd onu boşadı ve iddeti sona erdi. Allahü teâlâ buyurdu ki, Zeyd ondan vatarını, ihtiyacını giderince biz onu sana nikâhladık -Bu vahyin gelmesi ile Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hiç izin istemeden Hazret-i Zeyneb'in yanına girdi ve (velime yemeği olarak) müslümanlara ekmek ve et yedirdi- ki, oğullukların ihtiyaçlarını giderdikleri zevcelerini almakta mü'minlere bir darlık olmasın. Yüce Allah'ın emri, hükmü yerine getirilmiştir.

Âyette geçen “ İz “ lâfzı, “ üzkür“ fiili ile mansûbdur.

38

Yüce Allah'ın kendisi için farz buyurduğu, helâl kıldığı bir şeyi yerine getirmekte peygambere hiç bir vebal yoktur. Bundan önce geçenler: Peygamberler arasında da yüce Allah'ın kanunu böyledir. Yani evlenme konusunda kendilerine bir kolaylık sağlamak gayesi ile bu konuda (Oğulluklarının zevceleriyle evlenmeleri konusunda) üzerlerine bir vebal olmamıştır. Yüce Allah'ın emri, işi biçilmiş, hükme bağlanmış bir kaderdir.

Âyet-i kerîme’de geçen “sünnetellahi “ lâfzı, “kesünnetillahi “ Takdirinde olup harf-i cerrin hazfedilmesi ile Mensûb olmuştur.

39

O Peygamberler ki, yüce Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler ve O'ndan korkarlar, Allah'dan başka kimseden korkmazlardı. Yani yüce Allah'ın kendilerine helâl kıldığı işlerde halkın dedikodusundan çekinmezlerdi. Hasib olarak, yarattıklarının yaptıkları ve onları muhasebe için, gözetici olarak yüce Allah yeter.

Âyet-i kerîme’de geçen ”ellezîne ” lâfzı, bir önceki Âyette geçen “ Ellezîne “ den sıfattır.

40

Rasûlüm Muhammed ”aleyhisselâm“sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Şu hâlde Zeyd'in de babasıneseb cihetinden babası değildir. Dolayısıyla onun zevcesi olan Zeyneb’le evlenmek, kendisine haram değildir. Lâkin O, yüce Allah'ın bir Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Bundan dolayıdır ki, kendisinden sonra Peygamber olacak bir oğlu olmayacaktır. Yüce Allah, her şeyi en iyi bilendir. O'ndan sonra Peygamber olmayacağı da yüce Allah'ın bildiği her şey arasındadır. Hazret-i Îsa Efendimiz inince, O’nun şeriatıyla hükmedecektir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ hatime ” lâfzı, bir kırâatta Ta'nın fethasıyia okunmuştur. Buna göre Hazret-i Peygamber (diğerlerine oranla) mühür âletine benzetilmiştir. Yani, tüm peygamberler onunla mühürlenmiştir.

41

Ey îman edenler! Yüce Allah'ı çok zikredin?

42

Ve O'na sabah-akşam, gündüzün evvelinde ve sonunda tesbih eyleyin!

43

Sizi karanlıklardan küfürden aydınlığa imana çıkarmak için, sizi çıkarmasını devam ettirmek için üzerinize salât eden size rahmet eden O'dur. Bir de melekleridir. Yani onlar da sizin için istiğfar ederler.

44

O’na kavuşacakları gün mü’minlerin Allahü teâlâ'dan (görecekleri) iltifatları, meleklerin dilinden“selâm“ dır. Allah, onlar için çok değerli bir mükâfat hazırlamıştır. O da, cennettir.

45

Ey Peygamber! Biz seni gönderildiğin kimseler üzerine bir şahit, seni tasdik edenleri cennet ile bir müjdeci ve seni tekzip edenleri ateş ile bir nezir uyarıcı olarak gönderdik.

46

Hem Allahın izniyle, emriyle O’na itâate bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarakkendisi ile hak yolu bulmakta bir kandil misali,

47

Mü'minlere müjdele! Kendilerine Allah’dan büyük bir mükâfat vardır. O da cennettir.

48

Şeriatine muhalif olan işlerde kâfirere ve münafıklara boyun eğme. Onların ezalarını (şimdilik) bırak, terk et. Ve onlar hakkında bir şeyle emrolununcayakadar ezalarından dolayı onları cezalandırma. Allah’a tevekkül et. Çünkü O, sana kâfidir. Vekil olarak, kendisine havale edilen olarak yüce Allah yeter.

49

Ey îman edenler! Mü'min kadınları nikah edip te sonra onlara dokunmadan boşarsanız, sizin için onların üzerinde kurlarla ve onların dışındaki usullerle i’tidad edeceğiniz, sayacağınız bir iddet yoktur. Bu takdirde onları hemen metalandırınız. Onlara faydalanabilecekleri şeyler veriniz. Yani şayet kendileri için mehir tayin edilmemişse… Yok eğer mehir tayin edilmiş ise bu takdirde onlara tayin edilen mehrin yarısı verilir. Bunu İbn Abbâs nakletmiş ve İmam-ı Şafiî esas almıştır. Ve onları, güzel bir şekilde gönderin, kendilerini zarar a uğratmadan onları serbest bırakın.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Temessühünne ” lâfzı bir kırâatte ” Tümasühune “ şeklinde okunmuştur. Bun göre mana: “onlarla cinsî ilişkiye girmeden…“ şeklindedir.

50

Ey Peygamber! Biz sana ecirlerini, mehirlerini verdiğin zevcelerini, Allah’ın sana Safiyye ve Cüveyriyye gibi kâfirlerden esir etmek suretiyle ganimet olarak ihsan buyurduklarındankendi mülkün olancâriyelerini, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları helâl kıldık. Hicret etmeyenleri değil. Bir de mü’min bir kadın, kendini peygambere hibe ederse, peygamber istinkâhını mehirsiz olarak onunla evlenme talebini arzu ettiği takdirde, mehirsiz olarak hibe lâfzıyla nikâh etmek başka mü'minlere değil de, sadece sana mahsus olmak üzere, onu da sana helâl kıldık. Onlara mü'minlere zevceleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar, dört kadından fazlasıyla evlenemeyecekleri ve yalnızca veli, şahitler ve mehir ile evlenebileceklerine dair şer'i hükümlerdir. Satın alarak ve benzeri yollarla sağ ellerinin mâlik oldukları şeyler: Cariyeler hakkında da (neyi farz kıldığımızı biliyoruz). Bu da, cariyenin - semavi dinlere mensup olan cariye gibi - sâhibine helâl olan kimselerden olması - Mecusî ve putperest cariye sâhibine helâl değildir - ve cinsî ilişki öncesi rahimini önceki sâhibinin erlik suyundan temizlemesine dair hükümlerdir. Bunlar, sana evlenme konusunda hiç bir zorluk, darlık olmasın diyedir. Yüce Allah sakınılması zor olacak konularda çok bağışlayıcıdır, bu konuda onlara genişlik tanımak suretiyle de çok merhametlidir.

51

Onlardan zevcelerinden dilediğini nöbetinden irca eder, geri bırakır, onlardan dilediğini de yanına alırsın, kendine katarsın ve ona gidersin. Kendilerini sıraya koymaktan beri tuttuğun kadınlardan arzu ettiğin istediğin varsa, onu arzu etmen konusunda üzerinde bir vebal yoktur. Fakat daha önce sıralarını gözetmenin sana vacib olduğunu göz önünde bulundurarak onu tekrar yanına alman, senin için daha hayırlıdır. Bu muhayyer oluşun, onların gözlerinin aydın olup, üzülmemelerine ve kendilerine verdiğin sözü edilen; şahsının muhayyer olduğu uygulama ile hepsinin hoşnut olmalarına en elverişli en yakın olandır. Yüce Allah, kadınlar konusunda kalblerinizde bulunanı ve onların bir kısmına olan meylinizi bilir. Onlar hakkında seni muhayyer kıldık ki, arzu ettiğin her konuda sana kolaylık sağlayalım. Yüce Allah yarattıklarını hakkıyla bilendir, onları cezalandırmayacak kadar hilim sâhibidir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Türciü “ lâfzı, hemzeli olarak ve hemzenin yerine ya’lı olarak okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “ küllühünne ” lâfzi “yardayne “ fiilinin failinden tekiddir.

52

Bundan sonra, seni tercih eden bu dokuz kadından sonra kadınlar sana helâl olmaz. Meselâ onların tamamını yahut bir kısmını boşayıp, boşadığın kadının yerine bir başkasını nikâhlaman sureti ile onları başka zevcelerle değiştirmen de olmaz. Velev ki, güzellikleri hoşuna gitmiş olsun. Meğerki cariyelerden sağ elinin mâlik olduklarından ola! Bunlar sana helâldir Nitekim Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) mevcut hanımlarından sonra Hazret-i Mâriye'ye mâlik olmuş ve ondan oğlu İbrâhîm dünyaya gelmiştir. Ne var ki, Hazret-i Peygamberin bu oğlu, onun sağlığında vefat etmiştir. Yüce Allah, her şeye Rakibdir, gözcüdür.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Tebeddele ” lâfzında, sığanın aslında bulunan iki Ta'dan biri hazfedilmiştir.

53

Ey îman edenler! Peygamberin evlerine girmeyin! Meğerki yemeğe davet ile girmenize izin verilmiş ola! Bu durumda girebilirsiniz Ancak Onun erişmesini pişmesini beklemeyin. Fakat Çağrıldığınız vakit girin. Yemeği yediğinizde de hemen dağılın Birbirinizden dinleyeceğiniz sözlere kulak vermek için dahi beklemeyin. Çünkübu bekleyişiniz, Peygamberi üzüyor, fakat O, sizi çıkartmak için sizden utanıyordu. Ama yüce Allah gerçekten, sizi çıkartmaktan utanmaz. Yani onu beyan etmeyi terk etmez. Hem o kadınlardan Peygamberin zevcelerinden bir şey istediğiniz zaman, hicap, perde arkasından isteyin. Böyle yapmanız hemsizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için töhmet altında bırakan kötü düşüncelerden daha temizdir. Yüce Allah'ın peygamberine, sizin hiç bir şekilde eziyet etmeye hakkınız yoktur. Ondan sonra, zevcelerini de ebediyyen nikâh edemezsiniz! Böyle yapmanız, yüce Allah katında pek büyük bir günah olmaktadır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İnâ” lâfzi “ enaye'ni “ fiilinin mastarıdır. Âyet-i kerîme’de geçen “yestahyi “ lâfzı bir ya ile de okunmuştur.

54

Siz bir şeyi açıklasanız da, onu -ki, o da peygamberden sonra hanımlarını nikâh etme düşüncesidir- gizleseniz de şüphe yok ki, yüce Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir. Ve taşıdığınız düşünceye göre karşılığınızı verecektir.

55

Onlar (Peygamberin zevceleri) üzerine babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları mü'min kadınlar ve sağ ellerinin malik oldukları cariyeleri ve kölelerinin kendilerini görmeleri ve onlarla arada perde olmadan konuşmaları hakkında bir günah yoktur. Bununla beraber (Ey Peygamber hanımları!) emrolunduğunuz hususlarda yüce Allah'dan korkun! Çünkü yüce Allah, her şeye şahittir, O'na hiçbir şey gizli kalmaz.

56

Gerçekten yüce Allah ve melekleri Peygambere, Hazret-i Muhammed (aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e salât ederler. Ey îman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm edin“ Allahümme salli âlâ Muhammed“ deyin.

57

Şüphesiz ki, yüce Allah'a ve Rasûlüne eziyet edenler var ya! Bunlar, yüce Allah'ı, O’nun münezzeh olduğu çocuk ve eş yakıştırıp Peygamberini tekzib eden kâfirlerdir. Yüce Allah bunlara hem dünyada hem de âhirette lânet etmiştir. Onları (rahmetinden) uzak tutmuştur. Ve onlar için mühin, alçaltan bir azâb hazırlamıştır. Bu da cehennem ateşidir.

58

Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara iktisab etmedikleri bir şeyden dolayı eza edenler, onlara yapmadıkları şeyleri isnad edenler hiç şüphesiz bir iftira, yalan ve mübin, apaçık bir günah ihtimal etmişlerdir, yüklenmişlerdir.

59

Ey Peygamber! Kadınlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle de cilbablarını sımsıkı örtünsünler. Cilbab: Kadını tepeden tırnağa kapatan çarşaf demektir. Yani ihtiyaçlarını görmek için dışarı çıktıkları zaman, çarşaflarının bir kısmıyla, sadece bir gözleri açık kalacak şekilde yüzlerini kapatsınlar. Bu, onların hür oldukları yönünde tanınmalarına ve böylece kendilerine yönelik herhangi bir sataşmayla rahatsız edilmemelerine daha elverişlidir, daha yakındır. Oysa cariyelerin durumları farklıdır; onlar yüzlerini kapamadıkları için, münafıklar kendilerine sataşıyorlardı. Yüce Allah onların geçmişte tesettürü terk etmelerini çok bağışlayıcı, onları örttüğü itibariyle de onlara karşı çok merhametlidir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ celâbi ” lâfzı, “cilbab” kelimesinin çoğuludur.

60

Yemin olsun ki, eğer münafıklar, nifaklarından, kalplerinde zina marazı bulunanlar ve “ düşman sizi basmış, seriyyeleriniz öldürülmüş yahut hezimete uğramış“ gibi sözlerle Medine'de mü'minlere kötü haber yayanlar da bu davranışlarından vazgeçmezlerse mutlaka seni tepelerine bindiririz, seni başlarına musallat ederiz. Sonra seninle o şehirde az bir zamandan fazla komşu kalamazlar, seninle hem şehir olamazlar.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lâm” kasem içindir.

61

Daha sonra da lânetlenmiş olarak rahmetten kovulmuş olarak oradan çıkartılırlar. Nerede rast getirilirlerse, bulunurlarsa yakalanırlar ve büsbütün öldürülürler. Yani onlar hakkında, emir ifade eden bir üslupla, hüküm budur.

62

Allah'ın kanunudur yüce Allah bunu kanun edinmiştir. Bundan evvel geçmiş ümmetlerden geçen ler içinde ve onların mü'minlere kötü haber yayan münafıkları hakkında..... Sen yüce Allah'ın kanunu için onun tarafından bir değiştirmeye asla rastlayamazsın.

63

İnsanlar Mekkeliler sana Kıyâmetten onun ne zaman kopacağından soruyorlar. De ki, “Onun ilmi ancak yüce Allah katandadır. Sen onu nereden bileceksin? Yani sen onu bilemezsin Belki de Kıyâmet yakında olur.

64

Şu muhakkak ki, yüce Allah kâfirleri lânetlemiştir. Onları (rahmetinden) kovmuştur ve onlar için sair, şiddetli bir ateş hazırlamıştır.

65

Oraya, orada ebedi kalıcı oldukları hâlde, ebedi kalacakları takdir edilmiş olduğu hâlde gireceklerdir. Ne kendilerini o ateşten koruyacak bir dost bulabilirler, ne de onu kendilerinden uzaklaştıracak bir yardımcı.

66

O gün, yüzleri ateş içinde çevrilirken“ Ah, keşke yüce Allah'a itâat etseydik, Peygambere itâat etseydik“ derler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ya”Tenbih içindir.

67

Ve onlar içlerinden tâbi durumunda olanlar, “ ey Rabbimiz! Biz, beylerimize ve büyüklerimize itâat ettik. Onlar da bizi yoldan hidayet yolundan saptırdılar.

Âyet-i kerîme’de geçen “sâd etenâ” lâfzı bir kırâatta “sâd âtine “ şeklinde okunmuştur. Bu durumda çoğulun çoğulu olmuş olur.

68

Ey Rabbimiz! Onlara azâbın iki katını bize verdiğin azâbın iki mislini ver ve kendilerini sayısı çok olan bir lânetle lânete uğrat, onlara azâb eyle derler.

Bâ ile ” kebiren“ şeklinde okunmuştur. Buna göre. “ Büyük bir lânetle.....” mânâsındadır.

69

Ey îman edenler! Sizler meselâ” mûsa sadece husyeleri şişik olduğu için bizimle beraber yıkanmıyor“ demek suretiyle Mûsa'ya eza edenler gibi olmayın. Sonunda yüce Allah Onu, onların söylediklerinden temize çıkardı.

Şöyle ki, Hazret-i Mûsa yıkanmak için soyunup elbiselerini taşın üstüne bırakmıştı. Taş, Hazret-i Mûsa'nın elbisesiyle birlikte yuvarlanıp gitti ve nihayet İsrâîloğullarından bir topluluğun bulunduğu yerde durdu, derken Hazret-i Mûsa yetişip elbisesini aldı ve onunla kendini örttü. İşte burada gördüler ki, ondan husye şişikliği hastalığı yoktur. -Üdre, husyede bulunan şişiklik demektir.

O, yüce Allah katında vecih mevki sâhibi idi.

Bizim Peygamberimiz (aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in maruz kaldığı ezalardan bir tanesi şöyle gelişmiştir: Bir gün Hazret-i Peygamber ashâb-ı kiram arasında bir bölüştürmede bulunur. Ve bir adam, “ Bu, Yüce Allah'nınrızası arzu olunmayan bir bölüştürmedir“ der. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu hareket karşısında gazâba gelir ve: “Allah Mûsa'yı rahmet etsin! Yemin olsun Ki o, bundan daha çok ezaya maruz kalmış ve sabretmiştir“ Buyurur. Buhârî.

70

Ey îman edenler! Yüce Allah'tan korkun ve sedid doğru söz söyleyin.

71

Ki, yüce Allah amellerinizi sizin için ıslah eylesin, onları kabul buyursun. Ve günahlarınızı bağışlasın. Kim yüce Allah'a ve Peygamberine itâat ederse, o muhakkak büyük bir kurtuluşa ermiş olur. Hedefinin zirvesine ulaşmış olur.

72

Şüphesiz biz, emaneti beş vakit namazı ve yapılmasında sevap, terkinde ceza olan diğer ibâdetleri göklere, yere ve dağlara -öncelikle onlarda anlayış ve konuşma kabiliyyeti yaratılması suretiyle- teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. İnsan, Âdem ise kendisine teklif edildikten sonra onu yüklendi. Hakikat o, yüklenmiş olduğu emanet sebebiyle kendine çok zulmeden ve ona karşı çok cahildir.

73

Çünkü yüce Allah emaneti zayi eden münafık erkeklere ve münafık kadınlara, eş koşan erkeklere ve eş koşan kadınlara azap edecek ve yüce Allah emaneti eda eden inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır. Yüce Allah mü'minler için çok bağışlayıcı, onlara karşı çok merhametlidir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Liyüazzibe ” lâfzı üzerindeki Lâm, üzerine Âdem'in emaneti yüklenmesi, terattüb eden“ Arezna “ fiiline tealluk etmektedir.

0 ﴿