34 - SEBE' SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm olan yüce Allah'ın ismi ile başlarım.

1

Hamd O yüce Allah'a mahsustur ki, göklerde ve yerde ne varsa mülkiyet ve yaratma bakımından hepsi O’nundur. Allahü teâlâ zatını bu sözle övmüştür. Bundan maksat bu sözün ihtiva ettiği, güzellik ile vasfetmekten ibaret olan Allahü teâlâ için (ezelde) sabit olan hamd ile zatını övmesidir. Dünyada olduğu gibi Âhirette de hamd O’nundur. Dostları cennete girdiklerinde yine O'nu överler. O, yaptığında hikmet sâhibidir. Yarattıklarından haberdardır.

2

Yere gireni meselâ su vesaireyi, yerden çıkan bitki ve benzeri şeyleri, gökten inen rızık ve diğer şeyleri ve göğe çıkan amel vesaireyi bilir. O, dostlarına çok merhamet eden, onları çok bağışlayandır.

3

 kâfirler, “Bize Kıyâmet gelmez!“ onlara de ki: “Öyle değil. Gaybı bilen Rabbim hakkı için, O size mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı ağırlığı en küçük karınca kadar bir şey bile ondan kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi muhakkak açık bir kitaptadır. O da Levh-ı Mahfûzdur

Âyet-i kerîme’de geçen “ Alimi'l-gaybi “ cer ile okunduğunda sıfat, ref ile okunduğunda, mubteda'nın haberi olur. Mecrûr olarak da “ Allamin“ şeklinde okunmuştur.

4

Çünkü îman edip de güzel amellerde bulunanları Kıyâmette mükâfatlandıracaktır. İşte bunlar için bir mağfiret ve cennette güzel bir rızık vardır.

5

Bizi âciz bırakacaklarını sanarak âyetlerimiz Kur’ân’ın iptali hakkında, tekrar dirilmek yok, azâb yok sanarak bizden kurtulmak için yarışanlar var ya! Onlar için pek kötü ve acıklı bir azap vardır.

Âyet-i kerîme’de ve sûrenin sonundakiÂyet-i kerîme’de geçen “ mu'cizin” kelimesi bir kıratta “ müacizin“ şeklinde okunmuştur. Yani (birinci veya ikinci kırâat) bizimle yarışırcasına. Yine Âyet-i kerîme’de geçen ”elim” kelimesi “Ricz “in sıfatı olarak mecrûr, “Azâb “ın sıfatı olarak da merfû’' okunmuştur.

6

Kendilerine ilim verilmiş olan Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi ehl-i kitabdan îman etmiş olanlar biliyorlar ki, Rabbinden sana indirilen Kur’ân hakkın ta kendisidir. Ve Azîz, hamde lâyık olanın dosdoğru olan yoluna iletmektedir. Yani hamde lâyık olan, izzet sâhibi yüce Allah'ın yoluna.....

Âyet-i kerîme’de geçen “ hüve “ zamir-i fasıl'dır.

7

O kâfirler hayret yoluyla birbirlerine dediler: “Siz didik didik parçalanıp dağıldığınız vakit, tekrar yeni bir yaratılışta bulunacağınızı size haber vermekte olan bir kişiyi gösterelim mi? “ İşte O Muhammed ”aleyhisselâm “dır.

8

O, bu konuda yüce Allah'a karşı yalan yere iftira mı etti? Yoksa kendisinde söylediği şeyleri kendisine tahayyül ettiren (gösteren) bir delilik mi var? Bunun üzerine Allahü teâlâ söyle buyurdu: “ hayır! Doğrusu tekrar dirilmeyi ve azâbı içine alan âhirete inanmayanlar âhirette azapta dünyada da haktan uzak bir sapıklık içindedirler.

Âyet-i kerîme’de geçen ”eftera” kelimesi istifham hemzesiyle fethe olarak okunup bununla iktifa edilerek hemzeyi vasıl'a gerek kalmadı.

9

Onlar, gökten ve yerden üstlerinde ne var altlarında ne var bakmadılar mı? Eğer biz dilersek onları yere geçiririz “yahut üzerlerine gökten parçalar düşürürüz! Şüphesiz bu görünenlerde Rabbine yönelen her kul için Allahü teâlâ'nın tekrar diriltmeye ve dilediğini yapmaya kudreti olduğuna delâlet eden bir ibret vardır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ kısfen” kelimesi bir kırâatta “sin“ in fethasıyle kisefen şeklinde okunmuştur. Yine bir kırâatta üç fiilde “ya “ ile okunmuştur.

10

Yemin olsun, biz Dâvud'a tarafımızdan bir fazilet nübüvvet ve kitap verdik. Ve dedik ki: “ ey dağlar ve kuşlar onunla birlikte tesbihi tekrarlayın. Ona demiri de yumuşattık. Hattâ elinde hamur gibi olurdu.

Âyet-i kerîme’de geçen “Vetteyre “ “ el-ilbal” kelimesinin mahalli üzerine atfedilerek Mensûb okunmuştur. Yani onları, onunla birlikte tesbihte bulunmaya çağırdık.

11

Onu giyen kimse onu yerden sürükleyecek şekilde demirden mükemmel geniş zırhlar yap. Ve dokumasını ölçülü yap! Yani zırhların örgüsünü intizamlı yap“ buyurduk. Zırh yapan kişiye ”ser-rad“ denilir. Yani zırhı örmede halkaları birbirine uygun gelecek şekilde ölçülü yap. Siz de Ey Dâvud ailesi onunla birlikte iyi işler yapın. Çünkü ben yaptıklarını hakkıyla görenim. Ve size onların karşılığını vereceğim.

12

Süleyman'a da rüzgârı musahhar kıldık ki, sabah gidişi bir ay, akşam gidişi de bir ay idi. Yani rüzgârın sabah vaktinden öğlen vaktine kadar aldığı mesafe bir ay.

Hem ona erimiş bakır pınarını sel gibi akıttık, bakır madenini onun için erittik. Nitekim (Yemen'de) üç gün üç gece suyun akışı gibi akıtıldı. İnsanların bugüne kadar devam ede gelen (bakır işleme) sanatı, Süleyman (aleyhisselâm)'a verilen kerametlerden biridir.

Rabbinin emriyle elinin altında cinlerden de çalışan vardı. Onlardan kim kendisine Süleyman'a itâat emrimizden saparsa, O'na âhirette ateş azâbından tattırırız. Bir görüşe göre dünya da tattırırdık. Şöyle ki, melek ona ateşten bir kırbaç vurur, onu yakardı.

Âyet-i kerîme’de geçen “Veli Süleymane'rrihe “ (mahzûf mübteda olan) teşhir kelimesinin takdiri ile (mukaddem haber olarak) merfû’ okunmuştur.

Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Lifan”lefne kelimesinin çoğuludur.

Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ cevab“ cabiye kelimesinin çoğuludur. Gabiye ise, büyük havuz demektir. Havuz büyüklüğünde olan bir çanak etrafında bin kişi toplanıp ondan yerlerdi.

13

Onlar merdivenle kendisine çıkılan pek yüksek kalelerden, heykellerden, havuz gibi çanaklardan ve ayakları olup yerlerinden kımıldamayan, Yemen'de dağlarda kurulan ve merdivenle kendisine çıkılan sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Ve biz öyle buyurduk? “ ey Dâvud hanedanı size verdiği şeylere karşılık olarak yüce Allah'a şükretmek için O'na itâate çalışın. Mamafih kullarımın içinde nimetime şükretmek için bana itâate çalışıp şükreden pek azdır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Temasil “ Timsal kelimesinin çoğuludur. Timsal, canlı cansız bir şeyin biçimine benzetmiş olduğun herhangi bir şeydir. (Şekildir) bakırdan, camdan ve mermerden yapılan resimlerdir. Süleyman (aleyhisselâm)'ın şeriatında böyle resimler yapmak haram değildi.

14

Ne zamanki O'na Süleyman'a ölümü hükmettik. Yani Süleyman (aleyhisselâm) öldü ve yaklaşık olarak bir sene değneğine dayanmış olarakayakta durup kaldı. Cinler, O’nun ölümünden habersiz olarak önceden olduğu gibi, o zor işleri yapmaya devam ettiler. Nihayet yer kurdu (güve) Süleyman (aleyhisselâm)'ın asâsını yedi de Süleyman (aleyhisselâm) yere düştü. Ölümü onlara ancak değneğini yiyen güve fark ettirdi. Ölü olarak yere yıkılınca onlar için ortaya çıktı ki, cinler gaybı bilmiş olsalardı -ki, onların bilemediği Süleyman (aleyhisselâm)'ın ölümü de, gaybî işlerden biridir- öyle horlayıcı bir azâb kendilerini sıkıntıya sokan iş içinde kalmazlardı. Çünkü onlar gaybı bildiklerini sanmalarının aksine (bir zanla) Süleyman (aleyhisselâm)'ın sağ olduğunu sanmışlar. Süleyman (aleyhisselâm)'ın vefatından sonra meselâ, güvenin asâd an bir gün ve bir gecede ne kadar yediği hesab edilerek bunun bir sene olduğu anlaşılmıştır.

Âyet-i kerîme’de geçen ”el-Erz “kelimesi meçhûl kip olan” urizetil-Haşebetu“ fiilinin mastarıdır. Yani Asa'yı güve yedi. Öğleden akşama kadar da aldığı mesafe bir aylık yoldu.

15

Yemin olsun ki, Yemen'deki Sebe' kavmi için oturduklara yerde Allahü teâlâ'nın kudretine delâlet eden bir ibret vardı. Vadilerinin sağında ve solunda kalan sağlı sollu iki bahçe! Onlara “Rabbinizin rızkından yeyin de. Sebe şehrinde size nimet olarak verdiği rızıklardan dolayı O'na şükredin. Çok güzel bir belde. Öyle bir belde ki, orada ne bir gübre, ne bir sivrisinek, ne bir sinek ne bir pire, ne bir akrep ve ne de bir yılan var. Oradan, elbisesinde pire bulunan bir yolcu geçecek olsa, pire derhal öluverir. Çünkü şehrin havası çok temiz. Yüce Allah ne de çok bağışlayıcı bir Rab! Denildi.

Âyet-i kerîme’de geçen “sebe ” kelimesi munsarıf ve gayrı munsarıf olarak okunmuştur. Sebe kabilenin adıdır. (Buna binaen gayrı munsarıf) Araplardan olan atalarının ismiyle tesmiye edilmiştir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ cennetani “ Bedeldir.

16

Fakat onlar, ona şükretmekten yüz çevirdiler. Ve kâfir oldular. Biz de üzerlerine arim selini gönderiverdik. Arım: İhtiyaç zamanına kadar suyu tutan bina {baraj} ve (vadi gibi) buna benzer şeye denir. Yani bahsedilen barajda toplanmış bulunan vadilerinin selini gönderip, bahçelerini ve mallarını sular altına aldı. Ve onların iki bahçesini, acı, tiksindirici, buruk yemişli, ılgınlık ve az bir şeyde Arabistan kirazından (olmak üzere) iki bahçeye çevirdik.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Arîm” kelimesi Arime'nin çoğuludur. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ zevatey” kelimesi müfred olan zevat'ın aslı üzere tesniyedir. (Bak- Cemel) Yine Âyet-i kerîme’de yer alıp me'kûl mânâsında olan” ukûl “kelimesinin izafe edilmesi ve edilmemesi şeklinde okunmuş ve ” eslin” kelimesi üzerine atfedilmiştir.

17

İşte onlara verdiğimiz bu tebdil cezası inkârlarından dolayıdır. Nankör olandan başkası cezalandırılır mı? Yani sadece kâfir hesaba çekilir.

Âyet-i kerîme’de geçen “yucaza “ fiili “ za “ nın kesresiyle birlikte ” nun“ ile ve de ” el'kefûr” kelimesinin Mensûb okunmasıyla okunmuştur.

18

Yemen'deki Sebeliler ile su ve ağaçla bereket verdiğimiz memleketler -ki, bunlar da ticaret etmek üzere yolculuk yaptıkları Şam kasabalarıdır- arasında sırt sırta Yemen'den Şam'a kadar bitişik şehirler meydana getirdik. Ve oralarda yolculukları sona erene kadar öğleyin bir köyde dinlenip geceyi başka bir köyde geçirecekleri şekilde muntazam gidiş-geliş düzenledik. Ve yolculukları esnasında beraberlerinde azık ve su taşıma gereğini duymazlardı. Yani Biz “ Buralarda gecelerce ve gündüzlerce korkusuz gezin, dolaşın“ gece ve gündüz korkmadan dolaşın! Dedik.

19

Buna karşı onlar, “ ey Rabbimiz! Şam'a doğru yapılan seferlerimizin arasını uzaklaştır!“ Bu araları sahra ve çöller hâline getir. (Bu sözleri), bineklerine binip yanlarında azık ve su taşıyarak fakirlere karşı şımarık bir tavır sergilemek için dediler. Böylece kendilerine verilen nimete şımarmış oldular ve nankörlük yapmakla kendilerine zulmettiler. Bu sebeple Biz de onları kendilerinden sonra gelen nesiller için masallara çevirdik. Ve kendilerini darmadağınık ettik, onları çeşitli memleketlere dağıtarak darmadağınık ettik. Şüphesiz ki, bu anlatılanda, nimetlere çok şükreden günahlardan uzak kalmada çok sabırlı olan herkes için ibretler vardır.

20

Yine yemin ederim ki, İblis, onlar kâfirler -ki, Sebe halkı da onlardan biridir- hakkındaki iğva vermek suretiyle onların kendine uyacaklarına dair zannını doğruladı da mü'minler fırkası hariç olmak üzere O'na uydular.

Âyet-i kerîme’de geçen “sedeke “ fiili şeddeli olarak da okunmuştur. “sedeke fi zannihi “Veya “seddeke zannehu” zannını doğru buldu. Yani şeddesiz okunduğunda zanne kelimesi harf-i cerrin başından alınmasıyla Mensûb, şeddeli okunduğunda mef'ûl-ı bih olur. Âyet-i kerîme’de geçen “ İlla” kelimesi lâkin mânâsında kullanılmıştır. Ve yine Âyet-i kerîme’de geçen “ mine'l-müminin“ deki “ min“Beyan içindir. Yani onlar şeytana uymayan bütün mü'minlerdir. (Bizde meali bu mânâya göre verdik)

21

Hâlbuki O’nun insanlar üzerinde hiç bir kuvveti tasallutu yoktur. Lakin biz âhirete imanı olanla, ondan şüphe edeni ayırt etmek için senin Rabbin her şeyi gözetleyendir.

22

Ey Resûlüm Muhammed “Aleyhisselâm “mekke kâfirlerine de ki: “Allah'ı bırakıp da kendilerini ilahlar olarak iddia ettiklerinize inancınız üzerine sizlere yarar sağlamaları için yalvarın durun! Allahü teâlâ onlar hakkında şöyle buyurdu, onların ne göklerde, ne de yerde hayır ve şerden zerre miktarı güçleri yetmez. Onların, buralarda hiç bir ortaklığı bulunmadığı gibi O’nun Allahü teâlâ'nın da onlardan ilahlardan bir yardımcısı yoktur!“

23

Putların yüce Allah katında şefâat etme yetkisine sahip olduklarına dair iddialarını reddetmek için bu âyet nâzil oldu, O’nun nezdinde âhirette kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Nihayet şefâat konusunda izin çıkıp da kalplerinden korku giderildiği zaman neşelenerek birbirlerine “ Bu konuda Rabbimiz ne buyurdu? Derler. Hak sözü söyledi. Yani şefaate izin verdi. “ derler. O, galebeyle yarattıklarının üstünde çok yüce, çok büyüktür.

Âyet-i kerîme’de geçen ”ezine “ fiili hemzenin zammesiyle de okunmuştur. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “fuzzi'e “ fiili malûm olarak da okunmuştur.

24

De ki: “size göklerden yağmuru ve yerden çıkan bitkiyi rızık (olarak) veren kimdir? De ki: “Allah'tır. Her ne kadar bunu demeseler de. Çünkü bundan başka bir cevap yoktur. Her hâlde ya biz ya siz iki gruptan biri mutlak biri hidayet üzerinde yahut apaçık bir sapıklık içindeyiz!“ sözü kapalı bırakmakta onlara karşı nezaketçe bir davranış gözükmektedir. Bu da muvaffak oldukları takdirde îman etmelerine sebep olacaktır.

25

De ki: “siz, bizim yaptığımız günahlardan mes'ul değilsiniz. Biz de sizin yaptıklarınızdan sorulmayız!“ Çünkü biz sizlerden uzağız.

26

De ki: “Rabbimiz Kıyâmet gününde hepimizi bir araya toplayacak; sonra aramızda hak ile hükmedecek hak yolda gideni cennete, bâtıl yolda gideni de cehenneme sokacaktır. O, verdiği hükmü kemaliyle bilen mutlak hakîmdir.

27

De ki: “O'na, ibâdette ortak diye koştuklarınızı bana bildirin. Hayır! Bu onları, yüce Allah'a ortak itikad etmekten reddetmektedir. bilâkis emrinde mutlak gâlip mahlûkatını idare etme hususunda hikmet sâhibi olan ancak yüce Allah'dır.“ Binaenaleyh, mülkünde onun asla ortağı olmaz.

28

Biz, seni ancak bütün insanlara mü'minleri cennet ile müjdeleyici ve kâfirleri azap ile uyarıcı olarak peygamber gönderdik. Lâkin insanların çoğu Mekke kâfirleri bunu bilmezler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ kaffe ” kelimesi ”en'nas” kelimesinden hâldir. Önemine binaen önce zikredilmiştir.

29

Onlar: “ eğer sözünüzde doğru söyleyenlerseniz bu azapla ilgili vaad ne zaman? ” derler.

30

De ki: “size vaad olunan öyle bir gündür ki, siz ondan bir an geri de kalamazsınız, onun önüne de geçemezsiniz. O da Kıyâmet günüdür.

31

Mekke halkından küfredenler: “Biz ne bu Kur’ân'a inanırız, ne de ondan öncekine “ondan önce geçen öldükten sonra dirilmeyi bildiren Tevrat ve İncîl gibi kitaplara inanmayız, dediler. Çünkü kendileri tekrar dirilmeye inanmamaktadırlar.

Onlar hakkında Allahü teâlâ şöyle buyurdu? Ey Resûlüm Muhammed “Aleyhisselâm”sen bir görsen, o zâlimler, kâfirler Rablerinin huzurunda durduruldukları vakit, birbirlerine lâf atarak, zayıf sayılan tâbi olanlar, büyüklük taslayanlar önderlere: “siz olmasaydınız bizi îman etmekten alıkoymasaydınız biz mutlaka peygambere îman eden kişiler olurduk!“ diyeceklerdir.

32

Büyüklük taslayanlar da zayıf sayılanlara, “size hidayet geldikten sonra biz mi sizi ondan çevirdik? Hayır! bilâkis siz kendiniz suçlu idiniz!“ diyeceklerdir.

33

Yine zayıf sayılanlar büyüklük taslayanlara: “ hayır! Gece gündüz (işiniz) dolap çevirmekti, sizin tarafınızdan gece gündüz bize karşı vaki olan hile (buna sebep olmuştur) Çünkü bize yüce Allah'ı inkâr etmemizi, O'na ortaklar koşmamızı emrediyordunuz “ derler. Bunlar iki grup ta azâbı gördükleri anda içlerinden yüce Allah'a inanmayı terk etmelerinden pişmanlık getirirler. Yani ayıplanma endişesiyle herkes arkadaşından pişmanlığını saklayacaktır. Biz de o küfredenlerin cehennemde boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak dünyada yaptıklarının cezasını çekerler.

34

Biz hiç bir beldeye bir uyarıcı göndermemişizdir ki, o beldenin refah sahipleri kodaman kişileri: “Biz sizin gönderildiğiniz şeyleri inkârcılarız “ demiş olmasınlar.

35

Bir de: “Biz malca ve evlatça îman eden kimselerden daha fazlayız; biz asla azap olunmayız “ dediler.

36

De ki: “ hiç şüphesiz Rabbim imtihan etmek için dilediğine rızkı genişletir; yine imtihan etmek için dilediğine rızkı daraltır. Lakin insanların çoğu Mekke kâfirleri bunu bilmezler.

37

Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan mallarınız ve çocuklarınız değildir. Ancak îman edip de sâlih amel işleyenler müstesna. İşte bunlar var ya! Yaptıklarına karşılık onlara kat kat mükâfat vardır. Yani yapılan amelin karşılığı, meselâ bir iyiliğe karşılık on misli ve daha fazla sevap verilir.

Ve onlar cennetin yüksek makamlarında ölüm ve benzeri şeylerden emniyet içinde olacaklardır.

Âyet-i kerîme’de geçen ”el-gurufat” kelimesi bir kırâatte çoğul mânâsında olarak ğurfe şeklinde okunmuştur.

38

Bizi âciz bırakıp bizden kurtulacaklarını sanarak âyetlerimiz Kur’ân (ın) iptali hakkında koşanlar ise azâb içinde bırakılacaklardır.

39

De ki: “ gerçekten Rabbim kullarından imtihan etmek için dilediğine rızkı yayar ve yaydıktan sonra ona veya dilediğine imtihan etmek için kısar. Hayır namına ne harcarsanız onun yerini doldurur. O rızık verenlerin en hayırlısıdır“ “ her insan bakmakla yükümlü olduğu kimseleri besler “söylenir. Yani yüce Allah'ın vermiş olduğu rızıktan besler demektir (sadece rızık veren yüce Allah'tır. Kul vasıtadır.)

40

Hatırla o gün (Allah) onlarınmüşriklerin hepsini mahşerde toplayacak, sonra meleklere: “ Bunlar mıydı size tapanlar? ” diyecektir.

Âyet-i kerîme’de geçen ”ehaulai iyyakum “ Terkibi iki hemzenin tahkiki, birincisinin“ya “ harfine ibdali ve iskati ile okunmuştur.

41

 (Melekler) “seni ortaktan tenzih ederiz. Bizim velîmiz onlar değil, sensin. Yani onlarla aramızda bizim tarafımızdan herhangi bir dostluk, velilik yoktur. Bilâkis onlar cinlere, şeytanlara tapıyorlardı. Yani bize tapmaları hususunda onlara itâat ediyorlardı ve çoğu kendilerine dedikleri hususlarda onlara inanmışlar ve tasdik etmişlerdir“ diyecekler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Bel “ (Kendisinden önceki kelimeden vazgeçildiği, sonrakine dönüş yapıldığını ifade eden) intikal ifade eden bir edattır.

42

Bunun üzerine Allahü teâlâ : “İşte bugün birbirinize tapılanlarla tapanlar birbirlerine fayda şefâat veya zarar, azâb etmeye gücünüz yetmeyecek. “ buyurur. Biz de o zulmeden kâfirlere, “ Tadın bakalım yalanladığınız ateşin azâbıni “ diyeceğiz.

43

Onlara Resûlümüz Muhammed ”aleyhisselâm”lisanı üzere apaçık âyetlerimiz, Kur’ân okunduğu vakit, “ Bu, atalarımızın tapmakta devam ettikleri putlardan sizi vazgeçirmek isteyen bir adamdan başkası değildir. “ dediler. Ve yine: “ Bu Kur’ân yüce Allah'a karşı sırf uydurma (ve) yalan bir iftiradan başka bir şey değil“ dediler. O küfredenlere hak Kur’ân gelince “ Bu, apaçık sihirden başka bir şey değil“ dediler.

44

Bunun üzerine Allahü teâlâ : “ halbuki biz onlara okuyacakları kitaplar vermediğimiz gibi onlara senden evvel bir uyarıcı da göndermedik.“ buyurdu, durum böyle iken seni nasıl yalanlıyorlar?

45

Onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Hemde bunlar, onlara verdiklerimiz kuvvet, uzun ömür ve çok malın onda birine erememişlerdir. Böyle iken kendilerine gönderilen peygamberlerimizi yalanladılar. Ama (Bak) azâb etmek ve helâk etmek suretiyle onlara cezam nasıl oldu. Yani tam yerinde (adil) olmuştur.

46

De ki: “Ben size sadece bir tek nasihat edeceğim, o da şudur: Yüce Allah için, ikişer ikişer ve teker teker kalkarsınız, sonra düşünüp bileceksiniz ki, arkadaşınız Muhammed de delilikteneser yoktur. O, ancak kendisine karşı geldiğiniz takdirde, âhirette şiddetli bir azapdan önce sizi uyarandır. “

47

Onlara de ki: “Benim sizden uyarı ve tebliğden dolayı herhangi bir ücret istersem, o sizin olsun. Yani buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım ancak yüce Allah'a aittir. O her şeye şahittir. “ Benim doğru olduğumu bilir.

48

De ki: “ gerçekten benim Rabbim, hakkı peygamberlerine verir. O, mahlûkatının göklerde ve yerde bilmediği bütün gaybları bilir. “

49

De ki: “ hak İslâm geldi. Artık bâtıl, küfür ne bir şey ortaya çıkarabilir. Ne de geri getirebilir. Yani küfrün hiç bir eseri kalmamıştır.

50

De ki: “Ben haktan saparsam, ancak kendi namıma sapmış olurum. Yani sapmamın günahı bana aittir. Doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyetiği Kur’ân ve hikmet sayesindedir. ÇünküO, duaları hakkıyla işitendir, yakın olandır.

51

Ey Resûlüm Muhammed“ aleyhisselâm“ onları tekrar dirilirken telaşa düştükleri vakit bir görsen!.. Elbette büyük bir iş görürsün. Artık onların bizden kaçacak yerleri yoktur. Yani bizden kurtulamazlar. Ve yakın bir yerden kabirlerinden yakalanmışlardır.

52

 “O'na Muhammed aleyhisselâma veya Kur’ân'a iman ettik“ dediler.

Fakat onlar için (dünyaya) uzak (bulunan) bir mahalden el uzatmak nerede? Yani imanı olmak nerede? Çünkü orası âhirettir. Îmanın yeri ise dünyadır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Tenavuş” kelimesi “Vav “ın yerine hemze ile de okunmuştur.

53

Hâlbuki evvelce dünyada O'na küfretmişlerdi. Uzak yerden gayba taş atıyorlardı. Yani ilmi kendilerine son derece meçhûl olan şey hakkında atıp tutuyorlardı. Çünkü peygamber hakkında “sihirbaz, şair, kâhin, Kur’ân hakkında sihir, şiir ve kehanet“ diyorlardı.

54

Artık kendileriyle imanîmanlarının kabul edilmesi arzularının arasına set çekilmiştir. Nitekim bundan onlardan evvel küfürde emsallerine de böyle yapılmıştı. Çünkü onlar şu anda ettikleri îman hususunda kendilerini kuşkuya düşüren bir şüphe içinde idiler. (Şimdi îman ettiler) hâlbuki dünyada O’nun (apaçık) delillerini hiç de önemsemediler.

0 ﴿